Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 310
NİSÂ SÛRESİ 92.AYETLER TEFSİRİ
27.06.2005
976 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   310

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi         24 - 27 Haziran 2005        Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     310. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 35

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلَّا خَطَأً وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا فَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ

وَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَىاهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِنْ اللَّهِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(92)

وَمَا كَانَ (Va Mav KavNa)  “Olmadı.”

Allah olmadığını haber vermektedir. Bu geçekleşmez demektedir. Yani, eğer bir mü’min başka bir mümini, katlederse, katleden mü’min olmaz. İmandan çıkmış olur. Bundan dolayıdır ki mü’min mü’mini katletmesin demiyor. Böyle denseydi mü’min mü’mini katlettiğinde imandan çıkmamış olurdu. Bundan önce iltica edenler hakkında hükümler konmuştur. Demek ki katleden bir mü’min artık o iltica eden gibi olur.

لِمُؤْمِنٍ (Li MuEMıNın)  “Mümin için olmadı.”

Dayanışma ortaklığına giren ve askerlik hizmetini tekeffül eden kimse mü’mindir. Topluluğun güvenini tekeffül etmiştir. Kendisi güvenlik temin etmekle görevli iken, kendisinin hem de kendisi gibi görevli olanı katletmesi büyük suçtur. Küfür gibi bir suçtur. Mü’minlerin yapacakları şey başkanlarını hakem yapıp onların kendileri hakkında verecekleri kararları kabul etmeleridir.

Burada bir soru ortaya çıkar. -Komutanın emrinde bulunan astlarını öldürme yetkisi var mıdır?

O da mü’min olduğuna göre böyle bir yetkisi yoktur. Sadece eğer astın imandan çıktığını içtihat ederse astını öldürebilir. Bunu takdir etme yetkisi onun yani öldürenin üstüne aittir. Mü’mini öldürdüğü için katledebilir. Yahut astın kanaatine uyarak astının imandan çıkmış olduğuna karar vererek öldürmez. Bu üst komutana kadar ulaşır. Son kararı başkomutan verir. Bu başkomutan ordu komutanıdır. Devlet başkanı değildir. Ordu komutanı ya katilin katillerini katleder yahut diyetini öder.

Mü’min olmayanın mü’min olmayanı katletmesi ise kısası gerektirir. Affedilirse ağır diyet ödenir.

Burada yine bir soru akla gelmektedir. -Müttefik olan bir devletin askerini öldürürse ne olacaktır?

Ülkemizde bulunan NATO’nun herhangi bir askerini Türk askeri öldürse veya bizde olan onların askeri Türk askerini öldürse veya onların ülkesinde buluna Türk askeri orada öldürülürse, sistem aynıdır. Onlara ağır diyet ödenir.

Siyasi dokunulmazlığı olan kişiler de asker sayılır. Bunlar için ağır diyetin de ağırlaştırılması sözleşmeye konabilir, yahut hakemler takdir edebilirler.

أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا (EaN YaQTuLa MüEMıNan)  “Başka bir mü’mini katlederse.”

Başka bir askeri öldürürse. Burada “mü’min” yani “asker” nekire ve mutlak olarak kullanılmıştır.

Her ulusal devletin askeri vardır. Ülke savunmasını bunlar yaparlar. Bunların diğer askerlerden farkı, bunlar sadece hakem kararlarının bekçiliğini yaparlar. Hakem kararı olmadan savaş yapmazlar. Fevkalade hallerde hakem kararlarını beklemeden kendi takdirleri ile savaşa girişebilirler. Ancak, sonradan hakemlerin onları haklı çıkarmaları gerekir. Bir İslâm devletinin askerleri hakem kararı olmadan savaşmaz.

Böyle olan devletlerin askerleri dünyada bir birlik oluşturmuş olur. Dolayısıyla hakem kararlarına uyan devletler İslâm devletleridir ve onların askerleri de mü’min askerlerdir. Böylece yeryüzünde mü’min olma bakımından tek iman tipi vardır. Ayrı ayrı İslâm ülkelerinin askeri olmak katl ve diyet bakımından tefrik sözkonusu değildir.

Yine burada bir soru daha gelmektedir.

-Doğrudan savaşmayan ama mü’min olan kadınlar da mü’min erkekler gibi mi muamele göreceklerdir?

Kadınlar güvenlik görevlisi değildirler, ama güvenlik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla onları da mü’min erkekler gibi sayabiliriz. Çünkü öldürülmeme bir haktır. Hak bakımından erkeklere eşittirler.

-Kendileri öldürse mü’min olmaktan çıkarlar mı? Kıyasla çıkmaları gerekir. Erkek-kadın tefriki yapmadığı, ‘racül-erkek’ olarak tasrih etmediği için de bu böyledir. Benzer hükümler çocuklar için de geçerlidir. Bunun pratikteki uygulaması diyet miktarının tağliz edilip edilmeyeceğidir. Bir de hata ile katleden keffaret ile mükellef midir? 

إِلَّا خَطَأً (EılLAv PaOaEan)  “Sadece hataen olabilir.”

Yani, bir kimse hata ile diğer bir mü’mini öldürse, mü’min olmaktan çıkmış olmaz. Kısas hükmü uygulanmaz. Aşağıdaki hükümler uygulanır. Kur’an’da iki türlü katl tasvir edilmiştir. Biri amd, diğeri hata. Hatada diyet getirilmiştir. Amdde ise kıyas tedvin edilmiştir.

Afv hâlinde diyet öngörülmüştür. Bunun dışında birçok öldürme şekilleri ile karşılaşılmaktadır. Hata değil de amd ile öldürmeye sebep olunabilir. Ayıya kurulan bir tuzağa insanın düşmesi gibi. Şibh-i amd olabilir. Kastı adamı dövmek olduğu halde, kastı aşarak adam ölebilir. Yahut araba dururken arkadan gelip birisi vursa burada sebebiyet yoktur. Hata yoktur. Bu durumlarda ne olacaktır?

Burada dört hüküm var; hata diyeti, mafuv diyeti ve kıyas, bir de keffaret. Olayda kıyasla bu hükümlerden hangilerinin uygulanabileceği ortaya konur. Ayrı ayrı değerlendirilir. Bu kıyasların bir kısmını Resul (s.a.v) yapmış ve uygulamıştır. Sonra müçtehitler yapmışlardır. Hanefiler katli beşe ayırmışlardır.

a)       Amden katl. Öldürmeyi kastederek katletmedir. Cezası kısastır. Afv edilirse ağır diyete dönüşür. Bunun tesbiti öldürmede kullandığı araçlarla takdir edilmektedir. Bize göre soruşturmacı şahitlerin edindikleri kanaatlerdir. Dört soruşturmacı şahit amden öldürdüğüne şehadet ederse, kısas yapılır. İki soruşturmacı hataen öldürdüğüne şehadet ederse, diyet ödenir.

b)      Şibh-i amd ile katl. Bu kişinin öldürme kasdı yoktur. Ama onu korkutma, ona eziyet etme kasdı vardır. Kasdı aşmıştır. Bu da öldürme şekli ile tesbit edilir. Bu hususta soruşturmacıların takdir yetkileri vardır, hakemlerin takdir yetkisi yoktur. Hakemler takdirleri takdir edebilirler. Ağır diyet ödenir.

c)       Hataen öldürme. Kişi öldürme kasdı olmaksızın iradeli hareket yapmaktadır. Arabayı sürmektedir. Hataen adam öldürmektedir. Av hayvanına silah atarken insana rastlaması gibi bir şey olabilir. Burada diyet ödenir ve keffaret verilir.

d)      Sebebiyetle öldürme.  Sebebiyetle hata arasında şu fark vardır. Hatada katl fiil ile birlikte olur. Sebebiyette ise kişi fiili işler, sonra o fiilden sonra araya giren başka bir fille kişi ölür. Ayıya kurulan tuzağa kişinin düşmesi gibi. Bunda diyet var, keffaret yoktur.

e)       Hanefilere göre bir beşinci öldürme şekli daha vardır. Bu da bir yanı ile hataya benzer, bir yanı ile sebebiyete benzer. Hatada kişi iradeli bir hareket yapmaktadır. Hataya benzer de kendi iradesi yoktur, ama kendisi buna sebebiyet vermektedir. Sebepten farkı, kişinin iradesi dışında bir hareketi esnasında ölmektedir.

Hataen öldürmeye misal olarak, trafikte kusuru vardır ve adam öldürmüştür. Hataen öldürmedir. Trafikte maktulün kusuru vardır ve adam ölmüştür. Maktulün kusuruna bakılmaksızın, eğer diyet ödetiyorsak, buna ‘hata’ diyoruz. Maktulün kusuru varsa, diyet ödetiliyorsa, bunda ‘şibh-i hata’ vardır.

Meşru olmayan bir fiilden veya ihmalden dolayı katle sebebiyet vermişse diyet ödenir. Meşru bir fiille yapmış ve ihmali yoksa, diyet de ödemez. Şibh-i amdde ise fiilin meşruiyetine ve ihmale bakılmaksızın diyet ödenir, keffaret yoktur. Hatada ise hem diyet var, hem keffaret vardır. Hafif diyet sözkonusudur.

وَمَنْ (Va MaN)  “Kim”

Burada “Va” harfi ile atıf yapılmıştır; “Fa” ile yapılmamıştır. “Mü’mini katleden kim olursa olsun” ifadesi kullanılmıştır. Mü’min erkeğe kıyasla yapılacaktır. Katillerde kıyaslar geçerlidir demektir. Genel kural demek değildir. Burada katilin mü’min olması gerekmez. Maktulün mü’min olması yeterlidir. Hataen öldürülen mü’min olmayan katiller için de keffaret gerekmez. Müslim olan katil de keffarete mahkûm olur.

قَتَلَ مُؤْمِنًا (QaTaLa MuEMıNan)  “Mü’mini katlederse”

Keffarete mahkum edilmesi için maktulün mü’min olması gerekmektedir. Bunların içine kadınlar ve çocuklar dahil olurlar. Kıyasla müslimler de girerler. Çünkü “Va” harfi getirilmiştir.

Bunun içine izinsiz bir yere giren kimseler de hataen öldürülmüş olsa diyet gerekmez. Yani, izinsiz sınır geçmeler suç değildir. Ancak hataen öldürülmeleri hâlinde diyetleri ödenmez. İzinle gelenler ve mü’min olmayıp müslim olanlar yani cizye verenler öldürülürse, bunlar için diyet vardır ama keffaret yoktur.

خَطَأً (PaOaEan)  “Hataen öldürürse.”

Öldürme hata ile olmalıdır. Öldürme fiili bir mâni olmazsa gerçekleşecek bir hareket olmalıdır. Kişi o hareketi kasden yapmalıdır. Öldürme niyeti olmamalıdır. Öldürülenin hatası olmamalıdır. Fiil sebep değil illet olmalıdır. Bu şartları taşıyan fiil hatadır.

Çarpışan iki arabada şoförler ölse, vârislere her iki taraf diyeti öder. Acaba köle azat etmeleri de gerekir mi? Trafikte tarafların dikkatli olmasını sağlamak amacıyla keffaret cezaları da mirasından yapılabilir mi?

Eğer bedeli oruç değil de fitre olsaydı öyle yapardık. Ama madem ki bedeli oruçtur; oruçta niyabet olmayacağından, asılda da niyabet yoktur.

فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ (Fa TaXRIyRu RaQaBaTın)  “Rakabanın tahriri vardır.”

RaKaBa” köle demektir. “Abd” erkek köledir. “Eme” kadın köledir.

RaKaBa” ise kadın veya erkek köledir. O halde ister kadın olsun ister erkek olsun, bir köle azad edilecektir. Savaş esirleri köle değildir. Komutan esirleri fidyeli veya fidyesiz serbest bırakabildiği gibi, komutan cizye karşılığı da hür kılabilir. Cizye karşılığı hür kılınanlar isterlerse mü’min olup cizyeden kurtulurlar. Komutan isterse esirleri köleleştirebilir. Bunlara “RaKaBa” denmektedir. Rakabaların değişik statüleri vardır.

a)       Köle kadın ise sahibi onu kedisine cariye yapabilir. O zaman hür kadınlar gibi eş olmuş olur. Bütün nikâh hükümleri geçerli olur. Sıhrî mahremiyet teessüs eder. Artık bu cariyeyi oğul veya baba cariye yapamaz. Bunlardan çocuk doğuranlar artık satılamaz, kocasının ölümü ile hür hâle gelir. Ailenin akrabası olmaya devam eder. Bir de sahibi müdebber hâle getirir. Ben ölünce hür olsun der, o da artık satılamaz, ölünce hür olur. Erkekler de müdebber olurlar. Hür kadından çocuğu olanlar da artık satılamazlar.

b)      Köle kadını sahibi isterse kendisine cariye yapmaz, erkek köle gibi akraba yapar. Bunlar ve erkek köleler ise ailenin akrabaları olurlar. Mahrem olur. Onlarla evlenmeleri haram kılınmıştır. Sıhri akrabalık hükümleri cereyan eder. Bunlar evde yaşarlar. Diğer aile fertlerinin yiyeceklerini yer, giyeceklerini giyerler. Çalışırlar. Bunlar satılabilir. Bağışlanabilir.

c)       Üçüncü tür köleler mezun kölelerdir. Bunlar hür insan gibi çalışıp yaşarlar. Bunlar sahiplerine her yıl veya aylık bir aidat öderler. Bunlarla akrabalık da devam eder.

d)      Dördüncü tip köleler de mükateb kölelerdir. Bunlar da mezun gibi aidatlarını öderler ama sonunda belli miktar ödendikten sonra hür olurlar. Her kölenin mükateb olma hakkı vardır. Sahibi izin vermese de, mahkemeye başvurarak gerçekten bedelini koyabilecek gücü varsa mükateblik verilir.

Bunların hepsi “RaKaba”dır.

Burada da mutlak olarak ifade edildiğine göre mükateb dahil bunlardan hangisini azad etse azad edilir.

Azad edilen cariye, cariye olmaktan çıkar. Eski sahibinin eşi hâline gelir. Mihir istihkak eder. İsterse boşar. Mihir vermeden boşayabilir. Kadın tarafından kusurlu duruma düşmüş olur. Talakı rücu durumundadır. İddeti içinde birleşirse yeni nikaha gerek kalmaz. Mihri akall ile nikahlanmış olur.

Hür hâle getirmek fıkıhta bu demektir. Köleyi vatandaş yapma demektir. Hiçbir yerin vatandaşı olmayan birini vatandaşlık statüsüne yükseltmek demektir.

Bugün ortaya atılan insan hakları ve hürriyet sorunu İslâmiyet’te yoktur. Çünkü İslâm düzeninde hukuk dışı bir muameleyi zaten kimse yapma yetkisine sahip değildir. Başkanların ve komutanların tedibe yetkileri varsa da, bu kişinin kendi rızası ile olmaktadır. Başkanını ve komutanını değiştirerek bu muameleden kurtulmuş olur. Yani, İslâmiyet’te hür demek zaten tüm insan haklarına eşit şekilde sahip olmak demektir. Dayanışma güvencesinde olması demektir. Bütün hak ve hürriyetler dayanışma ortaklıklarınca korunurlar.

مُؤْمِنَةٍ (MuEMıNaTın)  “Mü’min bir köle.”

Buradaki müenneslik ‘RaKaBa’ kelimesinden gelmektedir. Erkek veya kadın olması değişmez.

Bu âyet bize yepyeni bir hükmü ortaya koyuyor. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda buna yer verilmemiştir. Bir yerine yerleştirilmelidir.

Köleler de mü’min olabiliyorlar demektir. Köle eğer mezun ise veya mükateb ise, askerlik yapmak durumundadır. O zaman mü’mindir. Ya da o da cizye vermek durumundadır. Cizye miktarı yarımdır. O halde mezun ve mükateb köleler için mü’min ve müslim olma çok kolay ve açık olarak anlaşılmaktadır.

Aile içinde köle olanların hükümleri de böyledir. Köle isterse asker olur, belli zamanlarda askerlik nöbetlerine gider, sahibi ona mâni olamaz. Köle isterse askere gitmez. O zaman sahibi köleler için de yarım cizyeleri ödemekle yükümlüdür. Ancak şöyle kolaylık getirilmiştir. İsterse, cizye ödemeyenlerin çalıştırılmasına benzer usul bunlara da uygulanır. Bunları askere almaz, ama kamu işlerinde çalıştırabilir. Sahibi isterse kölesinin cizyesini ödemez, çalıştırılmak üzere izin verir. Böylece kölelerin de müslimi ve mü’mini olur.

Kadın kölelerin durumu da aynıdır.

Kadın mü’min olunca eğer sahibi mü’min değilse onu mezun köle hâline getirir. Mezun köle de kendisine sahibinden başkasını veli yaparak o da müslimlikten mü’minliğe geçer. Yahut mükateb olmuş olur. İşte mü’mini katledenin mü’min köleyi azad etmesi gerekir. Kıyas yoluyla müslimi katleden müslim köleyi azad etse de olur.

Mü’min ve müslim ayırımı yaptıktan sonra sorunların çoğu çözülüyor ve ihtilaflar azalıyor.

وَدِيَةٌ (Va DıYaTun)  “Ve diyetin”

Diyet”in aslı edadır. Ödeme anlamındadır.

Eda etmek, bir görevi yerine getirmek demektir. Aynen ödemeye “eda”, mislen ödemeye “kaza” denir. Kaza edanın yerinde kullanılır. Hatalı öldürmede köle azad edilecek ve diyet ödenecektir.

Burada “Diyet” nekiredir. Yani, belli bir miktar şer’an belirlenmemiştir. Bu diyet ülkeden ülkeye değişecektir. İlden ile yahut bucaktan bucağa değişir mi? Bu hususta üç görüş de aynı değeri taşır.

a)       Ceza hukukunun temeli bucaklarda belirlenir. Bucaklar kendi kamu hukuklarını, dolayısıyla ceza hukuklarını kendileri belirlerler. O halde bu kurala göre her bucağın diyeti farklı olacaktır.

b)      Diğer taraftan iç güvenliği sağlama külfeti illere aittir. Dolayısıyla güvenle ilgili hükümleri iller koyar ve her il ayrı diyete sahip olur.

c)       Diyetin tanımını nasıl yapacağız? Bir insanın diyeti ne kadar olmalıdır? İstihsanen şöyle takdir ediyoruz. İnsan öldürülmekle ya geleceğin emeğini ya da geçmişin emeğini heder etmiş oluyor. O halde bir insanın diyeti, ömrü boyunca yapacağı ile orantılıdır. İnsanı biz 15-63 yaş arası çalışır kabul ediyoruz. 48 yıl etmektedir. Bunun üçte ikisini asgari diyet, üçte birini de tam olarak alıyoruz. Ayrıca insan ömrünü de 100 yıl kabul edersek, bunun üçte biri 33 yıl eder. Demek ki hafif diyet 32, ağır diyet 36, kameri yıllara göre 33, 66 olarak alıyoruz.

Bu mantıkla hareket ettiğimiz zaman biz işçilerin ücretlerini ülke içinde eşit kabul ettiğimiz için diyet her ülkede ayrı ama kendi içinde bir olmalıdır.

Bucaklar kendileri diyet miktarını belirleyebilirler, ama il ve ülkenin belirlediğini de kabul edebilirler. Buna göre hesap yapılabilir. Yüz deve hesabı da doğru olabilir. Ete çevirirsek, ortalama 150’şer kilo olarak düşünürsek 15 ton et eder. 15 ile 15’i çarparsak 225 bin YTL edecektir.

مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ (MuSalLaMaTun EıLay EHLıHı)  “Ehline teslim edilecek diyet.”

Diyet o kişinin ölümü ile zarar gören kimseleredir. Bunlar da vâris olan kimselerdir. Miras ailesine bölüştürülür. Ancak, mirasçı olmamakla beraber ev halkından olan kölelerin de paylarının olması gerekir. Çünkü “Ehline” deniyor. Ayrıca, eğer şirketi mufavada ise diyet şirkete verilir. Şirketin tasfiyesi hükümlerine göre vârislerine intikal eder. “Verilir” denmeyip de “teslim edilir” denmiş olmasının sebebi, mirasın taksim edildiği diğer deyn ve vasiyetlerin içine idhal edilmez, vârisler doğrudan teslim alırlar. Bu diyet ölene değil, ölenin ehline verilen bir haktır.

إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا (EılLAv EaN YaöÖadDAQUv)  “Tasadduk etmeleri hariç.”

Ehli isterse bu diyeti almayabilir. İsteyenler kendi paylarını tasadduk edebilirler. Amden katilde veya şibh-i amdde diyet aynı zamanda ceza mahiyetindedir. Kişi mal varlığından öder. Akile ödese bile, zorunlu çalıştırma ile kendisine ödetilir. Galiz diyette af caiz olmadığı halde, hata diyetinde diyeti alanlar tasadduk edebilirler. Herkes kendi payını tasadduk edebilir. Kısmen de tasadduk yapabilir.

فَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ (Fa EıN KavNa MıN QaVMın GaDuvVın LaKuM)  

“Size düşman bir kavimden ise”

Savaş hâlinde olduğunuz bir kavimden ise; o ülkeden iltica etmiş ve hicret etmiş ve ülkemize gelmiş, askerlik hizmetini yüklenmiş kimse ise; bu öldürüldüğü zaman onun ailesine, oradaki vârislerine diyet ödenmez, sadece köle azad edilir. Siyasi ilişkilerimiz olmadığı için onlara diyet ödeme imkânımız yoktur.

Birbirini tanımayan ülkeler, aduv ülkelerdir.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ (Va HuVa MuEMıNun)  “O mü’min iken.”

Maktulün mü’min olma şartı getirilmiştir.

Burada anlatılan bir mü’minin bir mü’mini katletmesi şeklindedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, dışarıdan iltica eden veya hicret eden ülke ile biz savaşta olsak bile, gelen kişi asker olmak istiyorsa asker olabilir.

فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ (FaTaXRIyRu RaQaBaTin MuEMıNaTin) 

“Mü’mim bir rakabanın tahriri vardır.”

Ama sadece tahriri vardır. Şimdi kıyasla bunun da diyeti ödenmelidir. Ama mefhum-u muhalefetle ödenmesi gerekmez. Hanefiler mefhum-u muhalefeti kabul etmediklerine kıyas yapmaları gerekmez mi?

Hanefiler evet diyorlar ki diyet ödenmesi gerekmez. Ama bu mefhum-u muhalefetle değil, düşman ülkede olanlara diyet ödeme imkanı olmadığı için istihsanen ödenmemektedir. Yoksa mefhum-u muhalefetle değil. Yani, aslında Hanefiler de bazı yerlerde mefhum-u muhalefeti kabul ediyorlar, ama istihsan diyorlar.

وَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ (Va EıN KAvNa MıN QaVMın)  “Bir kavimden iseler.”

Demek ki, bizim ülkemizde olacak, bizde askerliği yapmayı kabul edecek ama bizim kavimden olmayacak. Bu nasıl olacaktır? Mü’min veya müslim olan kimse ne zaman bizim kavimden olacaktır? Bir kimse ülkemize hicret ederse, onu kabul etme yetkisi bucak başkanlarına aittir. Devlet veya il yönetimi karışmaz. Kişi bir kimsenin davetlisi olarak bucağa gelir. Bucağında müslim veya mü’min olur, ilinde mü’min veya müslim olur, ülkede mü’min veya müslim olur. Ama kavimle olan ilişkisi kesilmez. O kavmi ile olan yakınlığını da korumaya devam eder.

-Ne zaman artık o kavimden değil de bu kavimden olur? Bunun için şu şartları getiriyoruz:

a)       Bu ülkenin vatandaşı olacak, cizye verecek veya askerlik yapacak. Başka ülkelere cizye vermeyecek, başka ülkenin askerliğini de yapmayacak.

b)       Türkçe öğrenecek, Türk dilini konuşacak. Başka dili de bilebilir, öğrenebilir ama Türkçe bilecektir.

c)       “Ben Türküm” diyecek ve Türk dayanışma ortaklıklarına katılacak.

d)       Dördüncü bir şart koyuyoruz. Oradan hicret ettiği veya iltica ettiği zaman, kendisi mirasçı olabilecek veya kendisine mirasçı olan kimseler o ülkede kalmış olacaktır. Bu ölümle veya oradan hicretle olur.

Kur’an, bir kimse hangi kavimden ise kendisi de o kavimdendir ilkesini bize anlatmaktadır.

بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ (BaYNaKuM Va BaYNaHuM MIyÇAQun) 

“Onlarla sizin aranızda misak olan kavimden ise.”

Buradan çok açık olarak anlaşılıyor ki, kavmiyet ile din tamamen farklıdır.

Din, aniden değiştirilebilen ve hiçbir kaydı ve şartı olmayan sosyal bir müessesedir. Kavim ise sosyal olduğu kadar biyolojik bir müessesedir. Bir aşirete o aşiretin çocukları sahiptir. Bir kabileye, bir şa’ba, bir kavme de öyle. Oraya katılan kimse hemen o kavimden olamaz. Belli şartların yerine getirilmesi ve gerekli zaman geçerek şartların oluşması gerekir.

Hak din tektir. Yarım mü’min veya müslim yoktur. Ama kavimler yani devletler çoktur. Düşmanlıklar da kavimler arasındadır. Bununla beraber kavimler sözleşmelerle birbirlerine bağlanırlar ve tüm insanlık mü’min kavimlerden oluşmuş olabilir.  Sözleşme ile bağlı bulunduğumuz diğer kavimler ve devletler için ise ülke içi hukuk aynen uygulanmaktadır.

-Diyetin miktarı eğer kabilelere, şa’blere ve kavimlere göre değişiyorsa, kimin diyeti ödenecektir?

Bunun üç çözümü vardır. Katilin kabilesinin diyeti, maktulun kabilesinin diyeti, katilin olduğu yerdeki kabilesinin diyeti, yahut merkezi bucakların diyeti ödenecektir Aralarında anlaşma olan yani Birleşmiş Milletlere üye olan devletler arasında misak vardır. Dolayısıyla artık insanlık arasında savaşta olmadığımız ülke aramızda misak olan ülkeler hâlindedir.

فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ (FeDiYeTün MüSelLeMeTün EıLAv EaHLıHı)  “Ehline teslim edilmiş fidye.”

Fidye” burada nekire gelmiştir. Eğer yukarıdaki fidye ile aynı olsaydı marife gelirdi. O halde bu fidye katlin olduğu yerdeki kabilenin fidyesi değildir. Uluslararası bir fidye olmalıdır. O kavmin fidyesi de diyebiliriz, ama bu takdirde yoksul halk ezilmiş olur. Ailesine teslim edilecektir. Devletler ancak aracı olabilir. Tamamen insanlık hukuku korunmuş olmaktadır. Ehlinin mü’min olması şartı getirilmediğine göre, diyete ait hükümler insanlar için eşittir.

Buradan çıkaracağımız başka bir manâ da, uluslararasında miras geçerlidir. Diyet ehline verildiğine göre birbirine vâris de olmalıdırlar. Yalnız bu miras taşınmaz olarak talep edilemez. Hakemlerin takdir edeceği bedel talep edilebilir. Devlet o taşınmazlara mâlik olur ve bedel ödenir.

وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ (Va TaXRIyRu RaQaBaTıN MüEMıNaTın)  

“Ve bir mümin rakaba tahrir edilecektir.”

Köle misliyattan olmadığı için nekire gelmesi gerekir. Bu takdirde rakabanın tahriri de vardır. Yani, aramızda anlaşma olan devletler içinde özel hukuk tamamen eşitlik içindedir, aynı devlet içinde imiş gibi olur.

İslâm devlet düzeninde parlamentonun ekseriyet sistemi ile alınan karar sistemi yoktur. Özel hukuk sözleşmelerden oluşur. Sözleşmeleri dayanışma ortaklıkları yaparlar. Bunlar tip sözleşmelerdir. Kişi hangi dayanışma ortaklığına katılmış ise o dayanışma ortaklığına ait sözleşmeler geçerli olur. Ne var ki, yine merkezi sistem yerine yerinden sistem hakimdir. Önce kişilerin özel sözleşmeleri varsa, o sözleşme hükümleri geçerlidir. Sözleşmelerde geçmeyen hükümlerde bucaktaki dayanışma ortaklığının tip sözleşmesi geçerlidir. Orada da yoksa, il dayanışma ortaklığının tip sözleşmesi geçerlidir. Orada da yoksa, ülke dayanışma ortaklığının sözleşmesi geçerlidir. Orada da yoksa, insanlık dayanışma ortaklığının sözleşmesi geçerlidir. Ayrı kuruluşlara ait iseler, en yakın merkezi kuruluşun dayanışma ortaklığına ait hükümleri geçerli olur. Özel hukuk böyledir.

Kamu hukukuna gelinirse; bucakta bucak dayanışma ortaklıklarının icmaları veya istişarî kararları geçerlidir. İstişarî kararlarda başkan istişare yapar ve karar verir. Hakeme gidilebilir. Gidilmez veya hakemler onaylarsa, o karar kamu hukuk alanında geçerlidir. Burada da önce bucak kamu hukuku uygulanır, sonra il kamu hukuku uygulanır, sonra ülke kamu hukuku uygulanır, en sonunda insanlık kamu hukuku uygulanır.

Bu âyet bize bu sistemi öğretmiş bulunmaktadır. Kamu hukuku özel hukuka kıyasla böyle düzenleniyor.

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ (Fa MaN LaM YaCıD)  “Kim vecd edemezse.”

Vecd edememe” iki şekilde olmaktadır. Kişinin mâli durumu müsait olmaz, bu sebeple köleyi azad edemez. Bu hususta herhangi tereddüt yoktur.

Kişinin mâli durumu yetmediği takdirde yapacağı iş onun yerine oruç tutmaktır. Bir de şimdi olduğu gibi azat edilecek köle bulunmayabilir. Para olsa da köle yoktur ki azad edilsin. O zaman ne yapılacaktır?

Vecd” kelimesini bu manâda anladığımız takdirde yine iki ay oruç tutulacaktır.

Buna mukabil kölelik karşıtı iki müessese vardır.

Köle yerine iflas etmemiş ama kendi işini kuramamış kimseler vardır. Bediüzzaman’ın dediği gibi ‘esir’ yok ama ‘ecir’ vardır. Esirin yerini ecir almıştır. Evi olmayan, kendi işi olmayan fakiri bulursunuz, buna bir ev alırsınız, bir de mesela işini kurmuş olursunuz. Bu da azatlıktır. -Kölelik vakfı bugün olamayacak mı, zekâttan o vakfa pay ayrılmayacak mı?

Evet, kölelik vakfı bugün olacaktır. Kamu bütçesinden o vakfa pay ayrılacaktır. Bununla yoksullar yani gelirleri vasat gelirin altında olan işsiz ve evsiz kimseler iş ve ev sahibi kılınacaktır. Bu müessesenin yoksul ve fakirler vakfından farkı vardır. Yoksul ve fakirlerde paylar eşit olarak bölüştürülüyor. Burada ise mümkün olan en çok yoksul yoksulluktan kurtarılıyor. İşte köle bulamayanlar, kölenin bedelini -ki bu diyetin yarısı olarak alınabilir- bu vakfa verir. Bu bir çözümdür.

İkinci çözüm ise; iflas edenleri borçtan kurtaran gârimîn müessesesi vardır. Burada da kölelerde olduğu gibi iflastan en çok kişiyi kurtaracak bir destek verilmektedir. Kur’an bu iki müesseseyi bir “Fı”de toplamıştır. Bu iki müesseseyi çağımızda birleştirmek mümkündür. Kişiyi borçtan kurtarmak, hür yapmak anlamındadır.

Sonuç olarak maddi imkânı müsait olan oruç tutamaz, iş bulma vakfına ya da borçlular vakfına yatırabilir.

فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ (Fa ÖıYAMu ŞaHRaYNı)  “İki şehr, iki ay.”

Keffaret cezası kölenin azad edilmesidir. Buna güç yetmediği takdirde yerine oruç tutulmasıdır.

İslâmiyet’te cezalar kademe kademedir.

a)       İsyan edenlere uygulanan cezalar. Bunlar hakem kararlarını dinlemeyen ve bir yere sahip olamamış kimselerin işledikleri suçlardır. Eğer cephe oluşturmuş ve orada aleni hakimiyet tesis edebilmişlerse, onlara artık hukuki yaptırım değil de askeri yaptırım uygulanır. Kaçak olarak çalışan ve işgal edebildikleri bir yer yoksa, bunlara tenkil hükümleri uygulanır. Öldürülme, asılma, çapraz el ayak kesme ve sürgün cezaları verilir.

b)       Odan sonra hırsızın kolu kesilir, zina yapana yüz sopa vurulur, zina iftirasında bulunana seksen sopa tatbik edilir. Ayrıca, sarhoş olup sokakta sarkıntılık yapanlara sünnetle kırk sopa vuruluyor.

c)       Bundan sonra da cinayetler vardır. Cinayetler de adam öldürme veya yaralamadır. Esas olanı kısastır. Af ve şibh-i amd gibi sebeplerle kısas yapılamıyorsa, ağır diyete dönüşür. Ağır diyeti fail öder. Ödeyemez durumda olursa, mal varlığı vârislerine bölüştürülür. Kendisi zorunlu çalışma sitelerine alınır. Ödeyinceye kadar orada yaşar yahut ölür.

d)       Hataen işlenen cinayetlerde diyet dayanışma ortaklıkları tarafından karşılanır.

Bunun dışında kurallara uymama karşılığı cezalar vardır.

Kimseye bir zarar vermemiş olsa bile, kırmızıda geçen şoför suç işlemiştir. Yahut sokağa tüküren kimse suç işlemiştir. Bunlar haram yasaklarıdır. Belediyeler tarafından konur. Hataen adam öldürme de böyle yasaklar grubundandır. Verilen zarar tazmin edilir. Ayrıca keffaret cezaları konur. Bunları da şöyle sıralayabiliriz: 1) Köle azat edilir. 2) 60 gün oruç tutulur. 3) 60 yoksul giydirilir veya doyurulur. 4) 10 yoksul doyurulur veya giydirilir. 5) 10 gün oruç tutulur.

Şimdi burada köle azad edilemiyorsa iki ay oruç tutulur.

Oruç ay olarak belirtilir. Gündüzleri yememek, geceleri de yemek şartı ile oruç tutulmuş olur. Eğer hiç yemeden oruç tutulursa o bir gün sayılır. Çünkü sağlık şartı gündüz aç kalmayı, geceleyin de yemeyi öngörür. Sahur bu sebeple sünnettir. Tutulamayan günler istisnai olarak başka günlerde tutulabilir. Ramazan’da bir ay, burada iki ay oruç tutulacaktır. Oruç ay olduğu için hilalden başlayıp hilalde bitirmek gerekir. Bu çoğu zaman 59 gün olur, bazen de altmış gün olur.

Şehr” dolunay demektir. Hilalden hilale olduğu âyette belirtilmiştir. Yani, herhangi otuz gün yeterli değildir. Ramazan hükümleri uygulanır. Sefer ve hastalık günlerine karşılık başka günler tutulur.

مُتَتَابِعَيْنِ (MuTaTaBıGaYNı)  “Mütetabi iki ay.”

Burada peş peşe zarfı getirilmiştir. Bu ay için peş peşe sözkonusudur. 30 günün peş peşe olacağı zaten ‘şehr’ kelimesi ile ifade edilmiştir. Peş peşe iki ay oruç tutulacaktır.

Orucun manâsı nedir?

İnsan doğal yaşayışında normal beslenmektedir. Vücut ona alışmaktadır. Muafiyeti ortadan kalkmaktadır. Ayrı rejim uygulayınca vücutta denge bozulur. O dengeyi tesis etmek için vücut faaliyete geçer, daha dayanıklı hâle gelir. Bunun etki gösterebilmesi için bir ay gibi bir müddete ihtiyaç vardır. Hilal zamanı güneş ile ay aynı tarafa gelir ve arzı kendilerine çekerler. Gel-git şiddetli olmaya başlar. Bu etki canlılara da yapılır. Canlılarda zaman sayaçları vardır. Bunlardan biri de hilal zamanlarına ayarlıdır. Dolayısıyla bedende biyolojik etkiler de olmuş olur. Böyle bir oruç insandaki suçluluk psikolojisini atmış olur.

İnsanın beyni sıkıntılı anlarda çalışmaya başlayıp çareler arar. İki ay peş peşe oruç tutan kişide beyin faaliyete geçer ve bedeni daha çok etki altına alır. Ruhla ilişki daha parazitsiz olur.

İnsan beyni bir radyo veya televizyon alıcısı gibidir. İnsan kendi ruhu ile ilişkili olduğu gibi; Allah’ın ilhamlarına ve meleklerin etkilerine daha kolay ayarlama yapabilmektedir. Ruh haleti değişmektedir.

تَوْبَةً مِنْ اللَّهِ (TaVBaTan MıNa elLAHı)  “Allah’tan tevbe olmak üzere.”

İnsanın bir şeye ‘ben tevbe ettim’ demesi yeterli değildir. Farz edelim ki, rüşvet vererek veya vergi kaçırarak bir servet edindi. Sonra bunu değerlendirerek zengin oldu. Şimdi istiyor ki, artık tevbe edeyim.

-Bu kişi tevbe etmiş olmak için ne yapacaktır?

Kaçırdığı vergiyi ödeyecektir. Rüşvet kadar cezayı da ayrıca yine vakfa verecektir. Böylece meşru olmayan yoldaki sermaye ile yaptığı kazancıyla borcunu ödeyecektir. Ama bu yeterli değildir.

İşte bundan sonra tevbe ettiğini ispatlamak için bir köleyi azad edecek, bulamazsa iki ay oruç tutacaktır. İşte böyle yapan kimsenin tevbesi kabul edilmiş olur. Rüşvetin ve vergi kaçırmanın günahını çekmez olur. Geri kalan kazandığı helal olmuş olur.

Allah burada bize tevbenin nasıl yapılacağını öğretmektedir.

وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا (VaKAvNa elLAHU GaLiMan)  “Allah alîmdir.”

Bütün bunlar yapılırken topluluğun bilgisinde olacaktır.

Burada “Alîm” nekire gelmiştir. Kişi hataen bir fiil işlediği zaman yazılı bir belge ile iki şahide bildirecektir. Sonra köleyi azat ederse, onu da bildirecektir. Oruç tutmaya başladığı zaman, iki şahit çağırıp ‘işte keffaret orucu tutmaya başladım’ diyecektir. Tamamlanınca da bildirecektir.

Keffaret cezalarının en büyük özelliği, kişi kendisi beyan etmekte ve cezasını da kendisi vermektedir. Kamuyu sadece bilgilendirmektedir. Acil işi olur, kırmızı ışıkta geçer, ama cezası ne ise onu götürüp vakfına yatırır. Geçince ‘geçtim’ diye bildirir. Ödeyince de ‘ödedim’ diye bildirir. Polis ona ceza yazmaz, icra ile de tahsil edilemez.

O halde oruçlu olduğu çevresi tarafından bilinmiş olacaktır. Allah zaten bilmektedir. Gizleyenin hesabını âhirette soracaktır. Yoksa o ilmi ifade ederken alim ve hakim marife getirilirdi.

حَكِيمًا(92) (XaKıMan)  “Hakîmdir.”

Kişinin işlediği haram suçlar kendisi tarafından takip edilmekte, kendisi kefaretini ve bedelini tediye etmektedir. Diyet için âkilesine başvurmaktadır. Böyle yapmaz da işlediği suçları devlete bildirmezse, cezası ne ise onu yerine getirmezse, bunu itiyat hâline getirirse, böyle yaptığı dava konusu yapılır. Kamu adına karşı partilerin açacağı dava kazanılırsa zararlar ödetilir, ayrıca kendisi de o bucağın bağlı olduğu ilçeden sürülmüş olur. Böylece topluluk ayrıca hükmedendir.

Biz bir usul benimsiyoruz. Bir de Anayasa yapıyoruz. Sonra bu usule göre Kur’an’ı yorumluyoruz. Bizim yaptığımız anayasa hükümlerinin çoğunu teyit ediyor. Kısmen hatalı olanları biz tatil ediyoruz. Bazen edemeyince usulümüzü değiştiriyoruz. Böylece devamlı olarak usulü ve fıkhı yeniliyoruz. Bu şekilde Allah’ın öğretilerine yaklaşıyoruz. Teyid eden kısımlar çoğaldıkça hem usulümüzden hem de fıkhımızdan emin oluyoruz. Bu şekilde Kur’an’ı tefsir edip ekol kurma ve kollektif çalışma ile mezhep oluşur. Türkiye’de böyle on kadar mezhep oluştuğu zaman Adil Düzenin iktidarı gelmiştir demektir. Yoksa, Adil Düzen gelemez.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 310 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 140 İstanbul, 24 Haziran 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

GECEKONDU SORUNU ve ÇÖZÜM;

Gecekondu Dayanışma Kooperatifi

Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır, onun üzerinde herkesin çalışıp yaşama hakkı vardır.

Kimse bir seyyar satıcıya ‘satış yapma’ diyemez, onu açlığa mahkum edemez. Ederse, o seyyar satıcının savunma hakkı doğar. Ancak, ‘şurada sat, burada durma’ diyebilir. Bunun için belediye, halkın sık gelip geçtiği yerlerde, ana caddelerin kenarlarında, parklarda, okul ve cami civarlarında seyyar satıcılar için yerler hazırlar. Seyyar satıcılar oralarda kira ödemeden satış yaparlar, hattâ vergi de vermezler.

Mesken meselesini bunun gibi düşünürsek, bütün insanların mesken edinme hakları vardır. Gecekondu yapan bir kimseye diğerleri mâni olamaz; devlet de mâni olamaz. Sadece ‘burada yapma, şurada yap’ diyebilir.

İstanbul’un dörtte birinden fazlası kaçak inşaattır. Kanunlar yasaklar; ama doğa kanunlarına karşı gelinememiş, hepsine su ve elektrik verilmiştir! Şimdi bazı belediyeler kendilerine oy vermeyen apartmanları yıkıyor ve suç işliyorlar. Çünkü birini veya birkaçını yıkınca bütün gecekonduları yıkmak gerekir. Kanunları farklı uygulamak da suçtur. Gecekondu yapanın gecekondu yapmasını önlemeye çalışmak doğa kanunlarına aykırıdır. Herkesin, insanların mesken edinme hakkına saldırıdır.

Suçluların ve katillerin hakları korunuyor ama insanların hakları korunmuyor.

İnsanlar ormana giden; ‘burası ormandır’ diye yakalanır! Çayıra gider; ‘burası meradır’ diye kovulur! Tarlaya gider; ‘burası tarihî SİT alanıdır’ diye süründürülür! İşyerine gider; zabıta ‘burada ne yapıyorsun’ der! Evine gider; belediye kepçesi kapısına dayanır!..

Bu ülkede insan hakları sadece ve sadece terörist katillere tanınır!

*

Oysa, mesken meselesinin belediyelerce çözümü çok basittir.

Önce biner hanelik site yapılır. 120 metrekarelik bir inşaatın kabası 10 000 YTL’ye mâl edilir.  Bu gecekondu maliyetidir. Su için bir çeşme ve bir elektrik prizi konur. İnsan girip içinde oturabilir.

Benzer şekilde 10 000 YTL’lik inşaatla da kişi başına işyeri kurulur.

Burada oturmayı, yaşamayı ve çalışmayı kabul eden insanlara bir seyyar satıcı arabası temin edilebilir… Bir torna tezgahı alınabilir… Bir dikiş makinesi verilebilir…

Böylece 20 000 YTL ile gecekondu olmayan ama gecekondu konforunda bin hanelik mesken siteleri kurulabilir. Bu mesken sitelerinin yanında işverence iş yerleri tesis edilebilir.

Demek ki, 20 milyon dolarla bu iş yapılabilir.

Sonra ne yaparsınızı? Ruhsatsız gecekondu yapılarında oturan insanların gecekondularını maliyet fiyatlarıyla alır, bu sitede ev verirsiniz, ayrıca bu yakın iş sitesinde de iş verirsiniz.

İşte bu kimse gecekondusunu, gecekondu apartmanını boşaltamazsa yine yıkmazsınız. Önce elektriğini kesersiniz… Bir müddet sonra suyunu kesersiniz… Biraz dayansa bile, sonunda orasını kendi rızası ile terk etmek zorunda kalır. İnsanlar içinde yaşıyorken vahşi bir şekilde yıkmaya gerek yoktur. Yapılmış bir binayı yıkmak, millî serveti yıkmak demektir. İlkel mantıktır. Binanın ve eşyanın bir suçu yok; suç insanda. Ceza ancak insana verilir. İlk cezalandırılması gerekenler de; arsa ve konut üretmeyen devlet, hükümet ve belediyelerdir…

Sonra alanı boşaltırsınız. Boş kalan binalar, belediyece satın alınmıştır. Yeniden değerlendirme yapılır, imarı yapılır. Yıkılacaklar yıkılır, tadil edilecekler tadil edilir. Modern bir kent ve yeni bir bucak kurulur. Böylece zamanla İstanbul veya başka bir kent deri değiştirir gibi yenilenmiş olur.

Belediye başkanlarına yıllardır yaptığımız bu tür anlatmalar şimdiye kadar bir işe yaramamıştır!.. Yapmamakta ısrar etmektedirler! Neden?!.

Bu durumda Türk halkı kendisi organize olmalıdır. “Gecekondu Dayanışma Kooperatifi” kurulmalıdır. İstanbul’daki bütün ruhsatsız yapılara sahip olanlar bu kooperatife ortak olmalıdır. Burada ortak fon oluşturulmalıdır. Bu ortak fon ile biz 1000 hanelik mesken ve 2000 işçilik bir işyeri sitesini kurmalıyız. Kooperatif isteyenlerin gecekondularını devralacak, karşılığında bu siteden yer verecektir. Kooperatif daha sonra o yerlerin imar durumunu çıkararak ıslah etmelidir. Böylece biz halk olarak kendi kendimizi yenileyebiliriz.

Bu çözümün cazip tarafı, meskenin yanında işyerinin bulunması, işsiz kalma korkusunun olmayışı ve işyerinin evlere yakın bulunmasıdır. Bu çözüm trafik sorununu da çözecektir. Böyle bir çözüm aynı zamanda İstanbul’da dağınık halde bulunan aileleri de bir araya getirecektir. Aileler, akrabalar, köylüler, hemşeriler, aynı cemaat mensupları arasında ‘sosyal dayanışma’ yeniden başlamış olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 310 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 140 İstanbul, 24 Haziran 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

PKK MESELESİ VE ÇÖZÜMÜ

Osmanlı İmparatorluğu yaşlanarak çökmeye başlayınca, kendisini savunma ihtiyacını duydu. Bu arada gelişmekte olan Avrupa uygarlığıdır. Osmanlılar kurtuluş çaresini Batı’dan gelen düşüncelerde aramaya başlarlar. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında eşit yoğunlukta Müslüman ve Hıristiyan toplulukları vardı, değişik ırklar mevcuttu, Türkler beşte birlerin altında idi. Bazı yerlerde belki onda birler bile yoktu.

a)       Birinci çözüm yolu olarak ‘Osmanlıcılık’ denendi. Böylece değişik halklar birleşecek ve imparatorluk yaşayacaktı. Oysa bu anlayış Türk halkının imparatorluktan desteğini çekmesine, Müslümanların dağılmasına neden oluyordu. Ama din birliği sağlanamayınca, ırk birliği sağlanamayınca, Osmanlıcılıktan başka çıkar yol düşünülmüyordu. Bu düşünce imparatorluk yıkıldıktan sonra ‘lâik cumhuriyetçilik’ olarak geliştirildi. 1950’den sonra ‘Atatürkçülük’ adı altında paganizme dönüştürüldü.

b)       İmparatorluk çözülmeye başlayınca, yine Batılıların aklı ile ‘İslâmcılık’ savunulmaya başlandı. Osmanlıcılık tutmuyor; biz İslâm alemine dayanarak imparatorluğumuzu yaşatalım, tüm Müslümanların hamisi olalım. İslâmcılık İslâmiyet’e dönüş şeklinde anlaşılmasın; İslâmcılık siyasi araç olarak kullanılsın, bir tür istismar edilsin anlamını taşıyordu. Tabii bunun anlamı, Hıristiyanların topraklarının kendilerine verilmesi demekti. Bu anlayış da Osmanlı İmparatorluğu’nu daha da parçaladı. Cumhuriyetten sonra bu ‘lâiklik’ idealine dönüştürüldü ve lâiklik kutsallaştırıldı.

c)       İmparatorluk gittikçe parçalanıyordu. Batılılar bu sefer yeni bir virüs daha soktular, o da ‘Türkçülük’ idi. Din devleti yaşatamıyor, hanedan devleti yaşatamıyor. İmparatorluğun dışındaki Türkleri de birleştirelim ve imparatorluğu böyle yaşatalım deniyordu. Bu düşünce imparatorluğu yaşatamadı ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdu. Yahudilerin de işine geldiği için bunu desteklediler, dinsiz bir Türk devletinin varlığı ortaya çıktı. Cumhuriyet kuruldu, Türkçülüğün yerini ‘milliyetçilik’ aldı.

d)       Türk halkı Müslümandı. Türkçülük ile İslâmcılık birleşir ve imparatorluğu yaşatabilirdi. Bu düşünceyi zayıflatmak için karşısında ‘modernleşmek, muasırlaşmak, çağdaşlaşmak’ şeklinde görüşler ortaya atıldı. Bu fikirler Batılıların Türkiye’de ajanlık görevini görüyordu. Cumhuriyet kurulunca bu görüş ‘inkılâpçılık’ şekline dönüştürüldü ve Mustafa Kemal bunu ‘Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ diyerek ilmîleştirdi. Ama 1950’den sonra ise AB/Avrupa sokaklarında sürünme şeklinde anlaşıldı!..

Yahudilerin 1897’de İsviçre/Basel’de yaptıkları toplantıda aldıkları karar şu idi: İmparatorluklar yıkılacak, yerine ulusal devletler kurulacak. Rusya sosyalist ülke yapılacak. Türkiye ateist bir devlet olacak. Hıristiyanlar Anadolu’dan uzaklaştırılacak. II. Cihan Savaşı çıkarılacak. 1947’de (1948’de kuruldu) İsrail devleti kurulacak. III. Cihan Savaşı ile 1997’de (28 Şubat’ta denendi ama başarılamadı) ateist Türkiye yıkılacak ve İsrail imparatorluğu kurulacak…

İşte buna hazırlık olmak üzere Türkiye’de halk lâikçi-İslâmcı, Sünni-Şii/Alevi, Türk-Kürt, Kemalist-gerici kamplara bölünüp savaştırılacaktır. Bu savaşı çıkarabilmek için Yahudi sermayesi Avrupa devletleri aracılığı ile MİT veya CIA işbirliği içinde PKK örgütü kuruldu. MİT güya istihbarat amacı ile bunu destekliyordu. Abdullah Öcalan bir MİT ajanı olarak görevlendirildi ama CIA ajanı idi. CIA tarafından görünürde Avrupa devletlerinin desteklediği bir PKK örgütü oluşturuldu. Bu örgüt Filistin’de eğitildi, Suriye’de merkezi kuruldu, Irak’ta teşkilatlandırıldı, İran’da destek arandı ve Türkiye’de eylem yaptı. Yani, Ortadoğu’nun bütün devletleri işin içine karıştırıldı. Filistin’de kurulan eğitim kampında yalnız PKK’lılar eğitilmiyordu, Hizbullah grubu da eğitiliyordu! Dev-Gençler, ülkücüler, akıncılar hep buralardaki kamplarda eğitiliyor ve iç savaş için asker yetiştiriliyordu!

Türkiye’de ucube müesseseler oluşturuluyordu. Olağanüstü haller ve olağanüstü valilikler! Hedefi, sıkıyönetimi kaldırıp yerine etkisiz bir teşkilatla PKK’yı semirtmek. ABD Çevik Gücü gelip doğuda yerleştirildi ve PKK’yı doğrudan besledi. Bunun farkına varan Ecevit hükümeti direnince indirildi. Erbakan sorunu çözdü ve Çekiç Güç sorun çıkarmadan tasfiye edildi. Suriye PKK’nın merkezi olmaktan çıkartıldı. Öcalan Türkiye’ye teslim edildi. PKK’nın bütün gücünü Irak’ta topladılar. Türkiye’den, Suriye’den, İran’dan ve Filistin’den ne varsa çekildi. 5000 kişilik ordu haline getirildi. Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin paralı askerine dönüştürüldü. İşte şimdiki son durum budur.

Hedef şudur. Iraklıları güçlendirmek ve Türkiye ile savaştırmak. Iraklılara İran’la yaptırdıkları sekiz yıllık savaşta netice alamadılar; ama hâlâ Irak’tan ümitlidirler. Irak’ta Araplarla değil de Kürtlerle bunu başaracaklarını sanıyorlar. Eğer Türkiye’deki Kürtler de Irak’ta olduğu gibi ayırımcı yapılabilirse, Türkiye-Irak savaşı ileride sonuç alabilir. İran’ı yenememelerinin sebebi, Irak Şiileri savaşta cephe değildiler. Teslim oldular. İran’da beklenmedik gelişmeler oldu.

ABD Suriye’yi de Irak’la birleştirmeyi deneyebilir. Böylece Türkiye’ye karşı daha dayanıklı bir saldırı hazırlar. ABD Türkiye’yi önce iç savaşla çökertmek, sonra Suriye, Irak ve İran’ı birleştirerek Türkiye’ye ondan sonra saldırma düşüncesindedir. Bunu yapmak için de şimdi bu üç ülke ile savaşır duruma getirmek istiyor. 3 Mart tezkeresinde yapmak istediği bu idi. Türkiye’yi işgal edecek ve buradan bu ülkelere saldıracak. Savaşı bir defa başlattı mı, ondan sonra da çekilip gidecektir. Biz savaşa devam edeceğiz. O sonra gelecektir. Çünkü o hep bunu yapar. Avrupalıları savaştırır, sonunda gelip kahraman olur. Beşyüz senedir Avrupa bu iç savaşlarla dengede tutuluyor.

PKK meselesini çözümü nedir? Bu meseleyi sadece ‘Adil Düzen’ çözebilir.

a)       İslâmiyet’te bir devlet başkasının iç işlerine karışamaz. Dışarıdan müdahale iç fitneyi geliştirir. O halde bizim Iraklıların iç işlerine karışma siyaseti yanlıştır. Derhal vazgeçilmelidir. İster Kürt devletini kursunlar, ister on tane PKK ordularını oluştursunlar. Ülkemize saldırıncaya kadar bekleriz. İleride saldıracaklar, o halde şimdiden mâni olalım. Ordular ne içindir, ileride savaşmak için. Öyleyse yalnız Kürtlerin değil, herkesin ordusunu yasaklayalım! Çifte standart yoktur.

b)       Biz kendi ülkemizin güvenliğini sağlayalım. Sınırlardan bir tek PKK’lı girerse derhal ölmelidir. Bunun tedbirini alalım. Biz kendi ülkemizde güvenliği sağlayamıyorsak; dışarıda, uzaklarda başkalarının ülkesinde güvenliği nasıl sağlayacağız?

c)       Kendi ülkemizde iç güvenliği sağlamak için vilayetlerimizin nüfusunu bir milyondan aşağıya indirmeliyiz. Valiliklere bağımsızlık vereceğiz. Kendi valilerini kendileri seçeceklerdir. Kendi illerinin iç güvenliğini kendileri sağlayacaklardır. Kendi halklarından kuracakları jandarma teşkilatı ile kendi iç güvenliklerini sağlayacaklardır. Kendi kanunlarını kendileri yapacaklardır.

d)       Devlet dış güvenliği tesis ile meşgul olmalıdır. Türkiye’nin 12 bölgesinde 12 ordu oluşturulmalıdır. Her bölgeye ora halkından olmayan askerler ordu kurmalıdır. Merkezlerde yerleşmiş olan ordular o bölgenin dış savunmasını yapmalıdır. İller kendi iç güvenliklerini sağlayamadıklarında o il sıkıyönetim ilan etmeli ve ulusal ordudan isteyeceği bir alay ile oranın güvenliği tesis edilmelidir.

Ayrıca Türkiye’de genel af ilan edilmelidir. PKK’lılar da bu af kapsamına girmelidir. Bunlar on bucağa ayrılmalı ve Türkiye’nin değişlik yerlerinde ayrı ayrı bölgelerde iskan edilmelidir. Her birine 100 000 YTL faizsiz kredi verilmelidir. Bu da yarım milyar YTL veya dolar eder. Bu Türkiye için hiçbir şey demektir. Bunun 50 000 YTL’si  ile mesken inşa edilmelidir. 50 000 YTL ile de kendilerine işyeri kurulmalıdır. Bunların eğer Türkiye’de mal varlıkları varsa, devlet onları bu kredi karşılığı satın almalıdır.

Devlet bunu yalnız PKK’lılara yapmamalıdır. Türkiye’de böyle siteler oluşturulmalıdır. Kim isterse kendi topraklarını ve yapılarını devlete vererek buradan mesken ve işyeri alabilmelidir. Uygarlaşma böyle sağlanır. Yani; ya Adil Düzen gelecek, ya da Adil Düzen gelecektir. Ama bu halkla, ama başka halkla; bunu kendileri bilir.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3383 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5153 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler