ADİL DÜZEN 311
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 01 - 04 Temmuz 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 311. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 36
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا
وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا(93)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمْ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللَّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُوا
إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(94)
وَمَنْ يَقْتُلْ (Va MaN YaQTuL) “Kim katlederse.”
Kur’an katilleri önce bigayri hakkın (haksız) ve bihakkın (haklı) katletmek üzere ikiye ayırmaktadır.
Bi hakkın katletmeyi iki şekilde düşünebiliriz. Biri, savaş halinde katletmedir. Savaşa girişmiş iki taraf birbirlerini savaş gereği öldürecektir. Halk haklı veya haksız savaşın yapıldığını bilmez, başkanları emredince savaşa giderler ve ölürler veya öldürürler. Âhirette başkanlar, haklı veya haksız savaş yaptıklarından sorulacaklardır, ama halk sorulmayacaktır. Kesin olarak başkanın haksızlığını bilirlerse, o zaman hicret ederek o ülkeyi terk etmek durumundadır. Terk etmiyorsa savaşa tam sadakatle katılacaktır. Burada öldürme vazifedir. Bu sebeple savaşan iki ordunun ölenleri iki taraf için de Allah indinde şehid olurlar. Nitekim Ehli Sünnet itikadına göre Sıffin’de ölenlerden iki taraf da şehittirler, çünkü onlar hak için savaştılar. İçtihatlarında hata etmiş olabilirler, ama hak için savaştılar. İslâmiyet’te savaşın meşruiyeti hakem kararlarına uymadır.
İkinci hak ile katl ise mahkemenin kararı ile öldürmedir ve bu da hak ile katletmedir.
Manâ olarak da öldüren kim olursa olsun; ister müslim, ister mü’min, isterse başkası olsun, ‘mü’min katleden’ kim olursa olsun, cezası ebedi cehennemdir.
مُؤْمِنًا (MüMıNan) “Mü’mini katlederse.”
Müslimlerin nefsi müdafa için birbirlerini öldürmesi meşru görülmektedir. Diyet vererek kısastan kurtulabilirler. Ama bir müslim nefsi müdafa için de olsa mü’mini öldüremez. Bugünkü deyimi ile polise karşı gelemez. Çünkü polis güvenliği tesis etmekle görevlidir. Gerekirse silah kullanır, haksız da olsa öldürebilir. Halkın görevi, polise karşı kendilerini savunmamalarıdır, nefsi müdafaada bulunmamalarıdır. Ancak sıkıştıklarında o bucaktan kaçmalarıdır. İl ve devlet başkanları da ancak kendi bucaklarında yetkilidirler.
İslâmiyet’te ayrıca devlet polisi çalıştırılmaz. Sadece jandarma teşkilatı vardır. İç güvenliği sağlayanlar onlar yani jandarmalardır. Mü’minler, ilde bedelli olmayıp nöbetli olan jandarmalardır.
Kamu yetkisine itaat farzdır. Kişi nefsi müdafa anlamında olsa da bunu karşı bir şey yapamaz. Askerlikte de amirlere karşı olan durum böyledir. Birbirlerine karşı da silah kullanamazlar.
مُتَعَمِّدًا (MüTaGamMıDan) “Müteammid olarak.”
Ceza kanunlarında taammüden adam öldürmenin cezası idamdır. Şimdi müebbet hapistir.
“Amden” denmiyor da “Müteammiden” deniyor. “Taammüd” demek, bir fiili daha önceden tasarlayarak bilinçli yapmadır. Kavga ettiniz ve o esnada biri öldü. Buna ‘şibh-i amd’ denir.
Fıkıhçılar bunu kullandığı araçla tesbit ediyorlarsa, bu gibi durumlarda takdir yetkisi şahitlere aittir. Sonunda hazırlık yaparak kasden öldürmüş müdür, yoksa o esnadaki kavgada mı öldürmüştür? Buna şahitler karar verecektir. Soruşturmada taammüden olduğu şahitler için ortaya çıkmışsa, ona göre şehadet edeceklerdir. Yoksa şibh-i amd ile katletmiş olacaktır. Müteammid olmayacaktır. Soruşturmacılar yanlış beyan etmişlerse onlar yine hakemlere hesap verirler. Taammüdün tesbiti için birçok emareler alınır. Kişi ruhsatlı silahla öldürürse onu taammüd saymayız.
Taammüdün cezası nedir? Kısas değildir. Yani, kamu görevlisini görev sebebiyle katleden kimse muharip muamelesi görür. Delilleri gizleyen kimse taammüden katledilmiş kabul edilir. Firar eden taammüden katil sayılmaz. Çünkü can korkusundan Hz. Musa gibi kaçmış olabilir. Burada artık diyet ile kurtulma yoktur.
فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ (Fa CaZAEuHu CeHanNaM) “Cezası cehennemdir.”
Âhiret hayatında cehennem vardır. Cehennem bir fırındır, bir ıslah evidir.
Acaba dünyada cehenneme karşılık bir yer var mıdır?
Hapis cezaları olabilir. Sürgün cezası olabilir. Allah ve resulü ile muharebe eden kimselere nefy edilme cezası verilebilir ve bu dünya cennetidir. Kısas vardır, ama kısasın hafifleticisi vardır o da afvdır. Burada afv olmadığına göre eğer hafifletici sebep varsa o zaman onun cezası müebbet hapis olmalıdır.
Burada ‘müebbet’ sonsuz demek değildir, çünkü insan ömrü sonsuz değildir. Âhiretin ebedisi de en uzun ömürdür. Cehennemin ömrü doluncaya kadar orada kalırlar demek olabilir. Yahut orada da insan için ölüm vardır, ondan sonra cennete gitme vardır. Onun için müebbeden cehennemlik olunur demektir.
Şirkin en uzun cezasını 500 yıl kabul ediniz. Demek ki oradakilerin ömrü 500 yıldır. enedlikdirler demek, 500 yıllıktırlar demek olur. Yahut cehennem ömrü 1000 senedir. Ondan sonra cehennemin kıyameti gelir, oradakilerin hepsi çıkarılmış olur demek olur. Şimdi “cehennem” kelimesini dünya cehennemi olarak düşünebiliriz. Bu sebepledir ki “Nâr-ı Cehennem” deyince âhiret cehennemi kastedilmektedir.
Hakiki manâ ile mecazi manâyı Kur’an böyle tavsiflerle ayırır.
خَالِدًا فِيهَا (PaLiDan FıyHAv) “Orada hâliddirler.”
Oradan çıkmazlar, ölünceye kadar hapis veya sürgün olarak kalırlar.
Buna dünya cehennemi manâsını vermemizin sebebi vardır. Bundan sonra âhiret azabından ayrıca bahsetmektedir. Demek ki bu azap dünya azabıdır. Matuf matufun aleyhten farklıdır.
Peki, bu dünya hayatında sürgün hapsine gönderilirse, oranın hukuki statüsü nedir? Tevrat’ta bunun tasvirleri vardır. Biz bunu cehennem hayatına benzetebiliriz. Bir defa oradan çıkamayacaklar. Çıkmak isterlerse iade edilirler. Ama cennettekiler özel ateşe dayanıklı elbiselerle oraya gidip dolaşabilecekler ve onlarla görüşebileceklerdir. Çünkü “Meştehet enfusuhum/ Canları ne isterse” onu yapabilmektedirler. O halde sürgün sitelerine dışarıdakiler girebilir, orada yaşayabilir, hatta çalışabilir ama oradakiler çıkamazlar, orada hâliddirler.
وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ (VA ĞaWıBa elLAHu GaLaYHi) “Allah ona gadab etti.”
Demek ki hapis sitelerinde topluluğun koyduğu kurallarla eziyet yapılır, yani işkence de yapılabilir. Yalnız işkencenin şekli şeriatta belirlenmiş olacaktır. Haftada bir gün 24 saat aç bırakmak, hücreye kapatmak, sopa vurmak, soğukta veya sıcakta titretmek gibi. Bu bugünkü hapishanelerde hücre hapsi olarak geçmektedir.
Kur’an’ın buradaki kasdı dünya cehennemi olmasa bile; biz eğer hapishaneyi meşru göreceksek, kıyas yoluyla cehennemin hükümlerini uygulamamız gerekir.
وَلَعَنَهُ (Va LaGaNaHu) “Ve lânet etmiştir.”
Dışlamıştır. Lânet, dışlamaktır.
Kur’an’ın cezalarından biri de dışlamadır. ‘Hapishaneye girip görüşülebilir’ dedimse de, bu yalnız eşi ve çocukları için böyledir; anne ve babası için böyledir. Yani, en yakın vârisleri için böyledir. Yoksa herkes oraya gider, orada kalır, istediği zaman görüşür anlamında değildir. Nitekim Hazreti Peygamber savaşa katılmayan üç kişiye dışlama cezasını vermiştir. Ailelerinden başkası onlarla görüşmemiştir.
Burada sayılan üç ceza da dünyevi ceza olabilir. Bu ceza ancak Allah ve resulü ile muharebe edenlere verilen cezadır. Kişilere karşı işlenen suçlarda kısas ve diyet hükümleri vardır. Hırsızlıkta kol kesme, zinada 100 sopa vardır. Bunların dışında asla en küçük ceza artırımı yapılamaz ve bundan dolayı dışlanamaz, topluluk içinde yerlerini korurlar Çünkü onlara verilen ceza hukuk kurallarınca verilen cezadır. Oysa devletin silahlı gücüne karşı gelmek, devletiyle savaşa girmek demektir. Onun en hafifi nefydir. Cehenneme nefydir diyebiliriz.
Kur’an’da her şeye çözüm aramamız gerekir. Bu da ancak kıyas yoluyla ve kelimelerin anlamlarını uygun bir şekilde tanımla olabilir. Uygarlık gelişince böyle yeni çözümler üretme zorunluluğu ile karşı karşıya kalınacaktır. Bin sene sonra bizim hiç aklımıza gelmeyen manâlar onlara çok açık olarak görünecektir. Her bin yıllık uygarlık Kur’an için kâmil mucizeler olacaktır.
وَأَعَدَّ لَهُ (Va EaGadDa LaHUv) “Ve ona i’dad etmiştir.”
“Ona hazırlamıştır” deniyor. Demek ki öbürleri şimdi uygulanmakta, şimdilik tatbik edilmektedir. Bu ise ilerisi için hazırlanmış bulunmaktadır. Hazırlanmış azap bu dünya azabı olamaz, çünkü dünyada hâlid kalmayacaklar. O halde hazırlanmış azap âhirette uygulanacaktır.
“Lehu Azaben Azimen” olsaydı, bunu da dünya azabından sayabilirdik. “Haliden Fîyha” olmasaydı, son olarak uygulanacak ceza diyebilirdi. Eğer “Azab” marife olsaydı, toplulukça belirlenmiş ve hazırlanmış bir ceza olarak düşünebilirdik. Demek ki buradaki azap âhiret azabıdır, âhiret için hazırlanmıştır.
عَذَابًا عَظِيمًا(93) (GaÜABan GaJIyMan) “Azim azab”
Kur’an azabın vasıflarını saymaktadır. Aşağıda azabın çeşitlerini anlatacağım.
اليم : Elim, sıkan ayakkabının verdiği sıkıntıdır. Elleri kelepçelemek veya zincire bağlamak bu tür bir cezadır.
Kalıcı değil, geçicidir.
الهون : Doğum sancılarının verdiği sıkıntıdır. Saçını yolmak, belki de dişini çekmek bu tür bir cezadır.
Kalıcı değil, geçicidir.
بئيس : Kötülük demektir. Sopa vurmak bu tür cezalardandır. Geçicidir.
السموم : Zehirlemek demektir. Acı veren iğne yapmak demektir. Kısırlaştırmak da buraya girer.
Kötü yemekler vermek de bunlardandır.
صعد : Yokuş demektir. Ağır işte çalıştırma cezası buraya girer.
نكر: Bilinmeyen bir cezadır. Hakim yapılan fiile göre uygun herhangi takdir ettiği bir cezayı verebilir.
Mesela, derse çalışmayan öğrenciyi hafta tatilinden mahrum etmek gibi.
رجز: Pislik demektir. Kişiyi kötü şartlar içinde, pislikler içinde çalıştırmak veya yatırmak.
الخزي : Utandırıcı bir teşhir yapmak. Eşeğe ters bindirip dolaştırmak, yerde süründürmek bu tür cezalardır.
جهنم : Fırın demektir. Sıkıntı veren bir sıcaklıkta kişiyi koyup orada bekletmek.
النار : Ateş demektir. Ateşin karşısına koyup kızartmaktır. Dönerek kendisini yanmaktan korur.
الحريق: Dağlamak ve yakarak yara açmak demektir.
الحميم : Sıcak hamama koyup hapsetmek demektir.
السعير : Müshil ilacı verip ishal yaptırmak demektir.
مقيم : Mukim, hapsedilen bir yerde durmaya zorlayan cezalardır.
الخلد : Kol kesme gibi kalıcı cezalardır.
مستقر : Müstakar, sürekli olan cezalardır. Sürgün hapis, zincire vurma bu tür cezalardır.
Bunlar ceza çeşitleridir. Bucaklar ceza kanunlarını yaparken bu tür cezalar koyabilirler.
قريب : Karib, suçun işlendiği yerde hemen ibret olsun diye verilen cezalardır.
واقع: Vaki’, sonuçları ileride ortaya çıkacak cezalardır. Kişinin mirastan mahrumiyeti böyle cezalardandır.
Şahitliğin kabul edilmemesi böyle cezalardandır. Sürgün de böyledir.
واصب : Vâsıb, isabet eden demektir. Hemen icraya konan cezalarıdır. Kol kesme, dayak, sopa böyledir.
قبلا : Kubulen, önceden çektirilmiş cezadır. Fiil işlenmeden bir kimseye haksız yere yüz sopa vursak, sonra da bu kişi zina yapsa, acaba bu ceza ona karşılık mahzuf edilebilir mi? Yahut bir kimse suç işledikten sonra söyletmek için atılan sopalar cezaya mahzuf edilebilir mi? İşte bu kubulen cezalardır.
مدا : Medden, uzatılmış cezalardır. Soruşturma yapılırken gösterdiği direnmeler veya icra ederken çıkardığı zorluklar. Bugünkü şartlar içinde ceza uzatılabilir mi? Daha geç terhis edilebilir mi? Bunlar da med cezalardır.
الادنى : Ednâ. Her cezanın bir asgarisi vardır. Bir kimse bir kuruşa mahkum edilemez çünkü icrası mümkün değildir. Sopa cezaları da ancak sekseni yarılama suretiyle eda edilen en az b b kamçıdır. Böylece her cezanın asgari miktarı vardır. Ceza kanununu hazırlarken bundan daha aşağı ceza verilemez. Bu hakimin takdirine bırakılmış eden adğilir.
الاكبر: Ekber. Her cezanın bir de üst limiti vardır. Mesela, insana ikiyüz sopadan fazlası vurulamaz. Yine bu da bucaklarda ceza kanunları yapılırken nazara alınması gerekenlerdir. Hakimin takdirine bırakılan şey değildir.
ضعفا : Cezayı ikiye katlamadır. Yüz yerine ikiyüz sopa vurmak, yüz deve yerine ikiyüz deveyi diyet yapmadır. Miktar olarak artırmaktır.
شديد : Şedid, cezayı artırmadır. Kamçı ile vuracağımıza sopa ile vurmak teşdiddir. Dört yaşında yüz deve yerine, beş yaşında yüz deve teşdiddir. Sayı artmıyor, etkisi büyüyor. Hücre hapsi gibi.
غليظ Kaba demektir. Da’f ve şiddet bir ceza türündedir. Galiz ve azim ise ceza türündedir. Galiz cezalar işmekdiği zaman çok büyük eziyet olur, ama sonra etkisi kalmaz. Sopa galiz cezadır.
عظيم : “Azîm ceza” demek, şiddeti ve kötülüğü ömür boyu süren ve artık sırtından atamadığı cazadır. Kol kesme böyledir.
Biz size “azîm azabı” anlatabilmek için Kur’an’daki “azab” kelimesini taradık ve tasnif ettik. Böylece azim azaba bir manâ verebildik. Aynı zamanda ceza kanununun nasıl yapılacağını da göstermeye çalıştık.
Bir de “İkab” gibi azap ile eş kelime vardır.
İkab, kovalama, tutuklamadır. Polisiye cezalardır. Askeri düzenle ilgilidir.
Adil Düzende Çalışanların Kur’an’ı anlamak için daha ne kadar çalışmaları gerektiğini sadece bu “AZAB” kelimesi bile bize açıkça göstermektedir.
غير مردود : Gayri merdud, affedilemeyen cezalardır. Bugün anayasamız bu cezalarla doldurulmuştur.
مشتركون :Müşterek suçlara verilen müşterek cezalardır. Tehcir böyle bir cezadır. Diyetler böyledir.
دون ذلك : İstihsan yoluyla başka cezalar da konabilir.
سوء : Sû’, bedene yapılan kalıcı cezalardır.
كلمة : Sözle yapılan kınama cezalarıdır.
سوط : Bedene yapılan kalıcı olmayan cezalardır.
فوق : Fevk, rütbe tenzilidir. Üstlerin astlara verdiği cezadır. Astları üst yapma da cezadır.
يوم اكبر : Yevmi ekber, Kurban Bayramı gibi en çok kalabalığın toplandığı gündür. Ceza o gün uygulanır.
: يوم محيط Bütün çevre halkının katıldığı gündür. Cuma günüdür. O gün ceza uygulanır.
يوم عظيم : Tazdilken gündür, kadir gecesidir. Rütbe tenzil cezaları o gün uygulanır.
: يوم الظلة Zulle günü cenaze günüdür. O gün cenazesi kılınmaz.
يوم عقيم : Savaşın bittiği, savaşın tasfiye edildiği gündür. Soykırım böyle yapılabilir. Erkekler öldürüleceğine hadım yapılır. Bu da topluluğa verilen cezadır. Onların erkek çocukları Müslümanların kızları ile evlendirilir, hadım yapılmaz.
يوم القيمة: Kıyamet yevmi âhirette ilk kalkış günüdür. O günkü cezalar cehennem cezalarından da farklıdır.
الاخرة : Âhiret. Kur’an bir taraftan dünyayı anlatırken, diğer taraftan âhiret hayatını da anlatmış olur. Benzerdir ve daha üstündür. ‘Orada ölüm yoktur’ dediğimiz zaman, dünyadaki ölümle bu cümleyi anlamış oluruz. Diğer taraftan âhireti anlatırken de dünyada bizim ne yapacağımızı öğretir. Allah böyle cezalar vermektedir; o halde dünyada da bizim buna benzer cezalar uygulamamız gerekir diye anlarız. İbret almak budur.
Kimler ceza verebilir ve yasak koyabilir?
الله Allah : Cezayı koyan Allah’tır. O’nun halifesi olan topluluktur. İcma ile bir ceza konur.
Topluluğun sözleşmesinde yer alan cezalar bucakta uygulanır.
ربكMürebbi : Terbiye edenin verdiği cezalardır. Bunlara disiplin cezaları diyoruz. Öğretmenin öğrenciye, komutanın askere, bucak başkanının halkına, diğer başkanların üyelere uyguladıkları cezalar vardır. Kişi cezayı kabul edip kalma veya cezayı reddedip gitme hakkına sahiptir. Ama ‘hayır, ben hem senin öğrencin kalacağım, hem bana tek ayak üzerine durma cezasını veremezsin’ diyemez. Bucak başkanının ta’zir cezaları da böyledir. Ya başkanın verdiği cezayı kabul edecek yahut orasını bırakıp gidecektir.
رحمن Rahmân : Anne babanın çocuğu üzerinde uyguladığı cezalardır. Çocuk bu cezayı reddedemez. Zalim baba veya anneye karşı, varsa çocuğun diğer akrabaları hakemlere gider ve velayet hakkını hakemlere düşürtebilirler. Ama velinin çocuğunu dövmesine başkaları mâni olamaz.
عنده İndinde : Yani, Allah’ın indinde verilen cezalar vardır. Bucak meclisi istişare sonunda kişiye muhakemesiz doğrudan ceza verebilir. Bunun en büyüğü sürgündür. Bugün idam cezaları meclisin onayına bırakılmıştır. Bu Allah’ın indinde bir cezadır.
***
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (Yav EayYuHAv elLaÜIyNa EaMaNUv) “Ey îman etmiş olan kimseler.”
Kur’an’da emirler iki çeşittir. Nâsa verilen emirler vardır; “Ey nâs” diye hitap ederek verilir. Yahut “Ey iman eden kimseler” diye hitap eden emirler vardır. “Ey iman eden kimseler” cihat eden müslimlerdir. Nâs ise ehl-i harb değilse cihat etmeyen müslimlerdir. Cizye ehlidir.
‘Amden katl’ savaş hükümlerine tâbi olduğu için hemen arkasından savaşa ait hükümler getirmiştir. Burada savaşın nasıl yapılacağına ait değil de, savaşın kimlerle yapılacağı ile ilgili hükümlerdir.
“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda ‘savaşa girebilmek için hakem kararları gerekir’ diye yazılıdır. Askeri düzen hukuk düzenine tâbi değildir, ama savaşa başlamak için hukuk düzenine göre karar alınması gerekir. Yoksa herkes kendisini haklı görür ve saldırır. Buna eşkıya diyoruz. Devletin eşkıyadan farkı, devletin kurallara ve hakem kararlarına uymasıdır. İlk anda zaman bulamaz veya uymaz.
Mesela, askeri müdahale zorunlu olur. Ama 1960 ihtilâlinden sonra ne yapılacaktı? Anlatayım:
Başbakan Menderes bir hakemi, Cemal Gürsel bir hakemi, o hakemler de baş hakemi seçmeliydiler. Bu hakemler müdahalenin yerinde olduğuna karar verirse ve suçlu bulursa o zaman asılabilir, o zaman Gürsel iktidarda kalabilirdi. Yoksa, iktidardan giderdi. İçtihadındaki hatadan dolayı cana etki etmediğinden asılmazdı. Ben baş hakem olsaydım müdahaleyi haklı bulurdum. Ama cezalandırılmalarını haklı bulmazdım.
إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ (EiÜAv WaRaBTuM Fıy SaBiLi elLAHı) “Allah’ın yolunu açmak için kazmayı vurduğunuzda. Topluluğa ait yolları yapmak istediğinizde.”
Bu yola maddi yol denir; kara, deniz ve hava yolu olabilir; su, elektrik, gaz ve kanalizasyon yolu olabilir. Kamu yararınadır diye oturduğun yerden karar verilemez. Bu SİT alanıdır, burası ormandır, burası tehlikelidir diyemezsiniz. Bunun için mahkeme kararını almanız gerekir. Beraatı zimmet esastır. Ben yaparım, o mahkemeye versin olmaz. Mahkeme karar aldıktan sonra bunların mülklerinde tasarruf edersiniz.
Bu “sebilullah” maddi yollar olabileceği gibi hukuk düzeni de olabilir. Şeriata, kanunlara uymayan kimseleri tecziye olabilir. “Li cihadin” demek olur. Bu anlamda Kur’an’da geçmektedir. O kadar ki, hakiki manâsı unutulmuştur bile. O zaman savaşmak için yola çıktığınızda demek olur.
فَتَبَيَّنُوا (Fa TaBayYaNUv) “Tebeyyün edin.”
“Tebeyyün etmek” demek, ispat etmek demektir. Şahitler bulursun, karşı tarafın neler yaptığını tesbit edersin. Bu tebeyyündür. Hakemler ise cezasını takdir ederler. O da tebeyyündür. Arapçada, Kur’an’da ve fıkıhta beyyine demek şahitli ispat demektir. Açık ifade ile hakem kararlarını almaktır.
İleride ispat etmek ve haklı çıkmak şartıyla, vakit kaybetmemek için hakem kararları almadan da hareket edebilirsin. Bunun için “tebeyyün edin” emri verilmiştir. Kendiniz kanıtlayın. Yoksa savaşı düşman başlatırsa, beklerseniz, mahvolup gidersiniz. Savaşı onların başlattığını ispat etmek zorundasın demektir Yani, sonradan da olsa hakem kararları gerekir.
ABD’nin hâlâ hakemlere gidip Saddam hakkında haklı olduğunu ispat etme durumu vardır. Bu takdirde Saddam azledilmiş olur, o da savaş tazminatını almış olur. Ya da Saddam gider oturur, bu sefer ABD savaş tazminatını alır. İşte bu ‘son söz yargının’ demektir.
وَلَا تَقُولُوا (Va Lav TaQUvLUv) “Kavletmeyin.”
İslâmiyet’e göre herkesin kişiliği vardır. Davacı ve davalı olur. Herkes birbirini tanımak zorundadır. Ben seni muhatap kabul etmem diyemez. Herkese karşı herkes dava açabilir. Şahsan veya vekili aracılığı ile muhatap olmak zorundadır. Ben sana cevap vermiyorum olamaz. Mahkemelerde bu durum sıkı bir şekilde takip ediliyor. Gününde cevap vermedi mi, cevap vermemiş, kendisini savunmamış olur ve mahkum edilir.
Devlet daireleri için de aynı şey sözkonusu olmalıdır. Hattâ bugün noterlerin ihtarları cevaplandırılmak zorundadır. Bu ağır külfetten insanları kurtarmak için evrak hizmetlerini yapan bakanlık ihdas edilmektedir. Onun adına onun beyanlarını yazılı hâle getirip karşı tarafa cevap verilmektedir. İcaz için yazılar yazıyorsa, hakemlere gidilir. Hakemlerin bunun hitaplarına cevap verme mükellefiyeti yoktur. Mahkemeye karşı taraf gelmez ve gelmeyenin lehine ne ise karar ona göre verilir.
لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمْ السَّلَامَ (LiMaN EaLQAv EıLaYHuMu elSaLAMa)
“Size selâmı ilka edene”
“Size selâmı ilka edene demeyiniz” deniyor. “Selâm” demek, ben savaş değil barış istiyorum demektir. İlk karşılaşıldığı zaman selâm verebilir. Yahut savaşırken ‘selâm’ diyebilir. Her ne zaman olursa olsun, ‘selâm’ dediği anda savaş durur, mübareze durur. Hakemlere gidilir. Hakemler gerekli kararı alırlar. Selâm, ben hakemlerin kararlarına razıyım demektir. Hakem kararlarına razı olana karşı savaş caiz değildir.
لَسْتَ مُؤْمِنًا (LaSTa MuEMıNan) “Sen mü’min değilsin demeyin.”
Müslimler silah taşıyamazlar, sadece mü’minler silah taşıyabilirler. Çünkü müslimler cizye vererek savunmalarını mü’minlere bırakmışlardır. O halde silahlı olarak karşılaştığımız kimse ya mü’mindir, ya da müslimdir. Müslim ise onunla savaşmak hakkımızdır. Ancak Kur’an bunu da reddediyor.
Silah taşımış olmak savaşma sebebi değildir. Bizim kimseye “müslim değilsin” deme hakkımız olmadığı gibi, kimseye “mü’min değilsin” deme hakkımız da yoktur. O anda müslim olmuş olabilir, o anda mü’min de olabilir. Çünkü her müslim her zaman mü’min olabilmektedir.
Burada bunlara işareten “sen müslim değilsin” demedi de, “sen mü’min değilsin” demiş oldu.
Ülke içinde “müslim” iken cizye verirken, silah taşımaya başlarsa artık “mü’min” statüsüne girer ve mü’minlere ait külfeti yüklenmiş olur.
تَبْتَغُونَ (TaBTaĞUvNa) “İbtiğa ederek.”
“İbtiğa emek” aramak, araştırmak demektir. Elde etmek için faaliyete geçmek demektir. Müteşebbis olmak demektir. Savaş sadece savunma için meşrudur. Fitnenin ortadan kalkması için meşrudur.
Savaş bir kazanma aracı değildir. Canlılar birbirlerini yiyerek yaşarlar. İnsanlar da çapulculuk yaparak yaşar durumda değildir. O sebepledir ki insan eti insana yaramamaktadır.
Savaş ekonomik çıkarlar için yapılmaz. Savaş güvenliğin sağlanması içindir. Savaş eşitler arasında yapılmaz. Savaş hakemlerin kararlarına uymayanlarla, hakemlerin kararlarını uygulayanlar arasında yapılır. Mikroplarla akyuvarlar arasındaki savaş benzeridir. Akyuvarlar mikropları yiyerek yaşamazlar. Mikroplar hücreleri yiyerek yaşarlar.
Savaşın sonunda elde edilen ganimet helaldir. Çünkü kazananlar düşmanın elinden mallarını almak zorundadır. O malları kime verelim? Yoksa ganimet için savaş meşru değildir. Petrol için savaşmak kimsenin hakkı değildir. İnsanlar ekonomik dayanışma içinde evrenden yararlanarak yaşayacaklar. İnsanlar çıkar paralelliği içinde ekonomik düzenlerini kurarlar.
Bundan dolayıdır ki çıkar paralelliği olan kâr helaldir. Çıkar çatışması olan faiz ve kumar haramdır.
عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (GaRaWa eLXaYAvTa elDuNYA)
“Dünya hayatının arazlarını ibtiğa ederek.”
Dünya hayatının arazları vardır. Mesela açlık böyledir, elbise böyledir. Dünya hayatının matlubu ise âhirettir. Dolayısıyla arazlarınızı savaşla gidermeyin. Matlup olan âhirete hazırlıklı gitmek için ekonomik kazançları ve ekonomik çıkarlarınızı bütün insanlarla çıkar paralelliği içinde paylaşınız.
Yeryüzü insanlığındır. Bütün insanlar birlikte değerlendirip yaşayacaklardır. Âyet bize savaşın meşru sınırını çizmiş, onun dışındaki bütün çıkarları savaş dışında bırakmıştır.
فَعِنْدَ اللَّهِ (Fa GıNda elLAHı) “Allah’ın indindedir.”
Yukarıda Allah’ın sebilinden bahsetmiş, burada “Allah’ın indinden” bahsetmektedir. Sebil topluluğa giden yoldur. “İndellah” ise kendisidir. Savaş topluluğun korunması için araçtır. Ekonomik kazançlar ise yolunda değil kendisindedir. Yani, bizzat topluluk ve bütün insanlar birlikte çalışarak kazanarak yaşayacaklardır. Gümrükler bunun için yoktur. Malların hapsi yoktur. İhracat ve ithalata sınır koyma yoktur.
Bu âyetleri okuduğunuz zaman anlayarak okuyun, iktidar olduğunuz zaman unutmayın. Gümrüklerden daha fazla nasıl gelir temin ederiz diye düşünmeyin. Gümrüksüz nasıl ithalat ve ihracat yaparız diye onu düşünmelisiniz. Uluslararası siyasi ilişkileri para çıkarlarına dayatmamalısınız. IMF çok yararlı olsa da onun dediklerini yapmak zulmün tâ kendisidir. Çünkü siyaseti ekonomiye karıştırıyorsunuz. Din siyasete karışabilir, siyaset de dine. Ama ekonomi siyasete, siyaset de ekonomiye karışamaz. Geniş anlamda lâiklik budur.
مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ (MaĞANıMa KaÇIyRaTun) “Kesir ganimetler.”
“Ğanam” koyun demektir. Aynı zamanda zenginlik demektir. “M” “Ne”ye dönüşmüştür. Emekten fazlasının kazanıldığı mallar ganimet denir. Savaşta kaybettiğinizde yok oluyorsunuz, ama kazandığınızda da büyük servet ediniyorsunuz.
Kur’an ganimet için savaşı yasaklamıştır. Hattâ barıştan kaçınmayı da yasaklamıştır. Hakem kararlarına her zaman teslim olunmalıdır. Tarihte hep açlık korkusuyla savaş yapılmıştır. Toprak savaşı yapılmıştır.
Mustafa Kemal toprak savaşından vazgeçmiş, ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesini koymuştur.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada artık toprak savaşı yoktur. Sadece silah fitnesi vardır Çünkü sanayileşme toprağı o kadar değerlendirmiştir ki artık toprak için savaş bitmiştir. Marx’ın meşhur nazariyesi iflas etmiştir. Bugün henüz toprakların ancak beşte biri ekilmiştir. Ekilen yerlerden de ancak beşte bir verim alınmaktadır. Sulama, sera, ilaç, gübre gibi teknolojilerin uygulanması ile verim beş misline çıkarılabilir.
Bu kara tarımı için böyledir. Denizler ise daha bâkirdir. Deniz tarımını yapmıyoruz. Bir de denizde ziraat alan içinde değil, hacim içinde yapılacaktır. İmkânlar bitmiyor…
Bugün uzayda tarım yapılabileceğini bilmekteyiz. Güneş Ay’dan 400 defa uzaktır. Ay da Yer’den 60 defa uzaktır, 2400 kadar uzaktadır. Alanlar arasındaki oran kareleri ile orantılıdır. Biz Güneş ışığından 5 milyarda bir kadar yararlanırız. Yani, her birimize birer dünya düşebilir.
Allah’ın bize sunduğu nimet burada da bitmez. Uzay hidrojen molekülleri ile doludur. Hidrojeni helyuma çevirsek, bizim için sonsuz imkân var demektir. O halde insanlar beslenmek için birbirleriyle savaşmak yerine, dayanışarak uzayın sırlarını öğrenip yararlanmalıdırlar. Bu âyet bize bunu öğretmektedir.
كَذَلِكَ كُنتُمْ مِنْ قَبْلُ (KaÜAvLıKa KuNTuM MıN QaBLu)
“Siz daha önce böyle idiniz.”
İnsanlar toplayıcılık, avcılık, çobanlık, tarım, kentleşme, ticaret, işçilik gibi aşamalar geçirerek bugünkü seviyeye ulaşmışlardır. Ne var ki, uygarlık baştan Adil Düzene göre başlar. İnsanlar yeni uygarlığı savaş içinde değil, barış içinde kurarlar. Sonra hak medeniyetini kuvvet medeniyetine dönüştürürler. Çıkar çatışmasına girerler. İşte o zaman tebliğciler gelir ve insanlığı hak yola dâvet ederler. Hak düzeni tesis etmek üzere mü’minler cemaat olurlar. İşte onlar dünyaya adaleti getirirler. Görevleri yağmalamak değil, yağmacılığı ortadan kaldırmaktır. Kendileri yağmacı olmazlar.
Bugünkü uygarlık yağmacılık uygarlığıdır. Buharlı geminin keşfiyle başlayan Avrupa fetihleri dünyayı Avrupa’nın müstemlekesi hâline getirmiştir. ABD’de soykırımı yapılmış, eski dünyada da hanedana dayanan imparatorluklar yok edilmiştir. İki cihan savaşı, bu yağmalama savaşlarının ayyuka çıktığı bir durumdur. Ne var ki, her iki savaşta da kimse umduğunu bulamamıştır.
Sosyalizmin ve kapitalizmin felsefesi yağmacılıktır. Avrupa Birliği’nin dayandığı ilke de budur. Avrupa insan hakları, dünya insan hakları sözkonusu değildir.
İşte Adil Düzencilere hatırlatılan en önemli kural, ekonomiyi savaşa dayandırmayınız. Dış borca dayanan bir ekonominin sonu istila ve devletin yıkılması ile sona erer.
فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ (FeMenNe elLAHu GLeYKüM) “Allah size minnet etti.”
Allah size minnet etti, sizi memnun etti de size Adil Düzeni öğretti. Artık savaşı ve siyaseti geçinme aracı yapmayın. Kamu mallarına dayanarak ekonomilerini düzeltenler sömürenlerdir ve onlar siyaseti ekonomik çıkarları için yapıyorlar.
Akevler 1967 yılında kuruldu, kamudan bir kuruşluk kredi veya yardım almadı. Hep ortaklar kendi imkanları ile başardılar. Siz buna riayet etmelisiniz. Bir yerden yardım veya kredi beklemeyiniz. Kendiniz çalıştığınız takdirde Allah birçok ganimetleri size verecektir.
Boğazlarından haram geçirenler sonra patır patır dökülüyorlar. III. bin yıl uygarlığı, II. Ku’ran uygarlığı halk uygarlığı olacaktır. Bu uygarlığı sermaye babaları değil, halk kendi imkânları ile oluşturacaktır.
Bakınız, bugün devlete dayanmayan hiçbir işetme yaşayamıyor. Ama sonra da helâk olup gidiyorlar. Devlet para dağıtan bir yer değildir. Devlet hizmet yapıp vergi alan bir kurumdur.
فَتَبَيَّنُوا (FaTaBayYaNUv) “Tebeyyün ediniz.”
Allah’ın sebilinde arza darbettiğinizde tebeyyün ediniz dedi. Hakem kararına gerek olduğu ortaya çıkmıştır Bu savaşın başlaması için hakem kararına ihtiyaç vardır. Barış talebi hâlinde de tebeyyün istenmektedir. “Ve”den sonra “Fa” gelmiştir. Çıktığınızda tebeyyün gerekir, savaşı başlatma hakem kararlarına dayanacaktır. Savaşın bitmesi hâlinde de tebeyyün için yargı denetimi vardır. Olay şöyledir.
Komutan gerekli kararları alarak savaşı bitirir. Savaşan ordu dağılır. Komutan haksız ve yetkisiz kararlar almışsa, mağdur olanlar hakemlere giderek haklarını isteyebilirler. Mesela, öldürmeye ancak tekrar savaşa devam edeceklerse karar verilir. Fitneyi önlemek için savaşan esirlerin öldürülmelerine karar verilebilir. Böyle olmadığı sabit olursa, savaş bittikten sonra mahkemeye verilir, akilesi tazmin eder. İkinci tebeyyün budur.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ (EınNA elLAHa KavNa) “Allah şöyledir.”
Burada “Allah” Kâinatı var eden kimsedir. O her şeyi bilir demektedir. Yani, içiniz ayrı dışınız ayrı ise Allah bilmektedir. Ama sonda nekire geldiğini kamu dvelyt bir dnemekdtir.
Savaşta alınan kararlar ve yapılan işler kayda geçirilir. Savaş bittikten sonra arşive teslim edilir. Böylece savaş tarihi yazılır. Bunun içindir ki “İnsanlık Anayasası”nda 25 genel hizmetin hepsi kayda dayanmaktadır. Bu kayıtlar da arşivlere gider. Evrak, envanter, zimmet muhasebeleri ve tapu kayıtları bu hizmetleri yapmaktadır.
بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(94) (BıMav TaGMaLUvNa PaBIyRan)
“Amel ettiklerinizden haberdar bulunmaktadır.”
“Amel” bedenle yapılan işlerdir. E’fâli kulûb olur, âmali kulûb olmaz. Demek ki amelin birinci vasfı bedenen yapılmalıdır, hem de eşya üzerinde yapılmalıdır. Başkasının bedeni üzerindeki tedavi bile amel değildir.
Amelin başka bir özelliği de kasden yapılmasıdır. Yani, bir şeyi önce tasarlayacaksın, sonra yapacaksın. Yani, kasıtlı ve eşya üzerinde veya insan üzerinde yapılan fiillerdir. Savaşın kendisini amel olarak görmesek bile, -çünkü insan üzerinde yapılmaktadır- ondan elde edilen ganimetler üzerindeki işlem ameldir.
İki türlü düzen vardır. İzinli sistemdir. Merkezi planlama vardır. Her türlü işler orada planlanır. Merkezi görevlendirme sistemi vardır. Kişiye sen bunu şöyle yap denir, o da yapar. Buna ‘sosyalizm’ denmektedir. Bir diğeri de merkezin hiçbir ilişkisi olmadan herkes kendi istediği ve düşündüğü işleri kendisi yapar. Çıkarına göre onu değerlendirir. Böylece serbest düzen ortaya çıkar. Batılılar buna ‘liberalizm’ diyorlar.
İslâmiyet bu iki sistemi de kabul etmez. Kişi bütün işleri tam liberal sisteme göre yapacaktır. Kimse kimseye emretmeyecektir. Yanlış yaparsa sonra hakemlerin önünde hesap verecektir. Ama kişi yaptığı her şeyden devleti haberdar edecektir. Bunun için dört adet kayıt merkezi oluşturulmuştur.
Bunlardan biri nüfus genel müdürlüğüdür. Bugün varolandan çok farklıdır. Kişiye gelen her türlü belgeler orada onun dosyasında saklanır. Kişinin gönderdiği bütün belgeler orada saklanır.
Benzer şekilde tapu hizmetleri vardır. Taşınmazların, hattâ araba ve ineklerin sicilleri tutulur.
Bir de kişilerin birbirine borçlanmaları kaydedilir. Bildiğimiz genel muhasebe kayıtlarıdır.
Envanter muhasebesinde eşyanın hareketi takip edilir. Böylece her şeyden haberdardır.
Gümrük yoktur. Ama bir kamyon hangi malı nerede yüklenmişse formunu doldurur, envanter muhasibine verir. Böylece ücretsiz olarak o mal sigortalanmış olur. İndirdiğinde aynı belge doldurulur. Böylece bedel ve hiçbir matrah konu olmaksızın bütün hareketler kaydedilmiş olur.
Devlet vergiyi üreticiden alır. Bir defa alır, sonra mal nereye giderse gitsin artık vergi alamaz.
İnsanın hareketleri de böyledir. Kişi istediği yere gider ve dolaşır. Ne pasaport ne de vize vardır. Parmak iziyle çalışan Akbil benzeri kartlar vardır. Her açtığı kapının numarası orada kaydedilir. Haftada bir doldurulurken o bilgiler bilgisayarlara alınmış olur. Açılan kapılarda da kayıtları vardır.
İşte “Habiren” kelimesi bunun için nekiredir.
“Adil Düzen”e şeffaf liberalizm diyebiliriz. Devlet her şeyden haberli ama asla müdahale etmez, hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı denetiminde düzen çalışır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 311 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 141 İstanbul, 01 Temmuz 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
YİNE ‘TEMİZ HAVA’ VE
AHŞAP (DİNLENME) EVLERİ
Beş yıl kaldıktan sonra Kırgızistan’dan Türkiye’ye geri geldim. Oranın temiz havasına alışmıştım. İzmir yani büyük kent havası sıkıntı verdi. ‘Ahşap Evler’ projesi ve hikâyesi oradan doğdu.
Mü’min odur ki, kendisi için düşündüğünü komşusu için düşünür, komşusu açken kendisi tok yatıp uyuyamaz. Bu sebeple yalnız kendimize değil de, tüm insanlar için çözüm aradık. Sonunda başaramadık.
Bugünlerde dişlerimi yaptırdım. iğneleri fazla kullanmış olacaklar ki, geceleri uyuyamıyorum, gündüzleri de yarı uykuda yarı uyanık geçirdim. Geçen yıl memleketim Borçka’daki köye gittim, bir hafta kaldım, geçen yaz sıkıntı çekmedim. Geçtiğimiz günlerde uyuyamadım, uykusuz sabah ettim. Yazı da yazamadım. Ezandan sonra yattım, öğleye kadar yarı uyku yarı uyanık uydum. Hüseyin Kayahan ile Yaylabelen Tırazlı köyünde arsa aramaya çıktık. Bir iki saat oralarda dolaştık. Döndüğüm zaman uyku bastı; saat dörtte uyudum, şimdi saat sekize geliyor. Yazmaya başladım. İki saatlik temiz hava bile normal uykumu iade etti. Bakalım, bu akşam uyuklamadan çalışmam, yani eğer temiz hava yaramışsa biraz tedavi olmuş olmam gerekir.
Büyük şehirde oturanlar her gün arabaları ile gidip gelecekleri birer dönüm yer edinmelidirler. Burası SİT alanı olabilir, 2B olabilir. Üzerinde şimdilik birer oda ahşap ev koyabilmelidirler. Bir dönümlük yeri ağaçlandırmalıdırlar. Kışın yaprak dökmeyen bir iki yıl içinde çevreyi kaplayan sarmaşıklarla yeşillendirebilirler. Haftada iki gün gidip orada günlerini geçirirlerse, ömürleri ve zekaları gelişir.
Babamın bana anlattığı bir kitap hikâyesi vardır. Sonra o şiiri ben de okudum. Bir adam dağa çıkmış, orada dinlenirken bir kitap yazmış. Sonra ovaya inmiş, okumuş ve kendi yazdığını anlayamamış. Dağa çıkınca yine anlamış. Şöyle bir beyit yazmış:
Hayalinin hayali var, şu âlemi hayal kıldı,
Hayali de hayal kıldı, hayalinin ol haylısı
İnsan meyvecil hayvandır. Ormanlarda yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Havada mevcut oksijeni alıp besinleri yakar ve karbondioksiti atar. Bitkiler de o karbondioksiti yaprakları ile alıp besine çevirir ve oksijeni havaya salar. Böylece denge oluşmuş olur. Bunun dışında bitkiler yaprakları ve çiçekleri ile koku salarlar. Koku demek, insana yarayan birtakım organik moleküller demektir. Deri vasıtasıyla, akarsular vasıtasıyla, soluma suretiyle sıhhat bulurlar ve sağlıklarını korurlar.
Kapitalist düzende sadece kazanç düşünüldüğü, insan sağlığı düşünülmediği için çağımızdaki kentler inşa edildi. Kentte her insan ve diğer varlıklar soba borusu gibi çevremize duman salmakta. Buna ‘hava kirliliği’ diyoruz. Biz farkına varmadan zehirleniyoruz. New York’ta levhalar varmış: U/nutma on kişikden bird eldir.
Her gün stresimiz artıyor, beynimiz çalışmıyor…
Çalışmadığı şuradan belli; her hafta sizlere bunları söylüyoruz, ama herhangi bir hareket yok!..
Bazı zehirlenmeler vardır, insan acı duyar ve tedbir alır. Oysa kömür zehirlenmesi acı vermez, tatlı uyku verir ve götürür. Bugünkü bizim hâlimiz işte budur. Dağa çıkmazsak, köye gitmezsek ayılamayacak ve zehirlenip gideceğiz. Aşağı yukarı hepinizin köyü var, gidip dolaşın ve nasıl değiştiğinizi yaşayarak görün.
Eskiden bizim ormanlı köyleri bırakıp göç edenler olurmuş, köye sararmış hasta olarak dönerlermiş. Bu hastalığın adı da vardır. Havb çalgına uğaramış derler. Askerden tebdil-i hava için izinli gelen hastalar köyde iyileşir ve tekrar kışlaya giderler.
Devletten birer dönüm ağaçsız yer istemeliyiz. Yeni projemiz vardır. Önce bir oda yapıyoruz. Bunu 2000 YTL’ye mâl edebiliriz. Sonra iki odayı koyuyoruz. Sonra salon ve iki oda, sonra üç oda, sonra dört oda. Böylece zamanla mütevazi halk tipi villamız oluşuyor…
Bu kadar emek çektik, Adil Düzen Çalışanları nakden katıldılar, bu projeye ulaştık. Bu bilgi sermayedir. Artık ikinci hamleyi yapma zamanı gelmiştir sanırım. Bir odalıyı sattık, ikincisini de ortaklardan Ahmet Bey monte etti. Artık harekete geçme zamanıdır. Projeyi gönderiyorum…
Her şeyimiz var… Arsamız da var... Bir şeyimiz eksik; baygın halde hareket edemiyoruz!..
Allah’a dua edelim de Allah bize azim versin, heyecan versin. O’na tevekkül ederek ileri adımlarımızı atalım. Ben değil, siz atacaksınız. Market ve ahşap evi başaramadığınız takdirde, siz var değilsiniz demektir. Mazeretleri her zaman bulabilirsiniz. Bir Amerikan milyarderin bir kitabını okumuştum. Adı, “İhtiyar ‘eğer’in elli iki mazereti” idi. Talebelik yıllarımda eski bir kitapçıda görüp almıştım. Ben atın eğerinden bahsediyor sanmıştım. O ise eğer param olsa, eğer sağlığım olsa, eğer borcum olmasa gibi elli iki ‘eğer’ saymış. Bunlar artık ihtiyarladı, boş mazeretlerdir diye yazmış.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 311 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 141 İstanbul, 01 Temmuz 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
AB ANAYASASI VE AVRUPA
Avrupa Birliği’ni oluşturanlar son derece demokratik ve temkinli ilerlerken, birden Avrupa Anayasasını referanduma sunan iki ülke olan Fransa ve Hollanda birbiri peşisıra ‘hayır’ deyince, bir panik havası doğdu. Sanki Avrupa Birliği dağılacakmış gibi görenler vardır. Avrupa Birliği dağılmaz. Bunun sebepleri şunlardır:
a) Avrupa 2500 yıllık tarihi oluşum içinde gelişmiş ve kendi içinde uyumlu topluluk olmuştur. Bugün bu topluluk dünyanın uygar dünyasıdır. Kanlı savaşlar bile bu halkı birbirinden ayırmamıştır.
b) Avrupa kendi uygarlığını Hıristiyanlık üzerine kurmuştur. Ateist denemelerinin kendisine nelere mâl olduğunu görmektedir. Papalık ayaktadır. Bunlar arasında din birliği zaten vardır. Mezhep kavgaları ise dinlerden sonra ortaya çıkmıştır. Siyasidir.
c) Avrupa’da AB bünyesinde çeşitlilik içinde birlik mevcuttur. Oysa ABD tek seslidir. ABD elli kadar federe devletlerden oluşmakta ise de onlarda dışa karşı bir çeşitlilik görülmemektedir. Avrupa sermaye sömürüsünden kurtulmuştur. ABD ise hâlâ sömürü sermayesinin pençesinde inlemektedir.
d) Avrupa; Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Büyük Asya kıtalarının merkezindedir. Zaten Avrupa Amerika’nın keşfinden sonra gelişti. Çünkü dünyanın merkezine kaydı.
O halde bugünkü Avrupa için şunları söyleyebiliriz:
Avrupa adil Avrupa mı olacak, yoksa zalim Avrupa mı olacak? Avrupa kendi birliğine doğru erken mi kavuşacak, geç mi? Birliğe doğru ilerlerken diğer birliklerle, mesela Çin’le, mesela Hint’le, mesela Afrika ile, mesela Amerika ile savaşacak mı, yoksa anlaşarak mı ilerleyecektir? Rusya katılacak mı, katılmayacak mı?
Türkiye ne olacak?
AB’nin meçhulleri bunlardır. Buralar meçhuldür ama dünya birliklere doğru gidecektir. Avrupa Birliği de oluşacaktır.
*
İnsanlar kendilerini tanrı yerine koyar, kâinatı beğenmez, onu düzeltmeye çalışırlar. Örnek olarak derler ki;
Öyle bir dünya olsun ki orada hastalık olmasın… Öyle bir dünya olsun ki orada insanlar ölmesin, savaş olmasın, hep barış olsun… Karı koca kavga etmesin... Rüşvet olmasın, terör olmasın... Bolluk olsun çalışmadan yaşayalım...
Allah bunlar için halk oylaması yapsaydı, hangimiz bunlara hayır diyebilirdik. Oysa bugün müsbet ilimlerin gelişmesi ile biliyoruz ki, Kâinata hakim olan bir kanun vardır; geçicilik kanunu. Hiçbir şey ölümsüz değildir. Ölmesek bile sonunda Kâinat yıkılacak ve yine öleceğiz. Kendi varsayımları içinde her şey yerli yerindedir ve en iyidir. Ölümlü Kâinatta bundan iyisinin olamayacağı bilinmektedir.
Eğer Tevrat ve İncil insan aklıyla yazılsaydı birtakım ütopik hükümler içerirdi ve kimse onların arkasından gitmezdi. Hıristiyanlık Hıristiyanlara savaşmayı yasaklamış, ‘biri sağına vursa sen solunu da çevirip vurmasını iste’ demişti. Çünkü onun görevi insanlığa dini öğretmekti. Dinde zorlama olmayacaktı. Ama Hazreti İsa da ‘dünyada savaş kalkacaktır’ dememiştir.
Dünyanın en büyük zulmü Hıristiyanlara yapılmıştır. Sonra ondan daha büyüğü Hıristiyanlık adına yapıldı. Sonra Avrupa yüz sene savaşları gibi kanlı tarihini yazdı. Soykırımlar yetmemiş, I. ve II. Cihan Savaşları ile kendi aralarında kanlı hesaplaşma olmuştur.
Avrupa’nın dünyaya ne gibi hizmetleri olmuştur?
a) Mısır’dan sonra kuvvet medeniyetleri hep Avrupa’da doğmuştur. Grekoromen, Roma, Bizans ve bugünkü Avrupa uygarlıklarının yaşatıcısı ve geliştiricisi Avrupa olmuştur.
b) Denizaşırı ülkelere uygarlığı Avrupa götürmüştür. Kendi çıkarı için fetihler yapmış ama her tarafa Hıristiyanlık inanışını taşımıştır. İnsanlığı ilkel aşamadan devlet aşamasına ulaştırmıştır.
c) Avrupa teknolojiyi ilmileştirmiş ve insanlık tarihinde en üst sıçramaya sebep olmuştur.
d) Avrupa ateist anlayışıyla insanlığı müsbet ilme götürmüştür. İnsanlığa müsbet düşünceyi, İbrahimî düşünceyi öğretmiştir.
Herkes bilmektedir ve kimse inkar etmemektedir ki, Yunanlılara İbraniler hocalık yaptılar. Romalılar Hıristiyanlığı doğudan alarak dünyaya hükmettiler. Bugünkü Avrupa uygarlığı İslam uygarlığının öğretisi ile doğdu. Ancak bu uygarlıkları yaygınlaştıran ve kuvvet uygarlıklarına dönüştüren Avrupa olmuştur.
*
Avrupa şimdi yol ayrımındadır. Ya gerçek Hıristiyanlığa dönecek ve III. bin yıl uygarlığının oluşmasına ortak olacaktır. Ya da lâiklik sözleri içinde, ateizmin içinde ömrünü tamamlayacak, tarihin maddî bakımdan en güçlü ama mânâ bakımından mel’un uygarlığı olarak adını yazdıracaktır.
Avrupa’nın gelecek hak uygarlığında ortak olarak adını yazdırması için iki büyük devrime ihtiyacı vardır. Kilise artık Pavlus’un değil, Hz. İsa’nın kilisesine dönüşmelidir. Muharref olan İncil’in ve Tevrat’ın sözleri yenilenemez, ama yorumları Hz. İsa’nın İncil’ine uyacak şekilde yapılabilir. Bunun için kilisenin elinde iki büyük aracı vardır. Birincisi; kendilerinin de büyük katkıları olan müsbet ilme inanacaklar, müsbet ilme dayanarak kitaplarını açıklayacaklardır. İkinci araçları Kur’an’dır. Kur’an Allah’ın sözleridir, Kur’an onlara gerçek Tevrat’ı ve İncil’i öğretmektedir. Müsbet ilme inanmak demek aynı zamanda Kur’an’a inanmak demektir. Çünkü Kur’an’ın Allah sözü olduğu müsbet ilimle kanıtlanmıştır.
Avrupalı yöneticiler de lâikliği Hazreti İsa’nın anladığı gibi anlamalıdırlar. Kuvvetler arasındaki dengeyi kurmalıdırlar. Din de ilim, ekonomi ve yönetim gibi sosyal bir kurumdur. Din ne yapılması gerektiğini tesbit eder. İlim nasıl yapılması gerektiğini ortaya koyar. Ekonomi neyi kimin yapacağını düzenler. Yönetim de ürünlerin kime ait olacağını belirler, adil bölüşlümü sağlar. Bunlar devlet içinde eşit olarak yer alırlar. Herkes kendi yetkileri içinde görevini yapar. Hakemlerden oluşan yargı üstünlüğü ile yerinden ve çoklu yönetimlerle şeriat yani hukuk düzeni kurulur. İnsanlığı -ekseriyet kararları değil;- içtihat, icma, istişare ve hakemlerin kararları yönetir.
Avrupa imana gelmedikçe, Hazreti İsa’nın değil de Roma ajanlarının peşinde koştukça, hiçbir zaman III. bin yıl uygarlığına partner olamaz. Avrupalılar kendi anayasalarına ‘hayır’ diyor, yöneticiler kendilerine verilen ‘hayır’ı Türkiye’ye atarak üçkağıtçılık yapıyorlar. Bu anlayış onları helâke sürükler. III. bin yıl uygarlığına katılmak için önce dürüst olmak gerekir.
“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” Avrupa anayasası olabilir. Okur, anlar, geliştirir ve anlatırlarsa, o zaman o anayasaya Avrupa’da ‘evet’ çıkar. Tekrar, Almanya ve Avrupa’daki Adil Düzen Çalışanlarından ricam, bu anayasanın Almanca veya İngilizce’ye çevrilerek internette yayınlaması ve belli merkezlere maille gönderilmesidir.
Çalışmak bizden, başarı Allah’tandır…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92