Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 315
NİSÂ SÛRESİ 103-106.AYETLER TEFSİRİ
31.07.2005
1916 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   315

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi         29- 31 Temmuz 2005        Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     315. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 40

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

فَإِذَا قَضَيْتُمْ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا(103) وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَاءِ الْقَوْمِ إِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَ وَتَرْجُونَ مِنْ اللَّهِ مَا لَا يَرْجُونَ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(104)

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا(105)

وَاسْتَغْفِرْ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(106)

فَإِذَا قَضَيْتُمْ الصَّلَاةَ (Fa EıÜAv QaWaYTuMu elÖaLAvTa)  “Salâtı kaza ettiğinizde.”

Sefer ve havf namazlarını anlattıktan sonra, salâtı kaza ettiğinizde” “Fa” harfi ile genel bir hüküm koydu. O hüküm de namaz kaza edilirken zikri koymasıdır.

Salât” yani namaz insanların çalışma ve yaşama saatlerini düzenleyen bir müessesedir.

Bunlardan sadece vitir namazı tek başına kılınır. Onun dışında beş vakit cemaatle kılınır.

“Salatı ikame ediniz” denmektedir. Burada ise “Salât” denmektedir. Burada da kaza edenler çok ama kaza edilen bir tek namazdır. Çünkü “Salât/Namaz” toplanma demektir. Toplananlar çoktur, ama toplantı birdir.

Namazın rükünleri arasında emredilenlerden biri de zikirdir. Kuran; Kur’an, kitap, zikir ve furkan (hükümler) içerir. Namazda bunlardan yalnız kıraat ve zikir farzdır. Havf ve sefer namazları dahil her zaman namazda zikir şarttır.

Buradaki “Fa” fa-i takibiye değil, fa-i tammiyedir. Her namazda demektir. Cemaatle kıldığınız her namazda demek olur. Kıyas yoluyla münferiden kılınan namazları da içerir.

İzâ” mâziyi muzari kılar, dolayısıyla buradaki manâsı her namaz kıldığınızda, her namaz kılacağınız zaman manâsını içerir.

Kaza” kelimesi, bir hüküm kelimesinin karşılığı olarak kullanılır. Hüküm, karar vermektir.

“Kaza” kararın infazıdır, kararın yerine getirilmesidir. Hükmü hakemler verirler, kazayı ise bucak başkanı icra eder. Karşı çıkarsa zecri icra il başkanı tarafından yapılır. Kaza bir de eda manâsında kullanılır.

Kaza mükellefin kendi kendisine edasıdır. Karşı tarafın kabulüne bağlı değildir. Eda ise birisine eda edersiniz, o da onu almış olur. Borçların kazası değil de edası olur. Fıkıhçılar edaya vaktinde yapılan kazaya, kazaya da sonradan yapılan edaya demişlerdir. Bu ayırım Kur’an ıstılahına dayanmamaktadır.

İşte kelimeler zamanla manâlarını böyle değiştirirler. Kur’an Arapçası ile fıkıh Arapçası farklılaşır. Bunun içindir ki biz Kur’an’ı cahiliye Arapçasına dayanan Kur’an Arapçası ile anlamaya çalışacağız. Yoksa fıkıhçıların anladığı manâda anlarsak ‘geçmiş namazları kıldığınızda’ denmiş olur.

Kaza, vaktinde yapılan ibadetlerdir. Eda, bir nevi borç olduğu için sonradan yapılan ibadetlere denebilir. Mesela, annenin çocuğuna vaktinde süt vermesi eda değil kazadır. Vaktinde süt vermediği için süt verme borcu kalmıştır. Mecazen sonra verilmiş süte eda diyebiliriz. Fıkıhçılar tersini ıstılah yapmışlardır. Ama Kur’an’a hiçbir zaman ıstılahî manâ vermemişlerdir. “İslâm” kelimesi de böyle manâ değiştirmiştir. “İman” kelimesi de manâ değiştirmiştir. Oralarda Kur’an’ı değişmiş manâsıyla manâlandırmışlardır. Fıkıhçılardan çok sonra gelen âlimler böyle hatalara düşmüşlerdir. Kelimeleri mevzilerinden tahrip etmişlerdir.

فَاذْكُرُوا اللَّهَ (FaÜKuRUv elLAHa)  “Allah’ı zikrediniz.”

Allah’ı anınız” anlamına gelir. “Anmak” demek, O’ndan bahsetmek, O’nu anlatmak demektir. Sadece adını söylemek zikir değildir. “Allah, Allah, Allah…” demek zikir değildir, tesbihtir. Namazda tesbih de farzdır; hamd ile tesbih farzdır. Bakınız burada da tasavvuf ehli zikre tesbih demek suretiyle anlam değişikliğine gitmişlerdir. Ondan sonra artık Kur’an bambaşka manâlar almıştır.

Anlam değişikliklerinden kaçınmak için klasik Arapçayı öğrenmemiz, muharref Arapçadan sakınmamız gerekir. “Allah’ın indinde düzen barıştır.” âyetinde “din”i takva, İslâm’ı da Muhammedilik olarak anlayanlar vardır. Böylece takva Muhammediliktir şeklinde yorumlayarak bir nevi şirke düşmektedirler.

Şimdi namazda zikir farzdır, yani Kur’an’ı anlayarak okumak farzdır. Ne var ki müslimlerin çoğu Arapça bilmez, Arapça bilenler de Kur’an Arapçasını değil de günümüzün halk Arapçasını bilmektedirler.

O halde ne yapılacaktır? Ebu Hanife zamanında bu konu tartışılmıştır. İtminânın manâsı da bildiklerini okumaktır. Halbuki bu mümkün değildir. Çünkü cemaat hep aynı sûrenin manâsını bilmez. Ebu Hanife kıraate zikri takdim etmiştir. Arapça bilmeyen Farsça okusun, kendi dilinde okusun demiştir. Arkadaşları ise kıraati zikre tercih etmişler, Arapçasını bilen onu okusun demişlerdir. İttifakla Türkçenin de namazda bilmeyen tarafından okunacağına zahib olmuşlardır.

İşte bu âyette çok açık olarak namazda Arapça Kur’an okunacağı ama namaz kılındıktan sonra Allah’ın zikredileceği yani sözlerin Türkçe olarak anlatılacağı emredilmiştir. Selâm verildikten sonra sünnet kılınmayacak, tesbih ve dualar yapılmayacak, onun yerine Kur’an’ın manâsı üzerinde durulacaktır.

İşte siz zikre tesbih manâsını verirseniz, o zaman namazdan sonra insanları farzı ifa etmekten vazgeçirirsiniz. Çocukluğumda müslümanlar Kur’an’ı sadece ezbere okumayı ibadet kabul etmişlerdi. Mealli okumayı, hattâ açıklamayı günah bile saymışlardı. Uydurma hadislerle Kur’an üzerinde düşünmeyi topluluk dışlamıştı. Yarım asırlık mücadeleden sonra bugün sadece anlamsız Kur’an okuma artık nerede ise terk edilmektedir. Mealli Kur’an’lar o kadar revaç bulmuştur ki, mealsiz Kur’an’ların basılması azalmaya başlamıştır.

Bu arada metinsiz mealler denenmiş ama basılmamıştır. Hak olan mealli metinlerin basılmasıdır. Bugün artık bu revaç bulmuştur. Ama hâlâ -ben de dahil olmak üzere, biz- namazın arkasından meal okumayı ve açıklamaları dinlemeyi öğrenemedik, uygulayamadık. Bu sebepledir ki bizim namazlar salâttan ibaret oluyor.

Yenibosna’da bu farzın ihya edileceğini bekliyorum. Şöyle yapılacaktır. Derse başlamadan akşam veya ikindi namazı kılınacak ve derslere başlanacaktır. Akşam veya yatsı kılınarak derslere son verilecektir. Zikir iki namaz arasına alınacaktır. Artık Kur’an’ı uygulamak için okumaya başlayalım.

قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ (QıYAvMan Va QGUvDan Va GLa CuNuBiKuM) 

“Kıyamda, kuudda ve cenbler üzerinde”

Zikrin yapılacağı durumu göstermektedir. “Culusen” denmeyip “Kuuden” denmiş olması, kadenin secdeden sonra olacağını ifade eder. Çünkü “kade” yatarken kalkmadır. “Culus” ayakta iken oturmadır.

Kıyam” ve “Kuud” namazın rükünlerindendir. Oysa “Cunub/Cenb” namazda yoktur. Zaten burada namazdan önce yapılacak zikirden bahsetmektedir. Çünkü bundan sonra “Fa” harfi getirerek itminan olunca namazınızı kılın denmektedir. Ne var ki, diğerleri namaz içinde olduğu halde, cenb üzerinde olmak namaz içinde değildir. Bu kelime zikrin namaz dışında da yapılması gerektiğini göstermektedir.

Burada üç hâlin zikredilmesi, her zaman her yerde anlamına gelir. Yani, ne halde olursanız olun Allah’ı zikredin demek olur. Namazın dışındaki her yerde ve her işte Allah hatırınızda olmalıdır. ‘Ben bunu yapıyorum ama, bunda Allah’ın rızası var mı yok mu?’ sorusunu her zaman sormalı ve Allah ne derse onu yapmalısınız. Allah’tan başka her şeyi ve bütün putları beyninizden atmalısınız.

Bununla beraber “Cenb” kelimesini biz sadece sağ ve sol olarak anlamaktayız. Oysa “Cenb” yan demektir. Yemin, şimal, cenub ve emam da cenbdir. Dört cihet tarafınız cenbdir. “Cenb” dış demek yani bedenin dışında olan demektir. Böylece insan zikrederken sağa, sola, sırt üstü ve karın tarafına yatmış olabilir, ayakta olabilir, kıyas yoluyla sandalye, koltuk gibi yerlerde oturabilir. O halde namazda sandalyede oturup namaz kılmak caiz değildir. Ama bizim bugün yaptığımız gibi müzakere sırasında rahatlıkla istediğimiz gibi oturabiliriz. Mescitte de böyle yapabiliriz.

Demek ki mescitlerimizde ortada halı serilmiş olarak herkes orada oturacak veya ayakta durarak namaz kılacaktır. Konuşmalara katılacaktır. Bunun yanında çevrede yerde yastıklar dizilmiş olacak, isteyenler uzanarak yastıklara dayalı olarak müzakereleri dinleyebilecektir. Bunun dışında biz mescitler için şöyle bir şey öneriyoruz.

Öyle sıralar yapalım ki, kapanınca düz alan olsun, açıldığında birer koltuk olsun. Normal zamanlarda çekyatlarda otursunlar, namaz kılınacağı zaman çekyatları yatırsınlar, her yer mescit hâle gelsin. Koltukların yanları olmaz. Bitişik sıra olur. Her koltuk 1*2 m’lik yer işgal eder. Kaldırınca sıra olur. Yatırınca düz alan olur.

Demek ki bu âyet bize sandalye koltuk üzerinde zikretmeye izin vermektedir.

Arada “ev” geleceği yerde “ve” gelmiştir. “Ve”nin anlamı, hepsi birlikte yapılacaktır demektir. Bir anda hem ayakta hem de yatarak zikir yapılamayacağına göre; kimi böyle, kimi şöyle, kimi öyle yapılsın denmiş olur, zaman içinde bölüştürülür. “Ev” getirilseydi bütün cemaatin ya şöyle, ya da böyle yapması gerekirdi. Oysa burada “Ve” geldiği için cemaat hâlinde kimi ayakta, kimi oturarak, kimi de sandalye veya koltukta dinlesin denmektedir. Karışık cemaatin olması emredilmiş oluyor.

Kur’an okunurken cenazede cemaatin oturmaya zorlanması bidattir, yanlıştır. Cuma cemaati çok kalabalıksa, yerler çamur, hava yağmurlu olduğundan secde edilemiyorsa, kade yapılamıyorsa, hutbe ayakta dinlenebileceği gibi hattâ namazda da baş ile işaret ederek ayakta uyulup cemaat olunabilir. Cumayı terk etmek yerine bu şekilde uymak caizdir. Abdesti yetiştiremeyeceksen yine Cuma’ya teyemmümle uyarsınız, ama sonra dört rekat sünnet namazını zuhru ahir olarak kılarsınız. Bunu bu âyetin kıyam, kuud ve cenb üzerinde ifadelerinin “Va” harfi ile zikredilmesinden anlıyoruz. Kimi öyle, kimi böyle olabilir demektir.

فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ (Fa EıÜAv EıOMaENaNTuM)  “İtminan olduğunuzda.”

İnsan birçok günlük işleri yapmaktadır. Birden farz namaza durulduğunda insan namazda mutmain olmaz. Oysa cemaat namazından önce yapılan zikir sonunda insanlarda Allah’a secde etme arzusu uyanır. Ondan sonra namaz kılarlarsa, o zaman kılınan namaz gerçekten miraç olur; namaz mü’minin miracı olur.

“İtminan” ruhi olaydır. Tesbit etmemiz mümkün değildir. Onun için bize zahirî hareketler tarif edilmiştir. O da zikretmektir. Zikrin durumu nedir?

Namaz kadar müddet zikir müddetidir. Kur’an manâsı ile tefekkür edilecektir. Bunun vakitleri belirlenmiştir. Akşamın dışında her vakitte namaz kılınır. Ezan bitince Kur’an’ın anlamı verilmeye başlanır. Kimi namaz kılar, kimi de zikir esnasında namaz kılar. Sessiz okur. Namaz bitince kamet getirilir. Zikir de sona erdirilmiş olur. Sabah namazından önce iki rekat; öğle, ikindi ve yatsıdan önce dörder rekat sünnet kılınır. Bu sünnetlerin bütün rekatlarında zammı sûre okunur. Kur’an’daki sûreler “ayn”lara bölünmüştür. Buradaki ayn rüku demektir. Normal olarak her rekatta küçük sûrelerden biri okunur. Uzun sûrelerden ise iki ayn arasında olanlardan biri okunur. Her namazın iki rekatında zammı sûre okunur. Demek ki her namazda iki ayn okunmaktadır. Meali yani açıklaması ile birlikte dört rekat namaz kadar vakit zikre ayrılmaktadır. Bir ayn ortalama bir sahifedir. Demek ki her gün on sahife okunacak, iki ayda bir hatim yapılmış olacaktır.

İşte Kur’an’ı böylece zikri ile birlikte okumaya ve beş vakit namazı cemaatle kılmaya geçtiğimiz zaman “Kur’an cemaati” olmuş oluruz. O zaman biz Kur’an’a, dünya da bize tâbi olarak kurtulur.

Ben yapamayınca size nasıl söylüyorum diyeceksiniz. Bunun için ben şimdi sadece hep Kur’an’a ait ilimleri okuyorum ve yazıyorum. Ümit ederim ki acziyetimden dolayı Allah bu söylediklerim sebebiyle beni muaheze etmez. Yoksa ben yapamadım diye gizlemiş olurum, o daha da büyük vebal olur.

“İtminan”ın başka manâsı, toplandığınız zaman hemen namaza durmayın. Kimi girerken, kimi çıkarken, kimi daha abdestini tamamlamadan namaz kılmayın. Cemaatin toplanması için yeterli vakit geçsin demektir. İtminan, ruhun sükuneti veya cemaatin sükuneti, hareketliliğin sona ermesi demektir. Yani Hz. Peygamber’in ‘sünnet namaz var, sünnet namaz var, sünnet namaz var isteyene’ demesi bu âyete dayanmaktadır.

فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ  (Fa EaQIyMUv elWaLATa)  “Salâtı ikame ediniz.”

Buradaki “Fa” harfi takibiyedir. Namaz kılmaya mescide gidin. Orada Kur’an meali anlatılmaktadır. Oturup dinlemelisiniz. Orada sünnet namazına başlayamazsın. Sadece zikir yani anlatma başlamadan önce namaza başlayanlar bitirirler. Çünkü itminan olunca namaza başlanacaktır. Sen ise namazda olacaksın. Bu uzayıp gidemez, cemaat bekletilemez. Buna kıyas edilerek imam tekbir alınca cemaatin de tekbir alıp itminan olması için bekler. Ben yüzümü sema ve erdı fıtr edene çevirdim, ben müşrik değilim, ben kânıtlardanım diye dua ederek bekler, ondan sonra kıraate başlar.

Bu âyet açıkça zikrin namazdan önce olacağını ifade etmektedir. Şöyle ki, sabahleyin fecirden önce sabah ezanı okunur. Herkes kalkar, abdestini alır, vitrini kılar, kahvaltısını yapar. Mescide gelir. Orada sabah sohbeti devam etmektedir. Sabah ezanı okunur. Cemaatin gelmesi için bir taraftan iki rekat namaz kılınır, bir taraftan da zikre devam edilir. Kamet getirilir ve böylece sabah namazı kılınmış olur. Benzer şekilde ‘sohbet ve zikir’ öğle, ikindi ve yatsıda yapılır. Akşam namazında ilim yapanlar ikindi kıldıktan sonra ilim yapmaya başlarlar, akşama kadar zikir mahiyetinde devam ederler. İlim yapmayanlar burada zikre katılmakla mükellef değildirler. Akşam ezanı ile kamet bir arada yapılır ve namaz kılınır.

إِنَّ الصَّلَاةَ (EınNa elÖaLAvTa)  “Salât”

Salât/Namaz” Kur’an’da temel müessese olarak ortaya konmuştur. Kur’an ibadetleri birer eğitim müessesesi olarak vazetmiştir. İbadetlerde hem ortak eğitim yapılır, hem de ortaklığa ait işleri tedvir ederler.

a)  İbadetin temeli ‘okuma’dır. İşte namazdan evvel zikr emri burada böyle verilmiştir. Başka âyette de ‘yetlûne kitabellah’ denmiştir. Mü’minlere emredilen ana ibadet Kur’an’ın birlikte okunmasıdır.

b) İnsanın vakitlerini düzenleyen ‘namaz’ ikinci baş ibadettir. Birlikte çalışma ve yaşama onun sayesinde mümkün olmaktadır. Namaz bizim tüm hayatımızı içerir.

c)  Zekât’ da bizim mal varlığımızı düzenler. Zekât sayesinde altyapı yapılır, sosyal güvenlik sağlar, ortak işler yürütülür ve savunma gerçekleşir.

d) Oruç’ bizi kötü alışkanlıklara karşı eğiterek irade sahibi yapar. Vücudu da hastalıklara karşı dirençli hâle getirir.

e)  Hac’ tüm insanlığın ortak olarak yapacakları işlerin düzenlenmesini sağlar. İnsanlığın ortak namazı ve kararını içerir.

1)       Namaz ezanla başlar, kamet yapılır, tekbir alınır ve selâm verilerek biter.

2)       Namaza başlamadan önce dört şart vardır. Bunlardan biri giyimdir. İkincisi temizliktir. Üçüncüsü vakittir. Dördüncüsü yerdir. Yer olarak mescit varsa mescit seçilir, yoksa ezan okuyarak bulunduğun yer o vakit için mescit ilan edilir. Ezanı duyanlar oraya gelmek zorundadırlar.

3)       Toplantı yerinde kıble tarafına dönülmektedir. Saf olmak zorunluluğu vardır. Önde imam bulunur. Hareketlerde ona uyulmalıdır. İmam yoksa, kendi başına isen, kendi kendine imam olacak, başkası sana uyacaktır. Bir de bütün bunları namaz kılmak amacıyla yapacaksın. Kıble tayini de şarttır.

4)       Hareket olarak kıyam, rüku, secde ve kade vardır. Dört tanedir.

5)       Kıraat olarak da kıraat vardır, zikir vardır, tesbih vardır, bir de dua vardır.

6)       Bunun dışında huşu, kunut, zecr, niyet vardır. Böylece namaz tüm hayatımızı düzenler. Giyim ve temizlik tüm hayatımızı içine alır.

كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ (KavNaT GaLay eLMuEMINIyNa)  “Mü’minlere bulunmaktadır.”

İnsanların tek başlarına namaz kılmaları müslimler için caizdir. İbadetlerden Hac bütün insanlara farzdır. Oruç da bütün insanlara farzdır. “Kema Kütibe” denmektedir. Zekât da öyledir. “Hattâ Yuğtu’l-Cizyete” deniyor. Namaz da münferiden müslimlere farzdır. Ancak cemaatle kılma emri, beş vakit olarak cemaatle kılma emri mü’minler için verilmektedir. Mü’minler için cemaat zorunludur. Cemaatle namazı terk eden, cemaate gelmeyen mü’min sayılmaz. Oranın cemaatine katılmıyorsa, o zaman o aşireti veya o kabileyi terk etmelidir. Ayrıca illerde veya ülkede görevli olup nöbete gelmeyenler de o il veya ülkeden sürülürler.

Namaz kılmama müslimler için değil, mü’minler için irtidat kabul edilmiş ve Şafii katline, Ebu Hanife hapsine hükmetmiştir. Şöyle ifade edeyim. Aşirette mü’min olmak demek, beş vakit namaza devam edeceğini beyan etmek demektir. Yoksa bedel verip namaza gelmeyebilir. Bucakta mü’min olmak demek, Cuma namazlarına geleceğini taahhüt etmek demektir. Gelmediği zaman irtidat etmiş olur. O bucağı terk etmelidir.

Burada mü’minlere emrolunan başkalarına emrolunmayacaktır anlamına gelmez. Ama bu âyet mü’minlere hitap etmekte, nâsa hitap etmemektedir. Belki böylece Allah bizi müslim sınıfında görerek affeder.

Allah’ın emrettiği gibi beş vakti kılamayışımız nedeniyle dünya böyle haraptır ve biz de sıkıntıdayız.

Yenibosna’daki bir araya gelme arzumuzun sebebi bunu sağlamaktır.

Elbette sadece bir araya gelme yeterli değildir.

كِتَابًا مَوْقُوتًا(103) (KıTABan MaVQUvTan)  “Mevkut kitap bulunmaktadır.”

Kitab” derinin çift dikişle dikilmesidir. Yazılı kurallara “kitap” denmektedir.

Sadece yazı hattır, kitap değildir. Türkçede kullandığımız kitap karşılığı Arapçada suhuftur.

“Farz edilmiştir” demektir. Kural olarak kılmıştır.

Vakata, Yakıtu, Vaktan, Vakıt ve Mevkut. Vakata tavkıttır. Vakitli olarak farz kılınmıştır.

Vakata” kendisi vakit oldu demek olur. “Mevkut” ise vakitlendirilmiştir demektir.

Kur’an’da zaman kelimesi yoktur. “Hîn” var, “Vakit” var, “Dehr” var. Bunun dışında “Yevm” saat “An” da zaman için kullanılmaktadır. “Vakit” kelimesi günün belli saatlerini ifade etmektedir.

-Namaz nasıl tevkit edilmiştir?

Güneş doğmadan iki saat önce ezan okunur, herkes uyanır. Evinde üç rekatlık vitir namazını kendi kendine kılar. Bu namaz da farzdır. Ancak cemaatle farz değildir. Cemaatle kılınmaz. Diğer beş vakit namaz cemaatle farzdır. Sonra cemaat güneş doğmadan toplanmaya başlar. İkinci ezan okunur. İki rekat sünnetlik vakitten sonra, sabah namazı güneş doğmadan kılınır. Ergin erkekler altı saatlik sabah mesaisine giderler. Kadınlar meskenleri civarında isterlerse çalışırlar. Yaşlılar çocuklarla birlikte, hastalarla birlikte dayanışma içinde olurlar. Öğle vakti olunca işyerinde ezan okunur, dört rekatlık zamandan sonra öğle kılınır. Resmi mesai biter. Resmi mesai demek yine halkın serbest mesaisidir. Ama işyerine gelmek zorunluluğu vardır. Gelmeyenin elinden o işyeri alınır. Diğer taraftan meskenlerin bulunduğu mescitte de ezan okunur. Onlar da dört rekatlık vakit geçtikten sonra öğle namazını kılarlar. Herkes evlerinde toplanır. Üç saat istirahat edilir, uyunur. Saat 15’te herkes ikindi namazına gelirler. Bundan sonra akşama kadar herkes serbest iş yapar. Tek başlarına kendi işlerini yaparlar. Kadınlar ve yaşlılar, hattâ çocuklar gibi serbesttirler. İlim yapacaklar da ilim yaparlar. Akşam vaktinde ezan okunur, herkes mescide gelir ve akşam namazı kılındıktan sonra evlerine giderler. Akşam yemeği yendikten sonra yatsıya gelmeye başlarlar. Yatsıdan önce ortak sohbet yapılır. Saat 20’de ezan okunur, yatsı namazı kılınır ve herkes yatmaya gider. Böylece “namaz” bir günlük mesai ve yaşamanın düzenlenmesidir.

Burada dikkat edilirse insanın günü ikiye ayrılır. Yarısı evinde ailesiyle geçer. 6 saat uykuda, 2 saat sabah vaktinde, 3 saat öğle zamanında, 1 saat de akşamdan sonra. Diğer 12 saat ise birlikte topluluk içinde geçer. 6 saat sabah mesaisi, 3 saat akşam mesaisi veya ilim, 3 saat yatsı sohbeti. İnsan 6 saat mesai ile ailesiyle birlikte geçinebilir. Kalan altı saatini ister çalışır ve zekât verir, isterse ilim yapar ve onun zekâtını verir. Evinde de yarısı uyku ile, diğer yarısı da yemek ve ailede özel hayat ile geçer. Bu erkekler için böyledir. Kadınlar da sohbete katılmak zorundadırlar. Onlar da çalışıp zekat verirler, ilim yaparlar. Resmi işlerde çalışmak zorunda değildirler.

Burada bir hususa işaret etmek isteriz. Bu saatler yaz ve kışa göre uzar ve kısalır. Kışın yatsı sohbetleri uzun olur. Yazın da çalışma saatleri uzun olur. Gece-gündüz farkı anormal yerlerde veya hep gece ve hep gündüz olan yerlerde bu Mekke saati esas alınarak 24 saat ona göre düzenlenir.

Farz namazların rekat sayısı 20’dir. Bunun yarısı gece, yarısı gündüzdür. Gündüz namazları 2, 4, 4 şeklinde bölünmüştür. Seferde bunlar 10 rekata iner. (Akşam tam kılındığı için 11 rekat olur.) Sünnetler de 20 rekattır ve gündüzleri 10 rekat kılınır. Sabah sünneti gece kılınır. Sünnetler geceleri de 10 rekattır.

Günlük namazın dışında haftada bir gün öğle namazı Cuma Namazı iki rekat olarak kılınır. Cuma kılınmadan önce hutbe okunur ve haftalık tebliğ yapılır.

Münasebetleri bucak başkanı her gün yapar. Kendisi mesaiye gitmez. Bucak bütçesinden yaşar.

Yılda bir defa Ramazan Bayramı Namazını il başkanları il merkez bucağında kıldırır. Oraya katılmak farzdır. Katılamayanlar kendi bucaklarında kılarlar.

Yılda bir defa da devlet merkezinde Kurban Bayramı Namazı kılınır. Mü’minler, nöbetliler katılır.

Ayrıca her yıl tüm insanlara açık Hac vardır. Arafat’ta namaz olarak kılınmaktadır.

وَلَا تَهِنُوا (Va LAv TaHıNUv)  “Hevn etmeyiniz.”

Heyyin” gevşek demektir. Çektiğin zaman uzayan veya mum gibi sıktığın zaman istediğin şekli alan demektir. Türkçede kullanılan “bahane” kelimesi buradan gelir. Aslı “mehvene”dir. Tembelliğin özrüne denir. Bizde “mahane” derler. Batı Türkçesinde “bahane” derler. Yani, tembellik gösterip birtakım mazeretler ileri sürmeyin. Düşman olan kavmin sizi üzeceğinden çekinmeyin.

فِي ابْتِغَاءِ الْقَوْمِ (Fı iBTıĞAEı eLQaVMı)  “Kavmin ibtiğasından çekinmeyin.”

Burada “Kavm” kelimesi marife gelmiştir. Kur’an’ın bize bugün hitap ettiğini kabul edeceğiz.

Bu kavim ABD’dir. Çünkü ondan başka bir kavim bize bir şeyler dayatmamaktadır. ABD dayatmaktadır. Irak tezkere krizi bu dayatmanın mahsulü idi. Ona karşı direnme çok zor oldu, kıl payı kurtulduk. Yıllardır IMF dayatmaları vardır, Dünya Bankası dayatmaları vardır. Ayrıca AB’nin dayatmaları da vardır.

Beğy” kelimesi boğadan gelen kelimedir. Erkek öküz nasıl dişiye saldırırsa, azarsa; böyle başkasına saldırmaya “bağy” denir. “İbtiğa etmek” demek, teşebbüse geçmek, öneride bulunmak, isteklerde bulunmak demektir. Kavmin ibtiğası IMF’nin istekleridir, ABD’nin peşimizi bırakmadığı komşularımıza saldırtma isteğidir. Suriye ile görüşmeyeceksin! İran’la savaş içinde olacaksın! Yunanlılar ve Ermenilerle çatışman bitmeyecek! Iraklılara saldıracaksın!.. İstekler bitmiyor.

Tekrar ediyorum. “Kavm” kelimesi burada harfi tarifle gelmiştir. Türkiye için ABD dışında böyle mübteği başka kavim var mıdır? Öyleyse Türkiye için bu kavim ABD’dir ve ibtiğaları da bellidir.

إِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ (EıN TaKUvNUv TaELaMUvNa)  “Eğer siz eleme uğrayacaksanız.”

Elem” ayakkabı vurmasından doğan acıdır. Sıkıntı verir ama fazla bir zarar getirmez.

İşte IMF’nin dayatması da bu türdendir. Savaşacağım, size saldıracağım demiyor. Kredi vermeyeceğim, sizi AB’ye girişte desteklemeyeceğim, stratejik müttefikin olmayacağım gibi sözler…

Allah bize; ‘size sıkıntı veren olaylar olacaktır, ama siz bu sıkıntılara katlanmayı göze alınız’ diyor.

فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ (Fa EınNaHuM YaELaMUvNa)  “Onlar da elemlenirler.”

Size birtakım uygulamalar yapabilirler. Ama o uygulamalar size elem verdiği gibi onlara da elem verir, onları da sıkıntıya sokar. Bu Allah’ın bize bildirdiği en büyük müjdesidir.

Allah öyle düzen kurmuştur ki, saldıran karşı tarafa acı verir ama kendisi de onun acısını duyar. Bugün Irak’taki durum böyledir, Afganistan da böyledir. Yönetimler ABD’ye karşı direndiler. Eleme uğradılar ama onlar da rahat değildirler. Afganistan Sovyetler’i yıktı. Sonunda ABD’yi de yıkacaktır.

كَمَا تَأْلَمُونَ (KaMav TELaMUvNa)  “Siz nasıl elem çekersiniz onlar da onu çeker.”

Batı’da keşfedilmiş bir fizik kanunu vardır. Her etkiye karşı tepki vardır ve etki tepkiye eşittir. Etki-tepki kanunu hareket kanunlarının temelidir. Denge onunla oluşur. Bu kanun aynı zamanda sosyal kanundur. Ben rahatsız olmadan savaş kazanamazsınız. Size saldıran da sizin gibi rahatsız olacaktır.

Gerçi İsrail oğulları tarihte hep kavimleri savaştırmış ve onlar üzerinden geçinmek istemişlerdir. Ama dünyanın en büyük zulmünü İsrail oğulları çekmiştir, hâlâ da çekmektedirler. Filistin’de yalnız Filistinliler değil, İsrail oğulları da elem içinde değil midir?..

وَتَرْجُونَ مِنْ اللَّهِ  (Va TaRCUvNa MıNa elLAHı)  

“Oysa siz Allah’tan reca etmektesiniz, beklemektesiniz.”

Neyi beklemektesiniz? Bu dünyada Adil Düzeni ummaktasınız. Eğer Adil Düzeni uygularsanız onların bütün oyunları boşa gidecektir. Çünkü Adil Düzen Allah’ın düzenidir. Allah herkesten güçlüdür. Mutlaka Adil Düzen zalim düzene galip gelecektir. Onlar zalim düzen için saldıracaklardır, sizi üzeceklerdir.

1950’den beri bir güç halkın iradesine saldırmış, müdahaleler yapmış, yasaklar koymuş, insanlar hapislere atılmış. Durmadan zulüm yapılmıştı. Daha evvel de Müslümanlara zulüm yapılmıştır. Sonuç ne olmuş? Sonuçta Türkiye’de hem İslâmiyet hem de demokrasi galip gelmiştir. Her gün güçlenmiş ve güçlenmektedir. Menderes’i asanlar ne elde ettiler’ MNP’yi, MSP’yi ve diğerlerini kapatanlar ne elde ettiler?.. Bediüzzman’ın bedenine leş kargaları gibi saldıranlar ne elde ettiler?.. Hz. İsa’yı astık zannedenler ne elde ettiler?..

Demek ki, bir kavim azmışsa biz gevşememeliyiz. Başarı daima bizim olacaktır. Evet, üzülürüz, sıkıntı çekeriz, şehit veririz ama hedefimize doğru zaferle ilerleriz. Bu bizim bu dünyadaki beklediklerimizdir.

Bir de biz âhirete inanıyoruz. Malımızı ve canımızı Allah’a sattık, bunlar karşılığında O’ndan cennet istiyoruz. Oysa onlar ya cehennemi bekliyorlar yahut inanmadıkları için hiçbir şey beklemiyorlar. Onların dünyası da âhireti de hüsran olmuştur.

مَا لَا يَرْجُونَ (Mav Lav YaRCUvNa)  “Onların reca etmediklerini siz reca ediyorsunuz.”

Evet, onlar yaptıkları zulmü bilmektedirler. Ama günlerini gün etmektedirler. Bile bile saldırmaktadırlar. Kendilerini kandırmaktadırlar. Irak’ta, evet, elbette bir zalim vardı. Ama bu zalimi kim koymuştu? Kendileri. Belki yarım asırdır Irak kendilerinin atadığı sol zalimlerin elinde idi. Kendi halkına saldırmakla kalmadı, ayrıca İran ile de sekiz sene boğuştu. Sonunda kim galip geldi? İran kendi gücünü elde etti.

ABD İran’a düşmanlık yapıyor, İranlıları üzüyor, ama kendisi de rahat mıdır? Kendi elleriyle kendi kulelerini yıkmışlardır. Anka kuşu misali Usame bin Ladin sadece hedef şaşırtmadır. Belki böyle bir kişi yoktur.

Onlar bu dünyada zafer beklemiyor, âhirette de cennetleri yoktur.

O halde siz hiç olmazsa onlar kadar cesur olun. Bir gecede IMF’nin çökertme programlarını yıkın.

Adil Düzen Çalışanları!

Sizler de sakın ha korkudan herhangi bir taviz vermeyin. Biz herkesle iyi geçiniyoruz. Allah’ın emri olduğu için böyle yapıyoruz. Yoksa Allah emretse, bir saniye bile O’nun istediğini yapmakta tereddüt etmeyiz.

وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(104)  (Va KavNa elLAHU GaLıyMan XaKIyMan)  

“Allah alîm ve hakîm bulunmaktadır.”

Size “onlar da elem çekecekler” dediği zaman, bunu bilerek söylemektedir. Buna O hükmetmiştir, onu size bildirmektedir. Siz Allah’ın dediklerine bakın, O’nun şeriatını uygulayın. Zalimlerden korkmayız. Çünkü Allah mazlumlarla beraberdir. Zalimden korkan mazlum onun zulmünden kurtulamaz.

Burada “alîm” ve “hakîm” nekire gelmiştir. Zalimlerin zulüm ile abad olmayacağını yalnız Allah bilmiyor, âlimler de biliyor. Çok açık bir misal verelim. Vücuda giren mikroplar vücudu yok etmek için faaliyete geçerler, onu öldürmeye çalışırlar. Oysa insan öldü mü, o mikropların hepsi de birden ölürler. Çünkü onlar ancak canlı içinde yaşayabilirler. O bedeni çürüten başka mikroplar vardır. Onlar da yemlerini bitirince kendileri de ölürler. Oysa mü’minler onları yaşatırlar, kendileri de yaşarlar.

İşte zalimlerin durumu ilmen bilinmektedir. Zulmederler, sonra Hitler gibi kendileri intihar eder, bu arada yıllarca kendi kavimlerini ıstırap içinde yaşatırlar O halde bunları bilen yalnız Allah’tır, insanlardan âlim olanları da bunun böyle olduğunu bilir. Bunun için nekire gelmiştir. Hüküm de böyledir.

Tekrar ederek burada da yazalım:

Adil Düzen ile yani şeriat ile üç ayda işsizlik sorununu bitiririz. Altı ayda yargıyı bağımsız, tarafsız, saygın ve etkin hâle getiririz. Bir senede basının karşısında millî basını dikebiliriz. İki sene içinde de ş borçları sıfırlarız. Nasıl mı yaparız? Söyletiniz de anlatalım. Basın ve yayın organlarınız, okul ve üniversiteleriniz birer dilsiz, sağır ve kördürler. Parmaklarınızı kulaklarınıza tıkarsanız biz bir şey yapamayız.

إِنَّا (EınNAv)  “Biz”

Allah Kur’an’da kendisinden bahsederken “Ben” der, “Biz” der, “Allah” der, “Rahmân” der, “Rabbin” der, “Rabbiniz” der. Bunları ad olarak kullanır. Bunun dışında ismi fail ve sıfat olarak pek çok isim getirir. Mübteda, “İnne” ve benzerlerinin ismi fail olarak veya meful olarak, muzafun ileyh olarak kullanılması O’nun ismidir. Diğerleri sıfattır. Allah eğer bir şeyi meleklerle veya insanlarla yapıyorsa “Biz” der.

Burada “Biz” deyince zâtı olarak değil de, esbapla ve elçilerle inzal ettiğini söylemektedir.  

أَنزَلْنَا إِلَيْكَ (EaNZaLNAv EiLaYKa)  “Sana inzal ettik. Sana yerleştirdik.”

Arapça ile Türkçe arasında yapı bakımından fark vardır. Türkçede isimlerin başına harfler gelmez. Sonuna ekler gelir, onlar da dört beş tanedir. Halbuki Arapçada ismi fiile bağlayan harfler vardır. O sayede bir kelime Türkçede birkaç manâyla tercüme edilme durumunda olur.

“Enzele Min” derseniz, Türkçede indirdi diye tercüme edersiniz. “Enzele İlâ” derseniz, kondurmak anlamına, yerleştirmek anlamına gelir. Sana bildirdi demektir. Kitab olarak gelmişse, söz olarak gelmişse “inzâl” denmektedir. Manâ olarak gelmişse ona “vahiy” denmektedir. Bir kitabı birine ulaştırma ona inzâl anlamındadır.

Bundan şunu anlatmak istiyorum ki; “sana Kur’an’ı inzâl ettik, sana ulaştırdık” demektir.

Kur’an bize nâzil olmuştur. Hz. Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla ulaştırdı.

Bize de kurralar, fakihler ve müfessirler aracılığıyla ulaştırdı.

Buradaki “sana” bütün mü’minleredir. Namaz müminlere mevkuten farz kılınmıştır. Kitab da böylece mü’minlere inzâl olunmuştur. Namaz mevkuten onun için farz oldu ki bu kitab sana inzâl olmuş olsun.

Namaza niçin devam etmekle mükellefiz? Çünkü Allah’tan bize mektuplar gelmektedir. Arapçadır. Onu anlayalım diye oraya gidiyoruz. Babanız size bir mektup gönderse, siz onu açıp okumazsanız, dilini bilmiyorsanız, tercüme ettirmezseniz, yazdıkları üzerinde düşünmezseniz ne kadar saygısızlık etmiş olursunuz.

Allah’ın mektupları geliyor, oysa biz onları öğrenmek için namaza gitmiyoruz!

İşte bizim sorumluluğumuz burada başlıyor. Ayrıca sadece erkekler değil, kadınlar da devam edecekler, çünkü onlar devam etmezlerse çocuklar devam etmezler. Sonunda Kur’an’dan koparlar ve ondan sonra da başka hidayet bulamazlar.

İşte “Adil Düzen apartmanı”, “Adil Düzen sitesi” diye ortaya attığımız “Akevler felsefesi” budur.

Bediüzzaman ‘imanı kurtarmamız gerekiyor’ demiştir. Risale-i nurlar imanın kurtulması yolunu açtı ama başarmış durumda değildir. Ama imkanlara sahip olan teşkilat, aslî yapısını tamamen yitirerek genişliyor. Eski samimi insanlar da kenara itilmektedir. Fethullah Gülen gittikten sonra o teşkilat Hıristiyanlık gibi müşriklerin elinde kalabilir. Bunun tek kurtuluş yolu vardır. İlmî çalışmalara ailece devam edilmelidir.

Bizler Reşat Erol ve Hasan Özket ailelerinde bunun semeresini görmekteyiz...

Bu ailelerin sayısını çoğaltmalıyız...

الْكِتَابَ (eLKıTABe)  “Kitap”

Kitab” harfi tarifle gelmiştir. Bu kitap Kur’an’dır. Kur’an hepimize ayrı ayrı inzâl olmaktadır. Biz onda içtihat yapacağız ve içtihadımızla amel edeceğiz.

Kitab” kelimesini yukarıdaki “Kitaben Mevkuta”da olduğu gibi düşünmemelisiniz. Kitab sadece yazı değil, içindeki bütün hükümleri ile kitabdır. O bize onunla amel edelim diye inzâl olunmuştur.

بِالْحَقِّ (Bı eLXaqQı)  “Hak ile.”

İnsanda dört meleke vardır. Hisler sû’ ile hüsnü, fikirler kizb ile sıdkı, irade zarar ile nef’i, ünsiyet zulm ile adli birbirinden ayırır. Sû’, kizb, zarar ve zulm bâtıldır; hüsn, sıdk, nef’ ve adl Haktır.

Yani; bu Kitab bizlere neleri öğretmektedir?

a)       İyiyi kötüden nasıl ayıracağız?

b)       Doğruyu yanlıştan nasıl ayıracağız?

c)       Yararlıyı zararlıdan nasıl ayırt edeceğiz?

d)       Adaleti zulümden nasıl ayıracağız? 

İşte bu Kitab bunu bize öğretmekte ve yaptırmaktadır. İnananlar yapmaktadırlar.

لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ (Li TaXKüMa BaYNa elNAvSı)  “Nâs arasında hükmetmen için.”

Kur’an müminlere nâzil olmuştur. Ancak görevleri tüm insanlar arasında hüküm vermek için. Tamamen tarafsız olarak hak ne ise onu beyan edeceksiniz. Vazifeniz burada biter. Hakemlerin görevi de burada biter.

Hakemler sadece kararlarını bildirirler, ondan sonra onun uygulanıp uygulanmamasına onlar karışmazlar. İcra hüküm değil kazadır. Kaza hakemlere değil, yöneticilere aittir. Kur’an işte böyle yasadır. Onun mü’minleri veya onlar Kur’an’a dayanarak adil hükümlerini verirler. Ama hükümlerin icrası taraflara kalmıştır. Onlar uyarlar veya uymazlar. Uymayanlar arasında savaş olur. O hususta da mü’minler görüşlerini beyan ederler. Savaşa katılmaları ise farz değildir. Ama beyan etmek farzdır.

Bizim mutlaka dergi çıkarmamız ve orada hak ne ise onu beyan etmiş olmamız gerekir. Hakka uymak isteyenler ondan sonradır ki hakkı veya bâtılı tercih edebilirler. Şimdi ise herkes kendisini haklı zannediyor. Ona haklı veya haksız olduğunu gösteren bir merci yoktur.

Bu görev mü’minlere düşen görevdir. Bize farz olan tebliğdir. Ondan sonrası bizi ilgilendirmez.

بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ  (Bı Mav EaRAyKa elLAHu)  “Allah sana neyi irae etmişse.”

Kitap Allah tarafından gönderilmiştir. Ancak kitabı anlamak ise içtihat ve icma ile olur.

“Allah” burada sana ne söylemişse, ne bildirmişse demiyor, “sana neyi göstermişse” diyor. Yani, içtihadınla neyi anlıyorsan onunla hükmet diyor. İçtihat ile sabit olanlar Allah’ın iraesiyle sabit olmuştur. O halde içtihatta hata olmaz. Öyle olsaydı vahiy olurdu. İçtihatta hata olur. Çünkü alıcı parazitli almış olur. Ama Allah onunla amel etmeyi emretmiştir. Çünkü hata O’nun izniyle olmuştur.

Kur’an baştan sonuna kadar hep birbirini teyid eden hükümleri içerir. “İçtihat yoktur!” diyenlere sadece bu âyet yeterli cevabı verir. “Erake” demiş olsa yeterlidir.

وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ (Va Lav TaKUN Lı elPAvEıNIyNa)  “Hainlerin yanında olma.”

Hainler tarafını tutma. Burada “hıyanet” kelimesi getirilmiştir. “Hıyanet” emanete hıyanet olarak, başkası size güvenmiş, malını emanet etmiş, siz o malı onun izni olmaksızın kendi lehinize kullanmışsınız. Buna “ihanet” denmektedir. Bir de kişiye ihanet etmektir. Birisine dost olur, onun arkadaşı olduğunu, ortağı olduğunu bildirdiğin halde; onun aleyhinde çalışmak, o da ihanettir. Bir devlet içinde yaşayıp da o devletin kötülüğüne çalışmak ihanettir. Münafıklıkta sadakatsizlik vardır. Her zaman ihanet olmayabilir.

Bazı hayvanlar vardır. Beslendikleri halde bir türlü kendilerini toparlayıp süt vermezler. Yumurtlamayan tavuk hain tavuktur. Beslendiği zaman etlenmeyen hayvan da hain hayvandır.

Hun olmak” demek, zayıflamak demektir. Hakemlere iki sebeple gidilir. Ya kimin haklı olduğu bilinmez, onu öğrenmek için gideriz. Öğrendikten sonra da artık haksız taraf asla ona talip olmaz, hakemlere de kendisinin haram yemekten kurtardıkları için dua eder.

Hain olan” ise; hakkı olduğu için değil, onu alabileceğini ümit ettiği için bile bile haram yemek için dava edendir. Bir avukat eğer haksız olduğunu bildiği halde onu savunursa, hainin tarafını tutmuş olur. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te avukatlık yoktur, hakemlik vardır. Aradaki fark, hakem sadece hakemi olduğu kimsenin haklı olduğunu bildiği tarafı savunur. Karşı tarafın hakkını teslim eder. Haklı olmadığı hususları da savunmaz. Gerçi o birinin hakemidir, ama onun haksız taraflarını değil, haklı tarafını savunur.

Burada hakemin görevi kendisini hakem yapan kimsenin -ki Kur’an buna ‘ehli’ demektedir-, ehlinin haklarını ortaya çıkarmaktır. Karşı tarafın haklarını ortaya çıkarmak değildir. Ama ortaya çıkan haklarını teslim etmekle yükümlüdür.

Avukat da müvekkilinin haklarını ortaya çıkarmakla yükümlüdür ama, müvekkilinin haksız olduğunu bilse bile müvekkilinin izni olmazsa teslim edemez. Avukat sadece cidal yapar. Yani, karşı tarafı alt etmek için ne gerekiyorsa onu yapar. Bu İslâmiyet’te yoktur. Sonra avukatın ücreti müvekkil tarafından ödenmektedir. Oysa devletin vergi almasının sebebi adaleti tesistir. Parası olanı savunmak nasıl bir adalet olacaktır?!

Hakemlik ile avukatlık arasında başka bir fark da; hakemi azledemezsin ama avukatı azledersin.

-Peki, İslâmiyet’te vekâlet yok mudur?

İslâmiyet’te imtiyazlı vekâlet sistemi yoktur. Kişi istediğini kendisine vekil yapabilir. Ama istediğinizi mahkemede bugün vekil yapamazsınız. Hakemlik vekâlet değildir. Hakemlik bir tür biattır, hattâ ondan da ileridir. Biatta bucağından ayrılmakla mükellefiyetin sona erer. Hakemlik ise geri dönülmez bir tâbi olmadır.

خَصِيمًا(105) (PaÖIyMan)  “Hasım olma.”

“Kısım” bölünenlerden her biridir. Bir makinenin parçası da kısımdır. Ses değişimi ile “Hasım” davalı ve davacıdan biridir. Duruşmada taraf olan hasımdır. Taraf tutan hasımdır. Bir parti tutan diğer partilere hasımdır. Avukat da müvekkili için hasımdır. “Hasım” kelimesi sıfatı müşebbehedir. Hem vekili hem de müvekkili ifade eder. Lehine hasım olma demek, avukatı olmak demektir. Aleyhine hasım olmak demek karşı tarafın avukatı olmak demektir. Yani, bir kimse eğer bile bile hak yemek istiyorsa onun avukatı olma, onun hakemi olma demektir. Bundan dolayıdır ki, ilçede bulunan 5 ile 20 arasındaki hakemlerden hiçbirisi onun hakemliğini kabul etmiyorsa o dava ikame edemez. O ilçeyi terk etmek, başka ilçeye hicret etmek ve o ilçedeki hakemlerden birinin hakemliğini kabul etmesi gerekir. Aynı ilde iseler baş hakem ilden, değilseler baş hakem ülkeden, değilseler baş hakem insanlıktan seçilir.

Yine burada da hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekir ki; hakemler sadece karar verirler. Uygulama mahkemenin işi değildir. Uygulama velayetin işidir, dayanışma ortaklarının işidir, yönetimin işidir.

Görülüyor ki, işe misafir ve havf namazlarından başladı, sonra gevşemeyin dedi, sonunda hakemlikte sonuca vardı. Bununla bize anlattığı şey, toplantılar yani kamu adalet içindir. Mülkün esası adalettir. ‘Mülk’ burada devlet demektir. Milk değil, maddî varlık değildir. ‘Esas’ temel demektir. Devlet adalet üzerine kurulur.

وَاسْتَغْفِرْ اللَّهَ (Va ıSTaĞFıRı elLAHe)  “Allah’tan istiğfar et.”

Topluluktan mağfiret iste. Haksızlığın örtülmesini iste.

Hakemlik yaptığında eğer hakemliğinde hata ettiğin ortaya çıkarsa, geri dönemezsin. Çünkü hakem kararları kesin kararlardan olup kabili rücu değildir. Bu hatasını hakem beyan edecektir. Yahut başka hakemlerin kararı ile hatalı olduğu ortaya çıkarsa karar bozulmaz, o karar infaz edilir, ama haksızlığı devlet giderir, kamu giderir. Hakeme hakemlik ehliyeti veren dayanışma ortaklığı tazmin eder.

Fıkıhçıların uyguladıkları, sünnetle sabit olan bu husus bu âyetle teyit edilmektedir.

Biz makul olduğu için “Adil Düzen Anayasası”na almış bulunuyoruz. Ama görülüyor ki burada âyet teyit etmektedir. “Adil Düzen Anayasası”nda hakemin itirafı yer almamıştır. Oysa fıkıhta çokça geçmektedir. Bu takdirde de dayanışma ortaklığı tazmin eder. Hakkı ikrar ettiği için de sorumlu tutulamaz.

إِنَّ اللَّهَ (EınNa EalLAHa)  “Allah”

Üç boyutlu, dört boyutlu, beş boyutlu mekân içinde bâtın ve zâhir boyutta varlıklar vardır. Bunlar cüzlerdir. Bunlara âlem diyoruz. Âlemin içinde melek, cin, ruh ve insan da yer alır. Bütün bunların dışında bütün bunlardan, hakiki zaman ve mekandan, tagayyürden münezzeh ezel ve ebed varlık vardır ki, buna “Allah” denir.

Allah” insanlara âlem ile tezahür eder. O’nun yeryüzündeki halifesi, görüntüsü insandır. Devlet görevlisi devlet için ne ise; aynı şekilde insan Allah’ın görevlisidir. Devlet ise Allah’ın kendisini temsil eder.

Kur’an “Allah” kelimesini böylece iki manâ ile yorumlar. Mutlak bir olan hâlik “Allah” ile O’nun yeryüzündeki halifesi kamu. İnsanlık, ülke, il ve bucak. “Allah”ın yanında başka fail olmadığı için O’na izafe edilen masdar ve sıfatlar marife olarak gelir. Ama eğer halifesi olan kamu da kastediliyorsa nekire olarak gelir. Burada “gafûr” ve “rahîm” nekire gelmiştir. O halde burada kastedilen Allah’ın halifesi olan kamudur.

كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(106) (KAvNa ĞaFUvRan RaXIyMan)  “Gafûrdur. Rahîmdir.”

Devletin, kamu görevlilerinin ve genel hizmetlilerin yaptıkları hataları onarması devletin, kamunun görevidir. Dolayısıyla bir doktor doktorluk yaparken kazaya sebebiyet vermişse, dayanışma ortaklığı onu tazmin eder. Hakem veya şahit hata yaparsa onu da kamu tazmin eder. Sadece gafûr değildir, aynı zamanda rahîmdir.

Haksız kararla kazanılan bir dava sonra iptal edilemez. Karar kesindir, uygulanır. Haksızlık olmuşsa onu kamu giderir. Haksız iktisap edenden geri almamakla rahmet etmiş olur.

Kur’an’da hep birbirine benzer kelimeler geçer. Sanırsınız ki hep aynı şeyin tekrarıdır. Oysa kullanıldığı yere göre başka başka manâ ifade eder. Şimdiye kadar buna benzer ifadeler çok geçti ama yargı kararlarının kesinliği anlamını ancak burada ve şimdi anladık. Verdiğimiz manâ dil kurallarına uygundur. Kur’an’ın ıstılahlarına uygundur. İcma ve sünnete uygundur. İçtihadımızdan mutmain olabiliyoruz. Allah’a hamd olsun. Bunlar usulümüzün doğruluğuna şehadet eder.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 315 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 145 İstanbul, 29 Temmuz 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

İŞSİZLİK VE MALZEME ‘DEMİR SENEDİ’

Geçen yazımızda Türkiye’deki işsizliği üç ay içinde çözebileceğimizi söylemiş, bunu ‘imar senedi’ ile yapacağımızı belirtmiştik. Bütün taşınmazlar komisyoncular tarafından ‘imar senedi’ ile alınıp satılır. İşçiler müteahhidin yanında çalışırlar, imar senedi olarak bedelini kooperatif verir. Bu senet de kasada YTL ile değiştirilir. Dolayısıyla herkes iş bulmuş olur demiştik.

Yine orada şöyle bir madde koymuştuk. Müteahhide demiştik ki; işçi bul ve çalıştır, işçinin parasını biz ödeyelim, malzeme satın al onun parasını da biz ödeyelim.

İşte malzemenin bulunması için onun da kredilenmesi gerekir.

İstanbul’da bir ‘kooperatif’ kuruluyor. Bu kooperatifi inşaat malzemesi alıp satanlar kuruyor. Kooperatif üyelerine ‘Demir Senedi’ kredi olarak veriliyor. İnşaat tüccarı üreticilere ‘Demir Senedi’ vererek inşaat malzemesini alıyor. Pazarlık serbesttir. Sadece 12’lik inşaat demiri pazarlıkla alınır, daha az senet verilir. Satılırken ise pazarlıksız satılır. Bire bir verilir. İnşaat malzemesinin resmî fiyatları vardır. Bu fiyatları kooperatifin bilgisayarı stoklara göre hesaplar.

İnşaat malzemesi satan depolara ‘Demir Senedi’ kredi olarak verilir. Ondan istediğimiz şudur. Ya mağazanda resmî fiyatlarla inşaat malzemen olacaktır, ya da verdiğimiz demir senetleri kasanda bulunacaktır. Böylece mağazaya giren malzeme kadar ‘Demir Senedi’ piyasaya çıkmış olur. Mal paraya eşit olacağı için enflasyon olmaz. ‘Demir Senedi’ faizsiz kredi olarak mağazalara verilir. Üreticiden mal alınır. Satılmadıkça kredi alandan bir şey istenmez. Bunun memlekete bir zararı yoktur, sadece yararı vardır. Ucuzlama olmaz, çünkü ne kadar mal varsa o kadar para vardır. Pahalılaşma olmaz, çünkü ne kadar para varsa o kadar mal vardır. Pazar sorunu olmaz, çünkü üretim oldu mu onun karşılığı para basılıp tüccara verilemektedir. O da üreticiden almamaktadır.

‘İmar Senedi’nden farklı olarak bu senedin şu yararları vardır.

a)       İnşaat tapabilmemiz için inşaat malzemesi stoklarının olması gerekir. Bu stoklar ancak ‘Demir Senedi’ ile sağlanmaktadır. Kooperatif inşaat malzemesi bedelini ödemekte herhangi bir sıkıntı çekmez. Malzeme kooperatifi ile kuracağı kredileşme ilkesiyle sıkıntısız işçi parasının yanında malzeme parasını da rahatlıkla öder. Başka bir deyişle, ‘Demir Senedi’ ile ‘Toprak Senedi’ arasında bu kur sağlanır.

b)      Toprak ihraç edilememektedir. Oysa inşaat malzemesi ihraç edilmektedir. Dolayısıyla eğer dışarıda fiyatlar fazla ise inşaat işçisi inşaatı bırakır, malzeme üretimine geçer. Yok dışarıda malzemenin bedeli düşükse, o zaman da inşaata kayar. Böylece duruma göre işçi en fazla kazanç getiren yerde her zaman iş bulmuş olur.

c)       ‘Demir Senedi’nin başka bir yararı da, malzeme ithalat ve ihracatında rolünü oynar. Fayans bizde pahalı ise, tuğla ucuzsa yani az emekle mâl ediyorsak, tuğla satar fayans alırız. İhracat tüccarına demir senedini kredi olarak veririz. Mağazalardan malzemeyi alır, dışarıya satar, elde ettiği dövizle inşaat malzemesi veya tüketim mallarını satın alıp getirir. Böylece ticari kazançtan ülke yararlandığı gibi inşaat malzemesinde çalışan işçinin elime yeter derecede nakit geçmiş olur.

d)      Üretilen mal işyerinde ortak ambara konur. Satılıncaya kadar stokta durur. Mal alınıp satılarak indirme bindirme yapılmaz. Malzeme senedi veya makbuzu ile en sonunda tüketim yerine ulaştırılır.

Burada işsizliğe çare bulunması, üretilen malın pazar derdi olmamasıdır. Onu satın alacak güç tüccara sağlandığı için kimse işsiz kalmamaktadır. Herkes ürettiği her malzemeyi mutlaka satmaktadır. Tüccar faiz ödemediği için stok onun maliyetini artırmamaktadır. Mal satılınca para istenmediği için de herhangi bir ödeme sıkıntısını çekmemektedir. İşte ‘faizsiz sistem’ böylece üç ay içinde işsizliği sona erdirmektedir.

-Bunu kim yapacaktır?

-İstanbul’da kurulan inşaat malzemesi alıp satanların kooperatifi yapacaktır. Bu kooperatif bir anonim şirket kurarak ‘Demir Senedi’ çıkaracaktır. Önce mesela bir mal üzerinden uygulama yapacaktır. Sonra fayans, sonra demir olmak üzere kooperatif gittikçe malları kredi kapsamına alacaktır. İnşaat malzemesi alıp satan tüccarlar sermayelerini artık sınırsız büyütmüş olacaklardır.

Belediyenin veya devletin burada yapacağı iş, bunlarla ilgili özel kanun çıkarmak ve bunlarla faizsiz kredileşme anlaşması yapmak için bankalara imkân vermektir.

Halk bunu devlet desteği olmadan, hattâ onunla mücadele ederek de yapabilir. Ama belediye veya devletin desteği olursa, devletten bir kuruş para çıkmadan bunu çok kısa zamanda faal hâle getirebilir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 315 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 145 İstanbul, 29 Temmuz 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

‘M. MELİK ÖZMEN KIRKINDA!..’

1950’lerde müslümanlar en karanlık günlerini yaşıyordu. İslâmî devleti temsil eden saltanat ve hilafet kaldırılmış, tekkeler ve zaviyeler yasaklanmış, medreseler kapatılmış, yazı değiştirilmiş, Cuma Pazar’a çevrilmiş, takvim miladileştirilmiş, zorla şapka örttürülmüş, çarşaf ve peçe yasaklanmış ama kıyafetin açılması için baskılar yapılmış; hâsılı, halkın din olarak kabul ettiği şeyler ortadan kaldırılmıştı…

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi; üstüne üstlük halkın kurtarıcı olarak seçtiği Demokrat Parti dinsizliğin ötesine geçerek Mustafa Kemal’i tanrılaştırmış, inkılâpları değişmez ilkeler olarak yasallaştırmıştı. Oysa, Mustafa Kemal’in tanrılaştırılması, bizzat Mustafa Kemal’in ilkesi olan müsbet ilme aykırı idi. İnkılâpların dondurulması ise bizzat Mustafa Kemal’in ilkesi olan inkılâpçılığa aykırı idi. Demokrat Parti bir taraftan Cumhuriyet’in tüm ilkelerini yıkarken, putperestlik ile kendisini gizleyebiliyordu…

1960’lardan sonra İzmir’de ‘Akevler’ faaliyeti başlamıştır... Akevler’in de katıldığı Nur risaleleri çalışmaları gelişti, Millî Görüş gelişti... 2000’lere gelindiğinde anayasa ekseriyetiyle İslâmî görüş iktidar oldu…

Ne var ki Türkiye’deki lâikler lâikliği İslâm düşmanlığı olarak anlıyor, Batı’yı kopya etmeye çalışıyorlardı ve yüz sene önceki düşüncelerin peşinde koşuluyordu. Oysa orada çok şeyler değişmiş, İslâmiyet’e doğru gelinmişti. Müslümanlar da bin sene önceki İslâmiyet’in içtihatlarını anlamadan ezberliyorlardı. Lâiklik ile İslâmiyet her iki taraf için bağdaşmaz iki kavramdı. İşte ‘Adil Düzen’ bu iki kavramı uzlaştıran bir çalışmadır. Lâikliği fıkha göre değil, usûlü fıkıh kuralları içinde Kur’an’a göre tanımladı ve o tanımı ile lâikliği benimsedi. Laiklik; dinde zorlama olmayacak, kamu yönetiminde dinde ayırımcılık olmayacak, yani devlet adil olacak ve bütün dinlere eşit yakınlıkta bulunacaktır.

İşte ‘Adil Düzen’in bu lâiklik tanımı her iki tarafı çok rahatsız etti. Bu tanım Fethullah Gülen tarafından savunuldu, dinler arası diyalog felsefesi ortaya atıldı. Bu tanım Necmettin Erbakan tarafından savunuldu. ‘Adil Düzen’ Erbakan’ın ağzından bütün dünyayı sarstı, ülkede en büyük parti hâline geldi. F. Gülen ‘Adil Düzen’ kelimesini kullanmadı ama çalışmaları ile Adil Düzeni fiilen ortaya koydu. İlkeleri Akevlerce tesbit edilen ‘Adil Düzen’ ağza alınmaz oldu ve Akevler’e de cephe alındı. Hem Nurcular, hem Millî Görüşçüler uzak durmayı yeğlediler.

Allah’ın bize emrettiği tebliğdir, anlatmadır. Tebliğ, karşı tarafın kötülüklerini ortaya koyma değildir; eksiklikleri ve yanlışlıkları ortaya koyduktan sonra çözüm yollarını göstermektir. ‘Sen iktidardan in, ben çıkayım’ değil de, ‘sen bunu yaparsan doğru olur sanırım’ demektir. Mü’minlerin görevi sadece söylemektir. Mü’minlerin bir diğer görevi de herkese kulak verip içtihat yaparak uymadır.

Akevler’in sesi 28 Şubat’tan sonra kısılmıştır. Bu arada ‘Adil Düzen’i bizim ulaşamadığımız yerlere ulaştırma hizmeti M. Melik Özmen tarafından yürütülmüştür. Bizim yükümüzü kısmen de olsa hafiflettiği için onu rahmetle anıyoruz. Cihad edenlerin diğer günahları temelden silineceği için de beraber cennette olacağımızı ümit ediyorum.

M. Melik Özmen, Millî Görüş ekolüne katılarak ‘Adil Düzen’i öğrenmeye çalışmış, hattâ bu faaliyetinden dolayı eski eşinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Ben Kırgızistan’dan döndükten sonra özel Adil Düzen derslerine devam etmiştir. Daha o zaman, hiçbir sıfatı ve şöhreti yokken, bakanlara varıncaya kadar her yakaladığı yerde ve fırsatta Adil Düzeni anlatmaya çalışmıştır. Son seçimden önceki seçimde, 1999 yılında Adil Düzen adına Bağımsız İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmuştur. “Adil Düzende Belediyecilik” diye bir kitap bastırmış ve seçim kampanyasını onunla yürütmüştür. Bizim 1969’daki bağımsız milletvekilliği adaylığımızı o otuz yıl sonra belediyecilikte denemiştir. Bu yol izlenmelidir. Adil Düzenciler tüm belediye ve yerel meclis üyeliklerine bağımsız adaylıklarını koymalı ve seçim dönemlerinde tebliğlerini öyle yapmalıdırlar. Seçilmek için değil, tebliğ için. Reşat Erol’un ve Kemalpaşa Belediye Başkanı’nın denemesi göstermiştir ki, parti içinde adaylık koymak tebliğe imkan vermiyor.

Bu arada hiç beklenmedik bir şey oldu. Belki hiç gitmediği memleketinden kendisine milletvekilliği adaylığı teklifi geldi. Allah beklenmedik cihetten bağımsız başkanlık denemesini mükâfatlandırdı. O da bir dilekçe yazıp AK Partiye başvurdu. Dilekçesinde Süleyman Karagülle’den Adil Düzen dersleri aldığını, Akevler mensubu olduğunu belirtti. Kendisine bunu böyle yazma ve yapma tavsiyelerimizi dinledi ve yazdı. Parti de seçilmesi çok az muhtemel yerde listeye aldı ve milletvekili seçildi. Bundan sonra Adil Düzeni anlatma faaliyetlerine girişti. Bir taraftan halkın işlerini takip ederken, diğer taraftan Adil Düzeni tebliğ etmeye başladı. Hemen her gün İzmir Akevler ile Harun Özdemir aracılığı ile görüşüyor, aklının erdiği ve doğru bulduğu şeyleri ilgililere iletiyordu.

a) Önce Başbakan ile özel görüşmeler yaparak görüşlerini iletiyordu. b) Bakanlarla ve milletvekilleriyle özel görüşmeler yaparak Akevler’in görüşlerini aktarıyordu. c) Meclis grubunda söz alıyor, tüm milletvekillerine Akevler’in görüşlerini aktarıyordu. d) İş adamları ile özel diyaloglar kurmuş, çekinmeden görüşlerimizi iletiyordu. e) ABD sömürü sermayesine de onun sayesinde gerekli tebliğ yapılmıştır. f) Çok daha önemlisi, askerlerle temas kuruluyor ve Akevler’in görüşü iletiliyordu.

Hasılı; merhum M. Melik Özmen, Akevler ile AK Parti arasında kurulmuş bir köprü idi. Akevler memnundu, tebliğ görevini yapıyordu. AK Parti de tebliğe tahammül ettiği için Allah onu koruyordu ve iki buçuk yıl zahiren büyük başarılar elde etmiştir.

Önce ordu ile sivil yönetimin arasını düzelterek istikrar sağlamıştır. Sonra enflasyonu düşürerek finans ekonomisinde başarı elde etmiştir. Hıristiyanlık âlemine İslâmiyet’in öcü olmadığını anlatmış, AB’den müzakere tarihini almıştır. ABD ile giriştiği siyasi çatışmada başarılı sonuç almış ve Ortadoğu’da denge unsuru olabilmiştir. İşte bütün bunlar merhum M. Melik Özmen’in tebliğlerine dayanmasının mükâfatı olmuştur.

Ama işsizliği sona erdirememiştir... Dış borçları daha da artırmıştır...

Yargıyı bağımsızlığa kavuşturamamıştır... Millî basını oluşturamamıştır...

M. Melik Özmen’in ölümü Akevler’in elini kolunu bağlamış, AK Parti’de de tehlike çanlarının çalmasına sebep olmuştur.

Hazreti İsa otuzlu yaşlarında dünyadan ayrılmıştır. Havarilerine; gitmesinin daha iyisinin gelmesi için gerekli olduğunu bildirmiştir. Hazreti İsa Tevrat’ı beşerileştirmiş, yani sadece İsrail oğullarının kitabı olmaktan çıkarmış, insanlığın kitabı yapmıştır. Bunun gerçekleşmesi için Hazreti İsa’nın ölmesi, havarilerin de yeryüzüne dağılması gerekirdi. O ölmeseydi havariler dağılmaz, bugünkü iki milyar Hıristiyan olmazdı. Demek ki, bazı kimselerin erken ölümü rahmettir. Birinin görevi bitince artık onun yaşamasına gerek kalmaz.

M. Melik Özmen tebliğ görevini ikmal etmiştir.

Ne var ki onun gitmesi bize ağır yük yüklemiştir. Akevler’in AK Parti’yle, devletle, hattâ insanlıkla olan bağlantısı kopmuştur.

Bu bağlantıyı kuramazsak saat yakındır demektir.

Bundan hem Akevler, hem de AK Parti ders almalı ve bir şeyler yapma yollarını aramalıdır.

Şunu belirtmek isteriz ki; Akevler doğru olarak ne söylüyorsa kendisi söylemiyor, Allah’ın dediklerini aktarıyor. Yanlış olarak her ne söylüyorsa, o da Akevler’dekilerin yanlışıdır. AK Parti ile diğer devlet ve insanlık kuruluşları doğruyu yanlıştan ayıracak güce sahiptir. Yeter ki söylenenleri değerlendirsinler. ‘Bu Allah’tandır, uygulayalım; bu Akevler’in hatalarıdır, uygulamamıza gerek yok’ diyebilirler. Ama kulak verip değerlendirmek zorundadırlar.

M. Melik Özmen kardeşimizin ailesi, eşi ve çocukları mükedderdir. Sabırlar dileriz. Bilsinler ki, Akevler ve AK Parti de onlar kadar mükedderdir. M. Melik Özmen kardeşimize Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5153 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler