ADİL DÜZEN 316
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 05- 08 Ağustos 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 316. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 41
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَلَا تُجَادِلْ عَنْ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا(107)
يَسْتَخْفُونَ مِنْ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنْ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضَى مِنْ الْقَوْلِ
وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا(108) هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
فَمَنْ يُجَادِلُ اللَّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا(109)
وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرْ اللَّهَ يَجِدْ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا(110)
وَلَا تُجَادِلْ (Va Lav TuCAvDıL) “Mücadele etme.”
Bundan önceki âyetlerde hainlere taraf olma, hainler için hasım olma demektedir. Orada hain için taraf olma değil de, hainler için taraf olma, onlar için hasım olma denmiştir. Onları müzekker kurallı cem ile cem etmiştir. Onların bir topluluk olduğu, organize olduğu anlaşılmaktadır.
Bugünkü rüşvet şebekesi, mafya organizasyonu demektir. Bu mafya o kadar güçlü bir şekilde organize olmuştur ki, daha ilk göreve başladığınız zaman size musallat olur. Size veya sizin yakınlarınıza suç işletirler, farkına varmadan hata yaptırırlar. Sonra onu kullanarak devamlı şekilde sizi daha büyük suça götürürler. Size de bir şey koklatmazlar. Dağdaki eşkıya da böyle bulunur. Mesela sana bir paket katarlar, içinde esrar vardır. Polis kıyafetinde veya polisler arasındaki bir adama yakalatırlar. Sizin dosyanızı tamamlarlar ve bekletirler. Siz o suçtan cezalanmamanız için daha fazla suç işlersiniz. Nihayet dağa çıkar ve gereksiz yerde insan öldürürsünüz…
Bu âyet bize ne yapmamız gerektiğini, bunların şerrinden nasıl korunacağımızı anlatmaktadır. Bunlarla doğrudan mücadele bir sonuç vermez. Bu yeraltı örgütüdür. Her tarafı mikroplar sarmıştır.
Bunlarla hukuk yoluyla, polis yoluyla mücadele edemezsiniz. Çünkü bunlar o kadar şerli bir kuruluştur ki; mesela siz adliyede hakimsiniz. Size rüşvet vermezler. Buna gerek görmezler. Sizin önünüze gelen dosya onların lehine karar vermek zorundadır. Çünkü herkes onların şerrinden korkar. Ona göre şahitlik yapar. Ona göre ihtiyatlı zabıtlar tutulur. Ve her şey onların lehine karar verecek şekildedir. Eğer hakimler zorlar da yine de adil karar vermeye kalkışırlarsa, basın arkalarındadır. Kıyamet kopar! Siyasiler de bile bile sizi harcarlar!..
İşte hain şebeke bunlardır. Kur’an bunlara neden hain şebeke demektedir? Çünkü bunlar içinde yaşadıkları ve nimetlendikleri devletleri yıkmaya çalışırlar.
Bunlar dört grupta toplanmışlardır: Rüşvet mafyası, senet mafyası, iş mafyası, terör mafyası.
Rüşvet şebekesi oluşmuştur. Rüşvet almayan görevliyi iftiralarla o görevden uzaklaştırırlar. Rüşvet vermeyenler haklı da olsalar işlerini yaptıramazlar. Bu şebeke uluslararası mafya hâlinde organize olmuştur. Bankaların hortumlanmaları bunlar tarafından yapılmaktadır. Bir tapu memuru da sizden rüşvet almadan işi yapamaz. Yapsa, iftiraya uğrayıp oradan uzaklaşır. O rüşveti siz mafya eliyle vermelisiniz. Yoksa işiniz çıkmaz. Onlar takip parasını alırlar. Ama bu para devlete verdiğiniz vergiden daha fazladır.
Senet mafyası ne yapar? Alacağınız vardır. Mahkeme yoluyla tahsil edemezsiniz. Davânız on sene sonra biter. Onu da usulden kaybedersiniz. Kazansanız bile, o zamana kadar gerekli tedbirler alınmıştır, tahsil edemezsiniz. Ama alacağınızı senet mafyasına verirseniz, o yarısı kendisine ait olmak üzere onu tahsil eder. Önce lastiğini patlatır, sonra ayağa ateş eder, sonra öldürür. Ama senedi tahsil eder. Genellikle buna ihtiyaç kalmaz, herkes ödemek zorunda kalır.
İş mafyası. Her taraf mafya tarafından işgal edilmiştir. Mafyaya haraç vermeden amelelik yapamazsınız, arsa alamazsınız. Alsanız bile üstünde inşaat yapamazsınız. Size ruhsat verilmediği için kaçak yapmak zorundasınız, ondan sonra da mafyanın elindesiniz! Devlet memuru olabilmeniz için mafyaya başvuracaksınız, onlar sizi yerleştireceklerdir!
Terör mafyası hakkında yukarıda biraz bilgi verilmiştir. Dıştan beslenen terör işsiz veya okuyamamış gençlere suç işlete işlete terörist yapmaktadır.
İşte bunlardan dolayı ‘mücadele etme’ denmektedir. Çünkü bunlar ‘belv-i umumi/genel bela’ hâline gelmiştir. Eğer bir toplulukta bunların sayısı yüzde onu aşmışsa, artık sizin bunlarla mücadele yapmanız, sistem içinde onları bertaraf etmeniz mümkün değildir. Yapılacak iş; bunları suç olmaktan çıkaracaksınız. Rüşvet yasak olmayacak. İş mafyasını oluşturmak yasak olmayacak, senet mafyası oluşturmak yasak olmayacak. Dağdaki eşkıyaların da peşine düşmeyeceksin. Peki, bunlar nasıl ortadan kalkacaktır?
İşte bunun ilacı “Adil Düzen”dir. Çözümleri daha ileriki satırlarda okuyalım inşaallah…
عَنْ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ (GaNı elLaÜIyNa YaPTAvNUvNa EaNFuSaHuM)
“Nefislerine ihtinan eden kimselerden onları bertaraf etmek için mücadele etme.”
Burada “An” gelmiştir. “Cadilhum” demek, onlarla mücadele etmek demektir. “Cadil anhum” demek, onlardan kurtulmak için başkalarıyla mücadele etmek demektir. Yani, eşkıyadan, mafyadan kurtulmak için kamu görevlileriyle mücadele etmek demektir. “Polis neden görev yapmıyor? Hakim neden adil karar vermiyor? Şahit niye doğru söylemiyor? Devlet nerede?..” deme. Çünkü bu şartlar altında onlardan adil davranmayı beklemek yanlıştır. 1960’tan beri ordu yönetime müdahale ediyor. Halk da neden müdahale ediyorlar diye askerlere kızıyor!
Dünyada oluşmuş mafya vardır. O mafya öyle yapılmasını istiyor. Devlet kendisini o mafyadan koruyamıyor. O mafyadan korunma ordunun işi değildir. Ne yapıyor? Müdahale ederek onların dediklerini yapmak zorunda kalıyor. Yoksa kendi isteği ve hevesiyle müdahale etseydi seçimlere gider miydi?
Orduya deniyor ki; “Sen onlarla mücadele etme. Çünkü askeri usullerle o mafya bertaraf edilemez.”
Türk ordusu bir haftada Kıbrıs’ı aldı ve elindedir, hiçbir güvenlik sorunu yoktur. Ama aynı ordu yirmi senedir PKK ile mücadele ediyor, sonuç ölüm! Bir arpa boyu yol alınamadı. İşte buradaki ‘onlarla mücadele etme’ emri budur. Mafya askeri metotlarla bertaraf edilemez. Ordu cephede düşmanla savaşmak üzere organize olmuştur. Ordu kendi ulusu ile savaşamaz.
Burada “kendi nefislerine hıyanet edenler” denmektedir. Gerçekten bütün bunlar kendi devletlerini yıkmakla uğraşmaktadırlar. Kendi uluslarının ekonomilerini çökertmektedirler. Kendi yargılarını etkisiz hâle getirmektedirler. Sonunda kendi nefislerine ihanet etmektedirler.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ (EınNa elLAHa) LAvYuXıbBu) “Allah muhabbet etmez.”
“Habbe” kabarcık demektir. Buğday tanesine de “habbe” denmektedir. “Hubbetmek” birisine karşı meyletmek, onunla beraber olmak, ona hizmet etmek, onun dediklerini yapmak demektir. Anne çocuğuna süt verirken bir iş yapmaktadır ama o işten zevk almaktadır. Eşler arasındaki ilişki de böyledir.
“Allah’ın insanları sevmesi” demek, onlarla meşgul olması ve onlara iyilik etmesi, onları kötülüklerden koruması demektir. Allah hainleri ve kötüleri kendi hallerine bırakır. Buğuz da etmeyebilir. Ama onlar kendi hıyanetleri içinde kalırlar.
Eğer bir toplulukta herkes rüşvet verip de işini yapmak istiyorsa ve görevliler de rüşvet alarak iş yapmaktan zevk alıyorlarsa, herkes KDV’yi kaçırıyor ama kimse bununla uğraşmıyorsa, bu topluluk kendi kendine ihanet içindedir. Rüşvet vermeyip işini yaptırmayanlar için de senin uğraşman yanlıştır. Çünkü rüşvet vermiyor değil, veremiyor. Yoksa elinden gelse o da rüşvet verecektir. Kimse mafyanın baskısı olmadan senet ödemiyorsa, orada senet mafyasının olmasını normal karşılayacaksın. Çünkü başka türlü hiç hareket olmaz. Senet mafyası boşluk olduğu için oluşmuştur. Devlet senetleri tahsil etse, senet mafyası olur mu? Devlet faizsiz para verse, kimse faizcilerin eline düşer mi? Gerçek senet borsası kurulsa, at yarışları oynayan olur mu?..
مَنْ كَانَ خَوَّانًا (MaN KANa PavVANan) “Kim havvan olursa”
Burada “HAVVANAN” mübalağa ile ism-i faildir. Çünkü bir kimse kendi nefsine ihanet ederse o havvandır. Kendi topluluğuna ihanet ederse o havvandır. Ama bir casus gider başka memlekette o devlete ihanet ederse o iyi midir? Allah onu da meşru görmüyor ama ondan muhabbetini kaldırmıyor, onun sadece o günahının cezasını veriyor. Ama eğer bir topluluk kendi nefislerine, kendi ülkelerine, kendi devletlerine, kendi topluluklarına hıyanete başlamışlarsa artık Allah’ın onlara muhabbeti kalmıyor.
Bir belediye ile iş yapıyordum. Belediye yönetimi Millî Görüş partisinde idi. Baktım, Millî Görüşçü belediyenin mallarını aşırıyor ve bize peşkeş çekmek istiyor. Ona dedim ki; “Bu günah değil mi? Haram malı paylaşıyoruz!” Dedi ki; “Burası İslâm devleti değil ki! Neden almayım? Ganimet değil mi, helal değil mi?!.”
İşte şeytan bu milleti böyle hasta etmiş. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” diyor. Zavallı cahil Millî Görüşçü, kendi yönetiminde olan belediyeden aşırmayı da ganimet sayıyor! İşte, bir ulus ki iyisiyle kötüsüyle hainleşmiş, o ulusu bizim meşru yollardan kurtarmamız mümkün değildir. Seçimlere girersiniz… İktidar olursunuz… Ama sizin dayandığınız kitle iktidar ganimet deyip devletinizi yağmalamaya kalkışır!
Buradan alacağımız ders şudur. Düzeni değiştirmeden iktidara talip olmamamız gerekir. Düzeni değiştirmek de iktidar olmakla olmaz. Öyle olsaydı, Roma veya İran imparatoru peygamber olurdu.
أَثِيمًا(107) (EaÇIyMan) “Esim olan.”
“Zenb” sosyal suçtur. “İsm” şahsi suçtur. Topluluğa haindirler, kendi nefislerine de sahip değildirler.
Burada “Ve” harfi getirilmemiştir. “Esim” hainliğin bir sıfatıdır. Yani, kişiler rüşvet vererek haram yiyorlar, yahut mafya ile senet tahsil edip yaşıyorlar. Bunlar yalnız o topluluğu yıkmıyorlar, aynı anda kendileri de haram yiyerek günah işliyorlar. Kendi nefislerine de zulmediyorlar. Çünkü bugün onun senedini tahsil eden, yarın başkasının senedini ondan tahsil eder. Bu durum o kadar ileri gider ki, bir gün gelir, paran varsa bir sahte senet borcu ile gelir senin elinden malını mülkünü alırlar! Tapuların kayıtları artık rüşvetle oynar durur ve mülkiyet kalkar. Herkes silaha sarılıp birbirini öldürecek duruma gelir! Yahut sosyalizm imdada gelir!..
Şimdi soru sorabilirsiniz: “Peki, bu kötü durumda ne yapacağız?”
Siyaset yapıp Adil Düzen getirmeyeceğiz. Düzen içinde de adaleti tesis ile uğraşmayacağız. Ya ne yapacağız? İşte bunun tek yolu vardır; kooperatifleşeceksiniz. Kooperatif üyeleri kooperatifin güvencesinde işler yapacaktır. Genel Hizmet ile Adil Düzeni kendi içinizde tesis edeceksiniz. Kendi nefsine ihanet etmek isteyen olursa onu kooperatiften çıkaracaksınız. Daha topluluk olmadan, organize olmadan çıkaracaksınız. Olmuşlarsa ayıracaksınız ve kendi hallerine bırakacaksınız. Ortak apartmana taşınacaksınız. Kendi hayatınızı Adil Düzene göre sürdüreceksiniz. Kendi bucağınızı kuracaksınız. Orada Kooperatifin Genel Hizmetleri ile adil hayat teessüs edecektir…
Burada yasaklanan teker teker mücadeledir. Onun için başta “VeLâ Tücadilû/Mücadele etmeyin.” denmemiş de, “VeLâ Tücadil/Mücadele etme” denmiştir. Bir teşkilat ancak karşı teşkilatla bertaraf edilir. Rüşveti devlet kuvvetleri önleyemez. Çünkü devlet kuvvetleri halka dayanmamaktadır. Ama nasıl rüşvet mafya olmuşsa, onu rüşvet karşıtı halk organizasyonu yıkabilir.
Biz İzmir’de Akevler’i bu amaçla kurduk ve bu konuda başarılı mücadeleyi verdik…
Demek ki, çözüm; iyi insanların hicret ederek bir araya gelmeleri ve kendi aralarında “Adil Düzen” kurmalarıdır. Bu düzen geliştikçe iyiler bu sitelere hicret eder ve kurtulurlar...
Kötüler ise kendi yerlerinde kalırlar ve sonunda birbirlerini yerler…
Burada bir tehlike vardır. O tehlike de düşmanın ülkemizi bu arada yok etmesidir.
Eğer o memlekette “Adil Düzen” için cihad yapanlar varsa, Allah o ülkeyi ve o topluluğu helâk etmez, korur. Sonra ise olanlar olur. Orası Allah’a aittir.
Osmanlı İmparatorluğu I. Cihan Harbi’ne girip mağlup olmasaydı Cumhuriyet kurulmazdı. Cumhuriyet döneminde inkılâplar olup medreseler ve tekkeler kapatılmasaydı “Adil Düzen” olmazdı.
Şer zannettiğimiz şey bizim için hayır olmuştur.
Biz Adil Düzene ait hayatımızı tesis ettikten sonra o hainlerin mafyası kendiliğinden ortadan kalkar. Onlar birbirini yiyip bitirirler. Akevler’de arsa mafyası oluşmamıştır. Bunun için çok uğraşılmıştır ama başarılamamıştır. Ortalık aydınlandıktan sonra karanlık yerler kalmaz. Ama karanlıkta mumla yapılan yalancı aydınlatma yatsıya kadar sürer.
يَسْتَخْفُونَ مِنْ النَّاسِ “Nâstan hafy ediyorlar. İnsanlardan gizliyorlar.”
Bütün mafya hareketleri gizlidir. Yeraltı faaliyetleri hep gizlidir. İşleri gizli yapmak topluluğun şiarı olmuştur. Bakanlar Kurulu toplanır, gizli toplanır! Grup toplantısı yaparlar, gizli yaparlar! Yönetim kurulları gizlidir! Bütün ticari şirketler gizli faaliyet gösterirler! Defterlerini gizlerler! Localar gizlidir! Tarikatlar gizlidir!
Hâsılı, tüm topluluk gizlilik üzerinde kurulmuştur. Bunlar meşru ama kapalı faaliyetlerdir.
Bunun dışında rüşvet gizlidir. Mafya teşkilatı gizlidir, istihbarat gizlidir, terör gizlidir…
Kimden gizliyorlar? Nâstan gizliyorlar.
Kur’an gizli topluluk istememektedir, gizli örgütler istememektedir. Şahsın özel hayatı gizli olabilir. Ama teşkilatın gizli hayatı olamaz. O zaman o teşkilat hıyanet içindedir. İçinde yaşadığı topluluğa ayırımcılık yapmaktadır. Mescidi dırar oluşturmaktadır. İslâmiyet’te gruplar meşrudur, örgütlenme meşrudur; ama gizli örgütlenme, kapalı örgütlenme meşru değildir. Açık olmak üzere kimse kimseden izin almaksızın her türlü toplantıları yapabilir, her türlü teşkilatı kurabilir. Bunlar yaptıklarını kayıt altına alımalıdır. Sorulduğunda, her şeyi açık olarak kamu yetkililerine bildirmeleri gerekir.
وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنْ اللَّهِ (Va LAy YaSTaPFUvNa MıNa elLAHı) “Allah’tan istihfa edemezler.”
Kâinatı var eden Allah’tan hiçbir şey gizleyemezler.
Allah’a inanan insanlar da bu gizli faaliyetlere katılmakta ve kendilerine ihanet etmektedirler.
Bütün bunları Adil Düzen devleti olunca gizleyemeyeceklerdir. Çünkü açık istihbarat teşkilatı vardır. Toplantılara mutlaka devletine ihanet etmeyen kimseler katılacaklardır. O kimse haber almaya bildirecek, haber alma da hemen oradaki kimseleri haberdar edecektir. Kapalı topluluk, gizli çalışan topluluk, deşifre oldum diye o tür faaliyetlerden vazgeçecektir. Mesela, gizli bir örgüt filanı öldürelim diye karar aldı. Bu karar istihbaratça öğrenildi. Onlara da bildirildi. Siz böyle karar aldınız, haberimiz var dedi. Atık o teşkilat bunu işleyemez. Böyle bir cinayet olursa bunlar arasında kasame yapılır ve galiz diyeti bunlar öder.
Demek ki, öyle bir hukuk sistemi geliştirmeliyiz ki, kapalı ve gizli toplantılar yapamasınlar.
Toplantıları yasaklarsanız, gizli toplantılar olur. Toplantılar serbest olursa, açık toplantılar olur.
Bugün toplantıyı kayda almak son derece kolay ve ucuzdur. Kişiye bir araç koyarız, bütün gününü kayda alabilir. Cihazdan uzak kaldığında ‘nerdesin’ diye sorabiliriz.
وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ (Va HuVa MaGaHUM EıÜ YuBayYıTUNe)
“Tebyit ettikleri zaman O onlarla beraberdir.”
Kâinatı ve insanı var eden Allah her şeyi bilmektedir. Onlar tebyit yaparken O onlarla beraberdir.
“Beyt” ev demektir. Eve kapanıp gizli kararlar almaya “tebyit” denmektedir. Gece toplantıları da “tebyit”tir. Kapalı toplantı “tebyit”tir. Kapalı toplantılar yapıp gizli kararlar aldıkları zaman O onlarla beraberdir. Devlet her toplantıya katılma hakkına sahiptir. Devlet her zaman her toplantıda açık muhabir bulundurabilir. Teşkilat devlet görevlisini toplantı yerinden çıkaramaz, gizli toplantı yapamaz.
Böyle gizli toplantı yapan kimselerin toplulukları dağıtılmaz, bunlar yönetim kurulundan alınır ve o çevreden sürülür. Teşkilat ülke çapında ise ülke dışına nefyedilir. Teşkilat insanlık çapında ise onlar merkezin olduğu bucaktan nefyedilir. Topluluk kendisine yeni yönetimini getirmezse faaliyeti durdurulmuş olur.
مَا لَا يَرْضَى مِنْ الْقَوْلِ (MAv LAv YaRWAv MINa eLQaVLi) “Kavlden razı olmadığını”
Kavlden razı olmadığı kapalı toplantılarda kararlaştırdıklarında Allah onlarla beraberdir. Gizli yerlerde gizli toplantılarda kararlaştırılan bütün faaliyetleri Allah bilmektedir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan devlet de bilir. Atasözü vardır. Yer gök yeminlidir. Gizli bir şey kalmaz. Tarihe havale ediyoruz denir.
Allah her fiile bir iz bırakır. Kolombo dizisini seyretmiş iseniz, orada sonunda fail ortaya çıkmaktadır. Allah zalimlerin yaptıklarını kendilerine bırakmaz. Bu dünyada da açığa çıkarır. Bu tür toplantı yerlerine alıcı koymak devletin yetkisindedir. Oranın yediemini olacaktır. Alıcının susturulmasından o sorumlu olacaktır.
وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا(108) (Va KAvNa elLAHu BiMAv YaGLaMUvNa MuXIyOan)
“Allah amel ettiklerini de muhittir. Allah onların amellerini muhittir.”
Yani; gece ne kararlaştırdıklarını bildiği gibi, onların yapmak istedikleri de kontrol altına alınmıştır. Yani Allah’ın izni olmadan hiçbir şey yapamazlar. Eğer mafya varsa ve mafya faaliyette ise bu Allah’ın izniyle olmaktadır. O topluluk ona lâyık olduğu için öyle olmaktadır. O duruma düşen bir topluluğu kurtarmak mümkün değildir. Tek çare muhacerettir. Çözüm, onlardan ayrı yerlerde meskenler kurmak, onlardan ayrı yerlerde siteler kurmaktır. Onlardan ayrılıp bize katılanları aramıza almak, onları da imana hazırlamak.
Benim bu sözlerimi duyuyor ve susuyorsunuz! “Evet” deyip harekete geçmiyorsunuz! Peki, ben yanlış mı söylüyorum? O zaman bu şekle girmiş ve mafyalaşmış, kendi nefislerine ihanet içinde olan topluluktan nasıl kurtulacağımızı siz söyleyin, başka çıkış yolunu gösterin.
Ey Okuyucu! Ey Dinleyici! Gösteremiyorsan artık harekete geç. İyilerle birleşerek “Genel Hizmet Kooperatifleri” kur ve katıl. Bir apartmanda toplanmaya çalış. Adil Düzen sitesini kurmaya çalış.
“Muhitan” kelimesinin nekire gelmesi ihata şekillerinin farklı olmasından ileri gelir. Bir de devletin görevi bunları kuşatmadır, yani tecrit etmedir. Kendi içlerinde etkisiz hâle getirmektir. Onları dağıtmak değildir. Bu sebepledir ki PKK dağıtılmaz, HADEP gibi örgütler dağıtılmaz. Kur’an nizamında bir topluluk ancak esir edilirse yok edilebilir. Onun dışında toplululukların eğitilmesi ile uğraşılır ama topluluk birden gayrimeşru kabul edilemez. İllegal topluluklar da dağıtılamaz, legal hâle getirilir.
PKK’ya yapacağımız iş onları legal hâle getirmektir. 20 000 kişi çalıştıracak bir işyeri kurarız. Konut yapar ve yerleştiririz. Borçlandırırız. O topluluk bize borçlarını zamanla öder, kendisi de legal örgüt hâline getirilmiş olur. Irak’ın çöllerinde onlara bir site kurarız. “İhata”nın manâsı budur.
Akyuvarlar da birçok mikrobun sporlarını yok etmezler, onların çevresinde bir kabuk örerler ve o hareket edemez olur. İmha yerine ihata esas alınmıştır. Dağıtma yerine çevresini örüp sitelerinde etkisiz hâle getirmek gerekmektedir. Rüşveti meşru görenlerin sitesini kurarız. Yani, mevcut siteleri onlara bırakırız. Onlar orada yaşayıp dururlar. Kendi cezalarını kendileri verirler.
هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ (Hav EaNTuM HAvEULAEı) “İşte şimdi siz.”
Hainlerden kötülükleri kaldırmak için mücadele etme. Hak hukuk tanımayan, yendiği zaman insanın elinden lokmasını alan bir topluğun düzelmesi için tek başına mücadele etme.
Bu maksatla önce onların şerrinden korunmak için örgütlenin. Bu örgütlenme nasıl olacaktır?
a) “Bir Dayanışma ve Hizmet Kooperatifi” kuracak, bu kooperatife canlarınızla ve mallarınızla küçük de olsa katılacaksınız. Bu kooperatif 25 Genel Hizmeti ortaklarına yapmaya çalışacaktır.
b) “Bir Market” ve “Marketler Zinciri” kurarak Genel Hizmeti onunla finanse edeceksiniz.
c) Bir mahalle, hattâ bir apartmana taşınarak “İslâmî bir aşiret” oluşturacaksınız.
d) Bir arazi üzerinde “Kooperatif Evleri” yapacaksınız. Ortaklara tapu vermeyeceksiniz. Şeriata göre yaşamayanları kooperatiften çıkaracaksınız.
İşte böyle siteler kurduktan sonradır ki, siyasi parti kurabilirsiniz, Adil Düzen Partisi kurabilirsiniz. İşte bundan sonradır ki, artık bu kendisine ihanet eden gizli kuruluşlarla mücadeleye girişirsiniz.
“İşte şimdi siz” hitabı, Adil Düzen teşkilatı olduktan sonra, o cemaat artık bunlarla mücadele ederler.
Yukarıda tekil sığası, burada çoğul sığası; yani baştan tek olarak başlarız, sonunda cemaat oluruz. Medine’ye hicret ederiz. Ondan sonra düzeni değiştireceğiz, rüşvet düzenini Adil Düzene dönüştüreceğiz.
جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ (CAvDaLTuM GaNHuM) “Onlardan savmak için mücadele etmektesiniz.”
“Adil Düzen”in olmadığı yerde suç yoktur, suçlu vardır. O düzenin üyesi taraftarı olduğu için suçludur. Rüşvet verdiği için değil, faiz aldığı için değil, yalandan şehadet ettiği için değil, hile yaptığı için değil; böyle zulüm düzeninde yaşamayı kabul ettiği için insanlar suçludur. Böyle bir düzende suç yoktur. Onun için rüşvet veren, hile yapan, mafya kuranlarla teker teker mücadele etmekten men olunuyoruz. Ama ne zaman “Adil Düzen” kurar iktidar olursak, yani “Adil Düzen” gelirse, o zaman iş tersine dönmüştür. Artık suçlu yoktur, suç vardır. Fiili yapana o fiilin cezası verilir. Diğer bütün hakları diğer muttakiler gibi aynen korunur.
O zaman bize düşen vazife kötülerin haklarını da korumak olacaktır. “Adil Düzen”in gereği budur.
Suçlu işlediği fiilin cezasını çektikten sonra artık o suçsuzdur. “Adil Düzen”de suç fiili sabit olmakta beraatı zimmet vardır. Oysa zalim düzene rıza gösterenlerin hepsi suçludur. Suç işlememiş olsa da suçludur.
Şimdi burada “Adil Düzen” anlatılmaktadır.
فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (FIy eLXaYAvTı elDuNYAy) “Dünya hayatında”
Evet, o dünyada, “Adil Düzen” içinde kötü insan yoktur. Kötü fiil vardır, iyi fiil vardır. Kötü iş yapanı o işin cezası ne ise onunla cezalandırırız. İyi insan da karşılığını alır. Âhirete gittiğimizde artık kötü iş yapan ve iyi iş yapan yoktur. Kötü insan vardır, kötülük derecesi vardır. İyi insan vardır, iyinin derecesi vardır. Hayatta yaptıkları değerlendirilerek insanın iyilik ve kötülük derecesi ortaya çıkacaktır.
Dünyada ise insan geçmişe değil, geleceğe bakar. Şimdi ne işlemişse onun cezasını çeker. Sizin göreviniz bu mücadeleyi vermektir. İnsanların o anda yaptıklarının karşılığını verecek, onun hukukunu koruyacaksınız.
فَمَنْ يُجَادِلُ اللَّهَ عَنْهُمْ (FaMan YuCAvDıLu elLAHa GaNHuM)
“Onlar için Allah’la kim mücadele edecektir?”
Bu âyetleri açıklamaya başladığımız zaman “cadele anhum”e bir manâ vermiştik.
Şimdi burada çok açık olarak “Anhum/ Onlar için Allah’la mücadele” ifadesi ile belirtmektedir.
Halk rüşvet verdiği için suçludur. Halk faizli işlem yaptığı için suçludur. Halk yalan söylediği için suçludur. Halk hile yaptığı için suçludur. Ölçüyü ve tartıyı hileli yapıyor. Halk gizli kapalı toplantılar yapmakta ve işler işlemekte olduğu için suçludur. İşte o sebepledir ki mafya vardır. Mafyanın zulmü ondan dolayıdır. Devlet mafyanın hakkından ondan dolayı gelemiyor. “Adil Düzen” iktidar olunca o zalimlerin hakları yine korunacaktır. Bu dünyadaki mü’minler onları kötülük yapanların şerrinden koruyacaktır. Ama işleri bitmeyecek, insanlar ölecek ve tekrar dirileceklerdir. Orada dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Allah onları zebanilere terk edecek ve korumayacaktır. Orada Adil Düzen teessüs edip kötüler de korunmayacaktır. Orada adil bir şekilde hükmedilecektir. Allah hesaplarını görecektir.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ (YaVMa eLQıYAMaTi) “Kıyamet gününde.”
İnsanlar dünyadan göçünce, sonunda dünyanın ölüm saati gelecek ve yeryüzü değişecektir. İnsanların hepsi, Hazreti Adem’den zelzeleye kadar gelip geçen insanlar birlikte dirilecekler. Buna “kalkma saati” denmektedir, “kıyamet günü” denmektedir. Burada herkes dünyada yaptıklarının hesabını verecektir. Doğduğu günden öleceği güne kadar neler yapmışsa, hepsinin teker teker hesabı verilecektir. Orada insanlar ikiye ayrılacak; iyiler cennete, kötüler cehenneme gideceklerdir. İşte o gün bu dünyada yaptıklarının hepsinin hesabını verecek, kimse onları savunamayacaktır.
أَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا(109) (EaM MaN YaKUvNu GaLaYHıM VaKIyLan)
“Yahut onlara kim vekil olacaktır.”
Burada “Ev” yerine “Em” gelmiştir. Yoksa Allah’la mücadele edecek bir vekilleri mi var onların? Yoksa, kim onların vekili ise o mu mücadele edecek? Daha doğrusu kim vekil olursa o mu mücadele edecektir?
Burada bir hususu bize hatırlatılmaktadır.
Bir kimse mahkemeye gelmezse veya vekilini göndermezse, hakemini seçmezse, biz ona hakem seçeriz. Biri ona hakem yapılır ve dava öyle sürdürülür. Çünkü Kur’an’da “Fab’ashu” denmektedir. Yani, hakemleri siz göndermektesiniz. Seçebilirse ona seçtiririz, seçmezse yerine biz seçeriz. Yani, dayanışma ortaklığı seçer. Âhirette ise herkes kendisini savunacak güçtedir. Dolayısıyla bir avukat vekile ihtiyacı yoktur. Çünkü insanlar Allah’a hesap vermektedirler. Her şey açık ve bilinmektedir.
Bununla beraber insan Allah’ın meleklerine hesap verecektir.
وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا (VaMan YaGMal SUvEan) “Kim sû’ amel ederse.”
Zulüm düzeninde, topluluğa mafyanın hakim olduğu zamanlarda, rüşvetin, yolsuzluğun vergi kaçakçılığının, yalanın hakim olduğu bir dönemde, hilesiz işin yapılamadığı bir dönemde insan başkasına bir zarar vererek kötülük yaparsa…
O kimse “Adil Düzen”i tesis için çalışırsa, yani kötülüklerle ayrı ayrı mücadele yerine toptan kötülüğün kalkması için çalışırsa, bu arada kendisi de o kötü düzende istenmeyen bazı işler yaparsa ama o düzenin değişmesi için çalışırsa, o kötülüklerinden dolayı sorulmayacaktır. Çünkü kötülüğü ona düzen işletmiştir, topluluk işletmiştir. Şahsi bir suç değil, kollektif bir suç işlemiştir. Düzeltmek için çaba göstermiş, mâlî ve bedenî fedakârlıklar yapmıştır. Cihad diğer bütün günahları siler.
أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ (EaV UaJLıMu NaFSaHUv) “Ya da nefsine zulmederse.”
Başkasına kötülük yapma, bir de kendine zulmetme, kendi nefsine hıyanet etme, bazı ibadetleri yapmama, bazı haramları işleme gibi fillerde bulunmuşsa; cihad bunları silip süpürecektir. Bu nasıl olacaktır? Eğer bir yerde Adil Düzen apartmanı oluşmuş, orada Kur’an’ın bize emrettiği beş vakit namaz kılınabiliyor, zekâtlarımızı verebiliyorsak; eski yaptıklarımızdan sorumlu olmayacağız. Eğer evlerimizi satar veya imkânlarımızı seferber edip de bir Adil Düzen sitesini kurarsak; daha evvel işlediklerimiz bize bağışlanacaktır.
ثُمَّ يَسْتَغْفِرْ اللَّهَ (ÇümMa YaSTaĞFıRı elLAHa) “Sonra Allah’a istiğfar ederse.”
Sonra yaptığı kötülüklerden kurtulmak için Allah’tan yani Adil Düzen topluluğundan yardım isterse, ben o çukur hayattan kurtulup size hicret ediyorum derse, “Adil Düzen” dışındaki bütün değerleri orada bırakıp Adil Düzen ekibine katılırsa, biz buna “Adil Düzenci” diyoruz. Çünkü böyle bir siteye katılmak için Müslüman olma şartı yoktur. İsteyen istediği dinde olabilir, hattâ solcu ateist de olabilir. Yeter ki başkasına kötülükten, kendisine zarar vermekten vazgeçsin, sağlıklı hayata karar versin.
Kur’an’a, Allah’a inanıyor ama kendi nefsine ihanet ediyordur. Topluluğu helâk eden rüşvet, faiz, hile, kaçakçılık, zina gibi işleri yapmakta, yalan söylemekte, iftira etmektedir. Bize komşu olarak böyle biri gerekmez.
Ama komünisttir; bununla beraber kendi nefsine ihanet etmiyor, Adil Düzen içinde adaletli olarak yaşamak istiyor, bunun için cihad yapıyor. Böyle bir kimse bizim siteye gelmek isterse, bize komşu olmak isterse, biz Allah’ın emirlerine uyarak onu ve onun gibileri içimize alırız. Onları geçmişlerinden dolayı muaheze etmeyiz. Ciddi bir tevbe bütün günahları siler.
يَجِدْ اللَّهَ (YaCıDı elLAHa) “Allah’ı bulacaktır.”
Âhirette bulacaklardır. Kâinatı var eden Allah’ı bulacaklardır. ‘Mâliki Yevmi’d-Dîn’ olan Allah’ı bulacaklardır. Bu dünyada devleti bulacaklardır; Adil Düzen devletini bulacaklardır. Cahiliye döneminde, zulüm döneminde yahut cahiliye sitelerinde, zulüm sitelerinde yaptıklarından hicret ettikten sonra sorulmayacaklardır.
Biz, bize hicret etmeden önce yaptıklarından dolayı kimseyi sorguya çekmeyecek ve cezalandırmayacağız. Ama “Adil Düzen”e karşı gelir, “Adil Düzen”in içine girip fesat çıkarırlarsa, elbette o zaman hesaplarını adil yargıya, mahkemelere verirler.
Yani; biz iktidar olduğumuz zaman bize yaptıkları zulmün hesabını sorabiliriz. Başkalarına yaptıkları zulmü sormak bize ait değildir, o meseleler o günkü iktidarların sorumluluğu ve günahı olacaktır. Biz eski düzende işlenenleri sorgulayamayız. 1960’da Başbakan Adnan Menderes teslim oldu, DP’nin bütün suçları sona erdi. Ondan sonra yapılan muhakeme zulümdü. Bu mesele 1980’de de aynen böyledir. Teslim olan kimseler, cahiliye devrinde yapılanlardan dolayı sorgu sual edilemez.
غَفُورًا (ĞaFUvRan) “Allah’ı gafûr bulacaktır.”
Devlet eski yaptıklarının hesabını sormayacak, onlar unutulacaktır. Yeni düzende insanlar yeniden doğmuş olacak, genel af ilan edilecektir. Şu şartla ki; artık insanlar kendi nefislerine ihanetten vazgeçeceklerdir, istiğfar edeceklerdir, yeni düzenin sadık dostu olacaklardır…
Genellikle zalim düzende suç işleyenler suç işlemeyi beceremeyenlerdir. O beceriksizler yakalanır ve cezalandırılırlar. Sonra da oradan bıkar ve hicret ederler…
Bizim sitemize, bizim mahallemize gelen kimse artık bizim dayanışmamız içine girmiştir. Ona sahip çıkmalıyız. Bize geldiğini, bize katıldığını nasıl bileceğiz?
a) Apartmanımıza veya mahallemize hicret edecektir. Biz bir araya gelip de bir yere birlikte hicret edecek olursak, o da bizimle hicret edecek durumda olmalıdır.
b) Artık ‘Adil Düzen’ dışında hiçbir iş yapmayacaktır. Rüşvet vermeyecek, faizli iş yapmayacaktır. Biri kazanırken bir diğeri zarar ediyorsa, bu faizdir. Üretimde sabit ücretli işçi çalıştırmak faizdir. Sabit kira vermek faizdir.
c) Hakemlerin verdikleri kararlara uyacaktır. Yapacağı bütün işlerde hakemliği kabul edecektir.
d) En önemlisi, günlük toplantılara katılacaktır…
Bunlar istiğfar alâmetleridir. Böyle kimsenin geldiği yerde takıntısı varsa, mesela borcu varsa; bütün mal varlığını kooperatife aktarmak şartıyla imkân dahilinde onun borcunu tasfiye eder, bize borçlandırırız.
رَحِيمًا(110) (RaXIyMan) “Allah’ı rahîm bulacaktır.”
106’ıncı ayette; “Allah’a istiğfar et. Allah gafûr ve rahîmdir.” demiştir.
Burada da; “Kim istiğfar ederse, Allah’ı gafûr ve rahîm bulacaktır.” deniyor.
Ne var ki, bu kelimeler yukarıda da nekire idi, burada da nekiredir. Bunun iki nedeni vardır.
Birincisi; marife gelse, bu Allah’ın zâtına ait olur, devleti ilzam etmez. İkincisi de; o mağfiret ile bu mağfiret farklıdır. Orada “hasım olma” diyerek, insanın şahsen olan sorumluluğu anlatılmaktadır. Burada ise kamu yetkisini kullananları uyarmaktadır.
“Rahîm/Rahmet”ten maksat, muhacirlere yapılacak destek demektir, bu destek anlatılmaktadır.
Medine Ensarı, evlerini bölüp Muhacirlere verdiler. Hattâ mirasçı bile yapmak istediler. Mekke’den gelen aileleri Medine’deki ailelere kardeş yaptılar. Sayıları yaklaşık olarak aynı idi.
İşte biz de böyle yapmalıyız…
***
Biz İzmir’deki Akevler’de şöyle bir sistem geliştirmeye çalıştık.
Evleri 160 metrekare şeklinde düzenledik. Ama her daire -istenildiğinde ve gerektiğinde- iki daire şekline dönüştürülüyordu. Mutfak dolapları ortaya alınınca iki mutfak ortaya çıkıyordu. Kapılar o şekilde yapılmıştı ki, iki daire de, tek daire de olabiliyordu. İki tarafta da tuvalet ve banyo vardı. Ortaklar önce küçük dairede oturacaklardı. Sitesinin yarısı yapıldıktan sonra, ondan sonraki bloklara parayı ilk dolduranlar geçmeye başlayacaklardı. Böyle üç blok yaptık. Ondan sonra İlâhiyat ve İmam Hatip hocaları isyan ettiler, mafya ile beraber oldular, tapu istediler... Biz de bıktık, verdik ve sistem bozuldu…
Biz yaptığımız her şeyi Kur’an’ın emrini düşünerek yapıyoruz. Çünkü zelzele ve savaş hallerinde birbirimizi misafir edebilmeliyiz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 316 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 146 İstanbul, 05 Ağustos 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
SELEM KOOPERATİFİ
Bundan önce iki senetten bahsetmiştik. Birincisi “İmar Senetleri”nden ve “Toprak Senedi”nden bahsetmiş ve bu sayede işsizliğin önüne geçilebilecektir demiştik. Bu senetleri kooperatifler çıkaracak ve bununla taşınmaz alınıp satılacak, inşaat kredisi verilecektir. İkincisi ise “Malzeme Senedi”dir. “Demir Senedi” olarak inşaat malzemesi üretenlere verilecek ve onlar da üretecek ve depolayacaklardır. Sattıkları zaman bedelini ödeyeceklerdir. Kredi faizsizdir.
Şimdi “Ön Ödemeli Sipariş Senetleri”nden bahsedeceğiz. Fıkıhta buna “Selem Senedi” denmektedir.
Yine her ilçede “sipariş kooperatifleri” kurulur. Bunlara “selem kooperatifleri” de diyebiliriz. Kooperatif ortaklarına gelirlerine göre “nakit kredisi” tanıyacaktır. Gelirler şunlardır:
a) Çalışan herkesin yaşına ve tahsiline göre hesaplanmış kooperatif ücreti vardır. Onun senede 2000 saat çalıştığı kabul edilerek yıl içinde alacağı ücret hesaplanır, bu onun için senelik gelirdir. Kadın ve erkeğe, 15 yaşını doldurmuş 65 yaşından küçük herkese kooperatif bu krediyi tanır. Sipariş vermek şartı ile yıl başında nakit olarak kredi verir.
b) Ücretli, sabit maaş alan herekse aldığı maaş kadar ona yıllık kredi tanınır, kooperatif yılbaşında bunu işçi ve memura kredi olarak verir.
c) Sigortalı olanlar yıllık alacağı emeklilik maaşı kadar nakdi yılbaşında ortaklarına verir.
d) Taşınmazı olup kiraya vermiş olanlara, senede getireceği kira kadar miktarı ortaklarına kooperatif kredi olarak verir.
Ortaklar aldıkları krediyi gelişigüzel kullanamazlar; kooperatife üye olan ilçedeki esnafa, mağazalara sipariş vermek şartı ile bu krediyi verir. “Git mağazalara serbest pazarlıkla yıllık ihtiyacın ne varsa onu sipariş ver” diyoruz. “Parasını biz peşin olarak ilçedeki mağazaya veya esnafa biz ödeyelim” diyoruz.
İlçelerdeki esnaf aldığı siparişlerin parasını gelip kooperatiften istemektedir. “Sen sipariş aldın. Bunu nereden temin edeceksin?” O da; “İstanbul’daki tüccardan temin edeceğim.” diyecek. “O halde İstanbul’daki tüccara sipariş ver, biz parasını ödeyelim.” diyeceğiz. O da; “Hiç olmazsa bana kârımı verin.” diyecek. “Hayır” diyeceğiz; “Kârınla fazla mal siparişi ver, sonra onu satarak nakde çevir.”
Bu sefer İstanbul’daki tüccar gelecek ve kooperatife diyecek ki; “Ben şu kadar milyon YTL’lik sipariş aldım. Bana bunu öde ki ben o siparişleri yerine getireyim.” Kooperatif böyle bir taahhütte bulunmuştur. Ona da diyoruz ki; “Git, sipariş aldığın malları üreticilere sipariş ver, parasını ben ona ödeyeyim. Yoksa sen sonra onu nerede bulacaksın.” Böylece tüccar işyerlerine sipariş vermekte, ben nakdi oraya ödüyorum.
Bu sefer tüccar kooperatife; “İyi ama ben sipariş aldığım malların hepsini Türkiye’den temin etmeyeceğim. Dışarıdan satın alıp ithal edeceğim. Bari o parayı ver.” diyecek. “Hayır” diyorum; “Onu yapamam. Çünkü o zaman ortağımız işsiz kalır. Sen Türk üreticilerine istediğin başka malı sipariş ver, ben ona onun parasını şimdi peşin ödeyeyim. Onu ürettiği zaman al götür dışarıya sat. Onunla temin ettiğin dövizle siparişlerin bir kısmını dışardan ithal ederek karşıla.”
Bu sefer işyeri, üreten fabrika ve tarla sahipleri gelmektedir. “Sipariş aldık, bize nakit ver ki üretelim.” Ona diyoruz ki; “Sen ham maddeni sipariş ver, ben ödeyeyim. İşçi ile anlaş ve çalıştır, ücreti ben ödeyeyim. Kârı da fazla üret, sat, öyle sağla.”
Böylece tüm siparişler, ham maddeler dahil emeğe dönüşmüş olur. Ben zaten emeğe kredi vermiştim. Kiraya kredi vermiştim. Demek ki onlara ödemeyeceğim. Sadece borçlarından düşeceğim. Bu neyi sağlıyor?
a) Bir defa yıl başında herkes yıl içinde harcayacaklarını sipariş vermiştir. Yılın içinde buldum-bulamadım derdinden kurtulmuştur. Tabii ki herkes kooperatife ortak olamayacaktır, ortak olanlar da hepsini sipariş vermeyecekler, üretilenin hepsi yıl içinde harcanmayabilir. Onunla serbest piyasa kurulur ve devam eder. Mevcut düzene dokunulmamış olur.
b) Bütün fiyatlar yıl başında ödendiği için enflasyon derdi kendiliğinden kalkar. Çünkü yılbaşı fiyatları esas olur. Peşin para ödendiği için fiyatlar ucuzlamış olacaktır. Başka bir ifade ile sermaye faizi veya kârı maliyetlere binmeyeceği için halk sattığı fiyata yakın fiyatla az kârla alacaktır. Çünkü ticaret yapman için sermayeye gerek kalmıyor. Herkes kredisini almış oluyor. Halk, esnaf, tüccar ve işyerleri kredilenmiş oluyorlar.
c) Her şey yılbaşında sipariş verildiği için üretim-tüketim halk tarafından planlanmış oluyor. Üretim fazlası üretim-eksiği söz konusu olmuyor. Teslimatı hafta hafta yapacağımızdan, üretim fazlası ve üretim eksiği olmuyor.
d) Biz kişiye parasını ödediği zaman siparişini teslim ediyoruz. Yani, emekli maaşı alıp bize öderse siparişini teslim ediyoruz. Ödemezse, biz ona siparişini vermiyoruz. Bunun anlamı şudur ki, başka teminata gerek kalmadan bu krediler verilmektedir. Kooperatifin zararı siparişler elinde kalır. Onları satarak paraya çevirir. Belki zarar eder, belki kâr eder.
Şimdi şu soruyu siz soracak mısınız? “Peki, kooperatif bu kadar parayı nerden bulacaktır?” Soramazsınız, çünkü kooperatif sadece taahhüt etti. Hiçbir ortağına bir kuruş ödemedi. Yani, kooperatifin kasasında bir paranın olması gerekmez. Ancak inandırıcı olmak için ve teslim alınmayan elde kalan malların parasını ödeyebilmek için kooperatif elinde para bulundurur. Bunu da İstanbul esnafının ortaklık payları ile yapacaktır. Bankaya alınıp para stok edilmeyecektir. Sadece senetler alınacaktır. Bu tür hallerde ortaklara senetler tarihlendirilerek verilecektir.
Burada belediyeler ve devlet bu kooperatife ortak olursa, kooperatifin güvencesi olur. Böyle bir kooperatifin kurulmasını teşvik etmiş olurlar. Borçlanmalarda, hesaplamalarda zorluk olmasın diye bu siparişler “Buğday Senedi” üzerinden yapılır. Nakde “Buğday Senedi” çevrilir.
Biz bunları yazıyoruz… Acaba anlaşılmıyor mu?.. Yoksa ilgi mi yok!.. Kimseden ne itiraz ne de soru geliyor!..
Tüm ulus dilsiz, sağır ve kör olmuş; saatini bekliyor!.. Bu durum bizi gerçekten korkutmaktadır…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 316 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 146 İstanbul, 05 Ağustos 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
LONDRA TERÖRÜ, “SOSYAL TUFAN” VE “ADİL DÜZEN” GEMİSİ
İnsanlığı bekleyen ‘sosyal tufan’ olduğunu, bunların dörder olmak üzere on altı kadar bulunduğunu, “Adil Düzen Parti Programı”nda yedi-sekiz sene evvel yazmıştık. Söylediklerimiz müsbet ilme dayalıdır. Tarih hep bizi onaylayacaktır. Dediklerimizi tekrar hatırlayalım: Toprak, su, hava ve canlı kirlenmektedir. Sosyal güvenlik, tek evlilik, doğum kontrolü ve fuhuş insan neslini dejenere etmektedir. Kimyasal ve biyolojik silahlar, tahrip edici silahlar ve atom bombaları uygarlığı yokluğa götürmektedir. Bunların yanında ayrıca rüşvet, senet, iş ve terör mafyaları insanlık için en korkunç tufanı hazırlamaktadır. İşte bütün bunlar insanlığı bekleyen “sosyal tufan”ın geliyorum diyen habercileridir. Tüm insanlık krize girip birbirini katletmeye başlayabilir!..
İşte “Adil Düzen Parti Programı”nda bu “sosyal tufan”a karşılık “sosyal gemi” gerektiğini söylemiş, bunun da “Adil Düzen” olduğunu belirtmiştik. Sonra “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı 100 sayfa olarak yazdık ve 1000 sayfa da gerekçelerini anlattık. Ayrıca her hafta yaptığımız seminerlerde Üsküdar için yazdıklarımızda “Adil Düzen”in nasıl çare ve çözümler getirdiğini anlatmaya çalışıyoruz…
Bu arada İngiltere’de G-8’ler toplandıklarında, Londra’da üç metro istasyonunda ve bir otobüste patlama olmuş ve 52 kişi hayatını kaybetmiştir. Biz böyle olaylarla 30 binden fazla insan kaybettik; hâlen de kaybetmeye devam ediyoruz… Aynı günlerde bizde de tren ve PKK terörleri olmuş ama dünya hiç ilgilenmemiştir! Neden? Çünkü Londra’daki kişiler kıymetlidir ama Anadolu’dakiler insan sayılmaz ki!..
Terör olayları neden olmaktadır? Önce onun cevabını verelim.
Allah insanları sosyal evrim yapacak şekilde yaratmıştır. Çağımızda tarım döneminden sanayi dönemine geçilmektedir. Artık insanlık için “tarım dönemi hukuku” yeterli değildir. İnsanların Kur’an ve Tevrat’ın getirdiği Adil Düzen çözümlerini öğrenip örgütlenmeleri gerekir. Böyle bir şeye zorlamak için Allah terör olaylarını insanlığa bir uyarıcı olarak oluşturmaktadır. Zaten “Nuh Tufanı” da insanlık ‘göçebe hayat’tan ‘tarım hayatı’na geçerken olmuştu. Bugünkü uygarlık Nuh Tufanı sayesinde doğmuştur. Demek ki terör olayları Allah’ın izniyle yapılmakta ve insanlığı Adil Düzen için uyarmaktadır.
Şimdi de bu anarşi nasıl gerçekleşmektedir? Biraz da onun üzerinde duralım.
Anarşinin tek kaynağı vardır; Siyonizm Sermayesi. Siyonistler beş yüz senedir dünyayı yönlendirmektedirler. Amerika’nın keşfi ile Avrupa sanayileşmeye başlamış ve dünya ticareti Avrupa Yahudilerinin eline geçmiştir. 1948’den beri de bu hakimiyet Amerikan Yahudilerinin elindedir. Bunlar önce krallığı icad ederek derebeylerini yıktılar… Sonra demokrasiyi icad ederek krallıkları yıktılar… Sonra sosyalizmi icad ederek dünyadaki halk sermayesini yok etmeye çalıştılar... Şimdi de dünyadaki bütün değerleri satın almak ve tek Yahudi devleti kurmak istiyorlar…
Buna ulaşmak için iki gizli örgüt kurdular. Biri, CIA’ya bağlı ve onunla birlikte çalışan gizli istihbarat örgütü kurdular. KGB bu örgütün ikinci kolu idi. Görünürde çatışan, aslında böylece iki kutbu da tehdit altında tutan bir örgüt. NATO ve Varşova Paktı da bunların görünen orduları idi. Görünürde birbirleriyle savaşmak için; oysa, aslında kendi devletlerini tehdit altında tutmak için vardılar. Varlıklarının asıl sebebi buydu. İkinci teşkilat ta mafya teşkilatıdır. Uyuşturucu kaçakçılığı ile bu kuruluşları finanse ettiler. Görünürde CIA ve KGB karşıt kendiliğinden oluşmuş birer teşkilat idiler. Oysa bunları da aynı kaynak finanse etmektedir. CIA ve KGB’yi hangi mâli çevreler finanse etmekte ise; aynı çevreler Mafyaları da finanse ediyor; terör mafyasını da bunlar finanse ediyor. Libya’da, Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’daki eşkıya devletleri bu sermaye finanse ediyor. Filistin’deki terörü, Rusya’daki Çeçenleri, Doğu Türkistan’daki isyanları hep bu sermaye finanse ediyor. Türkiye’deki PKK’nın kurucusu da bu sermayedir, finansörü CIA’dır. ABD’deki kuleleri yıkan, şarbon korkusunu çıkaran aynı sermayedir.
Peki, ne demek istiyor, niçin bu olayları tezgâhlıyor? Dünyaya şu mesajı veriyor. Benim dediklerimi yapmazsanız işte böylece ülkenizi kana boyarım! Sizi birbirinize kırdırırım! Ben ne dersem onu yapacaksınız, benim haberim dışında tuvalete bile gitmeyeceksiniz!..
Türkiye sermayenin emrine göre hareket ederse terör ve PKK durur, yıksa harekete geçer. Canınız isterse, diyor. Benim için hava hoş! Kağıdı yeşile boyar, istediğim ülkeyi dolar ile istediğim şekilde karıştırabilirim diyor.
Bu genel tahlilden sonra, şimdi Londra olaylarını da tahlil edebiliriz.
G-8 diye bir teşkilat kurulmuştur; aynı sermaye tarafından. Amacı, dünyada gelişmiş ülkelerden başka bir gelişmiş ülke ortaya çıkarmamak, bu sekiz ülkeye dünyayı sömürtmektir. Kimdir bunlar?
1) ABD tamamen bu sermayenin emrinde bir ülkedir. Şimdi orada büyük gizli çatışma vardır. Gelecek seçimde bu sermaye ABD’de iktidarını kaybedecektir, sanırım. 2) Almanya, II. Dünya Savaşı’nda yıkılmış, ordusuz kalmış, sermayesi ABD sermayesine dönüşmüş, siyasi bakımdan zavallı ama ekonomi bakımından gelişmiş bir ülke; ABD’nin emrinde… 3) Japonya da aynen Almanya gibi bir ABD ülkesi… 4) İngiltere; tarihiyle, diliyle, yönetimiyle ABD’nin uydusu bir ülke… 5) Kanada, gelişmişliği ABD’nin komşusu olmaktan ileri gelmektedir… 6) Fransa, ABD sayesinde bağımsızlığa kavuşmuş, adı var ama kendisi yok bir ülke!.. 7) İtalya da aynen Fransa gibi ABD güdümünde bir ülke!.. 8) Bunlar Yeltsin’in ekonomisi bozulmuş Rusya’sını da ekleyin; alın size G-8’ler!.. Bu da Rusya’yı Japonya’ya benzetme isteğidir; ki bu ülke bu gruba sonradan katıldı? Acaba neden? G-7’ler bir-iki seneden beri G-8’ler oldu. Necmettin Erbakan’ın D-8’lerinden sonra G-8 oldu!..
Ne var ki ‘Irak Savaşı’ ABD için yıkılış olmuştur. Elde keklik saydığı sömürülen zavallı ülkelerden biri olarak gördüğü Türkiye, ‘tezkere’ ile ABD’ye kafa tutmuştur. Meclis ve ordu direnmiştir. Sonunda bundan cesaret alan Fransa ve Almanya Irak işgaline karşı çıkmış; Rusya ve Çin de bunların yanında yer almıştır. Böylece sermayenin G-8’ler üzerindeki hakimiyeti Irak Savaşı ile sarsılmıştır.
Aslında ABD başkanları da sermayeden hoşlanmıyorlar. Bunun ilk savaşını Clinton verdi. Bush birinci dönemde sermayenin emrinde hareket etmiştir ama ikinci dönemde siyasetinde değişme vardır. Sermayeden talimat almadan bazı hareketler yapmaktadır. Mesela, Türkiye ile iyi geçinmektedir. Türkiye de Ortadoğu’da barışı tesis için faaliyettedir. Bush bunu desteklemektedir.
Hâsılı; G-8’ler sermayenin talimatını almadan kendilerini bir şey sanarak İngiltere’de toplandılar. Burada görüşülen ve konuşulan konular sermayenin talimatı değildir. Toplanmadan önce vize ve talimat almadılar. Kendilerini dünyayı yöneten devletler olarak gördüler!..
İşte “Londra terörü” budur.
“Londra terörü” sermayenin G-8’lere ihtarıdır: Bensiz bir şey yapmaya kalkışmayın hâ! Dünya benim çöplüğümdür! Orada başka horozlar öttürmem!.. Avrupa’daki AB Anayasası redleri de bu planın bir başka uygulamasıdır...
İşte şimdi dünya yeni bir imtihan geçiriyor. Sermayeden korkup teslim mi olacaklar; yoksa ‘sen kimsin’ deyip yollarına devam edebilecekler mi? Dikkat edilirse G-8’ler bir karar almadan dağıldılar veya kararlarını gizli tuttular.
G-8’lere bir tavsiyemiz vardır.
Bugünkü dünya dengesi Yahudilerin faizli sermayesine dayanmaktadır. Onu yıkamakla dünyanın dengesi bozulur. Siz yeni denge getireceksiniz; bu da “Adil Düzen”dir. Adil Düzen önce insanlığa anlatılmalıdır. Allah ne emrediyor; insanlık bunu duymalı ve anlamalıdır. Sonra halk kendi kendilerini örgütlemelidir. İşte bu örgütler yeni dünya dengesini oluşturduktan sonradır ki sermaye sömürüsü sona erer.
G-8’ler değil de, her devlet kendi içinde “Adil Düzen”i oluşturmalıdır; hem de devletleri değil, halkı. Bu halkı organize edecek olan da dinlerdir. Papalık ve F. Gülen anlaşarak bunu organize ederler. Bunun bilgisi yalnız Akevler’de vardır. Bizimle temasa geçerseniz, Kur’an ve Tevrat ile temasa geçmiş olursunuz; bugünkü yorumlarla geçmiş olursunuz. Kur’an ve Tevrat ile temasa geçmek demek, Allah ile temasa geçmek demektir; O sizlere doğru yolu gösterecektir. Londra olaylarını Üsame bin Ladin ile açıklamaya kalkışmak demek, failleri gizlemek demektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL