ADİL DÜZEN 322
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 16 - 19 Eylül 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 322. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 47
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم * وَإِنْ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتْ الْأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(128) وَلَنْ تَسْتَطِيعُوا أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ وَإِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(129)
وَإِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِهِ وَكَانَ اللَّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا(130)
وَإِنْ امْرَأَةٌ خَافَتْ (Va EıN iMRaEaTun PAvFaT) “Bir kadın havf ederse.”
Aile “kadın” üzerinde kurulur. Kocaları ölen kadınlardan bahsederken ‘evlerinde bir sene daha otursunlar’ diyor, evleri kadına izafe ediyor. Çok evleri olan erkek her kadına ayrı ev açar ve ev kadına aittir. Burada da “kadın kocasının kocalık görevini yerine getiremeyeceğinden korkarsa” denerek, evlilik yularını Kur’an kadına vermiştir. Ailenin sahibi kadındır. Erkek ailenin kâhyası yanı ailenin kayyumudur. Dolayısıyla ailenin durumunda bir aksama olursa, bunun üzerinde durma ve düzeltme görevi ve yetkisi kadına verilmiştir.
“Havf etmek” endişe duymak demektir. Allah’tan havf etmek de bu demektir. Yani; ‘ya Allah benim bu yapacağımdan hoşlanmazsa’ deyip O’nun rızasını aramaktır.
Burada “imrae”den evli kadın olarak bahsetmektedir. Sonra kocası şeklinde ifade kullandığı için buradaki “mer’e” kocası olan kadın demektir. Buna zarureten tahsis denmektedir. Kadın çocuğu doğurup büyütmekle mükelleftir. Asıl meyve veren odur. Erkekler ağacın yaprakları gibidir. Dallar kabile ve şa’b, gövde yönetimdir. Devlet ise kökler mesabesindedir. ‘Devlet hâdimdir’ ifadesi bunu açıklamaktadır.
مِنْ بَعْلِهَا (MıN BaGLıHAv) “Ba’linden havf ederse.”
“Ba’l” koca demektir. “Zevc” eş demektir. Hem kadın için hem de erkek için söylenir.
“Zevce” tabiri Türkçede kullanılsa da fasih Arapça değildir. Arapçada dişilik ve erkeklik dilde vardır. Ancak bu kadın ile erkeğin eşitsizliği anlamında değildir. Gerçekten kişi ifade eden “Nefs” müennes olduğu halde erkekler için de kullanılmaktadır. “Zevc” kelimesi erkek olduğu halde, kadınlar için de kullanılmaktadır. “Mer’” ve “Mer’e” ise kadın ve erkek olarak gelmektedir.
“Ba’l” koca demektir. Kur’an’da “Ba’l” karşılığı kadın için bir kelime yoktur. “Ricâl” karşılığı “Nisâ” vardır ama “Recül” karşılığı “Nisâ”nın müfredi yoktur. Bu erkeklerin üstünlüğünden değil, erkeklerin aile içinde ikinci derecede olduğu anlamına gelir. Mesela, evde hizmetçinin adı vardır ama ev sahibinin bir adı yoktur. Ev kadının olduğu için erkeğin kayyum olarak adı vardır, ama asıl sahibi olan kadın için karşılığında bir ad yoktur.
نُشُوزًا (NuŞUvZan) “Nüşuzdan”
“Neşz” kelimesi “Neşr” kelimesi ile akrabadır. Dağılmak, yayılmak demektir. Bir halkayı genişletmek feshdir. Halkayı dağıtmak neşrdir. Kocanın ev ile olan bağını çözüp kendisinin serbest olarak hareket etmesi, davranması ve adaleti ifa etmemesidir. Bunar neler olabilir? a) Gizli evlilik ve başkaları ile cinsi ilişkilerde bulunmak. b) Çok evli ise geceleri taksimde adaletsizlik yapmak. c) Kendi yediğini eve yedirmemek, giydiğini giydirmemek, yaşadığı hayatı ailesine yaşatmamak. d) Varlığını saçıp savurarak gelecekte aileyi kötü duruma düşürmek. e) İçki, kumar, esrar, at yarışları gibi kötü alışkanlıkları olmak.
Bunlarla aile bağını koparmaktır. Kadın kocasının bu durumundan havf ederse, olmamış olsa bile olacağı endişesinde olursa, Kur’an gerekli tedbirlerin alınmasını istemektedir. Başka âyette kadının nüşuzundan bahsetmekte ve orada alınacak tedbiri topluluğa bıraktığı halde, burada görev doğrudan kadına verilmiştir.
أَوْ إِعْرَاضًا (EaV EıGRAWan) “Ya da i’razdan.”
Burada iki şeyden bahsediliyor: “Nüşuz” ve “İ’raz”. Bu kelimeleri karşılıklı olarak getirmektedir.
“Nüşuz” dışarıdaki meşguliyetten dolayı evi ihmal etmektir.
“İ’raz” ise aile içi olaylardan dolayı evden uzak durmaktır. İçteki huzursuzluktan dolayı evi terk etmektir. Birincisinde erkeğin kusuru var demektir. İkincisinde ise kadının kusuru var demektir. Kocanın bu davranışlarının sebeplerini araştırmak ve eğer kendi kusurundan dolayı erkek evden kaçıyorsa bunun çözümünü bulmayı araştırmak görevi kadına aittir. Kadının kocasını eve bağlamayı bilmesi gerekmektedir.
Günümüzün en büyük sorunu erkeklerin dışarıda olmaları, kadınların ise eve bağlı bulunmalarıdır. Yani, karı koca birbirlerinden ayrı olarak günlerini geçirmektedir. Çevreleri ve sorunları farklı olmaktadır. Zorunlu olarak bu durum da erkeklerin evlerini ihmal etmeleri ile sonuçlanmaktadır. Boşanmalar ve huzursuzluklar bu sebeple çok artmaktadır.
Bu farklı hayat, dolayısıyla farklı çevre, bugünkü uygarlığın zorunlu kıldığı şeylerdir. Bu faaliyet iki alanda olmaktadır. Biri ekonomi alanındadır. Kadınların işleri ile erkeklerin işleri farklıdır. Kadınlar ev işleri olmadığı ve boş kaldıkları zaman üretim yapacaklardır. Erkekler ise zorunlu ve ağırlıklı iş yapacaklardır. Tarım ekonomisinin beraberliğini sanayi ekonomisinde bulmak mümkün değildir. Bu sebepledir ki Kur’an “kadınların kesbettikleri onların, sizin kesbettiğiniz sizin” demek suretiyle kadın ve erkek işyerlerini birbirinden ayırmıştır. Kadınlar evlere yakın, çevre kirliliği yapmayan serbest işçilikle yapılan işleri yapacaklardır. Kendi işletmeleri kendilerinin olacaktır. Erkekler ise iş sitelerinde planlanmış zorunlu mesaileri gerektiren işler yapacaklardır. Diğer işler ise sosyal faaliyetlerdir. Başta eğitim gelmektedir. Ayrıca particilik gibi sosyal faaliyetler gösterilebilir. İşte Kur’an burada ayrılığı kabul etmiyor. Kur’an birlikte ibadet yapılmasını, birlikte toplantılar yapılmasını istemektedir. Fıkıh kitaplarında kadınların ayrı toplantılar yapması mekruhtur denmiştir.
Bugünkü öğretim sisteminde karma eğitim yapılmaktadır. Ne var ki çocuklar aileden koparılmaktadır. Böylece aile paramparça kılınmaktadır. İslâmiyet’teki eğitim nasıldır? Ortak eğitim yapılmaktadır. Herkes kendi mescidinde beş vakit namaz kılarken oradaki yaşlılar gençlere öğretmenlik yapmaktadır. Ayrıca büyük camilerde hocalar bir köşede postunu serer ve gelenlere ders verir. Tüm aile halkı aynı mescittedir, herkes kendi öğretmeninin halkasında ders almaktadır. İsteyenler birbirilerinin derslerine katılıp dinleyebilmektedir. Bu uygulama ailenin içinde nüşuz ve i’razı önleyecektir.
Marx İslâmiyet’i tetkik etmiş ve işine gelenleri lâikleştirerek almıştır. Sovyetler Rusya’da tesis edilince kadın-erkek herkesi akşam toplantılarına katılmaya mecbur etmiştir. Oysa Kafkas yöresinde kadınlar mescide gitmez, toplantılara katılmazlar. Örfü din yapan topluluk buna karşı gelmiştir. Biri anlatıyor; “Biz dedik ki, ‘kadınların ev işleri var, çocukları var, gelmeleri zordur. Biz burada ne öğrenirsek onlara da anlatırız.’ ‘Olmaz’ demişler. ‘Burada onun öyle bir şey aklına gelir ki, gelmezse topluluk ondan mahrum kalır, herkes gelecek.’”
Ailede i’raz ve nüşuz olmaması için kadın-erkek, çoluk-çocuk beş vakit namaza katılmamız gerekir.
فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا (FaLAv CuNAXa GaLaYHıMAv) “Onlara bir cunah yoktur.”
“Cunah”, “Cenah” kanat demektir, koltuk demektir. “Cunah”ın iki manâsı vardır. Biri saklanacak bir şeyi yapmak demektir. Türkçede buna ‘günah’ diyoruz. Diğeri ise kanat gerip mani olmak, önlemek demektir.
‘Elini tuttu’ dersek, yardım etti anlaşılır. ‘Kolunu tuttu’ dersek, mani oldu demek olur.
“Cunah yoktur” demek, onu yapmalarına mani bir şey yoktur demektir. Karı-kocanın üzerinde mani bir şey yoktur, ıslah olmalıdırlar. Karı-koca geçinmek istiyorlarsa:
a) Karı-koca birbirine asla yalan söylememeli, hiçbir şeyi gizlememelidir. Birbirinden şüphelenmezlerse sorunlarını kolayca çözerler. Konuları tartışmalı, istişare etmelidirler. Birbirlerine hakkı tavsiye etmeli, sabrı tavsiye etmelidirler. Bu sıcak ilişki eşlerin arasını açmaz, tam tersine birbirine yaklaştırır. Her insanın tartışıp kavga etmeye ihtiyacı vardır. Bunu karı-koca aralarında yaparlarsa, başkalarına karşı normal davranırlar, işleri de iyi gider. Karı-kocanın birbirine resmî olması aralarını soğutur.
b) Karı-koca uzlaşamadıkları yerlerde hakemlere gitmelidirler. Erkek bir hakem, kadın bir hakem seçmelidir. Herkes kendi akrabalarından hakem seçecektir. Kadın veya erkek olabilir. Onlar gerekirse baş hakem seçerler. Onların verdikleri kararlara taraflar gönül rızası ile uyarlar. İşte size karı-koca arasını ıslah için en büyük formül. Ailenin dirliği için karşılıklı hakkı tavsiye edecekler ama ailenin dağılmaması için hakemlerin kararlarına boyun eğeceklerdir.
c) Karı-koca eşlerinin ailelerine saygılı olmalıdır. Hiçbiri eşlerin yakınları aleyhinde bulunmamalıdır. Kendisi kendi ailesi hakkında konuşur, ama sen o fikre katılırsan şuur altında sana kin besler. Kimse eşini kendi ailesine şikayet etmemelidir. Sorun büyük olursa eşinin ailesi ile o da eşini kötülemeden dertleşebilir. Karı-koca hakemlik dışında aileleri kendi ailelerinin işlerine karıştırmamalıdırlar. Evlenen karı-koca artık tüm sorumlulukları yüklenmişlerdir. Kayınvalideler ve kaynatalar gelin ve damadına saygılı olacaklar, gelin ve damatlar da onlara saygılı olacaktır. Ama hiçbir zaman öğüt dışında onların işlerine karışmamalıdırlar. Gelin veya damada karşı ortak cephe kurmamalıdırlar.
d) Görev kiminse yetki onundur. Dolayısıyla karı-koca arasında görev ve iş bölümleri kesin olmalıdır. Son söz daima görevliye ait olmalıdır.
أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا (EaN YuÖLıXAv BaYNaHuMAv ÖuLXan)
“Beynlerini bir sulhla ıslah etmelerinde bir cunah yoktur.”
Karı-koca otururlar, sorunlarını ortaya koyarlar, aileleri istişare ederler. Bu istişare sorunları çözmek için yapılmalıdır. Burada müsade edilen sulhun şeklidir. “Sulh” kelimesi masdarı mutlak olarak bunun için getirilmiştir. Evlenen eşler yavaş yavaş birbirlerini tanırlar, birbirleriyle uyuşmaya çalışırlar. Zamanla karı-koca arasında bir denge oluşur. Zamanın oluşturduğu aile içi hukuk doğar. Bu birçok zamanlar şeriat kurallarına uygun olmayabilir. Ama taraflar onu benimserler ve artık o düzene rıza gösterirler. Gelin-kaynana ilişkileri hep bu istikamette gelişmiştir. Şeriatla hiçbir ilişkisi olmadığı halde töre aile içinde herkese bir yer ayarlamıştır.
Geçmişte gelin eve gelir ve çok çile çekerdi. Mesela, evde herkesten, hattâ üç yaşındaki küçük çocuktan bile aşağıda oturur; kapının yanında dururdu! Kim gelirse gelsin mutlaka ayağa kalkardı! Sesli konuşmalar yasaklanmıştı! Sabah erken kalkar ve ocağı o yakar, geceleyin de en son o yatar! Bu çile çocuk doğunca azalmaya başlar, evine gelin getirdiği zaman da artık evin imparatoru o olurdu! Torunlar, gelinler, yeğenler, damatlar artık onları ziyaret eder ve bir general gibi onlara saygı gösterirlerdi!..
Şeriat ihsanı emretmiş ama itaati emretmemiştir. Ama geçmişte işte böylesine bir aile töresi oluşmuştu. Ancak bu ailede boşanma yüzdesi yüzde birlerden daha aşağı idi ve her ailenin dört beş çocuğu vardı.
İşte, eğer karı-koca arasında herhangi bir şekilde şeriatın koyduğu kuralların dışında bir anlaşma olmuşsa, onda bir cunah yoktur denmektedir. Yani, karı-koca arasındaki şeriat hükümleri tamamlayıcı hükümlerdir, emredici hükümler değildir. Karı-koca evlenmeden önce veya evlenmeden sonra aralarında çıkan ihtilaflarda sözleşmeler yapar uyuşurlar. Böylece aile müessesesi yaşar. Bunda bir cunah yoktur.
وَالصُّلْحُ خَيْرٌ (VaelÖuLXu PaYRun) “Sulh hayırlıdır.”
Böyle gelini ezen bir töre varsa, bu töre şeriatın tamamlayıcı hükümlerine aykırı olsa da kadın törelere uyarak aileyi dağıtmasa daha iyidir. Böylece karı-koca karşılıklı olarak birbirlerine taviz verirler. Bu sayede çocuklar büyürler, evlenirler ve çekilen o sıkıntıların meyvesi alınmış olur.
Karı-kocanın aileleri de burada sorumludurlar. Kendi çocuklarının tarafını tutarak evliliklerini iki aşiretin davası hâline getirmemelidirler. Karı-kocalık devam ederken kendi çocuklarına katiyen arka çıkmamalıdırlar. Onun için kendi beynlerini yani aralarını kendileri ıslah edecekler, eşler karşılıklı tavizler vererek anlaşacaklar. Bir savaşta ast üstün kahrını çeker, ama sonunda zafere erişince o kahırların hepsi tatlı birer hatıra olur. Karı ile koca arasındaki tatsız olaylar torunlar hayata atıldıkları zaman unutulur.
وَأُحْضِرَتْ الْأَنفُسُ الشُّحَّ (Va EuXWıRaTı eLEnFuSu elŞuxXa)
“Enfüs şuhha ihzar edilmiştir. Nefisler sıkıntılara dayanacak şekilde yaratılmıştır.”
Karı-koca arasında meydana gelen sıkıntılar, kayınvalide ve kaynata arasında, damat ve gelin arasındaki nizalar, hattâ dünürler arasında ortaya çıkan sorunlar ağır sıkıntılardır ama nefis onları taşıyacak şekilde yaratılmıştır. Abdülhak Hamit eşi için ‘senle de yaşanmaz, sensiz de yaşanmaz’ demiştir. İşte ‘seninle yaşanmaz’ olan sıkıntılardır; ‘sensiz de yaşanmaz’ ona dayanma demektir. Evlilik, doğuran kadının bağırışlarına benzer. Ağrıları vardır. Istıraplıdır ama sabrı da büyük bir zevktir. Tabiatta bir kanun vardır. Maddeler birbirini çekerler, ama çok yaklaşırlarsa iterler. İşte karı-koca arasındaki ilişki de böyledir. Birbirine çok yakın olduğu için ara sıra itmeleri son derece tabiidir. İşte bu sıkıntılara dayanıp aile müessesesini yaşatmak gerekecektir.
Buradaki sıkıntı sanılır ki eşlerden gelmektedir. Oysa bu geçimsizlik hayatın doğal sonucudur.
وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا (Va EıN TuXSıNUv Va TatTaQUv) “İhsan ve ittika ederseniz.”
Sulh ne ile olur? “İhsan” ile olur. Aileye katkıda bulunmakla olur. Bu katkı maddî olur, bedenen olur. Bunlar hep ihsandır. Karı-koca sözleşme yaparlar; hangi gün ne yapacakları ve harcamalarını nasıl yapacaklarını uzlaşarak anlaşırlar. Erkekler para kazanmaktan, kadınlar ise para harcamaktan hoşlanırlar. Allah insanları böyle yaratmıştır. Ev masraflarını kadına götürüp vermek, alışverişi ona bırakmak erkeklerin işini hayli kolaylaştırır.
“İhsan” iyiliktir. “İttika” kötülük yapmamak, kararlara uymaktır. Vecibelerin tesbiti ve yasakların konması eşlerin anlaşmasına bırakılmıştır. Ama bir defa anlaştılar mı, artık onu tek taraflı olarak değiştiremezler, ona uymak zorundadırlar. Eğer kurallar kötü işlemeye başlamışsa hakemlere gidilir ve hakemlerin kararlarına uyulur. Nasıl her çocuk başka ise, ikiz kardeşler birbirine benzemiyorsa, her aile de farklıdır. Yeryüzündeki hiçbir aile başka bir aileye benzemez. Her ailenin kendine has şeriatı oluşur. Aile müessesesi sosyal ve biyolojik yapıları içinde en temel yapıdır. İçtihada dayanmayan düzenlerde aile şeriat dışı bırakılır. Oysa içtihat sistemi her aile için ayrı yapıyı oluşturur. Eşlerden biri hastalandığı zaman diğerine ihsanen hizmet etmiş olur. Şöyle düşünür; şimdi ben hasta olup o bana hizmet ediyor olabilirdi. Dolayısıyla hizmet eden Allah’a kendisini sağlıklı kıldığı için şükreder ve hizmetle bu şükrü eda eder. Hasta da Allah kendisine öyle hizmet eden kimseyi verdiği için şükredip dua eder. Hâsılı “ihsan” öyle bir şeydir ki, herkesi mesut eder; ihsan edeni de, ihsan olunanı da.
فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(128) (FaEınNa elLAHa KAvNa BiMAv TaGMaLUvNa PaBIyRan)
“Allah yaptıklarınızdan habîr bulunmaktadır.”
Burada “Habîr” nekire olmuştur. Demek Allah’tan başka da bilen var olacaktır. Kur’an’da Hz. Peygamber aleyhisselâmın eşleri ile olan sorunları en ince teferruatına kadar anlatılmaktadır.
İnsanlar zannederler ki sır saklarsak, aile içi olayları dışarıya sızdırmazsak daha mesut oluruz. Oysa bu yanlıştır. Aile içi olaylar başkalarına yük olmamalıdır. Ama eşler ne biliyorlarsa çevrelerinin de onu bilmeleri gerekir. Gizlenmiş her sır bir virüs gibidir. Ne zaman çoğalacağı bilinmez.
“Adil Düzen”de herkesin özel dosyası vardır. Giden yazılar ve gelen yazılar o dosyada yer alır. Dosya kapalıdır. Kişi istediği zaman dosyayı istediği kimseye gösterir. 25 genel hizmetten biri evrak hizmetleridir. Her kişi için bir dosya tutulacak, kişiye ait her türlü kayıtlar burada tutulacaktır. Gelen evraklar burada olacaktır. Giden evraklar burada yer alacaktır. Karı-koca arasında da her şey burada kaydedilecektir. Taraflar hakemlere oradan istedikleri belgeleri sunarak kendi haklarını savunmuş olurlar.
Tekrar edelim ki, aile şeffaf olmalıdır. Şikayetçi olmadan çevre sorunları bilmelidir. Bunun yararı yalnız kendilerine ait değildir. Aynı sorunlar diğer ailelerde ortaya çıktığında çözümden yararlanılır. Hz. Muhammed’in eşleri ile arasında geçen olayların Kur’an’da anlatılmasının hikmeti budur. Şeffaflığa örnek olmaktadır.
وَلَنْ تَسْتَطِيعُوا (Va LaN TaSTeOIyGUu) “İstitaa edemezsiniz.”
Burada nefy “Len” ile gelmiştir, “hiçbir zaman gücünüz yetmeyecektir” demektir.
Böylece 20. yüzyılda keşfedilen hatasız ölçü olmaz, hatasız iş olmaz ilkesi ifade edilmiştir. Hiçbir zaman hiçbir şeyi yüzde yüz tam yapamayız. Böyle bir şeyi yapmaya kalkışırsak o zaman tümünü kaybederiz.
Bugünkü Türk yargısı böyledir. Güya asla adaletsizlik olmayacaktır. Her şey inceden inceye ele alınacaktır. Bundan dolayı mahkemeler on-yirmi yıl sürer ve asıl bu geciken adalet zulüm olur. Bir alacak davasını açarsınız, avukatlara en az o kadar para yedirirsiniz, on sene sonra hükme bağlanır, ona da karşı tarafın ya gücü yetmez, ya da karşı taraf tedbirini almıştır, alacağınızı tahsil edemezsiniz.
İnsandaki güçsüzlüğü bu âyet ifade etmektedir. Yüzde yüz verimli makinenin yapılamayacağı 19. asırda keşfedilmiştir. İşte “Len” harfinin gelmesi bu gerçekleri ifade etmesi içindir.
Buradaki ikinci önemli husus sığanın cem yani çoğul olarak gelmesidir. Bu karı-koca arasında bir sorun olmaktan çıkarak, sorunun yani eşler arasındaki ilişkilerde sorunun topluluğa ait olmasıdır. Bu ifadeden şunu anlıyoruz ki, karı-koca arasındaki sözleşmeler topluluk tarafından garantilenmiştir. Koca nafaka temin edemezse, âkilesi onun nafakasını temin etmekle mükelleftir. Koca karısını boşar da mihir ödeyemezse âkilesi onun mihrini ödeyecektir. Kadın kocası tarafından ihmal ediliyorsa, topluluk o konu ile ilgilenmek zorundadır. Bunlara işaret olmak üzere sığa çoğul getirilmiştir. Bu emir bize evli kadınların durumlarını gözetme durumunda olduğumuz gibi, evlenmemiş kadınların da durumlarını gözetmek durumunda olduğumuzu gösterir.
أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ (EaN TaGDiLUv BaYNa elNıSAEi)
“Nisâ arasında adaleti yerine getirmeye muktedir olamazsınız.”
Burada çoğul getirilmiştir ve “Nisaikum” denmemiştir. Yani, buradaki adalet kişinin eşleri arasındaki adalet değildir; tüm kadınlar arasında, evli olsun olmasın tüm kadınlar arasındaki adalettir. “Rical nisaya kavvamdır” derken de orada “Alâ Nisaihim” denmemişti. “Nisaukum harsun lekum” demiş, orada “Nisânız” denmiştir. Eğer Kur’an beşer kelamı olsaydı, bu kadar inceliklere bakmadan geçerdik. Konuşurken insan bu kadar ince olarak düşünemez. Ama Kur’an Allah’ın sözleridir ve inceden inceye düşündüğümüzde hikmetler ortaya çıkar. Kadınların hukuku korunsun amacıyla tedbirler alınmıştır. Ancak bu kadınlar arasında tam adaleti sağlar durumda değildir. Mümkün olan en uygun adalettir.
Kapitalist ile sosyalistler anlatırlar ve uygun sistem olmadığını itiraf ederler, ama ‘bundan iyisi yoktur’ derler. Oysa onlar yalan söylüyorlar. Onlardan iyisi vardır, o da “Adil Düzen”dir. Kur’an da aynı usulün doğru olduğunu ifade etmektedir. En iyisini yapamıyoruz diye iyisi terk edilemez. Bizce iyi olabileceğini yapmaktır.
Kadınlar için ne tedbirler alınmıştır?
a) Başta evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır. Çünkü böyle ilişkilerde kadın mağdur olmaktadır.
b) Kadına mihir veya ücret hakkı tanınmıştır. Çünkü çocuğu ile uğraşacağı için servet biriktirme imkanına sahip olmaz, bu da ona mihir yoluyla sağlanmıştır.
c) Yeme, içme, barınma, dolaşma gibi her türlü doğal ihtiyaçlar kocası tarafından sağlanmıştır.
d) Gelirini bölüşme hakkı tanınmıştır.
e) Bir erkeğin çok kadınla evlenmesi teşri edilerek kocasız kadın bırakılmamıştır.
f) Kamu görevlerine katılma hakkı tanınmıştır, buna karşılık kadına savaşmak veya diyet ödemek gibi yükümlülükler getirilmemiştir.
g) İrtidatta sürülme zorunluluğu onlara getirilmemiştir.
h) Kocasından olan alacaklarına kamu teminatı verilmiştir.
Bütün bunlara rağmen kadınlar arasında adalet yine tam tesis edilemez. Yine evlenmemiş kadınlar olacaktır. Yine de kocaları ile sorunlu kadınlar olacaktır. Kadın ezilemeye devam edecektir.
Sovyetler kadını son derece korumak istemiştir, ama en çok zulüm gören kadın olmuştur.
Kadın sabahleyin kalkar, ev işleri yapar, yemek pişirir... Sonra işe gider, orada da ikinci sınıf işçilik yapar, evine döner, bahçeye gider ve çapa yapar, hayvanını besler ve süt sağar, yine yemek yapar, temizlik yapar, çocuk büyütür… Kadın 24 saat tüm ailenin yükünü taşır.
Erkekler ise evlilik dışı ilişkilerde, içki ve kumarlarda gününü gün ederler. İşe gidenler de evlerinde çanta müdür pozisyonundadırlar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi rakı paralarını da karılarından istemektedirler! Bu sebepledir ki, meselâ Kırgızistan’da evlenme sadece çocuk yapmak içindir. Üç-dört çocuk yaptıktan sonra kocalarını evden kovar ve kendi başlarına çocuklarını büyütürler. % 60’tan fazlası böyledir.
Demek ki, biz kanunlarla kadınları koruyalım derken onlara daha kötü durum hazırlıyoruz.
“Kadın hürdür, bedenini istediği gibi kullanır!” sözü cinayettir.
Kadın hürdür. Ama ona topluluğun rahmi emanet edilmiştir. O emaneti korumakla yükümlüdür. Bu kutsal emaneti taşıdığı içindir ki yukarıda saydığımız ayrıcalıklar verilmiştir. Zina erkeklerin hakkı olarak yasak değildir. Zina topluluğa ait olan rahmin korunmasıdır. Oraya gelip yerleşecek sperm de artık topluluğa aittir. Kocalar topluluk adına çocuğa ve kadına karşı görevler ifa ederler. O sebepledir ki anne baba istese de çocuğu aldıramazlar. Onu meşru sayacak olursak, çocuklarını öldürmelerini de meşru saymamız gerekir.
Evlilik dışı doğan çocuklarını denize atarak öldürdükleri için karı koca 30 yıla mahkum olmuştur.
وَلَوْ حَرَصْتُمْ (VaLaV XaRaÖTuM) “Hırsınız olsa da.”
Samimi olarak kadınların hukukunu koruyup tam adaleti sağlayalım, bütün kadınlar adil bir şekilde hakkaniyete lâyık olsunlar. Bunu sağlayamazsınız.
Çünkü eş seçmeyi meşru kılacaksınız, başka çözüm yok. Evlenme kadar boşanmayı da meşru kılacaksınız, başka çare yok. Sonra karı-koca arasındaki ilişkinin büyük kısmı duygulara dayanmaktadır. Sizin onları hukukla tanzim etmeniz mümkün değildir. Maddî imkânlarla da sorunları çözmezsiniz. Dolayısıyla ancak şeriatın ortaya koyduğu hükümlere uymakla adaleti gerçekleştirirsiniz.
فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ (Fa Lav TaMIyLUv KulLa eLMaYLı)
“Büsbütün meyletmeyin. Eğilmeyin, sapmayın. Bir kısmına yönelmeyin.”
Toplulukta kadınların kendilerine göre statüleri olacaktır. Kadınlar da kendilerine koca bulmak için güzelliklerini kullanacaklardır, sanatlarını kullanacaklardır. Onlar arasında da yarış vardır. Gerçi seleksiyonda yarış erkeklerde sperma iledir ama kadınlar da kendilerine koca bulmak için eğitim ile yarışta bulunma imkanına sahip olacaklardır. Böylece başarılı kadınlar da daha uygum koca bulma imkanına sahip olacaklardır.
a) İlmide, dinde, zenginlikte ve siyasette insanlar sınıflanmıştır. Her kadın kendisinden daha üst mertebede olan erkeğe kendisini beğendirmeye çalışacaktır.
b) Her kadın bedenî güzelliğini kullanarak kendisine daha güçlü erkeği koca olarak bulacaktır.
c) Kadınlar kendilerine büyük mihir veren erkeği bulmaya çalışacaklardır. Bu yalnız maddî çıkar sebebiyle istenmemektedir. Onu bulan erkek daha başarılı erkektir.
d) Kadınlar mümkün olduğu kadar birinci kadın olmak isteyecekler, yani başka eşli olmayan erkeği bulmaya çalışacaklardır. Kocalarının ikinci eş getirmesini önlemek için ayrılıp ikinci eşi olmayan kocaya gitme gücüne sahip olmayı isteyebileceklerdir.
Böylece kadınlar arasında eşitlik ve adil statü oluşturma mümkün değildir. Her kadın bir koca bulabilmelidir. Evlenmese bile, kadın kötü yollara düşme zorunda bırakılmamalıdır. Kadınlar muta nikahı ile olsa da çocuk yapabilmelidirler. Çocuklu kadının kendisi ailesini geçindirmek zorunda olmamalıdır. Babası yoksa, babasının yerine geçecek olanlar; onlar da yoksa kamu bütçesinden onlara geçinme imkanları sağlanmalıdır. Yetim faslı bu fasıldır.
فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ (Fa TaÜaRUvHAv KaLMualLeQaTı) “Onu muallakta gibi vezretmeyin.”
Onu kimsesizmiş, boşlukta imiş gibi bırakmayın. Kadınların kendilerine siyasi vekil seçmiş olması da bu boşluktan kurtarılması içindir. Kadın babasını, kardeşini veya başka kimseleri de siyasi veli olarak seçer. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Seçilen velinin derecesi kadının derecesinden üstün olmalıdır. Babası veya kardeşi o mertebelerde olmayabilirler. Kocası için de öyle bir şart yoktur.
Burada bir husus belirtilmelidir. Kadının veli olarak seçtiği kimsenin durumu, şöyledir. Başkası ile evli olan bir yabancı erkek ile akrabalığı sihri akrabalık benzeridir. Önce evlenip sonra koca veli yapılabilir. Nikah esnasında da veli yapılabilir. Ama başkası ile evli iken veli boşatıp kendisi evlenemez.
وَإِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا (Va EıN TuÖLıXUv Va TatTAQUv) “Islah eder ve ittika ederseniz.”
Yani, karı-koca arasında veya kocasız kadının halini ıslah ederseniz ve ittika ederseniz Allah gafurdur, rahîmdir.
“Islah etmek” demek, kötü duruma düşmüş, farkına varmadan zulme uğramışsa, yapacağınız şey hemen onun durumunu düzeltmektir. Şimdi bize emredilen nedir?
Boşlukta kalmış kadınların tesbit edilmesi ve hallerinin ıslah edilmesi gerekmektedir. Bu tesbit işi nasıl olacaktır? Bir toplulukta böyle zor duruma düşmüş kadınları nereden bileceğiz? Tarım döneminde herkes herkesi tanıyordu. Kendi bucaklarında olan insanların bütün hallerini bucak halkı biliyordu. Dolayısıyla onların bilinmesi için bir müesseseye ihtiyaç yoktu. Şimdi apartmanın üst katında oturan altında oturanı tanımıyor. Hal hatır sorma şöyle dursun, sokakta rastlaşsalar birbirlerini tanımadıklarından selamlamazlar bile. Çünkü birbirlerini bilmezler.
İşte bizim geliştirmekte olduğumuz market sisteminde bu sorunlar çözülecektir. Nasıl çözülecektir? Her hafta evler ziyaret edilerek haftalık siparişler alınacaktır. Bu siparişleri alan daha çok kadınlar olacaktır. Bunlar imam-hatip lisesi veya ilâhiyat menşeli kadınlar olacaktır. Bu kadroda bunlar istihdam edilecektir. Onlara almış oldukları sipariş nisbetinde bir yüzde verilecektir. İşte bunlar aile içi sırları öğrenecekler. Evdeki kadın kendi hâlini bunlara anlatacaktır. Bunlar vasıtasıyla mahallemizde muallaka gibi olan kadınları öğrenmiş olacağız.
Diğer taraftan marketimizdeki satıştan muallaka gibi olan kadınlara yardım olmak üzere bir yüzdelik pay vereceğiz. Bu pay bir fonda toplanacak, mahallenin muallaka gibi kadınlarına yardım yapılacaktır. Benzer şekilde evi olmayan kadınlara ahşap evler işletmesinden ev sağlanacaktır. Böylece evleri vardır diye de onlarla evlenme hususunda rağbet olacaktır. İşte zor durumda olan kadınların hallerini ıslah eder ve ondan sonra onların hukukuna riayet edersek yani ittika edersek, Allah gafûr ve rahîmdir.
فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(129) (Fa EınNa elLAHa KAvNa ĞaFUvRan RaXIyMan)
“Allah gafur ve rahim bulunmaktadır.”
İslâm düzeninde kişilerin hak ve hürriyetlerini koruma kamuya aittir. Küçük çocuklar büyütülmelidir. Kapitalistlerde bu görev ana babasına bırakılmış, sosyalistlerde ise bu görev devlete bırakılmıştır.
İslâmiyet’te ise bu görev devletindir. Ama devlet bu görevi anne babası aracılığıyla yerine getirir.
Evet, anne baba çocukları devlet adına büyütmekle yükümlüdür. Gücü yetmediği zaman devlet yanında olmak durumundadır. Bu şekliyle kadının hak ve hürriyetini koruma görevi kamuya aittir. Ancak kamu bunu kocası veya velisi aracılığıyla yerine getirir.
O halde kişi kadının hukukuna riayet etmekle görevlidir. Eğer çok eşli ise aralarında adalete riayet etmek durumundadır. Bu kocaya verilmiş yetki ve görevdir. Kamu bunu devamlı olarak denetim altında tutmakla yükümlüdür. Bu denetim market soruşturması ile gerçekleştirilmektedir. Market soruşturması ile adaletsizliğin yapıldığı ortaya çıkar da müdahale edildiğinde düzeltilirse ve bir daha böyle adaletsizlik yapılmazsa, bu adaletsizliğe sebebiyet verenler cezalandırılmazlar. Onların kusurları mağfiret edilir. Yani kamu bağışlar, affeder. Ayrıca tevbe edip yeni görevi ifa ettiklerinden dolayı da devlet destek verir. Yani birçok hallerde karı-koca arasındaki geçimsizlik imkansızlıklar nedeniyle olur, bu takdirde bu imkansızlığı imkana çevirir.
1973’lerde “Adil Düzen”i Sabahattin Zaim’e anlatmıştım. O sormuş, ben cevaplamıştım. Sonra misafir olduğu eve giderken ‘insan kendisini dünyada cennet olacakmış gibi sanıyor’ demişti.
Evet; “Adil Düzen” gerçekten uygulanırsa dünya cennet olur. 1960’larda başladığımız şeriat düzeni araştırma çalışmalarımız ile bugün çok ileri seviyelere ulaşmış bulunuyoruz. Her şeyden önce, o gün şeriat düzenini getirmek için yola çıkanlar bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardalar. Tek eksikleri var; bilgisizlik. Eğer bizim bildiklerimizi onlar bilseler, kesin kanaatim şudur ki yapmadan duramazlar; hiç olmazsa böyle bizim gibi çalışanları destekleme ihtiyacını duyarlar. Bilmedikleri için rahatlar! Allah’ın bize olan lütfü “Adil Düzen”in içeriğini öğrenebilmiş olmak ve bununla ilgili yazılarımızı yazma imkânını bulmuş olmadır. Eğer bu yazılarım Reşat Nuri Erol tarafından düzeltilmese veya İstanbul’da siz Adil Düzen Çalışanları tarafından okunmasa, benim de yazmam mümkün olmazdı. Kuyuya attığın taş ses getirmezse, bir daha atmazsın.
İşte Kur’an insanlara cenneti dünyaya getirmektedir. Ölümsüzlük olsaydı adil bir cennet olurdu.
وَإِنْ يَتَفَرَّقَا (Va EıN YaTAFarRaQAv) “Eğer teferruk ederlerse.”
Yukarıda eşlere sulhu tavsiye etmiş ve sulhun hayır olduğunu belirtmiştir. Bunun için sabırlı olmaları istenmiştir. Ne var ki sıkıntılar eğer sadece karı-koca arasında kalıyor, çocuklara ve dünür ailelere intikal etmiyor, komşular rahatsız olmuyorsa, o zaman sulh ve sabır hayırlıdır. Karı-koca bu sağlıklı ailenin varlığı için birbirlerine tahammül ediyorlarsa, bu onların yalnız dünyalarını değil, âhiretlerini de mamur edecektir. Ancak, baktılar ki bu birlik çocuklara etki ediyor, dünür aileleri birbirlerine düşman yapıyor, çevreyi rahatsız ediyor, hâsılı sağlıklı aile oluşmuyor. Çocuklar ve torunlar rahatsız. İşte o zaman karı-koca birbirlerini sevmiş olsa bile ayrılacaklardır. Erkek başka aile kurabilir veya başka eşleri varsa onlarla daha iyi hareket edebilir. Kadın başka koca bulabilir veya çocuklarını daha iyi yetiştirebilir. Bu sebepledir ki boşanma her zaman kötü değildir.
يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِهِ (YuĞNı elLAhu KülLan Min SaGaTiHi) “Allah her birini seatından igna eder.”
Yani, birbirlerinden ayrılanlara suçlu muamelesi yapılmaz, kamu onları destekler. Allah’ın emri ile ayrılanların kendi başlarına yaşayabilecek imkanlar sağlanması için kamu onlara yardım eder. Her ikisinin evlenmeleri için yardım edilecektir.
وَكَانَ اللَّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا(130) (Va KaNa elLAHU VaSIGan XaKIyMan)
“Allah vâsı’ ve hakîm bulunmaktadır.”
Topluluğun rantı vardır. Bir araya gelmekle zenginlik oluşur. Bu zenginlikten yararlanılarak kadının hukuku korunmalıdır. Yenibosna’daki marketimizi çalıştırdığımızı farz edelim. Hedefimiz Yenibosna’daki bakkalları market etrafında organize etmektir. Toptan alacağız, bakkallara alış fiyatı ile dağıtmış olacağız. Bu sayede Yenibosna halkı ihtiyaçlarını daha ucuza satın alma imkânına erecektir. Mallara %1, %2 koyduğunuz zaman bu halka bir yük teşkil etmeyecektir. O halde topluluk eğer kooperatif şeklinde organize olursa, çok kolay bir şekilde bu koruma başlatılmış olur. Bir de düşünün ki; “Adil Düzen” belediye olmuş, bir de devlet olmuş, bir de insanlık içinde organize olmuş… Ne bollukların olacağı açıktır. Gelecekte böyle bir dünya oluşacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 322 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 152 İstanbul, 16 Eylül 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
HALK SAVUNMASI
Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, ordular dağıtılmış, ülke yer yer düşman orduları tarafından işgale başlanmıştır. Asıl vahim olanı, ülkede bulunan %50’lere varan nüfusları ile azınlıklar düşman tarafından silahlandırılmış ve Müslümanları soykırımına başlamışlardır. Halkı camilere doldurmaya ve ateşe vererek yakmaya başlamışlardır. Bu korkunç durumu dünya sevinçle seyrediyor!.. İstanbul hükümeti de acziyet, valiler ve kaymakamlar şaşkınlık içindedir. İşte o zaman halk savunması ortaya çıkmıştır.
a) Halk açlık ve yoksulluk sebebiyle bugün PKK’da olduğu gibi çeteler oluşmuş ve dağlara çekilmiştir. Ama can boğaza dayanınca bu çeteler kendilerini Türk halkına saldırmakla değil, Türklere karşı soykırımına karşı hareket eden azınlıklara karşı birleşirler. İşte bu halk savunmasının başlangıcıdır.
b) Kendilerini İslâm dininin mümessilleri kabul eden din adamları bu hezimeti hazmedemez, bunlar da direnmede refleks hareketleriyle birleşirler ve çeteleri desteklemeye başlarlar. Halkın onları desteklemesini isterler. Bu da bir halk savunmasıdır.
c) Türkiye’de henüz kapitalizm oluşmamıştı. Esnaf mübadelesi vardı. Esnaf mübadelesi ne demektir? Kapitalizmde esnafın sermayesi yoktur. Tüccarlardan avans alır, onunla ham maddeyi satın alır ve tüccara satar. Tüccardan veresiye alır, halka satar ve parayı öder. Kapitalizm düzeni budur. “Esnaf düzeni”nde esnafın kendi sermayesi vardır. Onunla halktan ham maddeyi alır, tüccara satar, peşin para ile malı satın alır, halka satar. Buna ‘esnaf ekonomisi’ diyoruz. Esnaf ekonomisinin olduğu yerde devlet yıkılsa da ekonomi çökmez. Krizler kolay atlatılır. İşte İstiklâl Savaşı’na girerken bizim ekonomimiz esnaf ekonomisi idi. Din adamları bunlara başvurdular, yardım aldılar ve böylece halk savunmasının halkasını tamamlanmış oldu. Ülke karış karış müdafa ediliyordu.
d) Bir şey eksikti. Ülkenin birliğe ihtiyacı vardı. Buna iki sebeple gerek vardı. Karış karış savunmada dayanışma olursa daha kolay başarılır. Bundan daha önemlisi savaş kazanılırdı ama sonra savaşı kazananlar birbirine düşer ve ülke Afganistan’a dönerdi. Afganlılar Sovyetleri yıktılar ama daha beterine esir oldular. Çünkü birbirlerine düştüler. İşte bu işi de askerler başardılar. Mustafa Kemal’i sevmeseler de generaller onu komutan tanıdılar ve böylece İstiklâl Savaşı yine halk hareketi ile kazanıldı. Neden ‘halk hareketi’ diyoruz. Çünkü atanmış kişiler değil, halkın desteklediği komutanlar savaşı kazandılar.
Bugün ordumuz vardır. Başka bir makalemde ordunun kendisini nasıl yenileyeceği anlatılmaktadır. Ama ordudan daha önemli olan güçlü sivil savunmadır. Savaşın temel kuralı dayanmadır. Kale kuşatılır, kuşatanların yiyecekleri bittiği zaman kuşatmayı çözerler ve yenilirler. İçindekilerin yiyeceği bittiği zaman kaledekiler teslim olurdu. Bugün de savaş aynıdır. Ordunun ikmalini sürdüren devletler galip gelirler, ikmal yapamayanlar yenilirler. Ordunun ikmalini savaşta sürdürme ancak güçlü sivil savunma ile mümkün olur. Bu iş belediyelere düşer. Biz AK Partili belediyelere bu hususta yardımcı olmak istedik, ama AK Parti Genel Merkezi belediyeleri iş yapmaktan alıkoymuştur. Ne imiş; şirketlerde yolsuzluk oluyormuş, o halde şirketlerin faaliyeti durdurulmalıdır! İşte size şeytan talimatı! İnsanlar yolsuzluk yapıyorlar, o halde tüm insanları imha edelim! Çürük olan elmalar midemizi bozuyor, o halde elma yemeyelim! İşte zavallı insana musallat olan şeytan mantığı. Ben kimseye kin beslemem ama gücüm olsa bu mantığı savunanı yakalar ipini zevkle çekerim!
Görülüyor ki, sivil savunma ha var ha yok gibidir. Zelzelede, sellerde, karda, yangında bunlar açıkça görülüyor. İtfaiyenin yangın söndürmesi sivil savunma değildir. Sivil savunma itfaiye gelmeden evvel örgütlenmiş halkın savunmasıdır. Yapılacak iş İstiklâl Savaşı’ndaki deneylerimizden yararlanarak halkımızı halk savunmasına hazırlamaktır. Peki, bunu nasıl yapacağız? İşte kooperatifleşme bunun için gereklidir. Marketler zincirini kurmak bunun için gereklidir.
Yenibosna’da marketimiz harekete geçti varsayalım. Bilgisayar çalışmaktadır. Her müşteriye bir numara verir, bilgisayara geçiririz. Marketimizin müşterileri belirlenmiş olur. Müşterilerimizi halk savunmasına hazırlamak için kendileriyle ilişki kurarız. İlk yapacağımız iş onlu bir sistemle örgütlenmedir. Halk savunmasına katılanları onlu gruplara ayırırız. Bunun için herkese beraber çalışmak istediği kimselerin adların sıra ile yazmalarını isteriz. Sıranın terslerini alıp ikişer ikişer toplarız, en çok değere sahip olanlar birleşirler.
Sonra her onlu gruba sıralama usulüyle derece veririz. Siz savunma esnasında şu sıra ile irtibat kuracaksınız. Varsa birincisi ile, yoksa ondan sonra geleni ile irtibat kurup emir bekleyeceksiniz.
Sonra her onlu grup birleşerek yüzlü grup oluşturacaklar ve onlu grubun sorumluları sıralama yaparak grupların kime dayanmış olduğunu ve emir alacaklarını belleyeceğiz. Böylece Yenibosna halkını organize etmiş olacağız. Bu çok büyük bir olaydır. Çünkü ne yapılacağına karar vermek kolaydır ama bunu kimin yapması gerektiğine karar vermek ve onlara ulaşmak zordur. Böyle bir teşkilat bunu sağlayacaktır. Örgütün kötüye kullanılmaması için aşağıdaki tedbirler alınmalıdır.
a) Örgüt legal olarak teşkilatlanmalıdır. Bize göre ancak ‘kooperatif’ şeklinde teşkilatlanma uygun olabilir.
b) İstisnasız bütün kararlar ve hareketler kayda geçirilmeli ve bu kayıtlar açık olmalıdır. Yani, kim kiminle çalışmaktadır ve şimdiye kadar ne yapmıştır, bu kayıtlarda açıkça görülmelidir. Bu da muhasebe sistemiyle mümkün olmaktadır. Her şey muhasebede kayıtlı hâle gelmelidir.
c) Toplantılar ve görüşmeler açık olmalıdır. Kapalı ve gizli toplantılar yapılmamalıdır.
d) Örgütün görevi kendi yerini, bulunduğu yeri koruma ve savunmadır. Merkez bunları sadece desteklemelidir. Merkezî kararlarla yönetilmemeli, merkezi faaliyette bulunulmamalıdır. Merkezî faaliyet görevi belediyelere ve devlete aittir. Onların yaptığını yapmaya kalkışmak bölücülük olur. Yerel çalışma belediyelerin ve devletin yapamadığı, eksik bıraktığı işleri yapmaktır. Devletin veya belediyenin yaptığı işleri yapmak değildir.
Yukarıda söylediğim gibi; şeytan mantığı çerçevesinde bunlar istismar edilir diye yöneticilerin bunlara sempatik bakmayacağını biliyorum. Ancak hukuk düzeninde yöneticilerin değil mevzuatın hükmü geçer, halk bunu bilmelidir. Mevzuatı yorumlamak görevliler kadar halkın da yetkisindedir. Son karar yargınındır. Hukuk devleti zaten bu demektir. Anayasamız Türk devletinin hukuk devleti olduğunu söylemektedir. Buna sahip çıkmayan halk varlığını sürdüremez. Memur yönetimini mutlak surette hakim kılmalıyız. Memur da kanunlara uymak zorundadır. Kanunları yorumlamak yetkisi herkes için kendisinindir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 322 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 152 İstanbul, 16 Eylül 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
TÜRK ORDUSU SAVUNMA ORDUSUDUR
Türkiye dünyanın merkezidir. Güçlü savunma ordusuna sahip olmayan devlet Anadolu’da varlığını sürdüremez. Coğrafî olarak Türkiye dünyanın merkezinde bulunmaktadır. Dünyaya hükmetmek isteyen bir devlet de Türkiye’de yaşayamaz. Çünkü tüm dünya birleşir ve onu parçalar. Türkiye devleti ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesine dayanarak saldırı ordularına sahip olmamalıdır. Çünkü böyle bir orduyu başka ülkeleri sömürmeyen devletler besleyemezler.
Dünyada evrim kanunları geçerlidir. Ordular kendilerini yenileyemezlerse devletleri yaşamaz. Her ordu sürekli olarak kendisini yenilemek zorundadır. Bu yenilenme; a) Eğitimde, b) Bilgide, c) Organizasyonda, d) Silahta olur. Dünyada gerçek yarış savaşla olmaktadır. Savaş kıyamete kadar devam edecektir. Yarışı kazananlar hayatta kalacak, yarışı kaybedenler hayattan çekilecektir. Bu doğal kanundur, bunu kimse değiştiremez. Mustafa Kemal “Hayat mücadeleden ibarettir, kim kazanırsa o yaşar.” derken, asker olarak bunu söylemiştir. Ordumuz kendisini yenilemek zorundadır. Ne yapmalıdır? Savunma ordusu olmalıdır, üretici ordu olmalıdır, demokratik ordu olmalıdır, kendi silahını kendisi üretmelidir.
Bugün ordumuzun nasıl savunma ordusu olacağı hususunda görüşlerimizi ortaya koyacağız.
Ülkemiz 12 savunma bölgesine ayrılmalı ve buralarda birer ordu yerleştirilmelidir.
a) Samsun’da bir deniz ordusu kurulmalıdır. Karadeniz’den gelecek deniz ve hava saldırılarına karşı bu ordu hazırlıklı olmalıdır. Önce karşı taraftan havalanan uçak ve füzeler Karadeniz içinde yere indirilmelidir. Bu mümkün olmazsa; karaya yaklaşan gemi, uçak ve füzeler karadan savunma ile sahilde yere indirilmelidir. Bu da mümkün olmazsa; karaya çıkartma yapabilirlerse, sahil şeridinde verilecek cephe savaşı ile karada toprağa gömülmelidir. Karadeniz’in karşı sahillerini vurabilecek bir saldırı gücü olmalıdır. Savunmadan sonra saldırıya geçerek bir daha saldıramaz hâle getirilmelidir.
b) Adana’da bir deniz ordusu kurulmalıdır. Akdeniz’den gelecek saldırılara karşı ülkemizi savunabilmelidir. Önce Süveyş Kanalı ile Cebelitarık kontrol altına alınmalı, yapılacak askeri ittifaklarla Akdeniz Akdenizlilerin olmalıdır. Yabancı devletlerin savaş gemileri savaş esnasında Akdeniz’de dolaşmamalıdır. Akdeniz’deki hava ve deniz üslerini gerektiğinde susturabilecek imkânlara sahip olmalıdır. Akdeniz’de savaş sahil şeridinden biraz daha gerilerde verilebilir.
c) Diyarbakır’da bir kara ordusu kurulmalıdır. Bu ordu Adana’daki deniz ordusu ile birlikte hareket ederek Ortadoğu’dan gelecek tehlike birlikte önlenecektir. Suriye, Irak ve İsrail’den gelecek saldırıları def edecek ordu bu ordu olmalıdır. Bu ordu buralardan gelecek saldırılara karşı, karşı baskında tüm Arabistan’ı işgal ederek orada bağımsız ulusal devletleri tesis edecek şekilde eğitilmelidir. Karadeniz’de karşı saldırı savaşının sonunda, ama burada daha savaş başlar başlamaz, yabancı güçler henüz bizi yıpratamadan biz onları geldikleri yerlere veya topraklara göndermeliyiz.
d) Van’da bir kara ordumuz olacaktır. İran’dan gelecek saldırıya karşı savunmaya geçmeliyiz. Buradaki savaş Sünni-Şii savaşı şeklinde ortaya çıkar. Buradaki ordu Sünni-Şii ayrımcılığını önleyecek şekilde eğitilmelidir.
e) Erzurum’da bir kara ordusu kurulacaktır. Kafkasya’dan gelecek saldırıya karşı hazırlıklı olmalıdır. Oradan gelecek saldırı Gürcü ve Ermeni ittifakı ile Pontus ihyası şeklinde olacaktır. Kafkas halkı ile barış içinde olma siyaseti güdülmelidir. O dillerde yayınlar yapılmalıdır.
f) Ege’de deniz ordusu oluşmalıdır. Bu ordu adalarda savaş verebilecek ve karaya çıkabilecek şekilde olmalıdır. Yunanistan’ı gerektiğinde işgal edebilmeli ve orada adil bir yönetim kurabilmelidir.
g) Kayseri’de hava ordusu tesis edilmelidir. Doğudan gelecek hava indirmelerine karşı ülkeyi korumalıdır. Diyarbakır ve Van ordularını gerektiğinde destekleyebilmelidir.
h) Konya’da kurulacak bir hava ordusu Adana ve İzmir deniz ordularını destekleyebilmelidir.
i) Eskişehir’de kurulacak bir hava ordusu Karadeniz’i ve İstanbul’u desteklemelidir.
j) Bursa’da kurulacak deniz ordusu Çanakkale ve İstanbul boğazlarını koruyabilmeli, Samsun ve İzmir ordularını destekleyebilmelidir.
Bu izahlarımızdan şunu anlıyoruz ki, her bölgemizin savunması farklıdır. Özel eğitim gerektirir. Dolayısıyla ordular bağımsız olmalıdır. Ordular doğrudan asker cumhurbaşkanına bağlı olmalıdır. Her ordu kendi savunma planlarını kendisi geliştirmelidir. Subaylar aynı orduda istihdam edilmeli, istisnalar dışında ordular arası personel değişimi olmamalıdır. Savunmada en önemli husus, savunulan yeri iyi bilmek ve halk ile işbirliği içinde olmaktır. Bunu da ancak orada eğitim yapmış ve orada savunma taktikleri geliştirmiş bir ordu başarır.
Bir ordu özel olarak hazırlanmalıdır ki, ülkesinden kopmuş olsa bile kendi imkânları ile savaşa devam edip oranın bağımsızlığını koruyabilmelidir. Bu ordunun sivil yönetimle sıkı işbirliği içinde olmasını gerektirmektedir. Kurulacak fabrikalar savaşta kendi kendine yeterli olacak şekilde olmalıdır. Bu nedenledir ki ordular bölge planlamasında etkili olmalıdır. Demek ki, her ordu kendi bölgesini ve düşmanını belirleyerek eğitimini ona göre yapmalıdır. Araştırmalarını onlar üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Silahlarını ona göre düzenlemelidir. Kendi iç organizasyonunu ona göre yapmalıdır. Sivillerle doğrudan ilişki kurulmuş şekilde hazır olmalıdır.
Topluluklar kolay kolay değişmek istemezler. Alışılmışlıkların içinde gününü gün etmek isterler. Türkiye’nin şansı vardır. Ordu isterse bu işi yani değişimi çok kolay yapabilir. Önce bu on iki bölgeye mevcut on kara, deniz ve hava ordularını yerleştirebiliriz. Eksik olanları da bağımsız kolordularla yapmış oluruz. Bu bölüşmede yapılacak iş kara - deniz - hava türü bölünmeye son vermektir. Bu Amerikalıların icat ettiği o çağlara ve kendilerine has bölünmedir. Her ordunun hava gücü olacaktır. Denizi olan her ordunun gemi gücü olacaktır. Hava kuvvetleri sonunda karada savaşacaktır. Gerektiğinde denizlerde seyahat etmek zorunda kalacaklardır. Sonra bağımsız kolordular da ordu seviyesine yükseltilir. Her ordu kendi kendisini yenileyerek savunma ordusuna dönüşmüş olur.
Siyasilerin ve dışarının müdahalesi olmadan ordumuzun savunma ordusuna geçeceğinden ümitliyiz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL