Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 327
NİSÂ SÛRESİ 144-147.AYETLER TEFSİRİ
24.10.2005
1899 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   327

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        21 - 24 Ekim 2005          Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     327. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE

 

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 52

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَنْ تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُبِينًا(144) إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنْ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا(145) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا(146) مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِنْ شَكَرْتُمْ وَآمَنْتُمْ وَكَانَ اللَّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا(147)

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (Yav EayYuHa elLaÜIyNa EaMaNUv)  “Ey iman etmiş olan kimseler.”

İnsanlar tek başlarına yaşayabilecek şekilde yaratılmıştır. Ama bu yaşayış zor yaşayıştır ve çok az sayıda mümkün olur. Yaz-kış meyvesi olan bir yerde meyvecil olarak yaşamak mümkündür. Maymunlar bu bakımdan çok kabiliyetli yaratıklardır. On misli daha çok yaşama şansları vardır. Bir cins maymun sayısı ancak birkaç on bini bulabilir. Oysa insan bugün 7 milyar civarındadır.

İnsan bunu birlikte yaşamakla, topluluk oluşturmakla başarmıştır. Topluluğun temel kuralı, insanların çekişerek değil de, barışarak yaşamalarıdır. Bunun için çıkan ihtilafları aralarında hallederler, hakemler yoluyla hallederler. Hakem kararlarını kabul eden kimse müslimdir. Böylece barış yani İslâm düzeni oluşur.

Hakem kararlarına uymayanları dışlayan bir teşkilata ihtiyaç vardır ki o da dayanışma ortaklığıdır.

Dayanışma ortaklıkları kurup siyasi güç oluşturan kimselere “mü’min” denir Bunların oluşturdukları teşkilata “Ellezîne âmenû/ iman etmiş kimseler” olarak hitap eder. Kur’an başta bunlara hitap eder.

لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِرِينَ (LAv TaTTaPIyÜu elKAvFiRİyNa)  “Kâfirleri ittihaz etmeyiniz.”

“Müslim” olan kimseler İslâm düzenine katılanlardır. Bunlar ya bedenen savaşa katılırlar ve “mü’min” olurlar, ya da cizye verirler. Bunlar müslimdirler. Bizimle olan ilişkilerde hakem kararlarını kabul etmekle beraber; cizye vermekten kaçınan, kendi topraklarında kendi kendilerine yaşayan kimselere de biz dokunmayız, onları kendi hallerinde bırakırız. Onlar “kâfir”dirler. Hakem kararlarını kabul etmeyenler “müşrik”tirler. Onlarla savaşırız. Burada “kâfirûn” denmiş, “kâfir” denmemiş, yani topluluklardan bahsedilmektedir. Tek tek kâfirden bahsedilmemektedir. Kişisel ilişkiler serbesttir. Nehiy topluluğadır. Yani, resmi ilişkiler kurmayın demektir.

أَوْلِيَاءَ (EaVLiYAvEa)  “Kâfirleri veli ittihaz etmeyiniz.”

“Kâfirleri dayanışma ortaklığınıza almayın, onlara güvence vermeyin.”

Madem ne askere geliyorlar, ne de cizye veriyorlar, o zaman siz onlarla bir dayanışma anlaşmasını yapmayın. Onlara saldıran olursa korumayın. Onları kendi hallerine bırakın. Kimse onlara saldırmazsa veya saldırır ama onlar kendilerini koruyamazsa, siz karışmayın.

Kur’an bir kişinin hayatı ile nasıl meşgul ise tüm insanlığın yani uluslararası hukukla da aynı şekilde meşguldür. Kur’an’ın içinde bunun hükümleri vardır.

Aynı dili konuşan bir ulusun oluşturduğu devlet içinde savunma dayanışma ortaklığı kurmuşlardır. Uluslararası ilişkilerde de hakemliği kabul eden devletler mü’min devletlerdir. Hakemlik sistemini kabul etmekle beraber, cizye vermeden küçük topluluklardan oluşan bucaklar veya iller olabilir, hattâ aşiret de olabilir. Onları da mü’min devletler serbest bırakırlar, kendi kendilerini savunurlar. Onlar kâfir cemaattir.

مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ (MiN DUvNı eLMuEMiNIyNa)  “Mü’minlerin dununda”

Dun” yanında demektir. Dışlanmış manâsınadır. Yani, mü’minleri dışarıda bırakarak onları dayanışma ortaklığı içine almayın. Yani, kısmî dayanışma ortaklığı kurmak yoktur.

Diyelim ki, ülkemizde 12 tane siyasi dayanışma ortaklığı vardır. Birileri diyor ki; ben sizinle dayanışma ortaklığını kuracağım, ama şu dayanışma ortaklığı ile ilişkin olmayacak! Biz böyle diyen ile dayanışma ortaklığı kurmayız. Dayanışma ortaklığı müteselsildir. Tüm insanlık içinde bir bütün olarak vardır. Ortak olan hepsine ortak olmuş olur. İstisna geçerli değildir. Mü’minlerin dayanışması askerlik ve cizye içindedir. Yarım mü’minlik yoktur. Yarım müslimlik de yoktur. İslâm ve iman tecezzi etmez. İslâmsız iman olmaz.

Ebu Hanife’nin ‘İslâm ve iman vahiddir’ sözü bu şekilde yorumlanabilir.

أَتُرِيدُونَ (Ea TuRIyDUvNa)  “Murad mı ediyorsunuz?”

Murad etmek” onun olmasını istemek demektir. “Meşiet” ise onun oluşuna karar vermektir.

Siz böyle yaparsanız, kâfirlerin sizin aleyhinizde belgeleri olur. Avrupa Birliği’ne girmemiz bu bakımdan sakıncalıdır. Avrupa Birliği dünya güvenliğini sağlamak amacıyla oluşmuyor, kendi güvenliğini sağlamak amacıyla oluşuyor. AB dünya ekonomisini düşünmüyor, kendi ekonomisini düşünüyor.

Avrupa bir kıtadır. Kıtanın şahsiyeti olamaz. Avrupa değişik ulus ve devletlerden oluşur. Bunların ortak dilleri var, ortak dinleri var. Avrupalıları coğrafyadan başka birleştirecek hiçbir şey yoktur. Onun içindir ki Kur’an ulusal devletleri tanımıştır, ama kıta devletlerini tanımamıştır. Birleştirecek dayanakları yoktur. Coğrafyanın da sınırları sözkonusu olamaz. Yeryüzünde tek ümmet vardır, o da İslâmiyet’tir. Kıtalar, Kur’an tanımıyla söylersek, bir mısrın etrafında toplanmış devletlerdir; hükmetmez, hizmet ederler.

أَنْ تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَيْكُمْ (EaN TaCGaLUv LiLLaHi GaLaYKuM)  “Sizin aleyhinize Allah için.”

Siz şimdi Avrupa Birliği’ne giriyor, diğer mü’minleri dışarıda bırakıyorsunuz. Sonra o aleyhinize açık güç olur, Allah için aleyhinize güç oluşur. Uluslararası anlaşmalara uymanız gerekmektedir. Sözleşmelere uymadığınız zaman insanlık sizin aleyhinizde olur. Hukuk sözleşmelerle doğar. Çelişkili anlaşmalar yaptığınız zaman uluslararası yargılamada haksızlığa düşersiniz. Söz vermişsin, niye yapmıyorsun derler.

Uluslararası yargılama hakemlere dayanır. Hakemler her konuda ayrıdır ve sadece o konu ile ilgili dayanaklara göre hükmederler. Bunun sonucu olarak siz çelişkili işler yapmak zorunda kalırsınız.

Serbest sözleşmeye dayanmayan hakimlik sisteminde problem buradadır. Çelişkili anlaşmalar yapar, sonunda çelişkili kararlarla karşılaşılır. Bunun çözümü çelişkisiz sözleşmeler yapmaktır. İşte noterlik ve kâtiplik müessesesi bundan dolayı zorunludur. Bu sebepledir ki noterlik ilmî dayanışma ortaklığının denetimindedir.

سُلْطَانًا مُبِينًا (SuLTAvNan MuBIyNan)  “Mübin sultan”

Salata” doğranmış sebzedir. “Sulta” salatayı doğrayan bıçaktır. Bir kimsenin maddi güce sahip olmasıdır. Hakimlerin hükümleri de sultadır. Verdiği karar kesindir.

Beyn” yarıktır. Sonraları açıklama anlamında kullanılmıştır. Burada hakiki manâda kullanılabilir. Doğrayan bıçak demek olur. Hakemlerin çelişkili kararları ve o kararlara uyma zorunluluğu sizleri paramparça edebilir. Siz böyle sizin dayanışma ortaklığınızın içinde yer almayan birileri ile dayanışma ortaklığı kurarsanız, sonra sizi paramparça yapar.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girdiğini farz ediniz. Türkiye Hıristiyanlaşarak Avrupa Birliği’ne girebilir, irtidat etmiş olur. İrtidatın cezası da katldır. Su yukarıya doğru akmaz. Hıristiyanlar Budist olmaz. Müslümanlar da Hıristiyan olmaz; çünkü Müslümanların dinleri ileri dindir. İslâmiyet neden ileridir?

a) Hıristiyanların şeraitleri olmadığı, başka dinlerin şeriatları ile yetindikleri halde, Müslümanların kendi şeriatları vardır.

b) Hıristiyanlar kişisel kararlarla, papalıkla dinerlinde fetvalar vermektedir. Anti demokratik yönetimleri vardır. Müslümanlarda ise ruhban sınıfı yok; ulema var, içtihat var, icma var. Dünya demokrasiye gitmektedir.

c) Müslümanlar Hazreti İsa’ya inanıyorlar. Öyle ise her Müslüman Hıristiyandır. Oysa Hıristiyanlar Hazreti Muhammed’e inanmıyorlar. Her Hıristiyan Müslüman değildir. Nasıl bir insan öğrendiklerini unutmazsa, bilmediklerini öğrenebilirse; bir Hıristiyan da Müslim olabilir, ama bir Müslim Hıristiyan olamaz.

d) Kur’an gerek metniyle, gerekse dilinin bilinmesi sebebiyle, çağın sorunlarını çözme gücüne sahiptir. Oysa Hıristiyanlık insanlığa doğru yolu tutma hususunda etkin bir dindir ama çözümleri üretme hususunu İncil kendisinden sonra gelenlere bırakmıştır. Kur’an icma ve içtihatla kıyamete kadar çıkacak insanlığın sorunlarını çözecek sistemler getirmiş ve nübüvveti sona erdirmiştir.

İşte, dinler uydurma değilse, İslâmiyet’in ileri din olması sonunda gelmiş olmasından sabittir. Öyleyse Müslümanların Hıristiyanlaşması istenmemiştir. Bunu bilen müstevliler Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için uğraşmamışlardır. Bunu yapamayacaklarını bilmektedirler. Onun için önce dinsizleştirmeyi, sonra Hıristiyanlaştırmayı düşünmüş olabilirler. Bu çabalarında da başarıya ulaşamamışlardır. Putperest Afrika’daki çabalar İslâmiyet’e yaramış, Afrika Müslümanlaşmaya başlamıştır. Bunun Avrupa’ya etkisi de böyledir.

Şimdi Türklerin Avrupa Birliği’ne Müslümanlardan koparak girdiğini farz edelim.

O zaman tüm Müslümanların da Avrupa Birliği’ne girmesi gerekir. Aksi takdirde Türkiye parçalanır. Zaten Batılıların projesi de budur. Türkiye’nin batı kısmı dinsizleşir veya Hıristiyanlaşır. Doğuda ise halk dindar ve Müslüman yapılır. Bir İslâm Kürt devleti kurarlar. Bu kaçınılmaz olur.

Açıkça ifade ediyorum ki; ben hayatta olsam, batıda Hıristiyan olmak yerine doğuda Müslüman olmayı onun için tercih ederim. İşte böyle bir durum Türkiye’nin parçalanması demektir.

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü içeren bir anayasaya rağmen, gözlerin içine baka baka hakimiyeti Avrupalılara teslim etmeye çalışan AK Parti bu âyete muhataptır.

İnönü’yü zorlamışlar ve Avrupa Topluluğu’na katılamaya imza koymasını istemişler. O da ‘istediğimiz zaman çıkabilir miyiz?’ demiş. ‘Evet’ demişler, o zaman imza etmiştir.

Avrupa Birliği’ne girme müzakerelerinin ucu açıktır. Burası tamam. Bizim için de açıktır. Dolayısıyla AK Parti henüz tehlikeli bir sözleşme yapmamıştır. Müzakerenin bittiğini farz edelim. Türkiye Avrupa Birliği’ne katılma sözleşmesini imzalayacaktır. Eğer son maddesini şu şekilde yazarlarsa tamam, o zaman bu âyete muhatap olmaz. Ama böyle bir madde olmazsa bu âyete muhatap olur ve Türkiye paramparça olur.

Madde X- Müsbet ilmin verilerine ve bu hususta hakemlerin kararlarına uyan bütün uluslarla her türlü anlaşmaları yapmakla Türkiye sürekli serbest bırakılmıştır. Avrupa Birliği’ne dahil diğer devletler hakemlere giderek bunun tabiî hukuka aykırı olduğunu ispatlayarak iptal ettirebilirler. Türkiye Avrupa Birliği’nden her zaman ayrılarak Avrupa Birliği ile ortak ülke olabilir. Birliğin ortaklık sözleşmesinde çıkan ihtilaflar hakemler tarafından çözülür. Türkiye Avrupa Birliği ile veya Birlik üyeleri ile çıkan ihtilafları tarafların seçeceği birer hakem ile hakemlerin seçtiği bir baş hakemin kararları ile hallederler. Kararlara uymayan birlikten ayrılmış olur.

Biz AK Parti’nin şimdiye kadar yürüttüğü görüşmelerde son derece başarılı olduğu görüşündeyiz.

Ama bu müzakerelerin çok ciddi yapılması gerekmektedir.

a)       Müzakereci bir orgeneral olmalıdır. Ve iktidar değişse de o değişmemelidir. Bunun dışındaki müzakereler gayri ciddidir. Çünkü sonunda asker ‘evet’ demedikçe kimse bu ülkenin hakimiyetini başkasına devredemez. Türkiye Cumhuriyeti masa başındaki kalemlerle değil, ülke topraklarını sulayan askerlerin kanlarıyla kurulmuştur.

b)       Görüşmelerde her zaman müracaat edeceğimiz kaynak Kur’an olacaktır. O ne derse onu yapmalıyız. İslâmiyet’i bilen alimlerden müteşekkil bir şûra olmalıdır. Ona göre onların verecekleri fetvalardan birinin fetvalarını tercih edebilirler. Müzakereci İslâmî görüşü de duymak zorundadır. Burası bin senelik savaşların sonunda elde edilmiştir.

c)       Hukukçulardan oluşmuş bir heyet de hazır olmalıdır. Yine müzakereci mutlaka bunlara danışmalıdır.

d)       Emekli olmuş siyasiler ve devlet adamları vardır. Bunlara danışılmalıdır. Kenan Evren, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Kamuran İnan (ve diğerleri). Bunların görüşleri alınmalıdır.

Müzakerelerin tamamı yazılı hâle getirilip bu birlik öyle sağlanmalıdır.

Biz Avrupa Birliği’ne karşı değiliz; faizci, zinacı, sömürücü, saldırıcı Avrupa’ya karşıyız.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ (EınNa eLMuNAFıQIyNa)  “Münafıklar.”

Atıf harfi getirilmeden “İnne” ile “Münafıklar” diye başlamaktadır. Bunun anlamı, mü’minleri bırakıp da kâfirleri evliya ittihaz edenlerin münafık olduğu ifade edilmiş olmaktadır.

Türkiye “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasa”sını ele almalı, incelemeli, geliştirmeli, tartışmalı...

Sonra Avrupa Birliği’nin o anayasadaki yerini belirlemelidir... Avrupa Birliği böyle bir anayasayı kabul ederse o zaman Avrupa Birliği’ne girmelidir.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” nedir?

Yeryüzü, insanlık camiası içinde yerinden yönetime saygılı ulusların kurduğu demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devletlerinden oluşan ülkeler tarafından yönetilir. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” tarih boyunca peygamberlerin ve filozofların çalışmaları ile gelişmiş, bugün Batı dünyasının ulaştığı müsbet ilmin hakemliğinde oluşturulacaktır. Bir heyet tarafından oluşturulmalıdır. Bu heyete Hıristiyanlar 4, Müslümanlar 3, Budistler 2, Hindular 2 ilim adamı atamalıdırlar. Bunların oluşturduğu heyet kendi camialarının desteğiyle “İnsanlık Anayasası” hazırlamalıdır. Anayasa çoklu düzen sistemini benimseyecektir. Eğer heyet tek olması gerektiği hususunda ittifak eder de çözümde ihtilaf ederlerse hakemlere gideceklerdir.

Bu anayasa zorlayıcı değil, öğretici olacaktır. İsteyen devletler kendi anayasalarını bunlara göre uyarlamaya çalışacaklardır. Zamanla başarılar elde edilecek ve insanlık kendiliğinden bu anayasaya gidecektir. Avrupa Birliği de böyle olmalıdır. Avrupa Birliği araştırma yaparak halkın kolayca anlayıp uygulayabileceği formüller üretecektir. İsteyen devletler bunları kabul edecektir. Avrupa Birliği böylece oluşacaktır.

Böyle yapılmaz da Türkiye gözü kapalı Avrupa cehennemine atlarsa, orada eriyip gider.

فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ (FIy elDaRKı eLEaSFaLı)  “Esfelin derkinde.”

Dereke” derece ile akraba olan bir kelimedir. “Dercetme” demek, sandığa eşyayı yerleştirmek demektir. Eşyayı üst üste koymak demektir. “Tedricen” derece derece demektir.

Bugün devlet memurlarına derece verilmektedir. Birinci, ikinci, üçüncü sınıflar vardır. İlk, orta, yüksek okullar vardır. Okul veya sınıflar derekelerdir. Bir sınıfta veya bir okulda alınan notlar derecelerdir.

Kur’an’da cehennemin derekelerinden bahsedilmektedir.

İslâmiyet’te hapishane yoktur. Bunun yerine zorunlu çalışma yerleri vardır. Suçlular sitesi kurulur. Orada yönetim askeridir. İnsanlar içtihatlarına göre çalışmazlar ve ürettiklerine göre ücret almazlar. Kendisine verilen işi yapar ve uygun görülen verilir. Bu siteler dereke derekedir. Statüleri farklıdır. Orada yaşayanların dereceleri de farklıdır. Cehennemin de böyle derekeleri vardır. Münafıklar bu derekenin en aşağısındadırlar. Yani kâfirler ve müşriklerden de aşağıdadırlar. Mü’minleri dışlayıp kâfirlerle velayet kurmak isteyenler böyledir.

Bana Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde sormuşlardı. ‘Peki, hangi devlet İslâm devletidir veya İslâm devleti var mıdır?’ demişlerdi. ‘Böyle devlet yoktur’ demiştim. ‘Mesela, İran veya Suudi Arabistan olabilir mi?’ ‘Bunların Adil Düzen ile alakaları yoktur’ demiştim. ‘Belki İsviçre veya Almanya İslâmî yönetime yakındır’ demiştim. Bununla benim Avrupalıları kâfir, İslâm âlemini mü’min kabul ettiğim sanılmamalıdır.

Türkiye, ileride Adil Düzeni benimseyen kim olursa olsun, onunla birleşmek ve dayanışmak zorundadır. Bu Avrupalı devlet de olabilir. Eski Sovyetler içinden gelen devlet de olabilir. Afrikalı veya Latin Amerikalı da olabilir. Türkiye, Avrupa Birliği’ne dahil olurken bunları dışlamamalıdır. Yoksa münafık durumuna düşer.

مِنْ النَّارِ (MıNa elNAvRı)  “Nârdan, ateşten.”

Kur’an’da “ateş” dendiği zaman, daha çok âhiretteki cehennem ateşi anlaşılmaktadır. Yakıtı insan ve taş olan cehennem. Tamamen farklı hayat. Cinler nasıl güneşte yaşıyorlarsa, insanlar da ateşte yaşayabilirler. Yahut âhiret ateşinden maksat mecazi olarak sıkıntılı hayat demek olur.

Bununla beraber Kur’an ateşle savaşı da kastetmektedir. Burada da onu anlamış oluruz.

Münafıklar iki tarafı idare edenlerdir. Bunlar dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacaklardır. Çünkü savaşlarda ilk harcanacak kimseler münafıklar olurlar.

Türkiye Avrupa Birliği’ne katıldığı zaman neler olabilir?

Türkler İslâm âleminden kopar. İslâm âlemine zulüm artar. Bugün birçok İslâm ülkesi vardır.

a)       İran güçlü olarak gelişmeye devam ediyor.

b)      Sovyet Müslümanları var, sosyalizmde eğitildiler.

c)       Çin Müslümanları vardır. Çin beşte bir nisbetinde Müslümandır. Çin gelişiyor, onlar da gelişiyor.

d)      Hint Müslümanları vardır. Tarihte büyük uygarlıklar kurmuşlardır.

e)       Afrika Müslümanları vardır. Zenci dünyası uyanmaktadır.

f)        Arap Müslümanları vardır.

Bunların hepsi gelişmektedir. Bunlar Çinlilerle, Hintlilerle anlaşır ve Adil Düzeni onlar oralarda yayarlar. Böylece Avrupa Birliği ile Amerika yalnız kalabilir. Türkiye orada istenmez bir ülke olur, Doğu’da da irtidat ettiği için dışlanır. Ve en ağır darbeler Türkiye’ye inebilir. Derki esfele düşebilir.

Bunun dışında yakın bir tehlike daha vardır. Türkiye dünyanın merkezindedir. Türkiye’de oturanlar dünyaya silahsız hakim olurlar. Bunu bilen süper güçler Türkiye’yi ele geçirmek hayali içindedirler. Biz Avrupa Birliği’ne gireriz. Dünya bir olur, bize saldırır ve ülkemizi aralarında bölüşürler. Nârdan derki esfele düşer.

Türkiye’nin “Adil Düzen”e sığınma dışında şansı yoktur. Allah o zaman onu koruyacaktır.

وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا (Va LaN TaCiDa LaHuM NaÖIyRan)  “Ve onlara bir nÂsır bulamazsın.”

Münafıklar derki esfele sürüklendiğinde onlara bir yardımcı bulamazsın.

Bu âyetleri hep âhirete mahsus olarak yorumlamışlar, âhirette onlara bir nâsır bulamazsın şeklinde anlaşılmıştır. Elbette âhiret için bu söz doğrudur.

Ama “Len” istiğrak içindir. Bu dünyada da bulamazsın manâsına gelir.

Gerçekten tarihte en büyük münafıklıkları Türkiye Rumları ve Ermenileri yapmışlardır. Osmanlılar mağlup olunca düşmanlarla bir olup Türkiye Müslümanlarının soyunu yok etmek istemişlerdir. İstiklâl Savaşı kazanılınca kendilerinin soyu kırılmıştır. Onlara bir yardımcı bulunamamıştır.

Aynı ikiliği Demokrat Parti oynamıştır. Düştüğü zaman kimse onlara yardımda bulunmamıştır.

إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا (EılLAv elLaÜIyNa TAvBUv)  “Tevbe edenler böyle değildir.”

Kur’an her zaman her yerde herkes için vardır. Zaten kitaplar, peygamberler, tebliğler, inzarlar hep bunun içindir. Münafıklıktan vazgeçmek gerekir. Takiyye bırakılmalıdır. Açık olunmalıdır.

Mü’minler kendi durumlarını tesbit edip vaziyet almalıdırlar. Bu topraklarımızı biz savaşarak kazandık. Ne var ki, şeriatın müsade etmediği savaşlarla değil. Biz Bizans halkıyla savaşmadık, tefessüh etmiş Bizans yönetimiyle savaştık. Çoğu zaman onlarla anlaştık. Bin seneye yakın bir zamanda birlikte dostça yaşadık. Ne zaman ki Rum ve Ermeniler Türkiye’yi istila edip kendi emelleri için azınlıkları kışkırttılar, işte o zaman da ölesiye savaştık. Çanakkale’de ölenler Türkiye azınlıkları değildir.

Sonra, Allah takdir etti, siz lâikler iktidar oldunuz. Açıkça ‘biz ateistiz, biz Hıristiyanız’ deyip ‘ya gidin bu memleketten, ya da bizim dinimize girin’ deseniz, o zaman siz münafık olmazsınız. Ama şimdi münafıksınız.

Böyle demiyor ama böyle düşüncelerinizi saklıyorsunuz. Ama tevbe yolu açıktır. Gerçek lâik olunuz. Karşılıklı tartışalım. Görüşelim. Halka gidelim. Ya bu ülkeyi biz terk ederiz, ya da siz. Ama şimdi ne olacak? Sizi kışkırtanlar mağlup olacaklardır.

Bugün Avrupalılar AK Parti ile masaya oturdular. Al gülüm-ver gülüm, geçinip gidiyorsunuz. AK Parti için bu durum iyi değildir. Ama Türk milleti için çok yararlıdır. Yarın “Adil Düzen” yönetimini de dünya tanımak zorundadır. Tıpış tıpış saygı duyacaklar, ülkelerinde de “Adil Düzen” hakim olacaktır.

Gelin uzlaşalım, tevbe edin. Zalim olmaktan çıkın, zorla bizi dininize götürmeye uğraşmayın.

Biz de asla böyle bir şeyi düşünmeyiz. İsteyen istediği dini yaşasın. Biz geçmişte yaptıklarınızı aramayacağız. İntikama kalkışmayacağız. Zorla başınızı kapatmayacağız. Lâik okulları yasaklamayacağız. Toplantı yerleriniz içkili de olsa onlara dokunmayacağız.

وَأَصْلَحُوا (Va EaÖLaXUv)  “Islah olunuz.”

Tevbe etmek demek, ıslah etmek demektir. Yanlış yapılanları düzeltmektir.

Bizim muhatabımız iki gruptur.

Birileri vardır ki İslâmlıkla ilgileri yoktur. Onlar namaz kılmaz, oruç tutmaz, Kur’an okumaz. Bunlardan bunu açıkça yapıp İslâm düşmanlığı yapanlar vardır. Bunların içinde bir kısmı İslâm düşmanlığı yapmazlarsa, bizim onlara söyleyeceğimiz hiçbir şey yoktur. Bizim sözümüz İslâm düşmanlığınadır.

Lâikler içinde sözde dine saygılı, İslâm düşmanı olmadığını söyleyenler vardır. Bunlar münafıktır. Örnek mi istiyorsunuz? Vereyim. İslâm’ın simgesi olduğu için başörtüsü düşmanıdır. Kamu alanında başını örterse dini baskı olur, dolayısıyla örtmemelidir. Bu münafıktır. Açıkça ‘ben İslâm düşmanıyım’ demiyor da, İslâm düşmanlığını uydurma hikâyelerle yapıyor. Yahut, Kur’an Kursları okula giden çocukların zihinlerini bozuyor, sonra çocuklar okuyamıyorlar, onları korumak için böyle yapıyoruz diyor ve kursları kapatıyorlar!.. Bunlar açıkça ‘ben İslâm düşmanıyım, İslâmiyet’e karşıyım’ deyip kursları kapatsalar, o zaman münafık olmazlar. Zor kullanıldığı için kâfir olurlar…

Kur’an diyor ki; münafık kâfirden de kötüdür.

Bir de bizim tarafta münafıklar vardır.

Bunlar ibadetlerini yaparlar, eşleri başörtülüdür. Böylece kendilerini mü’minim diye kandırmaktadırlar.

Ondan sonra faizi meşru görürler… Ondan sonra zinayı meşru görürler...

Çıkıp diyemezler mi ki;

-Millet bizi seçti. Biz faizin zararlı olduğunu biliyoruz, dinimiz böyle emretti. Zina kötüdür, bunu biliyoruz, çünkü Kur’an yasakladı. Aksini gelin ispat edin. Faizin yararlı olduğunu ispat edin, zinanın yararlı olduğunu ispat edin, biz dinimizi değiştirmeye hazırız. Demek İslamiyet hak din değilmiş ki bu kadar saçmalıkları bize emretmiş. Bizim zengin olmamızı engellemiş, bizim sağlıklı çocuk yetiştirmemizi engellemiş. Biz öyle dini terk etmeye her zaman hazırız.

-Gelin, biz size faizin ne kadar zararlı olduğunu ispat edelim, zinanın ne kadar yıkıcı olduğunu ispat edelim. Hakemlerin huzurunda ispat edelim. Biz sizden dininizi terk etmeyi istemeyeceğiz. Siz yine faiz alıp verin, siz yine aranızda zina yapmaya devam edin. Ama bize karışmayın. Biz sizinle ancak böyle anlaşırız diyemediler de, biz zina yasağını teklif etmedik diye kendilerini savunmakla uğraştılar.

İşte biz bunları tevbeye dâvet ediyoruz.

Allah bunlara diyor ki; gelin size kendi müktesebatını dayatanlara açıkça deyin.

Hakem müsbet ilim olsun deyin.

Siz inandığınızı ve amel etmekte olduğunuzu savunamayabilirsiniz. Ama biz sizin sözcünüz olmaya hazırız. Kur’an’ın verilerini terk ettikten sonra, Batı müktesebatı dedikleri zina ve faiz dayanaklarını Kur’an’dan üstün tutup intibak kanunlarını ona uydurarak ileri gideceklerini sanmak ve insan haklarına ulaşacağımızı kabul etmek, Allah aşkına siz söyleyin, nedir?!.

Batı’nın insan hakları diye yayınladıkları şeylerin içinde yeni olarak buldukları nelerdir?

Zina serbestliği, faize atfedilen kutsiyet, katilleri ve canileri korumak için idamı yasaklamak! Dördüncü bir ilkeleri daha vardır. Çıkarlar savaşı. Güçlülerin çıkarı varsa o serbesttir. Güçsüzlere yasak.

Başka? Kadın hakları, çocuk hakları, sakat hakları, hayvan hakları!.. Anlaşılan çocuklar ve kadınlar insan değil de onlara ayrı haklar tanınıyor!.. Tevrat ve İncil, hattâ Roma hukukları nedir? İnsan haklarıdır. O insan içinde kadın, çocuk, hasta, yaşlı, sakat herkes vardır. Tevrat’tan ve Kur’an’dan aşırdıklarına birtakım pislikler katarak ‘Avrupa müktesebatı’ deyip onların peşinde koşanlara diyeceğimiz yok!..

Ama İslâmiyet’i tahkir edenler münafıktır. Şeriatı tahkir edenler münafıktır. Gelin tartışalım. Haklı iseniz -tekrar ediyoruz- Kur’an’ımızı bırakmaya hazırız.

Bizim hukukumuzu kritik eden dağlar kadar fıkıh ve usûlü fıkıh ilimlerimiz var.

Sizin neyiniz var? Üç dört silahşor bir araya gelmiş, bombanın gölgesinde koydukları zulüm kuralları!

Islah olmak” demek, gerçekleri itiraf etmek demektir. Gelin, hakka gelin, Allah sizi affetsin. Yoksa siz Allah’ın huzurunda suçlusunuz, derki esfeldesiniz.

وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ (VaGTaÖıMUv Bi elLAHı)  “Allah’a i’tisam ediniz.”

Allah’a i’tisam edeceksiniz. Yani, Allah’ın ismetine gireceksiniz. O zaman Allah tevbenizi kabul eder. Eski yaptıklarınızdan sormaz. Allah’ın yeryüzündeki halifesi insanlıktır. O halde insanlığa sığınacaksınız. İnsan hakları ancak insanlığın demokratik temsilcileri tarafından oluşturulur. Galip devletlerin diktası ile değil.

Allah’a i’tisam etmek” ne demektir? Gayet açık olarak ifade ediyoruz. Allah insanlara iki yolla kendi korunaklarını göstermiştir. Bir peygamberler göndermiş ve onlarla kitaplar indirmiştir. O kitaplar kısmen tahrif edilmiş olsa bile, küll olarak mevcuttur. Orada hidayet yolları vardır.

Yedi milyar insan bucaktan başlayarak cemaatlerini oluşturacaklardır. Bu illerde ve ülkelerde onar temsilciler olacak ve nihayet insanlığın yirmiye yakın dinî dayanışma ortaklıkları olacaktır. Ayrıca yirmiye yakın ilmî dayanışma ortaklıkları olacaktır. Bunlardan din adamları dinî kitapları, ilim adamları da ilmî kitapları ile müzakereye girecekler ve “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı ortaya koyacaklardır.

İşte o zaman Allah’a i’tisam edilmiş olur. Allah’ın emirleri sadece dinleyip kalben tasdikten ibaret değildir. İslâm dini amel dinidir. Cemaatleşme, örgütlenme, kurallar ortaya koyma dinidir.

وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ (Va EaPLaÖUv DIyNaHuM LielLAHi) 

“Ve dinlerini Allah’a ihlas edeceklerdir.”

‘Avrupa insan hakları’ değil, ‘insanlığın insan hakları’. Erkeklerin ve kadınların hakları değil, insanın hakları. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın hakları ve insanlık hakları. Coğrafya, din, kavim yahut güce dayalı ayırımcılığı ortadan kaldıracaktır. Tüm yeryüzü insanlığındır. İnsanlar işgal ile bölüşmüşlerdir. İmar ile de mâlik olmaktadırlar. Aralarında çıkan ihtilafları kendilerinin seçtiği hakemler aracılığı ile çözmektedirler. Büyük dinler ırkçılık yapmıyorlar, büyük dinler kavimcilik yapmıyorlar. Dinde zorlamayı kabul etmiyorlar.

İşte, Avrupa Birliği Avrupa müktesebatını insanlık haklarına ve şeriata çevirecektir. Zinadan ve faizden yani sömürüden vazgeçecektir. Bütün dinlerin haram ettiğini hâlâ helal hâle getirmeyeceklerdir.

İlmin ve kitapların indirdiklerinden başka bir yol yoktur.

فَأُوْلَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ (Fa EuLAEıKa MaGa eLMUEMıNIYNa) 

“İşte bunlar mü’minlerle beraber olabilir.”

Önce böyle olan Müslümanlar Adil Düzeni benimsemiş mü’minlerle beraber olabilirler. Böyle olan siyasiler ancak Adil Düzene inananlarla dayanışma ortaklıklarını kurabilirler. Böyle olanlar Türkiye’de mü’minlerle beraber siyasi partiler kurabilirler. Ancak böyle olanlar Avrupa Birliği’ni ortak olarak kabul edebilirler. Avrupalılar sanayi ve ekonomide bizden üstündürler. Ama biz de hukukta ve yönetimde onlardan üstünüz. Bunu ordumuzla hep gösterdik.

Biz Kıbrıs’ı işgal ettik, çatışma durmuş…

Onlar Afganistan’ı işgal etmiş, Irak’ı işgal etmiş, çatışma azmış!..

Türk ordusuna baş vurup yönetimi sürdürüyorlar.

Rusya ve İngiltere Osmanlıları örnek alarak dünyada tecrübeli devlet olmuştur.

Şimdi soruyoruz; hangisi üstündür, sanayi ve ekonomi mi, yoksa hukuk ve yönetim mi?

Kur’an insanlara sanayiyi değil hukuku öğretti, zenginliği değil yönetimi öğretti. Adil hukuk ve yönetim dünyevî imkanlar yaratır. Meyvesi sanayi ve ekonomi olur.

Dengelerin oluşması için hukuk ve yönetimdeki hamleyi Allah doğululara/Müslümanlara yaptırmaktadır, sanayi ve ekonomide hamleyi Batılılara/Hıristiyanlara yaptırmaktadır. Allah insanları uygarlaştırma görevini Müslüman ve Hıristiyanlara vermiştir. Uzakdoğulular ise bu uygarlıklara katkıda bulunacaklardır. Onlardan isteyen Müslüman, isteyen Hıristiyan olabilir. İsteyen Budist, isteyen Brahman olur.

Cennet ise kalbi selim ile gelenleredir. Kişileredir. Topluluklar cennetlik ve cehennemlik değildir.

وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ (Va SaVFa YuETi elLAHu)  “Allah ileride verecektir.”

Se” geçtiği zaman yakında verecektir anlamındadır. Daha çok bu dünyadan bahsedilir. Bazen kıyametin yakınlığını göstermek için âhiret de kastedilir.

Savfa” ise daha çok âhireti göstermektedir. Bazen de, şimdi değil de ileride ecri azim verilir.

Mü’minlerin ileride muzaffer olacağını bildirmektedir.

Bu sûre indiği zaman henüz Mekke fethedilmemiştir. Müşrikler hâlâ Medinelileri yenip ortadan kaldıracaklarını sanıyorlardı. Mekke fethedilmiş, sonra tüm Arabistan fethedilmiş, sonra İran fethedilmiş, kuzey Afrika fethedilmiş, Endülüs alınmış, İstanbul alınmıştır... Bütün bunlar ecri azimdir.

Bunlardan daha önemlisi; fıkıh, tefsir, kelam, tasavvuf ilimleri de ecri azimdir...

Şimdi de Adil Düzen Çalışanları olan mü’minlere ileride ecri azim verilecektir...

الْمُؤْمِنِينَ  (elMuEMıNIyNa)  “Mü’minlere verecektir.”

Âhirette verecektir. Ama dünyada da ileride kıyamete kadar ecri azim verecektir.

Mü’minlerden maksat; dayanışma ortaklığını kuranlar, böylece cemaatleşenler, yani aidatsız sigorta dayanışmasını tesis edenlerdir.

İlk insanlar ayrı ayrı yaşıyorlardı. Akrabalık dayanışması yetiyordu. Hattâ Hazreti Nebi Medine’de akrabalığa dayanan dayanışmayı hukukileştirdi ve genişletti. Halife Ömer ise komutanlara ‘divan’ denen defter verdi, böylece isteyen istediği kimsenin askeri oluyordu. Artık âkile aynı divanda kaydı bulunanlar arasında oluşuyordu. Tabii ki bu dayanışmanın manâsı devlet olunduğu zaman asker olmadır.

أَجْرًا عَظِيمًا (EaCRan GaJIyMan)  “Azim ücret.”

Âhirette cennet olarak ecri azim verecektir. Ama bu dünyada da ileride ecri azim verecektir.

Burada “savfa” denmiştir. Yani, kıyamete kadar demektir.

“La” değil anlamındadır. Bir defaya mahsus nefy eder, olumsuz yapar.

“Lan” ise istiğrak içindir. Yani, her zaman nefy eder, olumsuz kılar.

“Se” harfi bir defaya mahsus olmak üzere verecektir demek olur.

“Savfa” olunca “Len” gibi istiğrak için olur, hep verecektir demek olur.

Nitekim I. Kur’an uygarlığında ecri azimi vermiştir. Fetihlerin yanında uygarlığı vermiştir. Bugünkü Batı uygarlığı o uygarlığın uzantısıdır.

Şimdi de Allah III. Bin Yıl uygarlığını vaat etmektedir. Bu uygarlık II. Kur’an uygarlığı olacaktır. Bu böyle hep devam edecektir. Uygarlıklar bin yılda bir yenilenecek ve her yenilenme mü’minlere nasip olacaktır.

مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ (MAv YaFGaLu elLAHu Bi GaÜAvBıKuM)  

“Allah azabınızı fi’letmeyecektir.”

Allah size ecri azim verecektir. Ancak ecri azimin hakkını vermediğiniz zamanlar olacaktır. Onu tahrif edeceksiniz, onu kendi heva ve hevesinize uyduracaksınız. Galip geldik, zengin olduk diye rehavete dalacaksınız. Kendinizi üstün görüp dünyaya yukarıdan bakacaksınız. Post kavgasına düşeceksiniz. Bunun karşılığında Allah size bu dünyada azap edecektir. Mağlup olacak, aşağı derecelere düşeceksiniz.

Kur’an; böyle yaparsanız azab fiilini yapmayacaktır diyor. “La Yuazzibukum” dememiş de, “Mâ Yaf’alullahu BiAzabikum” demiş. “” mazide nefyi, “Yaf’alu” da ileride fiili ifade eder. “Mâ Yaf’alu” deyince hâli gösterir. Yani Tükçedeki etmiyor karşılığıdır. Bu da mü’minlere olan azabın azlığını ifade etmektedir. Bugün mü’minler bu küçük azab içindedirler. Bu azabı da kaldıracaktır demek olur.

إِنْ شَكَرْتُمْ وَآمَنْتُمْ  (EıN ŞaKaRTuM Va EaManTuM)  “Şükreder ve iman ederseniz.”

Şükretmek” demek, verdiği nimetlere karşılık amel etmek demektir.

“Hamd” kalbî fiildir. “Şükr” ise amelî fiildir. Davud’un âline şükür olarak amel ediniz deniyor.

Yani, Allah’ın size verdiği nimetin karşılığını verirseniz. Nedir Allah’ın bize verdiği nimetler?

a)       Allah bizi bir Hıristiyan, bir Budist olarak yaratırdı. Oysa Allah bizi mü’min yarattı, Kur’an ehli yaptı. Bunun hakkını vermeliyiz. Bunun hakkını vermek demek, Kur’an’ı öğrenmek için çalışmalıyız. Haftada bir toplanıp tefsir dersleri okumak şükretmek demektir. Burada söylenenleri anlamak, eksikliklerimizi tamamlamak, yanlışlarımızı düzeltmek için de haftanın içinde evlerimizde diğer ilimleri okumalıyız. Onlardan öğrendiklerimize bir katkımız olursa onları yazmalıyız. Belli bir yerde yayınlanması için değil, kendimiz için yazmalıyız. Belki bizden sonra gelenler ondan yararlanmayı düşünürler.

b)       Sonra, Allah bize ilim verdi, okumuş insan yaptı. Bir mason zenginle ekonomik ilişkimiz oldu. Özdemir Çelik Döküm Fabrikası’nın hissesini almıştı. Taksitle ödemeleri bitirdiğimde, vedalaşırken ‘görüşmemiz devam etsin’ dedim. “Ben İslâmiyet’i öğrenmek için sizinle görüşmek isterim. Çünkü benim ailemde İslâmiyet hakkında hiçbir şey duymadım. Sizden duyduklarımla İslâmiyet’e yakınlık duyuyorum.” demişti. İşte hepimiz böyle ailede yetişmiş, böyle çevrede yetişmiş olabilirdik. Bunun şükrünü eda etmemiz gerekir. Bunun şükrü için Adil Düzene göre işletmeler kurmalıyız. Marketi çalıştırmalıyız. Biri gevşerse diğeri onu harekete geçirmeli, birinin başladığını diğeri tamamlamalıdır.

c)       III. bin yıla girerken en büyük olay “Adil Düzen”dir. “Adil Düzen Çalışmaları” III. bin yılı oluşturacaktır. Bu çalışmaları yapan cemaatte olduğumuz ve burada çalıştığımız için şükretmeliyiz. “Adil Düzen”i ve “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın maddelerini öğrenip çevremize anlatmalıyız. Adil Düzene göre bir an evvel muhasebe programını tamamlamalıyız. Bazı ameller vardır ki farzı kifayedir; birileri yaparsa bizden sâkıt olur. Dr. Lütfi Hocaoğlu ve Taha Özket bu işi başarırlarsa, bizden de sakıt olur. Yoksa hepimiz bilgisayar fakültesini bitirip Adil Düzene göre muhasebe programını yapmamız gerekir. Böyle arkadaşları verdiği için de Allah’a hamd etmeliyiz.

d)       Madem ki Allah “Adil Düzen” üzerinde çalışma imkanını bize bahşetti, gayretlerimizi artırmalıyız. Bizden başka bu yükü yüklenenleri göremiyoruz. Hedefimiz Adil Düzen apartmanını, sonra da sitesini oluşturmalıyız. İşte bu da şükürdür. Bunları yaparsak Allah bizi bugünkü azaptan kurtaracaktır. AB’nin tafrasından bizi kurtaracaktır. Bu çalışmalarımızın karşılığı olarak Allah ileride mü’minlere ecri azim verecektir. I. Kur’an Uygarlığındaki mü’minlere nasıl uygarlık nasib etti ise bizim bin yılımızda da bize ecri azimi verecektir. Çoğumuz fetihleri göreceğiz… İnşaallah…

“Şükreder ve iman ederseniz. Aranızda dayanışma ortaklıkları kurarsanız azabı fi’letmez.”

Ama şükretmez ve iman etmezseniz, o zaman da Allah siz ıslah oluncaya kadar azabınızı fi’leder.

Herkes Kur’an’ı kendileri için yorumlayacaktır. O zaman Kur’an insanları aktif hâle getirecektir.

Şimdi bu satırları okuyorsunuz. Sonra Kur’an’ı herkes okuyacaktır. Kendisi tefsir etmeye başlayacaktır. Üzerinde düşünecektir. Allah ona ilham edecek, Kur’an’ı kendisi anlamaya başlayacaktır. Kur’an o zaman onu hidayete götürür.

وَكَانَ اللَّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا(147) (Va KAvNa elLAHu ŞAvKiRan ALIyMan)  “Allah şâkir ve alîmdir.”

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 327 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 157 İstanbul, 21 Ekim 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

ÖZELLEŞTİRME VE YAPILMASI GEREKENLER

İnsanın nasıl yemesi içmesi varsa, topluluğun da ekonomisi olmadan yaşayamaz. Her devlet kendi ekonomisini düzenlemek zorundadır. Her insanın nasıl ağzı varsa ve kendisini kendi ağzından beslemek zorunda ise; aynı şekilde her devletin de kendi ekonomisi vardır ve o ekonomi ile yaşar. Her devlet uluslararası ekonomiye açıktır. İhracat ve ithalat serbesttir. Gümrük ve vize işlemleri yoktur. Ancak her devletin iç ekonomisi bağımsızdır. Devlet ülkesinde üretilen mallardan vergisini alır. Ondan sonra emek ve mal hareketi tamamen serbest ve masrafsızdır.

Ekonomide üretim ve tüketimin iki yanı vardır. Tekel değerler vardır. Orada serbest rekabet geçerli değildir. Mesela, elektrik hatları böyledir. Demir yolları ve hava limanları böyledir. Mabetler böyledir. İlaç ticareti böyledir. Sağlık ve eğitim gibi hizmetler de serbest rekabet içinde olmaz. Bunlar tekelleşirse o ülke halkı artık o tekelin esiri olur ve kişiliklerini kaybederler. Ne devletleri, ne insanlıkları kalır.

İslâmiyet işte bu gerçeklere dayanarak ‘tekel işletmeler’ için ‘vakıf müesseseler’ tedvin etmiştir. Tekel işletmeler bağımsız vakıf işletmelerdir. Vakıf işletmeler kâr amacıyla çalışmaz. Gelirleri ve giderleri ile kendisini korur. Vakıflara ek gelirler tahsis edilebilir. Bir fabrikanın kira payı haberleşme vakfının geliri olabilir. Kamu bütçelerinden pay ayrılabilir. İşletilmesi ise vakıf sözleşmesine göre yapılır. Yöneticilerin takdirine bir şey bırakılmaz.

Sömürü sermayesi bütün dünyada ve Türkiye’de bu tekel kurumları ele geçirmeyi planlamaktadır. “Özelleştirme” ile dünyayı tekeline alıp kendine göre tek devlet olarak yönetmeyi hayal etmektedir. Hiçbir tekel yönetim adil olamaz, başarılı da olamaz. Marx ailesiz, mülkiyetsiz, dinsiz, devletsiz bir düzen tasavvur etmiştir. Komünizm, başka bir deyimle tek devletli düzendir; sermayenin yönettiği bir düzen. “Özelleştirme” adı altında ‘komünistleştirme’ sözkonusudur. İhaleye girip satın alan sermayenin arkasında Siyonizmin tekelleşmiş sermayesi vardır. Girenler -yerli olsun yabancı olsun- hep onlardan destek almaktadır. OYAK da o sermayeye dayanıyorsa aynı şey söylenebilir. Bu hususta bilgimiz yoktur. Renault’un arkasında kim var, bilmiyoruz.

İktidara kimi getirirseniz getirin, sermaye öyle tezgah kurmuş ki, onun dediğini yapmak zorundasın. Yoksa; müslüman isen ‘mürteci’, milliyetçi isen ‘faşist’, solcu isen ‘komünist’, hiçbir şey değilsen ‘hortumcu’ yapar. Önce basın/medya yoluyla saldırıya geçer… Sonra askerleri harekete geçirir... Arkasından yargı alkışlamaya başlar... Sonunda onun dediğini yapmayan iktidar alaşağı edilir…

1950 den beri her on yılda bir tekrar edilen senaryo budur. Halkımız bu oyunları kavrar da ‘Kuvva-yı Milliye’ ruhu ile harekete geçerse varlığını korur. Yoksa sermaye hiçbir zaman böyle tekele ulaşmayabilir. Ama Türkiye yok olur. Türkiye İstiklâl Savaşı’nı halkın kıyamı ile kazanmıştır. Sömürü sermayesinin bu saldırısı da ancak halkın kıyamı ile bertaraf edilir. “Ülkeyi milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.”….

Halkımız sömürü sermayesinin “özelleştirme” saldırısına karşı ne yapacaktır?

a)       Önce bizi bölmek için uydurduğu irtica, faşist, komünist, hortumcu gibi yaygaralarına kulak vermeyecektir. Uzanlar ile Aydın Doğan arasında, Koçlarla Siirtliler arasında hiçbir fark yoktur. Hortumcu iseler, herkes hortumcudur. Bütün bunların hesaplarını sömürücü sermaye tutmaktadır, sahtekarlığı o yaptırmakta, sonra gerektiğinde silah olarak kullanmaktadır. Bütün bunları bilerek birbirimize karşı sabırlı olmalı ve bölünmemeliyiz.

b)      Zaten teknolojisi eskimiş KİT’lerimizi yağmalamakta ve yok etmektedirler. Biz bunları önleyemeyiz. Ama halk şirketlerini ve kooperatifleri kurarak bu yağmadan biz de payımızı alabiliriz. OYAK’a ortak olmalı, arkasında sömürü sermayesi olsa bile bu tesislerin ordumuzda kalmasını sağlamalıyız. Şunu bilelim ki, ordumuz güçlü oldukça hiçbir oyun devletimizi yıkamaz. Çünkü sonunda her şeyin muhasebesi yapılabilir. Tehlikeli olan, satın aldıkları bu tesisleri çalışamaz hâle getirmeleri ve yıkmalarıdır. Ama bir başkasının elinde, bu şirket yabancı olsa da çalışıyorsa, ordunuz da güçlü ise; düdük çalarsın ve bütün fitne sona erer.

c)       Halkımız kooperatif şirketleri ve vakıfları kurarak yağmalanan devlet varlıkları kurtarılmalıdır. Ancak bununla yetinilmemelidir. Onların yanında ileri teknolojiye -hem de kendi teknolojisine- dayanarak yeni vakıf ortaklıklar kurulmalıdır. Adil Düzene göre kurulacak bu şirketler paraya değil, aynî mübadeleye dayanacaktır. Böylece büyük sermaye bunları ezemeyecektir. Bu da küçük olarak başlar. Sonra gelişir. Bunun tohumu market işletmesidir. Mala-mal işetmesine göre oluşturulacak muhasebedir. İstanbul halkından yardım dilenmelisiniz. Bu sizin için yardım değildir, halkın kendisine yardımıdır.

1960’larda askeri müdahale oldu. Beni kamu görevinden attılar. Sonra orduda sivil mühendis olarak İzmir’de işe başladım. İzmir’e vardığım zaman bir fakülte arkadaşım vardı: Şükrü Tüzün. O da birkaç ay sonra beni bırakıp Ankara’ya gitti. Yapayalnız kaldım ama asla ümitsizliğe düşmedim. Allah’a inananlarla bir olduk ve sonunda Akevler’i kurduk. Zamanla sermayesi yirmi milyon dolar tutacak olan bir ortaklık tesis ettik. Bugün dünya çapında okullar kurmuş olan Fethullah Gülenciler ilk eğitimlerini orada gördüler… Millî Görüş ve Adil Düzenciler orada yetiştiler… Bunun dışında “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” oradaki çalışmalarla oluştu... III. Bin Yıl Uygarlığı “Akevler” ile başlamıştır... Siz de Allah’a güveneceksiniz. Kendiniz için kimseden bir kuruş istemeyeceksiniz; ama Allah için herkesten dileneceksiniz... Size hakaret edecekler, size gülecekler... Utanmayacaksınız... Çünkü bütün bunları halk için yani Allah için yapıyorsunuz. Ama o elde ettiklerinizin bir kuruşuna bile dokunmayacaksınız. Allah yani topluluk için aldıklarınızı o topluluğa harcayacaksınız. Akevler’in oluşumu İstanbullulara ve bütün Türkiyelilere örnek olmalıdır...

SÜLEYMAN KARAGÜLLE   Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL   www.akevler.org (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 327 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 157 İstanbul, 21 Ekim 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

DEMOKRATİK ORDU

30 Ağustos vesilesiyle yazdığım yazılarımda, Türk Ordusunun kendi kendisini yenilemesi gerektiğini ve muasır orduların fevkine çıkmak zorunda olduğunu belirtmiştim. Bunları dört madde yani dört yazıda toplamıştım. 1) Ordu savunma ordusu olmalıdır. 2) Ordu üretken olmalıdır. 3)Ordu kendi silahını kendisi üretmelidir. 4) Ve ordu demokratik olmalıdır demiştim. İlk üçünü daha önceki yazılarımda anlatmıştım. Bugün de ordunun demokratikleşmesini anlatacağım.

Hukuk düzeninde, haklı kim ise kuvvetli odur. Herkes davranışlarından sorumludur. Kurallara uygun davranması şartıyla sonuçtan sorumlu değildir. Sorumluluk hakemlerden oluşan bağımsız yargıya karşıdır. Sorumluluk şahsidir. Kimse kimsenin yaptığından ne kadar yakını olsa da sorumlu değildir.

Oysa askerlikte kuvvetli kim ise haklı odur. Savaşı kazanan haklıdır. Askerlikte davranışlardan değil, sonuçlardan dolayı sorumluluk vardır. Hedefe ulaşmak için her yol meşrudur. Orduyu kurallar değil, üstlerin verdiği emirler yönetir. Kişiler hakemlere karşı değil, amirlere karşı sorumludurlar. Sorumluluk şahsi değil, kollektiftir. Hâsılı, orduda demokrasi yoktur. Demokrasi ile savaş kazanılmaz. Bir devlet için demokrasi gayedir. Ama demokrasi ile devlet kurulamaz ve korunamaz. ‘Savaş barış için meşrudur’ diyoruz. Askeri düzen hukuk düzeni için vardır. Dışa karşı askeri düzen ile de davranırız. İçte ise hukuk düzeni ile yaşarız.

Bununla beraber orduyu da bağlayan hukukla ilgili demokrasiye yakın şeyler vardır. Devlet askeri düzenle kurulur ama, ordu demokratik düzenle oluşur. Bunun en açık ve görünür örneği İstiklâl Savaşımızın Kuvva-yı Milliyesidir. O halde ordunun oluşması demokratik olacaktır ama ordunun işleyişi askeri olacaktır. Kur’an’ın ‘Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur’un yönetimdeki anlayışı ‘üstüne itaat eden devletine itaat etmiş olur’dur. ‘Aralarında çıkan ihtilaflarda resulü/başkanı hakem yapıp kayıtsız şartsız ona razı olmadıkça mü’min olamazlar’ âyeti, üstlerinin aldığı kararlara seve seve itaat etmeyen asker olamaz demektir. Kur’an’a göre kişi resulü/başkanı korumak için canını vermelidir. Yani üstünü korumak için canını verecektir. Asker budur. Askerin Kur’an’daki adı “mü’min”dir. ‘Allah mü’minlerden cennet karşılığı mallarını ve canlarını satın almıştır’ âyeti bunu ifade eder.

Şimdi askerlerin uyması gereken demokratik kurallar nelerdir, onlar üzerinde duralım.

a) Önce askerlik çağına ulaşan kimseye sorulur: “Sen ‘nöbetli’ mi, yoksa ‘bedelli’ mi olmak istiyorsun” denir. “Ben savaşmak istemiyorum, onun yerine bedel vereceğim” derse, her yıl savunma bedelini ödeyerek askere alınmaz. Böylece ordu gönüllülerden oluşmuş olur. Bedel yüksek tutulur ve bu sayede asker olanların sayısı artırılır. Askerlerin sayısı çoksa bedel azaltılır ve askerlerin sayısı dengeye getirilir. Yalnız bedel ilk tesbit edildiği gibi kalır, yeniden askerlik çağına gelenler için değiştirilir. Askerlik bedelini ödeyemeyenler çalışma kamplarında çalıştırılarak ödettirilir. Bedelli olanlar seçme ve seçilme haklarına sahip değildirler. Silah taşıyamazlar. Her bedelli her zaman asker olabilir. Ama nöbetli olan ülkeyi terk etmedikçe bedelli olamaz. Demek ki sadece gönüllüler askere alınmaktadır. Bu demokratiktir.

b) Askerler için tanınan ikinci demokratik kural, birliğini yani komutanını seçme kuralıdır. Herkes kendi ikamet ettiği bölgenin savunmasını yüklendiği ordu dışında ülkenin diğer onbir ordusundan istediğinde asker olur. O orduda da komutanını kendisi seçer. Ordular da doğrudan devlet başkanına bağlıdır. Askerlerin barış zamanında ordusunu ve komutanını değiştirme hakları vardır. Ancak savaş zamanlarında seferberlik ilanından sonra üstü değiştirmek mümkün olmaz. Bu da orduda uygulanan demokrasi kuralıdır. Ordularımız böylece o orduyu seçen vatandaşlardan oluşacaktır. Yeter sayıda asker bulamayan komutan komutanlığı bırakmış olur. Başka ordu komutanı atanır. Demek ki, üstü seçme hakkı askerlere verilmiştir ama seçtikten sonra artık kayıtsız şartsız ona itaat sözkonusudur.

c) Ordular savunma ordularıdır. Cephelerine saldırı olursa ordu komutanı emreder, bütün askerler orduya katılır ve savunma yapılır. Burada demokrasi yoktur. İsteyen gitsin, isteyen gitmesin olmaz. Burada başkandan izin alan ordu komutanı hakem kararlarını beklemeden savunmaya geçebilir. Ancak savaştan sonra karşı devlet saldırmadığını ispat ederse, haksız saldırmış olacağı için o devlet hukuk dışı davranmış olur. Saldırı savaşına gidebilmek için hakem kararlarının önceden alınması gerekir. Demek ki, son olarak savaşta da hukuk denetimi vardır. Dış ülkeye sevk edilecek birlik tamamen gönüllülerden oluşur. Gönüllüler arasından bir komutan atanır. O gönüllülerden asker toplar. Yeter sayıyı bulursa o komutan birliğiyle yurt dışına sevk edilir. Burada da demokratiklik vardır. Çünkü yurt dışında savaşmaya askerler zorlanamıyor. Mesela, Irak için Türkiye böyle bir komutan atar, isteyenler o komutanın emrinde asker olurlar. Yeter sayıyı bulursa asker Irak’a gidebilir. Meclis tezkeresinin reddi veya kabulü ile Irak’a sevk edilmez.

d) Askerler suç işlerse onları komutan muhakeme edip mahkum edebilir. Kişisel sorumluluk yoktur. Mağdur olanlar kişiye karşı dava ikame edemezler. Ama sonunda her ordu bir bütündür ve tüzel kişiliği vardır. Ordu aleyhine dava açılır, ordu her türlü mağduriyeti kendi bütçesinden tazmin eder. Bölgelerde askere askeri mıntıka tahsis edilir. Bu yerlere siviller girerler ama orada askeri yönetime tâbidirler. Mesela karayolları, demiryolları, havayolları, denizyolları askeri mıntıkalardır. Bir kimsenin üstünü aramak hukuk düzeninde mümkün değildir. Ama orada askeri düzen olduğu için aranabilir. Buna karşılık askerler askeri elbiselerle illere girmezler, orada askeri inzibat bulunmaz. İllere ayrılmış yerlerde hukuk düzeni geçerli olup askeri kurallar uygulanmaz. İzinsiz askeri birlik Sincan’a giremez. İşte bu da demokratik bir uygulamadır. Seçilmiş il başkanları valiler iç güvenliği hukuk düzeni içinde sağlayamazsa, kendisi askeri yönetimi iline getiremez. Ama bölgedeki ordudan kendisine askeri birlik isteyebilir. Yönetimi o birliğe teslim eder. Sıkıyönetim ilan edilmiştir. O yönetime karışamaz ama başka uygun gördüğü zaman sıkıyönetime son verir ve birlik derhal oradan çekilir.

İşte bütün bunlar ordunun hukuklaşması demektir. Her şey kesin olarak belli olmalıdır. Yetki karışıklığı olmamalıdır. Demokratlaşmanın temeli astın üstü seçebilmesi ve değiştirebilmesidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5153 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler