ADİL DÜZEN 333
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 02 - 05 Aralık 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 333. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ
ADİL DÜZENE GÖRE
İŞSİZLİĞE ÇARE VE ÇÖZÜM
1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 58
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا(163)
وَرُسُلًا قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا(164) رُسُلًا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِأَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا(165) لَكِنْ اللَّهُ يَشْهَدُ بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلَائِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا(166)
*
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ (EnNAv EaVXaYNAv EiLaYKa) “Biz sana vahyettik.”
Buradaki “Biz” Allah’tır. Yani; Allah bana vahyetmiştir, sana vahyetmiştir. Bu vahyi doğrudan doğruya yapmamış, arada resulleri görevli kılmıştır. Ses ve harften ayrı söz olan Allah’ın kelamını Cebrail ve diğer melekler Arapça’ya tercüme etmişlerdir. Cebrail Allah’ın tasdikini aldıktan sonra Hazreti Muhammed’e gelmiş ve ona okumuştur. O da arkadaşlarına okudu. Onlar da ezberlediler ve yazdılar.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm öldükten sonra arkadaşları onu topladılar ve okudular. Sonra gelenler onu yorumladılar. Böylece bu Kur’an bana ve sana Allah tarafından vahyolundu.
İşte aracılarla bize vahyettiği için “İNNΔ demiyor da “İNN” diyor. Çünkü görevlilerle bize iletmiştir.
Buradaki “SEN”in ilk muhatabı Hazreti Muhammed’dir. Ondan sonra bütün mü’minler muhataptır.
“EVHAYN” ile “ENZELN” arasındaki fark; inzâl, ona inanmış olsun veya inanmış olmasın, okuyan herkesi muhatap alır. Oysa “evhayna” yani “vahiy” yalnız ona inanan kimseyi muhatap alır.
İnzâl lafızlarla olur. Vahiy ise manâsı ile olur.
كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ (KaMAv EaVXaYNAv EıLAv NUvXın) “Nuh’a vahyettiğimiz gibi.”
Allah Hazreti Adem’i yaratmış ve Hazreti Nuh’a kadar birçok peygamberler göndermiştir. Bunlardan Hazreti İdris’in adı Kur’an’da zikredilmektedir. Onlarda resullük ve nebilik birbirinden ayrılmamıştır.
Bunlar kabilelerini yazılı kurallarla değil, doğrudan doğruya babanın aileyi yönetmesi gibi yönetiyorlardı. Her kabile reisi bağımsız yönetici idi. Henüz kabileler (bucaklar) birleşerek üst kuruluşlar, şa’b (il) ve kavimler (devletler) oluşmamıştı. İlk defa Mezopotamya’da siteler oluştu ve kademeli yönetim ortaya çıktı. Şekiller yazısı ile kurallar yazıldı ve yönetim o kurallara dayandı. Bu kurallara “şeriat” dendi.
Ne var ki bunlara yazılı metinlerden çok, sünnet benzeri vahiyler vahyedilmiştir. Lafzı değil, manâsı vahyedilmiştir. Kitabın inzâli ise Hazreti Musa ve Hazreti Davut ile başlamıştır. Hazreti İsa’ya İncil gelmiştir. Doğudakilere ise Furkan gelmiştir.
وَالنَّبِيِّينَ مِنْ بَعْدِهِ (Va elNaBiyYIyNa MıN BaGdıHIy) “Ve kendisinden sonraki nebilere.”
Mezopotamya Medeniyeti Hazreti Nuh ile başlamış, ondan sonra Hazreti Hud, Salih, Lut, Şuayb (aleyhimüsselâm) gibi İsrail oğullarından olmayan nebiler gelmiştir. Bugün yapılan kazılarda insanlığın ilk ve tek olan medeniyetinin Mezopotamya’da doğup geliştiğini biliyoruz. Evet, Kur’an ve Tevrat bunu teyid etmekte ve medeniyetin peygamberler vasıtasıyla oluştuğu bugün ilmen sabit olmaktadır.
“Nebiler” marife olarak getirilmiş olduğundan, burada bahsi geçen nebiler Kur’an’da adı geçen Mezopotamya peygamberleridir. Burada “Ve Evhaynâ” kelimesi tekrar edilmemiştir. Çünkü o vahiyler bir medeniyeti birlikte oluşturmuştur.
وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ (Va EaVXaYNAv EıLAy İBRAvHIyMa) “Ve İbrahim’e de vahyettik.”
Hazreti Nuh’un uygarlığı bir kavim uygarlığıdır. Sümerler ve Akatlar’ın oluşturduğu uygarlıktır.
O devirlerde dünyanın her tarafına yayılmış olan insanlar hâlâ göçebe hayatını yaşıyorlardı. Yazıları yoktu ve şeriat düzenini kurmamışlardı.
Bunları kopya ederek Mısır’da, Anadolu’da, İran’da, Hindistan’da ve Çin’de uygarlıklar oluşmakta idi. Hattâ kuzeyde Moğollar, Türkler, Slavlar ve Germenler göçebe uygarlığına doğru adımlar atmakta idiler.
“Hazreti İbrahim” ile yeni bir uygarlık başlatılmıştır.
Bu uygarlık görevi Hazreti İbrahim’in ailesine verilmiştir. Ama bu uygarlık insanlığın uygarlığına hazırlık şeklindedir. Yani, “kavmî uygarlık” bundan sonra “beşerî uygarlığa” dönüştürülecektir.
BEŞERÎ UYGARLIK DÖRT KADEMEDE GERÇEKLEŞECEKTİR
a) Önce İsrail oğullarında tedvin edilecektir. Hazreti İbrahim’in oğlu olan Hazreti İshak’ın oğlu Hazreti Yakup’un çocukları bir kavmi oluşturdular. Bu kavme İsrail oğulları denmektedir. Hazreti İsa ile birlikte bunlar kavim içindeki uygarlığı insanlık için hazırladılar. Hazreti İbrahim ilmi, Hazreti Musa şeriatı, Hazreti Davut ekonomiyi, Hazreti İsa da dini müesseseleştirmiştir.
b) Hazreti İsa düzeni İsrail oğullarından çıkararak beşerileştirmiştir. Tevrat’ın hükümlerini zorunlu kılmadan öğretmiştir. Böylece Hıristiyanlıkla İbrahimî din beşerileşmiştir.
c) Hazreti İbrahim’in ilk oğlu olan ve Mısırlı Hacer’den doğan Hazreti İsmail’in torunlarından Hazreti Muhammed aleyhisselâm, kendisine gelen Kur’an ile bu dört peygamberin ayrı ayrı oluşturduğu müesseseleri bir arada ve birbirini tamamlayan bir şekilde insanlığa sunmuştur.
d) Hazreti İbrahim’in Katura’dan doğan dört oğlu doğuya gitmiş ve orada Brahmanizm ve sonra Budizm dinlerinin temelini atmışlardır. Hazreti Muhammed Yahudi ve Hıristiyanlarla diyalog kurmuş, Medine Anlaşması’nda onlara yer vermiştir. Ancak Brahmanizm ve Budizm dinine mensup olanlarla bir diyalogu olmamıştır. İbrahimî din çağımızda tamamlanacaktır. Din ve mezhepler varlıklarını sürdüreceklerdir. Ancak bu dinler arasında birlik ortaya çıkıp insanlığı ateizm bataklığından kurtaracaklardır. Yeryüzünde hâlen 2.5 milyar Hıristiyan, 2 milyar Müslüman, 1.5 milyar Budist, 1 milyar da Brahmanizm vârisi Hindu dinleri vardır.
DİNLER ARASINDAKİ BİRLİK VE GELECEĞİN DÜNYASI
a) Bu dört büyük dinin değişik mezhepleri birbirlerini tanıyacaklardır. Dinler de birbirini tanıyacak ve muhatap alacaklardır Yeryüzünde yirmi kadar büyük mezhep olacaktır. Diğer mezhepler bu dinlerden birisi ile birlikte temsil edileceklerdir.
b) Bütün mezhepler kendi mezheplerini merkez alacaklar, ama diğer mezheplerin görüşlerini de öğrenecekler ve cemaatlerine bilgi vereceklerdir.
c) Bütün mezhepler mezheplerini müsbet ilme göre yorumlayacaklar, müsbet ilmin verilerine karşı bir düşünceyi geliştirmeyeceklerdir.
d) Kur’an son kitaptır. Müsbet ilimlerin doğmasına öncülük etmiştir. Kur’an’ın anlaşılması için diğer semavi kitapların iyice okunup öğrenilmesi gerekir. Diğer kitapların da kendilerinde eksik olan kısımları Kur’an’dan alacakları bilgilerle tamamlamaları gerekir. Bu âyet bize bu hususu bildirmektedir.
وَإِسْمَاعِيلَ (Va İSMAGıYLa) “Ve İsmail’e”
“Hazreti İsmail” Hazreti Muhammed aleyhisselâmın atasıdır. Beşeriyetin dinî merkezi olan Mekke’yi babası Hazreti İbrahim ile birlikte Hazreti İsmail bina etmiştir. Kur’an, onun neslinden gelen Arap kavmine gelmiştir. Son Peygamber Hicaz’a gelmiştir ve ondan sonra artık başka bir nebi gelmemiştir, gelmeyecektir.
وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ (Va İSXAQa Va YaGQUvBa) “Ve İshak’a ve Yakup’a”
“Hazreti İshak ve Hazreti Yakup” Filistin, Lübnan ve Suriye’deki peygamberlerin atalarıdır. Hazreti İshak’ın soyundan başka peygamberler yani İsrail oğullarından olmayan peygamberler de gelmiştir.
وَالْأَسْبَاطِ (Va eLESBaOi) “Ve Sıbtlar’a”
Burada “Sıbtlar’a” denmekte ve marife olarak gelmektedir. O halde bu sıbtlar meçhul sıbtlar değil, malum sıbtlardır. İsrail oğullarının sıbtlarına vahiy gelmemiştir. O halde marife olan bu sıbtlar kimlerdir?
Şimdiye kadar bu ifade müteşabih kalmıştır. Bunlardan, İsrail oğullarının peygamberlerinden önce bahsetmektedir. Bize göre bu sıbtlar doğuya giden Hazreti İbrahim Peygamberin dört oğlunun orada tesis ettiği sıbtlardır. Daha iyi anlamamız için onların dinlerini yakından tetkik etmemiz gerekmektedir.
وَعِيسَى (Va GIySAv) “Ve İsa’ya”
Hazreti Musa’yı ve Hazreti Davut’u anmadan “Hazreti İsa”dan bahsedilmiştir.
Hazreti İsmail’in soyundan gelenler İsrail oğullarından değildir. Hazreti İshak’ın soyundan gelen peygamberlerin bir kısmı İsrail oğullarından değildir. “Hazreti İsa”, kendisi İsrail oğullarından gelmekle beraber, ondan sonraki resuller dağılmıştır ve ona vâris olanlar İsrail oğullarından değildir.
Dolayısıyla buraya kadar değişik peygamberlerin atalarından bahsedilmiştir. Beşerî peygamber olması nedeniyle Hazreti İsa, Hazreti Davut ve Hazreti Musa’dan daha ileride yer alır. Bundan sonra zikredilen peygamberler ise yukarıdaki peygamberlerin soyundan gelmişler ve yeni bir din getirmemişlerdir. Mezopotamya’nın nebilerinden olmuşlardır.
وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ (Va EayYUvBa Va YUvNuSa) “Eyyub ve Yunus’a”
Bu iki peygamber İsrail oğullarından olmayan ama Hazreti İshak’ın soyundan olan peygamberlerdendir. Mezhep kurucusu olmadıkları için burada Hazreti İsa’dan önce gelmiş olmalarına rağmen, sonra bahsedilmiştir.
وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ (Va HAvRUvNa Va SuLaYMAvNa) “Harun’a ve Süleyman’a da”
Hazreti Harun ve Hazreti Süleyman mezhep kurucusu olmayan İsrail oğullarının peygamberlerindendir.
Böylece değişik konumları olan peygamberlerden bahsedilmiştir. Onlara vahyedilenler gibi bize de vahyolunmuştur. Kur’an değişik yer ve zamanlarda vahyedilenlerin birlikte ifade edildiği bir kitaptır. Lafzı onlardan farklıdır, ama manâsı o peygamberlerin getirdiği manâların hepsini içeren bir manâyı taşımaktadır.
وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا(163) (Va EATaYNAv DAvVUDa ZaBuVRan) “Ve Davud’a Zebur’u îtâ ettik.”
İsrail peygamberlerinden Hazreti Yusuf peygamber gibi bazı peygamberlerin bu âyette adları zikredilmemiştir. İki peygamberin adı ise özel olarak zikredilmiştir. Bunlar Hazreti Davut ve Hazreti Musa’dır.
Hazreti Musa İsrail oğullarını bir kabile devleti olarak kurmuş, Hazreti Davut ise bunu ulus devleti hâline getirmiştir. Bunlara kitap verilmiştir: Hazreti İsa’ya da kitap verilmiş olmakla beraber, bu kitap şeriat kitabı değil, bir takva kitabıdır.
“Zebur”, “zemur” kelimesinden dönüşmedir. Çalgı âleti demektir. Borazanı ifade eder.
Hazreti Davut peygamber devletçiliği geliştirmiştir.
Mezopotamya’da liberal düzen vardır, her şeyi halk yapar. Mısır’da sosyalizm vardır, her şeyi devlet yapar. Hazreti Davud’un kurduğu düzende ise halkın yapamayacağı tekel işler veya sosyal hizmetler devlet tarafından yapılır, halkın yapabileceği rekabete açık işleri ise halk yapar, devlet karışmaz.
Mustafa Kemal bunu “devletçilik” ve “halkçılık” ile birleştirmiştir. Topluca yapılan işlerde emir-komuta seslerle yapılır. “Zebur” bunu öğrettiği için komuta anlamında bir kitap olmuştur.
*
وَرُسُلًا (Va RuSuLan) “Ve resuller”
Burada daha önce kasas edilen peygamberlerden bahsetmektedir. Bunların marife olması gerekir. Oysa nekire gelmiştir. “Bir eli yağda, bir eli balda” dediğimiz zaman, eğer kastettiğimiz balda olan el sağda ise yağda olan sol el ise, o zaman bir eli balda diğeri yağda deriz. Ama eğer ellerden hangisinin balda ve hangisinin yağda olduğu bilinmiyorsa, bu takdirde ikisi de nekire gelmiş olur.
“RESULLER” ikiye ayrılmış, kiminin hikâyesi anlatılmış, kimininki ise anlatılmamıştır. Anlatılıp anlatılmayanlar arasında belirli bildiğimiz kural olmadığı için, anlatılanlar da nekire, anlatılmayanlar da nekire olarak getirilmiştir. Bunun dışında anlatılanlar seçkin resullerdir. Çünkü bunlar insanlık tarihinin temel taşlarıdır. İnsanların uygarlaşmasında birer adım atmışlardır. Bununla beraber bunların hepsinden de bahsedilmemiştir. Nitekim Tevrat’ta adı geçen ama Kur’an’da olmayan peygamberler vardır.
قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ (QaD QaÖaÖNAHuM GaLaYKa) “Sana kasas etmiş bulunuyoruz.”
“KAD” kelimesi hadisenin devam etmekte olduğunu ifade etmektedir. Yani, kasas etmekteyiz. Bu devam emektedir anlamındadır. Nitekim yapılan kazılarda bulunan tabletler ve kitabeler bize bu geçmiş peygamberlerin hikâyelerini bir bir aydınlığa doğru götürmektedir.
Sodom ve Gomora’dan bahseden Tevrat’ta anlatılanlar masal sanılıyordu: Ama bu kentin yalnız var olduğu değil, Tevrat ve Kur’an’da anlatılan biçimde helâk oldukları da ortaya çıkmıştır.
Sen bunlara ait haberleri yaşadığın ve öğrendiğin ilmî faaliyetlerinden öğreniyorsun.
Onların adları bildiğin adlar olmadığı için nekiredirler. Varlıkları bilinse bile hayatları bilinmiyor. Onun için “rusulen” kelimesi nekire gelmiştir.
Bir takım kalabalık olarak gelse, içlerinden kimilerini tanısak, kimlerini tanımasak, “Câeti’r-Ricâlü” mü dersin, yoksa “Câe Ricâlün” mü dersin. Karışık olanı marife mi yaparsın, nekire mi yaparsın?
Nekire yapmak galiptir. Bu sebeple buradaki “rusulen” kelimesi nekire olmuştur.
مِنْ قَبْلُ (MiN QaBLu) “Daha önce”
Daha önce gelmiş ve geçmiş olan peygamberler demektir. Onların kimisinin öyküsü size anlatılmaktadır. İlim onların varlıklarını ve uygarlıklarını ortaya çıkarmaktadır.
“Min Kablu” “kasasnâ”ya da gidebilir. Bundan önce sana kasas ettiğimiz peygamberler vardır. Bir kısmını da bundan sonra öğreneceksin demektir. Öğreneceğini belirtmektedir.
وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ(Va RuSuLan LeM NaQÖuÖHuM GaLaYKa)
“Sana kasas etmediğimiz resullere de vahyettik.”
Bu resuller diğer resullerden farklı olarak bize kasas olunmamıştır.
Bundan önce kasas olunmamıştır, bundan sonra kasas olunabilir şeklinde yorumlanacağı gibi; kasas etmedik ve etmeyeceğiz şeklinde de anlaşılabilir. Her ikisi de doğrudur.
وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا(164) (Va KalLaMa elLAHu MUvSAy TaKLİyMan)
“Allah Musa’ya teklimen kelam etti.”
Tevrat’ın cümleten vahdeten inzâl olunduğu bildirilmektedir.
Burada ise “TEKLİM” kelimesi kullanılarak çoğu zaman Hazreti Musa’nın Allah’la tekellüm ettiği ifade edilmektedir. Bu tekellüm Hazreti Musa Medyen’den çıktığı zamanda başlar ve ölünceye kadar devam eder. Tevrat’ta “Ve Rab Musa’ya dedi ki, kavmine söyle” ifadesi sık sık geçmektedir.
Kasas edilmiş veya kasas edilmemiş resullerin sonunda Hazreti Musa ile tekellümden bahsederek resullerin kıssalarını tamamlamıştır.
Allah’ın Hazreti Musa ile tekellümü diğer peygamberlerden fazladır. Hazreti Muhammed içtihadıyla amel etmekle yükümlü olduğu için teferruatta vahiy almamış, hata olursa o zaman düzeltme olmuştur. Hazreti Musa ise şeriatın bütün hükümlerini yerine getirmiş, ne var ki içtihadı ile değil de vahiy ile getirmiştir.
*
رُسُلًا (RuSuLan) “Resuller.”
Burada “RUSULEN” kelimesi tekrar edilmiştir. Ancak başına “Va” harfi getirilmemiştir. Demek ki bu daha önceki “rusulen”in bedelidir. Kasas edilmeyen resulleri bize anlatmaktadır. Bedeli kül de olabilir, bedeli cüz de olabilir. Yani, yukarıda anlatılan resullerin bir kısmının özelliği zikredilmiş olabilir.
“Ba’de er-Rusuli” dendiğine göre, şimdiden sonra gelen resuller demektir. Kur’an nâzil olduktan sonra gelen resuller demektir. Onlar da Hazreti Peygamberden sonra gelen mü’minlerin başkanlarıdır. Resullerin halifesidir. Bunların kasas edilmediğini bildirmektedir. Bunlar vahyin dışında kalanlardır. Bunlar vahiy yerine içtihad ve icmalara muhatap olmaktadır. Artık doğrudan vahyin yerini delillere dayanan ilmî içtihatlar almıştır.
مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ (MuBaşŞiRIyNa Va MuNZiRIyNa) “Mübeşşirler ve münzirler olarak”
Kur’an’dan sonra gelen resullerin görevi tebşir ve tenzir etmektir.
Tebşir etmek demek, şöyle yaparsanız gelecekte böyle olacaktır demektir. Eğer Adil Düzeni kabul ederseniz barış içinde huzurlu bir hayat geçireceksiniz. Yok Adil Düzeni kabul etmezseniz helâk olacaksınız. İşte bu tebşir ve inzardır. Dünyada olacaklar hakkında tebşir ve tenzirdir.
Bunun bir de âhiret yanı vardır. Orada da İslâmiyet’i kabul ederseniz cennete gideceksiniz, etmezseniz cehenneme gideceksiniz. Bu da tebşir ve inzardır.
Ağır bir şekilde hasta olsanız, bir doktor sizi muayene etse, ‘sana bir ilaç vereceğim şu eczanede satılıyor’ dese, ne kadar sevinirsiniz, değil mi? Hemen koşar ve o eczaneden o ilacı alıp denersiniz. Bu tavsiye sayesinde hastalıktan kurtulursanız ne kadar sevinirsiniz.
İşte peygamberler böylesine birer doktordurlar. Ölüp yok olma yerine, dirilip cennete gidilecek reçeteler yazarlar. Denemek için de olsa o reçeteleri mutlaka kullanmalıyız. Çünkü bu ilacın yan etkisi yoktur, zararı yoktur. Aynı zamanda reçetelerdeki ilaçlar çok da ucuzdur.
Kur’an’dan sonra başkanlara yasama yetkisi verilmemiştir. Onlar ancak icma ile sabit olan hususları hakka duyurmakla görevlidirler. Nebiler haber getirirler ve onlara ulaştırırlar.
İzmir Akevler nebilik hizmetini yapmıştır. Millî Görüş de bunun resullük görevini görmüştür.
Bu hizmet dünyaya karşı yapılacaktır. Millî Görüşçüler ve Nur şakirtleri bunu yapmaktadırlar.
لِأَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ (Li EaN LAv YaKUvNa Lı elNAvSı) “Nâs için olmasın diye”
Yani, halkın mazereti olmasın, bilmedik ve böyle bir emir almadık diye itiraz edip haklı müdafaa hakları olmasın diye resulleri münzir ve mübeşşir olarak görevli kıldık. Onlara içtihad ve icma yoluyla bildirdik.
Burada “LİNNÂS” kelimesi kullanıldığına göre resullerin görevi tüm insanlığa ulaştırmadır.
Akevler’de üretilen “Adil Düzen” projesi Erbakan tarafından benimsenmiş ve tüm dünyaya duyurulmuştur. Oralara kadar gidilmiş, ayrıca oraların alimleri davet edilerek anlatılmıştır. Bu çalışmalar gerek Batı dünyasında, gerekse sosyalist ülkelerde çok etkin geniş yankı bulmuştur.
Fethullah Gülen okulları yeryüzünün her tarafında açılmış, karanlık ormanlarda yakılan aydınlatıcı birer ışık olmuştur. Hâlen de olmaya devam etmektedir…
AK Parti’nin iktidar olması sayesinde ve onların başörtülü hanımları ile dünyayı dolaşmaları, bu arada bazı konularda Adil Düzene göre siyaset yapmaları ile resullerin halefi olarak görevlerini görmektedirler.
Avrupa’da Papalığın gelişmesi ve Kilise’nin yeniden canlanmaya başlaması sayesinde bu mübeşşirlik ve münezzirlik hizmeti de daha yaygın hâle gelmektedir.
عَلَى اللَّهِ (GaLay ElLAHı) “Allah’ın üzerine”
Allah’ın üzerine insanların hücceti olmasın. Âhirete vardıkları zaman mazeretleri olmasın diye.
Bir de halkın devlete karşı, yöneticilere karşı bir hüccetleri olmasın diye resuller başkanlar görevlendirmiştir. Haftalık hutbe budur. Yasaklar ve emirler Cuma günü hutbelerde okunmalı ve bucak resmi gazetesinde yayınlanmalıdır. Böylece emirler ve nehiyler halka ulaşmış olur. Eğer başkanlar bu tebliğ görevini görmezlerse halk için mazeret olur.
Bugün de kanunlar ve kararnameler Cumhurbaşkanınca imzalanıp yayınlanması hâlinde yürürlüğe girer. Kanunları bile Cumhurbaşkanı yayınlar.
Bucaklarda içtihad ve icmalar başkanlar tarafından hutbede duyurulmalı ve bucak resmi gazetesinde yayınlanmalıdır. Böylece o müçtehidin içtihatları yürürlüğe girer ve isteyenler onu benimserler.
حُجَّةٌ (XucCaTun) “Hüccet olmasın.”
Burada mazeret yerine “HÜCCET” kelimesi kullanılıyor.
İki kişi bir anlaşma yapsa ve bunu bucak noterinde kaydettirse, bucak halkının tamamı bunu biliyor hâle gelir, ona göre o anlaşmaya karşı tavır almak zorundadır. Mesela, eski sahibinden o yeri kiralayamaz.
İşte, eğer bir şey resmen yayınlansa bu geçekli olur. Bir kimse gelini ile evlenemez. Onun kızı ile de evlenemez. Eğer evlilik tescil edilmişse zina olur. Bu hüccet olur.
Bugün de ticaret defterlerinde kaydedilenler hüccet oluyor. Az olsun çok olsun, her şeyin yazılması emredildiği için de kayda geçemeyenler de olmamış sayılırlar. Bu sebeple tebliğ ve tebşirin yapılmaması nâs için hüccet olmakta yani bilmediklerinin ispatı olmaktadır.
بَعْدَ الرُّسُلِ (BaGDa elRuSuLı) “Resullerin arkasından hüccet olmasın diye.”
“RESULLER” burada marife getirilmiştir.
Yukarıda sayılan Kur’an’dan önce gelmiş ve kasasları yapılmış veya yapılmamış resullerden sonra, “nâs üzerinde bir hüccet olmasın diye” resullere içtihat ve icma yoluyla bildirdik. Böylece bilinen resullerden başka bilinmeyen resuller de gelmiştir, gelmektedir.
Gök Türkler tek Tanrı’ya tapmakta idiler. Bu onlara da resullerin geldiğini ifade eder.
Biz tanımlar ve kabullerle Kur’an’ın müteşabih âyetlerini açıklıyoruz. Açıklamalarımızda tenakuz yoktur, icmalara aykırılık yoktur. Uygulanabilir sonuçlara varıyoruz. Yaptığımız aynı zamanda yararlıdır da.
Bizden daha iyi yorum yapan olursa elbette biz ona uyacağız.
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا(165) (Va KAvNa elLAHu GaZIyZan XaKIyMan)
“Allah aziz ve hakim bulunmaktadır.”
“AZÎZ” demek, sözünü tatlılıkla geçiren demektir.
Bir tarikat şeyhinin müritlerine söz geçirmesi böyledir.
“HAKÎM” demek, gücü ile söz geçiren demektir. Hükmeden demektir.
Allah müslim ve mü’minlere azîz olarak sözünü dinletir. Onlar isteyerek Allah’ın sözlerini dinlerler. Kâfir ve müşrikler ise istemeye istemeye Allah’ın emirlerine uymak zorundadır.
Burada “AZÎZ” ve “HAKÎM” kelimeleri nekire gelmiştir. Devlet de “azîz” ve “hakîm” olmalıdır. Devlet muti vatandaşlara emrederken, onlara görev yaptırırken onları rahatsız etmemelidir. Onlar şeriata kendi irade ve istekleri ile uyacaklardır. Hakemleri kendileri seçerler, verdikleri kararlara kendiliklerinden uyarlar. Bunlar suçlu da olsalar, zorlanmazlar. Gerekirse idam sehpalarına kendi iradeleri ile giderler.
Bunlara karşı devlet azîzdir. Bunları yakalamak, tutuklamak, hapsetmek veya zorla ceza uygulamak yoktur. Ancak şeriata uymayan, hakemlere gitmeyen, hakem kararlarına uymayan kimselere karşı zorunlu hukuk uygulanır. Bunlar askeri yönetimle yönetilen sitelere sürülür. Gitmezlerse öldürülürler. Bunlara karşı hakimdir.
*
لَكِنْ (LAvKiN) “Lâkin”
“LÂKİN” istidrak için gelen kelimedir. “Bel” kelimesi kendisinden önce geleni ne tasdik ne de reddeder. Sonra doğrusunu söyler. “Lâkin” kelimesi ise reddeder. Menfiden sonra müsbet, müsbetten sonra menfi gelir. Bu zıtlık manâ itibarı ile de olur.
“Kalkmadı, lâkin oturdu” dersin. “Kalkmadı, lâkin oturmadı” olmaz. “Oturdu, lâkin kalktı “olmaz.
Burada bundan sonra müsbet cümle gelmiştir. O halde bundan önce manâ itibariyle de olsa menfi cümle gelmiş olmalıdır. Menfi cümle de yoktur. Müsbet cümleden anladığımız mefhumu muhalefeti değerlendiririz.
Oturdu değil, çöktü. “Oturdu, lâkin çöktü” diyebiliriz. Yani, “oturmadı, çöktü” demektir.
Allah resullere vahyettiği gibi sana da vahyetti. Allah doğrudan doğruya değil, vahiy ile bildirdi.
-Allah kime bildirdi? -Ey okuyucu, Allah sana bildirdi.
Allah isteseydi bütün insanlara doğrudan vahyeder, herkese ne yapacağını ve ne yapmayacağını doğrudan bildirebilirdi. Böyle yapmamış ve bir resuller zincirini kullanmıştır. Son resul hariç, diğer resuller hep Allah’ın emirlerini insanlara aktarmakla kalmamış, onlara onlarla uygulatmıştır da. Onlara içtihat yapma yetkisini ve görevini vermemiştir.
Oysa Hazreti Muhammed’e lafzı nakletme ve inzâl etme işini yüklemiş, ama onu yorumlama yetkisi kendisine verilmemiştir. Gerçi kendisi uygulayarak sünneti oluşturmuştur. Ancak sünnet örnek gösterme bakımından uygulama emrini içermez. Biz Hazreti Peygamberin sünnetine Kur’an’ı anlamamız için uyarız, doğru anlamak için uyarız. Onun söylediklerini yapmakla yükümlü değilizdir. Bu sebeple bu peygamberler zinciri içinde Hazreti Muhammed’den bahsetmemiştir. Çünkü Hazreti Muhammed de bizim gibi Kur’an’a uymakla yükümlüdür. O kendi içtihadıyla, biz de kendi içtihadımızla amel ederiz.
Biz, bizden önce geldiği için onun içtihatlarını öğrenip değerlendirmek zorundayız. Ama o bizimle istişare etmekle yükümlü değildir. Çünkü o bizden öncedir. Aynı zamanda o doğrudan vahiy almaktadır.
Burada mefhumu muhalefet olarak şu çıkar.
Allah Kur’an’dan ve Kur’an sonra mübeşşir ev münzir resuller irsal etmekte ve kendi emirlerini ve nehiylerini onlarla tebliğ etmektedir. Ondan sonra kendisi hiç karışmıyor. Peygamberlerle halk baş başa mı bırakılıyor? Hayır. Doğrudan doğruya kendisi yani Kâinatı var eden Allah resulleri ve nâsı gözetlemekte, yanlarında bulunmakta, kendi iradesi dışında bir şeyin olmasına imkan vermemektedir.
Yeryüzünde devlet de başkanları atar, başkan görevlileri görevlendirir, icraat yapılır. Ancak bu yeterli değildir, denetlemeye ihtiyaç vardır. Görevlilerin görevlerini gereği gibi yapıp yapmadığını doğrudan halk denetleyecektir. Hatalı uygulama ortaya çıkınca, kendi temsilcisi olan dayanışma ortaklığı sorumlusuna bildirecektir. O da gerekli görürse hakemlere gidecektir. Hakemler doğrudan doğruya devleti temsil ederler.
اللَّهُ يَشْهَدُ (elLAvHu YaŞHaDu) “Allah şahittir.”
“Şehadet etmek” demek, hazır bulunmak demektir. Gerektiğinde müdahale eder demektir.
“Basar” gözle görmek demek, “Sem’” kulakla işitmek demektir.
“Şuhud” ise bütün organlarla gözetlemek demektir. Her ne kadar işleri görevlilere yaptırmakta, resuller ile işler yapmakta ise de, kendisi de hazır bulunmaktadır. Bunu da Kur’an’la, kitapla yapmaktadır.
بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ (Bi MAv EaNZaLa EıLaYKa) “Sana inzâl ettiği ile şahittir.”
Kur’an’ı sana inzâl etmiştir.
“Mâ” kelimesi ile geçtiğinde, lafzı ile beraber manâsı, içtihatlar ve icmalar da girmektedir.
“Bi” “Fi” manâsında da gelir. Yani, senin Kur’an’dan anladıklarına Allah şahid olmaktadır, kontrolden geçirmektedir.
Burada “vahiy” değil de “inzâl” kelimesi kullanılmaktadır. Bize nâzil olan vahiy tarikiyle değil de, ilim tarikiyledir: Kur’an, usul, fıkıh, tefsir ve diğer ilimler aracılığıyla inzâl olunmaktadır. Vahiy yoluyla inzâl değildir. Bununla beraber inzâlde de şahid bulunmaktadır. Hata yaparsan o müsaade etmektedir.
أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ (EaNZaLaHUv Bi GiLMiHi) “İlmiyle inzâl etmiştir.”
Sana bildirdikleri ilimledir, vahiyle değildir.
Kur’an eskilere olduğu gibi vahiy ile gelmiştir. Ama ondan bizim anladıklarımız ve uyguladıklarımız vahiy değil de, ilim ile bize bildirilmiştir. Beynimizde oluşan bilgiler de Allah’ın bildirmesiyle olmaktadır.
وَالْمَلَائِكَةُ يَشْهَدُونَ (Va eLMaLAEıKaTu YaŞHaDUvNa)
“Melekler de şehadet etmektedirler.”
Allah insanı yarattı. Melekleri insana kıyam etmekte vazifelendirdi.
Uygarlık sadece insanların oluşturduğu bir uygarlık değildir. İnsanlar hareket ederken görevli melekler de şahittirler. Hayatta hiç beklenmedik kazalarla karşılaştığımız gibi, birçok beklenmedik yardımlarla karşılaşırsınız. İşte Allah’la beraber melekler de şehadet etmektedirler. Devlet yönetiminde halk gördüklerini temsilcilerine bildirir, temsilciler de soruşturtmacılarla sorunu aydınlatırlar.
وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا(166) (Va KaFAy Bi elLAHi ŞaHIyDan)
“Şehid olarak Allah kifayet eder.”
Allah ilmiyle şehadet ediyor. Melekler de şehadet ediyor. Ama Allah zatı ile şehadet etmede kifayet eder. Yani Allah’ın zatı ile şehadeti kâfidir. Melekler şehadet etmese de Allah’ın şehadeti kifayet eder.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 333 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 163 İstanbul, 02 Aralık 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
ADİL DÜZENE GÖRE
İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM
GENEL DURUM TESBİTİ
İşsizlik sermayeden zarardır.
Zarar iki türlüdür. Kârdan zarar vardır, sermayeden zarar vardır. Bir toprağı ekmezseniz, bir sudan elektrik elde etmezseniz, evinizi kiraya vermezseniz, fabrikanızı çalıştırmayıp kapısına kilit takarsanız kârdan zarar edersiniz. Bunların cari giderleri yoksa sermayeden zararınız olmaz.
Oysa bir insan işsiz kalırsa sermayeden zarar edersiniz. Çünkü o insan çalışsa da çalışmasa da yaşamaktadır. O insanın yeme, giyme, barınma ve gezme giderleri devam edecektir.
Hayatınızı borçlanarak da sürdürebilirsiniz!
İktidarın başarı notu yalnız borçları ile ölçülür.
Bir işletme yıl sonunda gelirlerini toplar, giderlerini toplar. Sağdaki gelirler soldaki giderlerden fazla ise alacaklı olmuştur. Soldaki giderler fazla ise borçludur.
Âhirette de böyle hesaplama vardır. Alacaklılar cennete, borçlular cehenneme gider.
Bir iktidarın başarısı da borç stoku ile ölçülür. Borcu azalmışsa başarılı hükümettir, borcu artmışsa başarısız hükümettir. 1950’den 1997’ye kadar Türkiye 80 milyar dolar borçlandı; ancak yatırım stoku bundan fazla olmuş olduğu için bu 50 yılda başarılı olunmuştur.
1997’den 2002’ye kadar iktidar olan Ecevit hükümetleri bir tek çivi çakmadıkları halde 70 milyar dolar borçlanmışlar ve başarısız hükümet olmuşlardır. AK Parti iktidarı ise şu ana kadar 100 milyardan fazla borçlanmış, ama buna karşılık pek çivi çakmamıştır; başarısız bir iktidardır.
Türkiye’de 20 milyon işsiz vardır. Borç kaynağıdır.
Türkiye’de 30 milyon civarında çalışan vardır. Kadınların yarısı güvenli iş bulamadığı için çalışamıyor. Erkekler de 25 yaşına kadar askerlik ve okul sebebiyle, 50 yaşından sonra da erken emeklilik nedeniyle çalışmıyorlar. Bunların toplamı 15 milyon etmektedir. 3 milyon da resmen işsiz vardır; toplam 18 milyon eder. Gizli işsizliği de 2 milyon sayarsanız, Türkiye’de 20 milyon işsiz vardır. Yani, bir kişi çalışıyor ve üç aileyi yani onbeş kişiyi geçindiriyor.
Türkiye on-onbeş yıl sonra borç içinde boğulup gidecektir.
2003 yılında yaptığımız hesaplarla, her Türk ailesinin 10 000 dolar borcu vardır. Onbeş sene sonra bu borç aile başına 100 000 dolar olacak; yani, her aile her ay en az 1000 (bin) dolar faiz ödeyecektir? Peki, her aile her ay bu kadar faizi nasıl ödeyecektir?!. Ödeyemeyeceğine göre bu Türkiye’nin yıkılması demektir. Nitekim Batılılar Osmanlıları da böyle yıktılar.
“Milleti yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.”
Türkiye komadadır. Yoğun bakıma alınmadığı takdirde ölümü kesindir. Komadaki Türkiye’yi yoğun bakıma kim alacaktır? Devlet almalıdır, ama almıyor!.. Hükümet almalıdır, ama almıyor!.. Belediyeler almalıdır, ama almıyor!.. Siyasi partiler almalıdır, ama almıyor!..
Öyleyse, halk duruma el koymak zorundadır…
Böyle bir durumda Mustafa Kemal’in dediği gibi;
“Milleti yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.”
Bugün, halkın işsizliğe çare ve çözüm bulması için neler yapması gerektiği üzerinde kısa kısa durmuş olacağız.
Ç A R E VE Ç Ö Z Ü M
1- KOOPERATİF (VE MARKETLER) YOLUYLA İŞSİZLİĞE ÇARE VE ÇÖZÜM
1- Halk, Kuvva-yı Milliye benzeri her yerde Kalkınma Kooperatifleri kurmalıdır. Buna bir yerden başlamalıyız. Kooperatif dört çeşit marketler kurmalıdır.
a) KONSİNYE MARKETLERİ: Kooperatif bir yer bulacak ve market açacaktır. Yer sahibine cirodan %4 kira payı verecektir. Ev hanımlarından ve işsizlerden satıcı ortaklar bulacak ve bunlara da cirodan %4 verilecektir. Muhasebe ve diğer hizmetleri de kooperatif yapacak ve cirodan %2 alacaktır. Sermaye ortakları bulunacak, bunlar konsinye olarak satılmak üzere satılacak malları koyacaklardır. Fiyatları sermaye sahipleri koyacak; değiştirebilecektir. Satılmayan malları geri alıp götüreceklerdir. Bu suretle muattal halde olan sermaye devreye girecektir. Üreticiler mallarını bunlara satacak, ellerine para geçecek ve marketimize gelip mal alacaklardır. Böylece döngü başlayacak ve işsizlik ortadan kalkacaktır. Bugün bu döngü durmuştur. Peki, bu döngü neden durmuştur? Bugün parası olanlar paralarını faize yatırıyor ve bu para kısır döngüye giriyor; üretime gitmiyor, halkın eline geçmiyor. Parası olmayan halk mallar alamıyor, alamayınca üretim duruyor, üretim durunca da işsizlik oluyor. Akevler denemesi böyle bir kooperatifin kolayca kurulacağını göstermiştir. Hiçbir yerden kredi almadan ve yardım görmeden 20 milyon dolarlık bir sermayeye ulaşmıştır.
b) MALA-MAL MARKETİ: Konsinye Marketleri yanında kooperatif “Mala-Mal Marketleri”ni açacaktır. Bu marketin konsinye marketten farkı; buraya para ile mal satın alınmaz, mal satın alınır ve mağazaya konur, ona “Altın Gram Senedi” verilir. Bu senet karşılığı bu mağazadan başka malları alma hakkı tanınır. Evimde eskimiş bir halı var. Bunu götürüyorum ve pazarlık yapıp satıyorum. Aldığım altın gram karşılığı mağazadan yeni halı veya ekmek alıyorum. Mağazaya dikilmiş gömleği altın gramla satıyorum, mağazadan altın gram senedini alıyorum, bununla mağazadan kumaş alıyor ve böylece devamlı olarak iş bulma imkânına ulaşıyorum. Burada çözülmesi gereken sorun fiyat sorunudur. Konsinye markette fiyatı malı koyan kişi tesbit eder. Peki, burada fiyatı kim tesbit edecektir? Bunun için:
Kooperatif 10 kadar “Tüccar Ortak” bulur. Bunlar ticareti bilen ortaklardır ama sermayeleri yoktur. Sermayeyi kooperatife altın gram senedi olarak, kendisini değil senedini kredi olarak verir. Malını mala-mal marketine satmak isteyen kişi bu tüccar ortaklarla pazarlık yapar ve en fazla verene altın gram senedi ile satar. O mal o mağazada altın gram üzerinden satılır. %12,5 ilave edilir. Bundan 2,5 tüccar ortağa aittir. Tüccar mal satıldığı an bu hakkını altın gram senedi olarak alır. Malı ne kadar ucuza alırsa o kadar çabuk satılacağı için tüccar ortağın yararınadır. Malı pahalı satmak da satıcının yararınadır. 10 kadar tüccar arasında rekabet olduğu için fiyat serbest pazarlık içinde oluşmuştur.
Mala-Mal Market Mağazalar zincirini oluşturduğumuzda senedimiz paraya dönüşmüş olacaktır. Böylece faizli parayı kimseyi rahatsız etmeden devre dışı bırakırız. Bunun işsizliği önlemiş olması parasız ekonomiyi kurmamızla sağlanır. Halk üretebileceği malın ham maddesini mamul maddesi ile takas yapacağı için zarar etme sözkonusu değildir. Pazarı bulamama yoktur, ham madde bulamama yoktur. Serbest piyasa fiyatları ile de her türlü imkâna sahip olunur.
c) ESNAF MARKETİ: Bu market de konsinye market gibidir. Bir farkı vardır. Satıcı tezgahtarı mal sahibi koyar. Fabrikalara veya diğer süper marketlere marketimiz içinde yer veririz. Orada satış ve alış yaparlar. Muhasebesini kooperatif tutar, hukuki savunmasını kooperatif yapar. Bu yolla marketler ve büyük üreticiler arasında birlik sağlanmış olur. Küçük yerlerde bütün büyük firmalar bir mağazada toplanmış olurlar.
Esnaf marketinde de diğer marketler gibi müşteri çarşıya girerken parasını kasaya yatırmaktadır. Kendisine kart verilir. Alış-veriş yaptıkça kartla ödeme yapmış olur. Nakitle satış yapmak yasaklanmıştır. Çıkarken paranın üstünü alır. Almaz da bırakırsa, para değerini korumuş oluruz; ayrıca sermaye payını öderiz. Böylece ay başında maaş alanlar yatırımı mağazamızda yapar, sonra istedikleri zaman mağazalardan alış-veriş yaparak veya nakden geri alırlar.
Sermaye payı şöyle hesaplanır. Mağazada ve ambarda bulunan mallar ile kasada ve bankada bulunan nakit günlük sermayedir. Borç ve alacaklar, demirbaşlar, yapılar bu sermaye içinde yer almaz. O gün satılan mallara %5 sermaye payı verilir. Bu da günlük sermaye payıdır. Günlük sermaye payını günlük sermayeye bölersek günlük tenzilat payı çıkar. Bu da nakit olarak değil de, alınan mallarda tenzilat şeklinde yapılırsa vergisi olmaz. Bunun işsizliği kaldırması nasıl olacaktır? Bunlar mağazaya koydukları mallara karşılık mala-mal senedini alırlar. İşçilerine bu senetten ödeme yapar ve fabrikalarını devamlı çalışır halde tutarlar. Ham maddeleri de mala-mal marketlerinden alırlar. Böylece para üzerindeki oyunlar iş hayatına etki etmez.
d) SİPARİŞ MARKETİ: Buna “Selem Marketi” de diyebiliriz. Bu markette numuneler bulunur. Müşteriler gelerek burada malları seçerler, fiyatlarını öğrenirler, sipariş verirler. Bu marketin dağıtım hizmeti vardır, mal evlerine teslim edilir. Mallar her zaman hazır olmayabilir. Vâdeli siparişler alınırsa tenzilat yapılır. Çünkü yatırılan para sermaye payını istihkak eder.
Bununla işsizliği önlemek şöyle mümkündür. Kooperatif yıl başında ortaklarına altın gramı kredi olarak verir. Bunlar mağazalara yıllık ihtiyaçlarını sipariş olarak verirler. Mağazalar tüccarlara sipariş olarak verir. Tüccarlar malların bir kısmını yerli işyerlerine sipariş verir. Bir kısmı ise başka malları sipariş verir. Sonra onları dışarıya satar, dışarıdan aldığı malları sipariş verenlere verir. İşçiler baştan aldıkları altın gram senedini çalışarak öderler. İşyerleri de ham maddeyi bu senetlerle satın alırlar. Böylece bankanın kasasından hiçbir kuruş çıkmadığı halde halk, mağazalar, tüccarlar ve işyerleri faizsiz olarak kredilenmiş olur. Bu yıllık tüketim mallarını yılbaşında planlayacağı için herkes yıllık ihtiyacını baştan garantiye almış olur. Enflasyon sıfırlanmamış olsa bile, peşin ödeme yapıldığı için etkisi ortadan kalkar. İhracat ve ithalat arasında denge kurulmuş olur
Buradaki en zor sorun vergi sorunudur. Bütün bu hareketler parasız yapılınca devlete vergi nasıl ödenecektir? Vergi nasıl hesaplanacaktır? Akevler işte bu sorunları çözmüştür. Bu hususta İstanbul’da uygulama yapılmaya başlanmak üzeredir. Bu sayede kayıtsız ekonomi de kayıt altına alınmış olmaktadır. Burada bunları anlatmayacağız. Sadece şunu söyleyeceğiz.
“Genel Hizmetleri” teminatlı olarak kooperatif tutacaktır. Sözleşmeleri teminatlı olarak kooperatifin hukukçuları hazırlayacak, maliyecileri hazırlayacak, muhasebeyi kooperatifin muhasipleri yapacak; teminatlı olarak yapacaktır. Herkes güven içinde korkmadan iş yapacaktır. Bugünkü işsizliğin sebeplerinin başında vergi korkusu, dolayısıyla kayıtsız ekonomi gelmektedir.
2- SİYASİ PARTİLERİN İŞSİZLİĞE ÇARE VE ÇÖZÜM BULMASI
İstiklâl Savaşımızı din adamlarının halka önder olması ile başardık. Kuvva-yı Milliye’yi onlar kurdular. Bugün o günün dinî kuruluşları yoktur. İllegal tarikatlar da baskı altındadır. Bugün onun yerini güçlü siyasi partiler almıştır. Yukarıda bahsettiğimiz kooperatifleri ancak yirmi-otuz senede kurabiliriz.
Akevler ile Saadet Partisi uzlaşıp birlikte bu kooperatifleri kurmaya başlasalar, bu marketleri birkaç sene içinde kurabiliriz. Akevler bilgisini koyacak, Saadet Partisi de ortakları bulacaktır.
Biz Akevler olarak bütün partilerle böyle bir işbirliği yapmaya hazırız.
Şu partiler bu çalışmalara öncülük yapabilirler: 1) Saadet Partisi, 2) AK Parti, 3) Milliyetçi Hareket Partisi, 4) Anavatan Partisi, 5) Doğru Yol Partisi, 6) Cumhuriyet Halk Partisi, 7) HADEP, 8) Ve diğerleri…
Biz bu partilerle görüşmek isteriz... Diğer partilerle de isterlerse her zaman görüşme yapabiliriz...
3- BELEDİYELERİN İŞSİZLİĞE ÇARE VE ÇÖZÜM BULMASI
Siyasi partilerin insan gücü vardır, maddi güçleri yoktur. Oysa belediyelerin hem insan gücü, hem de maddi güçleri vardır Bunun için şunlar yapılmalıdır.
İlçede o ilçe belediyesi ve diğer belde ve köylerin katıldığı bir belediye ve köy birliği kurulmalıdır. İl özel idaresi de bu birliğe ortak olmalıdır. İlçe içindeki tüm imar işleri bu yerel yönetim birliğine devredilmelidir. Bu belediyeler birliğinin ortak olduğu ilçede “Kalkınma Kooperatifi” kurulmalıdır. İlçe Kalkınma Kooperatifi, o ilçedeki siyasi partilerin atayacağı yirmiye yakın komisyoncu tarafından kurulmalı ve yönetilmelidir. “Akevler İstanbul Kooperatifleri”nin bu konuda araştırma ve önerileri vardır.
Mahalli seçimlerden hemen sonra İstanbul’da bazı belediyelerle irtibata geçtik ama, AK Parti’nin ANAP’tan transfer ettiği görevli yöneticiler talimat vererek bunlarla iş yapmamızı önlediler.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92