ADİL DÜZEN 334
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 09 - 12 Aralık 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 334. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ
AVRUPA’YI KİM YÖNETECEK?
“TV” VE “DERGİ” ÖN ANLAŞMASI
1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 59
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالًا بَعِيدًا(167) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنْ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا(168) إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا(169) يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمْ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَآمِنُوا خَيْرًا لَكُمْ وَإِنْ تَكْفُرُوا فَإِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(170)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا (EınNa elLaÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş olan kimseler.”
“Küfretmek” bile bile aksini iddia ve ısrar etmektir. Kendisinin doğru, başkasının ise yanlış olduğunu söylemektir. Yani, kendi inanışlarını başkalarına dayatmak; dinde zorlama yapmak, lâik olarak davranmamaktır.
Bir şey icma ile sabitse ona iman edilir ve savunulur. Dünyanın yuvarlak olduğu savunulur. Ama insan maymunlardan gelmiştir hususundaki bir bilgi üzerinde icma yoktur. O halde ne maymundan gelmedir diyenleri tekfir edebilirler, ne de değildir diyenler tekfir edilir. İcma olmayan bilgilere inanılmaz, ona göre amel edilir. Ve herkesin içtihadı kendisine aittir.
Burada “Men Kefera” denmemiş de, “Ellezîne Keferû” denmiş, yani bilinen kimselerin bilinen küfürlerinden bahsedilmektedir. Sonra bunlar bir örgüttür, teşkilattır. Açık veya kapalı bir teşkilat olarak gerçekleri yalanlamaktadırlar. Münzir ve mübeşşirleri bile bile örgüt hâlinde tekzib etmektedirler.
“Adil Düzen”e karşı Türkiye’de nasıl örgütlü olarak karşı çıkılmıştır; yakın geçmişte hep birlikte görmüş bulunuyoruz. Bu düşmanlık bitmemiştir, hâl devam etmektedir...
وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ (Va ÖadDu GaN SaBIyLı elLAHi)
“Ve Allah’ın yolundan saddettiler.”
“Ve” harfi birlikte olmayı sorunlu kılar. “Bana kâğıt ve kalem getir” dersen, karşı taraf kâğıdı ayrı, kalemi ayrı getirebilir. Ancak ikisini getirmedikçe emri yerine getirmiş olmaz, ücreti istihkak etmez.
Yalnız küfretmek insanı baid dalalete götürmez. Bir taraftan küfretmek, diğer taraftan bu küfür topluluğa kötülük yapmakla beraber olursa, işte bu derin dalalet olmuş olur.
“Topluluk” deyince aşiret, kabile, şa’b, kavim ve nâstır. Yani, küfür üzerinde kurulan örgüt aynı zamanda bu topluluklardan birine de zarar vermektedir.
“Saddetmek” de sed çekmek demektir. Yani, toplulukta akan suyun önünü keserek sağa sola sapmasını sağlamak demektir. “Allah’ın sebilinden sapmak” demek, topluluğun kurallarını bozmak demektir. Şeriat dışına çıkmak, kanunları çiğnemek demektir.
Küfür etmiş olan kimseler eğer kötülük yapmazlarsa küfürlerine devam edemezler ve sonunda imana gelirler. Küfürde devam edebilmek için şeriatın dışına fiilen çıkmak gerekir. Sosyalistler sadece küfretmemişler, aynı zamanda kendi sosyalizm kurallarını da çiğnemeye başlamışlardır. Bugün Türkiye’de “lâiklik” adı altında küfür yapılmaktadır. Bu küfür, küfür olmakla kalmamakta, aynı zamanda hortumculuğun da aracı yapılmaktadır.
Devlet görevlisi olabilmek veya devletle iş yapabilmek için önce dinsiz olmak zorundasınız. Bunun testi de; erkekseniz sakal keseceksiniz, bıyığınız bile olmayacak! Kadın iseniz başınızı açacaksınız, sonra içki içip sarhoş olacaksınız, balo ve danslarla aile iffetinizi yok edeceksiniz, en önemlisi ise rüşvet verecek veya alacaksınız! İşte Türkiye’de sürdürülmek istenen “dinsizlik anlamındaki lâiklik” budur. Türkiye bugün borçlar içinde boğulmuş ve Avrupa’nın dediklerini yapma dışında bir çıkar yolu kalmamış bir zavallı durumunda, işte bu “dinsizlik anlamındaki lâiklik” ile gelmiştir.
“Sebilullah” Allah’ın yolu demektir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur, “topluluğun yolları” demektir. Bu yollar kurallardır, kanunlardır, şeriattır.
Kanunlar yapıyorlar, sonra kendileri uyumuyorlar; ama başkalarını uydurmaya çalışıyorlar!
قَدْ ضَلُّوا ضَلَالًا بَعِيدًا(167) (QaD WalLUv WaLAvLaLan BaGIyDan)
“Baid bir dalalet ile dalalet etmişlerdir.”
Türkçede yoldan sapma vardır, yolu şaşırma vardır. “Saddetmek” demek, bilinçli bir şekilde yoldan ayrılmadır. Küfür nasıl bile bile ise, sad de bile biledir. “Dalalet” ise farkında olmadan yolu kaybetme ve onu bulamamadır. Onun için saddetmeyi yoldan sapma olarak tercüme ediyoruz. “Dalalet” ise yolu şaşırma olarak kaybolmak, ormanın içine girip çıkamamaktır. Küfrediyorlar, bile bile yanlışın doğruluğunu iddia ediyorlar, bir de bile bile yoldan ayrılıyorlar. Bunlar sonunda içinden çıkmaz hâle girer, artık derin hastalıklar içinde batarlar.
Adam Smith faizi meşru yaptı. Böylece bile bile Allah’ı inkâr etti ve Tevrat’ın şeriatından ayrıldı. Kapitalistler küfrettiler ve faizi meşrulaştırdılar. Ne oldu? Sosyalizm belası ortaya çıktı.
Bundan sonra artık faizsiz düzene dönemediler, daha çok Allah’ı inkâr ettiler ve bu sefer faizle birlikte ticareti de yasakladılar. Çırpındıkça battılar... Sosyalizm bataklığında da boğuldular... İşin içinden çıkamadılar…
Şimdi şaşkın bir şekilde ve perişan bir durumda ne yapıyorlar?
Kudurmuş köpekler gibi Afganistan’a ve Irak’a saldırıyorlar…
Türkiye’de dinsiz lâik düzen kurdular ve kamu yönetiminden inanmışları uzaklaştırdılar. Başörtüsü, sakal ve bıyık yasağı, zorla içki, dans, balo derken, inanmış olanları kamu görevinden uzaklaştırdılar. Sonra bunun sonucunda rüşvet batağına battılar, borç batağına battılar… İstiklâl Savaşı’nı yapan millet şimdi istiklâlini satmak için Avrupa kapılarında sürtmektedir. Bundan daha baid delalet olur mu? Savaşlarda zafer kazanmış bir ulus kayıtsız şartsız kendisini bin yıllık düşmanının kucağına atar mı? Bin yıllık kin bir günde, bir yılda sona erer mi? Bir kıtanın bin yıllık kini bugün de aynen devam ediyor.
Bunun anlamı nedir?
Biz mağlubuz, gelin bizi ne zaman kurban edecekseniz edin demektir. İşte Türkiye’yi bugünkü hâle getiren önce dinsizlik anlamındaki lâikliktir. Böylece imanını kaybeden, kendisine güvenini kaybeden Türk yöneticileri 1946’dan beri Avrupa’ya teslim bayrağını açmış, gelin bir an evvel canımızı alın diye yalvarmaktadır! Sanki Sakarya’da, Dumlupınar’da galip gelen biz değil de onlarmış gibi titriyoruz!
Mustafa Kemal’in kendi ifadesini, o günkü ifadesini tekrar hatırlayalım. Düşman ülkeyi işgal etmiş, tersanelere el koymuş, iktidarda olanlar gaflet ve dalalet içinde müstevlilerle işbirliği içinde, on iki milyon on senedir savaşıyor. Harap ve bitap halde. Ama Allah’a inanmış, Hakka inanmış, şeriata ve kanunlara uyan bir ulus, azimle Kuvva-yı Milliye’yi oluşturuyor... Savaşı kazanıyor... Devletini kuruyor...
Sonra ne yaptılar? Muzaffer komutanlar dinsizlik anlamındaki lâikliği icat ettiler. Sonunda Allah’a inanmayan, korkak ve zavallı bir yönetici kadro yetiştirdiler. Öğündükleri cumhuriyet kadrosu işte odur.
Şimdi yetmiş milyon uygarlaşmış güçlü ordusu olan Türk Milleti, baygın bir halde kendisini düşmanlarının kucağına atıyor. Osmanlıların yetiştirdikleri Cumhuriyet’i kurdular, Cumhuriyet’in çocukları ülkeyi teslim etmekle meşguller! İşte bu durum, haksız olduğunu bile bile İslâm düşmanlığı yapmanın ve kamudan inanmışları uzaklaştırmanın sonucudur. Bugünkü başörtüsü davası da budur.
“Ellezîne Keferû”da kastedilenleri iki şekilde belirleyebiliriz.
Biri; dünyada tek sermaye devleti kurmak isteyen ve merkezi Amerika’da bulunun İsrail oğullarından olan 200 kadar Yahudi ailesi. Bunlar ne yapmak istiyorlar? Diğeri ise; Türkiye’de bunların uzantısı olan din düşmanı lâikler. Dinsiz lâikler demiyorum. Bizim dinsiz lâiklere de saygımız var, bunlar kâfirdir. Din düşmanı lâikler ise müşriklerdir. Bunlar mağlup olacaklar ve cehennemde haşrolacaklardır.
TEKEL SERMEYENİN PLANI NEDİR?
1- Karl Marx’ın hedefleri doğrultusunda önce aileyi ortadan kaldırmak, böylece insanların sosyal yapısını ortadan kaldırmak gerekmektedir. Aile ortadan kalkınca ulus ortadan kalkar, devlet ortadan kalkar. İller ve bucaklar yok olur. Güvenlik kuvvetleri kalmaz. Türkiye’de bu amaçla bucakları tasfiye ettiler. Ancak aileyi kaldırmak için önce dinin ortadan kalkması gerekir. Çünkü dinler aile müessesesini korumaktadır. İşte, sermayenin ilk hedefi dinsizliği getirmektir. Bunun için başörtüsü ve sakal yasağı, balo, dans, içki, kumar, rüşvet ve yolsuzluk yani hortum ve talan onun en etkin silahıdır.
2- Şeriatı, kanunu, nizamı ortadan kaldırmak. Şeriat müeyyidedir, yani ceza hukuku ile kaimdir. Cezanın merkezinde de idam cezası vardır, hapishane vardır. Ama şimdi idam yok, işkence yok; F tipi hapishaneler ise hapishane değil, lüks oteller gibi. Yani fiilen suç ve ceza ortadan kalkmıştır. Böylece devlet yoktur. Hukuk da yoktur. Peki, ne vardır? Tam bir anarşi ve terör vardır.
3- Halk sektörünü ortadan kaldırmak. Herkes sermayenin fabrikalarında işçidir. Evi bile yoktur. Tüm taşınmazlar sermayenindir. Halk çalışır, haftalığını veya aylığını alır, kirasını verir, karnını doyurur, elbisesini giyer, seyahat eder, tedavisini yaptırır. Artık halkın elinde bir taşınmaz yoktur. Buna iki yolla varılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu sonuca “sermayenin tekelleşmesi” ile varılır. Sektör kralları oluşturulur, sektör tekeli doğar. O tekeller dolarla finanse edilir, böylece tüm insanlar tekelin işçisi olur. Gelişmemiş ülkelerde ise bu “devletleştirme” ile olur. Devlet önce halkın elinden zorla servetini alınır, halk yoksul hâle getirilir, sonra da devletler yıkılır veya “özelleştirme” yapılarak tüm taşınmazlar bu yolla halktan alınmış olur. Bütün halk mülkiyetten yoksun bir şekilde yoksul olarak köleleştirilir. İslâmiyet’teki ‘köle’ işte bu durumda olan işçilerdir. Bunlara “mezun köleler” denmektedir.
4- Güvenlik de artık ordularla, polislerle mahkemelerle değil de mafya ile sağlanacaktır! Her tarafta çalışmadan maaş alan mafya mensupları bulunacaktır. Gerekli gördükleri kimseleri -bunlar başbakan olsalar da- dövdürebilecek, ağzını burnunu kıracak, sonra bunu yapanlar ya lüks oteller seviyesindeki hapishanelerde hapsedilecek veya takipsizlik kararı alınacak! Uslanmadı; dayak yaralamaya dönüşecek... Uslanmadı; yaralama işkenceye dönüşecek... Uslanmadı; öldürülecek... Bunları yapanlara nasılsa idam cezası yok; sonuçta ya takipsizlik veya faili meçhul cinayet olacak, yahut F tipi otelde müreffeh yaşayacak. Böylece sermaye eline geçirdiği ‘karşılıksız para’ ile dünyayı tek devlet olarak yönetecektir. İşte bu tekel sermayenin din düşmanlığı küfürdür. Tek devlet operasyonu da sapmadır. Saddetmektir. Akıbetleri ise dalalı baiddir.
XX. yüzyıla geldiğimiz zaman tüm din düşmanı laikler mağlup durumdalar. Avrupa’da Kilise, son söz olacak şekilde sesini yükseltmiştir. F. Gülenciler dünyada organize olmuşlardır. Millî Görüş’ün kaçkınları bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardalar. Komünist ülkeler bile artık din düşmanlığını yapmamaktadır. Sovyetler ise tarih oldu. Aile müessesesi sarsıntı geçirmiştir ama zedelenmemiştir, ayaktadır ve ayakta olmaya devam edecektir. Ulusal devletlerin aleyhinde bile bulunamıyor. Sosyalizmin ve kapitalizmin yanında “halk ekonomisi”, organize olmuş liberal ekonomi her gün canlanarak gelişmektedir. Böylece sermaye sapıkları kendilerine artık çıkar yol bulamayacaklar ve derin şaşkınlık içinde akıbetlerini bekleyeceklerdir.
*
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا (EınNa elLaÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş kimseler”
Bu küfretmiş olan kimseler yukarıdaki kimselerden farklıdırlar. Bunun için “İnnehum” denmemiş de “İnnelleziyne Keferû” denmiş. Zamir yerine izhar tercih edilmiştir. Yukarıdaki “kâfirler” saddeden kâfirler, buradaki “kâfirler” ise zulmeden kâfirlerdir.
Saddeden kâfirlerin akıbeti bu dünyada belirlenmiştir, zulmeden kâfirlerin cezaları âhirete bırakılmıştır. Bunlar âhirette de gidecekleri yeri bulamayacaklar, dünyadaki şaşkınlıkları orada da sürecektir.
وَظَلَمُوا (Va JaLaMUv) “Ve zulmettiler.”
Her şey çift yaratılmıştır. Kur’an cümlelerde kullandığı kelimeleri aynı zamanda bu çiftler ifade eder. Saddetmek ve adalet etmek çiftinin yanında, saddetmek ve zulmetmek.
Saddetmek, şeriatın dışına çıkmak ve topluluğa zulmetmektir. Oysa “zulmetmek” başkalarına haksızlık yapmaktır. Kuralların dışına çıkmanın cezası bu dünyada görülecektir. Başkalarına zulmetmenin cezası ise âhirette görülecektir. Çünkü zulüm başka kimselerin hakkına tecavüzdür. Allah adildir, onu karşılıksız bırakmaz.
لَمْ يَكُنْ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ (Lam YaKuNı elLAHu Lİ YaĞFiRa LaHuM)
“Allah onları mağfiret edecek değildir.”
Bu şekilde kâfir olmuş, dünyayı ateizme zorlamış, tarih boyunca üniversiteleri idlâl ederek hilâfı hakikat ilmi tedris ettirmiş, ilk okullara kadar asırlarca yalan şeyleri öğretmekle insanlığı saptırmış ve gerçekleri anlatmak isteyenleri idam sehpalarında, hapishanelerde harcayan bu sermaye zalimlerini Allah mağfiret etmeyecektir. Bunlar yalnız üniversiteleri değil, ana okulları dahil ilkokulları değil, basını ve yayını, tüm radyo ve televizyonları, gazete ve dergileri, kütüphaneleri ve kitapları, sinemaları ve tiyatroları hep dinsizliği ve ahlâksızlığı yaymak için âlet ettiler. Zengin olabilmek için ahlâksız ve dinsiz olma modasını çıkardılar. Avrupa’nın beş yüz senesi onların bu sapıklıkları ve zulümleri içinde geçmiştir.
Allah bunları mağfiret etmeyecektir. Bunların temsilcilerini mağfiret etmeyecektir.
Bunlar Allah’a inandık deseler de, gece gündüz havraları, camileri, kiliseleri doldursalar da, Allah bunları mağfiret etmeyecektir. Bu dünyada derin dalalet içine sürükleyebileceği gibi, âhirette de affetmeyecektir. Yaptıkları onlara kalmayacaktır. Topluluk da onları affetmeyecektir, insanlık da affetmeyecektir.
İsrail oğulları tarihte iki defa sürülmüş ve binlerce yıl aşağı bir kavim olarak yersiz yurtsuz kalmışlardır. Şimdi bütün Yahudileri değil, İsrail Devleti’nde olanları değil; -çünkü onlar zalim olmaktan ziyade bizim gibi mazlum kimselerdir- ama tekel sermeye sahibi olup kâfir ve zalim olanları Allah mağfiret etmeyecektir.
وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا(168) (Va LAv LiYaHDiYaHuM OaRIyQan)
“Onlara bir tarikte hidayet etmeyecektir.”
Onları mağfiret etmeyecek ve onlara âhirette de kurtuluş yolu göstermeyecektir. Daha doğrusu, onlar bu dünyada hidayet yolu bulamayacakları gibi; bu dalâlet yolu âhirette de karşılarına çıkacaktır.
Bu onlar adına çok üzücü bir haberdir. Oysa biz bu tekel sermayeden şunu beklemekte ve Adil Düzenin oluşmasında katkılarda bulunmalarını istemekteyiz.
a) Karşılıksız para basarak dünyayı kandırmaktan vazgeçecekler; bunun yerine karşılığı olan buğday, demir, altın ve toprak paraların basılması düzenine katkıda bulunacaklardır. Bunun nasıl olacağı İngilizce olarak istekleri üzerine kendilerine bildirilmiştir.
b) Faizli işlemlerden vazgeçecekler, faizsiz ticaretle insanlığa hizmet edeceklerdir. Bu onlar için çok kolaydır, çünkü hâlen sermaye onların elinde, dünya ticareti de onların elinde bulunmaktadır. Faizsiz sisteme geçerlerse malları ellerinde kalır, böylece helâk olmazlar.
c) Dünyada fitne çıkarmak, savaşlara sebebiyet vermek, silah üretimi ile kazanç temin etmek usulünden vazgeçeceklerdir. Güvenliği Adil Düzende tesis etmek bucakların olacaktır. İç güvenlik iller tarafından, dış güvenlik de ulusal devletler tarafından sağlanacaktır.
d) İsrail’de Tevrat’ta kendilerine vaadedilen topraklara sahip olacaklardır. Orada oluşturdukları ilim ve ticaret merkezleri ile dünyaya hizmet edeceklerdir. Hazreti İbrahim’e vaadedilen Nil ile Dicle arasındaki topraklar Müslümanların olacaktır. Hıristiyanlar hem İsrail’de hem de diğer topraklarda bulunacak, İsrail ordusu olan bir devlet olmayacak, ama toprakları İslâm devletleri tarafından korunacaktır. Yahudiler bir araya gelecek, artık dağınık olmaktan kurtulacaklardır. Bizim duamız, sermaye zalimlerinin tevbe ederek bunlara katılmalarıdır.
Ne var ki, bu âyet onların tevbe etmeyeceklerine işaret etmektedir.
*
إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ (EılLAv OaRIyQa CaHanNaMa)
“Sadece cehennem tarikini gösterecektir.”
“İllâ” ile gelen “Bel” ile gelenin tersidir. “Bel”den önce söylenen cümle müphemdir. Evet veya hayır şeklinde değildir. “İllâ”dan sonra gelen de böyledir. Cehennem tarikini Allah gösterir veya göstermez. Ama başka yol onlara gösterilmeyecektir. O zaman arafta yani cennet ile cehennem arasında kalacaklardır. Yani, onlar ya cehenneme gidecekler, ya da arafta kalacaklardır.
Böylece başka âyetlerin delaleti ile şunu öğrenmiş oluyoruz. Kıyam eden kimseler üç grup olacaklardır. Kimi cennete gidecektir. Kimi cehenneme gidecektir. Kimi de cennet ile cehennem arasında bu dünya hayatına benzeyen bir hayat yaşayacaklardır. Sermaye zalimleri ya cehenneme götürülecektir, ya da arafta bırakılacaktır. “İllâ” ile istisna bunu ifade eder.
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا (PAvLiDIyNa FIyHAv EaBaDan) “Orada ebediyen hâliddirler.”
“Ebediyen orada hâliddirler.” Buradaki “orada” zamiri cehenneme gider veya arafa gider.
Demek ki, arafta kalsalar bile orada hâlid kalacaklar ve cennete gidemeyeceklerdir.
Allah zulmetmeyecektir. Kimseye işlediği günahtan fazla ceza çektirmeyecektir. Sonlu bir günahın cezası sonsuz olamaz. O halde burada “hâliddir” demek ne demektir? Cehennemde veya arafta hâliddirler, ama oraya alışarak o hayat kendileri için artık azab olmayabilir. Kara hayvanları nasıl karaya, deniz hayvanları nasıl denize alışmışlarsa; cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme uyarlanmış olacaklardır demektir.
وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا(169) (Va KAvNa ÜAvLıKa GaLay elLAHı YaSIYRan)
“Bu Allah’a çok yesir bulunmaktadır.”
Bizim yukarıda sorduğumuz suale cevap vermektedir.
Bir taraftan zulüm etmeyecek, diğer taraftan ilelebet cehennemde bırakacak. Bunu çözmek Allah için çok kolaydır diyor. Yani, Allah bu sorunu bizim bilmediğimiz bir yoldan, daha kısa bir yoldan çözebilir.
Burada bir hususa daha işaret etmekte yarar vardır. İnsanlar atomlardan oluşmuştur. Atomlar birbirinden uzak elektronlardan oluşmaktadır. Diğer atomlarla birleşerek molekül oluştururlar. Bu birleşme ya elektronlardan sonra olur. Düşük sıcaklıklarda böyledir. Yüksek sıcaklıklarda ise elektronlar artık düzgün olarak çekirdeğin etrafında dönmemektedir. Atomlar arası birleşme de çekirdekler arasında doğrudan olmaktadır. Her ikisi de yapıyı oluştururlar. Dünyada insanlar moleküler yapıdadırlar, yeryüzünde yaşayabilmektedirler. Cinler ise atomlar arası ilişkilerle yaşamaktadırlar. Güneşte yaşamaktadırlar, yıldızlarda yaşamaktadırlar.
Âhirette de insanlardan cehenneme gidenler cinlerin yapılarına dönüşecek ve cehennemlik insanlar orada cinlerle beraber yaşayacaklardır. Cennette ise insanlar meleklerle beraber yaşayacaklardır.
*
يَاأَيُّهَا النَّاسُ (YAv EayYuHav elNAvSu) “Ey nâs/ Ey insanlar”
Hazreti Adem yaratıldı ve peygamber yapıldı. İnsanlar toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik yaparak geçindiler. Bunlar hep kabile hâlinde yaşadılar. Resul olarak gönderilenler kabile reisleri olmuştur.
Onlar şeriatla değil de, bir babanın aileyi idare etmesi şeklinde adilane kabilelerini yönettiler.
İlk kentleşme Mezopotamya’da başladı. İlk olarak Nuh Peygamber geldi ve şeriatı o getirdi. Yazılı kurallar tedvin edildi. Mezopotamya peygamberleri kendi kavimlerine geldiler. Tüm insanlığa hitap etmek üzere kitap getiren Hazreti İbrahim oldu. Ama İsrail oğullarından insanlığa şeriatı öğretecek olan bir nesil yetiştirdi. Onun soyundan gelen peygamberleri bir şeriat düzeni ve kendi kavimleri içinde yetiştirdi.
Son olarak İsrail oğullarından olmayan ama İbrahim soyundan bir ümmi nebi geldi. Bu son nebi idi. Bütün insanlara hitap ediyordu. Kur’an insanlığın kitabı oldu. İçtihat ve icmalarla tüm insanlık birleştirildi.
Bunları dört hususta toplayabiliriz.
a) Hazreti PEYGAMBER bütün insanlara tebliğ yapmakla görevlendirilmiş peygamberdir. Bu tebliği mektuplarla yapmıştır. Her mü’min ona halife olmak üzere kıyamete kadar bu tebliğe devam edecektir.
b) KUR’AN bütün insanlığa gönderilmiş bir kitaptır. Ulema onu tüm dünya dillerine aktarmakla görevli kılınmıştır. Her dile tercüme ediliyor ve yorumlanıyor.
c) MEKKE şehri tüm insanlık için emin yer yapılmıştır. Bu husus henüz gerçekleşmemiştir. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu husus ele alınmıştır. Dünyadaki yüze yakın devlete Mekke çevresinde birer ilçe kuracak ve ortalama 50 000 nüfusu barındıracak yer verilmelidir. Her bölgeden bir bucak bulunacak, her ilden bir semt (köy) bulunacak, her ilçeden bir aşiret bulunacak, her bucaktan bir aile bulunacaktır. Hacıları bunlar konuklayacaklar, Arapça ile tercümeleri bunlar yapacaklardır.
d) KUR’AN ARAPÇASI insanlığın ortak ilim dilidir. Kur’an Arapçası artık Arapların değil, insanlığın ve tüm çağların dilidir. Kur’an Arapçası bilgisayar dili hâline getirilecektir. Her dilden tercüme o dile yapılacak, sonra diğer dillere o dilden tercüme yapılacaktır. Kur’an Arapçası merkez dil olacaktır. Tarihte Arapça yani bu hususta büyük hamle yapılmışsa da, bundan sonra daha çok çalışıp program yapılacaktır. Herhangi bir dilde bulunup Arapçada olmayan bir kural varsa, o kural Arapçanın yazı diline geçmiş olacaktır. Mesela, Türkçede mişli geçmiş kipi olduğu halde, Arapçada bu yoktur. Arapçada mazi sığası son harfin üstünlü olması ile belirlenir. Bu üstün mişlilerde biraz farklı konabilir. Böylece okuyanlar mişli anlamıyla okurlar. Bir başka dilde de mişli hâl varsa Arapçadan ona göre tercüme edilir. Aksi de varittir. Arapçada ikili sığa var, değişik anlamları olan çoğullar vardır. Türkçede ler kelimesine okunmaz bir harf eklenerek bu tercüme başarılmış olur.
قَدْ جَاءَكُمْ الرَّسُولُ (QaD CAvyEaKuMu elRaSUvLu) “Resul size geldi.”
Gelen “RESUL” marifedir. Bütün nâsa gelen resuldür, bu da Hazreti Muhammed’dir. Böylece Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bütün insanlara resul olduğu ifade edilmiştir.
İnsanlar dayanışma ortaklıkları olarak teşkilatlanacaktır. Bunların âlimlerden (ahbar), din adamlarından (ruhban), meslek adamlarından (rebban) ve yöneticilerden (kıssis) oluşan şûraları vardır.
Ocaklarda ilk ehliyetlilerden (amil), bucaklarda orta ehliyetlilerden (ehli zikr), illerde yüksek ehliyetlilerden (fakih), ülkelerde üstün ehliyetlilerden (rasih) resul gelecektir. Bunlar Hazreti Muhammed’in halefleri olacak, namazları kıldıracak ve onlara hakkı anlatacaktır. Bütün insanlara örnek olan bir resul gelmiştir.
Gerçi Hazreti Muhammed aleyhisselâm sadece Araplara başkan olmuş, Medine devletini kurmuştur. Hayatında yalnız Araplara başkanlık etmiştir. Ama usve yani örnek başkandır. Diğer bütün başkanlar onun gibi başkan olmalıdırlar. O nasıl oldu ise siz de öyle başkan olacaksınız. Önce bir cemaat oluşuyor ve onlar onunla hicret etmeyi kabul ediyorlar. Sonra bir kente gidiyor ve orada onun başkanlığını silahsız kabul ediyorlar. Böylece site devleti oluşuyor. İşte başkanlık böyle oluşuyor. İl merkez bucağı, ülke merkez bucağı ve insanlık merkez bucağı da böyle oluşacaktır. Hep göçülecek ve orada merkez bucaklar oluşacaktır.
بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ (Bi eLXaqQı MıN RabBiKuM) “Rabbinizden hak ile.”
Bir bucak kurmak isteyen sözleşme yapar. Bu sözleşme Kur’an’a dayanmalıdır. Kurucunun içtihadı ile oluşacak ve önce merkez aşireti kuracaktır. Merkez aşiret sözleşmesi icma ile sabit olmalıdır. İşte bu istişarî karardır ve ittifakladır. Dolayısıyla haktır. Burada topluluğun rabvei için bu kararlar alınacaktır.
İşte Medine’de olduğu gibi bir bucak tesis edilir. Kişi o bucağın sınırları içinde kalır da biat etmek istemezse, hiçbir hakkını kaybetmeyip o bucağın toprağından çıkıp gider. Diğer kalanlar o bucağın içine girerler. Bucak ilçe içinde kurulacaktır. Bu bucak şöyle kurulur.
Önce bir aşiret oluşturulur. Bunun için kendilerine arsa tahsis edilir. İnşaat yaparak bir araya gelirler. Burası merkez olmak üzere bucağın kurulması istenir. O ilin halkına sorulur: Bu kimsenin kuracağı bucağa göç etmek ister misin? Dışarıda kalırsan oraya göç eder misin? O ilçe halkına da şöyle sorulur; içinde kalırsan oradan hicret eder misin? Bu sorulara verilecek cevaplarla kurucu bucağın sınırını çizer.
Oraya göç edenlerden oradan göç edenler çıkarıldıktan sonra, o sahada sakin olanların sayısı 3000 (üçbin) nüfusa ulaşırsa bucak kurulmuş olur. On binden çok olursa, hududunu geri çekmek durumundadır.
İşte bu kişi o topluluğun resulü olmuştur.
Kurucuların ehil olmadıklarına karşı hakemlere gidilerek kuruculuk iptal edilir. Site sözleşmesi hak yani hukuk içinde değilse, yine hakemlere gidilerek kuruculuk durdurulur.
Hazreti Muhammed aleyhisselâmdan sonra resulleri artık onlara biat edenler belirleyecektir.
“Bi’l-Hakki” deyince, hukuk içinde demektir. Cemaatin seçtiği başkan Allah’ın seçtiğidir.
فَآمِنُوا (Fa EAvMiNUv) “İman ediniz.”
Burada “iman ediniz” denmiş de, “resule iman ediniz” denmemiştir. Yani, hakka iman ediniz demektir. Yani, artık sözleşmeye inanınız, sözleşmenin koyduğu kurallara uyunuz anlamı çıkar.
Başkanın etrafında toplanarak kendi güveninizi sağlayınız, dayanışma içine giriniz demektir. Yani, bucakları oluşturarak hukuk düzenini kurunuz ve haklarınızı güven altına alınız demektir. İç güvenliği sağlamak için il merkez bucakları kurunuz, savunmayı sağlamak için ülke merkez bucakları kurunuz. Nihayet cehaletle savaşarak uygarlaşmayı sağlayan risaleti tesis ediniz demektir. Böylece insanlık güven içine girmiş olur.
Mekke bucağının başkanı her seçildikçe bu âyet okunacak ve tüm insanlık kendisini onunla güven altına alacaktır. Her bucak başkanı seçildiğinde bucak halkı buna biat edip kendilerini güven altına alacaklardır. “El-Nâs” bütün insanlığa hitap ettiği gibi bucak halkına da hitap eder. İl ve ülke halkına ayrı ayrı hitap eder.
خَيْرًا لَكُمْ (PaYRan LaKuM) “Sizin için hayır olana.”
Bu ifade hâl olabilir. O zaman “sizin için hayır olmak üzere iman ediniz” olur.
Yahut “sizin için hayır olanı güven altına alınız” demek olur. Mef’ul olur.
Sözleşme yapılacak, başkan ortaya çıkacak, gerek başkan gerekse sözleşme yargı denetiminde olacaktır. Ondan sonra ona uymak hayır olacaktır. Hayır olana inanacağız yahut hayır olanı koruyacağız.
Her iki anlamıyla da bucağın hayırlı bir kuruluş olduğunu ifade eder. Bucak, hukuk düzenidir. Hukuk düzeni, mülkiyeti koruyan düzendir. Bu bakımdan hayırlıdır. Bizzat bucağın kendisi zenginliktir. O bucakta oturanlara mülktür. Dolayısıyla bucaklara merkezî yönetim karışmadığı gibi, oraya geleceklerin o bucağın maliklerince izinli olmaları gerekir. Bucaklıların birbirlerine şufa hakları vardır. Taşınmazlar resmî değerle alınıp satılır. Dolayısıyla satıcı malını bucağında oturanlara satmakla yükümlüdür. Kimse almasa, bucak başkanı da izin verse, o zaman dışarıya satabilir. Bucak başkanı izin vermiyorsa kendisi almak durumundadır.
وَإِنْ تَكْفُرُوا (Va EiN TaKFuRUv) “Küfreder olursanız.”
Bir kimse ortaya çıkmış, aşiret oluşturmuş, apartman kurmuş. Onlar Kur’an’ı tetkik ederek bucak sözleşmesini hazırlamışlar. Gelenler gelmiş, gidenler gitmiş…
Siz ise onlarla dayanışma içine girmeyecekseniz, o bucağı birlikte savunmayacaksanız, o zaman terk edip oradan gidersiniz, başka yerlerde kendinize yer ararsınız…
Yahut yeter sayı olan 3000 kişiyi bulamamışsa, o zaman da kurucular o ili terk edip başka bir ile gitmeli ve bucaklarını orada kurmalıdırlar. Çağımızın demokratik düzenlemesi ancak siteleşmekle mümkün olacaktır.
Bugün insanların seviyesi yükselmiştir. Herkesin kendi dünya anlayışı farklıdır. İnsanlar ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma içinde gruplanarak yaşayacaklar. Özel hukuk bu gruplanmalarda oluşacaktır. Ocak, bucak, il ve ülkeler hâlinde organize olacaklardır. Kamu hukuku ise yerinden yönetim ile buralarda oluşacaktır.
فَإِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (Fa EinNa LielLAHi MA FIY elSaMAvVAvTı Va eL ErWı)
“Semâvât ve arzda olanlar Allah’ındır.”
Bugün göç etmeyi yeryüzünün yalnız karalarında görüyoruz. İleride insanlar göklere çıkacak ve oralarda da uygarlıklar kuracaklardır. Kişi hangi gezegende yaşıyorsa o gezegenin uygarlığına uymak zorunda olacaktır. Gezegenler arası hicret de meşru olacaktır.
Batı dünyası bugün ekseriyet demokrasisini ileri sürmektedir. Bu ise aldatmacadır. Aslında ekseriyet sağlanamadığı gibi; ekseriyet sağlansa bile bu düzen dengeli düzen olmaz. Esasen bu adil bir uygulama değildir.
Kişiye seçme hakkı yerine “yer değiştirme hakkı” tanınmıştır. Çoklu sistem vardır. Kişi ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklığını değiştirerek istediği “özel hukuk” içinde yaşama imkanına sahiptir. Yeter sayıda ortak bulmak şartı ile kendisi de kurabilir.
Diğer taraftan “yerinden yönetim” olduğu için farklı kamu hukuku oluşmaktadır. İstediği bucağa hicret ederek istediği düzende yaşar. Bu hicretin kolaylaşması için hicret edenlerin taşınmazlarını resmî değerle devlet satın alır, gittiği yerde de resmî değerle oradan ona istediği taşınmazı satar.
Her insanın yeryüzündeki topraklarda payı vardır. Eğer dünya eşit iklim şartlarına sahip olsaydı, yeryüzünün karalarını insan sayısına bölerdik, böylece kişiye düşen toprak payı belli olmuş olurdu. Bucak kurmak isteyenlere ona göre arazi parçasını verirdik. Ne var ki, yeryüzü bilhassa aldığı Güneş ışığı nedeniyle farklı değerlere sahiptir. Onun için kişi kendi toprak hakkını isterken, seçtiği yere göre değerlendirmemiz gerekir. Bunun için de şunu yapıyoruz. Bir yerin değeri yoğunlukla orantılıdır. Ayrıca siteler içinde de topraklar farklı değerler taşırlar. Bunun için toprak değerlendirme sistemi gelişmiştir.
Yeryüzü kıtalara ayrılmıştır. Kıtaların nüfus yoğunluğu, o kıtaların diğer kıtalara oranla değerini ortaya koyar. Kıtalar ayrıca bölgelere ayrılmıştır. Bölgelerin nüfus yoğunluğu o kıta üzerindeki değer farklarını ortaya koyar. Bölgeler ilçelere ayrılır ve yine ilçelerin nüfus yoğunluğu o ilçe arazilerinin kıymetini ortaya koyar. İlçe içinde siteler kurulur. Site arazilerinin değeri orada yerleşecek nüfusa göre değerlendirilir. Böylece her sitenin bir arazi değeri ortaya çıkar. Orada yapılan binalar ise maliyet ve yaşları ile orantılı olarak hesaplanır.
Site içinde mevcut arsalar eşit değere göre belirlenir. Arsa seçme hakkı ilk yapana aittir. O yatırım yapınca diğer arsalar değer kazanacaktır. Dolayısıyla en son yapan belki site içindeki en kötü arsaya sahip olmuş olur ama değer itibariyle kazanmış olur, kaybetmiş olmaz.
Bizi bu farklı değerlendirmeye götüren şey, bu âyette “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır.” denmesinden dolayıdır. Demek ki gökten gelen güneşin ve yağmurun da arsanın değerinde etkisi vardır. Bunu Allah’ın tesbiti demek, halkın tesbiti anlamına gelir.
وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(170) (VaKAvNa elLAHu GaLIyMan XaKIyMan)
“Allah alîm ve hakîm bulunmaktadır.”
“Allah” yeryüzüne ait hükümleri koyarken bilerek koymaktadır. Teşri yetkisi de O’nundur.
Burada “alîm” ve “hakîm” kelimeleri nekire gelmiştir. Demek ki devlet de bilmek ve hükmetmek durumundadır. Yirmibeş “Genel Hizmet” içinde planlama bulunmaktadır, araştırma bulunmaktadır. Yeryüzünün altının ve üstünün tüm değerlerini içeren harita ve araştırmalar olacaktır. Böylece bunlara dayanılarak yeryüzü değerlendirilecektir. Kararı yine halk verecek, serbest piyasa mekanizması ile verilecektir.
Bugün toprak hukuku oluşmamıştır. Toprak sahibi olmak için savaşma şartı koşulmuştur.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda ise savaş devletlere güvenlik hakkı imtiyazını verir, o topraklara mâlik olma hakkını vermez. Halk devlete beşte bir vergisini verdikten sonra, elde ettiği malı istediği yerde satar. Halk toprağın vergisini ödedikten sonra onun elinden malını kimse alamaz. Bir kimsenin elinden toprağını alabilmek için o kimsenin o toprağı âtıl bırakması gerekir. Her toprağın eskiden ödenen vergiye göre resmî işletme değeri vardır. Onun iki mislini veren o toprağı alma hakkına sahip olur.
Toprağın bir başka hesaplama değeri ise, o çevrede özel mülkiyete intikal eden toprakların genel toprağa bölümü ile değerlendirilir. Kamu toprakları azaldıkça kamu toprağının değeri yükselmiş olur. Kişilerin resmî ücreti ise ülkeden ülkeye değişir. Bu özel sektör oranı ile belirlenir. Ülkelerin toprak değeri potansiyel emekle bilinir. “Alternatif Faizsiz Banka Modeli” kitabımızda bunlar açıklanmıştır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
TEKRAR HATIRLATIYORUZ
1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
NELER YAPABİLİRİZE BİR ÖRNEK
Ali Bülent DİLEK kardeşimiz,
geçen haftaki görüşmemizde bir dileğini ve
ÇALIŞMALARIMIZDAKİ HEDEFİNİ ŞÖYLE AÇIKLADI:
“Sen ve Süleyman Hocamız başlangıç olarak
“Hedefimiz; bu ‘SEMİNER NOTLARI’nın
İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır.”
diyorsunuz.
BENİM ŞİMDİKİ HEDEFİM
BU “SEMİNER NOTLARI”NIN
TÜRKİYE VE DÜNYANIN
10 000 (ON BİN) YERİNDE OKUNMASIDIR...”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 334 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 164 İstanbul, 09 Aralık 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
“TV” VE “DERGİ” ÖN ANLAŞMASI
…… TV yetkililerinden …… …… ile Akevler Kurucu Ortaklarından Süleyman Karagülle arasında aşağıdaki “Ön Anlaşma” yapılmıştır. Bu sözleşme ilgili yönetim kurullarınca ayrı ayrı onaylandığı takdirde kesinleşmiş olur.
1- …... TV yayınını saat 18.00-19.00 arasında net olarak Süleyman Karagülle’ye bırakacaktır. Yayından S. Karagülle sorumlu olacaktır. TV reklamlarını programdan önce veya sonra verecektir. Yayının ortasında 5 dakikalık program koyabilir. Program beş dakika önce başlar. Program “AKEVLER” programı olacaktır.
2- Bir saatlik programın ilk 10 dakikasında 24 saatlik haber ve olaylarının özeti verilecektir. Bu özette Süleyman Karagülle’nin vurgulamak istediği kısımların vurgulamalarını ….. TV Haber Kanalı yapacaktır.
3- 20 dakika S. Karagülle o günkü haberlerden önemli gördüğü kısımları Kur’an’ın bakış açısına göre anlatacak, yorumlayacak ve varsa çözüm önerilerini ortaya konacak.
4- 5 dakika, çıkarılacak olan “Adil Düzen Dergisi”nin tanıtımı yapılacak, çıkarılması için ortak aranacaktır.
6- Son 25 dakika üç konuk tarafından paylaşılacaktır. Biri S. Karagülle’nin davet ettiği kimse, biri ….. …..’in kendisi veya uygun gördüğü kimse, bir de Harun Özdemir’in kendisi veya uygun gördüğü kimse katılacak ve görüşlerini beyan edeceklerdir. Aynı günün programını ve günleri de bölüşebilirler; tek konuşmacı da 25 dakika konuşabilir. Son söz konuğun olacaktır. Cevap verilecekse, ertesi gün kendi konuşmalarında konuklar veya S. Karagülle değerlendirebilir.
5- Çıkarılacak dergide yalnız Akevler programında yayınlananların özeti olacak ve yalnız abonelere satılacaktır.
6- Dergiye abone olacaklar, kurulmuş veya kurulacak bir kooperatifin üyeleri olacaklardır. Dergi 1 YTL ile abonelere ulaştırılacaktır. 1000 (bin) abone bulunmadan dergi çıkarılmayacaktır.
7- 1000 abone maliyetle ortaklara ulaşmış olacaktır. Ondan sonra dergiden 40 kuruş civarında bir artış gelecektir. Bunun yarısı programı yapanlara ait olacak, diğer yarısı tesislerin bakımı ve yenilenmesi için ….. TV’ye verilecektir. Seyirci arttıkça abone sayısı da artacağı için ….. TV’nin geliri artmış olacaktır.
8- Bir saatin getirisi ….. TV’nin diğer saatlerindeki getirisinin üstüne çıkınca ….. TV bir saat daha boşaltıp Kooperatifin emrine verecektir. Böylece ….. TV 23 saat kadar zamanı kooperatife verecektir. 2 saati kendisi değerlendirecektir. Ortak giderler saat oranında paylaşılacaktır.
9- Saatler puanlanarak bölüşülecektir. Mesela, 24’üncü saat 1 sayılırsa, 18’inci saat 10 sayılabilir. Saatleri Akevler puanlar, şirket seçer. Puanlamayı beğenmezse kendisi puanlar, Akevler seçer. Getiri azaldıkça saatler anonim şirkete tedrici olarak iade edilecektir. Bu devir altı ayda bir yapılabilir.
10- Abone ortaklar, dergi yazarlarından birini kendilerine temsilci seçerler. Bir yazarın temsilci olabilmesi için abone olanların en az yüzde beşinin temsilcisi olmak gerekir. Bir yazar en çok yüzde yirminin temsilcisi olabilir. Kooperatif bu temsilciler tarafından yönetilir.
11- Yazarlara dergide belli sahifeler tahsis edilir. Bu sahifeleri sorumlu yazarlar kendileri doldururlar veya istediklerinin yazısını yayınlarlar. Yayından onlar sorumludurlar. Yazı İşleri Müdürlerinin yazıları denetleme yetkisi yoktur. Temsil ettiği abone sayısı %5’den aşağıya düştüğü zaman temsilcilikler sona erer. Yazarlar kendi sahifelerinden isterlerse önemli yazarlara satırlar tahsis yapabilirler.
12- 32 sahife içinde reklam alınmaz. Ancak reklam yaprakları içeri konur. Dergilerini onlarsız saklama imkanı sağlanır. Burada esnaf ortaklar tanıtılır. Bunun için reklam değil de sabit tesis payı alınır. Bu tesis payının beşte dördü ile tesiste yatırım yapılır. Beşte biri bankada nakit olarak tutulur. Ayrılmak isteyenlere hisse senetleri kârsız alınıp satılacaktır. Hisse senedinin değeri arz ve talebe göre artırılıp eksiltilecektir.
13- Kooperatif tesis ortaklarından aldığı ortaklık payları ile yapı ve tesisler alınacak ve bu tesisler reklam karşılığı kirasız (bartır olarak) anonim şirkete verilecek, o nisbette reklam saati alınacaktır. Bu reklam dakikalarında dergide yapılan reklamların tanıtımı yapılacaktır.
14- Esnaf reklamı yapılacaktır. Üründen çok işyeri reklamı yapılacaktır. İşyerinin adresi, telefon numarası, büyüklük derecesi, yaptığı iş yayınlanacaktır. Bir esnaf en çok on hisse alacaktır. Derecesi bununla gösterilmiş olacaktır. Bir hisse 5000 YTL olacaktır. Esnafın büyüklüğüne göre televizyonda ve dergide yer ayrılacaktır. Yaptığı işler hakkında bilgi verilecektir.
15- Sadece ortakların reklamı yapılacak, başka kimselerin reklamı yapılmayacaktır.
16- Kooperatifin abone ortakları ile esnaf ortaklar ve ….. TV arasında çıkacak her türlü ihtilaflar hakemler tarafından çözülecektir. TV beş hakem atar, ayrıca Kooperatif de beş hakem atar. Kooperatifin yönetim kurulu üyeleri aynı zamanda hakemlik de yapabilirler. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf bu hakemler arasından seçer. Baş hakemi de hakemler bu hakemlerin arasından seçerler. Hakem kararlarına uymayanlar ortaklıktan çıkarılır. Artık dergiye abone edemezler. Esnaf ortalıktan ayrıldığında yatırdığı meblağı altın değeri ile alır.
17- Bu anlaşma, bir yıl için geçerli olup, 1000 abone bulunamazsa ve Kooperatif kurulamazsa sözleşme sona erer. Kooperatif kurulursa Anonim Şirket sözleşmeyi o Kooperatif ile yapar, anlaştıkları şekilde düzenlerler.
18- Kooperatifin tasfiyesine hakemler karar verebilir. Kamunun açacağı mahkeme kararı ile tasfiye edilebilir. Tasfiye Kurulu mahkeme tarafından hakemlerden oluşturulur. Tasfiyeye karar veren hakemler tasfiye edemezler.
19- Kooperatif Süleyman Karagülle, ….. ……, Harun Özdemir, Hilmi Altın ve Hüseyin Kayahan tarafından kurulacaktır. İlk on aboneyi bulanlarla bunlar kurucu olacaktır. Kuruculuk payları Kooperatif Sözleşmesi’nde belirlenir.
20- Kooperatif Ana Sözleşmesi’ni kurucular hazırlayacaklardır. Anlaşamadıkları hususlarda hakemliğe başvurulacaktır. Hakemler kuruculardan oluşacaktır. Kuruculuktan vazgeçme her zaman mümkündür.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 334 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 164 İstanbul, 09 Aralık 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
AVRUPA’YI KİM YÖNETECEK?
İki bin yıl önce ortaya çıkan Hazreti İsa’yı Yahudilerin fitneleri ile Romalılar asmaya kalkışmışlardı. Romalılar Hıristiyanlara, siz imparatorluğa talipsiniz diyerek üç-dört asır görülmemiş zulümler yapmışlardı. Hıristiyanlara zulüm edildikçe sayıları artıyor, imanları de kökleşiyordu.
Bu arada Avrupa’yı tehdit eden bir kavim ortaya çıkmıştı: Hunlar…
Bizans imparatorları tedbir olmak üzere Hıristiyanlığı kabul etmişler, güvenlik gerekçesi ile imparatorluğu da ikiye bölmüşlerdi. “Doğu Roma İmparatorluğu” kendisini korumuş, devlete bağlı bir kilise yönetimi oluşmuştu. Bu yönetim modeli Osmanlılara intikal etmiş, Cumhuriyet döneminde de benimsenmiştir.
“Batı Roma İmparatorluğu” Cermenler karşısında yenilmişti. Galip Cermenleri tehdit eden doğudan gelmekte olan İslâmiyet’ti. Çünkü o tarihlerde Türkler Müslüman olmuş, batıya tehdit olmaya başlamıştı…
İslâmiyet’e karşı bâtıl dinleri ile dayanamayacaklarını anlayan Slavlar ve Cermenler, kendi istekleri ile Hıristiyan olmaya başlamışlardı. Böylece Batı Roma İmparatorluğu yıkılmış ama imparatorluğu yıkanların kendileri Hıristiyan olmuşlardı. Batıda imparator olmadığı için boşluk Papa tarafından doldurulmuştu. Böylece “kiliseye bağlı krallar sistemi” ortaya çıkmıştı.
İktidarın zorunlu aracı olan güç, Hıristiyanlığı kuvvet kullanan bir kuruluş hâline getirmiştir.
*
Yahudi sermayesi Papa’nın gücünü yıkmak için önce Protestanlığı ve krallığı desteklemiş, ondan sonra da krallıkları yıkarak “ateizm” ile Kilise’yi çökertmiş, onun yerine de sermaye ile Avrupa’yı yönetmek istemiştir. Bunun için çoktan unutulmuş bulunan “ekseriyet sistemi”ni -hem de “temsili sistem” içinde- ortaya koyarak Kilise’yi yıkmaya çalışmıştır. Kapitalizmde para ile, sosyalizmde silah zoru ile ekseriyeti temim etmiş, hep dine karşı olan yöneticilerle Hıristiyanlığı devre dışı bırakmıştır.
Kilise kendi kabuğuna çekilmiş ve sinmiş bir şekilde beklemiştir…
Bu arada Avrupa’ya “ekseriyet demokrasisi” gelmiştir. Artık Avrupa’daki hemen hemen her ülke kendisini ekseriyet demokrasisi ile yönetmektedir. Dinsiz Avrupa ya paradan, ya da silahtan korkarak Yahudi sermayesinin ajanları ile idare edilmekte idi. Ne var ki, XX. yüzyılın son yarısında Avrupa’da sosyalist yönetimler fiilen ortadan kalkmıştır.Artık silah zoru ile ekseriyet temin edip iktidar olma Avrupa için tarih olmuştur. Diğer taraftan kapitalizmde de büyük değişiklikler olmaya başlamıştır.
Bilgisayar, standartlaşma, ulaşım, iletişim, üniversiteler gibi etkenler üçüncü bir sektör doğurmaktadır; bu sektör de “halk sektörü”dür, “küçük esnaf”tır, “halk”tır. Sermaye artık eskisi gibi para gücü ile halka hakim olmayı başaramamaktadır. Böylece iktidarı Yahudi sermayesinin ataması mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla Avrupa’yı yönlendirecek ne sermaye, ne de silah gücü kalmıştır.
Avrupa’da Hıristiyanlara tarihte ikinci kez yönetim boşluğunu doldurma fırsatı geçmektedir.
*
Avrupa’da sermayenin geliştirdiği ekseriyet sistemini şimdi Kilise kullanacaktır. Vatikan’da oturacak ve Avrupalı Hıristiyanlara diyecektir ki; falana verin, filana vermeyin! İstediğini iktidardan indirecek, istediğini iktidar edecektir. Kavgasız, gürültüsüz bir şekilde Avrupa’yı beş yüz sene daha kilise yönetecektir. Sermayenin kurduğu tezgahı kilise kullanacaktır.
Kur’an’da, onlar mekr yaparlar, biz de mekr yaparız, mekrde biz galip geliriz denmektedir.
Duamız; Avrupa’nın gelecek beş yüz yılını yönetecek olan Kilise’nin geçmişte yani tarihte işlediği hataları işlememesidir. İyi bilinmelidir ki, tarih ikinci defa şaibeli olarak bir yarım bin yılı daha yaşatmaz. Kilise kendisini bundan uzak tutmalıdır. Tarihteki yanlışların tekerrür etmemesi için Kilise ne yapmalıdır?
a) Literatürde geçen baba ve oğul ifadesinin hakiki değil mecazi olduğuna karar vermeli, baba Rab anlamında, oğul da nebi anlamındadır şeklinde yorumlamalıdır. Hazreti İsa aleyhisselâm son iki peygamberden biridir. Çünkü bundan sonra peygamber gelmeyecek, insanlığı iki büyük din olan İslâmiyet ve Hıristiyanlık yönlendirecektir. Hazreti Meryem de Hazreti İsa’yı eğiten nebi bir hanımdır.
b) Dinde müsbet ilme aykırı hiçbir şey yoktur. Tevrat ve İncil müsbet ilme göre yorumlanacaktır.
c) Hıristiyanlar Müslümanları, Budistleri ve Brahmanistleri hak din mensupları olarak kabul edeceklerdir. Başka peygamberleri tekfir etmeyeceklerdir. Asgari olarak bu hususta sükut edeceklerdir.
d) Hıristiyanlar Ortodoks ve Protestan kiliseleri ile dayanışma içine gireceklerdir. Aralarındaki hasmane tavırları ortadan kaldırmalıdırlar.
e) Tevrat şeriatının yerine Kur’an şeriatını, yani içtihat ve icma sistemini alacaktır. Dini hükümler İncil’e göre, kazai hükümler Kur’an’a göre yürütülecektir. Hıristiyan devletlere böyle yapmalarını tavsiye edecektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92