1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 337
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 30 - 31 Aralık 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 337. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ
Anayasa, kimlik ve “Adil Düzen Anayasası”
EHED/ EV HANIMLARININ EMEKLERİNİ DEĞERLENDİRME İŞLETMESİ
***
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 62. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
يَسْتَفْتُونَكَ قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِ إِنْ امْرُؤٌ هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُ أُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ
وَهُوَ يَرِثُهَا إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌ فَإِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ وَإِنْ كَانُوا إِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ أَنْ تَضِلُّوا وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(176)
يَسْتَفْتُونَكَ (YaSTaFTUvNaKa) “Senden fetva istiyorlar.”
“Fetv” kefeye dengelemek için konan taş demektir. “Feta” evlenme çağına gelen ve kadını dengeleyecek erkek demektir. “Fetva” kıyas vermek, kıyas yapmak demektir. Domuz etinin haram olduğu biliniyorsa, ona kıyas yapılarak maymun etinin de haram olduğunu beyan etmek fetvadır.
Kur’an şeraitinde dört temel delil vardır. 1. Kitap, istishap yani eski kitaplar buna dahildir. 2. Sünnet, mesalih buna dahildır. 3. İcma, örf buna dahildir. 4. Kıyas, istihsan buna dahildir. Kuran, birer örnek vererek hükümlerini koyar. İlletlerini de belirtir. İnsan içtihad yaparak, o illetin bulunduğu örnek dışındaki benzerlerde aynı hükmün olduğunu öğrenmiş olur.
Fıkıhçılar birincisine “asl”, ikincisine “fer’” ve alâmete “illet”, sonuca “hüküm” demekte; bunu yapmaya yani benzetmeye de “kıyas” demektedirler.
Kur’an bunu başkası için yapmaya “İFTA” demektedir.
“İSTİFTA” ve “İFTA” kelimeleri Kur’an’da aynı âyette iki defa geçer. İkisi de Nisâ Sûresi’nde geçmektedir. Biri sûrenin sonunda 176’ıncı âyette, diğeri de 127’inci âyette geçmektedir. 128’inci âyette de konu devam etmektedir. Bu yaş insanın en uzun ömrü kabul edilmekte, kaybolan kişi bu yaşta ölmüş kabul edilmektedir. Mirası bölüşülmektedir. Bu âyet 176’ıncı âyettir. Bu âyet ile o âyet arasında 48 veya 49 âyet vardır. 48=3*16’dır. 49=7*7’dir.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَاءِ قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ
(يَسْتَفْتُونَكَ قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِ)
Birinci istifta âyetinde “Va” harfi ile başladığı halde, burada “Va”sız başlamaktadır. Orada vasl, burada fasl vardır. Orada kadınlar hakkında istifta var. Burada genel istifta sözkonusudur.
Fasl yapılmış yani “Ve” getirilmemiş, çünkü yakın âyetlerle kemali infisal var. Aralarında alâka yok. Ama bütün sûre göz önüne alındığında, burada kıyas öğretildiği ve kıyas sûredeki her konuda geçerli olduğu için sûrenin bir açıklaması mahiyetindedir ve dolayısıyla kemali ittisal vardır. Onun için “Va” harfi getirilmemiştir.
“Fetva istediler” denmiyor da, “fetva isterler” veya “fetva isteyecekler” deniyor. Çünkü kıyas kıyamete kadar devam edecek ve her zaman fetva istenecektir. İçtihat babının seddi, içtihat kapısının kapatılması bu âyete muhaliftir.
-Buradaki fetva kimden istenecektir? Resuller fetva makamı değildir. Fetva makamı nebilerdir. Dolayısıyla buradaki muhatap nebidir; yani müçtehitlerdir, âlimlerdir. Bir müçtehidin fetvası yalnız ona tâbi olanları bağlar. İcma ise bütün topluluğu bağlar.
“Allah size fetva veriyor” ifadesi her iki âyette aynen tekrar ediliyor. Fetvayı Allah veriyor. Kamu hukukunda her kabile, her bucak kendi kamu hukukunu kendisi hazırlar. Ama kamu hukukunda içtihatlar değil, icmalar yer alır. Kadın ve miras hukuku içtihatla değil, icma ile sabit olur. Fetvayı Allah veriyor denmektedir. Yani, içtihad geçerli değildir, icma şarttır. Kamu hukuku zorunlu uygulanacak hukuktur. Bu içtihatlarla sabit olamaz.
İTTİFAK NASIL SAĞLANACAKTIR?
a) Bucak içinde ehli zikr olanlar, yani orta ehliyetliler içtihad ehlidir. Bunlar fakihlerine danışarak içtihat yaparlar. Eğer bütün bucak âlimleri aynı sonuca varmışlarsa, o zaman o bucağın fetvası ortaya çıkar.
b) Fetvalarda birlik olmaz, ancak bütün bucak âlimleri bir kararın alınması gerektiğine ittifak ederler. Bu takdirde başkan âlimlerle istişare eder ve bir hükme varır. Bu da o bucağın kamu hukukunu oluşturmuş olur. Bu karara karşı âlimlerin hakemlere gitme yetkileri vardır. Bu da o bucağın fetvalarındandır.
c) Bir bucakta herkes aynı hareketleri yapıyor ve aykırı davranışlarda bulunmuyorsa, o da o bucağın ortak fetvasıdır. Bunun aleyhine her bucaklı hakemlere gidebilir.
d) Hakemlerin bağımsız kararlarında benzerlik varsa, bu da halk ittifakı gibidir.
İl ve ilçe merkez bucaklarında il ulema meclisinin ittifakı ile sabit olan kamu hukuku uygulanır. Bunlar fakihlerden oluşur.
Ülke ve bölge merkez bucaklarında ülke meclisinin ittifakı kamu hukuku olur. Bunlar rasihlerden oluşur.
Mekke ve kıta merkezleri bucaklarında Mekke ulemasının ittifakı kamu hukuku olur. Mekke uleması her ülkeden gönderilen âlimlerden oluşur.
يُوصِيكُمْ اللَّهُ
(اللَّهُ يُفْتِيكُمْ)
Birinci âyette “Allah fetva veriyor” denmektedir. Burada “Fetva veren Allah’tır” denmektedir. Birinde “Allah” fiilden sonra, burada ise “Allah” kelimesi önce gelmiştir.
Buradan şunu öğreniyoruz ki, bucak kamu hukuku icma ile sabit olur.
Başta “vasiyet”, burada “fetva” kelimeleri kullanılmıştır. Vasiyet ile asıl olanlar tesbit olunmuştur. Burada ise fer’lerdeki hükümler ortaya konuyor. Asıl olan çocukların vârisleridir. Çocukları olmayanlara anne baba vâris olur. Anne baba önce ölmüşse, kardeşler anne ve babanın yerine geçer, mirası çocukları gibi paylaşırlar. Anadan kardeşlerin mirası eşit paylaştıkları halde, babadan kardeşlerin mirası çocukları gibi bire iki paylaşırlar.
Demek, asıl ola. çocuklardır. Fer’i babadan kardeşlerdir. İllet, soyun devam ettirilmesidir. Aileyi ekonomik bakımından kurma görevi erkeğe, sosyal bakımından kurma görevi kadına verilmiştir. Bu sebeple kadın sadece yakınlık payını aldığı halde, erkek ekonomik yükü yükleneceği için iki misli almaktadır. Yakınlık payları birbirine eşittir. Anne ve baba eşit olarak altıda bir alırlar, anadan kardeşler altıda bir alırlar. Çünkü onlar aile kurma görevi ile görevli değiller.
فِي أَوْلَادِكُمْ
(فِي الْكَلَالَةِ)
Asılda “evladiküm” dendiği halde, fer’de “kelale” denmiştir.
Demek ki “kelale” evlatsız ölenin değil, evlatsız ölenlere vâris olan kardeşlerin adıdır.
“Raculün yuresu kelalen” denmemiş de, “kelaleten” denmiştir. Mastar hâl yapılmıştır.
لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ
(فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ)
Asılda “Fa”sız getirilmiştir, burada “Fa” ile getirilmiştir. Böylece kural tamim edilmiştir. Kadında azlık değil de, erkekte çokluk ifade edilmiştir. Kadında eksik olduğu için değil, erkekte fazla yük olduğu için artırılmıştır. Asıl olan eşitliktir.
Bu kural usulde ve fer’de aynen ifade edilerek kuralın değişmediği ifade edilmiştir. Görev, yetkiyi beraberinde getirir. Birine bir görev yükleyecekseniz, onu yapabilecek imkanı da verilir. Bu kuralın aslı böyle ifade edilmiştir. Kur’an’da birçok kural sadece birer örnekle verilmiş olur.
فَإِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ
(فَإِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ)
Asılda “ikiden fevkinde iseler” denmiş, iki zikredilmemiştir. Onu kıyasla bilmemiz gerekir. 2’yi 1’e mi, yoksa 3’e mi benzeteceğiz? 2 ile 3 arasında 2/3’tür. 2’nin 3’e benzerliği 1’den fazladır. Dolayısıyla 2’nin hükmü 3’ün hükmü gibidir. Böylece kıyaslarda tercihin daha çok benzer ile yapılacağı öğretilmektedir. Burada 2 3’e kıyas edilmiştir. Aksi olsaydı beliğ olmazdı.
فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ
(فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ )
Her ikisinde “terk edilen” nekiredir. Çünkü herkesin terekesi farklıdır. Üçte iki asılda nekire, fer’de ise marife getirilmiştir. Taksimde paylaşma başladığında pay nekire olarak getirilir. İlk paydan sonra gelen paylar o paylara ait olduğu için marife getirilir. Kazancın beşte bir Ahmet’indir. Burada beşte bir nekire olur. Tüm içinde payın hangisi olduğu belirsizdir. Hasan’ın payı ikidir, marife olur. Çünkü daha önceki payın aynıdır. Yani burada agd garşçdşr.
وَإِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً
(وَلَهُ أُخْتٌ )
Asılda ‘evlat vahide ise’ deniyor. Fer’de ‘onun bir uhtu (kızkardeşi) varsa’ deniyor. Her ikisi de nekire olarak söylenmektedir. İkili ifade nekire gelmiştir. “İn kâne lehu bintün’ denmemiş, çünkü evlat kelimesinde zikredilmiştir. Burada ise kelâle tanımlandığından zikri gerekmektedir.
فَلَهَا النِّصْفُ
(فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ)
Asılda “nısf” marifedir. Çünkü daha önce paylardan bahsedilmiştir. Burada ise ilk defa taksimata başlandığı için nekire gelmiştir. Kız kardeşle kız tek başlarında iken yarımşar alırlar. Kıyas bunu gerektirir.
وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً
(فِي الْكَلَالَةِ)
Asılda “kelâle” hâl olarak ve nekire gelmiştir. Burada ise marife zarf olarak gelmiştir. Buradaki “kelâle”nin marife olması, burada atfedilen kelâledir. Asılda hâl olduğu için nekiredir. Bu kelâleden farklıdır. Asılda anadan kardeşlerden, burada ise babadan kardeşlerden bahsedilmektedir. Kıyas anadan kardeşe değil, çocuklara kıyas edilmiştir.
Burada öğrendiğimiz şey şudur. Görünüşte benzerlikle kıyas yapılmaz, illetle kıyas yapılır. Kıyas teşbihten farklıdır. Zahire göre değil, hakikate göre amel edilecektir.
Diğer taraftan “Kelâle” bir yerde başka anlamda, başka yerde başka anlamda kullanılır. Usulde bu çok önemli kuraldır. Bir asılda iki ayrı hüküm varsa ve bunlar zıtsa, asıl iki gruba ayrılır. Bu gruplardan birine bir hüküm, diğerine diğer hüküm verilir. Burada bu kural öğretilir. Bu kuralın en önemli uygulama yeri, dâr-ı harb ile dâr-ı İslâm arasındaki hükümlerin farklı olmasıdır. Hükümler arasında zıtlıklar görülünce, uygun olmak üzere biri savaş hâline, diğeri barış hâline uygulanır. “Nerede bulursanız” âyeti savaşta, “kimseye saldırmayın” âyeti barışta uygulanır.
. وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ
(وَلَهُ أُخْتٌ)
Anadan kardeşte erkek ve kadın ayırdetmeksizin altıda bir verilmektedir. Babadan kardeş anadan kardeşe daha benzer olduğu halde, babadan kardeşlere eşit paylar verilmemekte, babadan kardeşler mirası çocukları gibi paylaşmaktadırlar. Onun için burada “uht/kızkardeş” zikredilmiştir.
وَهُوَ يَرِثُهَا إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌ) فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ (فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ
Anadan kardeşler, erkek olsun kadın olsun altıda bir aldıkları halde, babadan kardeşlerin mirası bire iki bölüşülür. Tek kız çocuğu gibi tek kız kardeş terekenin yarısını alır. Altıda bir marife gelmiştir. Çünkü daha önce bu mirastan bahsedilmişti. Burada ise kızkardeşin payından başlıyor. Böylece erkek-kız ayırımının olmadığına işaret etmektedir. Payın az olması hakkın olması kadın erkek arasında üstünlükten değil, görev farklılığından gelmektedir Erkek kardeş ise altıda bir değil, tamamına vâris olmaktadır.
فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ
وَإِنْ كَانُوا إِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ
Anadan kardeşler ikiden fazla iseler onlar üçte birinde eşit olarak pay alırlar. Bu pay da analarına düşecek payın bölüşülmesidir. Oysa babadan kardeşlerde kız ve erkek gibi aralarında mirası bölüşürler. Böylece babadan kardeşlerin mirasını örnek olmak üzere kıyas yoluyla bize öğretmiş oluyor. Bunun için yani aslın hükmü olarak değil, fer’in hükümleri olarak kıyası örnekle anlatmaktadır. Kıyas için asıl olmaktadır.
Burada önemli olan iki husus vardır.
Birincisi, kıyas sistem içinde yapılır. Sadece iki şeyin karşılaştırılması yerine sistem karşılaştırılması sözkonusudur. Çocuğu olmayan bir anne veya babanın mirasının taksimi, çocuğu olan bir anne veya babanın mirasının taksimi gibidir. Değişik durumlar karşılıklıdır.
İkincisi ise, kıyasın özel hukukta geçerli olması gibi, kamu hukukunun icmalarında da geçerlidir. Yani delilsiz ittifak icma değildir. O olayda uygulanır ama kural olmaz. Kural ancak Kur’an’daki nassa kıyas yoluyla delâlet olan yerde olabilir. Bu sebepledir ki icmalara karşı da hakemlere gidilerek icma feshedilebilir.
Hakemler kıyas kurallarına bakarak hata varsa içtihatları feshedebilirler. Kıyas bütün nâs için geçerli olduğu için bu âyet sona alınarak sûreyi böyle yorumlayın denmiş olmaktadır. Kıyas yoluyla tüm Kur’an’ı böyle yorumlayın denmiş olmaktadır. Demek ki kıyasla sabit olan Kur’an’la sabit olmuş olmaktadır. Bu nedenle orada hüküm olarak her şey vardır. Kamu hukuku bucaklarda uygulanır. Merkez bucakların kuralları sadece merkezde uygulanır, taşrada uygulanmaz.
Kur’an’da mevcut hükümlerin bir kısmını ancak bugün anlamış bulunuyoruz.
MİRASLA İLGİLİ HÜKÜMLERİ TEKRAR ÖZETLEYELİM.
1- Roma’da kişisel mülkiyet yok gibidir. “Domus” denilen geniş aile mülkiyeti vardır. Batı hukukunda bunun izleri hâlâ sürmektedir. Evlilikte aile birliği ve aile ortaklığı buradan gelmektedir. İslâmiyet’te aile mülkiyeti yoktur, onun yerine akdî mufavada şirketi yani kollektif şirket ikame edilmiştir. Ortaklar bütün mallarını karzı hasen olarak ortaklığa koyarlar ve birlikte üretim yaparlar. Harcamalar da birlikte yapılır. Şirket sözleşmesinde bunun şeklini belirtirler. Bu şirketin en önemli hususiyeti, kişinin kadın akrabaları şirketin akrabaları olurlar. Kişin erkek akrabaları da şirketin akrabaları olurlar. Akrabalık hak ve görevleri şirkete intikal etmiş olur. Şirketin tasfiyesi son ortağın ölümü ile olur. Sözleşmeye göre kadın akrabalar ayrı paylar alırlar, erkek akrabalar ayrı paylar alırlar. Ana mallar, konan mallar ise miras hukukuna göre bölüştürülür. Bu şirket fıkıhta “mufavada şirketi”, Batı hukukunda “kollektif şirket” olarak incelenmiş, ancak Kur’an hükümleri yerine getirilmemiştir. Ayrıca aile yurtları gibi müesseselere ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu miras taksimini sözleşmeye göre taksim şeklinde anlayabiliriz.
2- Kur’an mülkiyeti ikiye ayırmakta, yararlanma yani intifa mülkiyeti ve kıyam mülkiyeti vardır. Yararlanma mülkiyeti, bir de işletme mülkiyeti. Kıyam mülkiyeti parçalanmaz, ancak ehliyetliler münferiden veya kollektif olarak malik olurlar. Ancak ehliyetliler malik olur Vasiyet yoluyla intikal eder. Mülkü layıkıyla işletemezse bu mülkiyet elinden alınır. Bu mülkiyet fıkıhta da anlaşılmamıştır. Batı’da hiç yoktur.
3- Batı hukuku ile İslâm hukuku arasındaki başka bir önemli fark, Batı’da ölen kimsenin malları vârislere intikal eder, borç ve alacakları onlar tasfiye eder. İslâmiyet’te ise borç ve alacakları tasfiye ve vasiyetleri yerine getirme kamuya veya merhumun vasiyet ettiği kimseye ait olur. Miras ondan sonra taksim edilir.
4- Vasiyet ancak kıyam mülkiyetinde geçerlidir ve vasiyet yapılması gerekir. Bir de anne veya baba daha önce ölmüş iseler onların malları vasiyet edilebilir.Etmezse vârislerin vârislerine değil, ölenin vârislerine kalır. Bu da en çok üçte birdir. Fıkıhçılar ölme şartı olmadan üçte birinde vasiyeti meşru saymışlardır. Bize göre bu hatalıdır. Batılılar her hisseye bir mahfuz pay ayırmışlardır.
5- Eşlerin asıl hakları altıda birdir. Ancak boşanma tazminatı olan mihir geri iade edilmez, onun yerine kadının payı sekizde bire düşürülür. Erkeğin payı ise dörtte bire yükseltilir. Buna göre nominal mihir erkek servetinin yirmide biridir, kadın servetinin onda biridir. Eşlerin payında borç kraşımı olduğu için mihir borçtur, öncelik vardır. Önce eş sağsa onun sekiz veya dörtte bir pay verilir, kalan miras hükümlerine göre taksim edilir. Bu husus ne Batı’da ne de fıkıhta yer alır. Bizim içtihadımızdır. Birden fazla karısı olanın eşleri mirasını eşitlik içinde bölüşürler.
6- Ondan sonra sağ iseler anne ve babanın altıda birleri verilir. Sağ değilseler, babanın babası sağsa, altıda bir ona, ananın anası sağsa altıda bir onlara verilir. Onlar da yoksa vasiyet yapılır. Vasiyet de yapılmamışsa miras kalır, yani çocuklar paylaşırlar.
7- Çocuklar bire iki bölüşürler. Kız bir pay, erkek iki pay alır. Yalnız iki kızı varsa bunlara üçte ikisi verilir. Yalnız bir kız varsa buna yarısı verilir. Diğer kısım çocukları yoksa o şekilde bölüşülür.
8- Fıkıhçılar, kızlar çok olduğu takdirde toplam olarak üçte ikiden fazlasını vermektedirler. Biz ise kadınların toplam payı üçte ikiden fazla olmaz diyoruz. Bir erkek sekiz kız olsa, fıkıhçılara göre beşte bir alır, bize göre üçte bir alır.
9- Erkek çocuk daha önce ölmüş ise onun çocukları onu tam olarak temsil ederler. Eşleri, anne ve babaları bir şey almazlar. Torunun annesi bir şey almaz. Oğulun anası da o paydan bir şey almaz. Temsil sadece mirasta olur. Ferizde olmaz. Torunların çocukları da vâris olur.
10- Kız çocuk daha önce olmuşsa onun çocukları bir ise yarısı ona kalır. Erkek kadın fark etmez. Birden fazla ise onlara bütün paylar kalır, eşit olarak bölüşürler. Eş ve anne veya babaları bir şey almazlar. Daha önce ölmüş kızın daha önce ölmüş çocuğunun çocuğu da vâris olmaz.
11- Çocukları olmayan kadın veya erkeğin anne babası sağsa, eşin payı verildikten sonra anne babası, kızı ve oğlu imiş gibi vâris olurlar. Baba üçte iki, anne üçte bir alır. Ne var ki annenin üçte bir alabilmesi için babanın çocukları ananın çocuklarından çok fazla olmamalıdır. Şöyle ki, ananın erkek veya kız çocuğu bir sayılır. Babanın ise kız çocuğu bir sayılır, erkek çocuğu iki sayılır. Buna göre babanın çocuk sayısı ananın çocuk sayısının iki katından daha fazlası ise anne üçte bir değil de altıda bir alır. Annenin bir çocuğu varsa, babanın üç kızı veya bir kızı bir oğlu varsa, anne altıda bir alır. Annenin iki çocuğu var, babanın beş kızı varsa veya bir oğul iki kızı varsa, anne altıda bir alır.
12- Anne daha önce ölmüşse, anneannesi sağsa, altıda bir ona aittir. O da yoksa, onun payından vasiyet edebilir. Ölenin çocukları yok, daha önce ölen annenin bir erkek veya kız çocuğu kalmışsa, altıda bir, iki veya daha fazla kalmışsa üçte bir onlara kalır.
13- Erkek ölmüş, babası daha önce ölmüş, çocukları varsa ve baba bası varsa altıda bir ona kalır. Yoksa vasiyet edebilir, etmezse çocuklarına kalır. Çocukları yoksa, babası da daha önce ölmüşse, üçte ikisini kardeşleri bire iki paylaşırlar.
14- Hem anne babadan kardeşler hem annenin hem de babanın mirasına ayrı ayrı iştirak ederler.
15- Anneden kardeşlerin çocukları mirasa iştirak etmezler. Babadan kardeşlerin çocuklar baba mirası gibi paylaşırlar.
16- Kardeşleri ve babadan kardeşleri olmayan miraslarına amca ve halaları, teyzeleri kardeş imiş gibi vâris olurlar.
17- Ana ve kardeşlerin mirasına arada erkek girmişse kendisi hayatta değilse vâris olmazlar. Babadan mirasa da arada kadın girmişse kedn ileri sağ değilse vâris olmazlar. Mirası önce doğrudan anne veya babaya kadınlar yoluyla akraba olanlar alır.
18- Eğer mahrem olanlar için de bunlar yoksa, o zaman kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın miras kadın mirası şeklinde bölüşülür.
19- Bunlar da yoksa, azat ettiği köle varsa bunlar arasında miras intikal eder. Neseb yakınları imişçesine paylaşırlar.
20- Bunlar da yoksa, vasiyetle mirasçı nasbedilebilir.
21- Vasiyet edilmemişse, biliniyorsa yakınlık derecesine göre uzak akrabalar vâris olur.
22- Uzak akrabaları da yoksa, o zaman komşuları vâris olur.
23- Her ne suretle olursa olsun ocak, bucak, il, ülke ve insanlık vâris olmaz. Fıkıhçılara ve Batılılara göre olur. Veraset intikal vergisi fıkıhçılarda yoktur, Batı’da vardır.
24- Miras, hayatta iken dayanışma veya soyu sürdürme karşılığıdır. Eğer biri kaybolmuş haber alınamıyorsa, o yakınlık ilişkilerini sürdürmediği için vâris olamaz. Onun malları da 127 yaşına kadar bölüştürülemez.
25- Savaşta işgal edilmiş topraklar, sonra geri alınsa da mirasa konu olmaz. Savaş hükümlerine göre paylaştırılır.
26- Katiller maktullere vâris olmazlar.
27- Her site kendi hukukunu kendisi belirler. Her bucak da kendi miras hukukunu kendisi belirler. Taşınmazlarda o hukuk geçerlidir. Taşınırlarda tüm insanlar birbirine vâris olurlar.
28- Kişinin hukukunu kamu korumaktadır. Hissî haklarını dinî, fikrî haklarını ilmî, amelî haklarını meslekî, sosyal haklarını siyasî dayanışma ortaklıkları korurlar. Yaşama hakları ocakta, çalışma hakları bucakta, kişi güvenliği ilde, topluluk savunmaları ülkede, uygarlaşma hakları insanlıkta korunur. Buna karşı bunlar vergi alırlar. Mirasa iştirak etmezler.
29- Kamuya karşı kişiyi doğal yakınları korurlar. Bu sebeple birbirine vâris olurlar. Kamu vâris olmaz.
30- Mirasın taksimini dini dayanışma sorumlusunun yetkili kıldığı kimseler yapar. Diğer dayanışma sorumlularının hakemlere gitme yetkisi vardır. Vârisler de hakemlere gidebilirler.
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 337 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 167 İstanbul, 30 Aralık 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
EV HANIMLARININ EMEKLERİNİ
DEĞERLENDİRME İŞLETMESİ [EHED]
ŞİRKET (Belediye Anonim Şirketi)
I. a) Evlerde üretilen malların getirilip konacağı, teşhir edileceği, depolanacağı ve pazarlanacağı yeri koyar.
b) Üretecek ev hanımlarına gerek varsa üretim araçları alır. Teslim eder, isterlerse üretim karşılığı satar.
c) Tüccarlar tarafından satın alınan malları üreticilere verilmek üzere dükkanlara koyar. Tüccar ortaklardan ham madde faturasını piyasadan alır ve az miktarca ama eşit değerde mal faturasını keser.
d) Dükkanlardan halka satılan malların değeri kadar emek faturasını alır. % 4 fazlasıyla mal faturasını keser. Bu % 4 dükkanların ve makinelerin kirasıdır. Bu miktar nakit kooperatif kasasından alır.
KOOPERATİF
II. a) Kooperatif tüccar ortakları sigorta eder. Onları kazançları nispetinde sigorta eder. Vergi ve sigortalarını yatırır. Bunlara kefil olur. Diğer Genel Hizmetlerini yapar.
b) Tezgahtar ortakları sigorta eder; onları kazançları nispetinde sigorta eder. Diğer Genel Hizmetlerini yapar.
c) Evlerinde üretim yapacak ev hanımı ortakları kazançları nisbetinde sigorta eder, diğer Genel Hizmetler yapar.
d) Dükkanlarda alıp satan ortaklardan her gün satıştan elde edilen nakitleri bankadaki ortak hesaba yatırır. Hafta sonunda isteyenlere istihkak ettikleri toplam miktarı aşmamak üzere çek keserek ödeme yapar. Kart da kullanılabilir.
e) Bilgisayarları tesis ederek tüm bilgisayar kayıtlarını yapar. Kayıtlara dayanak olan belgeleri muhafaza eder. Bütün ortak ve işletmelerin muhasebesini yapar. Bütün ortaklara tanıdığı limitler içinde dayanışma içinde kefil olur.
f) İmkanlar elverdikçe 25 Genel Hizmeti bütün ortaklara yapar.
ARACI ORTAKLAR
a) Üretici ortaklarla görüşme yaparak üretmek istedikleri mallar üzerinde mutabakata varır. Kooperatifle görüşerek üretim projesini ve sözleşmesini hazırlatır. Tüccar ortaklarla görüşerek mamul ve ham madde nispetlerini tespit ederler. Böylece tüccar ortak ve üretici ortaklar arasında akış başlar.
b) Üretici veya tüccar ortakların koydukları malları teslim almak kasaya kaydetmek. Üretici ortakların veya müşterilerin aldığı malları kayda geçirmek.
c) Satılan malların paralarını tahsil edip akşamüzeri eksiksiz olarak kooperatifin kasasına teslim etmek.
d) Dükkanın temizliğinden ve malların korunmasından sorumlu olmak.
TÜCCAR ORTAKLAR
a) Üretici ortakların talep ettikleri ham maddeler üzerinde piyasa araştırmasını yaparak, fiyat ve temin şartlarını bilgisayara bildirmek.
b) Üretici ortaklarla aracı ortakların aracılığı ile anlaşarak ham madde ve mamul madde arasındaki nispetini belirlemek. Buna göre piyasada ham maddesini verip karşılığında mamul maddeyi temin etmek, piyasada müşteri bulmak.
c) İşi takip ederek piyasa müşterilerine zamanında kaliteli malları teslim etmek.
d) Sermaye ortağı bularak, bir mal projesini yapabilir, hammaddeyi bu sermaye ile yaparak piyasaya konsinye satılmak üzere mal vermek.
ÜRETİCİ ORTAKLAR
a) Belediyenin meslek kurslarından yapabileceği bir işin sertifikasını almak. Kooperatife ortak olmak.
b) Üretmek istediği malı aracı ortağa bildirerek Kooperatifin plan, proje ve sözleşme yapmasını sağlamak.
c) Ham madde - mamul madde nispeti pazarlığını yaparak tespit etmek.
d) Ham maddeleri dükkandan alarak mamul maddeyi teslim etmek. İşçiliğini satıldıkça kooperatiften nakit olarak almak.
KENT HALKI
a) Mümkün olduğu kadar kent ev hanımlarının ürettikleri malları satın alarak kentin emeğini değerlendirmek. Ödeme nakit olarak peşin yapılacaktır.
b) Satın almak istediğiniz malları bildirerek, onun kent içinde kadın emeği ile üretilmesini sağlayınız.
c) Ön ödeme yaparak tenzilattan yararlanıp tüccar ortaklarına sermaye ortağı olmak.
d) Kentin diğer yerlerinde şubeler kurmak.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 337 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 167 İstanbul, 30 Aralık 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
Anayasa, kimlik ve “Adil Düzen Anayasası”
Ülkede bir sorun çıktığı zaman o sorunu o ülkenin anayasası çözmelidir. İdeal anayasa budur. “Adil Düzen Anayasası” bu amaçla Kur’an’a dayanılarak ortaya kondu. “Adil Düzen Anayasası” hazırlanırken; “Devlet, Bir Ulusun edindiği ülkesi üzerinde mülkiyet ile kurduğu hakimiyettir.” denmiştir.
Ülke, imarı yapılmış topraktır. Halkın çalışması ve yaşaması için gerekli imkânların sağlandığı topraktır. Bunun için genel planlama yapılmış, ulaşım ve haberleşme imkânları sağlanmış, okul, hastahane, kışla gibi sosyal meskenleri oluşmuş topraktır. Ancak böyle bir toprak üzerinde yaşanabilir. Toprak böylece ülke olmuş olur. Buna “vatan” denir.
Malazgirt Zaferi’nden beri Anadolu imar edilmekte ve bugün Selçuklu ve Osmanlıların kurduğu vakıflarla “ülke” hâline getirilmiştir. Cumhuriyet döneminde de modern teknolojiden yararlanılarak Türkiye bir ülke hâline getirilmiştir.
Ulus, ortak kültüre sahip halktır. Ortak kültür nedir? Başta dil gelir. Dil ulusun çimentosudur. O sayede konuşur ve anlaşırlar. Bunun dışında kültür içinde sanat gelir. Osmanlılardan intikal eden sanat bugün varlığını sürdürmektedir. Radyo ve televizyon sayesinde yavaş yavaş ulusal sanat doğmaktadır. Üçüncü olarak teknolojidir. Ülkenin üretiminde oluşturulan standartlardır. Markalaşmaktır. Bu hususta da gelişme vardır. Nihayet hukuktur. Henüz çağımızı cevaplandıracak bir hukuk düzenine kavuşmuş değiliz ama oluşmaktadır.
Burada din sayılmamıştır. Çünkü din beşeridir. Ancak dinin kültür üzerinde etkisi çok fazladır. Bu sebeple aynı dinde olan halklar daha kolayca bir ulus oluşturabilirler. Diyebiliriz ki, aynı devlette yaşayanlar zamanla bir ulus olurlar. Ama aynı dinde yaşayan halklar eğer dilleri ayn ı ise, aynı toprakta oturuyorlarsa çok daha çabuk ulus hâline gelirler. Bu sebepledir ki Cumhuriyet döneminde dil, ülke, din ve ülkü birliğine dayanarak ulus oluşturulmak istenmiştir. Seksen senelik bir çaba Türkiye’de tek Türk ulusunu oluşturmuştur.
“Türk vatandaşı” başkadır, “Türk” olmak başkadır. Türkiye’de yaşayan herkesi zorla Türk yapmak büyük yanlışlıktır. Bu yalnız Türk olmak istemeyenlere zulüm değil, aynı zamanda “Türküm” diyenlere de hakarettir.
O halde yapacağımız iş nedir? Türk milliyetçiliğini aşağıdaki kriterlere dayandırmak zorundayız.
a) Türkiye devleti vatandaşı olmayanlar Türk ırkından olsalar da Türk değildir. Türk olmak için Türk vatandaşı olmak şarttır ama yeterli değildir. Kıbrıs’ta yaşayanlar Kıbrıs Türküdür, Türkiye’de yaşayanlar Türkiye Türküdür.
b) Türkçe bilmeyenler Türk olamazlar. Türkçe bilmek Türk olmak için yeterli değildir. Türkçe bilen başka dilleri de bilebilir ama Türk Türkçe’yi asgari öğrenmeyi kabul etmiş kimsedir. Türkçe düşünen Türktür.
c) Türkiye’nin savunmasına bedenen isteyerek katılacak, askerliğini seve seve yapacak, analar oğullarını dua ile askere yollayacaktır.
d) Nihayet kişi “Ben Türküm” diyecek. “Azınlık haklarından yararlanmak istemiyorum.” diyecek. Ulus için bu yeterlidir. Türk ırkından olması gerekmez. Çünkü ulus ırka değil, kültüre dayanır.
İstiklâl Savaşı’na başladığımız zaman Ankara’daki Meclis’in adı “Türkiye Büyük Millet Meclisi”dir. Bu savaşa katılanlar “Türküm” demiş olmaktadırlar. Anadolu’da yaşayan bütün Müslümanlar o gün “Türküm” demişler ve cephemizde yer almışlardır. Hıristiyanlar ve Yahudiler ise karşı tarafta yer aldılar. Ancak bugün yeni oluşlara imkân vermeliyiz.
Türkiye topraklarında yaşayanlar isterlerse vatandaşlık kimliği ile yaşarlar, askerlik yapmazlar, bedel verirler, ancak bunların seçme ve seçilme hakları yoktur. Kürtlerden de, hattâ Türklerden de; ‘Ben Türk değilim’ diyorsa; ‘Tamam, sen askeri bedel ver ve siyasi haklarından vazgeç, vatandaş olarak yaşa’ demeliyiz. Zorla Türk yapmak sadece ülkeye külfet olmaktadır.
Bunlar birleşir bir apartman kurarlarsa, o apartmanı yönetme onların hakkı olur. Yine birleşir ve kendilerine bir bucak kurarlarsa, bucaklarını yönetme kendilerinin hakkıdır ve bağımsızdırlar. Devletin kanunları onların iç işlerinde geçersizdir. Birleşir bir il kurarlarsa illerini yönetme kendilerine ait olur. Kendi içlerinden jandarma teşkilatını oluşturup iç güvenliklerini sağlarlar. Kendi dilleri ile orta öğrenimlerini yaparlar. Böylece bağımsız iller olarak kimliklerini korumuş olurlar. Devlete vergi verdikleri için de Türkiye vatandaşı olup vatandaşlık haklarından eksiksiz yararlanırlar.
Ülkenin ulusu ve ülkesiyle bütünlüğünü sağlamak için şu tedbirler alınacaktır.
a) İllerin büyüklüğü bir milyondan fazla olmalıdır. Yani, ülke nüfusunun yüzde biri kadar olmalıdır. Böylece bunların bölünme tehlikesi olmaz.
b) Ülke bölgelere ayrılmalı ve her bölgede bölge merkez illeri oluşturulmalıdır. Bu iller Türk ili olmalıdır. Yani, Ankara’ya bağımlı olmalı, buranın valisi merkezden atanmalı ve aynı zamanda bölge valisi olmalıdır. Her bölge valisinin emrinde orasını savunma ordusu verilmelidir. İsyan eden il olursa oradaki askeri birlik tenkil etmelidir.
c) Bir bölgedeki askerler ülkenin diğer bölgelerinden gelen Türkler tarafından oluşturulmalıdır. Askeri birlikler ile jandarma birlikleri arasında denge kurulmalıdır. Yani, orduların da halkla bir olarak devlete karşı gelmeleri önlenmelidir.
d) Türkiye’de bulunan ve Türk olmayan halkların oluşturduğu bucak ve illerin başka devletlerle siyasi ilişkiler kurması yasaklanmalıdır. Ekonomik ve kültürel ilişkiler kurulmalıdır. Hakemlerden oluşan yargı kurulmalı ve devlet veya ilin silahlı gücü hakem kararlarına göre kullanılmalıdır. Kimse hakemlerin kararı olmadan bir zorlanmaya tâbi tutulmamalıdır.
“Adil Düzen Anayasası”nda bunlar yer almaktadır. Eğer ulus söylenen sözlere kulak vermez ve çözümleri söyletmezse, o ulus intihar etmektedir demektir.
Bugün Türk medyası Türklerin imhası için faaliyettedir. İslâmî medya olduğunu iddia edenler bu hususta diğerlerinden önde olmak üzere ülkeye ihanet içindedirler. Adil Düzen Çalışanları dahi “Adil Düzen Anayasası”na yeteri kadar önem vermiyorlar. Bu çok tehlikeli bir durumdur.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL