1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 338
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 06 - 09 Ocak 2006 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 338. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ
KRİZLER, EVLER, KİRALAR ve ÇÖZÜM
Hazreti İsa’nın doğum mucizesi,
YILBAŞI ve YENİ MEDENİYET
***
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 63. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
يَسْتَفْتُونَكَ قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِ إِنْ امْرُؤٌ هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُ أُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ وَهُوَ يَرِثُهَا إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌ فَإِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ وَإِنْ كَانُوا إِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ أَنْ تَضِلُّوا وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(176)
يَسْتَفْتُونَكَ (YaSTaFTUvNaKa) “Senden fetva istiyorlar.”
Yeryüzü insanlığındır. Yaşayan insanlar atalarından devraldıkları yeryüzünü imar karşılığı kullanarak yaşarlar. İmar demek, daha çok insanın yaşayacağı bir hâle getirmek demektir. İnsanlar anne babaları tarafından insanlığa (Allah’a) borçlanarak büyürler. Sonra borçlarını anne babalarına değil, çocuklarına öderler. Bunun yanında anne baba ve diğer akrabalar arasında bir dayanışma vardır. Bu dayanışma hayattaki yakınların birbirine yardım zorunluluğudur. Çocuk anne babasına bakmakla mükellef olduğu gibi, anne babası da çocuklarına yaşlı olsalar da bakmakla mükelleftir. Eğer anne ve baba yoksa yerlerine annenin kadın akrabaları, babanın erkek akrabaları yerlerini alırlar. Onlar da yoksa diğer bütün akrabalar bu görevleri yüklenmekle mükelleftirler.
Demek ki mirasın iki sebebi vardır. Biri yeryüzünden yararlanma karşılığı onu imar edip gelecek nesle devretmedir. Bu aile müessesesi ile mümkün olmaktadır ve bu görev erkeğe verilmiştir. Diğeri ise yeni neslin yetiştirilmesidir. Bunun bedenî hizmetini anne, mâlî hizmetini baba yüklenir. Çünkü baba çocuk doğuramaz ve süt veremez.
Burada bir noktaya işaret etmemiz gerekir. İmar gelecek nesle devir olduğu için uzak akrabalara da mesela amca çocuklarına da geçebilir. Oysa nesli büyütme ise çocuk ve kardeşleri olmayanların bir mükellefiyeti kalmaz bu sebeple bu mirasa mâlik olmak için iki tarafın birbirleriyle evlenmemeleri şarttır. Yeter değildir, şarttır. Bu âyette çocukları olmayan kimselerin vârisleri üzerinde durulmaktadır. İmar yükümlülüğünden doğan mirasın bölüşülmesi şekli anlatılmaktadır.
قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِ (QuLi elLAHu YuFTIyKuM FIy eLKaLALaTi)
“Kelâle hakkında Allah size fetva vermektedir.”
“Kelâle” kızı veya oğlu olmayan kimse demektir. Anne veya babasının ikisi sağ ise bunlara kelâle denmiyor. Anne ve babası vâris oluyor. Anne veya babasından biri de ölmüşse o anne bakımından kelâle, babası ölmüşse baba bakımından kelâle, yetimler içinde de anadan veya babadan veyahut her ikisinden yetim olabilir.
Burada babadan kelâle olanın hükmü açıklanmaktadır. Anadan kelâlenin hükmü sûrenin başında miras âyetlerinde açıklanmıştır.
“Allah fetva vermektedir” sözü ile kıyasın da Allah’ın şeriatı olduğu ifade edildiği gibi, İnare karşılığı olan mirasın vasiyetle intikal etmeyeceğine de işaret etmektedir. Bu sebepledir ki burada “min ba’di vasiyetin” denmemiştir.
إِنْ امْرُؤٌهَلَكَ (EiN iMRuEun HeLeKe) “Eğer bir erkek helâk olursa.”
Daha önce miras âyetlerine recul veya kadın ise denmiş, burada sadece “imree” denmiş. Recul dendiğinde ergin kimsenin mirası kastedilmiş olmaktadır.
Burada bir sorun ortaya çıkmaktadır, Neseb mirası doğrudan doğruya vârislere temsil yoluyla intikal ettiği halde, yakınlık mirası ancak fiilen yakın olanları ilgilendirir. Neseb mirası ülkeler arası bölüşüldüğü halde yakınlık mirası mevcut olanlar arasında bölüşülür, gaib olanlara verilmez. Ana mirası nasıl bölüşülecek; neseb mirası gibi mi, yoksa yakınlık mirası gibi mi? Bu âyete kadar sorun tartışmalı idi. Artık ben de açıkça şu kanaate vardım ki, anne mirası çocukları arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Çünkü yalnız yakınlık mirasıdır. Neseb mirası değildir. Fıkıhçılar aksi görüştedirler. Eğer fıkıhçılar haklı olsaydı “İn imruun heleke ev imreetun heleket” olurdu. Çağın modasına uyarak Kur’an’ı tahriften korktuğum için görüşlerimde mütereddit idim.
Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda ana mirası baba mirası gibi taksim edilir demiştim. Bu değiştirilmeli, ana mirası yakınlık mirası olarak bölüşülür denmelidir.
لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ (LaYSa LaHUv VaLaDun) “Veledi yoksa.”
“Bint” kız, “Ğulam” erkek çocuk demektir. “Veled” kız veya erkek çocuk demektir. Dolayısıyla “veledet” kelimesi kullanılmaz; nefs, zevc, kabil gibi her iki cinsin ortak adıdır.
Demek sadece bir kızı olsa bile o kelâle sayılmaz.
وَلَهُ أُخْتٌ (Va LaHUv EuPTun) “Bir kız kardeşi varsa.”
Kişi öldü. Anası sağ veya ölü ama babası da daha önce ölmüşse yani babadan kelâle ise ve bunun hayatta kızkardeşi varsa, mirasın yarısı onundur. Tıpkı kızı gibidir. Kızkardeşi daha önce ölmüşse, eğer onun çocukları varsa, mirasın tamamı onlarındır. Bir çocuğu varsa yarısı onundur. Kızkardeşinin torunlarına miras intikal etmez.
فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ (FaLaHAv NıÖFu MAv TaRaKa) “Terekenin nısfı onundur.”
Ölenin babasına ait payı ölen erkek ise babası oğlu yerine geçer, çocukları torunları gibi vâris olur. Kız ölürse onun mirası anne babasına eşit olarak intikal eder. Onların çocukları da kızdan torunları gibi olur.
Kur’an baştan kabul ettiği varsayımlara sonuna kadar uyar ve aralarında çelişki bulunmaz. Oysa fıkıhçılar bin yıldır hata içinde olabilmektedir.
وَهُوَ يَرِثُهَا إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌ (Va HuVa YaRıSUvHAv EıN LaM YaKun LeHa VaLaDun)
“Veledi yoksa erkek kıza vâris olur.”
Kızın babadan erkek kardeşi oğlun oğlu yerine geçer. Ona vâris olur. Bütün malları alır. Burada kız kardeş erkek kardeşe, erkek kardeş de kız kardeşe mirası anlatılmış, ama kız kardeşin kız kardeşe, erkek kardeşin erkek kardeşe mirasçı olma hususu belirtilmemiştir. Ancak imruun kelimesi kadını da içine almakta olduğu görülüyor. Erkek babadan kız kardeşine vâris olur. Bu ifade ise anne mirasının da baba mirası gibi taksim edileceğini gösterir.
Demek ki teşabüh devam etmektedir. Kız çocuğuna babası vâris olur. Yanı neseb yakınlığı ile vâris olur. Dolayısıyla erkek kardeş de kız kardeşe neseb yakınlığı ile vâris olur. Bu yorumla teşabüh kalkar ve ana mirası yakınlık mirası ile bölüştürür hükmü yerinde kalır.
Allah rahmetiyle bazı hususlarda insanları kendi isteklerine göre hüküm koymakta serbest bırakır. Bu da teşabühle mümkün olmaktadır. Bucak miras hükümlerinde bazı tercihler yapma serbestliğine sahiptir.
فَإِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ (Fa EiN KAvNaTa iSNaTaYNı) “Eğer iki iseler.”
Burada “Fa” harfi ile getirilmiş olması tamim içindir. Yani çocuklar da iki kız ise anlamını da ikinin üçe benzetilmesi kıyas yoluyla değil de delalet ile sabittir ve ona kıyas caizdir.
فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ (Fa LeHuMAv elÇuLüÇAyNı MınMAv TaRaKa)
“Terekeden üçte iki onlarındır.”
İki kızın yerini iki kızkardeş almaktadır. Baba mirası taksim edilirken baba önce ölmüş olsa da oğlunun yerine geçer. Anne de öyledir. Annenin mirası eşitlik içinde bölüşülür. Babanın mirası ise ikili, birli olmak üzere neseb mirası olarak bölüşülür.
وَإِنْ كَانُوا إِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَاءً (Va Ein KANUv EiPVaTan RiCAvLan Va NiSAEan)
“Eğer erkek ve kadın olmak üzere kardeşler iseler.”
Burada “erkekler” kelimesi geçmektedir. Erkek çocuklar girmez ama “nisa” içine erkek çocuklar da girer. “Rical ve Nisa”nın tercümesi, büyük küçük kadının hepsi anlamındadır. “Semâvât ve arz” gibi bu da bir deyimdir. “Semâvât ve arz” nasıl Kâinatı gösteriyorsa, “Rical ve Nisa” her çeşit insanı içine alan bir deyimdir.
فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ (Fa Lı elÜaKaRı MiÇLu XajJı eLEuNÇaYaYNı)
“Erkek için ünsanın iki misli vardır.”
Burada “zeker” ve “ünsa”nın kullanılmasından anlıyoruz ki, miras yaşa göre değişmez ve “ricalen ve nisaen” kelimeleri her yaştaki insanı içermektedir.
Demek ki bu âyetten iki yeni şeyi daha öğreniyoruz. Ananın mirası eşitlik içinde ve yakınlık mirası olarak bölüştürülür. Babanın mirası gibi bölüşülmez. Bir de “rical ve nisa” tabiri küçük erkekleri de içerir.
Kur’an’da böyle yeni bir şey öğrendiğimizde dönüp bütün Kur’an’ın buna göre gözden geçirilmesi gerekir. Ben tefsir anlatmıyorum. Ben tefsirin nasıl yapılacağını örneklerle anlatıyorum. Benim anlattıklarım Kur’an’ın manâsının yanında sıfır gibidir. Çünkü onun manası sonsuzdur. Bütün sayılar sonsuzun yanında sıfırdır.
يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ (YuBayYiNu elLAHu LaKuM) “Size bu kıyası Allah beyan etmektedir.”
Kıyası size öğretmektedir. Aslında kıyas yoluyla bu hükümler sûrenin başındaki âyetlerden bilinebilir. Ama kıyasın yollarını da göstererek kıyası öğreterek kıyasta hata yapmamamızı temin etmektedir.
Fıkıhçılar bu âyetleri yorumlayarak kıyas yaptılar. Sünnete dayanarak akılları ile kuralları koydular. Çünkü kurallar konmadan âyetleri anlamamız mümkün değil, ama koyduğumuz kuralların doğru olduğu Kur’an’ın o kuralları kullanarak yaptığımız varsayımları tasdik etmesi gerekir. Yoksa kurallar kendi kendilerini tekzib etmiş olur. Evet, usulün kuralları defidir, yani varsayımlarla oluşturulur. Ama eğer çelişki olursa defedilir. Varsayımlar sonuçlarla ispat edilir. Sonuçlar arasında çelişki olmamalı, icmaa muhalif sonuçlara varılmamalı, sonuçlar uygulanabilir olmalı ve içtihat yararlı sonuçlara götürmelidir.
أَنْ تَضِلُّوا (EaN TaWilLUv) “Dalâlet edersiniz diye.”
Açıklamazsak siz şaşırırsınız diye Allah açıklıyor. “Lin LAv Tadilluv” demektir. Baştaki talik Lamı hazf edilince sonraki nefy Lamı hazf edilmiştir. Böylece “En” kelimesi menfi manâyı da içerir. Hattâ “La” geldiği zaman müsbet manâ çıkabilir. Şaşırmamamız için Allah bize kıyasın nasıl yapılacağını örnek vermek suretiyle anlatmaktadır. Kıyas nass kadar önemlidir. Hattâ nasslar içindir. Kıyası ortadan kaldırdığımızda nasslar devede kulak bile olmazlar. Kesinlikte nasslar ne kadar önemli ise şümulde yani kapsamda da kıyas o kadar şümullüdür. 600 sahifede bu sebepledir ki bütün hükümler sığmıştır.
وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(176) (Va elLAHu Bi KulLi ŞaYEin GaLIyMun)
“Allah her şeyi alimdir.”
Burada “Alimun” kelimesi nekire gelmiştir. Çünkü kıyas yoluyla insanlar da her şeyi bilebilir. Tam kıyası yapabilseydik, Kur’an’da çözümü olmayan hiçbir şey kalmazdı.
“Alimun” kelimesi bilen anlamında olduğu gibi bildiren anlamındadır. Kıyasla insanın her şeyi bilebileceği anlamındadır. Bizim ilmimizin azlığı bilemeyişimizden çok, bilmeye vaktimizin olmayışıdır. Bir de unutma hastalığımız vardır. Burada icmaa işaret vardır.
A- Bütün birinci derece vârisleri var. Baba veya babası, anne veya annesi, karı veya koca, oğul veya oğlun oğlu.
1) Bu taktirde paylarda vasiyet geçersizdir. İşletmelerde vasiyet geçerlidir. Bölüştürmede vasiyet geçerlidir. Diğerleri bedellere sahip olurlar. Kocanın payı 1/4, karının payı 1/8, baba veya baba babasının payı 1/6, anne veya annenin payı 1/6’dır.
Çocuklar için
a) Çocuk bırakıp daha önce ölen yoksa ve kızların sayısı erkeklerin sayısının dört katından fazla değilse, kıza 1, erkeğe 2 pay verilerek bölüştürülür.
b) Kızların sayısı erkeklerin sayısının iki katından fazla ise üçte ikisi kızlara eşit, üçte biri erkeklere eşit bölüştürülür.
2) Daha önce ölen kız veya erkek varsa ve bunlar kız veya erkek çocuk bırakmışlarsa yukarıdaki bölüşmeler aynen yapılır.
a) Ölen kızın iki veya daha fazla kız veya erkek sağ çocuğu varsa, kendisi sağmış gibi pay sahibi olurlar.
b) Ölen kızın kız veya erkek sağ bir çocuğu varsa yarısı ona verilir.Yarısı diğerlerinin mirasına eklenir.
c) Ölen kızın ölmüş çocuklarının vârislerine torunlarına bir şey verilmez.
d) Oğlun oğlu veya oğlunun oğlu varsa kendisi sağmış ve sonra ölmüş gibi payı bölüştürülür.
e) Ölen oğlun daha önce ölmüş oğlunun veya onun oğlunun bir kızı varsa, yarısı o kıza verilir, diğer yarısı diğer mirasçılara kalır.
f) Ölen oğlun veya oğullarının kızlarının sayısı iki veya daha fazla ise iki pay onlara bölüştürülür, bir pay diğer mirasçılara kalır.
B- Oğlu veya oğlunun oğlu varken daha önce ölen varsa:
a) Karı veya koca daha önce ölmüşse vârisleri hiçbir şey almazlar. Onun payı vasiyette yapılamaz.
b) Anne daha önce ölmüşse ve anne annesi varsa altıda bir ona verilir. Onun annesi de annesi gibidir.
c) Anne ve onun anneleri de ölmüşlerse onun payı vasiyet edilebilir. Vasiyet etmezse çocuklarına kalır.
d) Baba daha önce ölmüşse onun babası sağsa veya onun babası sağsa altıda bir ona verilir.
e) Baba babası ve onun babaları daha önce ölmüşlerse payı vasiyet yapılabilir. Yapmazsa çocuklarına kalır.
C- Oğlu veya kızı yoksa, anne babası mirasın tamamına vâris olurlar.
a) Babanın kızları ile oğullarının iki katı annenin çocuklarından iki katından fazla değilse, anne bir baba iki alır.
b) Babanın kızları ile oğullarının iki katı annenin çocuklarından iki katından fazla ise anne altıda bir alır. Kalanı babanın olur.
D- Ölenin kızları varsa payları kendilerine verilir, artana anne babası vâris olur.
a) Ölenin bir kızı varsa, yarısı anne babasına kalır.
b) Ölenin iki kızı varsa, üçte iki anne babasına kalır.
E- Baba veya anne daha önce ölmüşlerse annenin payı sağ iken ne ise o şekilde bölüşülür. Sonra ölenin payı bölüşülür.
a) Baba daha önce ölmüşse baba mirası gibi paylaşırlar.
b) Ana mirası anne mirası gibi paylaşılır. Torunları miras almazlar, babaya kalır.
c) Anne babası ikisi de ölmüşse, sağmış gibi bölüşülür ve vâris olurlar.
d) Hem anneden hem babadan varis olanlar her ikiden aynen varis olurlar.
F- Birden fazla eşle evlenmiş olanlar için:
a) Kadın birden fazla eşle evlenmiş ise daha önceki kocalar bir şey almaz.
b) Erkek birden fazla kadınla evli ise öldüğünde payı eşitlik içinde bölüştürülür.
c) Daha önce ölen kadınlardan bu kocadan çocukları yoksa bir şey almazlar. Bu kocadan bir çocuğu varsa yarım, iki veya daha fazla çocuğu varsa anne mirasına benzetilerek verilebilir.
G- Baba ölmüşse, ne ölenin ne de babanın çocukları yoksa, baba babası babanın yerine geçer. Onun çocukları vâris olur.
H- Kişinin evlenemediği akrabaları yakınlık mirası onlara gider. Neseb mirası evlenebileceği erkekten erkek akrabalarına gitmeden önce varsa azadlılar akrabadırlar. Hem neseb, hem yakınlık mirasına mâlik olurlar.
Buna göre bilgisayar programını yazmalıyız. Bilgisayar sormalıdır. Oğlu veya oğlunun oğlu var mı, anası var mı? Bunlar soruşturmacılar tarafından doldurulur. Hakemler onaylarlar. Baş hakem bölüştürmesine başlar. Herkesin payını bilgisayar verir. Gelecekte bütün yargılamada hükümler böyle bilgisayar mantığı içinde olacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 338 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 168 İstanbul, 06 Ocak 2006
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
KRİZLER, EVLER, KİRALAR ve ÇÖZÜM
Ekonomide “kriz” ve “refah” dönemleri peş peşe birbirini takip eder.
Savaş, sel, kuraklık, hastalık, çekirge gibi âfetler gıda üretiminde kıtlık oluşturur. O zaman insanlar kendilerini doyurmak için taşınmazlarını satmak zorunda kalır. Dolayısıyla evler ucuzlar, kiralar düşer, insanlar üretime yönelir. Üretim bollaşır, refah dönemi gelir. Bu sefer gıda maddeleri ucuzlar, evler pahalılaşır, çünkü insanların eline para geçmiştir. Paraları var, taşınmazları satın alırlar. Bu durum yapıların fiyatlarını yükseltir, kiralar artar. Bu böyle periyodik olarak sürüp gider.
Bunun kaç yılda bir tekerrür ettiği henüz ilmen sabit olmamıştır. Kısa dönemler on yılda bir tekerrür etmektedir. Üç krizden biri uzun olmaktadır. Böylece bir asırda üç defa büyük krizler olur. Bu husus İbni Haldun’un açıklamalarından sonra bilinmektedir. 1933 krizi tarihte meşhurdur.
Asrımızda kâğıt paranın icadı ile bu krizlere müdahale etme imkanları doğmuştur. Kriz zamanında krediler tüketim mallarının üretilmesine verilerek, kriz gelmeden önce önlenebilir. Refah zamanı gelmeden önce krediler yatırıma verilir, evlerin pahalılaşması ve kiraların yükselmesi önlenir.
“Adil Düzen”de durum budur.
“Zalim düzen”de bunun tersi olur.
Zalim düzende, kriz zamanında yatırıma kredi verilir, gıda maddelerinin pahalılaşmasına sebep olunur. Kriz devam ederken yatırım kredileri de kesilir ve krizin şiddetli olması sağlanır. Sonra birden taşınmazların fiyatları yükseltilir ve bu krizlerden yararlanan sermaye vurgunu vurur.
[Dikkatinizi çekerim; son paragrafta anlattıklarım, ne kadar da Türkiye’nin son yıllarına benziyor, değil mi?]
Halkın bu suni krizlere karşı tedbir alması gerekir. Böyle kriz zamanında mümkünse ev satılmamalıdır. Eğer birikmiş bir para varsa binalar ucuz iken alınmalıdır. Sonra evler pahalılaşıp kiralar yükselince satılmalı ve yeni inşaatlara girişilmelidir. Kriz zamanında inşaat yapmak, refah zamanında hazır binayı almak ahmaklıktır. Bundan bir yıl önce parası olanlara eski yapıları almalarını, ellerinde bulunan yapıları satmamalarını önermiştim. Kimse dinlemedi. Bakıyorum, şimdi de tersini yapıyorlar; kiralar pahalılaştı diye pahalı pahalı eski evleri alıyorlar. Bu ahmaklar kazıklanıyorlar.
Batılıların elinde sınırsız dolar vardır. Kriz zamanında ucuz yapıları satın alırlar. Sonra birden fiyatları yükselterek yapıları ellerinden çıkartırlar. Yeni yatırım yaparlar. Sonra eski evlerin zelzeleye dayanıksız olduğunu ileri sürerek ucuz hâle getirirler. Kendi yeni binalarını çok yüksek değerlerle satarlar. Eski binaları, daha önce pahalı pahalı halka sattıkları binaları yarı fiyatla, dörtte bir fiyatla geri alır ve onları yıkıp yenisini yaparlar. Bugünlerdeki ‘zelzele olacak’ armonisi bunun hazırlığıdır.
O halde bugün Türk halkı ne yapmalıdır?
a) Halkımız oturdukları evlerin dışındaki evleri hemen satılığa çıkarmalı, pahalı fiyatla satılığa çıkarmalıdırlar. Satamazlarsa fiyatları düşürerek vurguncuların vurgun vurmalarını önlemelidirler. Başka bir ifade ile söylersek, yatırıma geçmelidirler. Önce inşaat malzemesini almalıdırlar. Çünkü biraz sonra inşaat malzemesi yükselecektir.
b) Bu dönemde kimse ev almamalı, ateşe körükle gitmemelidir. Yeni inşaatlara ortak olmalıdır. İleride yeni evler çok pahalanacaktır. Birkaç sene sonra eski evler çok ucuzlayacaktır. O zaman eski evler alınabilir.
c) Kanunen getirilmiş bulunan zemin etütleri o kadar pahalı ve uydurmadır ki, münferit arsalarda yapılması imkânsızdır. Bu durumda yapılacak şey, büyük arazilerin üzerinde hep birden zemin etütleri ve projeleri yapılarak inşaat yapmaktır. Nitekim dış sermaye de bunu yapıyor. Bizim buna karşı yapacağımız iş, halk olarak bir araya gelerek güçlerimizi birleştirmek ve kooperatifleşmek, böylece zemin etütlerini ve projeleri ucuza mâl etmektir. Küçük müteahhit olarak inşaata başlamak zararlıdır, hatalıdır. İnşaat pahalıya mâl olacaktır. Onlarla yani sömürü sermayesi ile rekabet yapılamayacağı için zarar edilecektir.
d) Birileri zemin etütleri mevzuatını değiştirerek eski yerleşim yerlerinde yapılan binaları değersiz hâle getireceklerdir. Böylece ileride buralarını yok pahası fiyatlarla alıp kenti yenileyerek vurgunlar vuracaklardır. Bu oyunlara karşı da eski bina sahipleri olarak kooperatifleşmeli ve birlikte zemin etütlerine başlamalıyız. Bunun için de bir kooperatif kurmalıyız. Eski ev sahiplerinden 1000’er YTL alsak, İstanbul’da mevcut 3 milyon ev ile üç milyar YTL’lik bir araştırma yapabiliriz. Bu gibi bir organizasyonla yalnız araştırma değil, aynı zamanda ıslahat da yapabiliriz. Bu kooperatifleşme sayesinde halk olarak evlerimizin değerlerini korumuş oluruz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 338 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 168 İstanbul, 06 Ocak 2006
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
Hazreti İsa’nın doğum mucizesi,
YILBAŞI ve YENİ MEDENİYET
İnsanlık tarih boyunca devreler geçirmiştir. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve tarım dönemlerinde insanlara gelen peygamberler ve kabile reisleri, göçebe kabileleri bir babanın ailesini yönettiği gibi yönettiler. Sümerlerin bugünkü Irak’a gelmesi ile baraj inşaatı başlamış ve çok verimli tarım toprakları etrafında kalabalık toplanmış, insanlık kentleşmeye başlamıştır.
Tufandan sonra Hazreti Nuh Medeniyeti 1000, Hazreti İbrahim Medeniyeti 1000, Hazreti Musa Medeniyeti 1000 yıl, Hazreti İsa Medeniyeti 1000 yıl, I. Kur’an Medeniyeti de 1000 yıl sürmüştür. Bunların yanında Mısır’da da birinci ve ikinci olmak üzere iki, sonra Yunan, sonra Bizans uygarlıkları 1000’er yıl sürmüştür.
Avrupa Uygarlığı bugün en üst seviyededir ve çökmeye başlamıştır...
Yeni “II. Kur’an Medeniyeti” başlamıştır…
Bunlar tarihî tesbitlerdir.
Hazreti Nuh kendi medeniyetinden 300 yıl, Hazreti Musa 200 yıl, Kur’an 400 yıl önce gelmiş ve medeniyetleri için hazırlıklar yapmışlardır. Hazreti İsa’nın doğumu medeniyetin başlangıcı olmuştur. O’nun doğumu zamanın akışına başlangıç tarihi olmuştur. O’nun dışında başka hiçbir peygamberin doğumu mucize olmamış, sadece Hazreti İsa’nın doğumu mucize olmuştur. Çünkü zamanın başlangıcı olamazdı. Bu sebeple Türkiye’de okunan mevlit Osmanlıların bidatıdır ve hasen bidat değildir. Kutlu doğum haftası da günümüzün bidatıdır ve hasen bidat değildir.
Müslümanlar için kutlu günler Kur’an’ın nâzil olduğu Ramazan ayı içinde Kadir Gecesi ve Kur’an’ın indiği ve bütün insanların ziyaret günü olan Kurban Bayramıdır. Başka kutsal gece yoktur. Dört haram ayı da mevcuttur.
Hazreti İsa’nın doğuşu mucizedir. Çünkü Hazreti Meryem manastırda Hazreti Zekeriya tarafından yetiştirildi. Hazreti Meryem evli değilken Hazreti İsa’yı doğurmuştur. Bütün Yahudiler ve Romalılar önce karşı çıkmış ve onu ölümle cezalandırmaya varıncaya kadar zorlamalar yapmışlar, ama bunu başaramamışlardır. Çünkü doğan çocuk kendisinin peygamber olduğuna dair daha beşikte iken konuşmaya başlamış, Tevrat’ı hahamlardan daha iyi anlatmış, ayrıca İncil adında yeni kitap getirince peygamber olduğu görülmüştür. Hazreti İsa’dan başka çocukken konuşan ve vahiy alanı bilmiyoruz.
Hazreti İsa’nın doğumunun mucize olması için elimizdeki kesin delil, bugün iki milyar insanın Hıristiyan olması ve dört milyara yakın insanın Hazreti İsa ve Hazreti Meryem hakkında İncil’de ve Kur’an’da bildirilene tereddütsüz iman etmiş olmalarıdır. Yolsuzlukla itham edilen bir hanıma nasıl olmuş da 2000 yıldan beri hürmet edilmekte, ayrıca çok açık bir şekilde daha sonra pozitif ilmin bu kadar geliştiği bir dünyada buna inanmaktadır. İşte bu da başlı başına bir mucizedir.
Hazreti İsa’nın doğumunun mucize olması burada bitmiyor. Bugün bütün dünya, hangi milletten olursa olsun bütün dünya, tarih olarak “Miladi”yi almaktadır. İslâm âlemi dahil herkes Miladi tarihi kendi tarihlerinin yanında yazmaktadırlar. Biraz sonra onlar bitecek ve herkes sadece Miladiyi kullanacaktır. Nitekim bugün Türkiye ve birçok İslâm ülkesinde artık hicri yılbaşı bilinmemektedir. Esasen hicri yılbaşı İslâm âleminde hiçbir zaman kutsal bir gün olmamıştır.
Mucizelerin mucizesi ise; bunun böyle olacağının Kur’an’da 1400 sene önce haber verilmiş olmasıdır. “Biz Meryem oğlunu ve annesini bir âyet (bir mucize) yaptık.” (Mü’minûn, 33/50) denmekte; daha açık olarak da, “Onu (Meryem’i) ve oğlunu bütün âlemlere (herkese) bir âyet (başlangıç için bir işaret) yaptık.” (Enbiyâ, 21/91) denerek, insanlık için takvim başlangıcı olarak “Milad”ın olacağı haber verilmiştir. Buradaki her iki âyette ana oğulun ayrı ayrı iki değil de, tek bir âyet yapıldığı çok açık bir şeklide teyiden ifade edilmiştir. Âyette geçen “El-Âlemîn” erkek kurallı çoğuldur, ancak insan toplulukları için kullanılır. Baştaki “El” istiğrak içindir. Bütün topluluklar (devletler) için demek olur.
Bugün yılbaşı olarak insanlığın bu konuda icma etmesi ile sabit olmuştur. Adına “Milat” denmiştir. Gerçi Hıristiyanlar hâlen kutlamaları biraz daha erken yapmakta iseler de, bu yılın uzunluğunu bilmedikleri için hata yapıp günün kaymış olmasından ileri gelir. Yılbaşının astronomi bakımından da önemi vardır. Dünyanın Güneş’e en çok yaklaştığı gün 2 Ocak günüdür. Saat değişir. Güneş günün başlangıcı 23 Mart’tır. Böylece 82 gün daha önce yılbaşı yapılmaktadır. Bu İslâmiyet’te de böyledir. İki bayram arası 70 gündür.
Bütçe yılbaşında yapılır. Herkes hazırlık yapar ve iki aydan fazla bir zaman sonra da uygulamaya başlanır. Türkiye’de eskiden bütçe böyle yapıldı. Sonra vazgeçildi, ama bu sefer yetişmediği tarihler gelir, geçici bütçeler yapılırdı.
Bütçe yargı denetiminin dışında tutuldu. Oysa şeriatta hiçbir şey yargı denetimi dışında tutulamaz. Bütçeye itirazların olması için belli bir zamana gerek vardır. İşte Hazreti İsa bunun için doğal yılbaşından 82 gün önce doğmuştur. Yer de bunun için Güneş’e en yakın zamana konmuştur. Allah hesapsız hiçbir şey yapmamıştır.
Bu açıklamalarımız gösteriyor ki, Müslümanlar da yılbaşını rahatlıkla kutlarlar ve sevap alırlar. Çünkü Hazreti İsa sadece Hıristiyanların değil, aynı zamanda Müslümanların da peygamberlerindendir. Müslümanlar peygamberler arasında fark yapmazlar.
Şimdi yılbaşının nasıl kutlanması gerektiği hususunda içtihatta bulunmamız gerekmektedir.
Her şeyden önce yılbaşını kutlamak bahanesiyle içki, kumar, dans, ahlâk dışı eğlence gibi sosyal veya kişisel olarak zararlı olan şeyleri yapmak her zaman haramdır. Hele Hazreti İsa’nın doğumunun tüm insanlığa âyet olduğu bir gecede bu günahların işlenmesi çok daha büyük günahtır.
Peki, yılbaşında ne yapılacak?
a) Önce yılbaşının manâsını yukarıda anlattığımız şekilde insanlığa anlatmak gerekmektedir. Böylece her yılbaşında medeniyetler ve uygarlıklar tarihi gözden geçirilmiş olur. Bu birinci derecede yapılacak iştir.
b) Kur’an’da, Tevrat ve İncil’de bu husustaki bilgiler, diğer bilgiler tekrar edilerek Allah’ın Hıristiyan ve Müslümanlardan istediği ameller bildirilir. Gelecekte insanlar birleşerek insanlığa saadet getirmesi için hazırlanacaklardır.
c) Hıristiyan ve Müslümanlar bir araya gelerek birlikte yemek yer ve sohbet eder. Bu yolla tanışmış ve insanlığın barışı için her yıl bir adım atmış olur. Hazreti İsa savaşı men etmiştir. Kur’an da İbrahim Milletine “Müslim” yani “barışçı” adını vermiştir. Yemek külfet ve israf olmamalıdır. Herkes kendine yetecek miktarda -biraz fazla da olabilir- yemek getirecek, ortaya koyacak ve kendisi de kendi yemeğini değil, dolaşarak yemeğini değişik mutfaklarda pişen yemeklerden alacaktır. Burada herkes istediği yemekleri yer ama israf olmaz.
d) Bunun dışında koro hâlinde müzik yapılır. Müzik bütün canlıların ihtiyacıdır. Onun için doğada canlıların ve cansızların sesleri ile son derece ahenkli ritmik müzik yapılmaktadır. Buna neden ihtiyaç vardır? Değirmenlerin deposuna buğday konur. Değirmen taşının ağzına buğdayı akıtmak için bir oluk koyarlar. Depodan çıkan taneler sürüklenerek taşın olduğu yere düşerler. Bu akışın sağlanması için buğdayı taşıyan oluk titreştirilir. Uygun frekansta ve şiddette bir titreşim buğdayı oluktan alıp taşa götürür. Titreşim fazla olursa çok buğday gelir, taş onu yenemez ve unu öğütemez Hat tıkanır. Az olsa süratle dönmeye başlar ve parçalanabilir.
İnsanın vücudunda kan damarları vardır. Bunlar devamlı akmaktadır. Eğer müzik olmazsa o zaman damarlarda tıkanma olur. Diğer taraftan sinir sistemi de bir teller bağlantısıdır. Bu bağlantılarda tıkanmalar olabilir. Yine bu titreşimler elektrikî bağlantıların tekrar sürtünme yoluyla sağlanmasını yapar. Titreşimler sadece sinir damarlarını değil, hücre içindeki protoplazmanın dolaşımını da düzenler. Bu sebepledir ki bitkiler için de hayati önemi vardır. Cırcır böcekleri bu görevi görmek için öterler.
İyi müzik vardır, kötü müzik vardır. İyi müzik aşırı duyguları ortaya çeken müziktir. Üzüntülü iseniz, iyi müzik dinlediğiniz zaman üzüntünüz diner. Aşırı sevinçte iseniz onu eda vasata çeker. Vasat durumunuz varsa, onun etrafında titreştirerek sizin düşünme ve duyma melekelerinizi canlı tutar. Kötü müzik ise duygularınızı aşırıya doğru sürükler. Üzüntülü iseniz üzüntünüzü artırır. Sevinçli iseniz sevincinize sevinç katar. Mesela ninni iyi müziktir, uykusu gelmeyen çocuğu uyutur, uyuyana söyleseniz uyandırır.
İnsan için en iyi müzik kendi sesinden oluşan müziktir. İnsanın çıkardığı seslerden en iyi müzik, ayrı sürekli sert titreşim harfleridir. Bunlar dil ile damak arasında titreşerek çıkan harflerdir. Bunlar N, L, R harfleridir. Türkler “ninni” deyip çocuk uyuturlar, Gürcüler “ruru” deyip çocuk uyuturlar Araplar ise “lala” deyip uyuturlar.
Kur’an da “Lâilâheillallah” veya “Allah, Allah” zikrinde bu harfleri kullanır En iyi müzik, koro hâlinde “Allah, Allah, Allah” demektir. Müslüman ve Hıristiyanların bir milyonu Konak meydanında toplanıp zikretse, İzmir cûşu huruşa gelir.
Müzik için söylenenler hareketler için söylenir. En iyi spor namazdır. İnsanın bedenini ve ruhunu vasata getirir. Bir milyon insanın kadını çocuğu ile ortak yürüyüşü insanları vecde boğar.
Dans sözkonusu ise hareketlerin aşırı olmaması gerekir. Kadınlar ve erkekler karışık halde bulunmamalı, kadınların giyimleri tahrik edici mahiyette olmamalıdır.
III. Bin Yıl Adil Düzen Medeniyeti bütün bunları sağlayacaktır.
Cinsi tahrik eğlencesi tarih olacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92