Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 345
BAKARA SÛRESİ 25-26.-AYETLER TEFSİRİ
27.02.2006
2271 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 345

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi       24 - 27 Şubat 2006          Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;    345. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE

BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ

KAYITLI EKONOMİ VE MARKET PROJESİ

“MEDENİYET”, “SİSTEM” VE “GÜÇLER”

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 7. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم  *  وَبَشِّرْ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(25) إِنَّ اللَّهَ لَا يَسْتَحْيِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ(26)

***

Adil Düzen Çalışanları, Bediüzzaman’ın risalelerine benzer şekilde bu tefsirleri hazırlayıp okuyacaklardır.

Bediüzzaman Hazreti İsa’nın cemaatini kurmuştur. Siz Hazreti Muhammed aleyhisselâmın cemaatini kuracaksınız.

SİZİN CEMAATİNİZİN ONLARIN CEMAATİNDEN BAZI FARKLARI OLACAKTIR.

1-           Bediüzzaman Kur’an’ın imânî tarafını tefsir etmiştir. Siz ise Kur’an’ın amelî ve siyasî tarafını tefsir edeceksiniz. Müçtehitlerin o zaman yapamadıklarını siz yapacaksınız. Onlar sadece özel hukuku geliştirdiler. Sultanların karşısında adil yönetim sistemini geliştiremediler, siz bunu yapacaksınız.

2-           Bediüzzaman sadece iman tarafı ile meşgul olmuş, amel kısmını ise fıkha bırakmıştır. Hazreti İsa gibi onun özel şeriatı yoktur. Bugün kurdukları işletmeler faiz düzeni işletmeleridir. Siz ise içtihat yapacak ve aynı zamanda içtihatlarınızı uygulayacak, şeriata göre işletmeler kuracaksınız. Akevler ve Milat market çalışmaları işte bu çalışmalardır.

3-           Bediüzzaman’ın arkadaşları erkeklerden oluşuyordu. Hazreti İsa gibi evlenmemiştir, arkadaşları arasında kadın yoktur. Adil Düzen Çalışanları ise kadın-erkek birlikte Kur’an okuyacak ve uygulamalar olacaktır. Hazreti Muhammed aleyhisselâmın eşi Ayşe sahabelerin ileri gelenlerindendir. Hazreti Peygamberin cemaatine erkekler gibi kadınlar da geliyordu.

4-           Bediüzzaman III. Bin Yıl Medeniyetini hazırlamıştır. Siz ise bu medeniyeti kuracaksınız. Onun risaleleri sadece okunmuştur. Siz hazırladığımız bu tefsirleri sadece misal olmak üzere okuyacaksınız. Her gün yeniden tefsirler yapacak, katkıda bulunacak, yanlışlarını düzeltecek, Kur’an’ın yorumlarını güncelleştireceksiniz. Her hafta yarım sahifenin tefsirini yapıyoruz. Kur’an 1200 haftada biter. Elliye bölersek 24 senede tamamlanmış olur. Demek ki en az 24 senede bir Kur’an yeniden yorumlanmalıdır. Bakara Sûresi bittikten sonra siz eksiklikleri tamamlamalısınız. Bu şemsi takvime göre 23 yıl eder. Kur’an da 23 yılda nâzil olmuştur. Haftada yarım sahife yorumlamak ile bir tevafuk vardır.

وَبَشِّرْ (Va BaşŞıR)  “Ve tebşir et.”

Ve” harfi ittika ediniz ve tebşir ediniz şeklinde atıf yapmaktadır. Çünkü yukarıda cehennemlikler anlatılmış, aşağıda ise cennetlikler anlatılmıştır. Ne var ki çoğul olan emir müfred olana atfedilmiştir. Yani, Kur’an bütün nâsa doğrudan hitab etmiş, tebşiri ise mübelliğ olan resule bırakmıştır.

Başbakan valilere genelge yayınlar. Televizyonda bunu ilan eder. Valiler bu genelgeye uymak zorundadır. Ama bir de valilere özel elçi göndererek özel talimat verse, valiler o özel talimatı genelgeye tercih ederler. Hâs/özel âmmı/umumiyi/geneli tahsis eder. Allah önce “Ey Nâs” genelgesi ile tüm insanları nârdan ittikaya çağırmış, sonra da mü’minlere özel elçi ile cenneti müjdelemiştir.

Ve” harfi ey nâsa da atıf olabilir. Şöyle ki, “Ey Nâs” ile başlayan âyetin başında “Kul/söyle” takdir edilir. O zaman “Ey Nâs” hitabını resul yapmış olur. Çünkü Allah nâsa doğrudan hitap etmekte ise de, bunu yine mü’minlerin eliyle yapmaktadır. Mü’minlere hitabı da resul yoluyla yapmaktadır.

Resul ashabını bularak bir mü’minler topluluğu oluşturur. Bunlar Kur’an okuyan cemaattirler. Başkanlarının başkanlığında mukarrabundurlar. Allaha yaklaşmışlardır. Evvelundurlar, sabikundurlar.

Bunların etrafında ashabı yemin vardır. Ashabı yeminin çevresinde müellefei kulub halkası vardır. Onların çevresinde de nâs vardır. Bu takdirde buradaki “Ve” harfi mahzuf olan “kul”a atfedilmektedir.

Burada emrolunan kişi her kabilenin başkanıdır. İl merkez bucağının başkanı jandarma birliğine söylemektedir. Devlet merkez bucağı başkanı ise askeri birliklere hitap etmektedir. İnsanlık merkez bucağının yani Mekke’nin başkanı ise bütün barış devletlerinin ordularına hitap etmektedir.

Bucak başkanına örnek insan Hazreti Muhammed aleyhisselâmdır. Kıyamete kadar gelecek başkanlara örnek başkandır. Bütün bucak başkanları onların halifesidir. İslâmiyet’te merkezî yönetim olmadığı için, bucak başkanları merkez bucak başkanlarının emrinde değildirler.

Tebşir etme” ise inzârın karşılığıdır. “İnzâr” gelecekten uyarma olduğu gibi, “Tebşir” de gelecekten iyi haber vererek sevindirmektir. “Buşr” tüyleri yolunmuş siyah olmayan deridir. İnsanın sevinen yüzü ona benzetilmiştir.

الَّذِينَ آمَنُوا (elLaÜIyNa EaMaNUv)  “İman etmiş kimseleri tebşir et.”

Ellezzî” ile yapılan terkipte hem failler yani iman edenler bellidir, hem de iman edilen şey bellidir. Burada kastedilen kimseler, dayanışma ortaklığı kuran kimselerdir. Dayanışma ortaklığı şu demektir. Dayanışanlardan birine yapılan bir saldırının hepsine yapılmış gibi kabul edilmesidir. Birlikte karşı koyarlar. Birinin hastalanması hepsinin hastalandığı gibi kabul edilerek tedavi giderlerinin ortaklaşa karşılanmasıdır. Bir kimse hataen adam öldürse, ödenecek diyetin birlikte karşılanması dayanışmasıdır. Dayanışma ortaklığı sigortadır. Sigortada önce prim alınır ve sonra eğer bir kaza olursa hasar o fondan karşılanır. Bu sistem birtakım yolsuzluklara sebep olmaktadır. Oysa dayanışma ortaklığında ise kaza olunca ortaklar birlikte bölüşerek hasarı taksitlerle öderler. Böylece ortaklar birlikte kazaları önlemeye çalışırlar. Çünkü kaza herkesin kazasıdır. İlk topluluklarda dayanışma sadece savunmak için düşünülmüştür. Bugün ise dayanışmasız hayat düşünülemez. Sigortalı hayatta zenginlerin yaşama hakkı vardır.

“III. Bin Yıl Medeniyeti”nde sigorta kalkacak, yerini dayanışma alacaktır. Güvenceli ehliyet gelecek için şarttır. Bu da dayanışma ortaklıkları ile sağlanacaktır. Yeryüzünde dayanışmanın yaygınlaşması ilk âyetlerde zikredilen gayba iman ile bütün vahye imana dayanmaktadır.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Va GaMiLUv elÖAvLıXATı)  “Sâlihatı amel etmiş.”

Dayanışma ortaklığını kurmak yeterlidir. Dayanışma korunmadır. Ama etkin hâle gelip iş yapılmazsa hiçbir işe yaramaz.

Sâlih” uygun iş demektir. Ben bir iş yaptığımda başkalarının işlerine de yaramalıdır.

Sâlihât” kurallı dışı çoğuldur, bu sistemi ifade eder. Bugün bu konularda oldukça büyük gelişmeler vardır.

a)       Davranışlarımız kurallar içinde olmalıdır. Bizim ne yapacağımızı diğer insanlar bilmelidir ki onlar ona göre kendi davranışlarını ayarlasınlar. İçtihat, sözleşmeler, istişarî kararlar ve hakem kararları bu kuralları ortaya çıkarır.

b)      Diğer taraftan üretimde standartlar geliştirilmiştir. Kişiler bir malı üretirken başkalarının onları kullanabilecekleri şekilde üretirler. Tekerlek yapan kimse onu arabalarına takabilmelidir. İnsanlar mallarını pazarlayabilmek için onların istedikleri malları üretmek zorundadırlar. Böylece “ameli sâlihât” çıkar paralelliği anlamına gelmektedir.

c)       Yatırımların ise hazırlanacak plan ve projelere göre yapılması gerekir. Eğer plana uygun yapılar oluşturulursa sonunda yaşanan bir kent oluşur. Burada planın ortak olarak hazırlanması sözkonusudur. Planın uygulanması ise tamamen serbest olacak, kişiler baştan izin almayacaklar, kendi anlayışlarına göre uygulama yapacaklardır. Uyan olmazsa hakemler yoluyla mağduriyet giderilecektir.

d)      Son olarak ameli sâlih müsbet ilmin verilerine göre en uygun proje yapmaktadır. İki nokta arasındaki doğru tektir. Eğer herkes o doğruyu ararsa sonuç ameli sâlih olur. Köşe taşları Kur’an tarafından konmuştur. İnsanlar onları doğrularla birleştirerek yol alırlar. Farklılık doğruyu çizerken yapılan sapmalardır. Doğruyu Allah kimseye bildirmemiş, insanları serbest bırakmıştır. O sebepledir ki ameli sâlihât, herkesin kendi içtihadı ile amel etmesi demektir.

Burada günümüz Müslümanlarının yanlış bildikleri bir hususu düzeltelim. Namaz, zekât, oruç, hac ve cihad ameli sâlihât değil midir? Bunlar kendi başlarına ameli sâlihât olmaz. Bunlar şeriata uygun yapılıp topluluğun işine uyarsa ameli sâlih olur. İşyerinin düzenini bozan namaz ameli sâlih olamaz. İnsanlara zulüm eden cihad ameli sâlih olamaz. İbadetler maksatlarına uygun olarak yapılırsa ameli sâlih olur. Cıvata tek başına sâlihtir veya değildir denemez. Cıvata somuna uyuyorsa sâlihtir.

أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ (EnNa LaHuM CanNAvTin)  “Onlar için orada cennât vardır.”

Cennet” ağaçların bulunduğu bahçelerdir. Bağlıkların çevresinin çam ve selvi ağaçları gibi çeperlerle çevrildiği meyveliklerdir. Dışarıdan görünmez. İnsanlar orada rahat hareket ederler.

“Cin” de görünmeyen varlıklar demektir. Âhiretteki hayatın iki şekli olacaktır. Biri cennet, diğeri cehennemdir. Cehennem sıkıntılı hayatın yaşandığı alandır.

“Cinban vardır” denmemiştir de “cennât vardır” denmiştir. Kurallı çoğul getirilmiştir. Cennetteki bahçeler birbirini tamamlayacaktır.

Değişik bahçeler olacaktır. Çeşitli yemişler değişik yerlerde olacak, oraları dolaşıp rızıklanmak insanların hakları olacaktır. “Cennât” nekire olarak getirilmiştir. O halde değişik belirlenmiş bahçeler olacaktır.

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ   “Tahtında nehirler cereyan eder.”

Bu cümle cennâtın sıfatıdır. Altında ırmaklar akan cennetler vardır. “İçinde” denmemiş de “altında” denmiştir. Sular künk şebekesi ile yer altına alınmıştır. Bitkilerin kökleri künklerin çevresini sarmışlardır. Kökler geçen suları almaktadırlar. Eğer bitki ilaçlanacaksa buradan ilaçlanır. Yapraklara kadar çıkan ilaçlar hastalıkları yok ederler. Bu sulama sistemi bahçenin çamurlanmasını önlediği gibi, suları da en ekonomik şekilde kullanmış olur. Buradan geçen sular havuzlarda arıtılır. Yağmur suları ile tarlaların sulanmasına gerek kalmaz. Geleceğin ideal sulama tekniği budur. Buna da işaret etmektedir.

“Cennetleri vardır” deniyor da, semereleri vardır denmiyor. Çünkü bahçeler aynı zamanda temiz hava üretmektedir. Bahçenin havasının temiz olması için yapraklara ihtiyaç vardır. Bunun için güneş ışığına da gerek vardır. Bu hususta bir işaret alamıyoruz.

ُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا(KulLeMAv RuZıQUv MiNHAv)  “Oradan her rızıklandıkça.”

Buradaki “Min” teb’iz içinden. Cennette olanların bazısından rızıklanmak demektir. Âhirette de beslenme vardır. Yani dünyada nasıl üzüm şekerini kullanarak besleniyor, onu yakarak enerji elde ediyoruz, âhirette de böyle olacaktır. Varlığımız yemez içmez bir durumdaki sadece kuru bir ruh olmayacak, bu bedenimiz aynen varolacak, bugün nasıl bir hayat yaşıyorsak, orada da aynı hayatı yaşayacağız. İlk yaratılan insan nasıl ağaçlar içinde yaşıyorsa biz de öyle yaşayacağız. Ama evlerimiz ve köşklerimiz olacaktır.

Burada fiili mazi getirilmiştir. “İzâ”da olduğu gibi sığa mazi sığasıdır, ancak geniş zamanı içermektedir.

“Tebşir et” dendiğine göre gelecekteki olayları anlatmaktadır.

مِنْ ثَمَرَةٍ (Min ÇaMaRaTin)  “Semereden.”

“Meyveden.” İnsanlar meyvecil hayvan olarak yaratılmıştır. Orada da meyvecil olacaktır. Etten de yiyecekler. Ama asıl besinleri meyve olacaktır.

Buradaki “Min” tebyini cins içindir. Yani, yedikleri kök veya yaprak olmayacak, meyve olacaktır.

Buradaki “Min” aynı zamanda “MinHâ”daki “Min”in bedelidir.

رِزْقًا (RıZQan)  “Rızık olarak.”

Cennetteki yemekler sadece zevk almak için değildir. Aynı zamanda beslenmek içindir. Çünkü orada da besine ihtiyacımız vardır. Oraya cennete muhtaç olmayan bir varlık olarak değil, muhtaç olan varlık olarak gideceğiz. Sadece orada ihtiyaçlarımız eksiksiz giderilecektir. Zahmetsiz giderilecektir.

Âhirette insan, cin, melek ve ruhlardan başka hiçbir şey bâki olmayacaktır. Bu dünyada olduğu gibi doğup büyüyecek, yaşayıp öleceklerdir. Hattâ insanların bedenleri de sürekli olarak yenilenecektir.

Doğa kanunları orada farklı olmayacaktır. Sadece insan için ölüm yerine bedeni değiştirme şeklinde bir işlem olacaktır. Şoförün arabasını değiştirme gibi bir durum olacaktır.

Bu dünyada da atomlar parçalanırlar ama yaşlanmazlar. Mesela yaşlı hidrojen atomu veya demir atomu yoktur. Çünkü onların yapıları sayısaldır, atomiktir. Bu husus yirminci yüzyılda ispat edilmiş oldu.

قَالُوا (QAvLUv)  “Kavlettiler.”

“Küllemâ”nın cevabıdır. Dolayısıyla muzari manâsı vardır diyecekler.

Orada dünyada yedikleri meyvelerden olacak, başka bir yeni şeye rastlamayacaklardır. Oralardaki meyveler de bu dünyadaki meyvelerden olacaklardır.

هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ (HAvÜAv elLaÜIy RuZıQNAv MiN QaBLu)  “Bu min kabl rızıklandığımızdır.”

Bir meyve yediklerinde o meyve belki kendilerine rızık olarak verilmemiştir. Ama başka insanlar daha önce o meyveden yemiştir.

Birbirlerine soracaklar; “Siz bunu daha önce yediniz mi?” diyecekler.

“Evet, biz o meyveden dünyada yedik.” diyecekler.

Her meyvenin çeşidini orada bulacaklar. Başka bir meyve yani dünyada oluşturulmamış bir meyve ile de karşılaşmayacaklardır.

وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا (Va EUvTUv BiHİy MuTeŞAvBıHan)  “Ve ona müteşabih îtâ olundu.”

Ayrıca yedikleri meyvelerin dışında onun benzeri de verildi. Buradaki zamir nereye râcidir. Semere değildir. Çünkü o müennestir. “Mâ Ruzikû”daki “Mâ”ya râcidir. Rızıklanmaya benzer bir şey daha verildi. Zamir masdar olan rızka râci olur. Rızıklanmaya benzer ama rızıklanma değildir. Bu da insanları ölümlü olmaktan koruyan, acı çektirmeyen bir maddedir. Ağrı kesici ve yaşlanmayı önleyen haptır. Bu meyve değildir, meyve benzeridir. Mesela patates meyve değildir, meyve benzeridir. Havuç meyve değildir, meyve benzeridir. Syrıuva onlarda verilmiştir. “Ve Utû” dendiğine göre meyveler de verilmiştir. Buradaki “Ve” hâl vavı ise, âhirette verilenler dünyada verilenlerin aynı değil, müteşabihidir.

“Şebih” kelimesi “Şafa” kelimesine akrabadır. Üst dudağın alt dudağa benzemesi gibi şefehlik sözkonusudur. “Teşabuh” tefaul babındandır. Karşılıklı benzerlikten çok, ikiden fazla çokların benzerliği sözkonusudur.

İnsanların âhirette bu dünyada ihtiyaç duyduklarından fazla maddelere ihtiyaçları olacaktır. Çünkü orada acı duymayacak ve yaşlanmayacaklardır. O maddeler de rızık türü olacaktır. 

وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ  (Va LaHuM FIyHAv EaZVACun MuOahHaRaTun) 

“Onların orada mutahhar ezvâcı vardır.”

Zevc” çift demektir. Ayakkabının biri zevcdir. Karı-kocadan her biri zevcdir. Temim dışında zevce kelimesi Arapçada yoktur. Nefs gibi hem erkeğe hem de ünsaya zevc denir. “Ezvâc” ise çiftler anlamına gelir, çiftlerin çoğulu olur. Ama aynı zamanda birden fazla beraber olan küme demektir. Ehli beyte, aileye “Ezvâc” denir. Bu taktirde onların orada aileleri vardır anlamı çıkar.

Eşleşmek, çocuk yetiştirmek için sözkonusu olduğu gibi, insanlar ölünceye kadar birlikte yaşamak ihtiyacındadır. Aile sadece nesli sürdürmek için değildir. Aynı zamanda birlikte yaşayarak, insanların ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için aile vardır. Âhirette çocuk yetiştirme olmayacaktır, ama cennette makamı yükseltmek için aile hayatına ihtiyaç olacaktır. Böylece herkesin bir ezvâcı, ailesi olacaktır.

Bunu sadece karı koca şeklinde anlamak yanlıştır. Bun durum bir kimsenin tek ailesi olmasını da gerektirmez. Nasıl bir gelinin iki ailesi varsa, herkesin birden fazla ailesi olabilir.

Burada ezvâc mutahharat olarak tavsif edilmiştir. Bu cinsi ilişkilerin olmayacağı anlamına gelir. Kadınlar hayız görmeyecekler, erkekler cünüp olmayacaklar, cinsi ilişki kurulmayacak demektir. Oradaki birlikteliğe ihtiyaç oradaki hayat içindir. Orada ceza yoktur, ama iyi işler vardır ve onların mükafatı ve sevabı sözkonusudur. Cinsi ilişkide duyulan zevkten daha ileri zevk verecek meşgaleler olacaktır. Huri ve gılman kelimelerini böyle değerlendirmek gerekir. Zaten zevk bedenî değil rûhîdir. Beden araçtır. Zevk almak değişik şekliyle olabilir.

وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(25)   (Va HuM FIyHAv PaLiDUvNa)  “Onlar orada hâlittirler.”

Huld” kelimesi kalmak, sürekli kalmak demek olur. Türkçedeki kalıcı kelimesine akrabadır. “Kalıt” şeklinde söyleyebiliriz. “Hurda” kelimesi ile de akrabadır. Bir şey yıkıldıktan sonra kalan yıkıntı hurdadır.

Zelzelede binalar yıkıldıktan sonra ayakta kalan bina hâlittir.

Onlar orada hâlittirler” demek, çevredeki diğer canlılar ölümlü olduğu halde, insanlar hep kalıcıdırlar demektir. Bu kalıcılık ne kadar sürecektir? Yer ve gökler devam ettiği müddetçe kalıcıdırlar. Orası yok olduğu zaman onlar artık orada hâlit olamazlar, ama başka yerde hâlit olurlar.

Burada işaret edilmesi gereken önemli husus, ateş halkından bahsederken orada hâlittirler ifadesini kullanmıştır. Çünkü en azından hepsi hâlit değildirler. Başka yerlerde cehennemliklerin de hâlit olduklarından bahsetmektedir. Birçok yerde ise bahsetmemektedir. Bu hâlitlikte cennettekilerle cehennemdekiler arasında farklılık var anlamına gelir.

***

إِنَّ اللَّهَ (EınNa elLAHa)  “Allah”

Önce burada “Va” harfi getirilmemiştir. Çünkü bundan önceki cennet cehennemlik âyetlerle yakınlığı yoktur. Ayrıca burada yukarıda sûrenin başından beri anlatılan Kur’an’ın muttakilere hidayet olduğu kâfirlerin ise ondan yararlanamayacağı hususu açıklanmaktadır. O halde bütün âyetlerin bir beyanı olduğu için burada “Ve” harfi getirilmemiştir.

İnne” karşı tarafın aksini bildiği bir şeyi düzeltmektir. İnsanların hemen hepsi Tanrı’ya inanmaktadır. Ancak “Allah” genel düzeni kurar. Külliyatla meşguldür, cüz’iyatla meşgul değildir.

Hattâ Allah cüz’iyatı bilmez iddiasında olanlar vardır. Bunlara cevap olarak Kur’an’da bu küçük ve basit şeylerden de bahsedilir. Bir insanın temizliğini nasıl yapacağını teyiden anlatır. Küçük olsun, büyük olsun, her şeyin meseli bu Kur’an’da mevcuttur. İnsanlar ise yanlış bilmektedir.

Buna işaret etmek üzere burada “İnne” getirilmiştir.

Bu âyeti anlamak için tarihte Allah cüz’iyatı bilir ve yapar mı, yoksa külliyat içinde cüz’iyat kendiliğinden mi olur konusu üzerinde söylenenleri okumak gerekir.

لَا يَسْتَحْيِي (LAv YaSTaXYı)  “İstihya etmez.”

Haya” utanma, çekinme demektir. “Hay” yılan demektir. Nasıl yılan çekilip ortaya çıkmazsa, insanlar da yaptıklarını gizlerler. Bu daha sonra insandaki utanma ve çekinme duygusu anlamına kullanılmıştır.

Utanma kokmadan farklıdır. Utanma yalnız insanlarda vardır. Diğer canlılarda utanma yoktur.

Hazreti Adem yasak ağacı yemeden önce tüylü idi ve utanması yoktu. Yasak ağacı yedikten sonradır ki ağaçtaki zehir sebebiyle tüyleri döküldü. Ondan sonra insanlar utanmaya başladılar ve yaprakla örtündüler. Tevrat’ta bu durum anlatılmaktadır. Allah’a böyle küçük işlerle uğraşmak yakışır mı denemez. Allah’ın insanlara hidayet etmesi için Kuranda büyük küçük ne varsa hepsi yer almaktadır. Her şeyin birer meseli vardır.

أَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا (EaN YaWRiBa MaÇaLan MAv) 

“Misal darbetmekten istihya etmez.”

Mesel” aslında heykel demektir. Kalıbın içine çamuru koyarak tokmakla dövdükten sonra kalıbın dışına çıkararak kurutmak ve pişirmekle elde edilir. Bu sebeple heykel dövmek tabiri kullanılır. Tükçede biraz değişmiş, dökmek şeklinde kullanılır olmuştur.

Kur’an’da her konuda Allah birer misal verir. Sonra benzerlerinin onlara kıyas edilmesini ister. Bunun içindir ki kıyas, sünnet ve icmalardan daha çok sorunları çözmesi bakımından esas delildir. Sünnet ve icma bize Kur’an’ı ve kıyası öğretirler. Biz hükümleri kıyas yoluyla Kur’an’dan istidlal ederiz. Böylece Kur’an’ın temel üslubunu da bu âyetle izah etmektedir.

” sözü bir isimden sonra kullanıldığında Türkçedeki taaccübü ifade eden ne manâsında kullanılır. “Racülen Mâ” ne adam demektir. Hattâ bu harfle fiili taaccüb üretilir. Vasfı vücuben mahzut bir mevsuf harfidir. Burada “Mâ” ne olursa olsun anlamındadır.

بَعُوضَةً (BaGUvWaTan)  “Baudayı misal darbetmekten istihya etmez.”

Ba’d” parça demektir. Cüzden farkı uzuv anlamındadır. Arabanın bazı demek, bir parçası demek olur. Cüz’ü ise koparılmış herhangi bir kısmı olur. Canlıların en küçük parçasına “Bauda” denmektedir. “Salsal” bir bauda olduğu gibi “Virüs” de bir baudedir. Virüs canlının aleyhinde bir parçadır. Ama canlının parçasıdır. Çünkü dışarıda sadece varlığını korur, canlıyı bulunca diken gibi batar ve hücrenin içinde bağımsız veya salsala yapışarak çoğalır. Canlılar alemindeki görevi, tek hücrelileri de dahil olmak üzere öldürmektir. Parçalamak, böylece yeni hayata imkan hazırlamaktır. “Bauda”nın ayrıca bir sineğin adı olduğu belirtilmiştir.

فَمَا فَوْقَهَا (Fa MAv FaVQaHAv)  “Ondan daha fevkinde olanı da.”

Burada “VeMâ Fevkahâ” demek de “FeMâ Fevkahâ” demek. Bauda olmakta yani parça olmakta, canlılıkta daha aşağı olanları da olmakta. Onlar da DNA’lardır. Hücre içinde bağımsız çoğalan DNA’lar vardır. Eğer virüs ve kromozomları canlı sayacak olursak onların da canlı sayılması gerekir. Bunlar canlı değildirler, canlıların bazı özelliğini taşır. Bitki veya hayvan  hücrelerinden sonra yaratılmışlardır. Çünkü onlarsız çoğalamaz ve yaşayamazlar.

Favk” başımızın üstüne, “Taht” da ayağımızın altına demektir.

Kıyasta bir kural vardır. Asıl seçilirken, misal seçilirken, en hafifi alınır. Kıyas yapılırken o esas alınır, ondan şiddetli olan hayda hay o hükme tâbi olur. Şarap, haram olan en hafif içkidir. Daha fazla sarhoş eden veya onun gibi sarhoş eden haramdır. Domuz eti ve kan da böyledir. Ölmüş hayvan da böyledir.

فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا (Fa EamMa elLaÜIyNa EAvMaNUu)  

“İman etmiş olan kimseler.”

Fa” harfi verilen misalle karşı insanların tavırlarını anlatmaktadır. Buna açıklama, tafsil “Fa”sı denmektedir. “Emmâ” ile yukarıda ayırdığı iki grup insan bu kıyas metoduna karşı iki tavır takınmaktadırlar.

Mü’minler saygı ile karşılamakta, kâfirler ise istihza etmektedir.

Onlara göre Allah virüsü nereden bilecek de misal olarak anlatacak. Bir sineği anlatıyor.

Bauda kelimesinin isim olduğu bir sineği anlatıyorsa, burada bir hikmet aramak gerekir.

“Ricl” ile “Racül” arasındaki bağ da böyledir. Erkeğin cinsiyet kromozomu ayaklıdır. 

فَيَعْلَمُونَ (Fa YaGLAMUvNa)  “İlmederler.”

Burada “Fa Yü’minûne” denmemiş de, “Fa Yag’lamûne” denmiştir. Yani, mü’min olanlar bauda misalinin hak olduğunu bilirler. Nitekim biz bunun virüs olduğunu bildik. Misalin yani kıyasta asıl olanın Rab tarafından gelmiş hak olduğunu bilmektedirler.

Önemli husus olarak, kâfirler kıyası hafife alarak, sadece Kur’an’da nass ile bildirilenlere inanır ve amel ederler. Mü’minler ise sadece inanmazlar, aynı zamanda bilirler de. Yani, mü’minler sadece kuru imanları ile yetinmezler, imanlarını ayrıca ilimle de teyid ederler.

Allah’ın emirlerini ilimle teyit etmeye “hikmet” denmektedir. İlim olayların illetlerini ortaya koymaktır. İlletler ise hikmetlerle bilinirler. İman etmiş olanlar, aynı zamanda hikmetleriyle illetlerini de bilirler ve böylece kıyas yaparlar.

Demek ki, bu âyet Kur’an’ın uygulanması ile ilgili çok önemli bir kuralı bize anlatmaktadır.

Bu konuların Kitab’ın başında yer alan konular olduğu ne kadar da açık olarak anlaşılmaktadır.

أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ (EanNaHUv elXaqQu MiN RaBiHiM)  

“Onun Rab’lerinden hak olduğunu bilirler.”

Burada zamir mesele gidebilir. Ancak, o takdirde “Hakkun” denmesi gerekirdi. “El-Hak” deyince sadece o haktır deniyor. “Rab’larından” dendiğine göre zamir Rabb’e râci olmaz. O halde zamir Kur’an’a râcidir. Misalden Kur’an’ın Rab’den gelen hak olduğunu bilirler.

Kur’an misalleri ortaya koyup kıyas yoluyla hükümleri içermeseydi, tüm insanlara lazım olan hükümler kitabın içine nasıl sığacaktı? Kur’an Allah’ın sözü olmasaydı her konuda bir misal yer almazdı. Çünkü insanların tüm ihtiyaçlarını bilen yalnız Allah’tır. Nitekim müçtehitler zamanında sorun olmayan pek çok mesele bugün Kur’an’daki asıllarla çözülebilmektedir. Kur’an’ın ilâhi söz olduğunu III. Bin Yılın ihtiyaçlarını çözdüğü için bilmekteyiz. Sorunları kıyas yoluyla çözüyoruz. Adil Düzen işletmelerinde hükümler koyarken zekâtın hükümlerini esas alıyoruz.

وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ (Va EamMa elLaÜIyNa KaFaRUv Fa YaQUvLUvNa) 

“Küfretmiş olan kimseler ise şöyle derler.”

Sûreye başlarken insanları ikiye ayırmıştı. Muttakilar ve kâfirler. Münafıkları kâfirlere eklemişti. Önce muttakileri anlatmıştı. Onların mü’min olduklarını belirtmişti. Sonra kâfirleri anlatmıştı. İnsanları ibadete dâvet ettiğinde ise önce nâr ehlini, sonra cennet ehlini anlatmıştı. Şimdi de bu âyette kıyası anlatmaktadır. Burada önce mü’minleri, sonra kâfirleri anlatmaktadır.

Kıyasta en az şiddette olan seçilir, her türden bir misal alınır. Dolayısıyla Kur’an’da önemsiz görünen şeyler üzerinde durulur. Mü’min olanlar onun illetini ararlar, hikmetiyle illeti bulur ve hükümlerin uygulama alanını genişletirler. Domuz eti haramsa, maymun ve ayı eti de haramdır derler. Üzüm içkisi haramsa, rakı da, afyon da haramdır derler. Kâfirler ise; ‘Bundan ne kastediliyor? Domuz eti neden haram olsun ki?’ derler. Yahut; ‘Cünüp olmak neden bütün bedenin yıkanmasını gerektirsin ki?’ derler. Yahut; ‘Öğle vakti neden namaza sebep olsun, Ramazan ayı neden oruca sebep olsun?’ derler. Kur’an’ın buyruklarını hafife alırlar. Faizin yasaklığını manâsız görürler. Zinanın yasaklığını abes sayarlar.

مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا (MAvÜAv EaRAWa elLAHu Bi HAvÜAy MaÇaLan)  “Allah bu meselle neyi murad ediyor derler.”

Kafirler Allah’a inanmadıkları halde, Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmadıkları halde; “Allah bununla ne murad ediyor?” demenin manası nedir? Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz.

Biri, ilzam ederek bunu söylerler. ‘Madem ki Allah vardır, madem ki Ku’ran Allah’ın sözüdür, bu saçmalık nedir?’ derler. Mesela, onlara göre çok evlilik çok kötü bir şeydir. Kölelik çok kötü bir eşeydir. Kolay boşanmak çok kötü bir şeydir. Kısas çok kötü bir şeydir.

Bir de, ‘Bu ne ki?!’ deyip Kur’an’ı hafife almayı ilzam ederler.

Mü’minler bunların hikmetlerini ortaya koyarak Kur’an’ın ilmen ne kadar isabetli hükümler koyduğunu ispat ederler. Biz 1960’larda ‘faiz kötüdür’ dediğimiz zaman, en akıllı Müslümanlar bile bizlere saldırıyordu. Ama şimdi Türkiye devleti borçların faizleri altında eziliyor. Banka kredi kartları mağdurları artık kanunların konusu olmuştur. Zinaya aldırmayanlar şimdi AIDS’in esiridirler.

Böyle diyen diğer grup da münafıklardır. Onlar Kur’an’ı doğru anlamak istemez, Kur’an’ı kendilerine uydurmaya çalışırlar. Kur’an’ın manâlarını tahrif edip kendi heva ve heveslerine göre hüküm verirler. Allah’ın hükümlerini beğenmeyerek kendileri daha üstün hükümler getireceklerini sanırlar.

Kur’an’da tenakuz yoktur, ama tearuz vardır. Yani, bazı âyetlerin hükümleri kimi yerde birbirine zıt hüküm getirir. Mesela, at eti ineğe kıyas edilirse helaldir. İlleti ot yiyen hayvan olmasıdır. Domuza kıyas edilirse haramdır. Çünkü işkembesi yoktur, geviş getirmez. İşte buradaki tearuzu gidermek istihsanla, akılla yapılır. Bu içtihattır. Ama domuz eti o zaman haram idi, çünkü laboratuarlarda kontrol edilemiyordu. Trişin teşhis edilemiyordu. Şimdi helaldir demek, işte bu tahriftir, bu dalâlettir. Yahut, o zaman DNA testi yapılamıyordu, neseb tesbit edilemiyordu, zina haramdı. Şimdi ise bu yasaklığa gerek yok gibi iddialar, dalâlettir.

يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا (YuWılLu BiHIv KaSIyRan)  “Onunla kesirini idlâl eder.”

Onunla çoğunu yani insanların çoğunu idlâl eder. Yukarıda iman edenlerle etmeyenleri ayırmış, burada da idlâl edilenlerle hidayet edilenleri ayırıyor. Önce dalâlette olanlardan, sonra hidayette olanlardan bahsediyor. Takip edilen sıraya uyuluyor.

Kur’an’ı okuyan kimseye Kur’an okuduğu zaman hep saçma olarak gelir. Fasık olanın, kötü olanın durumu budur. Eğer birini seviyorsanız onun  her yaptığı hoş ve iyi görünür, nefret ediyorsanız yaptıkları hep kötü görünür. Kur’an da böyledir. Mü’minler için o hep hidayet kaynağıdır. Fasıklar için ise o hep dalâlet kaynağıdır. Kur’an’a takınılan tavır bir ayıraçtır. Kur’an’a cephe alanlar kâfir, Kur’an’ın yanında yer alanlar ise mü’mindirler. Eğer Kur’an’da var mı diye soruyorsa ve bunda samimi ise o cennetliktir. Televizyonda konuşan insanlara baktığınızda, takındığı tavırla mü’min veya kâfir olduğunu hemen sezersiniz. Kur’an’a teslim ise o mü’mindir. Ama Kur’an’ın hükümlerini yanlış buluyor ve onu çağın modasına uyduruyorsa o kâfirdir.

وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا (Va YaHDi BiHIy KaÇIyRan)  “Kesirini de hidayet eder.”

İnsanların çoğuna da hidayet eder. Burada kesirin ikisi de nekiredir. Dolayısıyla ne idlâl edilen, ne de hidayet edilen kimseler vardır. Onlar Kur’an sebebiyle değil de, başka sebeplerle dalâlette veya hidayettedirler. Yahut aradadırlar. Kur’an’la ilgilenen ve okuyan kimseler üçe ayrılır. Okur ama söylenenlere hiçbir tavır takınmaz. Okuyanlar arasında böyle olanlar çok azdır. Kur’an’ı okuyan kimse ya kâfir olur, ya da mü’min olur, arada zor kalır. Kur’an okuduğunuzda içinizde huzur doğuyorsa siz mü’minsiniz; rahatsız oluyorsanız, o zaman siz kâfirsiniz. Kendinizi her zaman bununla kontrol edip mü’min olup olmadığınızı anlayabilirsiniz. Hakka teslim olmak gerekir. Hak ne ise ona teslim olmalısınız. Hak ile barışık olmalısınız. Gerçekler sizi rahatsız etmemelidir. Böyle bir kimse iseniz, Kur’an da Hak olduğu için sizi rahatsız etmez, hidayete erersiniz. Ama fâsık iseniz Kur’an’ın hükümleri sizi rahatsız eder. Çünkü siz şeriatın içinde olmak istemiyorsunuz demektir.

وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ(26) (Va MAv YuWılLu BiHIy EılLav eLFAvSıQUNa) 

“Onunla fâsıklardan başkasını idlâl etmez.”

Onunla yani meselle yahut Kur’an’la fâsıklardan başkasını Allah idlâl etmez.

Demek ki, Kur’an’dan hoşlanmayanlar, ona cephe alanlar, ne demek istediğini anlamayan kimseler münafıktır. Kur’an’ı kendi heva ve hevesine göre yorumlamak dalâlettir.

BİR İNSAN MÜ’MİN OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA KENDİSİNİ NASIL KONTROL EDECEKTİR?

1-       Onlar her söze kulak verecektir. (Zümer, 39/18) Söz yanlış olabilir, ama hakaret içermiyorsa o sözü dinleyecektir. Hakareti içeren sözleri dinlemeyecek, meclisi terk edecek ama saldırmayacak. Danimarka’da yayınlanan karikatürlerle hiç ilgilenmeyiz. Onlara bakmaz ve bir terki koymayız. Kur’an böyle emrediyor. Hakaretlerde kısas yoktur. Mağdur olan sağsa, dava açıp dayak cezasına çarptırabilir. Karşı hakaret, karşı saldırma yoktur. Demek ki, mü’min iseniz fikir olarak her söze kulak verir ve onları değerlendirirsiniz. Yanlışlara cevap verirsiniz. Adamın yanlışı söylemesine izin vermezseniz onu nasıl cevaplayacaksınız? Her söylenene kulak verirler denmiyor, her söze kulak verirler deniyor. Kur’an da bu sözlerden biridir. Ona kulak verirler.

2-       Onlar herkesi severler, kendilerini sevmeyenleri de severler. (Âl-i İmrân, 3/119) Cihadı başkalarına düşmanlıkları sebebiyle değil, tam tersine onları düştükleri küfür çukurundan en güzel bir şekilde çıkarmak için cihad yaparlar. Düşmanlarına bile nefret beslemezler. Yola gelip hidayete erdiklerinde,onların eskiden yaptıklarını unuturlar.

3-       İyilikte yardımlaşırlar; kötülükte yardımlaşmazlar. (Mâide, 5/2) Yine burada önemli bir hususa işaret etmek gerekir. İyilerle yardımlaşırlar değil, iyilikte yardımlaşırlar deniyor.

4-       Nihayet, hükmettikleri zaman da adaletle hükmederler. (Nisâ, 4/58) Doğru şahitlikte bulunurlar. Eğer bir kimsenin doğru yaptıklarını tasvip ederken yanlış yapılanları görmüyorsanız, o durumda siz mü’min değilsiniz demektir. Konuşurken adil olacaksınız.

Kur’an okudukça ya daha çok dalâlete düşersin, ya da hidayete erersin. Bu da fâsık olup olmamana bağlıdır. Sen iyi insan isen hidayete erersin, kötü insan isen küfür ve nifakın ziyadeleşir.

Adil Düzen Çalışanları, Bediüzzaman’ın risalelerine benzer şekilde bu tefsirleri hazırlayıp okuyacaklardır. Bediüzzaman Hazreti İsa’nın cemaatini kurmuştur. Siz Hazreti Muhammed aleyhisselâmın cemaatini kuracaksınız.

SİZİN CEMAATİNİZİN ONLARIN CEMAATİNDEN BAZI FARKLARI OLACAKTIR.

5-           Bediüzzaman Kur’an’ın imânî tarafını tefsir etmiştir. Siz ise Kur’an’ın amelî ve siyasî tarafını tefsir edeceksiniz. Müçtehitlerin o zaman yapamadıklarını siz yapacaksınız. Onlar sadece özel hukuku geliştirdiler. Sultanların karşısında adil yönetim sistemini geliştiremediler, siz bunu yapacaksınız.

6-           Bediüzzaman sadece iman tarafı ile meşgul olmuş, amel kısmını ise fıkha bırakmıştır. Hazreti İsa gibi onun özel şeriatı yoktur. Bugün kurdukları işletmeler faiz düzeni işletmeleridir. Siz ise içtihat yapacak ve aynı zamanda içtihatlarınızı uygulayacak, şeriata göre işletmeler kuracaksınız. Akevler ve Milat market çalışmaları işte bu çalışmalardır.

7-           Bediüzzaman’ın arkadaşları erkeklerden oluşuyordu. Hazreti İsa gibi evlenmemiştir, arkadaşları arasında kadın yoktur. Adil Düzen Çalışanları ise kadın-erkek birlikte Kur’an okuyacak ve uygulamalar olacaktır. Hazreti Muhammed aleyhisselâmın eşi Ayşe sahabelerin ileri gelenlerindendir. Hazreti Peygamberin cemaatine erkekler gibi kadınlar da geliyordu.

8-           Bediüzzaman III. Bin Yıl Medeniyetini hazırlamıştır. Siz ise bu medeniyeti kuracaksınız. Onun risaleleri sadece okunmuştur. Siz hazırladığımız bu tefsirleri sadece misal olmak üzere okuyacaksınız. Her gün yeniden tefsirler yapacak, katkıda bulunacak, yanlışlarını düzeltecek, Kur’an’ın yorumlarını güncelleştireceksiniz. Her hafta yarım sahifenin tefsirini yapıyoruz. Kur’an 1200 haftada biter. Elliye bölersek 24 senede tamamlanmış olur. Demek ki en az 24 senede bir Kur’an yeniden yorumlanmalıdır. Bakara Sûresi bittikten sonra siz eksiklikleri tamamlamalısınız. Bu şemsi takvime göre 23 yıl eder. Kur’an da 23 yılda nâzil olmuştur. Haftada yarım sahife yorumlamak ile bir tevafuk vardır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-345   ADİL DÜZEN DERSLERİ-175   İstanbul, 24 Şubat 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

KAYITLI EKONOMİ VE MARKET PROJESİ 

Türkiye’de Tanzimat’tan beri Batı kanunları tercüme edilmektedir. Batı dünyasının kanunları kan uyuşmazlığı nedeniyle ülkemize zararlı olduğu gibi, Batı bizim için hazırladığı bizi batıracak kanunları dayatmak suretiyle de kabul ettirmiştir. Çok ağır vergi ve rüşvet mekanizması sebebiyle halkımız aldığını ve verdiğini yazamamakta, böylece teşbihte hata olmazsa hesapsız kasabın elinde masat bile kalmamaktadır. İktidara gelenler bilmedikleri için, -bilseler bile yerlerinden olmamak için- kayıtlı ekonomiye geçecek mevzuatı oluşturamamaktadır. Türkiye’deki işsizliğin, borcun, enflasyonun, pazar krizinin ana kaynağı budur.

Mevcut mevzuat içinde kayıtlı ekonomiye nasıl geçeriz? Batı’nın dayattığı ve bizi yıkmak için çıkarttığı kanunlara uyarak onları kendi yararımıza nasıl çevirebiliriz? Bunun ilacı mala-mal marketleridir.

Bugün aile kümesçiliğinde her köylü yumurta tavuğunu da, et tavuğunu da kendisi yetiştirmektedir. Bu uygulama verimsiz olmaktadır. Yalnız yumurta tavuğunu beslese ve yumurtayı satsa, pilici alsa, dörtte bir maliyetle piliç yemiş olur. Çünkü yumurta ve tavuk alış ve satış arasındaki vergi, faz, aracı kârı Türkiye’de üretici için alış fiyatını satış fiyatının dört katına çıkarmaktadır.

Şimdi ne yapabiliriz?

Komşular yumurtayı pazarda değişseler, değişme farkı yüzde onlara iner. İşte mala-mal marketinin sağladığı imkân budur. Bugün alışverişler kayıt dışı olmaktadır. İstanbul’da Rami bunun merkezidir. Oradaki esnafın faturadan bile haberi yoktur. Kurtarılmış bölge olarak kayıtsız faaliyettedir. Bunların halk arasındaki şubeleri ise bakkallardır. Onlarda da kayıt hayalidir. Reel ekonominin muhasebesi ile ilgisi yoktur. Onun için bakkalcılık çökmektedir. Oysa bakkallar sadece alışveriş merkezi değil, aynı zamanda sosyal merkezlerdir. Kapitalizm ve sosyalizm dışında halk ekonomisi bakkalsız olmaz.

Şimdi, kaldığımız yerden piliç yumurta misaline devam edelim. Kayıtlı ekonomiye girmesi demek, paralı ekonomiye girmesi demektir. Ancak oluşmuş gerçek fiyatları kayda geçirdiğimiz zaman sermayeyi kediye yükleriz, vergi, sigorta, faiz, aracı kârı ülkeyi çökertir. Eğer üretici bire ürettiğini dörde alıyorsa, ürettiğinin ancak dörtte birini alacaktır demektir. Bu da dört sene daha üretim yapmayacak demektir. Üretmediği için de o dörtte birini de alamayacaktır. Gelecek yıl ölecektir.

Çare kayıt dışı ekonomide bulunmuştur.

Mala-mal marketi bu sorunu nasıl çözer?

Mala mal marketine üretici yumurtayı getirir. Alıcı tüccarla pazarlık yapar, yumurtayı altın gram üzerinde satar. Bu kaydî paradır. Sonra mağazaya giderek bu kaydî para ile istediğini, mesela pilici alıp gider. Aradaki fark yüzde 400 değil, sadece yüzde 15’tir. Diyelim ki, yumurta İstanbul’daki bir mağazada değiştirildi. Nakliyesi, toptancı ve perakendeci kârları ile bu mal %30’a çıktı. Ama mübadeleden dolayı da faydası arttı. Sonra para faize gitmediği için yine vatandaşlara döndü ve tam istihdam sağlandı.

Peki, burada vergi nasıl olacaktır?

Mala-mal marketinde de fatura kesilmesi ve fiyatlandırılması gerekmektedir. Ama biz emeklerimizi değiştirdiğimiz için yumurtaya da pilice de istediğimiz YTL değerini koyabiliriz. Alıcı ve satıcıyı ilgilendirmez, çünkü o mal almış ve mal vermiştir. Ama market muhasebesi bunu koymak zorundadır. Şimdi biz devlete ne kadar vergi vermek istiyorsak YTL fiyatlarını öyle koyarız. Kayıtlı ekonomiyle vergi, sigorta, faiz ve tekel aracı kârının altında ezilmeyiz.

Bir şeyin çalışması için onun adil olması gerekir. Devlete de hakkı olan vergisini vermeliyiz. Bu ne kadardır?

Bunu şöyle tesbit edebiliriz:

a)  Kamudan ekmek yiyen kimselerin sayısı ne kadaradır? Askerler ve bürokratlardır. Bunların sayısını beş milyon kabul etsek, çalışanların sayısının beşte biri etmektedir. O halde üretilen malların beşte biri devletindir.

b)  Biz mala-mal zinciri içinde tüm üretimin beşte birini devletin hakkı kabul ederiz. Malları YTL cinsinden öyle değerlendiririz ki sonunda tüm hasılanın beşte biri devletin olsun.

c)  Bu malların çoğunu ihracat mallarına çeviririz. Pamuk, fındık, tekstil ve saire. Böylece devletin payına düşen kısım en pahalı mallar olur. TL cinsinden veya dolar cinsinden en çok meblağ devlete verilmiş olur.

d)  Bunları nasıl muhasebeleştireceğiz? Türkiye’de bordro ve gelir vergisi sistemi vardır. Herkes kendi kazancının vergisini öder. Önce çalışanlar asgari sigorta ile sigortalanırlar. Bunun vergisi ve sigortası doğrudan  ödenmiş olur. Millî hâsıla bundan çok fazla olacağı için devletin payı da çok fazladır. Onlar da gelir ve kurumlar vergilerinde belirlenen kurallarla bölüştürülüp hesaplanır. Muhasebe genel hizmet muhasebesince tutulur.

e)  Vergiler devletin payına düşen mallar nakde çevrilerek devlete nakit olarak ödenir. Mükellefler sadece bordroları ve yıllık beyannameleri imzalarlar. Ödeme ise marketler muhasebesince yapılır.

f)  Halk kooperatiflerin işçisi olur. Onların bordrolarında görülür. Çalıştığı yerlere ise kooperatifçe fatura edilir. Vergi ve sigortası ile işçi veya işverenler değil, kooperatifler ilgilenir. İşçilik faturası karşılığı aldıkları malları nakde çevirerek vergi ve sigortalarını öderler.

g)  Kâr-zarar hesapları para üzerinden yapılmaz, mal üzerinden yapılır. Sermaye para üzerinden zarar ettiği halde mal üzerinden kâr etmiş olabilir. Aksi de olabilir. Hesaplar mal üzerindeki kâra göre yapılır. YTL kayıtları ona göre değerlendirilir.

h) Bu marketlerin devlete ikinci desteklerinin de bulunması gerekir. O da dış borçların ödenmesidir. Market ön ödemeli ve konsinye sistemi ile çalışacağından mağazalarında ve depolarında vatandaşların birikmiş malları olacaktır. Mala-mal marketler zinciri bunları dövize çevirerek devlete faizsiz olarak verir. Devlet de bununla borçlarını ödemiş, dış borç faizinden kurtulmuş olur. Sonra devletten KİT’leri, toprakları, dinlenme yerlerini yahut Türk Lirasını alarak devlet borcunu itfa etmiş olur. Dolar olarak ödemekte olduğu faizin karşılığı olan parayı YTL cinsinden hem de ana parasını mahsup ederek öder.

i)   Yaptığımız iş nedir? Bugün vergi halktan nakit olarak alınmaktadır. Halkın eline satın alma gücü geri dönmediği için krizler oluşmaktadır. Oysa biz vergiyi kooperatif olarak halktan mal senedi olarak alıyoruz, böylece halkın eline tam karşılık veriyoruz. Devlete ise senedi paraya çevirerek nakit olarak yapıyoruz. Kooperatif mevcut nakit vergi toplama sistemine raci olmuş oluyor.

Öneri: Bahri Zengin bu konularla ilgilenmektedir. ESAM’da erken saatte başlamak üzere dört saatlik açık tartışma yapalım ve bu konu iyice işlenmiş olsun.

Not:    Taha ve Lütfi dikkatlice okusunlar.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-345   ADİL DÜZEN DERSLERİ-175   İstanbul, 24 Şubat 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

“MEDENİYET”, “SİSTEM” VE “GÜÇLER” 

*Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, 09.02.2005 tarihli ““Medeniyet” öfkesi yerine “sistemli” akıl başlıklı makalesinde; “medeniyet/ler” yok, insanlığa hakim olan “güçler” vardır diyor. Mezopotamya’da başlayan bu güç hakimiyeti, son beş yüz yıldır Avrupa’nın elindedir. Bugün filler çatışıyor, Müslümanlar çimenler gibi onların ayakları altında eziliyor diyor.

İnsanlık bir medeniyeti yaşıyor. Bu medeniyet Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Tevrat, İncil ve Kur’an medeniyetleridir. Bunlar peygamberlerin geliştirdikleri medeniyetlerdir. Bunların ömürleri biner yıldır. Bunların karşısında sistemleri aynı olan ama ayrı uygarlık, karşı uygarlık, filozofların uygarlığı doğmuştur. Bunların ömürleri de biner yıldır. Bunlar ‘yeni medeniyet’ olmaktan ziyade, ‘karşı uygarlık’tır. Hakkı değil de kuvveti üstün tutan uygarlıktır. Yeni bir sistemleri yoktur.

Hakimiyet ise bu karşı medeniyetler arasında dönmekte ve deveran etmektedir. (Kur’an; Âli İmrân, 3/140)

Doğu medeniyetleri zirvede iken Batı kuvvet medeniyetleri çökmüştür ve yeniden kurulmaya başlar; Batı uygarlıkları zirvede iken Doğu medeniyetleri yeniden oluşmaya başlar…

Bugün Batı Uygarlığı çökmeye başlamış, Yeni Hak Medeniyeti ise doğmaktadır…

Burada bilmemiz gereken bir husus vardır. Hak medeniyetleri Mezopotamya’da Hazreti Nuh aleyhisselâm ile doğmuştur. Ancak bu medeniyet Mezopotamya’da kalmış, bunun karşısında Mısır’ın kuvvet (Firavun) uygarlığı oluşmuştur. Milattan önce iki bin yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkan Hazreti İbrahim aleyhisselâmın Mısırlı cariye Hacer’den olan ilk oğlu İsmail Mekke’de yerleştirilmiş, sonra bunun torunlardan olan Hazreti Muhammed aleyhisselâm Kur’an’ı insanlığa öğretmiş ve son nebi olmuştur. İkinci oğlu İshak ise Hazreti İbrahim’in kendi ırkından olan Sara’dan doğmuştur. Ortadoğu peygamberleri bu soydan gelmiştir. Torunu Hazreti Yakup ise İsrail oğullarının ve peygamberlerinin babası olmuştur. Tevrat medeniyeti İbranilere has iken, İncil ile medeniyet beşerileşmiştir. Tevrat’ta anlatıldığı üzere, Hazreti İbrahim’in ayrıca eşi Katura’dan doğan dört oğlu doğuya gitmiş ve orada önce Brahmanizm, sonra Budizm’i oluşturmuşlardır. Böylece bugün yeryüzünde mevcut olan dört büyük din de “İbrahim medeniyetleri”dir: Hıristiyanlık, İslâmiyet, Brahmanizm (Hinduizm) ve Budizm.

Bugün “VI. Hak Medeniyeti” doğmaktadır. Hâlen hükümrân olan “V. Kuvvet Uygarlığı” zirvede olup, çökmeye başlamıştır. Bu boyut bin yıllık bir boyuttur. Beş bin yıllık bir boyut daha vardır.

Hak medeniyetleri yeni kitap ve yeni peygamberle oluşmuştur. Kuvvet uygarlıları ise bu hak uygarlıklarının filozoflar tarafından akıl yoluyla değiştirilmesiyle gelişmiştir.

Hak medeniyetleri hukuk ve yönetimde evrim yapmışlardır. Kuvvet uygarlıkları bu yeni hukuk ve yönetime dayanarak teknik ve ekonomide evrim yapmışlardır. Doğu medeniyetleri sosyal ağırlıklı medeniyetler, batı uygarlıkları ekonomik ağırlıklı medeniyetlerdir.

Medeniyet, insanlığın göçebe hayattan yerleşik hayata geçmesiyle başlamış ve beş bin yıl sürmüştür. Şimdi 5000 yıllık “tarım medeniyeti”nden “sanayi medeniyeti”ne geçmiş bulunuyoruz. Beş bin yıldan beri oluşmuş “tarım uygarlığı hukuku ve yönetim sistemi” sorunları çözmüyor; çözemiyor. Çağımızdaki insanlık dört temel problem olarak çevre, mafya, silah, neslin dejenerasyonu sorunları ile karşı karşıyadır. Beş bin yıllık “tarım hukuku ve yönetim sistemi” bu sorunları çözmüyor; çözemiyor. Yeni hak medeniyetine ihtiyaç olduğu açık olarak görülmektedir. Batı uygarlığı zaten hukuk ve yönetimde hiçbir gelişme kaydedememiştir. Lâiklik ve demokrasi, sosyallik ve liberallik hep sözde kalmıştır.

Kur’an; ‘yeni peygamber gelmeyecek, yeni kitap indirilmeyecektir’ diyor. Nitekim 1400 yıldır gelmedi. Artık gelmeyeceği hususunda hepimizde bir his ve iman vardır. Peki, bu durumda “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni kim kuracak ve nasıl kurulacaktır? Kur’an bunu bildirmiştir: Müsbet ilme dayalı olarak Kur’an’ın yorumlanmasıyla oluşan içtihat ve icmalarla yeni medeniyet kurulacaktır. İşte, Millî Görüş’ün ilk meyvesi olan Adil Düzen bu uygarlığın sistemidir. Bu inkılâp sadece bin yıllık bir medeniyet inkılâbı değil, aynı zamanda beş bin yıllık tarım hukukundan sanayi hukukuna geçiş inkılâbıdır.

Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’ye bir hususu daha hatırlatmak isteriz. Yeni medeniyeti sadece Müslümanlar kurmayacaktır. Hıristiyan, Brahman ve Budistlerin da katkıları olacaktır. Bugünün dünyasında ezilenler sadece Müslümanlar değildir, tüm inananlar ezilmektedir. Bu durum onların değişmeleri ve gerçek ilâhî dinlerine dönmeleri için uyarıdır; nitekim uyanmaktadırlar da. Sonbaharda çimenler kurur. Neden kurur? İlkbaharda daha gür bitsinler diye. Zafer hep çimenlerin olmuştur. Olmuştur ki, bugün kutuplara varıncaya kadar hep varlar. Ezenlerin ömrü ise daima bir yıl olmuştur. Her bahar yeni bir başlangıçtır ve yeni bahar yani “yeni medeniyet” gelmektedir…

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

“Medeniyet” öfkesi yerine “sistemli” akıl

“Medeniyetler çatışması” tezi, tarih içinde ve bugün medeniyet adı verdiğimiz farklı varlıklar olduğu varsayımına dayanıyor. Bu teze göre, tarih içinde coğrafi olarak farklı bölgelerde medeniyetler teşekkül ediyor, birbirleriyle diyaloga veya çatışmaya giriyorlar ve insanlık, bu gerginlik ve gerilim içinde yol alıyor.

20. yüzyıl başlarında Toynbee ve Spengler’in icadı olan bu tez, en uzun süre kabul gören tarih kuramlarından biri oldu. İnsanlık tarihi “Medeniyet Tarihi” olarak yeniden yazıldı. Var olma kavgasını “medeniyet davası” olarak kavramış bir toplumun mensuplarına şöyle başlayan bir soru çok aykırı gelebilir: “Ya medeniyet diye bir şey gerçekte hiç olmadıysa?..” Evet, ya birileri bizi kandırdıysa?

Batı’da yaklaşık 30 yıldır, gelişen ve kabul gören yeni bir kuram var. “Dünya sistemi” adı verilen bu kuram, “medeniyet kuramı”nı reddediyor. Wallerstein’ın başlattığı bu akım, tarihi ve bugünü açıklamak konusunda çok güçlü araçlara sahip. “Medeniyet kuramı”, Avrupa-merkezli ve yanlı bir kuram olarak mahkum ediliyor. Sistemciler, tarihte birbirinden ayrı ve uzak medeniyetler olmadığını, Afro-Avrasya kıtasında tek bir sistemin egemen olduğunu savunuyor. Wallerstein’ın 1500’lerden itibaren başlattığı “tek sistem”, diğer dünya sistemcileri tarafından 5.000 yıla teşmil ediliyor. Dünya tek bir sisteme bağlı olarak gelişiyor, tek sistem içinde hegemonik geçişler vuku buluyor; tek bir merkezin etrafında hegemonya hiyerarşileri oluşuyor. 5.000 yılın önemli bir bölümünde Asya kıtası dünyanın merkezi idi ve bu merkez etrafında oluşan ve zamanla değişen hegemonya hiyerarşileri çevreyi belirledi. 1500’lerde Avrupa kıtası, feodalizmden kapitalizme geçerek, sermaye birikiminin merkezini Doğu’dan Batı’ya taşıdı. İlk defa Mezopotamya’da oluşan bu sistem Çin, Hint, Sasani, Roma ve Abbasi hegemonyaları ile merkezlerini değiştirmişti. 19. yüzyılda Büyük Britanya’nın sahip olduğu bu sistem, bugün Atlantik ötesinde ABD’nin hegemonik üstünlüğü ile işliyor.

Bu sistem kuramından, gelecekte hegemonik merkezin değişebileceği sonucunu çıkartabiliriz. İşaretler, bu merkezin 30-50 yıl içinde Çin’e kayacağını gösteriyor. “Büyük oyun”, hesaplamaların gösterdiği bu gerçeği değiştirmek için oynanıyor. ABD’nin enerji kaynaklarına yönelik askerî operasyonları, ufukta görülen geleceği değiştirmek için. Dünyada ekonomisi petrole en fazla bağımlı olan ülke, aynı zamanda ABD’nin müstakbel rakibi olan Çin.

Bu hegemonik hesapların kenarında yer alan İslâm dünyasına gelince: Ortadaki tablo oldukça karanlık. Büyük kapışmada İslâm coğrafyası iki gerekçe ile hedef tahtasında yer alıyor. Birincisi, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 60’ı? Müslümanların yaşadığı topraklarda bulunuyor. Dolayısıyla, petrol savaşları Müslümanların sırtında yapılıyor: Irak gibi. İkinci olarak, geleceğin hegemonya rakiplerinin bünyesinde hatırı sayılır Müslüman azınlıklar var. Yani, Müslümanlar kaşınacak bir iç sorun olarak devler arası mücadelenin konusu olarak masaya konuyor. Maalesef filler kavga ediyor, çimenler eziliyor

Ortada bir “medeniyet savaşı” yok; çünkü ortada “medeniyet” diye bir şey yok. Saldırı başında İslâm lafzının geçtiği bir medeniyete değil, doğrudan İslâmiyet’e ve onun inananlarına yapılıyor. Sadece inceden inceye örülen hegemonya hesaplarının bize düşen tezahürleri var. Sistemli, planlı ve hedefleri özenle belirlenmiş bir operasyonun şu günlerde ortalığı kasıp kavurması gibi. “Kitlesel öfke ve şiddet kimin işine yarıyor?” sorusunun peşine düşenler, gerçeği kavrayacaktır. “Karikatür krizini” kurgulayan ve sistematik olarak yayan Evanjelikler, İslâm dünyasını, şu fıkranın kahramanı gibi görüyorlar. Kahramanın kimliği muhtelif, ama hikaye meşhur. Sofu Müslüman olan Arnavut, Yahudi’yi yakalayıp altına almış, bıçağa davranmış. Yahudi “Suçum ne?” diye soruyor. Arnavut, “Hz. İsa’yı çarmıha germişsiniz.” deyince Yahudi, “O iş iki bin yıl önceydi.” diye itiraz ediyor. Arnavut’un cevabı, “Olsun, ben yeni öğrendim.”

“Hakaret ve tezyif” yeni değil; ama, sistemli tahrikler yeni. Eski ile yeni arasındaki farkı ayırt edecek feraset, Müslümanları hegemonya savaşlarının malzemesi, ülkelerini de savaş alanı olmaktan kurtaracak. Kan ve gözyaşını, zelil olmayı önleyecek şey öfke değil; “sistemli” bir akıl.

 

MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE

(Zaman Gazetesi, 09.02.2006)

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler