1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 507
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 25 Nisan 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 507. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
ERBAKAN VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
NECMETTİN ERBAKAN
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 54. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
100 DAİRELİK KLİMA-SERA
TOPLU KONUT
***
Önemli gelişmeler
Ülke yönetimi ve tehlike
Ülkede neyi nasıl yapacağız?
Ülkede kriz ve âfetlere hazırlanmak
İDEAL VE ADİL EKONOMİK DÜZEN
Reşat Nuri EROL
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 14
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22) جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23) سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24) وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ(25) اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مَتَاعٌ(26) وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ(27) الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ(28) الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ(29)
كَذَلِكَ أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَنِ قُلْ هُوَ رَبِّي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ (30)
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا أَفَلَمْ يَيْئَسِ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ (31)
كَذَلِكَ (Ka ÜAvLıKa) “Bunun gibi”
Yukarıda insanları dört grupta topladı. Birinci grup Allah ile sözleşme yapanlardır. Herkes hem Allah’ın halifesidir, hem de kuludur. İçimizden birisi diğerine bir teklif yaptığı zaman bunu Allah adına yapmış olur, Allah’ın halifesi olarak yapmış olur. Diğeri de kabul edince sözleşmeyi kabul etmiş olur. Böylece ikisi birden Allah ile sözleşme yapmış olurlar.
Bu sözleşmeyi çevreye duyurmayı da ikinci grup insan üzerlerine yüklenmiş olurlar. Bunlar da yukarıdaki ikinci “Ellezîne” ile ifade edilmiştir.
Sonra bunların ortaklığını kabul edenler üçüncü grup insanlardır. Bunlar da sabredenlerdir.
Dördüncü grup ise bu oluşa karşı çıkanlardır. Onların durumlarını anlattıktan sonra iman edenlerin iki vasfını atıf yapmadan “Ellezîne” ile ifade etmiştir. Kalbleri tatmin olanlar ve ameli salih işleyenler. Yukarıda anlatılanlar genel kural idi, tarihî oluşmanın sonucu idi, devri idi.
Şimdi doğrudan bize, okuyanlara hitap ederek, Kur’an’ı anlayan âlimlere hitap ederek, seni de o genel kurallar içinde irsal ettik demektedir. Yukarıdaki hitap nebilerin haleflerine idi. Şimdiki hitap ise bunları uygulayacak siyasi başkanlara aittir. Adil Düzen Çalışanlarını değil, uygulayanları muhatap almaktadır. “KezaliKüm” dememekte, “KezaliKe” demektedir. Çünkü artık uygulayacak olan siyasi başkana hitap etmektedir.
Bu kimdir?
Bundan önce birinci uygulamada bu başkan siyasette N. Erbakan, dinde F. Gülen idi.
Bir taraftan Akevler de onlarla birlikte Allah ile sözleşmeler yaparken, diğer taraftan bunlar oluşturdukları cemaatle birinci uygulamasını yaptılar ve beklediğimizin çok üstünde bir sonuç elde edildi.
Şimdi on yıldan fazladır İstanbul’da İkinci Adil Düzen İlmî Araştırmasını yapıyoruz. Henüz arz edecek seviyeye ulaşamadık. Duamız Allah’ın bunu bize nasip etmesidir.
Şimdi ne olacaktır?
Adil Düzenin İkinci Hamlesi atılacaktır.
Kombassan ve Yimpaş da, Anadolu holdingleri de ikinci adımlarını attılar. Şimdi bir resul beklenmektedir; bu ikinci çalışmaları siyasi ve iktisadı uygulamalara geçirecek bir resul.
İşte mesele bu kişi kim olacaktır, kimler arasından çıkacaktır?
a) Bu Millî Görüşçülerden ve AK Parti’den çıkabilir. “Adil Düzen”e sahip çıkabilir. Bediüzzaman ve Gülen cemaatleri arasından da çıkabilir. Türkiye’deki halk holdinglerinin desteği ile çıkabilir.
b) Bunun Sünni Müslüman olması gerekmez. İranlılardan çıkabilir. Onlardan çıkan resul son peygamberin halifesi mehdi “Adil Düzen”e sahip çıkabilir. Akevler çalışmasını tamamladığı zaman çıkacaktır.
c) Bu Amerika’dan da çıkabilir. Barack Hüseyin Obama “Adil Düzen”i kabul ederek insanlığı zulumattan kurtarabilir. Hıristiyan olması buna mâni değildir.
d) Bizim hiç beklemediğimiz biri olabilir.
Bizim görevimiz “Adil Düzen”in ilmî tarafını tamamlamaktır.
Sonrası O’nun bileceği iştir.
Biz ne yapıyoruz?
Yazıyoruz ve internette yayınlıyoruz. İnsanlığa yol gösteriyoruz. Yani “Adil Düzen”e nasıl varacaklarını söylüyoruz.
Bunun için şunlar yapılacaktır; yapılmaktadır:
1- İlk dört asırda oluşmuş İslâmî ilimleri ve o günün Arapçasını öğrenmemiz gerekmektedir.
2- Bugün Batı’nın ulaştığı müsbet ilimleri Kur’an Arapçası ile tedvin etmemiz gerekmektedir.
3- Günümüzün sorunlarını çözecek “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI”nı ve fıkhını ortaya koymamız gerekmektedir.
4- Örnek bir uygulama yaparak resule, yani son peygamberin yirmi birinci yüzyıl halifesine, yani mehdiye göstermemiz gerekir.
İşte biz buna davet ediyoruz.
O bizi dinleyerek ve “Adil Düzen” uygulamasını yapacaktır. Biz onun Cebrail’i olacağız.
İşaret gayb veya uzak işareti ile yapılmıştır. Çünkü işaret lafza değil mânâyadır.
أَرْسَلْنَاكَ (EaRSaLNAvKa) “Seni irsal ettik.”
Kur’an’dan önce irsaller Cebrail’in gelip hitap etmesi ile olmakta idi. Kur’an’dan sonra nebilik kalktığı için yerine nebiyyun yani âlimler heyeti gelmiştir. Risalet ise sona ermemiştir. Bir topluluk onu siyasi lider yapıp iktidar edince, o da mü’minse bu görevi yüklenmiş olur. Gömleğini çıkartmasaydı bu kişi R. Tayyip Erdoğan olabilirdi. Bu görevi bundan önce Necmettin Erbakan yüklendi. Bu kişinin resullük görevini görebilmesi için Akevler Adil Düzen Çalışanlarına kulak vermesi gerekmektedir.
İlmin özellikleri vardır.
a) İlim başkalarına devredilir ama kendisinde bir eksilme meydana gelmez. Dinde birinin cemaati çoğalırsa diğerinin azalır. Birinin zengin olması diğerinin olmaması demektir. İktidar birinin olur. Ama ilim öyle değildir. Talebenin âlim olması hocanın ilmini eksiltmez.
b) İlim üst üste biner, devamlı artar. Eksilme olmaz. İnsan parayı başkasına dağıtabilir, dini başkanlıktan çekilebilir, makamından istifa edebilir ama ilmi terk etmek ve unutmak kişinin elinde değildir. Öğretmek elinde olsa da unutmak elinde değildir.
c) Din (tarikatlar ve şeyhler), iktisat (ekonomik işletmeler ve iş adamları) ve siyasiler (partiler ve başkanları) varlıklarını cemaatlerinin sayısına borçludurlar. Büyük şeyh demek, cemaati çok olan demektir. Büyük parti demek, oyu çok olan demektir. Büyük iş adamı demek, işçileri çok olan demektir. Oysa büyük âlim kendi başına da büyük olabilir.
d) Din, iktisat ve siyasette başarı hayatta olur. Halbuki âlimler ekseriyetle birkaç asır sonra anlaşılır ve ancak o zaman etki etmeye başlarlar. Yani garibandırlar. Para ve mevki sahipleri âlimleri değil de, kendilerini şakşaklayan ilim müsveddelerini meşhur etmeye çalışırlar. Onlar âlimleri asmışlardır ama bin sene sonra Ebu Hanife yıldız olmuştur, Sokrat iki bin sene sonra yıldız olmuştur.
Burada irsal edilecek olan kimdir?
Onu şimdi biz bilmiyoruz.
Bekliyoruz...
فِي أُمَّةٍ (FIy EumMaTin) “Bir ümmet içinde.”
Bir topluluk içinde seni irsal ettik. Ümmet nekredir. Dolayısıyla burada kastedilen Araplar değildir. Kur’an nâzil olurken Araplar idi. Ama şimdi yeni kavimdir. O da Türklerdir. Çünkü medeniyeti kurmaya hazırlanmış topluluk Türklerdir. Üç asırdır hazırlanmaktadır. Yahut bugünkü insanlıktır. Çünkü her asırda bir başkan gelir. Süper güç olarak dünyanın sorumluluğunu alır.
Şimdi mü’minler bin senedir yanlış bildikleri bazı konularda kendilerini tazelemelidirler.
a) Müslim ile mü’min aynı değildir. Müslim İslâmiyet’i yani barışı kabul eden halktan biridir. Mü’min ise güvenliği sağlayan hakemlerin emrinde silahlanmış kimsedir demektir. Yani cihad eden kimse mü’min, hakemlerin kararına uyan ise müslimdir.
b) Silahlı güçler uluslarda oluşur. Aynı dili bilenler ordu oluşturabilir. Bir İsrail devleti yoktur. İslâm devletleri vardır. Hakem kararlarını kabul eden her ülke İslâm devletidir. Bunun bir dine mensup olunması ile ilgisi yoktur. Çünkü bir devletin içinde çeşitli din mensupları yaşarlar.
c) Hazreti Muhammed aleyhisselâm peygamber olarak tüm insanlığın peygamberidir. Münzir ve mübeşşirdir. Bir de Arapların, o günkü Arapların hâdisidir. Onların başkanıdır. Örnek başkandır. Ama bizim başkanımız değildir. Hayattayken bütün insanlığın başkanı olarak kabul etseniz bile, hayatında başkan idi, öldükten sonra başkanlığı kalmaz.
d) Bugün bizim hâdimiz olacaktır, başkanımız olacaktır. Her topluluğun başkanı olacaktır. Bu başkanlar eğer Adil Düzencilerle istişare ettikten sonra başkanlık yapıyorlarsa, Allah onu irsal etmiştir demektir. Başkanın istişare etme zorunluluğu vardır. Ama kararı kendisi verir. Bizim Erdoğan’a karşı uyarımız bizimle istişare etmemesidir. Yoksa bizim dediğimizi niye yapmıyor demiyoruz. Elbette bizim dediğimizi değil, kendi içtihadını uygulayacaktır. Herkes kendi içtihadı ile amel edecektir. Ama istişareyle mükelleftir. Kiminle? Kur’an ehliyle, şeriatçılarla, yani fıkıhçılarla, hukukçularla. Çünkü devlet dinle değil, ilimle yönetilir.
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ
(QaD PaLaT MıN QaBLıHAv EuMaMun)
“O ümmetten önce ümmetler gelmişti.”
Ümmet ümmetlerin devamı olmaktadır.
Türkiye’mizi ele alalım.
Halk olarak tarihte Hititlerden önce Anadolu’da yerleşmiş ve yaşamışlardı. Sonra Hititler geldi. Sonra Frigler, Lidyalılar, Traklar geldi. Daha sonra Grekler geldi. Bizanslılar geldi. Selçuklu ve Osmanlılar geldi...
İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar...
Başka bir gelişme ile de Halifeler, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar…
Demek ki “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” bu topraklar üzerinde birçok ümmetlerin geçmesinden sonra oluşmuştur.
Tarihte de büyük uygarlıklar kurulmuştur: Mezopotamya-Mısır, İbrani-Yunan/Roma, Hıristiyanlık-Bizans, İslâm-Batı uygarlıkları devrede ede geldi.
Süper güç de Romalılardan sonra Osmanlılara, Osmanlılardan sonra İngiltere’ye, oradan ABD’ye geçti.
Şimdi nerdeyiz?
Bugün dünyaya hakim olan tekel sermayedir. Tekel sermaye dünyayı çok kötü bir şekilde sömürüyor.
1- Dinsizliğe dayanan bir dünya kurmaya çalışıyor.
2- Tekele dayalı bir dünya kurmaya çalışıyor.
3- Çatışmacı bir dünya kurmaya çalışıyor.
4- Ahlâksız bir dünya kurmaya çalışıyor.
O gelecek resule Allah diyor ki: Senden önce geçmiş ümmetler vardı. Seni onların içinden bugün var olan bir ümmetin içinde irsal ediyorum. Sen farklısın. Senin özel görevin olacaktır. Peygambersiz oluşan III. Bin Yıl Uygarlığında yapacakların vardır.
لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ
(Li TaTLuVa GaLaYHıM elLaÜIv EaVXaYNAv EiLaYKa)
“Sana vahyettiğimizi uygulamak için gönderdik.”
Eskiden Cebrail yoluyla vahyediliyordu. Vahyedilen mukaddes kitaptı. Şimdi ise Cebrail gelmiyor. Onun yerine Kur’an’dan yapılan içtihatlar onun yerini almıştır. Vahyin yerini ilim almıştır. Peygamberlerin yerini âlimler almıştır. Onların icması ile sabit olanlar resule/başkana vahyedilendir. Yani bugün iktidar olacak bir kimsenin resulün halefi olabilmesi için, halife olabilmesi için, belki de beşinci halife olması için; her şeyden önce dört delile ve bugünkü müsbet ilme dayanan içtihatların sonunda oluşan icmalara uyması, onları uygulaması gerekir.
“Tilavet etmek” demek aktarmak demektir. Ay nasıl güneş ışığını yeryüzüne aktarırsa, başkan da Adil Düzen Âlimlerinin ışığını insanlığa aktaracaktır.
Şimdi, bu âyetleri 1400 sene önce Hazreti Muhammed’e inmiş kabul edip anlama vardır, yahut bizim yaptığımız gibi bugün bu âyetler bize yani içimizden birine inmekte olduğunu kabul etmek vardır. Bir defa o zaman inmiş kabul ettiğimiz zaman “ümmet” kelimesi nekre gelmez. Çünkü Hazreti Muhammed bütün insanlığa resuldür. Onu tevil etsek bile, Kur’an tarihteki olayı tesbit eder, bize bir yararı olmaz. İşte biz öyle yapmıyoruz. Kur’an bize nâzil oldu diyoruz ve ona göre mânâ veriyoruz.
İşte “Adil Düzen” budur.
1- Kur’an Allah’ın sözüdür. Zamanla eskimez, her dönemin sorunlarını çözer.
2- Kur’an’ı bize nâzil olmuş gibi okuyup anlayacağız. Çünkü O bizim de Rabbimizdir.
3- Kur’an’ı bugünkü müsbet ilimlerin verileri içinde yorumlayacağız.
4- Kur’an’da kıyas yoluyla da bütün sorunların çözümleri vardır.
İşte, bu durumda mesela nedir? Bu durumda bir Barack Hüseyin Obama’nın veya Mustafa Kemal’in mehdi olabilmesi için Kur’an’ı bu şekilde anlayarak Adil Düzen Çalışanlarının bu çalışmalarına kulak vermesi ve değerlendirmesi gerekir.
İlim içtihatlarla oluşur, müsbet ilim ve dört delille elde edilir. Ama ilmin sonuçları icma ile sabit olur. Bugün dünyanın düz olmadığını kimse söyleyebiliyor mu? Bugün elektrik ve fizik kanunlarını kimse inkâr edebiliyor mu? İşte âlimlerin icmaı Allah’ın bugünkü mehdi olacak başkana vahyi olacaktır. Onun için “Ellezî evhaynâ ileyke” denmektedir. Çünkü icmalarda hata olmaz.
Bizimle oturup kimse tartış(a)mıyor.
Neden?
Çünkü kimse bizim söylediklerimize karşı çıkamaz.
Görüşüp tartışsalar, o zaman “Adil Düzen”i kabul etmek zorunda kalırlar.
İşte bunu aşan bir devlet başkanı “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın mehdisi olacaktır.
Bu Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı olabilir...
İran Devlet Başkanı olabilir...
Putin olabilir...
Obama olabilir...
Başka birisi olabilir...
“Adil Düzen”i benimseyen devlet birden güçlenir ve dünyada süper güç olur.
Zaman yaklaşmıştır.
Ne var ki biz henüz Yenibosna’da hazır değiliz.
Mesela, henüz örnek olabilecek küçük bir marketi çalıştıramadık.
Allah çağımızın resulünü irsal etmeyi erteliyorsa, sebebi, bize zaman kazandırıyor.
وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَنِ
(Va HuM YaKFuRUIvNa Bi elRaXMAvNı)
“Onlar Rahmana küfrediyorlar.”
Buradaki “Ve” harfi hâl vavıdır. Ümmetin hâlini bildirmektedir. Onlar Rahmana küfredecek, seni onların içine gönderdik denmektedir. “Hum/onlar” zamiri ümmete raci olmaktadır. Hem “Ha” olarak işaret edilmiş, hem de “Hum” olarak getirilmiştir.
Demek “ümmet” kelime olarak işaret edildiğinde, “Ha” mânâ olarak zamirleştirildiğinde, “Hum” olarak zamirleşmektedir. “Ümmet” tabiri topluluktur, yapıları ve kuruluşları ümmettir. Küfredenler ise kuruluş değil halktır.
Yirminci yüzyıl insanını ele alalım. İnsanlık yirminci yüzyılda tarihin en büyük inkılabını yapmıştır. Daha önce insan nebati hayat yaşarken, birden hayvani hayata geçmiştir.
Nebati hayat nedir?
Sinir sistemimin olmadığı hayat nebati hayattır. Sinir sisteminin olduğu hayat ise hayvani hayattır. Bundan bir asır evvel insanlar nebati hayat yaşıyorlardı. Ulaşım sistemleri yoktu. Sosyal ulaşım sistemleri yoktu. Haberleşme sistemleri yoktu. Aydınlatma ve motor sistemleri yoktu. Bilgisayarlar yoktu. İnsanlar sanayide çok büyük inkılaplar yaptılar. Gelecekte de bundan daha büyük inkılap/lar yapabileceklerdir. Şimdilik bu tür inkılap görülüyor. Ama bir asır evvel insanların bugün ulaşılan teknik seviyeyi bilmeleri çok zor idi.
Şunu belirtmemiz gerekir ki, insanlık bu seviyeye ulaşmışsa, geçmişteki çalışmalarla ulaşmıştır. On dokuzuncu asırda insanlar her şeyi keşfettik, bizden sonrakiler ne keşfedecekler demişlerdir. Fazla haksız da sayılmazlardı. Çünkü onlar bugün bildiğimiz doğa kanunlarını keşfetmişlerdi. Onların bilmediği, bizim bildiğimiz bir doğa kanunu yoktur. Işık hızı, atalet kanunları, elektrik kanunları; hepsini biliyorduk. Belki kuantum teorisini bilmiyorduk.
Ama bunların uygulaması yani meyvelerini toplamak yirminci yüzyıla nasip olmuştur. Bu nimetlerden dolayı Allah’a en çok şükretmeleri gerekirken, küfür ve inatta da o derece ileri gittiler. Tanrı’yı yok saymaya, dinleri ortadan kaldırıp inançsız bir sömürü dünyası kurmaya kalkıştılar. İşte bu şekilde Rahmana küfrettiler. Onlar hem inkâr ettiler hem de nankörlük yaptılar. Denebilir ki, tarihte bu kadar nankör ve inkarcı başka bir asır olmamıştır.
“VeHum Yekfurûne bi’r-Rahmâni”ye bu kadar uyan başka bir asır bulamazsınız.
Gelecekte de her halde olmayacaktır.
Ümmet nekre gelmiştir. Âyet Asrı Saadete işaret etmiyor.
Demek ki bilhassa asrımıza işaret ediyor.
Bu küfür asrı ne yaptı?
Marks’ın talimatlarına uyarak aileyi, mülkiyeti, dini ve devleti yok etmeye kalkıştı. Mesela başörtüsü yasağ,ı hâlâ bu kâfirliğin sürdürülmesidir.
İşte böyle bir karanlık zalim çağ içinde yeni resul/başkan gelmektedir. Bu karanlık asırda kırk milyon insan öldürülmüştür. Kitle imha silahları pervasızca kullanılmıştır.
İnsanlık tarihi yirminci yüzyılı anlatırken, en çok keşiflerin asrı diyecekken, en büyük zalim asır diye anacaktır.
İşte Birinci Adil Düzen Çalışmaları bu zalim asrı normal asra döndürmeye çaba göstermektedir. Bunu fazlasıyla başarmışlardır. Dünyanın çehresi değişmiştir. Türkiye ve dünya Adil Düzen Çalışanlarının çabaları sonunda buraya kadar gelmiştir. Bugün Rusya’da Putin varsa, ABD’de Obama varsa, bu Türkiye’de Millî Görüş diye başlayan bir hareketin “Adil Düzen”i dünyaya duyurması ile olmuştur. Yirminci yüzyılın tarihini yazanlar bizim tahlillerimizi göz önüne almak zorundadırlar.
Birinci “Adil Düzen” adımımızı attık, zalim düzeni tarihe gömdük. Allah gömdü. Ama “Adil Düzen”i henüz getiremedik. İşte İkinci “Adil Düzen” Çalışması budur. Bunun ilmini İkinci Adil Düzen Çalışanları olarak siz yapacaksınız. Biz size işte bu yardımı yapmaktayız.
قُلْ هُوَ رَبِّي (QuL HuVa RabBIy) “O Rabbimdir de.”
Bütün dinler mehdiyi beklerler, onu tanrılaştırırlar. Oysa Cebrail’in kendisine geldiği kişi bir resulden/başkandan başkası değildi. Allah ona imkanlar verecektir. Ama kendi çabaları da buna elbette eklenmiş olacaktır.
Türkiye’de Bediüzzaman bir mehdidir, Erbakan bir mehdidir.
Mehdi olanın ilk işi: De ki Rahman benim Rabbimdir diyecek. Yani iktidara getiren, onu o mevkiye ulaştıran çevresindeki insanlardır. Eğer vefakar ise o onların isteklerini yerine getirmelidir. Hayır, o diyecektir ki, benim Rabbim siz değilsiniz, Rabbimdir; Rahman olan Rabbimdir. Çünkü O bana bu meziyetleri vermeseydi siz bana cemaat olmazdınız. Demek ki sizi bana bağlayan O’dur. Rabbim size ilham etmeseydi beni desteklemez veya bana oy vermezdiniz. O halde ben sizin heva ve heveslerinizi yerine getirmeyeceğim, Rabbimin emirlerini yerine getireceğim. O benim hayrıma olacağı gibi sizin de hayrınıza olacaktır. Rahmanı rab kabul etmeden mehdi olunamaz. Eğer bir lider ben bir daha nasıl seçilebilirim, eğer bir lider beni seçenleri memnun edeyim diye düşünürse, o kimse mehdi olamaz.
Gelecekte “Adil Düzen”i uygulayacak olan kimsenin birinci vasfı budur.
“Adil Düzen”i ağzına alamayan, “Millî Görüş”ü gelenek diye değerlendiren bir kimse mehdi olamaz. Geleneğe uymak Allah tarafından en çok reddedilen bir şeydir. Sadece bir söz, bir davranış bile onun mehdi olup olmadığını ortaya koyar. Eğer ‘çevre ne der’ deyip ona göre söylüyorsa, halkın isteğine göre neşriyat yapıyorsa, o münafıktır. O tür bir anlayışın sahibi “Adil Düzen”in getiricisi olmayacaktır.
Resul/başkan odur ki, mehdi odur ki, halkın hoşuna giden şeyleri değil, halk için iyi olan şeyleri, Allah’ın hoşuna giden şeyleri söyler. İktidara öyle talip olur.
Sokrat da, Ebu Hanife de, hakkı anlatmanın bedelini canlarıyla ödemişlerdir.
Halk kendi çıkarlarını, insanlar ayrı ayrı çıkarlarını düşünür. Resul/başkan ise topluluğun çıkarını düşünür. Bunlar birbirine zıt olan şeylerdir. Herkes az vergi vermeyi hedefler, halk ise hiç vergi vermek istemez.
Peki, resul/başkan halkın hoşuna giden şeyleri nasıl yapacak?
Vergiyi almayıp devletini yıkacak mıdır?
Halk adil olmak şartıyla başkanın topluluk için uyguladıklarına rıza gösterir. Kendi topluluğunu ve yarınını düşünme adına zulmetmeyen başkana ihtiyaç vardır. Halk bunu destekler, buna oy verir. Çünkü Rabbinin istediğini yapmaktadır.
Zaten eğer böyle biri topluluk değilse, halk “Adil Düzen”e layık değildir demektir. Mehdi resul de onlara başkanlık yapamaz. Erbakan on bir ay sonra başbakanlıktan gitti. Ama hiçbir şey yapmayan, zulüm düzenine odun taşıyan, taşımakta gayretkeş olan Erdoğan hâlâ orada duruyor. Çünkü bu halk onu istemektedir.
Ancak burada ne halkı ne de Erdoğan’ı suçlayamayız.
Suçlu olan biziz, biz Adil Düzen Çalışanlarıdır. Biz yeteri kadar Adil Düzen ilmini gösteremedik ki onlar bize inansınlar. Bu durumda orada ya Ecevit oturacak veya Erdoğan oturacak; orada mehdi/resul/başkan oturamaz.
Ben eğer Erdoğan’ın yerinde olsam imana gelirim, tevbe ederim, ben “Adil Düzen”i öğrenecek ve onu uygulayacağım derim. İstifa eder ve meclise dönerim. Orada benim gibi idare eden bir arkadaşı bırakırım.
Gül’ün yerinde olsam istifa ederim. Zulüm düzenine odun taşıyacağıma, “Adil Düzen” için mecliste çalışma yaparım. Orada bir askeri oturturum. Ben bunu söylerim diye onun yakını milletvekili Mehmet Tekelioğlu, Gül görüşmek istediği halde beni görüştürmedi.
Bunlar benim çok yakınlarım oldukları için onlar adına korkuyor ve üzülüyorum.
Sonra ne yapardım?
Bu zatların yerinde olsam, Millî Görüşçülerle ve Akevler’deki Adil Düzen Çalışanlarıyla, hattâ Gülencilerle irtibata geçer, “Adil Düzen Anayasası”nı hazırlardım. Gelecek seçimde halkımın huzuruna onunla çıkardım. Yüzde altmış oy verirlerse başbakan olur ve “Adil Düzen”e geçmeye başlardım. İstediğim oy seviyesini vermezlerse, ertesi seçime kadar hazırlığa devam ederdim.
Bülent Arınç, kendi babasının malı imiş gibi verilen emanete ihanet etmiş, meclis başkanlığını başkasına devretmiştir. Ondan sonra da bizimle görüşmeme saygısızlığını göstermiştir. Ben kendi çıkarım için bir şey istemeye gitseydim benimle görüşmemekte haklı olabilirdi. Ama ben Allah’ın bana öğrettiklerini hatırlatmaya gidecektim. Ama o benimle görüşmedi, çünkü o Allah’tan daha güçlü kimseler bulmuştur! Onlardan aldığı teminatla partisi kapanmamıştır. Ama kendisi hukukçudur. Okusun bakalım, verilen kararı. Tekçi AK Parti kapansaydı da öyle devleti yıkacak karar çıkmasaydı.
Ben Saadetçilere İstanbul Büyükşehir belediye başkan adaylığımı teklif ettim; nasılsa kazanamayacaksınız, hiç olmazsa bu vesileyle “Adil Düzen”i anlatalım dedim. Halk oy verirse “Adil Düzen”e sahip çıkarsınız dedim. Onları beni insan yerine koymadılar, yazdığım mektubu okumadılar. Artırdıkları yüzde bilmem kaç, binde bilmem kaç oyla avunuyorlar. Züğürt tesellisi. Bu oy oranlarıyla iktidar olunamaz. Numan Kurtulmuş ile görüşmek istedim, o da görüşmedi. Acaba neden? Görüşmüyor, çünkü “Adil Düzen”i bırakın, “Millî Görüş”ü bile ağzına çok az alıyor.
Bütün bunları ben burada neden anlattım?
Bu tefsirlerim bin sene sonra okunacaktır. Bunlardan hiçbirinin mehdi/resul/başkan olmayacağını ilan ediyorum.
Erbakan ne yapıyor?
Bu yaşa gelmiş o insan, tüm diğerlerinin toplamından daha çok iş yapıyor. Hatalar yapıyor ama peygamberler de hata yapardı. Kimseyi suçlamıyorum. Ama Erbakan mehdidir ve diğerlerinin olma ihtimali yoktur. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Erbakan İran’a giderken Akevler’i götürebilirdi; götürmedi.
Demek ki henüz “Adil Düzen”in ikinci resulü ortaya çıkmamıştır.
Ben size bu dünyayı tahlil ediyorum.
Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini ben söylemiyorum.
Onu ancak ona o görevi veren bilir, kalbini yani niyetini de sadece o bilir.
لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ (Lav EiLAvHa İlLAv HuVa) “O’ndan başka ilah yoktur.”
Yani Rahmandan başka, Rabbinden başka ilah yoktur.
Her topluluk kendisine bir ilah seçer. Topluluğun benimsediklerini tanrısının istedikleri olduğuna inanır, kendi iç düzenini ona göre düzenler. Bununla yetinmez. Her topluluk kendi tanrısının diğer bütün güçlerin üstünde olduğunu iddia ederek kendi tanrısının, dolayısıyla kendi topluluğunun bu dünyayı yönetme yetkisi olduğunu sanır. Ulusun çıkarları için çatışır, tanrının emri ile çatıştığına inanır.
İşte Kur’an bu anlayışı reddederek, “Rahman benin Rabbimdir” demeyi emreder. Ama O’ndan başka ilah da yoktur. O yerlerin ve göklerin Rabbidir. Âlemlerin yani bütün toplulukların Rabbidir. Kur’an bunu ilan ile başlar. Benin tanrım, senin tanrın birdir. Başka ilah yoktur. Rahman benim Rabbimdir. Ama O’ndan başka da ilah yoktur.
Bugün insanlar kendilerine değişik tanrılar icad etmişlerdir.
a) Her din kendisine bir tanrı edinmiş, peygamberleri tanrılaştırmıştır. Müslümanlar ve Hıristiyanlar aynı Tanrı’ya inandıkları halde, peygamberleri farklı olduğu için sanki ayrı tanrı imiş gibi davranıp dini çatışmaları yapmaktadırlar. Oysa peygamberler insanları Allah’a götüren işaretlerdir. O’na varan yolları gösterirler. Kılavuzlarımızın farklı olması gideceğimiz yeri farklı kılmaz. Peygamberleri veya din azizlerini tanrılaştırmak şirktir.
b) Her ulus kendisine bir tanrı edinmiş ve o tanrı çevresinde diğer devletlerle savaşmak ideali içinde yaşamaktadır. Devletlerin kendi varlıklarını korumaları ayrıdır, devletlerin diğer devletleri sömürmeleri ayrıdır. İşte bu şirktir. Oysa Allah insanlığı kendisine halife yapmıştır. İnsanlığı kabile ve şa’blara ayırmıştır. Tek Tanrı’ya inandığımız zaman artık halkların çıkarları ile insanlığın çıkarlarını birleştirmiş oluruz.
c) Tekel sermaye oluşturup tüm insanları onun işçisi yapmak da şirktir. Rahmandan başka ilah kabul etmektir. İşçi-patron değil, ortak-çalışan ortak görerek, faizi ortadan kaldırıp herkese çalışma kredisini vererek insanları eşitlemek. Zenginleri yok etmek değil ama tanrılık koltuğundan indirmek mehdi resulün görevi olacaktır.
d) Karşılıksız para ve insanların o para peşinde koşmaları şirktir. Bugün iman etmek demek karşılıksız parayı reddetmek demektir. Bunu nasıl yapacağız? Bugün aldığımız TL’nin kaç gram altın ettiği bellidir. Dolayısıyla karşılıksız değildir. Günlük işlemlerde o parayı para olarak kabul etmek Allah’a kulluktur, Rahmana kulluktur. Ama bu paranın yarın ne olacağı belli değildir. Karşılığı bilinmemektedir. Onun için borçlanma TL üzerinden değil; altın, demir, buğday gibi reel değerler üzerinden yapılacaktır. O halde ekonomi açısından bugün kelimeyi şehadet nedir? Türk Lirası ile peşin alışverişleri yapma, borçlanmayı ise hakiki yani reel değerler üzerinden yapmadır.
Halkın bunu yapması için bizim kredileşme hesabını açmamız, açtıktan sonra da, ‘ey insanlar, gelin bu hesaptan borçlanın’ dememiz gerekir. Kim ortak hesaba katılırsa o iman etmiş olur. Lâ ilahe illallah der.
İşte biz Adil Düzen Çalışanları bunu yapar ve örnek olarak gösterirsek, onu benimseyen siyasi parti lideri, belediye başkanı veya devlet başkanı mehdi resul olmuş olur.
Evet, size derim ki, bu mehdi resullüğe Putin veya Obama bile adaydır. Yeter ki “Adil Düzen”i kabul edip kendi topluluğunu Kur’an nizamına götürsün.
Kur’an’a inanması gerekmez mi? Mehdi resulün Kur’an’a inanması gerekir. Ama müslüman olması gerekmez. Kendi dininde olur. Bütün peygamberlere inanır ve düzen olarak da Tevrat ve Kur’an düzenini kabul eder. Çünkü başka düzen yoktur.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ (GaLayHi TaVakKaLTu)
“Ben O’na tevekkül ettim.”
Ben O’na tevekkül ettim. Yani size değil, Rahman olan Rabbime dayanıyorum. O’nun dediklerini ve istediklerini yapacağım. Siz kendi çıkarınızı ve hakkınızı koruyacaksınız, ben de devletimizin hukukunu koruyacağım. Bağımsız yargı karşısında eşitiz. Ben O’nun emirlerini yerine getirirken elbette sizin toplu çıkarlarınızı koruyacağım. Ama size hükmetmeyeceğim. Hakim olan Allah’tır. Yani hakemlerdir.
Şimdi burada bir gerçek ortaya çıkar. Taraflardan biri bir hakem, diğeri de bir hakem seçer de, onlar da baş hakemi seçerlerse; bunlar Allah adına, âlemlerin Rabbi adına hükmederler. Hakim olan ne kişidir, ne de topluluktur. Topluluğu temsil eden ben de değilim.
Dünyada çeşitli kavimler vardır. Bunlar insanlığa hizmetle görevlendirilmişlerdir. Bunlardan biri kavim olarak İsrail oğullarıdır. Bugün sömürü şebekesinin temsil ettiği bu kavim binlerce sene insanlığa hizmet etmiştir, bundan sonra da edecektir. Ancak o zaman onun yöneticisi artık İsrail oğullarını değil, insanlığı düşünmek, insanlığın hukukunu korumakla görevli olur. ABD insanlığa hizmet etmeye soyunmuştur. O zaman ABD Başkanı ABD’nin çıkarlarını değil, insanlığın çıkarlarını düşünmesi gerekir. ABD silahlı güce değil, insanlığın silahlı güce dayanması gerekir. Benzer şeyi Putin için de söyleyebiliriz. Süper güç değil, “süper hadim” olacak ve gücünü Allah’ın halifesi olan insanlıktan alacaktır.
Evet, Adil Düzen Çalışanları kendi partilerini değil, tüm ülkeyi, tüm insanlığı düşünürler. Oy gelsin gelmesin bakmazlar. İktidar olup olmadıklarına bakmazlar.
Görülüyor ki, peygamberlerden sonra mehdi resul olmak çok kolay, aynı zamanda çok zordur. “Aleyhi tevekkeltü/ Ben O’na tevekkül ettim” diyebiliyor musun ve dediğini yapabiliyor musun? İşte sen o zaman mehdi resul olmaya namzetsin. Eğer gerçekleri söylerken hesaplara dayanıyorsan sen mehdi resul olamazsın.
وَإِلَيْهِ مَتَابِ (30) (Va EiLaYHı MaTAvBı) “Metabım da O’nadır.”
“Metab” ismi mekandır. Yani benim varmak istediğim de orasıdır. Yahut masdarı mimidir. Gidişim o taraftır demektir.
“Tevbe” demek, anormal halden normal hâle dönmektir.
Günah işlememek asıldır. Günah işleyen yanlış yere gitmiş olur. O günhından dönen tevbe etmiş olur. Ben tekrar “Adil Düzen”e döneceğim. Hem de daha ileri düzene döneceğim. Zaman içinde ona dönüş vardır. Düzen içinde ona dönüş vardır. Yani mehdi/resul/başkan diyor ki, ben Rabbime teslim olup sizleri “Adil Düzen”e götüreceğim. O Rahman olan ve kendisinden başka ilâhı bulunmayanın düzenidir.
Âyetleri takip ettiğimizde ne kadar açık bir şekilde bizlere gidişi göstermektedir.
1- Önce Adil Düzen Çalışanı Âlimler Allah ile ahitleşiyorlar.
2- Bu ahde ensar olmak isteyenler örnek uygulamasını birlikte yaparak halka açılıyorlar.
3- Halk kabul etmeye başlıyor ve direnerek “Adil Düzen”i ekonomide veya halk yaşayışında getiriyorlar. Cenneti adnı getiriyorlar.
4- Kimileri de “Adil Düzen”e karşı çıkıp kendi sefaletleri içinde kalıyorlar.
5- Sonunda bir mehdi/resul/başkanın önderliğinde güçlüler grubu ortaya çıkıyor ve örneği verilmiş “Adil Düzen”i tüm dünyanın rejimi hâline getiriyorlar.
“Adil Düzen”in gelebilmesi için şu oluşum safhalarının geçmesi gerekmektedir.
a) Önce bir cemaat mensupları Adil Düzen Çalışmalarına devam etmelidirler. Bugün Kur’an ile meşgul olma yaygınlaşmış bir şekildedir. Artık insanlar meal ve tefsirler ile meşguldürler. Ne var ki bu oluş “Adil Düzen”i oluşturma istikametinde değildir. Bunun dört sebebi vardır.
1- Bunlar Kur’an’ı bin sene önceki tefsirleriyle ve bunlara dayanan mealleri ile okuyorlar. Oysa Kur’an günümüz ilimleri ile yorumlanmış tefsirlerle okunmalıdır.
2- İkinci olarak Kur’an’ı sadece bir din kitabı olarak okumakta; onun şeriat tarafı, düzen/sistem tarafı, ekonomi tarafı ele alınmamaktadır. Yani ameli salih terk edilmiş ve sadece ibadete hasredilmiş bulunmaktadır.
3- Kur’an Arapçası ve buna dayalı fıkıh usulüne göre Kur’an’ı doğrudan anlama yerine, başkalarının anladıklarının ezberlenmesi şeklinde okunmaktadır. Oysa yapılacak iş, Kur’an’ı eskilerin tefsirleriyle okumak değildir, eskilerin tefsir usullerini öğrenip yeniden tefsir etmemiz gerekmektedir.
4- Henüz içtihat ekolleri oluşmamıştır, ilmî çalışmalarla doğrudan “Adil Düzen”i Kur’an’a söyletme seviyesine gelinmemiştir.
Bunun başarılabilmesi için bu sahada çalışacak insanlara ihtiyaç vardır. Bizim istediğimiz; partilerin, cemaatlerin, tarikatların, yöneticilerin bizi destekleyerek “Adil Düzen”in ilmî tarafını ortaya koyacak çalışmaların yapılması, buna katkı yapacak elemanları bu tarafa yönlendirmeleridir. Akevler bunu başarmak için projeler geliştirmek durumundadır ve bu konuda bütün cemaatlerden yardım talep etmek durumundadır.
ADİL DÜZEN İLMÎ ÇALIŞMALARI VE UYGULAMALAR
Müslümanlar dört halifeden sonra güvenilir bir merci bulamadıkları için Kur’an’dan hüküm çıkarma çalışmalarına başladılar. Bu hususta ilk kurulan ekol “Irak Ekolü”dür. Çünkü en çok yeni sorunlar orada ortaya çıkmış, İslâmî uygulamalar da en az orada bulunuyordu. İhtiyaç insanlara yenilik yaptırır.
Irak’ta böylece ilk olarak “Fıkıh Ekolü” doğdu. Ebu Hanife bu ekolde yetişti ve sonra onun içtihatları bütün dünyaya yayıldı. İkinci olarak Medine’de “Hadis Ekolü” ortaya çıktı ama Malik ona Medine örfünü da ekleyerek Hanefi Ekolü’ne rakip bir ekol geliştirdi.
O dönemde yapılan içtihatlar insanlığa bin sene yetti. Avrupa Uygarlığı da bu müçtehit imamların geliştirdikleri tümevarım metotları ile doğmuştur.
İnsanlık tarihinde ilk gelişen sistematik çalışma Yunanistan’da başlamış, “Felsefe Ekolü” gelişmiştir. İkinci çalışma Araplar arasında gelişmiştir, bu da Fıkıh çalışmalarıdır ve bu çalışmalar sayesinde “Fıkıh Ekolü” doğmuştur.
Bugün de benzer bir çalışmayı yapmak zorundayız. Varsayımlar mukaddes kitaplardan alınacak, sonra müsbet ilim yardımıyla “Yeni Dünya Düzeni” geliştirilecektir. Akevler’in bu hususta kırk yıllık çalışması ve birikimi vardır. Âlimler yetişmiştir. Ancak şimdilik değer verilmediği için bu çalışmalarımız yavaş yürümektedir.
Bu ilmî çalışmaları hızlandırmak için “Bin İlim Adamı” projemiz vardır.
Şurası unutulmamalıdır ki, masa başında felsefe yapılır ama içtihat yapılmaz. İçtihatlar hayatta oluşmuş sorunları çözer. Müçtehit sorunu çözüp çözmediğini görür, ona göre çözümleri geliştirir. Dolayısıyla ilmî/teorik çalışma pilot çalışma/uygulama ile beraber yapılır.
Biz İzmir Akevler’de bu çalışmalara başladık. Büyük sıkıntılarla buraya kadar geldik. O sıkıntılar sebebiyle İzmir Akevler uyumakta, uyanacak günü beklemektedir.
Akevler uygulamasında karşılaştığımız zorlukların başında İslâm cemaatleri olmuştur. Kendi cemaatlerini dağıtmamak için bize karşı cephe aldılar, mensuplarının bize katılmalarını önlemeye çalıştılar.
Bize karşı olan rüşvet şebekeleri olmuştur. Rüşvete ve yolsuzluğa dayanan ekonomi düzeninin düzeleceği korkusu ile harekete geçtiler. Biz onlarla ekonomik değil, bürokratik mücadele vermek zorunda kaldık.
Akevler’e karşı olan siyasiler olmuştur. Biz “Millî Görüş”ü destekliyoruz diye diğer partiler bize karşı cephe aldılar. Millî Görüş partileri de Akevler “Adil Düzen” çalışmasından dolayı cephe aldılar. Bundan dolayı çalışmalarda aksaklıklar oldu.
Sonunda meseleyi rejim sorunu hâline getirip bize resmen saldırdılar.
Bütün bunların sonucunda uygulaması tamamlanmayan bir ilmî çalışma yaptık.
Şimdiki hedefimiz, bizim kırk yıldır uğraşını verdiğimiz ilmî çalışmaları örnek uygulama ile görünür hâle getirmektir.
Bir şeyler anlattığınız zaman, ‘Örneği var mı?’ diyorlar, ‘Biz bunu babalarımızdan duymadık!’ diyorlar. Kur’an’da bunun böyle olduğu var da, bu olayları/gelişmeleri orada okuyoruz ve bu suretle sabredebiliyoruz.
İstanbul uygulamasında daha yavaş ama daha etkili çalışmalar yapıyoruz.
İnşaallah Adil Düzen Çalışanları bu örnek uygulamayı vereceklerdir.
Uygulamada olan projelerimiz ve konular şunlardır:
1- Dergi Çıkarmak.
2- Market İşletmek.
3- İnşaat Yapmak.
4- Muhasebe Danışmanlığı.
Bu ilmî çalışmaların yürüyebilmesi için örnek uygulamalar yapılmalıdır. Bu hususta ortaklıklar kurup ortaklık içinde örnek denemeler yapmalıyız.
Neler yapabiliriz?
1. Dergi
Bir dergi çıkaracağız. Dergiye genç yazarlar katılacak ve seçtiği bir yazarın yazısını alacak, en az yarım sayfasını o dolduracak. Yarısını ise genç yazar kendi yorumuyla dolduracak. Böylece internette böyle bir dergi yayınlanacaktır. Bu sayfaya reklam alınmayacak. Ama hakemler sistemini kabul eden iş adamlarından haftada on lira alınarak adları, adresleri ve işleri yayınlanacaktır. Sonra bu dergi basılacak; reklam paraları ile basılacak. Bakkallara dağıtılacak. Bakkal müşterileri dergileri bedava okuyabilecekler. Temsilcimiz okuyana gidecek ve bir hafta sonra ya dergiyi alacak veya parasını alacaktır. Böylece satılan dergi parasının dörtte biri bakkala, dörtte biri gidip alana, dörtte biri yazarlara, dörtte biri organizatörlere verilecektir.
Bu derginin çıkarılmasına önce Yenibosna’da başlanacak, sonra bütün İstanbul bakkallarına ulaşacak şekle ve seviyeye sokulacaktır. Bu bir “Adil Düzen Dergiciliği” çalışmasıdır. Bunu başardığımızda bir işletmeyi kurmuş olacağız.
Burada şer’î bir incelik vardır. Tebliğ para ile yapılmaz. Bir şey beklenmez. O halde dergiyi para ile satmamız meşru mudur? Onlardan ücret istemek aykırı değil midir? Evet, bu böyledir. Ancak biz bedava okutuyoruz. Çünkü hafta içinde okuyor, sonra dergiyi iade ediyorsa, ondan bir şey almıyoruz. Eğer dergiyi satın almışsa, o zaman ondan para alıyoruz. Aldığımız para okutma parası değil, dergiyi hazırlama ücretidir, kâğıttır, mürekkeptir.
Başka bir şey daha yapıyoruz. Biz dergimize yalnız “Adil Düzen”i anlatan yazılar koymuyoruz, tüm görüşlerin yazılarını koyuyoruz. “Adil Düzen”e karşı olanların da yazılarını koyuyoruz. Parayı biz almıyoruz, herkes kendi yazarını destekleme parasını veriyor. Çünkü bu dergi ancak böyle çıkabilir.
Bir gün gelecek, bu dergi sayesinde İstanbul halkı organize olmuş, bakkallar çalışıyor olacak; işte o zaman dergimizi ortaklarımıza karşılıksız vereceğiz. Hem de on çeşit dergi çıkaracağız, isteyen istediği dergiyi alabilecektir.
İşte tüm İstanbul’da bunu yaygınlaştırmak bizim işimiz değildir.
Ama Yenibosna’da bunun ilk uygulama denemesi bizim görevimizdir. Yenibosna’daki Zafer Mahallesi’nde 60 bin nüfus vardır, 10 binden fazla aile vardır. Onda birinin bile katılması demek, Zafer Mahallesi’nde bu dergi bin adet satar ve yaşar demektir.
Bunu İstanbul’a teşmil etmek artık bizim işimiz değil, iş adamlarının işi olacaktır.
Biz sadece başarılı projeleri hazırlamış ve halkımıza kazandırmış olacağız.
2. Market
Bizim başka bir çalışmamız daha vardır. Bu çalışma market çalışmasıdır. Zafer mahallesinde 40 metrekarelik bir yer market olarak hazırlanmıştır. Her şeyiyle döşelidir, hazır durmaktadır. Buraya gıda ve ev eşyası bırakılacaktır. Burada her şey cirodan pay olarak değerlendirilecektir. Kira cirodan verilecek, ücret cirodan verilecektir Eğer yüz müşteri bulursak, marketimiz normal olarak çalışacaktır.
Sonra bunu örnek göstererek, Yenibosna’da yüz market bir araya getirilerek marketler birliği oluşturulacak ve süper marketlerle yarıştırılacaktır.
Bu çalışma sistem olarak “Adil Halk Ekonomisi”ne dayanır.
Halk ekonomisi de bakkallara dayanır.
Bu başarıldıktan sonra, iş adamları devreye girecek ve tüm İstanbul bakkallarını organize edeceklerdir.
Biz çalışıyoruz…
Bunun başarılı olması O’na aittir, O ne zaman isterse insanların kalblerine ilham eder, onlar da bizi desteklerler. İşte asıl sorun da buradadır.
Adil Düzen Çalışanları, Kur’an’a inanarak Adil Düzen Çalışmalarını yapmalıdırlar.
Biz her hafta çalışmalarımızı www.akevler.org’da yayınlıyoruz.
Kim/ler okuyor?
Bilmiyoruz!
Çünkü bize ulaşan olmuyor.
Ama biz her şeye rağmen sabırla çalışmaya devam ediyoruz.
Allah isterse, onu okuyup ondan yararlanmak isteyenlere yetişenler göreceklerdir ki, bizim dediklerimiz değişmiş olsa da hepsi gerçekleşecektir. Yanlış anladıklarımız hariç diğerleri ortaya çıkacak ve Allah nurunu tamamlayacaktır.
3. İnşaat
Adn cennetleri örneği bir inşaat yüz dairelik bir proje hâlinde hazırlanmaktadır.
4. Muhasebe
Bir de muhasiplik danışmanları olarak bin âlimlik bir projemiz vardır.
Bundan sonra Kur’an üzerinde durulacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-507/ADİL DÜZEN DERSLERİ-337İst., 25 Nisan 2008
ERBAKAN VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
Birinci ve İkinci Cihan Savaşları’ndan sonra Yalta Konferansı’nda “Yeni Dünya Düzeni” oluşturuldu.
Dünya ikiye bölünecek, zengin yerler kapitalizmle, verimsiz ülkeler sosyalizmle yönetilecek. NATO ve Varşova Paktı orduları sözde birbirini ama asıl kendi bloklarını disipline etme amacını güdüyordu. Eskiden müstemlekecilikle yönetilirken, şimdi serbest piyasa ve sosyalizmle yönetilecekti. Gorbaçov’un yeniden yapılanması ile bu oyun sona ermiş ve işe yaramaz olmuştur. 20 yıldır Siyonizm kendisine yeni düşman aramaktadır. Çatışma üzerinde ve tekel yönetime dayalı bir düzen.
1967 yılında kurulan Akevler Kooperatifi, barış üzerinde kurulacak bir dünya düzeni oluşturma gayretine girmiştir. Kendisini hiçbir zaman merkezde oturtmayan Akevler, Hakkı üstün tutan düzene sahip olduklarını kabul ettiği oluşları desteklemiştir. 40 seneden fazla zamandır bu savaşta zafer daima bizim görüşlerimizi benimseyenlerin olmuştur.
Yeni düzen mavi boncuktur. Herkes söylüyor; herkes kendi düzenini söylüyor.
Yeni düzenin adını söyleyeceksin: Bu “Adil Düzen”dir. Bu şeriat düzenidir. Bu hak düzenidir. Bu İslâm düzenidir.
Sana, Müslüman kardeşim, sana söylüyorum, dinle. Sen zalim düzen tarafı mısın.? Sen gasp düzen tarafı mısın? Sen savaş düzeni tarafı mısın? Neden bize karşısın? Neden bize karşı savaşıyorsun?
Ey laik vatandaşım, sana söylüyorum. Sen demokrat değil misin, sen lâik değil misin, sen sosyal değil misin, sen liberal değil misin? Ne istiyorsun bizden, biz sana ne yaptık? Kin ve gayz içinde yerinizi bulun.
Evet, Dünya artık çözüm arıyor. O çözüm de peygamberlerin düzenidir. Ama nedir? İşte onun çalışmasını Akevler kırk yıldır bunu deneyerek yapmaktadır. Başlangıçta bizimle işe başlayanlar bunu bırakıp cari sistemle iş yapmaya başladılar. Bizim çalışmamız onlara yetmedi! Ama biz çalışmaya devam ediyoruz...
*
Erbakan bu hafta İran’ın en yetkili kişileriyle görüşecek.
Erbakan benim anladığım kadarıyla şu görüşleri götürecek.
a) Faizli sisteme son vermemiz için bütün dünya ülkelerinde Millî Görüş partileri kurulmalı veya bir parti Millî Görüşü benimsemelidir.
b) Millî Görüş partilerinin desteği ile tüm dünyada Adil Düzen Enstitüleri kurulmalıdır ve bu enstitüler Hakkı üstün tutan peygamberlerin düzenini ortaya koymalıdır.
c) İran ve Türkiye işbirliği yaparak D-8’lerin çalışmaya başlamasına destek olmalıdırlar. D-8’ler D-60’lara çıkarılmalıdır. D-60’lar da D-160’lara ulaşmalıdır. Buna bütün dünya devletleri katılmalı ve yeni bir insanlık dayanışması oluşturulmalıdır. Bunlara ilimde başta ABD, AB, Rusya, Çin ve Hindistan özel statüleri ile katılmalıdır. Afrika ve Güney Amerika da bu yeni yapılanmada temsil edilmelidir.
d) Hakemlerden oluşan “İnsanlık Yüksek Yargısı” oluşturulmalıdır. 50 milyon nüfus için bir hakem atanır. Bunlar insanlık hakemleridir. Uluslararası çıkan ihtilaflarda bunlardan tarafların seçeceği birer hakem ile hakemlerin seçeceği baş hakemden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı karar vermelidir. BM Güvenlik Konseyi kaldırılmalıdır.
*
Bu esaslar üzerinde anlaşma olduktan sonra.
a) Irak, Afganistan, Filistin, Karabağ, Keşmir, Kosova, Bosna ve benzeri yerlerin sorunları bu hakemlerin kararları ile çözülür.
b) Ermeni soykırımı, Kıbrıs sorunu, Ruhban okulu, İran’ın silahsızlanma sorunu da bu yolla çözülür.
c) Birlikte hazırlığımız karşılığı olan para sorununu çözüp faizsiz kredileşme sistemi getirilmedikçe, sömürü düzeni devam edecektir. Krizler ve savaşlar bitmeyecektir.
d) Bu faaliyete eğer sömürü sermayesi katılırsa kendi gücünü koruyacak, tekelleşmeden ticaretini sürdürecek, insanlığa hizmet edecek ve kendisi de daha beşyüz yıl zenginliğini sürdürecektir. Sömürmede inat ederse, o zaman silah zoru ile fitnesine son verilmelidir.
Bu yazı Erbakan’a ulaştırılmalıdır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-507/ADİL DÜZEN DERSLERİ-337İst., 25 Nisan 2008
NECMETTİN ERBAKAN
İnsanlık uygarlaşmaya başladıktan sonra bin yılda bir uygarlıkta ileri adım atar. Mezopotamya’da Hazreti Nuh ile başlayan uygarlıktan sonra; bin yıl sonra Hazreti İbrahim, bin yıl sonra Hazreti Davut, bin yıl sonra Hazreti İsa, bin yıl sonra İslâmiyet yeni uygarlılar getirmişlerdir. Bunların beş yüz sena arkasından Mısır, Yunan, Roma ve Avrupa uygarlıkları izlemiştir. Yeni uygarlık iki uygarlığın sentezinden doğar.
“III. Bin Yıl Uygarlığı”, Batı Uygarlığı ile Birinci Kur’an Uygarlığı’ndan doğacaktır.
Her uygarlığın oluşturucu kavmi vardır.
Birinci Kur’an Uygarlığı’nı Araplar hazırladılar.
İkinci Kur’an Uygarlığı’nı ise Türkler hazırlayacaklardır.
Uygarlıklar Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında devredip devam edecektir.
Doğu uygarlıkları hukukta ve yönetimde ilerleme kaydeder, Batı uygarlıkları bu yeni sosyal düzene dayanarak ekonomide ve teknikte gelişir. Mevcut hukuk sistemi yetmez, yeni hukuk ve yönetim sistemini kurarlar. Kur’an’a kadar kitaplar yenilenirdi. Kur’an’dan sonra he seferinde Kur’an yeniden yorumlanacaktır. Peygamberlerin yerini de ilim adamları alacaktır. Bugün “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmaktayız. İki uygarlığın sentezinin yapıldığı ülke, merkezî konumu sebebiyle, tarihî ve coğrafî nedenlerle Türkiye olacaktır.
Papa 2. Jean Paul papa olduğunda Müslümanların Kurban Bayramı’nı tebrik etti. Aynı Papa, ‘Türkler İbrahimî dindendir, Avrupa Birliği’ne alacağız’ dedi. Onun bu fetvası Avrupa Parlamento’suna etki etti, üçte iki ekseriyetle Türkiye’nin ortaklığa alınması için oy verdiler.
Bugünkü Papa Türkiye’ye geldi ve Sultan Ahmet Camii’nde semavat ve arzın Rabbine dua etti. Papalık, ‘bugünkü krizlerin kaynağı faizdir’ dedi ve İslâm âlimlerinden faizsiz sisteme dair proje istedi.
Necmettin Erbakan hükümet başkanı yani başbakan iken, ABD Başkanı Clinton ile anlaşma yaparak İslâm ile ABD’nin dostluğunu sağladı. Sömürü sermayesi ile arası açıldı. ABD’deki sekiz yıllık siyasi savaşın sonunda Obama başkan seçildi. İslâm’la barışık olan Clinton’lardan Bayan Clinton dışişleri bakanlığına getirildi.
Dünyada çok büyük bir savaş vardır, “sömürü tekel sermayesi” ile “halk ekonomisi düzenleri” arasında savaş vardır. Barack Hüseyin Obama şimdi kapitalizmden halk düzenine geçmek istemektedir. Din çatışmasına dayanan düzenden, barış düzenine geçmek istemektedir. Amerikalıları karşısına almamak için ruhban okulunun açılmasını, Ermeni soykırımı meselesini ele alıp iki ülkenin halletmesini, Irak’tan asker boşaltılırken Türkiye’nin destek vermesini ve İran’ın nükleer silahtan vazgeçmesini sağlamayı gerçekleştirmek için Türkiye’den yardım istemektedir.
Türkiye de Obama’nın Amerika’da güçlenmesini arzulamaktadır. En zor sorun İran’ın nükleer sorunudur. Bu en zor sorundur. Türkiye bunu çözemezse, yarın İran ile Amerika arasında savaş başlarsa, en zor durumda Türkiye bulunacak, iki taraftan birinin yanında yer almak zorunda kalacaktır.
Bu sorunu kim çözer?
Ancak Necmettin Erbakan çözer.
Cumhurbaşkanı seçimlerinden evvel Süleyman Karagülle Ankara’da yaptığı konuşmasında, Erbakan’ın dünyada sözü geçen en etkili kişi olduğunu, onu cumhurbaşkanı yapmamızda Türkiye’nin ve insanlığın büyük yararı olacağını anlatmıştı. Bu konuşma askerlere ulaşmış ama kimse bu sözleri değerlendirmemişti.
İşte şimdi İran’ı ikna edecek tek adam bulunmuştu; Necmettin Erbakan.
Obama’nın gelmesinden önce Türkiye’de hukuki durum ayarlandı, İran ayarlandı ve Obama gelince peş peşe üç olay birlikte gerçekleşti. Daha önce de Numan Kurtulmuş çatışma siyasetinden taviz vererek makul bir siyasi üslubu benimsemişti.
Alelacele Erbakan İran’a hareket etti. Sorunun acilliği Obama’nın ABD’deki durumudur. Obama en kısa zamanda sorunları çözmezse, orada kolay kolay oturamayacaktır. Türkiye bunu alelacele çözme cihetine gitmiştir.
Bu ayarlama ancak iki aylık bir çaba sonucu yapılabilir.
Peki, iki aydır bu ayarlamayı kim planladı?
Bunu çözmek için önce alternatifleri koyabiliriz.
a) Millî Görüş teşkilatı bunu ayarladı. Bu ihtimal en az muhtemeldir. Buna parti içi dengeler izin vermediği gibi partinin de böyle bir ayarlamaya gücü yetmez.
b) İran’ın bu işi ayarlama ihtimali çok az da olsa mevcuttur. Çünkü İran atom santrallerini yapmakta taviz vermiyor ama şimdi Obama ile de atışmak istememektedir. Ancak ayarlamayı İran yapmışsa gerçekten içten tebrik edilmesi gerekir.
c) ABD bütün bunları ayarlar. Ne var ki oluş şekli pek benzemiyor. Bu iş ancak Obama gittikten sonra olabilirdi.
d) Bize göre bu ayarlamayı Türk ordusu yapmıştır. Bunun dört sebebi vardır.
1- AK Parti’nin iktidara gelmesini ordu desteklemiştir. Karşı çıkmamıştır. Ne var ki AK Parti bekleneni yapamamış, orduya yük olmuştur.
2- Ordunun kendisi de ne yapılması gerektiğine karar verememektedir. İran ile ABD’nin çatışmasını istemiyor ama çözüm de bulamıyor.
3- Ordu şimdi Batı’nın hedefindedir, çünkü Batı Türkiye’nin bağımsızlığına kesin karşıdır.
4- Ergenekon davaları sebebiyle de ordu sıkıntıdadır. Güçlenmeyi istemektedir. Bu da ancak partiler arası diyalogla mümkün olur. Halk Partisi ile dostça geçinen parti Erbakan’ın partisidir.
Kısa zaman sonra kimin planladığı anlaşılacaktır.
Necmettin Erbakan İran’a giderken; savaş değil barış için İran’a gittiğini, yalnız İslâm âleminin değil tüm insanlığın saadeti için gittiğini, ‘Amerikan halkı da mazlumdur’ demek için gittiğini düşünüyorum. AK Partililer zaten Millî Görüşü bırakmazlar demiştir.
Bunların hepsi bizim varsayımlarımızı desteklemektedir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92