1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 352
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 14 - 17 Nisan 2006 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 352. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ
BAKKALLAR BİRLİĞİ
İSLÂMÎ GAZETE İÇİN BİR ÖNERİ
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 14. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمْ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ(54) وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى
لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمْ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(55) ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(56) وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمْ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا
مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ(57)
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ (VaEiÜ QAvLa MUVSAy LiQaVMiHi)
“Hani Musa kavmine kavletmişti.”
Bu sûrede İsrail oğullarının hikâyesine Mısır’dan ayrılma tarihinden başlatmaktadır. Denizi geçiyorlar. Sonra vahiy geliyor, ıcli ittihaz ediyorlar. Sonra affediliyorlar. Musa aleyhisselâm affedilmenin şartlarını anlatmaktadır. Kavmine söylüyor; o gün yaşayan kavmine söylüyor. Burada afv kelimesinden sonra kavminin yine de sağlam durmadıkları anlaşılıyor ki, Musa aleyhisselâm kavmine eskiden yaptıklarını hatırlatarak yeniden onları ikaz etmek durumunda oluyor.
Seçilmiş kavmin yaptıklarını görerek aramızda günah işleyenlere hoş bakmamız gerekmektedir. Biz kendi eksikliklerimizi görmez, başkalarının yaptıklarını büyütürüz. Oysa biz de onlar gibi günah işlemekteyiz ama farkında değiliz. Allah bizi böyle yarattı. Dolayısıyla niçin günah işliyoruz yerine, tevbeyi nasıl yaparız çabasında olmalıyız. Çünkü Allah bizi günah işleyelim ve tevbe edelim diye yaratmıştır. Kur’an bugünkü İsrail oğullarına o günü hatırlatarak; siz de 20-21. yüzyılların ıclini ittihaz ettiniz , tevbe edin diyor.
يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ (YAv QaVMı EinNaKuM JaLaMTuM EaNFuSaKUM)
“Ey kavmim, siz kendinize zulmettiniz.”
Hazret Musa aleyhisselâm kavmine hitap ederek; başkalarına zulmetmediniz, kendinize zulmettiniz diyor. Tarih boyunca İsrail oğulları hep kendilerine zulmetmiştir. Allah’ın kendilerine in’am ettiği Tevrat sayesinde bulundukları yerde hemen üstünlük sağlayıp sonra o halka iyilik edeceklerine, zulme başlarlar. Sonra başlarına olmaz felaketler gelir. Sürülüp ezilirler. Zulüm görürler.
Bugün de Allah onlara büyük nimetler vermiştir. İslâm uygarlığını Batı’ya taşıyarak her iki tarafa üstünlük sağladılar. Bugünkü uygarlık onların faaliyetleri ile ortaya çıkmıştır. Şimdi ise hem Hıristiyanlara, hem de Müslümanlara zulmediyorlar. İran ila Türkiye’yi kapıştıracaklar, sonra her ikisini ortadan kaldıracaklardır. Avrupa ile Çin’i kapıştıracaklar, sonunda kendileri hakim olacaklar. Ancak ne var ki kendilerine zulmedecekler, başaramayacaklardır. Her iki taraf bu fesadı anlayıp onları yemek isteyecek, yine Müslümanlar onları himaye edeceklerdir.
بِاتِّخَاذِكُمْ الْعِجْلَ (Bi itTiPaÜiKuMu eLGıCLa)
“Icli ittihaz etmekle kendinize zulmettiniz.”
Icli, putperestliği ve aceleciliği hayatınızın temeli hâline getirdiniz.
İnsanlar emeksiz kısa yoldan zafer kazanmayı ve zengin olmayı isterler. Büyücülük gibi, kumar gibi, faiz gibi yollara başvururlar. Bunları yapabilmek için Allah’tan başka büyü araçları ararlar. Putlar birer büyü arcıdır. Allah’ın koyduğu kurallar dışında basit yollardan sonuca varmak isterler. işte ıcl budur.
Musa aleyhisselâmın kavmi o zaman ıcli ittihaz ettiği gibi, bugün de İsrail oğulları ıcli ittihaz etmektedirler. Şeraitlerinde ve kitaplarında olmayan yollarla insanlığa hükmetmek ve onları ezmek istiyorlar. Oysa kendilerine zulmediyorlar. Bir gün ezilme ters teper ve dünyalarını da kaybederler.
فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ (Fa TUvBUv EiLAy BAvRiEiKuM) “Bariinize tevbe ediniz.”
“Bari’” ibra eden anlamındadır. “Beri olmak” demek, arınmak demektir. Davayı kazanmak demektir. Suçsuzluğunun belirtilmesi demektir. Sizi affetti, ibra etti. Artık bir daha böyle suçları işlemeyin. “Afv” kelimesini suçu işlememiş gibi yapmak diye yorumlamıştık. Kur’an burada bunun böyle olduğunu teyit etmektedir. Onları ibra ettiğini söylemektedir.
“Tevbe etmek” demek, geriye dönmektir. Doğru olana dönmek demektir. Barışmak demektir.
Onlar Allah’tan hicret edince, Allah da onlardan hicret etmiştir. Onlar özür diler de küsmekten vazgeçerlerse Allah yine onların dönüşlerini kabul edecektir. Bugün de faiz ve zina uygarlığına insanları zorlamaları nefislerine zulümdür. Onları ibra eden Allah’a dönmeleri gerekmektedir.
فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ (FaQTuLUv EaNFuSaKuM) “Nefislerinizi katlediniz.”
İsrail oğulları insanlığı fitne içine sürüklemek için idam cezasını kaldırdılar. Budala Avrupalıları buldular, oynatıyorlar. İdam cezasını neden kaldırdılar? Gayeleri nedir? Böylece devletin temel dayanağı olan idam kalkınca devlet ortadan kalkar. Çünkü ölümden korkmayan insanlar gittikçe suç işler ve bunu kendilerine kazanç aracı yaparlar. Lüks otellere çevirttiği hapishaneler de dinlenme yeri olacaktır. Sermaye tetikçileri kullanacak ve istemedikleri kimseleri ortadan kaldıracaktır. Kendinse karşı çıkan tetikçileri de yine onlara yok ettirecektir. Böylece oluşturacağı terörle dünyayı emri altına alacak ve tek devlet hâlinde yönetmeye çalışacaktır. İşte bu amaçla idam cezasını kaldırmakta, cezaevlerinde eziyet yasaklanmaktadır.
Savaşı ve silahlanmayı meşru saymamaktadır. Bugün İran’a saldırmasının sebebi budur.
“Nefislerinizi öldürünüz” demek, içinizdeki suçluları öldürünüz demektir. Kısas hükümlerini uygulayın demektir. Açık ve net ifade ile; idam cezasına karşı çıkmayın demektir.
Bu âyetin manâsı ancak bugün ancak açık olarak anlaşılmaktadır.
ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ (ÜAvLiKuM PaYRun LaKuM GıNDa BAvRiEiKuM)
“Bariiniz indinde sizin için bu hayırdır.”
Sizi tebriye eden Allah’ın indinde aranızdaki suçlulara merhamet etmemelisiniz. İdam cezasını koymalısınız. Yoksa fitne dalgası o kadar büyür ki, sizin servetiniz size kalmaz. Her tarafı o sizin ürettiğiniz eşkıyalar yağmalamaya başlar, paralı olarak tuttuğunuz adamlar onlarla savaşamaz ve onları yenemez. Dolayısıyla bu tür gayrimeşru sisteme dayanan bir hakimiyet peşinde olmayınız. Çünkü kısasta hayat vardır. İdam cezasını getirmekle ölenlerin sayası onda bire düşmektedir. Getirmezseniz, siz öldürmezsiniz ama onlar sizi öldürürler. Çok daha fazlası can gününden önce ölür.
فَتَابَ عَلَيْكُمْ (Fa TAvBa GaLaYKuM) “Üzerinize tevbe etti.”
Sizinle barışıldı. Yani, siz onunla barışmak istediniz, o da sizinle barıştı. Dönüşünüzü kabul etti.
Allah Hazreti Adem’i yarattı. Günah işledi, tekrar düzene girildi. Bu dünya böyle bir dünyadır. Günah edilecek, tevbe edilecek ve tevbe kabul edilecektir. Gece olacak, gündüz olacak, yaz olacak, kış olacak ki insanlar yollarını bulsunlar, gidecekleri yerlere gitsinler. Şirk ettiler affetti, devam ettiler tevbelerini kabul etti.
إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ(54) ا (EınNaHUv HuVa elTavVABu elRaXIMU)
“Çünkü rahim olan tevvab O’dur.”
Allah İsrail oğullarının tevbelerini kabul etmiş ve onlarla barışmıştır. Ondan sonra onara vaat ettiği toprakları nasib etmiş ve İbrani uygarlığını kurdurmuştur. Nuh uygarlığı ilk uygarlıktır ama İbrani uygarlığı büyük uygarlıktır. Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman zamanında Ortadoğu’ya hakim olunmuştu. Akdeniz onların gemileri ile göl hâline gelmişti.
Demir sanatı onlar zamanında yaygınlaştı. Dokumacılıkta standartlar onların zamanında geldi. Anayasal bir devlet onlar zamanında tesis edildi. Ekonomide devletçilik onlar zamanında gelmiştir. Laikliğin kurucuları onlardır. Yunan uygarlığı onların etkisiyle oluştu. Hıristiyanlığın peygamberi Hazreti İsa onlardandır. İbrani uygarlığını dünyaya ulaştırmıştır.
Bugün de ekonomi bakımından dünyayı İsrail oğulları ellerinde tutuyorlar. Hıristiyanlık da en büyük güç olarak ortadadır. İslâm uygarlığını Batı’ya taşıyanlar onlardır. Bugünkü uygarlık onlar sayesinde oluşmuştur.
Demek ki Allah onların tevbelerini kabul etti, merhamet etti ve bugünkü seviyelere ulaştırdı.
***
وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى (Va EiÜ QuLTuM YAv MUvSAy) “Hani, ‘Ey Musa’ demiştiniz.”
Allah insanları öyle yaratmıştır ki, kendilerine bir başkan edinirler. Herkes o başkana itaat eder, ama aynı zamanda birlik olup ona muhalefet ederler. Başkan artık onlardan biri değildir. Onların itaat ettikleri ama aynı zamanda fikren karşı çıktıkları biridir.
Hazreti Musa peygamber de hep böyle kendi kavmi ile didişmek zorunda kalmıştır. Hazreti Harun peygamber olduğu halde o da halkı ile bir olmuştur. Başkanla halk arasında bir denge oluşacaktır.
Burada İsrail oğullarına geçmişte olan olaylar şimdi anlatıldığından onlara bir ders verilmektedir.
İsrail oğullarının bugün hiç de iyi olmayan durumları vardır. Çok başlı durumdadırlar. Amerika’daki sermayedar Yahudiler başları belli olmayan bir grup oluşturuyor, tüm fitnenin kaynağı onlardır. İsrail’de bir devletleri vardır. Cumhurbaşkanları vardır, başbakanları vardır. Bir baş onlardır.
İsrail güya dini devlettir. Ama Filistin’deki baş hahamın adı bile okunmuyor, başka bir baş teşkil ediyor. İstanbul’da bir hahambaşı vardır, ABD ve İsrail dışındaki Yahudileri onlar temsil ediyorlar. Onlarda henüz denge oluşmamıştır. Aralarında Musa’nın temsilcisi ortaya çıkmamıştır.
Gelecekte Müslümanların koruması altında İsrail devleti oluşacaktır. Siyasi güç değil, dini güç orasını yönetecektir. Orası papalık gibi ama büyük bir topluluk olacaktır. Vatikan’ı nasıl İtalya koruyorsa, İsrail’i de Müslümanlar koruyacaktır. Dini yönetim olacaktır, böylece daha barışçı olacaklar, daha ilmî ve ekonomik bağımsızlığı içinde insanlığa hizmet edeceklerdir.
لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ (LaN NuEMiNa LaKa) “Sana inanacak değiliz.”
Hazreti Musa Mısır’da Firavun’la mücadele ediyordu. Mısırlılar bundan yararlanmıyorlardı, ama İsrail oğulları bu mücadele ile eğitiliyorlardı. Bu sayede göçe ikna edilmişlerdi. Hicret etmek üzere yola böyle çıktılar. Çıkışları dinî olduğu kadar da siyasî idi. Artık cephe kurulmuştu, orada kalamazlardı.
Bugün bizim için de durum budur. Milli Görüş ile ortaya çıkan cephe, Müslümanlarla Müslümanlar arasındaki cephedir. Başlangıçta Nurcular, Süleymancılar, Tarikatçılar karşı çıkmışlardır. Ama şimdi ister istemez AK Parti’nin yanında yer almışlardır. Zaman ilerledikçe ve karşı tarafın zulmü arttıkça Hareketçiler, Doğru Yolcular, Anaplılar bu cephede yerlerini alacaklardır. Buna zoraki iman diyoruz.
İsrail oğullarının durumu da bu idi. Hazreti Musa’ya zoraki inanmışlardı. Onun için her vesile ile ona karşı çıkıyorlardı. İnanacak değiliz diyorlardı. Yani, inanmamış olduklarını itiraf ediyorlardı. Bugün de “Adil Düzen”e karşı böyle bir direniş vardır. Bunları hep hoş karşılamalıyız.
حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً (XatTAy NaRa elLAHa CaHRaTan)
“Allah’ı cehraten görmedikçe inanacak değiliz, demişedir.”
Hazreti Musa peygambere “Allah’ı cehraten görmemiz gerekir” demişledir!
Allah neden açık olarak görülmemektedir? Oysa Allah cehraten görülmektedir. Mesela, karşınızda kardeşiniz var, arkadaşınız var, siz onu cehraten görüyor musunuz? Hayır; sadece ondan size gelen ışığı görüyorsunuz. O sebepledir ki gerçek olarak gördüğünüz arkadaşı filimde de aynı şekilde görüyorsunuz, ama orada kimse yoktur. Bizim bütün bilgilerimiz nedir? Sadece onlardan gelen ışık veya sesle biliyoruz. Kimse elektriğin ne olduğunu bilmez, ama ışık verdiği için, ısıttığı için, çarptığı için onun varlığını kabul ediyoruz. Maddeyi kimse göremez, sadece etkilerini görürüz. Buna göre Allah en çok görünendir. Çünkü kendi varlığımız bile O’nun varlığı olarak ortaya çıkmaktadır.
Allah’ı görebilmeleri nasıl mümkün olacaktır? Tanrı ancak tanrıyı görür. Bir ağacın hayvanı görmesi nasıl mümkün değilse, hayvan nasıl insan bilincine ulaşamıyorsa, insan da Allah’ın zatına ulaşamaz. İnsan insanla Allah’a ulaşmaktadır. Peygamberler de meleklerle Allah’a ulaşmaktadır.
Şimdi bize ne diyorlar? “Adil Düzen”i anlattığımızda; ‘Bir yerde var mı, görelim’ diyorlar. Gayba iman etmemektedirler. Gördüklerine inanıyorlar. Gelecek yılda olacaklar şimdi görülmüyor. Peki, şimdi görülmüyorsa vakti gelince olmayacak mı? Geçmişte olanlar şimdi görülmüyor, o halde onlar yok mu idi? Tepenin arkasını göremiyoruz, o halde o yok mu? Gözlerinizi kapattığınız zaman hiçbir şey göremiyorsunuz, görünenler yok mu oldular? Adil Düzen işletmeleri için de hep böyle söylüyorlar. Eğer insan görülmemişleri icad etmeseydi bugün bilgisayar olur mu idi? Küfrün bahanesidir. Onlar gördükleri zaman da inanmayacaklardır.
فَأَخَذَتْكُمْ الصَّاعِقَةُ (Fa EaPaÜaTKuMu elÖAGıQaTu) “Saika sizi ahzetti. Yıldırım sizi çarptı.”
Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Bunu söylediğinizde hemen çarptı anlamına gelebilir. Yahut sebebiye olur; bu sebeple sizi yıldırım çarptı denmektedir.
Burada “yıldırım çarpması” hakiki olabildiği gibi, mecazi manâda da olabilir. Nitekim bundan sonra “Siz nazar etmekte idiniz.” deniyor.
Çarptıktan sonra bakma mümkün olmayacağına göre, buradaki çarpma yıkılış, çöküş çarpmasıdır. Buradaki saika mecazidir. Çünkü çarpılan göremez.
“Sizi ahzetti” deniyor. “Küm” denmeseydi, o zaman yıldırım düşer, onlar da bakmış olabilirlerdi. Bir topluluğa yıldırım çarparsa ne olur? Düzenleri bozulur. Kişiler sağ kalabilirler ama toplulukları paramparça olur. Bir arabanın parçaları dağılsa araba iş göremez olur. O araba ölmüştür. Toplulukta da fertler birbirinden kopunca, şeriatları ve yöneticileri kalmayınca o topluluğa yıldırım çarpmış olur.
وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(55) (VaEaNTuM TaNJuRUvNa) “Siz nazar etmekte idiniz.”
Kendileri kişiler olarak yaşıyordular. Ama düzenleri bozulduğu için sıkıntı içinde idiler. İkinci Cihan savaşının sonunda imparatorluk dağılmıştı. Devletleri kalmamıştı. Herkes kendi dünyasında çabalıyordu. İşte o durum yıldırım çarpmasıdır. Halka bir şey olmayabilir. Ama toplulukları dağılmış olur. Halk o dağınıklık hâlini görürler. Dağılmayı da seyrederler.
“Adil Düzen”i görelim diyenlerin akıbeti de böyle olacaktır. Düzenleri yıkılıp perişan olacak ve onlar bu perişan hallerini seyredip duracaklardır.
***
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ (ÇümMa BaGaÇNAvKuM) “Sonra sizi ba’settik.”
“Ba’setmek” diriltmek demektir. Bahsetmekten dönüşmüş kelimedir. Eşeleyip topraktan patatesi çıkarır gibi ölüyü çıkarmak anlamındadır. Aradan zaman geçmiştir. Halk sıkıntılarını duymuştur. Sonra yeniden topluluk düzeni geri gelmiştir. Kişiler topluluktan mahrum iken yine topluluk içine katılmışlardır. Meclise gönderilen milletvekillerine “Meb’us” denmektedir. Çünkü oraya girmiş ve şurada bulunmuş olmaktadırlar.
مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ (MiN BaGDi MaVTıKuM)
“Mevtinizden sonra sizi ba’settik.”
Buradaki mevt topluluğun dağılmasıdır. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıdır. İsrail oğulları da böyle dağılmışlardı. Allah’ın cehraten görmek isteyince O böyle göründü.
Allah’ı görmek demek, topluluğun yönetimini görmek demektir. Yönetim ise görülmez. Ama ne olur? Yönetim yok olunca o zaman devletin ne olduğu görülür. Allah’ı görmek de böyledir. Devlet olmazsa nasıl ki düzen bozulur ve yokluğunu hissedersek, eğer Allah elini eteğini kâinattan çekse neler olur? İşte o halde şimdi olanlar Allah’ın görüntüsüdür. Sonra Türkiye’de ne oldu, yeniden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. İsrail oğulları da tarihte böyle dağılmayı görmüşlerdir. Sonra onlar da yeniden toparlanmışlardır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(56) (LaGalLAKuM TaŞKuRUvNa) “Şükredersiniz diye bunları yaptık.”
Bu hitap bugünkü İsrail oğullarınadır. Bakınız biz o zaman İsrail oğullarını yeniden dirilttik. Böylece İbrani Uygarlığı doğdu. Eğer biz bu diriltmeyi yapmasaydık, bugün siz varolmazdınız. Size in’âm etmeye o tarihte başladık, şimdi varsınız. Şükretmeniz gerekir. Şükretmelisiniz.
“Şükretmek” demek, karşılığını yerine getirmek demektir. Artık şeriat düzenine dönünüz, faizden vazgeçiniz, zinayı yaygınlaştırmaktan vazgeçiniz, savaşların fitnesi olmayınız. İslâm’a geliniz, barışa geliniz. Çünkü Allah indinde din barıştır. Gelin Adil Düzen çalışmalarına katılın. Zalim düzenden size hayır gelmez. Zalim olanlar kendilerine zulmetmiş olurlar. Mazlum halklar yok olmaz, zalim halklar yok olur.
Sovyet halkı yerindedir. Çöküp giden zulmedenler olmuştur.
500 yıldır insanlığa yaptığınız zulmün sonu gelsin de siz de kurtulun, insanlık da kurtulsun.
***
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمْ الْغَمَامَ (Va JalLaLNAv GaLAYKuMu eLĞaMAMe)
“Onların üzerine gamamı tezlil ettik.”
Güneş denizleri ısıtır, su buharı yükselir. Sonra rüzgar onu sürükler, dağlara çarparak yağmur olur. Yağmur toz toprakla karşılaşmadığı sürece yağmur hâline dönüşür. Yani, su 100 derecede yağmura dönüşür ama toz zerreleri olmadıkça dönüşmez. Yahut elektrikî şarj olmadıkça dönüşmez. Yağmur duası bu şarjı yapar ve yağmur yağar.
Sina Çölü’ne gelen İsrail oğulları yağmursuz çölde ve sıcak bir durumda kalmışlardır. Ancak kendileri yerleşip de çadır kurduklarında oralardan çıkan soluma buharları ve elektrik kaçakları yukarıdan geçen bulutları etkilemiş ve gölge yapmıştır. Bugün de kentlere girdiğiniz zaman kentlerin üstüne çöken sis oranın sıcaklığını yükseltmekte, hava kirliliği de o yapmaktadır. Bunun için uygun yerde yerleşmeleri gerekir. Rüzgar yüksekten geçmelidir. Sis aşağıya doğru çekerek alıp götürmemelidir.
Allah Sina Çölü’nde böyle yerleri yaratmış ve İsrail oğullarına buralarda yerleşme hissini veya ilmini vermiştir. Böylece çölde uzun zaman kalabilme imkanını bulmuşlardır. Gündüzün güneşten korur, geceleri de soğuktan korur. Aslında bu olay çöldekiler tarafından bilinmektedir. Hazreti Muhammed aleyhisselâmı da bir bulut takip etmiştir.
وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُم الْمَنَّ وَالسَّلْوَى (Va EanZaLNAv GaLayKUMu elManNa Va elSaLVAv)
“Üzerinize menni ve selvayı indirdik.”
“İnzâl etmek” kondurmak demektir. Konağa “menzil” denmektedir.
“Menn ve Selva” kondurulmuştur.
“Menn” bazı bitkilerin yapraklarında oluşan tatlı bir sıvıdır. Bitkiler bu sıvıyı böcekler ziyaret etsin diye üretirler. Böylece tozlaşmaya yardım eder. Yahut tohumları taşısın diye kuş ve memeliler için salarlar. Bunların yerleşmesi ile gökte gölge oluşuyor. Gölgede bu bitkiler oluşmaya başlıyor. İsrail oğulları da bu bitkilerdeki tatlı sıvıları toplayıp kendilerine yiyecek yapıyorlardı
“Selva” da bir kuşur. Bıldırcın diye tercüme ediyorlar. Sina Yarımadası göçmen kuşların güzergahı üzerindedir. Asya ve Avrupa’dan gelen kuşlar Sina Yayrımadası’ndan geçerek Afrika’ya, hattâ güney kutbuna giderler, sonra da aynı güzergah üzerinden dönerler.
İşte kuşlar mennin bulunduğu çadırların olduğu yerden sürü ile geçmeye başlamışlardır. Böylece onların avlanması ile et elde etmiş ve geçinmeye başlamışlardır.
Sina Yarımadası’nın mümbit hâle getirmemiz için Allah’ın bu bildirdiklerinden yararlanabiliriz.
Yüksek yapılı binalar yaparsak, bu binalar dağların görevini görebilir. Yağmur yağmaya başlar. Bol güneşli bu yerlerde mennli bitkiler yetişir. Kuşlar buralardan geçerken konaklarlar. Onlar da balıklar gibi avlanarak geçinme sağlanabilir. Doğada denge vardır. Kuşlar belli sayıyı geçerlerse besin bulamazlar. Kuşları avlayan hayvanlar onların soyunu dengeli tutarlar. Biz kuşları avlayan canavarların yerine geçebiliriz. Sürü çoğaldığı zaman eğer canavar sürüsünü onlardan uzak tutarsak, biz onlardan zayıf onları ve yaşlıları avlayarak dengeye biz getirmiş oluruz. Nitekim şimdi koyunlarımızı kurtlardan uzak tutuyor ve dengeyi biz koruyoruz.
Çam balı da bir tür mennden elde edilmektedir.
Kuşların eti Kur’an’da cennet taamı olarak gösterilmektedir. Kur’an’ın bu bildirmesinden anlıyoruz ki, kuş gribi muafiyetli bir griptir. Eğer onlarla sık temasa başlarsak bağışıklık ortaya çıkar ve göçmen kuşlar bizim ana besin maddemiz olabilir. Çünkü ehlileştirilmemiş hayvanlar tüm vitaminleri taşırlar.
كُلُوا (KuLUv) “Eklediniz.”
“Ekl etmek” tüketmek anlamındadır. “Ekle” ağaçları kemiren kurttur.
Bir şeyi tüketmek ekldir. Elbiseyi giyip eskitmek de sonunda bir ekldir.
“Taam” ise besin maddelerini yemek ve doymak anlamına gelmektedir.
Burada İsrail oğullarına “eklediniz” denmektedir. Yani, kazancınız helalinden olsun demektir. Helal kazançtan harcayınız demektir. Yalnız yiyeceklerin değil, tüm ihtiyaçların helallerden karşılanması gerektiğini ifade etmektedir. Onlara bu ihtarı özel olarak yapmış olmasından onların helali ekletmedikleri anlaşılmaktadır.
Faizi meşrulaştıran İsrail oğulları haramın içine hem kendileri batmış, hem de insanlığı batırmışlardır. Sermaye terakümü için faizin zorunlu olduğunu ileri süren sermaye, bütün dinlerin ve felsefenin haram saydığı faizi meşrulaştırmışlardır.
Faizin tarifini yaparsak; bir toplulukta mal artmadan satın alma gücü artarsa o faizdir.
Diğer taraftan ekonomide de mal artmadan satın alma gücü artarsa enflasyon olur.
O halde enflasyon faizin makrosudur. Faiz de enflasyonun mikrosudur.
Enflasyon fiyat ve ücret anarşisini doğurur. Sonunda işsizlik ortaya çıkar. İşsizlik açlık demektir. Borçlanma zorunluluğu ortaya çıkar. Borç ödenemeyince borcu kapatmak için yolsuzluk olur. Yolsuzluk rüşveti doğurur. Rüşvet ise zamanla baskıya dönüşür. Çünkü halk rüşvet veremez hal alır. Halbuki görevliler hayatlarını rüşvetle sürdürür olurlar. Baskı isyana neden olur ve sonunda anarşiye gider ve topluluk ölür.
İşte, genel olarak tüketimin helalden yapılmasını istediği için “Taam edin” denmemiş de, “Ekledin” denmiştir.
مِنْ طَيِّبَاتِ (MİN OayYıBAvTı) “Tayyibattan.”
Rızkın tayyibinden eklediniz.
“Tayyib” demek, bozuk olmayan, habis olmayan demektir. Elma bize helaldir, ama onun çürümüşü helal değildir. Besin olarak normal vasıfta olanları yemek gerekmektedir. Olgunlaşmamış bir meyve yenmeyeceği gibi çürümüş meyve de yenmez. Süt ve yoğurt gibi besinlerin de bozuk olanları yenmez.
Diğer canlılar için tayyib olmak yeterlidir. Oysa insanlar için tayyib olarak bu yeterli değildir. Ayrıca helal kazanç olmalıdır. Başkasının mallarını yemeyeceksiniz.
Oysa bugün toplulukta helal mal kalmamıştır. Her türlü hile, kaçakçılık, vergisi ödenmemiş rüşvetli bir hayat hakim kılınmıştır. İlâhi olmayan düzenle her şey bugünkü hâle getirilmiştir.
İsrail oğullarına Allah diyor ki, artık tayyibatı ekledin. Tayyibat da ancak “Adil Düzen” ile elde edilebilir. Allah onlara, “Adil Düzen”in kurulması için çalışınız diyor.
مَا رَزَقْنَاكُمْ (MAv RaZAQNAvKuM) “Rızk ettiğimizin tayyibini eklediniz.”
Tayyib, habis karşılığı bir kelimedir. Allah canlılar âlemini birbirine muhtaç ve birbirini dengeleyecek şekilde yaratmıştır. Her canlı için bir rızık yapmıştır.
Mesela, arılar balözü veya meyve suyu ile geçinirler. Mideleri katı maddeleri sindirecek durumda değildir. İpek böceği yalnız dut yaprağı ile geçinir, armut yaprağını yiyemez. Her canlı başka canlının rızkıdır. Bitkiler dışında her canlı başka canlılardan geçimidir. Dolayısıyla her canlının rızkı vardır. Bitkilerin rızkı da ışıktır. Allah insanlar için de rızıklar yaratmıştır. İnsanın rızkı olarak şunları sıralayabiliriz.
a) İnsanın temel rızkı bazı meyvelerdir. Bu meyveler ağıza alındığı zaman armut gibi tatlı olmaktadır. Ama birçok meyve vardır ki insan için zehirdir. Cevizin yeşil kabuğu zehirdir. Meyvelerden az sayıdakiler insana besindir, rızıktır. İnsan için tayyibat onlardır.
b) Bazı bitkilerin yaprakları veya kökleri de insanın yiyeceğidir. Bunlar daha çok pişirilerek yenir. Lahana yaprağı yenir de meşe yaprağı yenmez.
c) Geviş getiren çifte parmaklı hayvanlar da insan için rızıktır. Diğer memeliler ise rızık değildir. Kuşlardan da bazıları rızıktır. Bunlar kesilerek ve pişirilerek yenmektedir.
d) Balıklar gibi bazı ilkel canlıların etleri de heladır. Kesmeye gerek yoktur.
İşte bunlar insan için tayyibdir. Çünkü insanların mideleri bunları sindirecek şekilde yaratılmıştır. Ama midenin sindiremediği maddeler ise habistir, tayyib değildir.
Bu durumda, yalnız yiyecek temininde değil de, her türlü ihtiyaçların giderilmesinde bu kriterlere riayet edilecektir. Bu arada tayyib olmayan maddeler vardır. Bunlar alerji yapan, kanser yapan organik ve inorganik maddelerdir, suni maddelerdir, hormonlu maddelerdir. Organik maddeler doğada yoktur, canlılar onları üretir. Genel olarak sadece sağa ışık kıran molekülleri kullanır. Bunları üretir. Sola ışık kıranları üretmez. İnsanlar üretse onu da kullanır. Böylece gittikçe canlıların kirliliği doğar, onlar da habistir, tayyib değildir.
Hormonlu bitkiler de aslında haramdır.
Bunları icad eden ve piyasaya sürenler hep İsrail oğulları olmuştur. Doğal olmayan besinlerin sağlıklı olmadığı artık tüm tıp âleminde bilinmekte ve bunları yemeyin denmektedir.
وَمَا ظَلَمُونَا (Va MAv JaLaMUvNAv) “Bize zulmetmediler.”
Biz Allah’ı cehraten görmedikçe iman etmeyeceğiz, dediler. Kime zulmettiler? Allah’a mı zulmettiler? Yahut O’nun genel kurallarını mı değiştirdiler? Hayır, Allah’a zulmetmediler, O’nun şeriatını ve düzenini değiştirmediler. Değiştirdiklerini sandılar, ama değiştirmediler.
İlâhi kanunlar bozulmaz, kader değişmez. Allah’ın çizdiği bir kader vardır, o değişmez.
Tarihte böyle kader yılları vardır. Hazreti Yusuf peygamber kuyuya konmuş, ama Mısır’da vezir olmuş. Hazreti Musa suya atılmış, ama Firavun sarayını ulaşmış. Hakir ve mazlum görülen İsrail oğulları bugün dünyaya zulmeder olmuşlardır. Yarın da onlar zulme uğrayacaklardır.
Kimse Allah’ın kanunlarını bozamaz. İslam şeriatında evrim olmuştur. Sünnetle Kur’an uygulanmış… Halifeler zamanında istişare ile Kur’an uygulanmış… Fıkıhçılar içtihatla Kur’an’ı uyguladılar… Kelamcılar felsefe ile Kur’an’ı uyguladılar… Tarikatçılar tasavvufla Kur’an’ı uyguladılar…
Bugün ve gelecekte ilimle Kur’an uygulanacaktır…
Yeryüzünde olanlar hep Allah’ın takdiri ile olmaktadır.
Avrupa’da doğan kapitalizm ve sosyalizm Allah’ın takdiri ile doğmuştur. Büyük sanayinin oluşması için sermaye terakümüne ihtiyaç vardı. Bunun için kapitalizm ve sosyalizmin oluşmasına Allah izin vermiştir. O dönem bitti. Artık gelişen dünyada sermaye terakümüne gerek yoktur. İnsanlığa Allah’ın lütfettiği kâğıt benzeri para sayesinde sermaye devletin elinde zaten vardır. Artık faizli düzene gerek kalmamıştır. Devlet kâğıt basıyor, para oluyor. Bunun ne diye faizi olacaktır? Olsa bile, bu devletin hakkıdır, çünkü o basıyor. Kimse Allah’ın düzenini bozamaz, O neyi takdir etmişse o olacaktır. Bizim yapacağımız iş Allah’ın neyi takdir ettiğini bilebilmek ve kaderdeki görevimizi yapabilmekten ibarettir.
وَلَكِنْ كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ(57) (Va LAvKin KAvNUv EaNFuSaHuM YaJLiMUvNa)
“Lâkin kendilerine zulmettiler.”
Allah içkiyi haram etmiştir. İçerseniz Allah’a zarar vermezsiniz, kendiniz zarar görürsünüz.
Allah’ı cehraten göremezsek inanacak değiliz diyenler kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Bir şeyin emarelerini gördüğünüzde onun varlığına inanacaksınız. Varlığına dair alametleri değerlendirmezseniz, o varlığa bir zarar vermezsiniz. Mesela, ağustosta sıcaklar olacak dediğimizde, buna inanmadığımız zaman ağustosa bir zarar gelmez, ağustosun sıcağına inanmayan zarar görür. Allah’ı görmedikleri için inanmayanlar da Allah’a zarar vermezler, kendilerine zarar verirler.
İsrail oğulları şımarık bir kavim olmuşlardır. İsrail oğulları tarihlerini iyi okumalıdırlar. Ne zaman fitne çıkarmışlarsa halleri perişan olmuştur. Hele Müslümanlara karşı dikkatli olmalıdırlar. Biz hiçbir zaman onlara ihanet etmiş değiliz. Onlar henüz Hendek Savaşı’nda ihanete başladılar, günümüze kadar da ihanetleri hep sürmektedir. Lozan’da dinsizliği empoze edenler onlardı. Eğer Hıristiyanlar empoze etseydiler, Hıristiyanlığı empoze ederlerdi. Yahudilikten başka hiçbir din dinsizliği empoze etmez. Çünkü o dinler yeni cemaat kazanmak için uğraşırlar. Yahudiler ise İsrail oğullarından olmayanı Yahudi kabul etmezler.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-352 ADİL DÜZEN DERSLERİ-182 İstanbul, 14 Nisan 2006
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
TÜRKİYE’DE İSLÂMÎ GAZETELER
KONUSUNDA BİR ÖNERİ
Türkiye’de İslâmî gazeteler satılmamaktadır. Bunun sebepleri vardır.
a) Gazete İslâmî bir müessese değildir. Çünkü her gün basılmakta ve çok az okunarak çöplüğe atılmaktadır. Bu israftır. Daha benim çocukluğumda boş kâğıt bile değer görürdü, yere düşse kaldırılır, kurutulur, saklanırdı. Gazete, televizyon olmadığı zaman ortaya çıkan bir müessesedir. Gazete yerine dergi sistemine geçilecek ve muhafaza edilecek. Sezileri ile gazetenin İslâmî olmadığını bilen Müslümanlar gazete almamaktadırlar.
b) Türkiye’de henüz günlük ulaşım her yere ulaşamamakta, dolaysıyla kimse rağbet göstermemekte, ancak zenginler almakta; onlar da alıp atmaktadırlar!
c) Türk basını Türklerden bahsetmemektedir. Ya bin sene evvelki İslâmiyet’i, yahut bugünkü Batı’yı ve Türk batıcıları konu almakta, halkın sorunlarıyla ilgilenmemektedir. Kendi konularını bulamayan halk gazete almamaktadır.
d) Türk halkı her gün bir gazete alacak maddi imkana sahip bulunmamaktadır.
e) En önemli olanı, dağıtımı İslâm’a muhalif olanlar yapmakta, İslâmî gazetelerin dağıtımını yapmamaktadırlar.
Her şeyden önce bu hususlar bilinmelidir. Bunları yenmenin tek yolu vardır, dört delilden istidlâl edilen fıkha göre gazete çıkarılmalıdır. Mevcut olan bir gelenek birden ortadan kaldırılamaz. Bu bakımdan geçiş hükümleri konmalıdır. Bu husustaki bazı görüşlerimizi ortaya koymak isteriz.
1- Gazete bugünkü formatını korumalıdır. İlk dört sahife ile son dört sahife bugünkü şekliyle çıkmalıdır. Gerek şekil gerek muhteva bakımından değişikliğe gidilmemelidir. Geçiş dönemlerinde bu israfa ve tarafgirliğe ihtiyaç vardır. Bunlara dış sekiz sahife diyoruz.
2- Sekiz sahifenin dışındaki iç yaprakları ise;
a) Bir yaprağın iki yüzünde yalnız bir konu işlenmelidir.
b) Her yaprağın sorumluluğu bir kişiye verilmeli, yazı işleri müdürü ondan sorumlu olmamalı ve ona karışmamalıdır.
c) İç yapraklar önce ikiye bölündükten sonra üst üste getirilerek katlandıktan sonra normal dergi sahifeleri şeklini almalıdır. Bunları saklandığında yıl sonunda 200 sahifelik kitap olabilmelidir.
d) Zaman içinde yeni konular için yeni yapraklar konmalı, önemini kaybedenler çıkarılmalıdır. Bu yapraklarda konular güncel olarak işlenmeli, gelecekte o konunun tarihi gelişimine kaynaklık etmelidir.
3- Gazeteler sadece abonelere ulaştırılmalıdır. Gazete bayilerinde bizim gazeteler satılmamalıdır. Gazetemizi okumak isteyen kimse abone olmak zorunda kalmalıdır. Kahvehane, kulüp ve benzeri yerler abone edilmeli, abone olmayanlar oralardan yararlanmalıdırlar.
4- Gazetenin gelirleri aşağıdaki şekilde bölünmelidir:
a) Gazetenin sahibi ve genel yönetimi, dış sekiz sahife yazarları, matbaa masrafları için bir pay ayrılmalıdır.
b) Her yaprak sorumlusuna satılan gazetelerin bedellerinden bir pay verilmelidir.
c) Gazeteyi abone edenlere bir pay verilmelidir. Bunlar dağıtıcılardan ayrı bir teşkilat olmalıdır. Abone edenler ev ev dolaşarak abone yapacaklar, haftada bir aboneleri ziyaret edip yeni haftanın abone bedelini tahsil edecekler. (Veresiye satış haram olduğu için ‘selem usûlü’ parayı peşin alacaklar. Gazetenin başka sermayesi olmayacaktır) Bunlar sadece bir gazetenin değil, ortaklığa üye olan bütün gazete veya dergiye abone yapabileceklerdir.
d) Abone edenlerden aldıkları adreslere teslim eden dağıtıcılara da bir pay verilecektir. Onlar para tahsilatı ile meşgul olmayacaklardır. Bunlar yalnız bir gazeteyi değil, ortaklığın uygun gördüğü diğer dergi ve gazeteleri dağıtabilmelidir.
5- Abone eden ortaklara abonelerin doldurmaları için form verilecektir. Bu formlarda şunlar sorulacaktır:
a) Gazetenin sekiz dış sahifesi hakkında bir isteğiniz, görüşünüz veya kritiğiniz var mı?
b) Gazetenin hangi yaprakları sizce önemlidir? Önem sırasına göre sırlayınız.
c) Gazetenin haber sahifeleri hakkında istek, görüş ve düşünceniz var mı? Gereksiz gördüğünüz yaprak var mı? İlave edilmesini istediğiniz yaprak var mı?
d) Çevrenizde olanların sekiz dış sahifelere veya iç yapraklara girmelerini istedikleri bir haberi, bir görüşü, bir yorumu veya yayınlanmasını istediği bir isteği var mı? (Yazılı olarak eklenecek.)
Abonelerin değerlendirmelerine göre yaprak sorumlularına ayrılan tahsisat artırılıp eksiltilecektir. Gerekirse ek yarım yaprak artırılarak verilecek, yahut yarım yaprağa düşürülecektir. İsteyenler kalmadıkça da tamamen çıkarılabilecektir.
6- Gazetenin en az bir reklam yaprağı olacaktır. Bütün reklamlar oraya toplanacaktır. Reklam verecek ortaklar, gazetenin basıldığı yere ve makinelerin tesislerine ortak olurlar. Verdikleri miktar kadar kendilerine yer ayrılır. Hafta içinde belli günlerde onların isimleri, adresleri, yaptıkları işlerle ilgili, bilgiler verilir. Ayrıca reklam parası alınmaz. Şu ilkeler uygulanacaktır:
a) Yalnız ortakların reklamları yapılır, başka işletmelerin reklamları yapılmaz.
b) Ortaklardan ayrıca reklam parası alınmaz.
c) İsteyen ortak istediği zaman ayrılıp yatırdığı meblağı inşaat demiri değeri ile geri çekebilir, reklam ortaklığından ayrılabilir.
d) Ortak firmalar aralarında veya müşterilerle çıkacak ihtilaflarda Ortaklık Hakemlerine başvuracaklardır. Nizaları Hakemler yoluyla halledeceklerdir. Hakem kararları temyiz edilebilir. Hakemlere gitmeyenler ortaklıktan çıkarılır.
7- Bu organizasyon için kooperatif veya kooperatifler kurulacaktır.
a) Abone Edenler Ortaklığı,
b) Dağıtıcılar Ortaklığı,
c) Yazarlar Ortaklığı,
d) Reklam Verenler Ortaklığı,
e) Bu Sisteme Katılan Gazete ve Dergileri Çıkaranlar Ortaklığı.
Herkes bu kooperatife veya kooperatiflerden birine ortak olacak ve kooperatifin işçisi olacak, orada sigortalanacaktır. Kooperatif işletmelere işçilik faturası kesecektir. İşletmeler işçi çalıştırmayacaklardır.
8- Ortaklığın Genel Hizmetleri yapan hizmetliler olacaktır. Bunlar şunlardan oluşacaktır:
a) Muhasebe dahil her türlü kayıt işlerini yapanlar,
b) İlmî, ahlâkî, meslekî ve sosyal eğitim hizmetleri yapanlar,
c) Ambar, kasa, takip ve araştırma hizmetleri yapanlar,
d) Basın, yayın, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri yapanlar,
e) Planlama, bakım, sağlık ve güvenlik hizmetleri yapanlar,
f) Sözleşme, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri yapanlar.
Ve ‘Genel Koordinatör’ olarak bir Başkan.
9- Gazetede aşağıdaki yapraklar yer almalıdır.
a) Borsa Yaprağı: Değişik takvimlere göre yıl, ay, hafta ve günler. Yer ekseninin güneşe göre eğimi. Ülkenin değişik illerine göre namaz vakitleri ve sabah, öğle, akşam saatleri. Dünyanın önemli merkezlerinin namaz vakitleri. Gökteki ayın durumu ve gök ayının kaçıncı gün olduğu. Altının, demirin, buğdayın ve inşaat işçiliğin o günkü değerleri. O günkü Merkez Bankası durumunu gösteren cetvel. Bazı borsa mallarının fiyatları, ortaklarımızın borsa senetlerinin değerleri. Türkiye’de ve dünyada hava durumu; yağışlar, sıcaklıklar, rüzgarlar, fırtınalar. Abone formlarının sonuçları dünkü değerleri ile belirtilecektir. Bazılarının haftalık ve yıllık grafikleri verilecektir.
b) Yerel Yapraklar Olmalıdır: 1- İstanbul Yaprağı. 2- Ankara Yaprağı. 3- Bölgeler Yaprağı; her gün bir veya iki bölge ele alınmalıdır. 4- İller Yaprağı; her gün bir veya iki il ele alınmalıdır. 5- İlçeler Yaprağı; her gün bir veya iki ilçe ele alınmalıdır. 6- Cami ve Okullar Yaprağı; her gün bir cami ve yanındaki ilkokul ele alınıp oranın halkı tanıtılmalıdır.
c) Dış Haberler Yaprağı: Günlük uluslararası haberleri yayınlamalı. Ayrıca her gün yarım yaprak dünyanın bir ulusunu tanıtmalıdır.
d) Yayın Yaprakları: 1- Eski kitaplar bir yarım yaprak, yeni kitaplar bir yarım yaprak olmak üzere tanıtılır. 2- Filmlerin özeti verilir. 3- İlmî buluşlar anlatılır. 4- Spor benzeri haberler yayınlanır.
10 Yayının halk tarafından benimsenmesi için; a) Halk kendi hayatını ilgilendiren tarafsız bilgileri orada bulmalıdır. b) Halkın kendi düşüncesini geliştirebilmesi için karşılıklı fikrî tartışmaları orada bulmalıdır. Tek düzey ve tek yönlü yayınlar halkı sıkar. c) Halk gazetesinde kendi duygularını dile getiren sanat yapıtlarını bulmalıdır. d) Halk kendisinde doğan duygu ve düşüncelerini ilgililere ulaştırabilmeli, aktif olabilmelidir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-352 ADİL DÜZEN DERSLERİ-182 İstanbul, 14 Nisan 2006
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
BAKKALLAR BİRLİĞİ
III. bin yıla girdiğimizde büyük bir ekonomi savaşı vardır. Bu savaş tekel Amerikan faizli sömürü sermayesi ile halk işletmeleri arasında oluşan savaştır. Tekel sermaye, önce bakkalları ve küçük işletmeleri ortadan kaldırmak istemektedir. Sonra sıra orta işletmelere gelecektir. Daha sonra da büyük işletmeleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bunu nasıl yapmaktadır?
a) Tekel sömürü sermayesi, sektör olarak büyük firmalara tekel oluşturacak kadar kredi açmaktadır. Tekel oluşturmaktadır. Büyük siparişleri ucuz pazarlamaktadır. Küçük siparişleri çok pahalı satmaktadır. Böylece küçük esnaf, bu arada bakkal iş yapamaz duruma düşmektedir.
b) Çok ağır vergiler ve işletme giderleri, muhasebe zorluğu gibi yükler nedeniyle küçük işletmeler hayatiyetlerini sürdürememekte, piyasadan çekilerek büyük işletmelere yerlerini terk etmektedir.
c) Ağır vergi ve sigorta yükü, kayıtları tutma külfeti, muhasip ve hukukçulara ücret verememe nedeniyle kayıt dışı çalışmak zorunda kalmakta ve dolayısıyla hesap tutulamamakta, ortaklıklar kurulamamakta, gittikçe küçülmekte, zoraki durumda yaşamaktadırlar.
d) Piyasada para darlığı nedeniyle halk veresiye çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu bakkalları kısmen yaşatmakta ise de sonunda cari hesap olarak çalışan bir bakkal bir iki müşteriden tahsilât yapamayınca iflas etmekte, yahut fiyatlara zam yaparak bunları kapatmaya çalışmaktadır. Bu durum halkın ödeme gücünü azaltarak giderilmektedir.
Buna karşılık bakkallar ve küçük esnaflar yine de direnmekte ve varlıklarını korumaktadır. Nasıl?
a) Halkla doğrudan ikili ilişkiler kurmaktadır. Onlara sosyal hizmetler de vermektedir.
b) Dağınık olan Türk yerleşim sisteminde büyük mağazalara ancak haftada bir gidebilmekte ve günlük ihtiyaçlarını pahalı da olsa bakkal ve küçük esnaftan gidermektedir.
c) Büyük marketlerin faiz, kira, işçilik ve sigorta yükü nedeniyle bakkallarla rekabet edememektedir.
d) Ailece çalışan küçük işletmeler vergi ve sigorta yükünden kurtulabildikleri gibi, çok düşük ücretle yetinebilmektedirler.
Bu avantajları ile varlıklarını zor da olsa sürdürebilmektedirler.
Bu ekonomik savaşta küçük esnafın varlığını sürdürebilmesi için tekelci bankaları dengeleyen güce ihtiyaç vardır. Bu da kurulacak “Halk İşletmeleri Kooperatifleri”dir. Bakkallar kooperatifleşmeli ve büyük sermayenin saldırıları karşısında kendilerini korumalıdırlar. Kooperatif şu hizmetleri yapacaktır:
a) Her türlü evrak kaydı, demirbaş kaydı ile zimmet ve envanter muhasebelerini tutacaktır.
b) İlmî, dinî, meslekî ve sosyal dayanışma içinde danışmanlık yapacak, teminatlı ehliyetler verecektir.
c) Basın yayın reklâmları, ortak ulaşım ve internet haberleşme hizmetleri.
d) Planlama, bakım, sağlık ve güvenlik hizmetleri.
e) Takip, araştırma, ambar ve kasa hizmetleri.
f) Sözleşme, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri ve genel koordinatör hizmeti.
Böylece küçük esnaf da büyük esnafın bütün avantajlarını elde edecektir. Büyük esnafı faizli tekel bankaları destekleyecektir. Küçük esnafı dayanışma ve yardımlaşma esası içinde Hizmet kooperatifleri başaracaktır.
Biz bakkallar için şunları yapmayı düşünüyoruz.
a) Bakkalları faturasız mal satmaktan kurtarmak istiyoruz. Bunun için bakkallar, pahalı da olsa faturasız mal satmayacaklardır. Böylece halk mecburen pahalı da olsa faturalı mal almış olacaktır.
b) Bakkallar aldıklarını ve sattıklarını kasadan geçireceklerdir. Tamamını geçirecekler ve akşamüstü kasa kayıtlarını kooperatife vereceklerdir. Bilgisayar eksilen malları belirleyecek ve alınması gereken miktarları bildirecektir. O mallar bakkallar tarafından sipariş verilmiş mallar kabul edilecektir. En ucuz satıcılardan satın alınarak, ertesi gün o mallar bakkallara dağıtılacaktır. Kooperatif yirmi civarında satın alma yapan tüccar ile iş yapacaktır. O gün kim en ucuz teklif getirirse onun malları satın alınmış olacaktır.
c) Ortak bakkallar için birlikte satın alma yapılacağından, büyük işletmelerin ucuz alma avantajından ortak bakkallar da yararlanacaklardır.
d) Ortak müşteriler olacak, bunlar aylık giderinin paralarını kooperatife aybaşında yatıracaklardır. Kendilerine istedikleri bakkalda kullanmak üzere tenzilat yapılacaktır. Böylece ‘faizsiz sermaye’ ile ucuz mal alınma imkanı doğacaktır.
e) Bakkallar bakkalın satamadığı veya bakkalda bulunmayan malların siparişini de verebilecekler böylece halk bütün malların en ucuzunu ve kalitelisini kooperatif aracılığı ile temin etmiş olacaktır.
Bu amaçla, Zafer Mahallesi, H. Ziya Uşaklıgil Caddesi, Coşarsu Sokak No 29/2 Yenibosna Bahçelievler adresinde “S. S. Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi” faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Müsait zamanınızda yazıhanemize buyurursanız, bu konularda görüşlerinizden yararlanırız. Kooperatif yazıhanesi her gün saat 23.00’e kadar açıktır. “Akevler MİLAD Market” adı altında uygulama ve denemeler yapmaktayız. Asla diğer marketlerle rekabet gayemiz yoktur. Aksine, marketimizi sizlere kayıt içi çalışan bir uygulamayı göstermek için açtık. Bizim rakibimiz süper marketlerdir. Sizinle birlikte ülkemizde daha bin yıl hizmet vereceğiz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL