Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 520
ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 23.AYETLER
25.07.2009
896 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 520

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             25 Temmuz 2009                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 520. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

İRAN’daki FİTNE

ALMIŞ SEKİZ NESLİ/KUŞAĞI

VE  SÖMÜRÜ SERMAYESİ

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 69. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

DİNÎ EĞİTİM

***

Değişen dünya ve Türkiye

Para, faiz, enflasyon ve “Halk Ekonomisi”

Halk faizli parayı nasıl yener?

Biz çalışıyor ve bekliyoruz…

Reşat Nuri EROL

***

ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 8

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

حم(1)عسق(2) كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ(3) لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ((4تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ(5) وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَولِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ(6) وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ(7) وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(8) أَمْ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(9) وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمْ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ(10) فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنْ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ(11) لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(12) شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ(13) وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ(14) فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَقُلْ آمَنْتُ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنْ كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمْ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ(15) وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ(16) اللَّهُ الَّذِي أَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ(17) يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ(18) اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ(19) مَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ نَصِيبٍ(20) أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنْ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(21) تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ(22)

 

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ(22) ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُلْ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ(23)

 

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ

لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ(22)

“İman etmiş ve salihatı amel etmiş kimseler cennetin ravzalarındadır.

Onlar için Rab'larının indinde meşiet ettikleri her şey vardır.

Kebir olan fazl budur.”

İslâm barış demektir. Hakem kararlarını kabul eden herkes barış içindedir.

İman edenler” yeryüzüne bu barışı tesis eden gönüllü askerlerdir.

Eskiden bu görev İsrail oğullarına verilmişti.

Kur’an’dan sonra ise gönüllülere verilmiştir.

Bedenen askerlik yapan mü’mindir. Askerlik devlet içinde yapılır. Yeryüzündeki yüze yakın devletlerin orduları mü’minlerden oluşur. Bir şartla, bu devletler müslim devlet olmalıdırlar, yani hakem kararlarına razı olmalıdırlar.

Bunlar sadece iman etmezler, yani güvenlik sağlamazlar;

Bunlar aynı zamanda ameli salihat yaparlar.

Amel-i Salihat” demek, birbirine uygun ve tamamlayan işler demektir.

Ordular bu zamanda, bu çağda kamu görevleri yanında genel hizmetleri de yaparlar.

Mesela yolların bakımı ordulara aittir.

Telefon merkezlerini ordular işletir.

Bunların hepsi halka bedavadır.

Komünistler bütün işlerin halk tarafından nöbetleşe yapılması gerektiğini söylüyorlar. Sosyalizm Lenin tarafından dejenere edilmiştir. Marx’a göre sosyalizmde devlet vardır; diğer din, ilim ve ekonomi müesseseleri yoktur. Halk bunları ücret karşılığı yapmaz, nöbetleşe yaparlar. Yani günün belli saatlerinde herkes bedava çalışır, ücret almaz. Akşam üstü ise -çalışsın çalışmasın- herkesin ihtiyaçları giderilir.

Diğer taraftan kapitalistlerde ise böyle nöbetle çalışarak üretilen hiçbir şey yoktur. Herkes çalışır ve karşılığını alır, sonra gider ve istediği malı satın alır.

İşte İslâmiyet bunların yani bu ikisinin arasındadır. Bazı işler vardır ki orada ücretle iş yapılmaz. Mesela savaş böyledir. Buralarda Marx’ın sosyalizmi uygulanır. Diğerlerinde ise Adam Smith’in kapitalizmi uygulanır. Birinde diğerine izin verilmez.

İşte, askerlerin nöbetle yaptıkları bu hizmetlere amel-i salihat denmektedir. Elektriği bunlar üretip halka bedava dağıtabilir. Suyu bunlar üretip halka bedava dağıtabilir. Yakıt da böyledir. Bunların mülkiyeti men edilmiştir.

Fazlı kebir” nedir? Cennet ravzaları içinde olmak fazlı kabirdir. İnsanlar Allah’ın emirlerini dünyada yerine getirmelerinin karşılığını dünyada alırlar zaten. Âhirette ise fazlalık olarak onlara verilmiş olur.

Burada küçük bir çelişki görülebilir.

Bu çelişki nedir?

Mü’minlerin hepsi amel ettikleri salihatın dünyada karşılığını görmeyecek, kimileri belki hiç görmeden öleceklerdir. Bunlara amel-i salihatınn karşılığı âhirette verilir. Oysa burada âhirette verilenlerin hepsinin fazl olduğu beyan edilmiştir. Dikkat edilirse burada salihat-ı amelden kişilere ayrı ayrı fazlalık verilecek demiyor. Topluluk amel-i salihatın karşılığını bu dünyada görür. Bunda eksiltme olmaz. Âhirette de fazlasını alır. Kişi bazan bunu kendisi alamaz, vârisleri alır. Yani ben “Adil Düzen”e yetişemeyebilirim ama çocuklarım ve torunlarım “Adil Düzen”e ulaşır. Topluluk olarak mutlaka nimetlenirler.

ذَلِكَ  (ZavLiKa)  “Bu”

Yani cennetin ravfaklarında olmak.

Kur’an’da cennetin brevdesinden v arvadelrşnden birer defa geçmektedir.

أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ (15)

İman etmiş ve salihatı amel etmiş olanlar ravzada ihbar olunurlar deniyor.

Bu iki âyetten öğreniyoruz ki mü’minlerin cenneti ravzadır. Ama bu mü’min ve müslimlerin cenneti içindedir.

Demek ki cennette özel yerler olacak, oraya müslimler giremeyecek, mü’minler girecektir. Mü’minler orada üstün bir şekilde ağırlanacaklardır.

Kimlerdir bunlar?

İman etmiş ve amel-i salihat işlemiş olanlardır. Asker olup aynı zamanda savaş dışında iken halka karşılıksız hizmet verenlerdir. Nöbeti zamanında yaparlar.

İslâm ordusunu tam olarak anlayabilmek için yeniden tasvir edelim.

a)      15 yaşına gelen erkekler iki yoldan birini seçmekle yükümlüdürler. Yoksa bizim bucakta kalamazlar. Ya iman edip askerliğe katılacaklardır.

b)      Ya da her yıl belirlenen cizyeyi vereceklerdir. İşte askerliği kabul eden herkes mü’mindir. Senede belli günlerde askerlik yaparlar. Mesela 15 gün silahlı eğitim kampı yaparlar.

1)      Ümmiler er olurlar.

2)      Temel eğitimi alanlar erbaş olurlar.

3)      İlk eğitimi alanlar astsubay olurlar.

4)      Orta öğrenim yapanlar subay olurlar.

5)      Yüksek öğrenim yapanlar üstsubay olurlar.

6)      Akademik kariyer yapmış olanlar general olurlar.

Bunlar erler gibi yıllık nöbetlerini tutarlar. Yahut maaşlarını alan komutanlar tüm zamanlarını orduda geçirirler. Bu ihtiyaca göre düzenlenir.

الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ  

(elLaÜIy YuBaşŞıRu elLAvHu) 

“Allah’ın tebşir ettiğidir.”

Yani cennetin ravzaları da olacaktır. Kişiler ayrı ayrı bu dünyada almadıklarının fazlasını alacaklardır. Ayrıca askeri birlik eğer komutanlara itaat etmiş bir vücut olarak hareket etmişlerse ve insanlığın birlikte güvenini sağlamışlarsa, âhirette de birlikte cennetin ravzalarına gideceklerdir. Askerlikte sorumluluk ve mükâfat ortak olduğu gibi, âhirette de aynı şekilde birlikte cennete gidilecektir. Âhiretteki birlik, ancak komutanlarına kayıtsız şartsız itaat edenlerdir. Kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. O fadlı kabirdir. Dünyada savaşta yek vücut olanlar âhirette de yek vücuttur, fazlı kebirle mükafatlandırılacaklardır.

Bu hükümler sivil yönetimde geçerli değildir.

Tebşir etme” sevdirme demektir.

عِبَادَهُ (GıBAvDaHUv)  “İbadını”

Yani askerlik yapıp komutanlara bağlanan kimselerdir. Yani müslimler ibad değildir.

Osmanlılarda kamu görevlilerine “kul” denirdi. İşte kamu görevlileri O’nun ibadı olmaktadırlar. Sivil yönetimde bürokrasi yoktur, kulluk yoktur. Yerinden yönetim olduğu için başkanlarını kendileri seçerler. Ancak silahlı birliklerde kamu görevleri bulunmaktadır. Yani İslâmiyet’te bürokrasi yoktur. Bürokrasinin yerini sivilde Genel Hizmet Sorumluları alır. Askerlikte ise nöbetleşe askerlik hizmetinde yapılır.

Adil Düzen geldiğinde bugünkü orduda yapılacak değişiklikler şunlardır:

a)      Türkiye on iki bölgeye ayrılacak ve orduların sayısı 12’ye çıkarılacak. Her bölgenin merkez illeri ordunun yönetimine verilecek. Ordu komutanı aynı zamanda bölge merkez ilinin valisi olacaktır. Buradaki vali seçimle gelmeyecek. Buranın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başka meclisleri olmayacaktır. Ordu ve komutanlar bölge merkez illerine kesin hakimdirler ama taşra illere ora yönetiminin izni olmadan giremezler.

b)      Her ordunun er ve subayları o bölgeden olmayan vatandaşlardan oluşacaktır. Halk ordusunu yani komutanlarını kendileri seçeceklerdir. Her ordu bağımsız olup devlet başkanına bağlanacaktır. Kara ve hava genelkurmay başkanlıkları bulunacaktır. Her ordunun anayasal bütçesi olacak ve bütçesini istediği gibi kendisi harcayacaktır. Devlet başkanından başka kimse onu denetleme yetkisinde olamayacaktır.

“Adil Düzen”deki ordu ile bugünkü ordu arasında büyük fark olmayacaktır.

İşte, askerler Allah’ın kulları olup âhirette de imtiyazlı olacaklardır. Kimse ‘bu haksızlıktır’ diyemez. Çünkü herkes isterse nöbetli olup asker olur, isterse bedelli olup askerlik yapmaz. Ama bunların cennetteki yerleri ikinci derecededir.

Önemli olan diğer husus; mü’minlerin kadınları askerlik yapmadıkları halde, cennetin ravzaları içinde eşleri ile beraber olacaklardır. Velilerini de kendileri seçeceklerdir. Veliyi ister mü’min, ister müslim seçerler.

الَّذِينَ آمَنُوا (ellaÜIyNa EaMaNUv) 

“İman etmiş olanlar.”

Kur’an’da “ellezîne âmenû” Kur’an ehlini adlandırmaktadır. Yeryüzüne adaleti getirmekle görevlendirilen İsrail oğulları Tevrat’la Kur’an gelinceye kadar hükmetmişlerdir. Kur’an’dan sonra gerek içtihat ve icma, gerek insanlığın güveni İsrail oğullarından alınarak gönüllü mü’minlere verildi. Tabii ki isteyen İsrail oğulları da katılabilirler.

İşte bunların katıldığı ordu birliklerinin adı “ellezîne âmenû”dur. Bucaklardan başlayarak insanlığa kadar askeri birlikler oluşur. Sonunda bunlar hakemlerin kararlarını yerine getirmek için hareket ederler. Ama askerî hareket hakemlerin denetiminde değildir.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Va GaMıLUv elÖAvLıXATı) 

“Ve salihatı amel edenler.”

Eskiden devlet sadece güvenlik sağlardı. Halbuki İslâmiyet’te askerlerin görevi sadece güvenlik sağlamak değildir. Aynı zamanda askerler tarafından halkın bedava yararlanması için müesseseler oluşturulur. Bunların başında ulaşım gelir.

a)      Kara yolları, deniz yolları, demir yolları ve hava yolları. Ne var ki bu yollar öyle ayarlanmalıdır ki araçların yakıtları savaşta ve zelzelede de bulunmalıdır. Dolayısıyla satın alınmış petrole dayanan bir yolculuk sistemi İslâmî değildir. Bunun için neler yapılır? Güneş enerjisinden, o yerde varsa kömür rezervlerinden, rüzgâr enerjisinden, hidrolik santrallerden enerji tesis edilir. Ayrıca elektrik yardımı ile likit yakıt üretilir. Yani her merkez kendi yakıtını civarından kendisi temin eder.

b)      İşte bu teminin savaş zamanında kolaylıkla yapılması için barış zamanında da devamlı üretilip tüketilmektedir. Peki, ne yapılmaktadır? Elde edilen elektrik, benzin, gaz araçlara bedava verilmektedir. Onların bakımı da bedava yapılmaktadır. Parçalar bedava verilmektedir. Bu sayede savaşta imiş gibi ikmal hizmetleri çalışmaktadır.

c)      Peki, bu devlete yük olmakta mıdır? Hayır. Çünkü maliyet ne kadar ucuz, hattâ bedava olursa, mal mübadelesi de o kadar fazla olur ve emeksiz kazanç elde edilir. Böylece millî hâsıla o kadar artar ki, ondan gelen vergi masrafları kat kat karşılar.

d)     İşte amel-i salihat budur. Kamu görevleri ve genel hizmetler karşılıksız yapılır. Birbirinden ayrı ve birbirinden uzak kişiler birbirini bütünleyen işler yaparlar. Böylece son derece verimli çalışma olur.

Örnek verelim. Erzurum’da ilkbaharın kar kalkar kalkmaz insan boyunda ot yetişir ve hayvanlar için bol besin olur. İzmir ve civarındaki bağlarda çok üzüm yetişir. İzmir’de yağmur yağmadığı için ot olmaz. Erzurum’da zeytin hiç olmaz. Bu durumda Erzurum’daki vatandaşın İzmir kalitesinde üzüm yetiştirmesi için sera yapması gerekir. İzmir’dekinin de Erzurum’daki o otu elde etmesi için araziyi sulaması gerekmektedir. Bu durumda maliyetler üç dört misli olur. Oysa Erzurumlular ve İzmirliler ürettikleri ürünleri karşılıklı olarak mübadele ederlerse, o zaman memleket bunların emeklerinden dört misli, hattâ daha fazla verim elde eder. Bu organizasyon emeksiz zenginliktir. Yani piyasadaki ucuzluk zenginliği ifade eder. Devlet de bunun beşte birini aldığı için o da dört misli daha çok gelir sahibi olmuş olur. Oysa, şayet bu benzin parasını karşılıksız olarak devlet vermezse Erzurum’daki ot İzmir’e ulaşamaz. Çünkü nakliye zaten onun değerinden fazla olduğundan kendisini yolda bitirir. Bu sefer de İzmir’deki üzüm Erzurum’a ulaşamaz. Çünkü Erzurum’dakilerin üzümü alabilmesi için bir şeyleri satmaları gerekir. Oysa Erzurumluların ottan başka satacakları şey yoktur.

Demek ki böyle bir asker ve ordu ne yapıyor?

Nakliyeyi bedavaya düşürünce ülkenin her tarafındaki üretim ve tüketim hızla artar. Devletin geliri çoğalır ve devlet de onunla ordusunu besler.

O halde olması gereken nedir? Ordunun işi sadece güvenlik sağlama değildir. Her türlü ulaşımı sağlama da ordunun işidir. Güvenlik içinde bulaşıcı hastalıkları önleme de vardır, yangınları önleme de vardır. Amel-i salihat içine eğitim de dahildir. Geçmişte Türkiye’nin sanayileşmesinde en büyük eğitim hizmetini ordu yapmıştır. Biz ellilerde tüm teknik elemanları ordudan tevarüs ediyorduk. O yıllarda piyasada bir tek şoförlük kursu bile yoktu. Ehliyete askerlikle başlanıyordu. Üniversiteler ve sanat okulları teknolojiyi en erken 25 sene sonrasında takip ederler. Genellikle Avrupa’da yaygınlaşan bir meslek Türkiye’ye yüz sene sonra girer, o zamana kadar da onun ömrü tüketilmiş olur. Onun için Türkiye daima geri kalmıştır. Her taklitçi geriden gitmek zorundadır. Allah amel-i salihatı yapanları âhirette fazlı kebirle tebşir etmektedir. Bu aynı  zamanda “Adil Düzen”in de tebşiridir. O da fazlı kebirdir.

 قُلْ  (QuL)  “Söyle” 

Burada “kul” diye söylenen muhatap kimdir?

Muhatap olan sûrenin başındaki muhataptır. “Sana ve senden öncekilere vahyolundu” diyor. Kur’an son kitaptır. Yeni bir kitap nâzil olmayacaktır, yeni bir peygamber de gelmeyecektir. Kitap olarak Kur’an devam edecektir. Peygamberlerin yerini de âlimler alacaktır. Bu husus kitap, sünnet, icma ve akıl ile sabittir.

Şimdi şu soru aklımıza gelecektir. Kim “sen âlimsin diyecek” ve o nebilerin vârisi olacaktır? Kur’an bu sorunun cevabını da vermektedir.

a) “Ben âlimim” diyen herkes kendisine nebidir. Dolayısıyla herkes içtihadını yapar ve nebinin vârisi olarak Kur’an’ı kendisi için yorumlar.

b) İkinci aşamada ise; bu şekilde kendilerinin Kur’an’ı anladıklarını iddia edenler bir araya gelip bir cemaat oluştururlar. Birbirlerinin âlimliklerini tasdik ederler. İşte böylece mezhepler oluşur, ekoller oluşur.

c) Bunları bulma çalışmasını tasdik eden cemaat oluşur. Böylece mezhepler ve tarikatlar doğar. Onlar kendi cemaatlerini yetiştirirler.

d) Sonra bu cemaatlerin çalışması ile ortaya çıkan asrın fıkhını benimseyen bir resul ortaya çıkar. O siyasi güç oluşturur, ekonomik güç oluşturur ve uygular. Bu resulün Cebrail’i bu ilim adamlarıdır. Bu ilmî şuradır. Bu ilmî şuranın emrine giren siyasi liderdir.

Birinci “Adil Düzen” uygulamasının eksiklikleri nelerdir?

a)      İzmir Akevler Kooperatifi bu ilmî çalışmalara başladığı zaman diğer bütün İslâmî gruplarla çok sıkı yakınlık kurmuştur. Bilhassa Risale-i Nur grubu, Süleyman Efendi grubu, İlâhiyatçılar grubu ile çok yakın temasa girmiştir. Maksat olarak bu “Adil Düzen Çalışması” tüm cemaatlerin çalışması ile elde edilsin istemiştir. İzmir’deki tarikat grupları ve Remzi Güres cemaati ile ortaklaşa çalışmalar başlamıştır. Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen’le birlikte çalışmalar yapılmıştır. Ne yazık ki bunların hepsi, en sonunda Erbakan olmak üzere, hepsi Kur’an fıkhı yerine sünnet diye masallarla ölüm günleri, yetmedi haftaları ve ayları icat ederek, Hıristiyanların düştüğü batağa düşmüşlerdir. Allah yerine peygambere tapanlarla bir olmayı tercih etmişlerdir.

b)      Resul olarak Erbakan çıktı ve büyük işler başlardı; “Adil Düzen”i dünyaya duyurdu. Ne var ki Cebrail’in yerini alan Akevler ilim heyetiyle ilişkiyi keserek siyasilerle işini yürütmek istemiştir. 11 ay sonra şarjı bittiği için iktidardan inmiştir.

c)      Böylece “Adil Düzen” birinci uygulamasının örneği Millî Görüş uygulamasıdır. İlmi İzmir Akevler’de hazırlanmıştır. Bu çalışmalara Erbakan bizzat kendisi başkanlık etmiştir.

d)     Bugün AK Parti gömleğini çıkarmış olarak bize zaman kazandırıyor. İkinci “Adil Düzen” uygulaması gelecektir. Biz hazırlıklı olduğumuz zaman bir siyasi bizim heyetin çalışmalarını devreye sokacak ve uygulamaya geçecektir.

İşte burada hitap edilen kimse, o gelecek olan ikinci “Adil Düzen” resulüdür.

لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا 

(LAv EaSEaLuKuM ALeYHi EaCRan) 

“Ben sizden ücret istemiyorum.”

İlk gelen başkan partiyi kuracak. O partiye mâli desteği Adil Düzen İşletmeleri verecektir. O sadece parti aracılığı ile tebliğ yapacaktır. En önemlisi iktidar olmayacaktır; yani hiçbir iktidara “sen in ben çıkayım” demeyecektir. Meclise girecek ama orada partileri uzlaştırarak anayasayı getirecek, insanlığa “Adil Düzen Anayasası”nı anlatacaktır.

Erbakan “Adil Düzen”i anlattı.

Şimdi yeni resul bekliyoruz. Yeni resul insanlığa “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı anlatacaktır. O resul hiç kimseden bir ücret istemeyecektir, insanlıktan haraç istemeyecektir. Sömürü sermayesi adına faaliyet göstermeyecektir. Tam tersine sömürü ile mücadele edecektir. İktidar da bir ücret olduğu için iktidarı da istemeyecektir. Belki de Humeyni gibi anayasa tebliğini yaptıktan ve insanlığı “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”na kavuşturduktan sonra Allah alıp götürecek veya ona başka görev verecektir.

 إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى (EilLav elMaVadDaTa Fıy eLQuRBAy) 

“Kurbâda meveddet istiyorum diyecektir.”

“Merhamet” annenin çocuğuna duyduğu duygulardır. “Meveddet” ise babanın çocuklarına duyduğu duygulardır. Biz Hakkı üstün tutan peygamberlerin yolundan gidenler. Bunlar Hazreti Adem’den beri sıratı müstakimdedirler. Allah’ın insanlara görev verdiği uygarlığı oluşturmak için on binlerce yıldır faaliyetteyiz.

Bizim yolumuz nedir? Hazreti Adem’in, İdris’in, Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in, Buda’nın Brahman’ın yolu nedir? Bunlar yol gösterirken insanlardan ne istiyorlar? Daha doğrusu Allah onlardan insanlara ne söylemesini istiyor? Müslümanlar, Hıristiyanlar, Budistler ve Hindular insanlıktan ne istiyorlar?

Kurbâda meveddet istiyorlar.

Şimdi önce “kurbâ” nedir, onun üzerinde duralım.

Kurbâ” burada marife gelmiştir. O halde “kurbâ” bilinen belli kurbâdır. Bu kurbâda olanlar sonunda iki grupta toplanırlar.

a)      Mekânda kurbâ yani komşuluk. Kırba, su matarasıdır. İnsanlar her zaman yanlarında bulundurmaktadırlar. İnsanların komşu yakınlarına karib yakını denir. Önce bir aile içinde yaşayanlar birbirinin karibidirler. Bunlar neseb veya sıhriyet yoluyla akraba olmasalar da, madem ki aynı sofradan yemek yiyorlar bunlar akrabadır. Sonra aynı semtte oturanlar birbirine akrabadır. Çünkü aynı topraktan yararlanıp yaşıyorlar. Sonra bir beldede oturanlar birbirine komşudur, akrabadır. Sonra bir medinede oturanlar birbirine akrabadır. Sonra aynı kıtada oturanlar birbirine komşudurlar. Allah’ın insanlıktan istediği şey komşu haklarına riayettir. Madem ki aynı yeryüzünde yaşıyor ve toprakları paylaşıyorsunuz, birbirinizin komşuluk haklarına riayet ediniz. Savaşarak ve boğuşarak değil, anlaşarak ve uzlaşarak geçinmemizi istiyor.

b)      İkinci akrabalık ise nesep akrabalığıdır. Hepiniz Hazreti Adem’in çocuklarısınız ama sizin anneniz ve babanız size daha yakındır. Yakın aileler birleşip bir aşiret oluştursunlar, birbirlerine dayanışarak yaşasınlar. Semtler birleşip kabileleri oluştursunlar. Beldeler birleşip şa’bleri oluştursunlar. Medineler birleşip kavimleri oluştursunlar. Mısrlar birleşip insanlığı oluştursunlar. Tüm insanlar Adem oğullarıdır. Her insanın daha yakını, daha yakını vardır ama hepsi akrabadır. İşte sizler kavga etmeyin, boğuşmayın, uzlaşın, barış ve huzur içinde yaşayın. İnsanlıktan Allah’ın istediği budur. İster mekandaki, isterse genlerdeki akrabalıklara riayet etmemizi istiyor. Gerek komşulukta gerekse doğumda yakın olanlar birbirine daha yakın olsunlar. Birleşsinler ve insanlık böylece örgütlensin. Allah insanlardan bunu istiyor. Buradaki “el-kurbâ”dan maksat nesebde ve komşulukta yakın olan örgütlenmedir. Onun için marife gelmiştir.

İkinci açıklayacağımız şey ise “meveddet”tir. Bu da babalık görevidir.

Babalık görevi nedir?

İnsanlık aile üzerinde kurulmuştur. Aile demek çocuk yetiştirme ortaklığı demektir. Anne çocuk doğurur ve büyütür. Baba ise çocuğun nafakasını temin eder ve korur, savunur. İşte bu görev meveddettir. Anneninki ise merhamettir.

Merhametin eğitimini dinler yapar. Müslümanlar İslâm dinine göre, Hıristiyanlar Hıristiyanlık dinine göre, Budistler Budizme göre, Hindular Brahmanizme göre kendileri yaparlar. Hattâ her mezhep ve her tarikat kendi meşreplerine ve isteklerine göre yaparlar. Kur’an insanlığı Kur’an’ın dinine davet etmiyor. Kur’an insanları ve tüm dinleri İslâm düzenine, barış düzenine dâvet ediyor. Yani meveddete dâvet ediyor.

Ne yapacağız?

Allah’ın şeriatına göre aşiretler, kabileler, şa’bler, kavimler kuracağız, birbirimize dayanarak ve yardımlaşarak insanlığı refaha ve saadete götüreceğiz. İşte bu iş babanın işi olduğu için meveddettir. Allah bizden yani tüm insanlardan meveddet istiyor.

Allah din olarak kadın ve erkeği ayırmadan hepsine kendi kitaplarında hitap eder. O dinlerin icaplarını yapanlar cennete giderler, kadın olsun erkek olsun yapmayanlar cehenneme giderler. Meveddet görevini yalnız erkeklere yüklemiştir. Hanımlar da isterlerse iştirak edebilirler, ama iştirak etmek zorunda değildirler. Askerlik yapmak zorunda değildirler. İlimde, dinde ve ekonomide kadın ve erkek tamamen eşittir. Ama siyasette ise kadın erkek arasında işbölümü vardır. Onlar çocuk doğuracak ve büyütecek, erkekler ise nafaka temin edecek ve koruyacaktır. Kadınların görevlerini yapmaları için devlete ihtiyaçları yoktur. Oysa erkekler görevlerini ayrı ayrı yapamadıkları için insanlık içinde devletler oluşturacaklardır. İller kuracaklar, bucaklar kuracaklar, nafaka temin edecekler ve savunacaklardır. Kadınlar da bu çalışmalara katılabilirler ama katılmak zorunda değildirler.

Burada “el-mevedde” de “el-kurba” da marifedir. Bilinen bir meveddedir, bilinen bir kurbadır. Bunların neler olduğunu Kuran’ın genelinden çıkarma ise içtihattır.

İşte bizim Adil Düzen çalışmalarında yaptığımız da budur. Bunların ilk uygulaması “sünnet” olarak yapılmıştır. Kur’an’dan nasıl istidlâl edileceği “usulü fıkıh” olarak tedvin edilmiştir. Örnek uygulama verilmiştir. Ancak Kur’an bunu kendisi tarif etmez, âlimlere bırakır. Dolayısıyla her çağın ihtiyacına göre biz çözeriz. Nitekim biz şimdi “Adil Düzen” olarak çağımızın ihtiyaçlarını çözmekteyiz.

وَمَنْ يَقْتَرِفْ (Va MaN YaQTaRiF)  “Kim iktiraf ederse.”

Karufa” ağacın koparılmış kabuğudur. “Karuba” kelimesine yakındır. Yani kendisine yaklaştırma demektir. Bir işi yapma, bir malı toplama demektir. İnsanın çevresi vardır. Çevrede birçok imkanlar vardır. İnsan onları devşirerek ve toplayarak onlarla yaşar.

Şimdi insanlardan istenen nedir?

Haseneyi devşirmek hasene toplamaktır. Canlılar hep diğerlerinden iktiraf ederler, girdi alırlar. İşletmelerde girdiler vardır, çıktılar vardır. Bu girdiler iki şekilde oluşur; dışarıdakilerin içeriye girmesi ile oluşan girdiler, yahut içerdekilerin davetiyle elde edilen girdiler. Çıktılar da böyledir; ya kendiliğinden dışarıya çıkarlar veya canlı onu kendi yapısından dışarıya çıkarır. Canlılık demek; dışarıdan kendiliğinden girenlerle, dışarıya kendiliğinden çıkanlar değil, canlı kendisinin istediklerini alır ve istediklerini atar. O halde girdilere Kur’an terimi ile “muktaraf” denmelidir.

Şimdi işletmeler ne yapacaklar?

Kendilerine gerekenleri iktiraf edeceklerdir.

Canlılar yanız doğadan iktiraf etmezler, birbirlerinden de iktiraf ederler, yani bilinçli olarak alışveriş ederler. Birileri alırken diğeri verir.

Benzer iktiraf insanlarda da vardır. İnsanlar bir canlı olarak doğadan iktiraf ettikleri gibi, asıl birbirlerinden iktiraf ederek yaşarlar.

Burada “MeN” kelimesi geçmiştir. Yani insanların iktirafı sözkonusudur. İnsanlar birbirlerinden iktiraf ederek varlıklarını sürdürürler.

حَسَنَةً (XaSaNaTan)  “Haseneyi iktiraf ederse.”

Karz-ı hasenden bahsetmişti. Şimdi burada doğrudan isimlenmiş “hasene”den bahsetmektedir. Nekredir. Sayılmayacak kadar hasene vardır. Onlardan herhangi birini iktiraf ederse. İşte burada seyyie karşılığı hasene getirilmiştir. Meveddetin yanında hasenenin iktirafı söz konusudur. Meveddetin fi’l-kurba teşkilatlanmasıdır. Yani gerek toprağı bölüştürme ve aralarında yollarla bağlanma, gerekse insanları örgütleme ve aralarında hukuki bağlar bağlamadır. Bu şeriattır. Yani oluştur. Bunun sadece oluşması yetmez, ayrıca artık o düzende insanların haseneyi iktiraf etmeleri gerekir. Yani arabayı uygun olarak kullanmak gerekir. Onun için “Ve” harfi ile atfetti.

Hasen” demek çıkar paralelliği demektir. Eğer bir işte hem ben hem siz kazanıyorsanız, o hasenedir. Biri zarar ederken diğeri kazanıyorsa, o seyyiedir. Bâtıl iktiraftır.

Allah burada insanlığın davet edildiği “Adil Düzen”i tarif etmiştir. İyi bir şekilde örgütlenme, ondan sonra da o düzen içinde haseneleri iktiraf ederek meveddet içinde olmadır.

Allah gelecekte Erbakan gibi insanlığı “Adil Düzen”e davet eden resulün yapacağı daveti burada beyan etmektedir, yani “Adil Düzen”i anlatmaktadır.

نَزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا

(NaZıD LaHUv FIyHAv XuSNAy) 

“Biz orada onun hüsnâsını artırırız.”

Hüsnâ nasıl artmaktadır?

a)      Biz bir arada iş yaparsak, birlikte yol kullanırsak yolun doluluk oranı artar. Dolayısıyla ayrı ayrı yolların biz belki yüzde birini kullanmayız ama bir araya gelince ondan yararlanma on misli, yüz misli, bin misli artar. İşte biz bir iş yaparken yalnız kendi çıkarımızı değil, başkasının çıkarını da düşünmeliyiz. Biz kullanmadığımız zaman başkaları kullanırsa, başkalarınınkini de onlar kullanmadığı zaman biz kullanırız. Bu durum yol gibi ortak mallarımızda olduğu gibi, parada da böyledir. Kredileşme nedir? Ben kullanmadığım zaman siz kullanıyorsunuz, siz kullanmadığınız zaman ben kullanıyorum. Buna “hasene” denmektedir. Sizin kullanmanızda benim bir zararım yoktur. O halde siz yararlanıyorsunuz diye benim sizden kira isteme hakkım yoktur. Bu hüsnayı kat kat artırmaktadır.

b)      Malların mübadelesidir. Hüsnayı ziyade eder. Birinin iki şişe suyu olsa, diğerinin de iki ekmeği olsa; onları mübadele ederlerse ikisi de yaşar. Ama ne yalnız su ile yaşanır, ne de yalnız ekmekle yaşanır. Eğer bir iktiraf başkasının zararına sebep oluyorsa, onun zararının karşılığını vererek giderme hasenedir. Yolda öyledir, parada öyle değildir. Yolda boştur. Başkasının geçmesi orada zarar vermez. Orada kredileşme sistemi geçerlidir. Halbuki burada birisinden alınan su eksilmektedir. Sen ona karşı ekmek vererek zararı haseneye çevirirsin. Ama burada hem sen kâr edersin hem o kâr eder. O da hasenedir.

c)      Özel mülkiyet de haseneyi artırmaktadır. Yeryüzü hepimizindir Bölüşüp ayrı ayrı kullanmazsak ondan yaralanamayız. Ama ben Fransa’daki topraktan yararlanamam. Fransa’daki de Türkiye’dekinden yararlanamaz. Takas yaparız. Burası benim, orası onun olur. Böylece özel mülkiyet doğar. Özel mülkiyetin başka yararı da, ortak mallara bekçi tutmuş oluruz. Sen bundan yararlan ama bunun bakımını da yap demiş oluruz. Böylece hem ondan yararlanarak hüsnasını ziyade etmiş olur, hem de onu koruyarak topluluk için hüsnasını ziyade etmiş olur.

d)     Nihayet işbölümü de hüsnayı çok çok ziyade eder. Herkes her mesleği öğrenemez. Öğrense bile üretimde son derece düşüklük olur. Ama işbölümü sayesinde hüsnayı artırmış oluruz. İşbölümü olmazsa bugünkü uygarlık oluşur muydu? Hangimiz kalkıp da kendimize telefon imal ederdik?

Allah’ın bizden istediği nedir?

Kredileşme müessesesini kurmak, serbest pazar müessesesini oluşturmak, özel mülkiyeti tesis etmek ve işbölümü içinde iş yapmak. İşte bu müesseseleri kurma meveddettir. Ama burada insanlara şeriata uygun olarak iş yapmaları haseneyi iktiraftır. Allah insanlardan bunu istemektedir.

Biz mü’minler Kur’an’da meveddeti tesis edeceğiz. Tüm insanlar da o meveddet içinde haseneyi iktiraf edeceklerdir. Hasene müennes olduğu halde, ahsen ise müzekker olmuştur. Hasene isimdir. Hasen ise masdardır. Ziyadeleşme kendi cinsindendir. Artırılan yeni hasene değil, mevcut hasenenin verimi artar. Bu sebeple burada masdar olarak getirilmiştir. Siz de meanide tenvinin ne için geldiğini öğrenir, değişik mânâlar verebilirsiniz.

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ(23)

(EnNa elLAvHa ĞaFUvRun ŞeKuRun)  

“Allah ğafurdur, şekurdur.”

Burada “İnNe” ile getirilmiştir. Atıfsız getirilmiştir. Yukarıda anlatılanların izahı yapılmaktadır. Husnanın ziyadeliği nerden gelir?

Birincisi, toplulukta birinin eksik bıraktığını diğeri tamamlar. Böylece kötülükler iyiliklerle giderilmiş olur. Topluluğun parasını hapsedip devrenin dışına çıkarmak seyyiedir. Karz-ı hasenle onu devreye sokman ise başkasının senin seyyiesini gidermesidir.

Hasenenin diğer önemli mânâsı, eksik kalan kısımların tamamlanması, yanlış yapılanların düzeltilmesidir. Düzen gafur olmalıdır. Diyelim ki, birisi katil oldu, bu seyyiedir. Topluluk hemen diyet ile bu yarayı sarmalıdır. Kötülük başkalarına sirayet etmemelidir.

Benzer şekilde iflas da böyledir. Biri iflas ettiği zaman o borcunu ödeyemez. Ondan alacaklılar da ödeyemez. Zincirleme kaza gibi peş peşe iflaslar olur. Bunu önlemek için topluluk onun borçlarını öder. Böylece iflas orada biter.

İşte, topluluğun “gafur” olması demek budur. Onlar müflise imkanlar verir ve ona ödetebilirse ödetir. Babalarını kaybeden çocuklar affederlerse diyet alırlar ve bu sayede maddi imkansızlık içinde perişan olmazlar. Diyeti âkilesi öder.

Gafur olmak yeterli değildir. Bütün bunların içinde insanlar haseneyi iktiraf edince karşılığını da almalıdır. Çıkar paralelliği içinde olmalıdır. Herkese karşılığı verilmelidir.

a)      Karşılıksız kullanmada kredileşme ilkesi geçerli olacaktır.

b)     Mübadelede serbest fiyat anlaşması olacaktır.

c)      Herkes bakımını yapacağı şeylere malik olabilmeli, devredebilmelidir.

d)     Herkesin emeğine kendisi sahip olmalıdır. Kimse emeğini zayi etmemelidir.

İşte, “şekur” olmak da bu demektir.

Demek ki, öyle bir düzen kurmalıyız ki, orada eksik olanlar topluluk tarafından ikmal edilip yola devam edilmelidir. Bir yerde meydana gelen bir arıza çevreye sirayet etmemelidir.

Diğeri de, herkes iktiraf ettiğinin karşılığını mutlaka almalıdır.

İşte “Adil Düzen” budur.

Bu sizin de istediğiniz düzen değil midir?

Siz de bunları istemiyor musunuz?

O halde kavgamız nedir?

Siz sadece istiyor ama gerçekleştiremiyorsunuz. Biz ise Allah’ın bize öğrettikleri ile bunların nasıl gerçekleşeceğini söylüyoruz. Bizi serbest bırakın deneyelim. İyi olursa yararlanın. Olmazsa yine yararlanın. Bizim liselerimizde kızlar başlarını örtsünler, sizinkilerde isterlerse mayo giyinsinler. İzleyeli ve bakalım; hangi lise daha iyi öğrenci yetiştiriyorsa ona göre istersek biz de mayo giyeriz. İsterseniz de peçe takabilirsiniz.

Kendi ocaklarımızı kuralım.

Kendi bucaklarımızı kuralım.

Deneyelim. Sonuçları görelim.

Sonra isteyen istediğini seçsin.

Bunun dışındaki çözümler dayatmadır.

Biz diyoruz ki; bizim söylediklerimiz kendi uydurmalarımız değil, Allah’ın kitaplarda ve müspet ilimlerle öğrettikleridir. Bizim size dayatma hakkımız olabilir. Çünkü kendi zannımıza göre biz kâinatı var eden hakkında konuşuyoruz. Ama bakınız, Allah bize böyle bir görev vermediği için biz dayatmıyoruz. Siz ne hakla ve hangi üstünlüğünüzle sizin kendi şahsi uydurmalarınızı bize dayatıyorsunuz? “Atatürk ilkeleri” deyip saçmalıyorsunuz. “Avrupa müktesebatı” diyorsunuz, dayatıyorsunuz. Gerçekten de siz bu yaptıklarınızdan dolayı kör bıçakla kesilecek kimselersiniz. Erbakan’ın hislere kapılarak söylediği, gerçekten sizin anladığınız ancak tabancanın namlusudur. Çünkü siz utanmaz, hayasız kimselersiniz. Mustafa Kemal kimdir ki onun ilkelerine biz kayıtsız şartsız uymalıyız? Evet, biz o ilkeleri tasvip ediyoruz. Ama onun ilkeleri olduğu için değil, Allah’ın insanlara lütfettiği şeyler olduğu için. Avrupalılar kimmiş? Mağlup ettiğimiz zavallılar.

Biz belki de sahtekârlık yapıyoruz. “Allah’ın istediği” deyip kendi istediğimizi takdim ediyoruz. Bu sebepledir ki zorlama yapmıyoruz. Biz sadece onu uyguluyoruz. Siz ise; “Biz lâikiz, Allah’ı dünya işlerimize karıştırmayız, kendi aklımız bize yeter!” diyorsunuz. Buna da bir şey demiyoruz. Ama bu uydurma ve dayatmalarınızla hayvandan da beter olan siz zavallılar; ne diye biz sizin atmasyonlarınıza uyacakmışız. Biz sizi yendik derseniz, onu da yapmış değilsiniz. İstiklâl Savaşı’nı siz mi kazandınız, yoksa biz mi? Sanki Mustafa Kemal Sakarya’da bizim başkomutanımız değildi de sizin başkomutanınızdı. Mustafa Kemal adına şimdi siz bize kendi safsatalarınızı dayatıyorsunuz.

Biz sizden intikam almayacağız, yaptığınızın hesabını sormayacağız. Çünkü Allah izin vermiyor ama Allah sizden bunun hesabını soracaktır. Çok yakında yeryüzüne “Adil Düzen” gelecek, zulmünüz bitecektir.

Şimdi tekrar başa dönerek “meveddet” ile “merhamet” arasını yeniden gözden geçirelim.

Merhamet, insanların kişisel olarak birbirine yaptığı iyilikler olup dinlerin konusudur. Yeryüzünde mevcut olan dört büyük dinler insanlığa merhameti öğretmektedir. Öğretme şekli farklıdır. İbadetler farklıdır. Zikirler ve virdler farklıdır. Kur’an insanları Kur’an dinine davet etmektedir. Kur’an diğer din mensuplarının Kur’an tarikatına girmesini istemektedir. Kur’an insanlığı sadece Allah’ın şeriatına davet etmektedir.

Şeriatın kaynağı nedir?

Şüphesiz şeriatın kaynağı doğa kanunlarıdır. O’nun doğadaki düzenidir. Müsbet ilim yoluyla elde edilen bilgilerden yararlanılarak insanlar arasında meveddetin oluşmasını sağlayan düzeni bulmaktır.

İkinci olarak, Allah’ın insanlığa peygamberler vasıtası ile bildirdiklerini değerlendirip şeriatını bulmaktır. Allah yeryüzüne yalnız iki şeriat kitabı indirdi; Tevrat ve Kur’an. Onun dışında kalanlar şeriat kitapları değildir. Din kitaplarıdır. Kur’an ise hem din kitabı hem şeriat kitabıdır. Kur’an insanlığı Kur’an dinine değil, Kur’an şeriatına çağırmaktadır. Yani ne Hıristiyanların ne Budistlerin ne de Brahmanların ellerinde Tevrat seviyesinde bir şeriat kitapları yoktur. Dolayısıyla onların dinlerinin emrettiği ama kendilerinde olmayan şeriata çağırmaktadır.

Kur’an’ın Tevrat’tan farkı nedir?

a)      Tevrat yalnız İsrail oğullarının o dönemdeki şeriatını içerir. Kur’an ise tüm insanlığın kıyamete kadarki şeriatını içermektedir. Tevrat hidayettir. Ama yeterli değildir. Günümüzün sorunlarını tamamen çözemez. Esasen Tevrat, Kur’an’ın daha nâzil olmadan önceki bir uygulamasıdır. Yani Tevrat’ta olan hükümlerin hepsi Kur’an’da da vardır. Tevrat Kur’an’ın o dönemdeki uygulamasıdır. Farklı değildir. Tevrat’a temessük eden Kur’an’a da temessük etmiş olur.

b)     Kur’an bütün diliyle ve asıl lafızları ile gelmiştir. Tevrat’ın ise sadece tercümeleri vardır. Nuzül döneminin metni bulunsa bile lisanı yoktur. Dolayısıyla Kur’an eksiksiz ilâhi bir kitaptır. Korunmuştur. Tevrat ise Allah tarafından korunmamıştır. İkilik olmasın diye Allah böyle takdir etmiştir.

c)      Tevrat fer’leri içermektedir. Kendi zamanını ve kavminin sorunlarını çözer. Kur’an ise fer’leri değil asıllarını içerir. Yani kanunları içermez, kanunların nasıl yapılacağını içerir. Dolayısıyla Kur’an bir nuzül kitabıdır. Anayasadır. Tevrat ise bir fer’ kitabıdır, kanunlar mecmuasıdır. Tevrat’ın değişik zamanlarda ve değişik yerlerde uygulanması mümkün değildir. Oysa Kur’an usul kitabıdır. Matematik gibidir. Kıyamete kadar değişmez. Onun anlaşılması gelişir ama değişmez.

d)     Nihayet Kur’an son kitaptır. Diğer bütün kitaplar orada vardır. Dolayısıyla da Kuran bütün kitapların Allah tarafından yapılan özetidir. Bütün kitaplara inanmak zorundayız. Onlardan yararlanmak zorundayız. Bu imkanı Kur’an sağlamaktadır.

Kur’an bize; sizden emrettiğimden başka bir şey istemiyorum demek suretiyle insanlığa merhamette kendi dinlerinde kalmalarını, ama şeriatta İslâm şeriatına yani ortak şeriata gelmelerini istemektedir. Şeriat ancak İslâm topluluğunun olduğu bir yerde uygulanabilir. Onun için Allah on binlerce senedir İslâm dinini insanlara öğretti. Artık İslâm şeriatını anlayacak seviyeye gelince Tevrat ile bir ön tatbikat yaptı. Sonra da Kur’an’ı gönderdi. İnsanlığa onların haber verdiği kitabı indirdi.

Şimdi Tevrat’ta Kur’an’dan açıkça zikredilmektedir. Tevrat İsmail Peygamberden bahsetmektedir. Yakup amcasıdır. Yine Tevrat’ta deniyor ki; senin kardeşinin çocuklarından bir peygamber getireceğim. Böylece çok açık ifade ile Tevrat Hazreti İsa’yı haber verdiği gibi Hazreti Muhammed’i de haber vermiştir. Tevrat’ta 100’e yakın yerde son peygamberden müjde vardır.

İncil’de ise zaten benden sonra biri gelecek diyerek Hazreti Muhammed’i çok açık olarak tarif etmektedir. Kendisinin onun için gittiğini söylemektedir.

Vedalarda ve Budistlerin kitaplarında da mutlaka vardır. Ama henüz bunun üzerinde araştırmalar yapılmamıştır. Hindular ve Budistler bize onları öğretmelidirler. “Bin Dil Üniversitesi”ne bunun için ihtiyaç vardır. Bugün belki Irak’ta konuşulan bir Sümerce vardır. Bizim haberimiz yoktur. İşte o üniversite bunları ortaya çıkaracaktır. Yahut Sümerce’ye bu dillerle gidilecektir. Yazılı pek çok eserler böylece anlaşılır hâle gelecektir.

Burada hep ehli kitaptan bahsettik. Ateistlerden bahsetmedik. Çok kısa olarak ona da temas edelim.

Semavi kitapları kabul etmeyenler vardır. Bunların bir kısmı ehli haktır. Bunlar hak ve bâtılı kabul etmektedirler. İyilik ve kötülüğü kabul etmekte, iyi insanların karşılığını göreceklerine inanmakta, kötülerin de cezalanacağına inanmaktadırlar. Yani bunlar iyi insan olmaya çalışmaktadır. Biz bunlarla da ehli kitaptakilerle yaptığımız diyalogu kurarız. Bunlar ilâhi kitaplara inanmıyorlar, ilâhi kanunlara inanıyorlar. Onlara da müspet ilimle hitap ederiz. Varılan sonuçlar aynı olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-520/ADİL DÜZEN DERSLERİ-350   25 Temmuz 2009

 

İRAN’daki FİTNE

İran yine karışmış...

Tekrar olarak yazıyorum; yazdıklarım İran Konsolosluğu’na ulaştırılmalıdır.

Ne AK Parti, ne de İran, “Adil Düzen”i benimseyip Kuran’a geçmedikçe, kendi düzenlerini “Adil Düzen” hâline getirmedikçe varlıklarını sürdüremezler.

O halde İran ne yapmalıdır?

500 milyon sermaye koyarak ve Akevler İstanbul Konut Yapı Kooperatifi’yle anlaşarak, on bin haneli “Bin Dil Üniversitesi”ni kurmalıdır. Kum’daki âlimleri bu üniversiteye hoca olarak atayıp Arapça olarak tedrisata başlamalı ve “Adil Düzen” yani Kur’an düzeni yani peygamberler düzenini ortaya koymalıdırlar.

Bunun yeri satılık olarak hazırdır. Türkiye’de kooperatif kurulmalıdır. Yeri kooperatif satın almalıdır. İran kooperatife iştirak etmelidir. 1400 sene evvel başlamış siyasi kavgaların bugün din mezhebi olarak sürmesini biz önlemeliyiz. Halkın inancıdır. Ancak 1200 yıl öncesine dönmeliyiz, birlikte İslâm şeriatını bugünkü ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yeniden fıkıh olarak oluşturmalıyız. Ehli Sünnet biz olmalıyız. Ölü müçtehitlere tâbi olunamaz.

İşte, İran ve Türkiye bu “Adil Düzen Üniversitesi”ni kurdukları zaman görecekler; Allah tüm fitneleri durduracak, bu üniversiteler sonuç alıncaya kadar onlara dokunan olmayacaktır. Sonra ise bu üniversitelerin verdiklerini kabul edip etmemelerine göre iktidarları devam eder veya sona erer.

Geçici olarak neler yapılmalıdır?

a)      İran, Birleşmiş Milletler’e ve Obama’ya imkan vermek için geçici olarak atom üzerindeki çalışmayı durdurmalıdır. Birleşmiş Milletler ve Obama atom silahlanmasını düzenleyen adil sistem getirmelidir. İmtiyazlı atom kullanımı kaldırılmalıdır. İran yapamıyorsa ABD de yapamamalıdır; Rusya da, Çin de yapamamalıdır. Atom sadece İslâm ülkelerine yasak olmamalıdır. İran atom bombasını bulundurmuyorsa, İsrail de bulundurmamalıdır. Zulüm ve adaletsizlik üzerine barış olmaz.

b)     İran, Türkiye, Suriye birleşip ortak deklarasyon yayınlamalıdır. ABD, Rusya, Fransa, Çin ve İngiltere’nin sahip olduğuna İslâm ülkelerini temsilen bir devlet sahip olmaz da bundan dolayı ABD bunlardan birine saldırırsa, bu üç devlete saldırmış kabul edilecek; önce Irak işgal edilerek ABD askeri oradan uzaklaştırılacaktır. Bombalamaya devam ederse; o zaman tüm Arap Yarımadası işgal edilerek Ortadoğu esaretten kurtarılacaktır. Yine saldırmaya devam ederse İsrail işgal edilecektir. Sömürü sermayesini başka türlü durdurma imkanı yoktur.

c)      Bu üç ülke “Adil Düzen” uygulamasına başlayıp sömürü aracı olma hareketlerine son vermelidir.

Bunun için neler yapmalıdır?

1-      Ülkelerini yüze yakın illere ayırıp bağımsız il yönetimlerini getirmelidirler.

2-      Millî ordularını iç güvenlikten almalı, o görevi illere bırakmalıdırlar. Her il iç güvenliğini kendisi sağlamalıdır. Sağlayamaz da ordudan yardım isterse, o zaman ordu yardım etmelidir.

3-      Çoklu siyasi partiler oluşmalıdır. Cumhurbaşkanını meclis sıralama usulü ile askerlerden seçmelidir. Cumhurbaşkanı iç işlerine müdahil olmalıdır. Hükümet nisbî sistemle oluşmalıdır. Devlet başkanının atadığı başbakan hakemlik yapmalıdır. Hükümet ve meclis hakemlerden oluşan yargı denetiminde olmalıdır.

4-      Ekseriyet sistemi ile karar alma yerine, İslâmiyet’in 25 çeşit karar alma şekilleri ile karar alınmalıdır. Orta değer, sıralama, icma ve hesabi kararlar alınmalıdır.

Her şeyden önce hakemlik sistemi getirilmeli ve yargı her şeyin üstünde tutumalıdır. İran’da fakihler meclisi ayetullahlardan oluşmalıdır. Yani biat yoluyla gelmelidirler. Kendi kendilerine ekseriyet sistemi ile seçme sistemine son verilmelidir. Yüce Divan bunlardan seçilecek hakemlerden oluşmalıdır. Türkiye’de ise hakemler meclis tarafından seçilmelidir.

İran ve Türkiye işte bu tür “Adil Düzen”e doğru giden adımlar atmazsa, fitne ve fesat devam edecektir. Fitne ve fesadın bir ülkeyi nerelere götüreceği herkesin malumudur.

Bizden hatırlatması.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-520/ADİL DÜZEN DERSLERİ-350   25 Temmuz 2009

 

ALMIŞ SEKİZ NESLİ/KUŞAĞI

VE  SÖMÜRÜ SERMAYESİ

Mümtazer Türköne 68 kuşağını anlatıyor...

Sömürü sermayesi Birinci Cihan Harbi’ni çıkardı ve üç büyük imparatorluğu yıktı. Nemçe İmparatorluğu’nu böldü ve Avrupa devletlerini sömürü taşeronluğunda kullandı. Rusya Çarlığını yıktı ve kapitalizmin karşısında sosyalizm/komünizm görevini verdi. Böylece dünyadaki dini kutuplaşmayı rejimler kutuplaşmasına çevirdi. İsrail devletinin toprak edinmesi şartlarını hazırladı.

Türkiye’yi, İsrail imparatorluğu kuruncaya kadar bağımsız bırakmak istedi, ama dinsiz olması şartını koştu. Bu arada Anadolu’dan Hıristiyanları tehcir ettirdi ki, yarın buraları İsrail adına işgal ederken bana ayak bağı olmasın.

Sömürü sermayesi İkinci Cihan Savaşı’nı çıkardı, müstemlekeciliğe son verdi. İsrail oğullarını zorla İsrail’e tehcir ettirdi, böylece büyük sermayesi ile suni İsrail devletini kurdu.

Tuhafınıza gider ama Kur’an da böyle bir toplanmanın olacağını bildiriyor. (İsrâ Sûresi 104) Cumhuriyet Halk Partisi’ne istediği dinsiz (veya dindarlıktan uzak) ama Müslüman halktan oluşan Türkiye devletini kurdurdu. Osmanlıların borçlarını ödetti. Köhnemiş yabancı tesisleri sattırdı. 1950’ye gelindiğinde Demokrat Parti’yi iktidara getirdi ve yarım asır sonra işgal edeceği Türkiye’nin alt yapısını yapma görevini verdi. İşgal ettiğinde ülkenin yolu, suyu, elektriği, telefonu hazır olacaktı.

Demokrat Parti aldığı kredilerle yatırma girişti. Ekonomideki yatırımın beş misli ek iş olacağı kuralını bilmeyen sermaye yanıldığını anladı. Türkiye’nin tarım döneminden çıkıp sanayi dönemine geçmekte olduğunu görünce kredileri kesti.

Menderes Hükümeti bundan sonra sömürü sermayesi ile boğuşmaya başladı. CHP’den kalan altınları sattı ve yatırımlara devam etti. Sonra altınlar da bitti. Bu sefer karşılıksız para çıkardı ve kalkınma hamlesi devem etti. Kıbrıs sorununu da çözerek Hıristiyanlarla iyi olmaya ve geçinmeye başladı. İşte bütün bu olumlu gelişmeler ihtilale sebep oldu. Başbakan Menderes, kalkınmayı finanse eden Maliye Bakanı Polatkan ve Kıbrıs barışını sağlayan Dışişleri Bakanı Zorlu asıldı.

Bu ihtilal ve idamlar Türk başbakanlarını yıldırmadı. Demirel, Özal, Erbakan, hattâ Çiller ve şimdi de Erdoğan bu sanayileşme hamlesine düşe kalka devam ediyorlar.

Ben üniversiteden 1955’de mezun oldum. Demokrasiye geçiş taraftarı idim. Demokrat Parti’ye oy vermedim; Millet Partisi’ne oy verdim. Konuşmalarımı tarafsız yapardım. 1960 ihtilâlinde ‘sen Demokrat Partilisin’ diye beni resmi görevden attılar. Çünkü CHP’yi de DP’yi de aynı merkez idare ediyordu. Ülke ikiye bölünmüştü. İstemeyenler harcanıyordu. İşten atıldım, bir sene işsiz kaldım. Sonra İzmir’e gittim, askerlerin yanında işe başladım. Askerleri zaten tanıyordum, yedek subaylık yapmıştım. Şimdi çok daha yakından tanımıştım.

Menderes’i de asınca iyice kanaat getirdim ki, CHP ve DP birer addan ibarettir. Komünizm, faşizm ve diğer “izm”ler sermayenin uydurmasıdır. Sermaye gruplara ayırıyor ve ikisini de kendisi finanse ediyor; daha doğrusu devletlere ettiriyor. Bunları çatıştırarak ülkeleri kendi emellerine esir etmek üzere teslim almak istiyor. Bu arada Müslümanları bu gruplardan istediklerine eleman etmek istiyor. Bunları Kilis Eski Milletvekili Remzi Güres’ten öğrendim. Allah ondan razı olsun.

İşte bundan sonra İhsan Emci ve Osman Eskicioğlu bana konferanslar verdirdiler. Bu konferanslarımı Ahmet Tahir Satoğlu ve Fethullah Gülen destekledi. Ege Bölgesi’nde hemen hemen her hafta bir yerde konuştum.

Konferanslarda anlattıklarımın özü şu idi:

-Müslümanların devlete karşı savaşacak herhangi gizli ve açık kuruluşlara katılmamaları...

-İslâmiyet’te devleti düzeltmek vardır ama devleti yıkmak yoktur...

-Hicret edersin ve oradan savaşabilirsin ama iç savaş yoktur...

Bu arada ben halkımızı devletlerine karşı itaatkâr olmalarını teşvik ediyordum. Diğer taraftan o zamana kadar aşağılanan Nurcuları, Süleymancıları ve diğer tarikat mensuplarını koruyor, konuşmalarımda hep onları teşvik ediyordum.

O günkü yönetim/ler için ben kötü adam idim, çünkü çatışan gruplara eleman verecek olan cemaatleri çatışmadan uzak tutuyordum ama diğer taraftan da devlete itaat ettirdiğim için de bilhassa askerler yanında makbul kişi oluyordum.

İşte İzmir Akevler Ekibi böyle istenmeyen ama kendisine bir şey yapma imkanı olmayan bir kuruluş olmuştur. İhbarlar ve şikayetler ters tepiyor, Akevler ordu nezdinde daha da güvenilir oluyordu.

Gerek Gülen Cemaati, gerekse Millî Görüşçüler yanımızda yer aldılar. Asla devleti yıkma oyunlarına veya silahlı faaliyetlere yer vermediler.

Evet, büyük sıkıntılar çektik. Ancak sonunda başardık.

Türkiye 68 oyununa gelip parçalanmadı.

Sömürü sermayesinin planında Türkiye 1997’de yıkılacak, 28 Şubat Türkiye’nin işini bitirecekti. Bugün sömürü sermayesi o hayalden ümidini kesmiştir.

Gorbaçov sosyalizmden vazgeçti. Sömürü sermayesi Yeltsin’le bir şeyler yapmayı denedi ama sarhoş başkan Putin’i Rusya’ya armağan etti. Putin de, ‘Rusya olarak ben de İslâm devletiyim’ diye İslâm Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) müracaat etti.

Daha başka neler oldu?

Papalık Avrupa’da en etkin kurum oldu. Papa Jan Pol fetva verdi; Türkler de İbrahimî dindendir, onları da AB’ye alacağız dedi. Halefi Papa 16. Benedict Türkiye ziyaretinde Sultan Ahmet Camii’inde âlemlerin Rabbine dua etti. Başka bir şey daha oldu; Amerika’da Müslüman ve siyah beyaz melezi bir kişi devlet başkanı seçildi.

Biz Kur’an’ın gösterdiği yoldan hareket ederek CHP ile koalisyon yaptık. Şimdi artık sol dinsiz değildir; biz de onların düşmanı değiliz.

Bugün Türkiye eğer varlığını koruyorsa, Gülen Cemaati ve Millî Görüş’ün diyalog anlayışı sayesindedir. İkisinin de başlangıç kaynağı İzmir Akevler’dir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

*520. GENEL; 70. İŞLETME SEMİNERİ

Adres: EMİNEVİM/EMİNOTOMOTİV MerkeziKısıklı Cad. No: 36    ALTUNİZADE - ÜSKÜDAR / İSTANBUL    Tel: (0216) 444 36 46

Perşembe, 23.07.2009

 

DİNÎ EĞİTİM

 

EĞİTİM ÇEŞİTLERİ

DAYANIŞMA

Yaşı

Seçme

Dayanak

Derece

Yetki

Türü

DİNÎ

Doğum

Anne

Sevgi

Tezkiye

Şehadet

Yaşama

İLMÎ

7

Anne Baba

Tartışma

İmtihan

İçtihat

Yasama

MESLEKÎ

10

Baba

Kazanç

Yaş

Ücret

Çalışma

ASKERÎ

15

Kendisi

Korkutma

Terfi

Kamu Yetk

Korunma

 

ARAÇLAR

a) Sesle           Öztitreşim (R L N M), Kur’an, Tesbih 

b) Işıkla           (Varlıklar-isimleri), Manazaralar,  Sebep-Sonuç, Tekrarlar.

c) Hareketler   Durma, Eğilme, Kapanma, Oturma; Göz, Parmak, Boyun, Koşma, Çene

d) Örnekle      Kötü alışkanlıktan kaçınma, örtünme, konuşma, saygılı davranma.

 

EĞİTİM

a)      Aile

b)      Aşiret eğitimi       Namazlar

c)      Oyunla eğitim

d)     Büyüklerin toplantıları

 

İBADETLER

a) Yaşama Eğitimi

b) Çalışma Eğitimi

c) İrade Eğitimi

d) Seyahat Eğitimi

 

                                                        NAMAZ

 

Ezan

Vakit

Tesettür

Taharet

Yer

Kamet

Kıyam

Rüku

Secde

Kade

Salât

Kıble 

Saf

Niyet

İmam

Tekbir

Kıraat

Kunut

Huşu

Dua

Selam

Hamd

Tesbih

Tekbir

İstiğfar

 

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2652 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2620 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2141 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2521 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2539 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2276 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2165 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2576 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2473 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1978 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2337 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2282 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2419 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2417 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2250 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2435 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2390 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2609 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3030 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2663 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2978 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2661 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2739 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2945 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3415 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5466 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3854 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3702 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3414 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3863 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3827 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4101 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4613 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3008 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3106 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3959 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3816 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2841 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2935 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3944 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7705 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5589 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4167 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3567 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3712 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4727 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4437 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4731 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4656 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4808 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4544 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3389 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4466 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3616 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5161 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3846 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5139 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4999 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4927 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3529 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3471 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3687 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5145 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4198 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5412 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4081 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5261 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4410 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4422 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4565 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4760 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5311 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4114 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5258 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4517 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3836 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4373 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4581 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4107 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4090 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4080 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4537 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5641 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9805 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4639 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3694 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3850 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3354 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3377 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3738 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5694 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4242 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3440 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler