Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 355
BAKARA SÛRESİ 62-66.-AYETLER TEFSİRİ
6.05.2006
2095 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 355

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi       05 - 08 Mayıs 2006          Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 355. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE

 

BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ

BURSA VE ‘SERAP PEŞİNDE KOŞTUK…’

TÜRKİYE - İRAN   S A V A Ş I

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 17. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(62)

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمْ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ(63)

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنتُمْ مِنْ الْخَاسِرِينَ(64)

وَلَقَدْ عَلِمْتُمْ الَّذِينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ(65)

فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ(66)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا (EinNa elLaÜIyNa EavMaNUv)  “İman etmiş olan kimseler.”

Yeryüzünde “İslâm” yani “barış ülkeleri” vardır. Buralardaki nizalar ve anlaşmazlıklar hakemler vasıtasıyla çözülür. Taraflar birer hakem seçerler, hakemler de bir baş hakem seçerler. Hakemlerin verdikleri kararlara taraflar rıza gösterirler ve kararlar infaz edilir. Hakemler aleyhine de hakemlere gidilebilir. Ancak, hakemler mahkum olursa dava bozulmaz, hakemlerin âkileleri yani dayanışma ortaklıkları zararı tazmin ederler. Yeryüzünde bir de “harb” yani “savaş ülkeleri” vardır. Bunlar hakemlerin kararlarına uymayan ülkelerdir.

İşte yeryüzünde hakem kararlarına uymayanları tenkil etmek, onları etkisiz hâle getirmek için bir silahlı güce ihtiyaç vardır. Hakem kararlarına uyan silahlı güçleri oluşturanlara “mü’min” denmektedir; güven altına alan anlamındadır. “Müslim” ise barışan demektir.

Kur’an’dan önce bu görev İsrail oğullarına verilmiştir. Daha önce de devletler vardır, ancak bu devletler sadece kendi topraklarında güven sağlarlardı. Uluslararası tüm dünyada güven tesis etme görevi Kur’an’la mü’minlere verilmiştir. Bu güven altına alma nöbetleşme ile başlar.

Ocaklarda kadınlar “temizlik nöbetleri” tutarlar, erkekler “gece bekçiliği nöbetleri” tutarlar. Bekçilik, tehlikeyi haber verme nöbetleridir. Kendileri kendi başlarına savunma yapmazlar.

Bucaklardakoruma nöbetleri” tutulur. Koruma, insanlara karşı değil de, canavarlara ve âfetlere karşı tutulan nöbetlerdir. Mesela, yangına karşı nöbet tutmak, yangını söndürmek korumanın görevidir.

İllerde ise “güvenlik nöbetleri” tutulur. Bu nöbetliler, hakem kararlarını kabul etmeyen kişilere karşı savunma yapar, onları bertaraf ederler. Bugün bu görev jandarma teşkilatı ile yapılmaktadır. İslâmiyet’te bu teşkilat o il halkı tarafından oluşturulur.

Ülkelerde ise “savunma nöbetleri” tutulur. Savunma, hakem kararlarını tanımayan silahlı topluluklara karşı cephe savaşı şeklinde yapılır. Kişiler değil, topluluk hedef alınır.

İşte bu nöbetlere bedenen katılan erkekler ile bunlardan birilerinin velayetini kendi isteğiyle kabul eden kadınlardan oluşan topluluklara “mü’min” denmektedir. Kur’an bunları “iman eden kimseler” diye adlandırmaktadır. Mü’min her dinde vardır, ama “Ellezîne Âmenû” ise yalnız Kur’an ehline hitaptır.

وَالَّذِينَ هَادُوا (Va elLaÜIyNa HAvDUv)  “Ve havd edenler.”

Hadiy” önden giden kılavuzdur. “Havdi” ise hayvanları arkadan süren çoban anlamındadır.  İkisi de yola koyan, yol almaya yardım eden anlamındadır. “Yahudi” kelimesi buradan geldiği gibi, “Hud” kelimesi de buradan gelmektedir.

Mü’minler güven sağlamakla görevlendirilmiş, Yahudiler ise ilimde ve ticarette insanları sürüklemekle görevli kılınmışlardır. Onlar insanlığı sürerek İslâmiyet’e getirmişlerdir. Bir taraftan dinlerine başka insanları almamışlar, ama onlara İslâmiyet’i anlatmışlardır. Bunun sonucu olarak Hıristiyanlık doğmuş ve insanlık Kur’an düzenine varmıştır.

Yahudiler kıyamete kadar ilimde ve ticarette hep etkin olacaklardır. Bu âlimler onlardan yetişecek demek değildir. Âlimler bütün insanlardan yetişecektir. Ancak diğer topluluklar ilme kıymet vermedikleri için bu ilmî buluşlar sonunda Yahudi sermayesi ile insanlığa ulaşacak, Yahudilerin ağzı ile ulaşacaktır. Sermaye elbette yalnız onların olmayacaktır. Ancak ülkeden ülkeye sürüldükleri için uluslararası ticaret onların olacaktır.

Yahudi” kelimesi sürülmüş anlamına da gelebilir. Bu takdirde yeryüzünün her tarafında ticareti ellerinde tutan dağılmış halk oldukları için bunlara “Yahudi” denmiştir. Gerçi sonunda bunlar Filistin’de toplanacaklardır, ama bulundukları halkın dillerini bilecek ve oralarda da mülkleri olacaktır. Nitekim Türkiye’den giden Yahudiler Türkçe’yi bilmekte ve Türkiye’deki varlıkları sürmektedir. Hattâ bunun için ‘çifte vatandaşlık’ kavram ve uygulamasını getirmişlerdir.

وَالنَّصَارَى (Va elNaÖARAy)  “Ve nasara”

Nasara” nâsırın çoğulu olarak alınabilir, yardımcılar demektir. Hazreti İsa “Men Ensarî İlallah?” demiş; “Nahnu Ensarullah” demişlerdir. Hıristiyanların görevi insanlara yardımcı olmaktır. Gerek Yahudilerin gerek iman etmiş olanların insanlığa ulaştırılması görevi Hıristiyanlara verilmiştir.

Hıristiyanların kendi şeriatları ve uygarlıkları olmayacaktır. Ama insanlığa şeriatı ulaştırma görevi Hıristiyanlara verilmiştir. Nitekim Hazreti İsa yeni bir şeriat getirmemiştir. Şimdilik Tevrat’a uyun demiş; sonra yeni peygamber gelecek ve o şeriat getirecektir, ona uyun demiştir.

Şimdiki Hıristiyanların görev olarak; -Tevrat şeriatı eskimiş olduğu için- Kur’an şeriatını dünyaya ulaştırma bakımından Adil Düzencilere yardım edecekler, zaten kendilerine ait olmayan Tevrat şeriatı yerine Kur’an şeriatını destekleyeceklerdir. Tevrat şeriatı ile Kur’an şeriatı arasında sadece güncelleştirme sözkonusudur. Kur’an’ın bin sene önceki yorumlarına nisbetle, çağımızın yorumları olan Adil Düzencilerin yorumları ile yardımcı olacaklardır. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bunun için sıkı diyaloga ihtiyaç vardır ve bu gerçekleşmektedir. Papalık Müslümanlarla birleşerek ateistleri def etme yolunu tutmuştur.

وَالصَّابِئِينَ (Va elÖAvBiEIyNa)  “Sabiiler”

“Hud” ile “Hidayet” arasında nasıl yakınlık varsa, “Sabiy” ile “Sabi” arasında da böyle fark vardır. “Savab” isabet eden, doğru olan, yerinde olan anlamındadır. Kur’an’da “Hıtta” gibi Arapçada manâsı bilinmeyen ama Arapların kullandığı kelimeler vardır. Kur’an bunları kullanır. “Sabi” isabet eden manâsındadır. “Savab” oku hedefe ulaştırma demektir. “Sabv” ise kendi kendine doğru olan anlamına gelir.

Bu dinler doğu dinleridir. Hazreti İbrahim aleyhisselâmın Katura’dan doğan dört oğlu vardır. İbrahim aleyhisselâm, henüz hayattayken onların miras haklarını vererek, siz doğuya gidin, çünkü buralar İsmail ve İshak’ındır diyor. “Saby etme” uzaklaştırma anlamına da gelmektedir. Ortadoğu’dan çıkarıldıkları için bunlara “Sabiler” denmektedir. Kelimenin kökü “Sebi” kökündendir. “Sabi” ehli rey olmayan kimselerdir.

Kur’an düzeni tesis edilirken Sabiilerin katkıları olmamıştır. Kur’an’ın anlaşılmasında Tevrat ve İncil daha çok anılmaktadır. Bununla beraber Kur’an’ın anlaşılması safha safha olmuştur. İlk uygulaması devlet yönetiminde olmuştur. Hazreti Peygamber ve dört halife bunu yapmıştır. Sonra Fıkıh dönemi gelmiş ve Kur’an Arapçanın incelenmesi ile anlaşılma cihetine gidilmiştir. Türklerin Müslüman olmasından sonra, Yunan felsefesinin etkisiyle Kur’an yeniden yorumlanmış ve kelam ilmi doğmuştur. Daha sonra doğu dinlerinin etkisiyle yorumlanmış ve tasavvuf doğmuştur. Yani; Kur’an Sabiilerden fazla bahsetmez, ancak Sabiilerin Kur’an’ın anlaşılmasında büyük yardımları olmuştur. Bu sebepledir ki Kur’an yalnız mü’minlerin kitabı değildir, bütün dünya dinlerinin son kitabıdır. İnsanlar kitaplardaki bozulmaları ve eksiklikleri Kur’an’ın yardımıyla düzelteceklerdir. Biz nasıl onların dinlerinden yararlanarak Kur’an’ı doğru anlamaya çalıştıksa, onlar da Kur’an’dan yararlanarak kendi dinlerini düzelteceklerdir.

Buda’nın adı Buda değildir, Sakyamun’dur; sakaların adamı demektir. Sabirler, Sibirlerin adıdır. Sibirya’da yaşayan kavimdir. Bu şekilde yorumladığımız zaman, Sabiiler Budistler demektir. Doğuya giden Hazreti İbrahim’in Katura’dan doğan çocukları doğuda Brahmanizmi kurmuşlardır. Brahmanizm Yahudiliğe benzemektedir. Yalnız Hazreti İbrahim’in soyundan gelenlerin dini idi. Onlar İsrail oğulları gibi başka kavimleri kendi aralarına almıyorlardı. Bu gelenek bugünkü Hindistan’da kastlar şeklinde devam etmektedir.

Batıda Hazreti İsa Tevrat’ı nasıl insanlığın şeriatı hâline getirmiş ise, doğuda da Buda yani Sakya adamı sabirli, sabii Brahmanizmi beşeri din yapmış, kastları kaldırmıştır. Ne var ki, Hindistan’ın sınıflı yapısına uymadığı için Hindistan’da değil de, Çin ve diğer doğu ülkelerinde yayılmıştır. Furkan da bunlara inen kitaptır. Burhandan dönüşmüştür. 

مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (MaN EAvMaNa Bi elLAHi Va eLYaVMi eLEAvPiRi) 

“Kim Allah ve âhiret ile güven altına alırsa.” 

Kendilerini ve çevrelerini güven altına alanlar demektir. Yahut Allah ve âhireti güven altına alanlar demektir. Her ikisinde de manâ mecazidir.

Burada “Bi” tekrar edilmemiş, yani “Allah ve âhiret” bir tabir olarak getirilmiştir. Bunun anlamı şudur, Allah’a inanmak âhirete inanmaktır . Çünkü Allah varsa, elbette bizi yaratıp dünya çilesini çektirdikten sonra bırakıp yok etmek, Kâinatı birkaç yıl yaşatıp yok etmek elbette yaraşmaz. Dolayısıyla, Allah varsa âhiret de vardır, âhiret varsa Allah da vardır. Çünkü o âhireti var edecek biri olmadan âhiret olmaz. Âhiret sadece dirilme ve bedenle yaşama demek değildir. Âhiret demek, hesap sorma ve hesap verme demektir.

Âhirete inanmak demek, yaptıklarımın hesabını vereceğim, iyilik yaparsam karşılığını bulacağım, kötülük yaparsam cezamı çekeceğim demektir. Âhiret demek, sorumluluk demek, sorumlu olmak demektir.

Allah’a inanmak demek, sorumluluğu kabul etmek demektir. Allah’a inanmak demek, sorumluluğa inanmak yani âhirete inanmak demektir.

Ateizm, insanları sorumsuz hâle getirmek ve sadece insanlardan korkarak yaşamalarını sağlamak içindir. Yani, sermaye veya diktatörler Allah’ı ve âhireti inkâr ettirip kendilerini tanrılaştırmak istemektedir. Allah’a ve âhirete iman birlikte olmaktadır.

Mü’min Kâinatı var edene karşı sorumluluğu yüklenendir. Allah kendi haklarını topluluğa vermiştir. Bizim topluluğa karşı sorumluluğumuz vardır, insanlığa karşı sorumluluğumuz vardır.

وَعَمِلَ صَالِحًا (Va GaMİLa ÖaLıPan)  “Ve salihi amel ederse.”

Kur’an’ın deyimleri vardır. “Amel-i salihi” namaz kılmak, oruç tutmak şeklinde anlamak yanlıştır.

Salih” demek, uygun amel etmek demektir. “Salih amel etme” demek, başta kendi yaptıkların birbirine salih yani uygun olmalıdır. Bugün yaptığını yarın bozmamalısın. Yaptıkların hep üst üste eklenmelidir. Zaman geçtikçe bir oluşu oluşturmalıdır. Bunun için başta şeriat içinde kalmalı, yani kurallara göre hareket etmelisin. Kendi kurallarını kendin koy ama onu olur olmaz değiştirme, ona uy. İkincisi ise bir işe başladığınız zaman ona sebat ediniz. Yapmaya başladığınız işi bırakmayınız. Bunlar birbirini tamamlamalıdır.

Biz yirmi sene evvel Çatalca’daki araziyi aldık, şimdi oraya elektrik getiriyoruz. Ne oldu? İşte bu ameli salih oldu. Süleyman Akdemir eline geçen imkanı buraya ayırdı. Kendi başladığı bir işi yirmi sene sonra kendisi tamamlamaya koyuldu. Bu ameli salihtir. Ameli salihin diğer manâsı da başkalarının yaptıklarını tamamlayıcı o işlere uyan işleri yapmaktır. MİLAD Market’e konsinye mal temin etme işi ameli salihtir. O kendi ticaretini, öbürü de kendi ticaretini düşünebilir ama maksat olarak birbirimizi tamamlamalıyız.

Bunun için standartlar oluşturulur, standartlara göre imalat ameli salihtir.

Bir de genel planlama yapılır. Genel planlamaya uygun işler yapmak da ameli salihtir Allah kendi haklarını topluluğa devrettiği için, Allah ve âhirete iman etmek demek, ameli salih işlemek demektir. Allah ve âhirete iman, bir şeyi yapmaya karar vermektir. Ameli salih de onu uygulamak demektir.

İman” niyet etmedir, “amel” ise o niyete göre davranmak demektir. Buradaki “amel-i salih”, Allah ve âhiret inancına salih amel etmek demektir. Allah ve resul nasıl yargı ise, Allah ve âhiret de dünya hayatında devlettir. İnsanlıktır. İnsanlık içinde barış içinde yaşamaktır. Bedenen katılarak iman etmiş olanla yani ‘mü’min’ olmak vardır, yahut amelen katılarak ‘müslim’ olmak vardır. Dinleri ne olursa olsun, Hak dinlerden olmak üzere, kim amel-i salih işlerse, onlar mü’minler arasına girmektedirler.

Burada dikkat edilmesi gereken nedir?

Yukarıda ‘iman etmiş olan kimseler’ demektedir, burada ‘kim iman ederse’ deniyor. “İman etmiş olan kimseler” özel bir isimdir. “Katip, katiptir” dediğim zaman, adı katip olan gerçekte katiptir demektir. Bu ifade gösteriyor ki, özel isim ile manâsı arasında müştereklik vardır. Müşterek ayrı ayrı manâdır.

فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ  (FaLaHUM EaCrAHuM GıNDa RabBiHiM) 

“Onlar için olan ecirleri Rableri indindedir.”

Burada âhiret yevmine iman sözkonusu olduğu için ücret de âhirete aittir. Allah âhirette bu insanların ücretlerini verecektir. Kendi çıkarına iş yapan kimseler, kendi ücretlerini dünyada almış olurlar. Oysa, kendi çıkarları yanında başkalarının çıkarlarını da düşünen ve çıkar paralelliği içinde iş yapan kimselerin ücretleri bu dünyada katlandığı gibi, âhiret için de bir yatırım yapmış olurlar. Rablerinin bankasına koydukları mevduatı kat kat faizlenmiş olarak âhirette çekeceklerdir. “Rablerinin indindedir” demek, bu demektir.

Dünyevi ücret Allah’ın indinde ise, uhrevi ücret de Rablerinin indindedir. Yani, âhiret dünyanın evrimleşmiş bir şeklidir. İnsanları bugünkü ölümlü dünyadan ölümsüz dünyaya yüceltmektir. Cehennem bile sonunda bu dünyadan daha ileri olacaktır. Çünkü orada da ölüm yoktur. Âhiretteki ücretin Rab ile adlandırılması bu sebepledir. Bu dünya bir düzendir. Âhiret ise dünyanın evrimidir.

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ (Va LAv PaVFun GaLaYHiM)  “Onlara havf da yoktur.”

Buradaki çok önemli husus şudur ki, insan olarak kim olursa olsun, ‘Allah ve âhirete iman edip ameli salih işlerse’ denmiş, ‘kötülükler yapmazsa’ denmemiştir. Çünkü haseneler/iyilikler seyyieleri/kötülükleri götürür. Dolayısıyla kötülüklerin işlenmiş olması, eğer haseneler daha çok ise onlar için kurtuluş vardır. Asıl olan niyettir, her zaman iyi işler peşinde koşmaktır. İman da budur.

Bir insan iyilik yapmak istemekte, iyilik yaptığı zaman zevk almakta, kötülük yaptığı zaman üzülmekte ise o mü’mindir. Aksine, iyilik yaptığı zaman zevk almaz, aksine kötülük yaptığı zaman tatmin olup rahatlarsa, bu insan kâfirdir. Mü’min olanlar amel-i salih işlerler, amel-i salih sahibi olanlar da sonunda iman ederler.

“Onlara korku yoktur.” Onlar cennette olacaklar ve orada korku yoktur.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(62)  (Va Lav HuM TaPZaNUvNa)  “Onlar mahzun da olmazlar.”

“Korkmak”, gelecek tehlikelerden dolayı duyulan sıkıntıdır. “Hüzün” ise geçmişte olmuş olanlardan dolayı duyulan sıkıntıdır. Yani, onlar ne geleceklerinden endişe içindedirler, ne de hallerinden şikayetçidirler. Sıkıntıları yoktur. Âhiret hayatında da amel-i salih vardır. Ancak bu dünyada salih amel etmeyenler aç kaldıkları halde, âhirette böyle bir şey yoktur. İnsanlar âhirette sadece derecelerini artıracak ve Rablerine daha çok yaklaşacaklardır. Onların günlük ihtiyaçları eksiksiz giderileceği için orada mahzun olma da yoktur.

Bu âyet İsrail oğullarına Kur’an’da gönderilen mesajda zikredilmiştir. Çünkü onlar kendilerinin seçkin kavim olduklarına inanmakta, yalnız kendilerinin cennete gideceklerini ileri sürmektedirler. Gerçi Hıristiyanlar, Budistler ve Müslimler de buna benzer yanlış görüştedirler. Bu dinlerde olanlar, bütün insanlar kendi dinlerine geçerlerse kurtulacaklarını söylüyorlar. İsrail oğulları ise hem tek hak din Yahudiliktir derler, hem de İsrail oğullarından başkası Yahudi olamaz derler! Dolayısıyla diğer insanları insan saymama gibi bir sonuca varırlar!

Kur’an ise din ve ırk farkı gözetmeksizin, Allah ve âhirete iman eden ve ameli salih işleyen herkesin cennete gideceğini bildirmektedir. Bundan önce mu’terize âyetle âhiretten ittika ediniz, yoksa orada ağır ceza vardır demiştir. Burada ise iman edenlerin kurtuluşunu müjdelemektedir. Bundan önceki âyette hitaptan gayba gitmiş ve bu kuralın yalnız Yahudiler için değil, tüm insanlar için olduğunu belirtmiştir.

Buna rağmen, bu açık âyeti tevil etmeye kalkışmış, ‘kim iman ederse’ kelimesini, ‘Kur’an’a kim iman ederse’ şeklinde tevile kalkışmışlardır. Muhammed Yazır bile bunu yapmaktadır. Tevile sebep olarak bu sûrenin başındaki ‘onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler’ denmekte olmasını gösterirler. Oysa, bu tamamen hatalı yorumdur. Çünkü;

a) Orada Kur’an’dan yararlanacaklardan bahsedilmektedir. Orada dünyevi başarılardan bahsedilmektedir. Burada ise yalnız Kur’an’dan değil, bütün ilâhi kitaplardan yararlananlardan bahsetmektedir. Konular farklıdır.

b) Orada akıl ile iman edenlerden ve nakil ile iman edenlerden bahsetmektedir. Bunun anlamı şudur ki, orada yalnız sana ve senden öncekilere iman edenler değil, aynı zamanda akıl yoluyla da iman edenler kurtulacaklardır. Demek ki, sana ve senden öncekilere iman edenlere hasr değildir, kurtuluş.

c) “Ellezî Ünzile” değil, “Mâ Ünzile”dir. İnanılacak şey kitap değil, içinde olanlardır. O da Allah ve âhirete imandır. Demek ki bu âyet oradaki “Mâ”yı açıklamaktadır. O da Allah ve âhirete imandır. Eski kitaplarda da o var, son kitapta da.

d) Orada Kur’an’a inanmayanların cennete gidemeyecekleri mefhumu muhalefetle anlaşılmaktadır. Burada ise mentuktur, hem de ibare ile mentuktur. Nasıl oluyor da tearuz varsa mefhumu muhalefet, ibare ile sabit olana tercih ediliyor?

İnsanlar Kur’an’ı açıklarken o günkü sosyal anlayışın etkisinde kalırlar. Kur’an’ı ona göre yorumlarlar. Zaman geçer, sosyal anlayış değişir, bu sefer Kur’an eskimiş gibi görünür.

Ama; okursunuz, biraz düşünürsünüz, fıkıh usûlünün kurallarını uygularsınız ve görürsünüz ki, eskime Kur’an’da değil, âlimlerin anlayışındadır. Bunu aşmak çok zordur.

ADİL DÜZENCİLER, DAİMA BU NOKTALARA DİKKAT ETMELİ,

BU HUSUSTA ÖZELLİKLE İKİ BAKIMDAN DİKKAT ETMELİDİRLER:

a) Geçmişte yapılan yanlış, o günün anlayışına göre yanlış yorumlanan Kur’an, Kur’an zannedilmemelidir. O anlayışın hangi sosyal anlayışın etkisiyle oluştuğu tesbit edilmelidir. Hıristiyanları cehenneme gönderen anlayışın ‘din savaşları’ olduğunu bilebilirsiniz, bilmelisiniz. Kur’an’ın metinlerine dönüp usûle göre yorumlama ile bu hatadan kurtuluruz.

b) Aynı tehlike bugünkü yorumlar için de geçerlidir. Günün modalarına uydurmak amacı ile Kur’an’da tahribat yapılır. Zamanımızdaki tek evlilik böyledir. Kur’an tahrip edilerek yorumlanmaktadır. Zamanımızdaki işçi hakları edebiyatı, sosyalizm ve kapitalizm düzeninin etkisi altında ifade edilen şeylerdir. Bu hususa da dikkat etmek gerekmektedir. Bu tür hatalardan kurtulmak için çözüm, Kur’an’ı müsbet ilmin verilerine dayanarak Usûlü Fıkıh kuralları içinde yorumlamaktır.

***

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ (Va EiÜ EaPaÜNAv MIyÇAQaKuM)  

“Hani sizden misakınızı ahz etmiş idik.”

Vesika” hayvanların yüklerini birbirine bağlayan iptir. “Misak” miftah vezni üzere ismi âlettir. “Misak” sözlerle bağlanmak demektir. “Sözünüzü almıştık. Bize söz vermiştiniz.” Türkler ‘söz vermek’ şeklinde söylemektedirler. Araplar ‘söz almak’ demektedirler. “Sözünüzü almıştık” deniyor.

Allah insanları yaratmış, onların İslâm, yani barış dininde, yani düzeninde olmalarını istemiştir. Barış düzeninin tesisi ve korunması yükümlülüğünü herkese vermemiştir. Bunu önce İsrail oğullarına tevdi etmiştir. Kendi rızaları ile söz vermişlerdir. Söz verdikten sonra artık mükellef olmuşlardır. Onlar ulus olarak söz verdiler, dolayısıyla seçkin kavim oldular. Biz ulus olarak değil, kişiler olarak söz veriyor ve millet oluyoruz. Mü’minler misak verirler ve artık dönmezler. Başka kavme katılırlarsa bu misaktan vazgeçmiş olurlar.

Demek ki, Kur’an’dan sonra teşkilatlanma kavim kavim yani devlet devlet olacaktır. Her devlet kendi iç güvenliğini sağlayacak, ülke içinde hakem kararlarına uymayanları tenkil edecektir. Uluslararası hakem kararlarına uymayanlara karşı ise devletler serbest olacaklardır. Gönüllü birlikleri teşkil edilerek hakem kararlarını dinlemeyen devletlere saldırılabilecek, ülkeleri fethedilebilecek, malları yağmalanabilecektir. “Misak” budur. Hakem kararları olmadan saldırmak eşkıyalıktır, hakem kararlarından sonra saldırmak cihattır.

 

وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمْ الطُّورَ (Va RaFaGNAv FaVQaKuMu elOUvRa)  

“Ve fevkinize Tur’u ref ettik.”

Fevk” üst taraftır. İsrail oğulları Tur’un eteklerinde oturmuşlardı. Dağ onları koruyordu. Fevkten amaç yüksekliktir. Dağ zaten vardı. Onlar için yükselmemişti.

“Üstünüzde Tur’u ref ettik” ne demektir? “Tur’u ref ettik” Tur-i Sina’yı ref ettik anlamına gelmektedir. “Tur” evin saçak çıkıntılarıdır. Bu tür sivri dağlara Tur denmektedir. Tur-i Sina, Sina’daki bu tür dağdır. Allah o dağı bir gün İsrail oğulları buradan geçtiklerinde onun eteğinde barındırsın diye yaratmıştır. O dağın daha önce bir görevi olmayabilir, daha sonra da kalmayabilir, ama bir gün gerekecekse onu halk eder.

Bugün birçok gereksiz manâsını bilmediğimiz varlıklarla karşılaşabiliriz. Onların geçmişte ve gelecekte görevleri olabilir. Bu dağın ne işe yaradığını anlamamız için yerine gidip tetkik etmemiz gerekecektir.

Biz şimdi Filistinlileri orada yerleştirmeyi düşünüyoruz. Çünkü orası kutlanmış bir diyardır ve İsrail oğullarına verilmemiştir. Demek ki oranın sahipleri Filistin’den çıkarılanlar olacaktır. Orası geçici olarak İsrail oğullarının yurdu olmuştur. Allah İslâm ülkelerine bol doğal imkanlar verdi, ama maalesef kullanmıyorlar.

Nil Nehri’nden alınacak bir su kolaylıkla buraya gelir ve buraları dünyanın en mümbit ülkesi hâline getirir. Nil’in sulama alanları daha yukarılarda olduğundan bu Mısır’a da zarar vermez. Burada bu dağın olması buraların imarı için gereklidir ki Allah onu var etmiştir.

 

خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ (PuÜUv MAv EAvTaYNAvKuM Bi QuvVaTin)  

“Size ita ettiğimizi kuvvetle ahzediniz.”

Kendilerine verilen Tevrat’tır. “Ellezî Âteynâkum” denmiyor da, “Mâ Âteynâkum” deniyor.

Kitaptan bahsederken eğer yazılı mushaf kastediliyorsa, o zaman “Ellezî Âteynâke” denir. Ama içindeki anlam kastediliyorsa, o kişilerden kişilere göre değişeceği için o takdirde nekire kullanılır.

Demek ki, burada “kuvvetle ahzedilen şey” Tevrat’ın kitap olarak mushafı değil de, içini ahzedin demektir. Alınan misak budur. Tevrat’ın hükümlerini uygulayacaklardır.

O zaman verilmiş olan emir bugün de geçerli olduğu için Allah onlara hatırlatmaktadır. Tevrat’ın hükümlerini kuvvetle ele alın, sımsıkı sarılın ve onları uygulayın anlamındadır.

Kuvvet” kavi, sağlam demektir. Bir şeyi elinden kaymayacak şekilde sağlam tutmak gerekmektedir. Bir kitabı kuvvetle tutmak demek, onun tamamını bütünü ile korumaktır. Gelişigüzel bazı âyetleri alıp uygulamak, bazılarına da şimdi uygulanamaz deyip bırakıvermek ne demektir? Sonunda parçalanmış bir şeriat ortaya çıkar ki hiçbir şeye yaramaz. Kitaba taviz vermeden uyacaksınız. Müteşabih olanları tevil etmek veya diğer kitaplardan karışmış olan ifadeleri düzeltmek ayrı şeydir, kimini beğenip kimini beğenmemek ayrı şeydir.

 

وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ (VaÖKuRUv MAv FyHi) 

“İşte olanları zikredin.”

Zikretmek” anlamak demektir. İçinde söylenenleri anlayarak amel edin. Size verileni kuvvetle ahzedin, size verilen kitabı ve o kitabı anlatan ilmi ahzedin. Sonra da onun içinde olanları anlamaya çalışın.

Tevrat’ı diliyle, resulün uygulamaları ile muhafaza etmek, sonra da onu anlamak; işte İsrail oğullarından istenen budur.

İslâm fukahası bunu yapmıştır. Kur’an’ı yazmış, sonra onu kıraat etmiş, onun lügatini ve gramerini hazırlamıştır. Dolayısıyla Kur’an kuvvetle ahzedilmiştir. Bu ilimlere dayanılarak içtihat yapılmıştır. Sonra da içtihatlarla Kur’an’ın manâsı zikredilmektedir. Demek ki Tevrat ehline de aynı şeyler emredilmiştir.

 

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ(63)  (LaGalLaKuM TatTaQUvNa)  

“Böylece ittika edersiniz.”

İttika” “vikaye”den gelen bir kelimedir. Korunmak, yani şeriat içinde kalmak demektir. Şeriat dışı davranışlar uçurumdur, helâktir. Allah ve âhirete iman ile amel-i salih içinde olmak ittikadır.

Bu sayede insan kendisini korumaktadır. Allah vardır, ben iyilik yaparsam beni me’cur eder, kötülük yaparsam tecziye eder inancı, amel-i salih ile amel edilmesi ittikadır. Ancak bu amel-i salihin ne olduğu ancak Tevrat’ın anlamıyla kuvvetle tutulması ve içinde olanların tezekkürüdür. Tezekkür namazdır.

Yahudiler günde yedi defa toplanarak Tevrat’ı okumaktadırlar. Bizde vitir ve evvab namazları farz olmaktan çıkarılmıştır. Aslında akşamdan sonra yatsıya gitmeden evvel de bir namaz kılınmalıdır.

İbrani uygarlığı bu Tevrat’ı zikretmekle doğmuştur. Yunan uygarlığı bunların etkisiyle kurulan lâik okullarla (licya ve akademyalarda) oluşmuştur. Roma uygarlığı forumlarda zikredilen Roma hukukunun tedrisi ile oluşmuştur. İslâm uygarlığı da medrese öğretimi ile oluşmuştur.

Kur’an ve İlim Seminerleri” ile “Adil Düzen Dersleri”, Kur’an’ı kuvvetle tutmak ve onu zikretmek dersleridir. Bugünkü Türkiye’de Kur’an anlaşılarak okunmaya başlanmıştır. III. Bin Yıl Uygarlığı yaptığımız “Adil Düzen Dersleri” ile oluşacaktır. Bugünkü F. Gülen’in okulları Risale-i Nur Dersleri ile oluşmuştur.

***

 

ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ (ÇümMa TaValLayTuM MiN BaGDi ÜAvLiKa)  

“Sonra bunun arkasından tevelli ettiniz.”

Sonra yani zaman geçtikten sonra, bu misakın arkasından tevelli ettiniz.

İsrail oğulları daha sonra Tevrat’ı ihmal etmişler, onu anlamaktan vazgeçmişler, dolayısıyla Tevrat’ta tahrifat olmuş ve Tevrat nerede ise kaybolmuştur. Bunun üzerine ceza olarak Babilliler gelmiş, bunları almış ve sürgün olarak götürmüşlerdir. Babil sürgününden önce İbraniler İsrail ve Yahuda devletlerine ayrılmışlardı. Tevrat ayrı devletlerde farklı şekiller almıştı. Babil’e sürüldüklerinde bu iki devlet mensubu İbraniler orada birleşip uzlaşma durumunda olmuşlardır. Bugün elde mevcut olan Tevrat Babil’de telif edilerek yazılmıştır. Bu sebeple bazı tekrarlar vardır. Daha sonra Romalılar tarafından sürülmüşlerdir.

Bugünkü İsrail oğulları Filistin’e gelip yerleşmek istemektedirler. Ellerinde mevcut olan servet ve bu sayede elde ettikleri ilmî imkânlarla dünyayı fesada vererek sömürmektedirler. Bugün de tevelli etmişlerdir.

Günümüzde de şiddetli bir şekilde zulüm yapmaktadırlar. Şimdi de İran’a saldırmaya hazırlanmaktadırlar. Ecellerine susamışlardır. Başarmaları mümkün değildir. İran’ı yenebilirler ama sonra tüm dünya onlara düşman olur. Dünya İran’ı ABD’ye teslim etmez. Baştan Amerikalıları ateşe sokmak için göz yumabilirler, ama sonra ABD’yi yıkarlar. Allah yıkar, içten yıkar.

Artık Hıristiyanlar uyandılar, Amerikan halkı da uyanıyor. Çin ve Rusya zaten uyanmış durumdadır.

 

فَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ (Fa LavLAv FaWLu elLAHi Va RaXMaTuHUv)  

“Allah’ın üzerinizdeki fadlı ve rahmeti olmasaydı.”

Allah İsrail oğullarını görevlendirmiştir. Kıyamete kadar görevlerini yerine getireceklerdir. Bu sebeple onları yenip ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Bozuldukları zaman cezalandırılacaklardır, ama yok edilemeyeceklerdir. Çünkü onların üzerine Allah’ın fadlı vardır.

Fadl ve Rahmet”ten bahsedilmektedir. “Fadl” hak ettiklerinden fazlasını vermektir, “Rahmet” ise karşılıksız vermektir. Allah İsrail oğullarına hem fadl etmiş, hem de rahmet etmiştir.

Bundan dolayıdır ki Babil esaretinden kurtulmuşlardır. Babil’e sürülmelerinin sebebi, İsrail oğullarının Babillilerden daha üstün olmaları, onların şeriatlarının Babil’de öğrenilmesinin istenmesinden dolayıdır. Belli zaman sonra Babilliler bunları öğrenmiş, hakimiyet de Asurluların eline geçmiştir. Artık Babil’de kalmalarına gerek kalmadığı için tekrar yurtlarına dönmüşlerdir.

İspanyollar Müslümanlarla birlikte onları da sürmüşler, Osmanlılar ise onları kabul etmiştir. Sonra ne oldu? İspanyollar küçüldüler ve yok olma durumuna geldiler. Osmanlılar ise dünyanın tek süper gücü oldular. Almanlar Yahudileri sürmüşler, Amerikalılar ise kabul etmişler ve bu sefer onlar süper güç olmuşlardır.

Bu sürülmeler onlar için zulüm olmakta, insanlık ise onların sürülmelerinden yararlanmaktadır.

Gelecekte Ortadoğu dünyanın uygarlık merkezi olacaktır. Çünkü orada İsrail oğulları olacaktır. Bu onların Ortadoğu devletlerini kuracakları anlamına gelmez. Esir olacaklar ama uygarlıkta hakim olacaklardır.

Bugün Kur’an’ın getirdiği demokrasi, lâiklik, sosyallik ve liberallik sistemlerine onlar sahip çıkmış, dünyaya tahrif ederek kabul ettirmektedirler. Yani, Kur’an’ın salikleri olan Müslümanlar kendi şeriatlarına sahip çıkmamışlardır. Yahudiler şimdi de kendilerine mâl ederek bizim sistemleri bize zorla kabul ettirmektedirler. Satın alınmış veya saf Müslümanlar da Kur’an’ın getirdiklerine karşı çıkmaktadırlar.

İşte bütün bunlar Allah’ın İsrail oğullarına fadlı ve rahmetidir. Adil Düzen Çalışanları bunların bu oyunlarına gelmemelidirler. Allah’ın sizin üzerinize fadlı ve rahmeti olmasaydı yok olup giderdiniz.

 

لَكُنتُمْ مِنْ الْخَاسِرِينَ(64)   (La KuNTuM MİN eLPaSiRIyNa) 

“Hüsran içinde olurdunuz.”

Hüsran” ezilip gitme, dağılma, yok olma demektir. Yani, ortadan kalkardınız.

On milyon bile olmayan Yahudiler dünyaya hükmetmektedirler. Hiç kimse onları soykırımına uğratamıyor. İran Cumhurbaşkanının beyanı talihsiz bir beyandır. İsrail işgal edilebilir. Hükmedilebilir ama kimse onları haritadan silemez. Artık onlar için sürgün de yoktur. Refaha ererler, sıkıntılara girerler, insanlar onları lânetler veya severler ama onları haritadan silecek yoktur. Çünkü Allah’ın fadlı ve rahmeti onların üzerindedir. Müslümanlar onları Medine’den sürmüşler ama sonra Kudüs’ü fethettiklerinde onlara orada yer vermişlerdir. Çünkü Hıristiyanlar onları Mescid-i Aksa’ya yanaştırmıyorlardı. Müslümanlar Medine Yahudilerini vatanlarından ettiler ama onları ebedi vatanlarına kavuşturdular.

Günümüze kadar İsrail oğulları Kudüs’te vardılar. Hakları korunuyordu. Bu sebepledir ki, ondan sonra Yahudiler ile Müslümanlar arasında çatışma olmamış, Müslümanlar onları hep himaye etmişlerdir. Ama Yahudiler 20. yüzyılda İslâmiyet’i ortadan kaldırmaya kalkıştılar. Bunu başaramayacaklarını bir türlü anlayamadılar. Hâlâ bu sevdadadırlar ki Irak’tan sonra İran’a saldırmaktadırlar. Böyle bir saldırı Irak halkını İran’ın yanına kaydırır ve ABD Ortadoğu’dan temizlenir. Bunun sonucunda Kudüs İranlılar tarafından fethedilir.

Teslim olurlarsa akıllılık ederler ve bir daha sürgün yaşamazlar. Kur’an’ın işareti böyledir. Çünkü ilk girdikleri gibi denmektedir, Hazreti Ömer barışla girdi, Müslümanlar oraya yine barışla gireceklerdir...

***

 

وَلَقَدْ عَلِمْتُمْ الَّذِينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ (VaLaQaD GaLiMTuMu elLaÜIyNa iGTaDaVu MiNKuM)  

“Sizden sebtte i’tida edenleri bilmektesiniz.”   

İ’tida etme” sınırı aşma demektir. Dâvete düşmanlıktır. Cephe kurup savaşmak demektir. “İ’tida” iftial bâbındandır. Kendi kendisi ile savaşmak demektir. Şeriatın dışına çıkmak i’tidadır. İttikanın karşıtıdır. İttika şeriat içinde kalmak, İ’tida ise şeriat dışına çıkmak demektir. İttika amel-i salihtir, İ’tida ise amel-i fesattır.

İsrail oğulları geçmişte sebt gününün şartlarına riayet etmemişler, haramlara riayet etmez olmuşlardı. Bunu siz biliyorsunuz. Yani, İsrail oğulları sebt gününe riayet etmiyorlardı. Dolayısıyla cezalarını bulmuşlardır.

فِي السَّبْتِ (Fıy elSebti) 

“Cumartesi”

Sebt” kelimesinin aslı “Seb’”dir. Avcılık geceleri yapılır. Bu sebeple avcılık döneminin takvimi gökteki Ay’ın dolunay veya yeni ay olmasına göre ayarlanmıştı. Hayvanlar da bu takvimi izliyor, belli günlerinde otlamaya veya avlanmaya çıkıyorlardı. İnsanlar da ister istemez onların takvimlerine uyuyordu. Ay yaklaşık 28 gün olduğu için senelik ay dört haftaya bölünmüştür. Bugünkü hafta oradan kalmaktadır.

Normal günlerde insanlar kendilerine beslenecekleri hayvanları avlarlardı. Haftanın bir gününde ise ortak olarak canavarları avlarlardı. O günlerde besin hayvanlarını avlamak haramdı. Buna av günü yani seb’ günü demişlerdi. Sonra bu kelime yedi sayısının adı olmuştur.

Dünyanın bütün dillerinde bu günler buna benzer kelimelerle ifade edilir. Arapça ve Batı dillerinde sept ve seb’ zaten açıkça kullanılmaktadır. Ama Türkçedeki ‘yedi’ de ‘svedi’den dönüşmüştür. Yakutlar “Y”yi “S” ile ifade ederler, Kırgızlar “C” ile ifade ederler. “S” “Y”ye dönüşmüş ve yedi olmuştur. Bunun delili Gürcücedeki “Şvidi” kelimesidir. Yedi anlamındadır. Şvidoba, sağlık ve iyilik anlamındadır.

Sebt” yedinci gündür. Yani cumartesi yedinci gündür. Pazartesiden sonra Salı diyoruz. Yani üçüncü gün diyoruz. Yani, Pazar birinci gündür, yedinci gün değildir. Tevrat’taki istirahat etti ifadesi uymamaktadır. Sebt günü o zamandan kalmadır ve şeriatta çalışmak haram kılınmıştır. Çobanlık döneminde de bu avlanma sistemi devam etmiştir. Yani, Cumartesi başka işler yapılmaz, herkes o gün canavarları avlamaya giderdi.

Deniz kenarında olan İsrail kenti sakinleri cumartesi avlanmazlardı. Bunu bilen balıklar o gün kente yaklaşır ve kent artıklarını yerlerdi. Böylece hem deniz kirlenmekten kurtulur, hem de balıklar beslenir, böylece bereket olurdu. Onun dışında balıklar denizde dağılır, bir yerde bulunmazlar, böylece avcılar onları zor avlarlardı. Denizde denge vardı. Denizden yeteri kadar balık alınabiliyordu. Burada balıkların o gün avlanmayacaklarını bildirmiş idi. Bugün de korunmuş alanlar vardır. Hayvanlar orada yuvalanırlar, orada doğar ve orada yumurtlarlar. Yani, balıkların bunu bilecekleri ilmen sabit olmuştur. Bu haftalık tatile riayet etmeyince balıklar artık gelmediler, kent artıklarından yararlanmadılar, bu onların çoğalmalarını önledi, artık denizde de eskisi gibi bereketli balıklar olmadı. Ayrıca denizler kirlenmeye de başladı.

İşte Kur’an bugün bunu İsrail oğullarına hatırlatmaktadır.

Bugünkü İsrail oğulları aile müessesesini kaldırmak, mülkiyeti yok etmek, milliyeti yok etmek ve devleti ortadan kaldırmak suretiyle insanları yönetmek istiyorlar. Tekel sermaye ile dünyaya hakim olmak istiyorlar. İnsanlığı doğum kontrolü ile azaltmak istiyorlar. Dünyada insan kalmayınca kimleri sömüreceklerdir. Kendi kuyularını kendileri kazıyorlar. Oysa faizi haram eder, zinayı yasaklarlarsa insanlık gelişir, onların ticaret alanları artar, dünyayı sömüremezler ama daha çok kâr ederler. Kur’an’da onlara işte bu hatırlatılmaktadır.

 

Yeryüzü dardır, dünya küçüktür, insanlara yetmez gibi iddialar ise artık itibarını kaybetmiştir.

a)       Henüz yeryüzünün karalarının dörtte birinden bile yararlanılmamaktadır. Demek ki 40 milyar insan nüfusunu sadece karalar besler.

b)       Henüz denizlerde tarım yapılmamaktadır. Oralarda kentler kurulmamıştır. Oysa, Kur’an karaları ve denizleri birlikte zikretmektedir. Demek ki, yeryüzü 100 milyar insanı besler.

c)       Henüz gökyüzüne çıkılmamıştır. Kur’an, ‘göklerde sizin rızkınız var’ diyor. Yarın Ay’da, gezegenlerde, hatta Güneş etrafındaki suni uydularda üretim yapılacak, hem de doğal üretim yapılacaktır. Artık buralardaki imkanlar milyar insanlarla ifade edilmez, bizim için sonsuzdur.

d)       Uzaya açılabiliriz. Çünkü uzay boşluğunda hidrojen vardır. Hidrojen enerjisinden bugün yararlanamıyoruz. Yarın teknik gelişecek, Güneş’te olan hidrojenin helyuma dönüşmesi cihazlarda olacaktır. Elde ettiğimiz ışığı güneş ışığına çevirebileceğiz. Basit bir gaz karışımı bunu sağlar. Onunla bitkilerimizi yetiştireceğiz. Güneş ışığına ihtiyacımız kalmayacaktır. Bu sayede de Güneş’ten uzak boşluklarda yaşama imkanımız varolacaktır. O halde doğum kontrolü cinayettir.

Balık hikâyesi İsrail oğullarına ders olmalı ve bu kötü davranışlarından vazgeçmelidirler.

فَقُلْنَا لَهُمْ (Fa QuLNAv LaHuM) 

“Onlara söyledik.”

Allah bir şeye ‘ol’ der, o da olur. Demek onlara söyledi, onlar da öyle oldular.

Onlar böylece dünyada cezalandırıldılar. Kur’an’da iki defa bu tâbir geçmekte, ayrıca biz onlardan kırade, hanazir ve tağuta ibadet edenler yaptık deniyor. İnsanların dünyada cezalanmaları maddi bakımdan olmaktadır. Bir de sosyal bakımdan olmaktadır. Toplulukların hayvanlaşması anlamına gelmektedir.

Bu husustaki tam bilgiye sahip olmak için domuz ve maymun toplulukları ile insan toplulukları arasındaki farkları bilmemiz gerekmektedir. Bu âyetlerin manâlarını o hususlardaki ilmimiz genişledikçe anlayacağız.

كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ(65)   (KUvNUv QıRaDatan PAvSiEIyNa)

“Husu etmiş kırdlar olunuz./ Sinmiş maymunlar olunuz.”

Husu etmek” sinmek, ses çıkarmadan çekilip kalmak demektir.

Baygın maymunlar olunuz anlamına gelmiş olur.

Balıklar gelip deniz kenarlarını temizlemeyince, bu arada kent artıkları denizleri kirletince, oraya gelen kirlenmiş balıkları yemek zorunda kalmışlardır. Bu da onlara dokunmuş ve bayıltmıştır. Yüzlerine baktığınız zaman maymunlaşmış hâle gelmişlerdir. Birkaç gün öyle yaşadıktan sonra helâk olup gitmişlerdir.

Bugün buna benzer olaylar balına sürülerine olmaktadır. Bazen sürüler hâlinde karaya vurup ölmektedirler. Demek ki onlar da bu durumlara düştüklerinde böyle bir zararlı besinle beslenmektedirler.

Kümes hayvanlarının ve arı kovanlarının da böylece birden tamamen kırıldıkları görülmektedir.

Çevre kirliliği sonunda insanları bekleyen akıbet de işte budur.

Bu takdirde “maymun olunuz” tabiri gerçektir.

Bunlar sinmiş hareketsiz maymun oldular.

Bunun biyolojik izahı şudur: İnsanlar ve maymunlar aynı atadan gelmişlerdir. Ortak genler taşımaktadırlar. Melekler, ortak yanın üzerinde farklı değişiklik yaptılar, maymun oluşturdular. Maymun mükemmel bir hayvan oldu. Farklı değişiklik yaptılar, insan oldu. O daha da mükemmel oldu. Ortak ata da mükemmeldir.

Şimdi, eğer insan genleri üzerinde oynarsanız, ortak ata olamaz, çünkü onların bazı genleri ortadan kalkmıştır. İnsan bozuk maymun olur. Maymun ile insan genleri arasında en büyük fark bacaklar üzerinde yapılmıştır. Maymunlar sıçrama kabiliyetinde yaratılmış, insanlar dik yürüme kabiliyetinde yaratılmıştır. Eğer insandaki dik yürüme kabiliyetini alırsanız, sıçrayamayan ve yürüyemeyen bir maymun elde edersiniz.

Bu âyet evrim nazariyesini teyit etmektedir.

Demek ki, maymun insana en yakın bir mahluk imiş ki ona dönüşmektedir.

Buna şöyle itiraz edilmektedir. Burada bu dönüşme hakiki değildir, mecazidir. Mecazi olduğuna delâlet eden en önemli delil “Hâsiîn”in çoğulunun erkek kurallı çoğul olmasıdır. Onlar gerçekten maymuna dönüşmüş olsaydı “Hâsiîn” değil de, “Hâsiet” olarak zikredilmesi gerekirdi. Çünkü akıllı olmayan çoğullar için bu çoğul gelmez. Onların içinde maymunlar, hınzırlar ve putlara tapanlar vardır âyetinde de “Hum” zamiri yalnız akıllı olanlara gider. Demek ki orada da maymun ve hınzırdan kasıt, ‘onlar en’âm/hayvanlar gibidirler’ âyetinde olduğu gibi mecazidir diyorlar. Bu yorum da doğrudur. Çünkü hakiki manâ vermeye mâni karine vardır.

Her ne suretle olursa olsun; insanlar, maymunlar ve hınzırlar akraba kılınmıştır. Ortak özellik bu üç türün de meyvecil olmasıdır. Genetik bakımdan akraba olmasalar bile, besin bakımından akrabadırlar. Domuzun ve ona benzer hayvanların etlerinin haram edilmesi bu illetten dolayıdır. Besin zincirinde domuzdan daha yukarıda olan hayvanların etleri haram kılınmıştır. Domuz maymundan daha az insana benzer. Onun için örnek hayvan olarak maymun değil de domuz seçilmiştir. Maymun evleviyetle haram olmuş olur.

***

 

فَجَعَلْنَاهَا (Fa CaGaLNAvHAv)  “Biz onları yaptık.”

Burada “Biz onları yaptık”, maymunları hasiîn maymunları yaptık denmektedir.

Eğer “Hu” zamiri getirilseydi, maymunlara dönüşme olarak anlardık. İbret olsun diye onları hasiîn maymunlara dönüştürdük denmiş olur. “Biz maymunları nekâl yaptık” manâsında şu ifade yer almaktadır. Yani, onları hasiîn kırade (sinik maymun) yapmakla, çevre kirliliğine sebebiyet verenleri yok ettik anlamına gelir.

Tenkil etmek” kırıp ortadan kaldırmak demektir. Yani, onların soyunu ortadan kaldırdık demek olur.

Bazı tefsirciler, onlardan oluşan maymun türünün hâlen mevcut olduğunu söylemektedirler. Bu ifade onlara cevap olmaktadır. Yani, biz onların soyunu kuruttuk anlamına gelir.

” zamirinin gelmesi, zamirin maymunlara gitmesi nedeniyledir. “Hasiîn” ifadesi ile tearuz etmektedir. Yani, bu sefer onlar zî ukûl kabul edilmektedir. Bu karineden şunu anlıyoruz ki, burada işaret edilen genel olarak maymundur. O takdirde “Nekâl” caydırma anlamına gelmektedir. Yani, insan geninin mutasyona uğrayarak sinik maymun olma özelliği insanları çevre kirliliğine karşı caydırmak içindir.

Çevre kirliliği olarak havanın, suyun, toprağın ve canlının kirlenmesidir. Burada en korkunç kirlilikten bahsedilmektedir ki, o da canlıların kirlenmesidir. Canlı türleri arasında doğal denge vardır. Onlardan bir türü kaldırırsanız doğal denge bozulur, canlı kirliliği başlar ve yalnız insanlar değil, tüm canlılar yok olur.

نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا (NaKaLan LiMAv BaYNa YaDaYHAv)  “Onların önünde olanlar için.”

“Nekâl yaptık.” Gelecek insanlara ibret olsun, bir daha gelişigüzel avlanmasınlar, haramlara riayet etsinler, doğanın canlılık dengesini bozmasınlar diye böyle yaptık.

İslâmiyet’teki haram aylar ve haram yerler de bunun için vardır. Bugün birçok yerlerde ve birçok sahalarda avlanmalar yasaklanmıştır. Gelişigüzel kafadan atma yasaklar da aynı sonucu doğurmaktadır. Biyoloji ve doğal denge ilimleri geliştikçe bu yasaklamalar gerçekçiliğe dönüşmelidir.

وَمَا خَلْفَهَا (Va MAv PaLFaHAv)  “Ve halflerinde nekal olsun diye yaptık.”

Yani, geçmişte işledikleri suçun tenkili olsun diye yaptık. Ama daha çok gelecekteki insanlara ibret olsun diye böyle yaptık anlamına gelmektedir. İsrail oğulları bunları gördüler ve yaşadılar.

Biz ise bugün müsbet ilimlerin verileri içinde çevre kirliliğinin ne sonuçlar getireceğini biliyoruz. Bugün çevreyi yok eden kapitalist büyük sanayi insanlığı korkutmaktadır. Bu sorun insanlık için en azgın sorun olmaktadır. “Adil Düzen” buna çareler üretmektedir. Bunun için şu yollar önerilmektedir.

a)      Büyük sanayi yerine dağınık küçük parça sanayiine gidilmelidir. Böylece doğanın kendi kendisini arıtmasına izin verilmelidir.

b)      Sanayi artıklarının ham madde olarak kullanılıp değerlendirilmesi gerekir. Atıklar vakıflar tarafından satın alınarak, daha ucuz bir değerle sanayiciye satılmalıdır. Yani, eskileri ve atıkları değerlendiren sanayi desteklenmelidir.

c)       Çevre kirliliğini her sanayicinin kendisinin önlemesi yerine, çevre kirliliğini önleme vakıfları oluşturulmalı, bu vakıflara üretimden pay verilmeli, çevre kirliliği bu şekilde önlenmelidir.

d)      Gerek üretimde, gerek yaşamada, gerek avlanmada zaman ve mekan içinde yasaklar getirilmelidir. Bu yasaklar dengede tutulmalıdır ki, halk doğadan en çok ve en verimli şekilde yararlanabilsin. Hiç yararlandırmama, yağmalamadan daha kötüdür. Çünkü doğa insanlar içindir. Ormanları koruyalım diye insanları ormana sokmamak en büyük cinayettir.

وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ(66) (Va MaVGıJaTan LiLMutTaQIyNa)  

“Ve muttakilere mev’ize olsun diyedir.”

Sözden anlayanlara vaaz yapılacak, ders verilecek, zararları anlatılacak ve bunun sonucunda onlar zaten şeriata uyacaklarından bir sorun olmayacaktır. Ama eğer muttaki değilseler, onlar tenkil edileceklerdir.

Doğa kanunları ile tenkil edildikleri gibi sosyal cezalar da verilir.

Çevre kirliliğini önlemek için ne gerekiyorsa o yapılacak,ayni en ağır cezalar verilecektir.

Ceza hukukunda temel olan prensip, kişinin suç işlemesi sonunda ona ceza vermesidir. Ön tedbirler hukuk düzeninde alınmaz. Ama bunun istisnaları vardır. Mesela, çocuklara ceza verilmez, tenkil yapılır. Komutanlar tenkil yaparlar, öğretmenler tenkil yaparlar. Kötü yola düşeceklerinden korkulan kadınların tenkiline mahkeme karar verebilir. Bir de çevreyi korumak için onu tahrip edecek kimseler tenkil edilebilirler. Çünkü çevrenin bilhassa biyolojik kirlilik olduktan sonra temizlenmesi hemen hemen imkânsızdır.

 

1967-2006;. AKEVLER’DE 40 YILDIR ÇALIŞIYORUZ...

GELECEĞİN İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-355   ADİL DÜZEN DERSLERİ-185   İstanbul, 05 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

“BURSA” VE SERAP PEŞİNDE KOŞTUK…  

1940’lardan sonra Türkiye ‘demokrasi’ yolunda adımlar atmış, CHP giderse Türk halkının çilesi bitecek zannetmiştik. 1960’lara geldiğimizde gördük ki, serabın peşinde koşmuşuz. Çile daha da artmış, eksilmemiştir. Ondan sonra “Millî Görüş”ün peşine takıldık. Kırk senelik uzun çabalar sonunda anayasa ekseriyeti ile Millî Görüş iktidar oldu. Yeniden serap!..

Bu koşmada koşmayı öğrendik, dinçleştik, güç kazandık. Bu bakımdan Rabbimize şükürler olsun. Yaptıklarımızdan pişman değiliz. Ama vardığımız yer tam serap olmuştur…

Geçen günlerde, Saadet Partisi Bursa İl Gençlik Teşkilatı’nın daveti üzerine, Adil Düzen konferansı verdik. Bursa’ya gittiğimizde, bu vesileyle Bursa Belediye Başkanı’nın AK Partili olduğunu hatırladım. 500 kişilik salonda 100 kişi vardı; Bursa ekabirini göremedik! Kırk senelik bir çaba sonunda anayasa ekseriyetiyle iktidar olduk ama; ‘bu garibanlığımızın sebebi nedir?’ diye düşündüm. Çünkü, bu yollarda beraber yolculuk yaptığımız arkadaşlar Adil Düzeni öğrenmediler. Mesela, Bursa Belediye Başkanı “Adil Düzen”i öğrenseydi, şimdi neler yapardı diye düşündüm…

“Adil Düzen Çalışanları”na ibret olsun diye kısaca anlatayım:

Sibirya Ormanları’ndan esip gelen bol oksijenli temiz hava Karadeniz’i yalayarak İstanbul Boğazı’ndan girer ve Marmara’ya yayılır... Sakarya’dan girerek Anadolu’nun içlerine kadar sokulur…

Marmara’ya gelen temiz hava, Susurluk Irmağı’nın bir kolu olan Nilüfer Çayı’nın iki kolu ile Uludağ’ın eteklerine yükselir. Sakarya’nın bir kolu olan Göksu da Uludağ’ın doğusuna o bol oksijenli rüzgârları getirir. 2543 metre yüksekliğinde olan Uludağ, Akdeniz ve Karadeniz karışımı ormanlarla kaplıdır. Ormanlar birer oksijen kaynağıdır. Orman aynı zamanda canlı bir varlık olduğu için ısı ve su kaynağıdır. Ormanlı dağ bir baca görevini görür. Böylece çevresini devamlı olarak temiz tutar. Ormanları, havası, bol suları ve karlı tepeleri ile Uludağ, belki dünyanın en büyük dinlenme yeridir.

Ne var ki, korkunç tehlike Uludağ’ı bekliyor!..

Sibirya Ormanları biter de, Karadeniz ve Marmara Denizi kirlenirse, burası yani Bursa Uludağ” kirli hava bacası hâline gelir. Bursa’da üretilen kirli hava buranın çevresini bozar ve zehirli çalılara çevirebilir. Sahipsiz ormanlara halk düşman kesilir ve her tarafı yağma ederek yok edebilirler. İnsanlar bir gün böyle bir fırsat yakalayabilirler!..

Doğa, insanların tahrip etmeden yararlanmaları içindir. Siz ondan tahrip etmeksizin yararlanıp da güçlenmezseniz; birileri gelir, sizin yerinize geçer ve tahrip etmeden yararlanırlar…

“Adil Düzen Belediye Başkanı” bunlara karşı tedbir alan belediye başkandır.

Bursalılar şimdiden gelecek seçimde kazandırmak üzere bir “Adil Düzen Belediye Başkanı”nı bulup hazırlamalıdırlar...

“Adil Düzen Belediye Başkanı”nın Bursa’da neler yapacağını anlatalım:

Uludağ 25 kilometre uzunluğunda ve 10 kilometre genişliğinde bir sahayı kaplamaktadır. Yaklaşık olarak 250 kilometrekare ormanlık sahası vardır. Bu da 250 000 dönüm etmektedir. Her bir dönüme orman içinde birer “ahşap villa” yerleştirilebilir. 54 metrekare üzerinde yerleştirilecek “ahşap villalar” ormana asla zarar vermez. Yollar da sadece “yaya yolu” ve “teleferik” olarak planlanır. Böylece bu dünya harikası yerlere hiçbir tahribat yapılmadan girilir…

Her bir dönümlük villalık alan 50 000 dolar karşılığı kiralanır. Şöyle ki, yerli-yabancı herkes buraya 50 000 dolar vererek kirasız oturabilir. Ayrılmak istediği zaman da 50 000 dolarını alıp gider. Ayrıca, şartlara uymadığında biz de istediğimiz zaman kendisine 50 000 dolar vererek uzaklaştırabiliriz. Villa ahşaptan ve sökülebilir tipte yapılacaktır. Villasını alıp götürebilir, yahut biz bir Ahşap Evler Bankası kurarak satın alır ve satarız...

Böylece “Bursa Belediyesi” bu projeden 12,5 milyar dolar elde eder. Bunun 2,5 milyar dolarını projenin altyapısına harcar ve 10 milyar doları elde etmiş olur…

Bu paranın ne demek olduğunu anlamamız için şöyle bir hatırlatmada bulunalım. Demokrat Parti on yılda bütün Türkiye’de 30 milyar dolar harcadı ve Türkiye’yi sanayileştirdi. 1997 yılında Refah-Yol Hükümeti ülkeyi 80 milyar dolar borçla devraldı. Demek ki, yaklaşık 40 senede 50 milyar dolar daha borç yapılmış ve Türkiye bugünkü hâle gelmiştir. Bu vesileyle, Refah-Yol Hükümeti sonrası bir çığ gibi artan borçları ve ondan sonra ülkeye çakılmayan çivileri de ibretle hatırlamakta yarar var…

Bursa Türkiye’nin ellide biri olarak kabul edilirse, 50 senede Bursa’da harcanan dolar 2 milyar doları bulmaz. İşte bunun en az beş misli para, bir-iki sene içinde Bursa Belediyesi’nin eline geçecek, bu da Bursa’yı en az beş misli daha zenginleştirecektir demektir.

Akevler” olarak “Bursa Belediyesi”ne öneriyoruz; hemen çalışmaya başlayalım… Bursa Belediyesi bizimle anlaşma yapsın. Yeni seçimlere kadar 10 milyar dolar gelmeye başlayacaktır. Bursa, yeni seçimlere bu proje ile gitsin... Serapta elbette su aramıyoruz. Sadece varsayımlarla hayal kuruyoruz. Bir gün “Adil Düzen” elbette gerçekten iktidar olacaktır.

Peki, varsayalım ki bu hayalimiz gerçekleşti Bursa Belediyesi bu para ile ne yapacaktır?

a)       Hava kirliliği oluşturan Bursa’daki sanayi ile baca atıkları gazlarını toplayacak ve Uludağ’ın bir yerinde büyük bir arıtma tesisi kurak yükseklere temiz hava olarak salacaktır. Bu tesis, sobanın evi havalandırdığı gibi Bursa’yı havalandıracaktır.

b)       Sanayi, tuvalet ve atık sularını toplayarak deniz kıyısında -hem de Karadeniz kıyısında- arıtacak ve bir büyük boru ile Karadeniz’in derinliklerine arıtılmış olarak salacaktır.

c)       Katı artıklar, atıklar ile yakıt, gübre, ham madde ve benzerlerini çöp sanayisinde değerlendirdikten sonra, diğer maddeleri derin çukurlara gömecektir. Hepsinin analizini yapıp depolamış olacak, ileride teknoloji geliştiği zaman onları çıkarıp yararlanabilirler...

d)       En önemlisi, Bursa’da yapılan tarım ve yaşamda canlı kirlenmesi önlenmelidir. Suni gübre ve ilaçlar kullanılmamalıdır. Uludağ ormanlarındaki bitkilerin yapraklarından, otlarından ve oralarda yaşayan hayvanlardan yararlanılarak doğal gübre üretilmelidir. Buralarda hayvancılık yapılmalıdır. Bitkilerden yararlanılarak doğal ilaç sanayii geliştirilmelidir...

Bizimki de hayal işte! Ne dersiniz, bu hayaller gerçekleşir mi?..

Biz diyoruz ki; “Adil Düzen Belediyesi” bunları yapabilir. Allah elbette verdiği nimetlerin hesabını sorar.

Bursalılar! Bir daha serabın peşinde koşmayınız.

Uyarıyoruz, şimdiden “Adil Düzen Belediye Başkanı”nı hazırlamaya başlayınız... Vesselâm…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-355   ADİL DÜZEN DERSLERİ-185   İstanbul, 05 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

TÜRKİYE - İRAN   S A V A Ş I

Yahudilerin 1897’de İsviçre’de yaptıkları Büyük Kongrede, Türkiye’nin 1997’de yıkılması ve Ortadoğu’da büyük bir İsrail imparatorluğu kurulması kararlaştırılmıştı. Bu planın uygulanması amacıyla Türkiye dinsizleştirilmiş, her on yılda bir askeri müdahale zorunluluğu ile Türkiye ekonomide çökertilmek istenmiştir. Ayrıca, Türkiye Kürt-Türk, Şii-Sünni, lâik-antilâik, mürteci- Atatürkçü olmak üzere kamplara bölüp iç savaş çıkarmak, sonra Müslüman ülkelerle savaştırarak harap ve bitap hâle getirmek, arkasından İsrail kuvvetlerine işgal ettirerek büyük Ortadoğu İsrail imparatorluğunu kurmak istemiştir.

Önce Irak-İran savaştırılacaktı. Irak’ın galibiyetinden sonra Suriye de işgal edilerek büyük bir güç olarak Türkiye-Irak savaşacaktı. Saddam bunu başaramayınca, kendisi Irak’ı işgal etti. Bundan sonraki bütün dert, İran ile Türkiye’yi savaştırmaktır. Irak’a saldırma tezkeresi geçmeyince bu ümit ertelenmiş oldu. Şimdi yeniden aynı hevese düşmektedir.

Sömürücü İsrail sermayesi yeni bir plan peşindedir.

İran sorumsuzca ‘atomu yapıyorum’ diye ilan etmekte ve kendisine saldırılmasını hak eder duruma gelmektedir. Allah İslam ülkelerine hakimiyet verecektir, ama silahla değil, “Adil Düzen” ile verecektir. “Adil Düzen”i ülkesinde gerçekleştirmeyen hiçbir İslâm ülkesi tam gücüne sahip olamaz. Bunun dışındaki çabalar boş hayaller peşinde koşmadır. Bu neden böyledir? Çünkü insanlar “Adil Düzen”i silah zoru ile değil, hak olduğu için kabul edeceklerdir. Bu sebepledir ki iktidara gelen eski Adil Düzenciler ondan vazgeçmek zorunda kalmaktadır. “Adil Düzen”i önce halk uygulayacak, ondan sonra demokratik yoldan iktidar olacaktır. Bir devlet kendi ülkesinde “Adil Düzen”i uyguladıktan sonradır ki dünya onu benimseyecektir. O düzende atom silahının üretilmesi İnsanlık tarafından denetime alınacak ve bütün dünyada atom dengeli şekilde kullanılacaktır. Evet, atom İsrail’de olmamalıdır. ABD’de olmamalı, Çin’de de olmamalı. Yahut, İnsanlık kontrolünde denetimli ve dengeli şekilde olmalıdır.

Bizim atom bombasına ihtiyacımız yoktur, enerjisine de ihtiyacımız yoktur. Türkiye veya İran kara savaşı ile birkaç haftada İsrail’i işgal edebilir. Buna hazır olmalıdırlar. Saldırıya uğrarlarsa, yapacakları ilk iş İsrail’i işgal etmek olmalıdır. Ama İsrail devletini ortadan kaldırmayı hedeflememeli, tam tersine Filistinleri alıp Sina Yarımadası’nda yerleştirmeli, güçlü bir İslâm devletini ortaya çıkarmalı, İsrail oğullarına vaat edilmiş topraklar İsrail’e verilmelidir. Onun sınırlarını İslâm ülkeleri garanti etmelidirler. Bu Kur’an’da böyle yazılıdır ve böyle olacaktır.

 

SİNSİ GÜCÜN PLANI NEDİR?

a)      ABD Irak’ı işgal etmiştir. İran’a saldırmak için her türlü yer imkanına sahiptir. Ama oradan saldırmak istemiyor, Türkiye’den saldırmak istiyor. Böylece İran nefsi müdafaa amacıyla savunmaya geçecektir, Müslümanı Müslümana kıldırmayı başlatmış olacaktır. Avrupa’da beş yüz yıldır Hıristiyanı Hıristiyana kırdırmıştır. Ayrıca Bosna ve Kosova’da neler neler yaptırmıştır. Kore ve Vietnam’da neler yapmıştır. Irak-İran Savaşı bu amaçla çıkarılmıştır.

b)      Hedefine ulaşmak için AB’yi ikna etmiştir. İran-Türkiye birbirini bitirsinler, sonra biz oraları işgal ederiz demişlerdir. Böylece Fransa da İran’a karşı cephe almıştır. ABD ve AB ülkeleri, İran-Türkiye Savaşı’nda Türkiye’yi destekleyeceklerdir.

c)      Şimdi ABD Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geliyor ve İran’a karşı savaşmaya Türkiye’yi ikna etmeye çalışacak; zorlayacaktır. Önce üsler isteyecektir. Sonra bu üslerden saldıracaktır. Savaşı başlattıktan sonra kendisi çekilecek, NATO’yu devreye sokacak, Müslüman halk ölmeye devam edecek, silahı ise NATO sağlayacaktır.

d)      Şimdi Çin Cumhurbaşkanı da ABD’ye davet edilmiştir. Orada ortaya konacak olan sofra şudur: İslâm âlemi dünya için tehlikelidir. Anarşisttir. Sizde sorundur. Rusya’da sorundur, Avrupa’da sorundur. Bizde de zenci Müslümanlar sorun olmaya devam ediyor. Bunları yok etmeliyiz. Ya Müslümanlıktan vazgeçerler, ya da İspanya’da olduğu gibi soykırımına uğrarlar!.. Diyecek. [Zaten Cengiz Çandar bunu ağzından kaçırmıştı.] Biz bunu ancak Müslümanları birbirine savaştırmak suretiyle yapabiliriz. Biz Türkiye’yi silahla ve ekonomik olarak destekleyeceğiz. Siz ve Rusya da İran’ı silah ve ekonomik bakımdan desteklesin. İran-Türkiye Savaşı’nı çıkaralım, bunları birbirine kırdıralım… Diyecek. Çin de buna rıza gösterirse savaş başlayacaktır. Irak-İran Savaşı’na benzer bir savaş yıllarca sürecek, bu savaşa diğer Asya ve Afrika Müslümanları da katılacak ve Müslüman halk savaş ve sefalet içinde ya dinsizleşmeyi ve esareti kabul edecek, ya da imha edilecektir. İşte ABD’nin gündeminde bugün bu var. Tabii ki bizim yazarlar bu sadece ‘senaryodur’ derler.

Önce şunu belirtelim ki; Allah vardır ve Allah’ın vadi bu değildir. Ne İslâmiyet ortadan kalkacak, ne de Müslümanlar jenosite uğrayacaktır. Tam tersine, “Adil Düzen” dünyaya hakim olacaktır. Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan birleşse, İran-Türkiye arasında savaş başlasa bile, bu proje başarıya ulaşmayacaktır. Çünkü böyle bir savaş kolay kolay bitmez ve bu sıkıntı başta ABD olmak üzere rejim değişikliklerine sebep olur. Bu savaş Şii-Sünni savaşına dönüşebilir. Bu savaşın sonucu her iki cepheyi güçlendirir. Nitekim İran-Irak Savaşı İran’ı bugün güçlü devlet hâline getirmiştir. Dünya savaşmamızı istediği için savaşsak bile, halk olarak silah atarız ama hedefi vurmayız. Bu savaş Müslümanları iki cephede birleştirir. Sonra bir anlaşma ile süper güç olarak ortaya çıkar. Bu arada ABD dağılır, Avrupa Birliği havada kalır. Rusya yönetimi son bulur. Çin de parçalanır. Bu fitnelerden korkmadan emin olun.

 

TÜRKİYE NE YAPMALIDIR?

Dünyanın böyle bir ittifaka girmemesi için İran ve Türkiye dünya siyasetinde yeni hamle yapmalıdır.

a)       Bütün Müslümanlar İsrail devletini tanımalı, Tevrat’ta İsrail oğullarına vaadedilen bugünkü İsrail topraklarını Batı Şeria ve Gazze dahil kabul edeceklerdir. İsrail oğullarına düşmanlıktan vazgeçmelidirler. Düşmanlığı ABD’deki sömürü sermayesine yöneltmelidirler. Savaşı istiklâl ve sömürü arasına çevirmelidirler.

b)       Türkiye ve İran Hıristiyanlarla, Budistlerle, Hindularla din olarak ve Hakkı hakim kılmak için anlaşmalıdırlar. Küfre karşı savaş ilan etmelidirler. Dinsizliğe karşı savaşa başlamalıyız.

c)       Türkiye ve İran her türlü ihtilaflarda hakem kararlarına uyacaklarını beyan edeceklerdir. Hakem kararlarına karşı da hakemlere gidilebilir. Ama hakem kararlarına kayıtsız şartsız uyacaklarını beyan etmelidirler. Böylece savaş bahaneleri ortadan kalkar.

d)       Başka çare kalmaz, baskılar artarsa, karşılıklı savaş hazırlıklarına başlamalıdır. Türkiye ABD ve AB’den gerekli silahı ve desteği almalıdır. Savaşa hazır olmalıdır. İran da Rusya ve Çin’den silah ve destek almalı, savaşa hazır olmalıdır. Güçlenen iki kuvvet ayrı ayrı Irak’a saldırıp işgal etmeli, oradaki halkı da teşkilatlandırmalı. “İran-Türkiye İttifakı” ile tarihte görülen beklenmedik başarılara imzalarını koymalıdır. Büyük İskender, Cengiz, Atilla, Hitler böyle beklenmedik zaferler kazanmışlardır. Ama oralarda yerleşmemeli, dünyaya barışı yani İslâm’ı getirmelidirler.

Bugünkü İran ve Türkiye yöneticileri dolduruşa gelebilir ve birbirlerini kırmaya başlayabilirler. O zaman İran’da ve Türkiye’de bulunan bu iktidarlar giderler, bu yine böyle olur. Çünkü Allah’ın takdiri böyledir.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler