Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 356
BAKARA SÛRESİ 67-69.-AYETLER TEFSİRİ
13.05.2006
2062 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 356

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi       13 - 15 Mayıs 2006          Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 356. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE

 

BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ

“ADİL DÜZEN”E DOĞRU…

BULGARLAR VE MEHMET UZUNOĞLU

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 18. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَكُونَ مِنْ الْجَاهِلِينَ(67) قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَلِكَ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ(68) قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَا قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ(69)

 

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ (Va EiÜ QAvLa MUvSAv Li QaVMiHİy)  “Musa kavmine demişti.”  

Bundan önce de bu tâbir geçmişti. Kur’an tasnifleri yaparken iade eder. Orada ıclı ittihaz etmeleri ile zulmettiklerini anlatmıştır. Burada da o bakarı kesmeyi emretmektedir. Yani, icle tapmamayı emretmiş, bunu kabul etmişler ama huylarından vazgeçmemişlerdi. Bu sebeple Allah o bakarı kesmeyi emretmiştir. Arada zaman geçmiş olduğundan sonra bu emri verdiği için diğer olaylardan sonra bu emri vermiştir. Ama emir eski ıclı ittihaz ile alakadar olduğu için “Ve İz Kâle Mûsa” tâbirini iade etmiştir.

Kavim ile başkan arasında ikili dengenin olduğunu orada anlatmıştık. Başkan kamu hukukunu temsil eder, şûra üyeleri ise halkın hak ve hürriyetlerini temsil eder. Bunlar arasındaki denge korunur. Hükümet icra kuvvetidir. Her bakan bir taraftan meclise karşı, diğer taraftan da başkana karşı sorumludur. Her ikisi de bakan hakkında hakemler nezdinde dava açabilmektedir.

إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً (EinNa elLAvHa YaEMuRuKuM EaN TaZBuXUv BaQaRaTan)  

“Allah size bir bakarayı kesmeyi emretmiştir.”

Burada “Bakara” kelimesi nekiredir. Allah’ın emrettiği herhangi bir inektir. Çünkü insanlar şeytanın vesvesesine her zaman kapılırlar. Allah’ın yerine O’nun yarattıklarını kutsallaştırırlar. Şimdi de kutsal haftayı icat ettiler. Oysa İslâmiyet’te sadece Hazreti İsa’nın doğumu mucizedir, o yılbaşı olarak kutlanabilir. Başka hiçbir peygamberin doğuşu kutlanmaz.

İstanbul fethedilene kadar Hazreti Muhammed’in doğumunu kutlamak yoktur. İstanbul fethedilince Hıristiyanlara nazire olsun diye mevlit yazılmıştır. O zamanki ulema bunu tasvip etmemiştir. Sonra Kur’an ve mevlitler okunmaya başlandı. Oysa İslâmiyet’te yalnız Ramazan ayı mübarektir. Kurban Bayramı günü mübarektir. Birinde Kur’an inmeye başladı, diğerinde Kur’an tamamlandı. Ama şimdi putçuluk yapılıyor. Kutlu hafta icat edildi.

Danimarka’daki karikatür meselesinin manâsını anlamamıştım. Doğum ve ölüm günlerini yaygınlaştırmak için hazırlık yapılmıştır. Allah İsrail oğullarının bâtıl inanışlarını yıkmak için onların ineği kesmelerini istemiş; herhangi bir ineğin kesilmesini istemiştir. Hindistan’da hâlâ inekler sokakları pisletir ama kimse dokunamaz. Urfa’da da balıklara dokunamazsınız. İnkılâplarda böyle davranmak gerekir.

Mustafa Kemal Türk inkılâplarını gerçekleştirirken aksini uygulamıştır. İçtihadı diriltmeyi başarmak için Batı’nın kanunlarını aynen tercüme etmiştir. Kıyafet serbestisini getirebilmek için şapka örtmeye zorlamıştır. Latin harflerini kabul ettirmek için Arap harflerinin kullanılmasını yasaklamıştır. Bunların hepsi dengeyi sağlamak içindir. 1933 yılında ‘Artık elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir’ demiş ve aşırılıklara son vermek istemiş, ancak başarılamamış, sadece ülke ikiye ayrılmakla kalmıştır. Mesela, biz iktidara gelsek, bir üç veya altı ay herkesin çarşaf giymesine zorlarız, sonra serbest bırakırız. Biraz daha fazla bırakırsan yobazlaşma o cihetten olur. İsrail oğullarına onlardaki ıcl aşkını söndürmek için bakarı zebh etmeyi emretmektedir.

قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا (QAvLUv Ea TatTaPıÜuNA HuZuVan)  “Bizi eğlence mi ediniyorsun?”

İsrail oğulları henüz kurban kesmeyi ibadet kabul etmemiş oluyorlar. Kurban çobanlık döneminin vergi sistemidir. Kamu yararına olmak üzere herkes belli zamanlarda kurbanını keser, başkanın emrine verir, başkan onları dağıtır. İki türlü kurban vardır. Biri kesilir ve oradaki ateşte pişirilir ve orada yenir. Buna mahruka kurbanı diyorlar. Diğeri de bölüşülür, herkes eti evine götürür ve pişirir. Henüz kente yerleşmemiş olan İsrail oğulları için kurban emredilmiş oluyor. Bir taraftan putperestliği ortadan kaldırıyor, diğer taraftan da kurban müessesesini tesis ediyordu. İsrail oğulları şaşırmış ve manâsını anlayamamışlardır.

Topluluklar belli şeylere düşünmeden inanırlar ve aksini söyleyeni linç etmeye kalkışırlar. Çünkü onun yalan olduğunu bilmektedirler. Türkiye’de Mustafa Kemal’e perestiş de böyledir. Mustafa Kemal’in yaptıklarını, İstiklâl Savaşı’nı yapıp Türkiye Cumhuriyeti kurmadaki başarıyı kimse inkâr edemez. Ne var ki bunu o yapmadı, o sadece başkanlık etti. Bunun yanında yaptığı hatalı işler yok mudur? Hattâ beşerî zaafları yok mudur? Bunu söyleyemezsiniz. Çünkü bu topluluk şartlandırılmıştır; Mustafa Kemal ya deccaldır, ya da tanrıdır! Oysa Mustafa Kemal normal bir insandır. Yaptıklarının çoğunda isabet etmiştir, takdir edilir. Hataları vardır, tashih edilir. Bu husus peygamberler için de doğrudur. Tek mabut Allah’tır, başka mabud yoktur. Ama şimdi de Hazreti Muhammed’i tanrılaştırma denemeleri vardır. Hitler, Mao, Lenin zaten çoktan tanrı olmuş, göklerde kavga ediyorlar. Kur’an insanlığın bu saplantısını düzelten yegâne kitaptır. Allah’a inanmayanların tanrılar icad etmesi kadar tabiî olan ne vardır? Mustafa Kemal’e taptıramayınca şimdi Hz. Muhammed’e taptırıyorlar.

قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ (QAvLa EaGUvÜu Bi elLAHi)  “Allah’a ıyaz ederim diye kavlet.”

Avz”, “Avd” kelimesine akrabadır. “Avdet etmek” gerisin geriye dönmek demektir. ““Avz etmek” de, kötü şeyden kaçıp birisinin korumasına baş vurmak demektir. Sığınmak anlamındadır. İltica anlamına gelir.

Burada başkanın kavmi ile alay etmesi büyük günahtır. Başkan kavmi ile fikren müzakere eder. Fiillerini tashihe çalışır ama halkı asla küçük görmez, onların üzerine kendisini hükümdar yapamaz. O başkanlığı halkın desteği ile almıştır. Onun gücü halkın onu kendiliğinden dinlemeleridir.

Peygamberlerin özel korumaları ve sarayları olmamıştır. Halk içinde halkla beraber yaşarlar. Özel koruma birliği yoktur. Onun bucağı ve onun ocağı onu koruyacaktır. Bir bucakta bir tek görevli vardır, o da başkandır. Diğerleri içinde cizye verenler yönetimde görev alamazlar. Nöbet tutan herkes kamu görevini yüklenebilir. Geçici bir iş için ehil olanlardan birini görevlendirir. Başkan aynı topluluğa sığınır, çünkü bütün cemaat onu korumakla yükümlüdürler.

أَنْ أَكُونَ مِنْ الْجَاهِلِينَ(67)   (EaN EaKUvNa MiNa eLCAvHIYNa) 

“Cahillerden olurum diye Allah’a sığınırım.”

Cahil” bilmeyen demek değildir; bilmek istemeyendir. Kafasındaki yanlışı deliller geldiği halde düzeltmek istemeyen kimseler vardır. Bunlar cahildir. Öğrenmek isteyip de öğrenemeyen cahil değil, bilmeyendir. Sosyal baskı vardır. Herkes aksini düşündüğü halde aksini düşündüklerini birbirlerine söyleyemeyen kimseler, hep inanmadıkları bâtılı savunurlar, ona göre davranırlar. İnsanlar arasındaki rekabeti o bâtıl inançlarla sürdürmek isterler.

Mustafa Kemal insanlar arasındaki birliği cumhuriyet ve istiklâl ideali olarak belirlemiştir. Yegane vazifen Türk istiklâlini ve cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir demektedir. Bu ne demektir? Biz bu memlekette hür ve bağımsız olarak yaşayacağız. Esir olmamak için bu vatanı koruyacak, bu devleti yaşatacağız.

Bu anlayış İslâm devlet anlayışıdır. İslâm devletinde her ırk ve dinden insanlar yaşayacak, bunlar istedikleri gibi yaşayacaktır. Bunun için dayanışarak devlet kurmuşlardır; kendi görüşlerini başkalarına zorla kabul ettirmek için değil. Mustafa Kemal din ayırımı yapmış, ülkedeki gayrimüslimleri ülke dışına çıkarmıştır. Ama bu Hazreti Muhammed aleyhisselâmın Yahudileri Medine’den sürmesi benzeridir. İhanetleri sebebiyle sürülmüşlerdir. Birlikte yaşamayı bilemediklerinden dolayıdır. Mustafa Kemal’den sonra önce lâiklik devletin üstünde bir kurum hâline getirildi. Adeta devlet lâiklik için vardı. Lâiklik dinsizlik şeklinde anlaşıldı, milliyetsiz şeklinde anlaşıldı. Böyle olunca da halkı devlete bağlayan bir şey kalmamıştır. Bu arada Batı devreye girmiş, siz Mustafa Kemal’e tapın demiş ve Kemalizmi ayak altına almışlar, ama onun şahsına taptırmağa başlamışlardır.

İşte Hazreti Musa bunun gibi bir bâtıl inanışı düzeltmek için kavmini harekete geçirmek istemiş, onlar ise bizimle alay ediyorsunuz demişlerdir. Hazreti Musa da “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırız” demiştir.

Adil Düzenciler iktidar olduğunda Mustafa Kemal’in heykellerini kıracak, resimlerini yırtacak, mezarını ziyaret etmeyi yasaklayacaklardır. Böylece Mustafa Kemalin ayaklar altına alınan Kemalizm ilkeleri yeniden diriltilecektir. Müsbet ilmin meş’alesi ışığında amel etmeyen kalmayacaktır.

Bizim ihtiyacımız Mustafa Kemal’in heykelleri, resimleri, mezarı değildir; bizim Mustafa Kemal’e olan ihtiyacımız onun fikirleridir, onun müsbet ilmin ışığı altında batı ile doğuyu sentez eden görüşleridir, Türkiye Cumhuriyeti ve istiklâlinin yaşatılmasıdır. Onun heykellerini kırarken biz ona hakaret etmemekteyiz, aksine onu tanrılaştırıp ona taptıranlar, ona hakaret etmektedirler. Tanrı olmayan birine ‘tanrı’ dersen elbette ona hakarettir. Mustafa Kemal Türkiye’yi yaratmamıştır, Türkiye onu yetiştirmiştir. Savaşı Mustafa Kemal değil, onun başkanlığında Türk Milleti kazanmıştır.

***

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ (QAvLUv uDGUv LaNAv RabBaKa)  “Rabbine bizim için dua et.”

“Rabbena/Rabbimize” demiyorlar, “Rabbeke/Rabbine” diyorlar. Hazreti Musa Rabbine dua edecektir. “Rabbimiz” deseydiler, dua edelim demeleri gerekir. Başkan Rabbin görevlisidir.

Artık topluluğu başkan temsil eder, halk toplulukla başkan aracılığı ile talepte bulunur. Ekseriyet sisteminde halk oyunun manâsı yoktur. Halk isteklerini dayanışma ortaklıkları başkanları ile başkana ulaştıracaktır. Başkanlar ilgili şûralarla istişare ederler ve istişare esnasında gelen ilham Rabbin ilhamı, ulusun ilhamı olur ve o uygulanır. Topluluklar halklardan oluşur. Ancak toplulukların özelliklerinin toplamı ulusu oluşturmaz. Ulus bunların toplamı değil, bileşkesidir. Dolayısıyla topluluk ayrı kişiliğe sahiptir. Yani, kişilerin ayrı ayrı kişilikleri vardır. Bunların ortak istekleri de vardır. Ama birinde topluluk vardır. Bu halkların toplamından ibaret değildir. O topluluğun geçmişte yaşayıp gidenleri de dahildir, gelecekte gelecekler de dahildir. İşte başkan bunun sözcüsüdür. Bunu temsil etmektedir. Burada halk ayrı ayrı bu ulusu temsil etmez.

“Rabbine” deyince; geçmişiyle, geleceğiyle topluluğunuzu korumak isteyen ve seni bunun için özel olarak yetiştiren Rabbine dua et diyorlar.

يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ (YuBayYiNu LaNAv MAv HiYa)  “Bize mahiyetini beyan etsin.”

Göster de biz de onu keselim, mahiyetini beyan etsin diyorlar. Başkan sadece tebliğ eder, onların bir şeyi yapmalarına zorlamaz. Kişiler başkanın bildirdiklerine göre amel ederler. Hesabı başkana değil, doğrudan doğruya Rablerine yani yargıya verirler. Hakemlerden oluşan yargı başkanın da üstündedir. Bugün yargı üstünlüğü diye bir şey söylerler, ama kendi atadıkları hakimlerin üstünlüğünü yani kendilerini savunurlar. Oysa Kur’an hakemler sistemini getirmiştir. Hakemlerden oluşan yargı gerçekten herkesten üstündür. Bunun için “bize irae et” demiyorlar, “mahiyetini göster” diyorlar. Şeriatın yapısını biliyorlar. Burada yaptıkları hata şudur.

Müşkül olmayan ifadelerde soru sorulmaz, yapılır, hesap da Allah’a verilir. Yani, yargıya verilir. Bunlar hemen hemen hiçbir tereddüt göstermeden içtihat yapacaklar ve bakarı keseceklerdi. Burada halka emredilen bir bakarın kesilmesidir. Peki, kesecek olanlar kimlerdir? Meslekî şûra başkanları aralarında istişare ederek başkanın emrini yerine getireceklerdir. Çünkü devleti, yahut bucağı temsil eden başkan olduğu gibi, halkı temsil eden de dayanışma ortaklıkları başkanlarıdır. Bu başkanlar aynı zamanda şûra üyeleridirler.

قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ (QAvLa EinNaHUv YaQUvLu EınNaHAv BaQaRaTun) 

“Şöyle dedi: ‘O şöyle diyor. O bir bakardır.’”

Herhangi bir bakaradır. Yani, yine Hazreti Musa bakarayı doğrudan göstermeyip kavmin içtihadına bırakmaktadır. Uygulayıcıların sorularına yetkileri dahilinde ise cevap vermemesi gerekir. İçtihat bir serbestliktir. İmkân ve ihtiyaçlarına göre içtihat yapmaları gerekir. Eğer siz merkezden belirlerseniz, yapılan uygulamlar hatalı olur. Mahallî şart ve imkânlar değerlendirilmemiş olur.

Oysa biz şimdi birisi bir şey sordu mu, bilsek de bilmesek de cevap veriyor, uygulayıcıların içtihadına kısıtlamalar getiriyoruz. Bu özel hayat uygulamalarımızda böyle olduğu gibi, devlet yönetiminde de böyledir. Sorumluluk uygulayıcıda, yetkiler ise merkeze verilmiş. Bu da devletin hantallaşmasını sağlamaktadır.

لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌ  (Lav FaRıWun Va LAv BiKRun)  

“Ne farid, ne bikr olsun.”

Fard” kelimesi burada geçmektedir. “Farz” bölünmüş, parçalanmış demektir. Genç olmayacak, bir de kart olmayacaktır. Allah burada bir şeyi öğretmektedir.

‘Bana kalem al’ dendiği zaman, acaba nasıl bir kalem alınacaktır? Kalite bakımından çok değerli kalem olabilir, çok değersiz olabilir. Sözleşmede geçen kalem hangisidir? Nasıl tesbit olunacaktır?

Genç olmayacaktır. Yaşlı olmayacaktır. Acaba genç ve yaşlı nasıl belirlenecektir? Önce baktığınız zaman onda küçüklük veya yaşlılık hissedilmektedir. Burada yaşlılıktan çok sakatlık olarak anlayabiliriz. Hangi hayvan kurban olmaz? Olgunlaşmamış hayvan kurban olmaz, sakat olan kurban olmaz. Bu genel kural içinde İsrail oğullarının içtihatla bunu bilmeleri gerekirken, soru sormuşlardır. Allah da onlara içtihadın sonucunu değil, içtihadın nasıl yapılacağını anlatmaktadır. Genç olmayacak, sakat olmayacak demektedir.

عَوَانٌ بَيْنَ ذَلِكَ (GaVAvNun BaYNa ÜavLiKa)  “Bunun arasında olmalıdır.”

Gavan” “Gayn” kelimesi ile akrabadır. İnsan bir baktı mı o eğer normal hayvan dışında görülüyorsa, o hayvan kurban olmaz. Bu görünüş genç olması dolayısıyla olabilir, yahut görünürde bir eksikliği olur.

Gavn” kelimesi aynı zamanda yardım anlamındadır. Fonksiyonu ifa etmelidir. Mesela süt vermelidir. Yavru doğurmalıdır. Kendi kendine merada yayılıp otlayabilmelidir. Böylece avn kelimesi ile her eşyanın toplulukta ondan beklenen fonksiyonları ifa etmelidir şeklinde anlıyoruz. Gelecekte ifa edecekse o geçerli değildir. Geçmişte o fonksiyona sahip olması da yeterli değildir.

Allah burada aynı zamanda kelimelerde anlaşılacak manâları da hatırlatmış olmaktadır. Şu soru sorulabilir: Peki, koyun dediğimiz zaman kuzuları veya sakatları içermez mi? Evet, bu sorunun cevabı şudur. Koyun kelimesi bazen küçük ve sakatları da içine alır. Bazen de yalnız koyunluk işini yapabilenlerdir.

Genel kural şudur. İstihkakta geniş manâdaki koyunları ele alır. Yem istihkakı bakımından hepsini içerir. Bu sebepledir ki merada yayılan hayvanlar zekat için sayılırken küçük ve sakat diye ele alınarak sayılır, onun kırkta birinin zekâtı verilir. Çünkü mera kirasıdır. Ama ödenirken “Avânun Beyne Zâlike” olması gerekir. Çünkü ondan fonksiyonu ifa etmesi gerekir.

Demek ki, bu ifade bize birçok fıkıh hükümlerinin istinbat şeklini öğretmektedir. İçtihatsız hayat olmaz. Çünkü her adım attığımızda “avan”ın ne olduğunu belirlememiz gerekir. Yani, hangisi işe yarar demek olur.

فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ(68)  (Fa iFGaLUv MAv TuEMaRUvNa)  “Emr olunduğunuzu fi’ledin.”

Burada emrolunan içtihad yaparak kesmedir. İçtihad yapın ve uygulayın denmektedir. Halk kesmek istememekte, ille ne olduğunu öğrenmek istemektedir. Burada “emrolunduğunuzu siz fi’ledin” demekle sizin iradenizle fi’ledin anlamı çıkar. İnsan bir makine parçası değildir. Kendisine emrolunanı içtihad ederek yapacaktır. Burada şu sorulabilir. Eski şeraitlerde da içtihat var mı idi? İçtihat Kur’an’la tedvin edilmedi mi? Bunu kolayca anlayabilmemiz için içtihadın çeşitlerini bilmemiz gerekir.

İçtihat iki türlüdür. Şer’î  ve amelî içtihatlar vardır. Şer’î içtihat, benzer durumlarda benzer kuralların uygulanmasıdır. Bu içtihat ile şeriat ortaya çıkar. Toplulukta halkın hangi durumlarda hangi davranışlarda bulunacağı belirtilir. Bunlarda genel kurallar şunlardır.

1) Aynı şartlarda oluşan olaylara farklı hükümler konamaz. Benzer olayların hükümleri de benzer olmalıdır. Değişik zamanlarda olması değişik hükümleri getirmez.

2) Mekânın değişmesi ile hükümler değişmez.

3) Faillerin değişmesi ile hüküm değişmez. Tüm katiller aynı cezayı alırlar.

4) Tüm mef’uller aynı hükme tâbidirler. Maktul çocuk veya büyük olsa ceza değişmez.

Görülüyor ki, buradaki kurallar doğadaki sünnetullah kanunlarına benzer bir şeydir. Şeriat bu tür kurallarla oluşur. Oysa amelî içtihatlarda tam tersinedir. Sadece o olayı içermektedir.

1) Tam benzer olay olsa bile amelî içtihat uygulanırken içtihat yapılır. Bu olay için yapılan içtihada başka olay uygulanamaz.

2) Herkes sadece kendisi içtihat yapar, kimse başkasının içtihadı ile amel edemez. Bilmiyorsa sorar ama, yine son karar kendisinindir.

3) Kişi içtihadında hata edebilir, bu hata mafuv değildir. Ameldeki hatanın cezası yoktur, ama zarar giderilir. Dayanışma ortaklığı bunun için vardır. Oysa şer’î içtihatlarda afv vardır.

4) Amelî içtihadın sorumlusu kişinin kendisidir. Oysa şer’î içtihattaki hatanın sorumlusu dayanışma ortaklığıdır.

İşte Kur’an’dan önceki dinlerde şer’î içtihat yoktu. Allah tarafından gönderilen peygamberler vahiy ile bunları koyuyorlardı. Ama amelî içtihat her zaman vardır. İnsan her zaman iradeye sahiptir. Bunu kullandığı için sorumludur ve mükâfatlanmaktadır.

***

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ (QAvLUv uDGUv LaNAv RabBaKa)  “Rabbine bizim için dua et.”

Arapçada “Kâle, Kâle” peş peşe gelince, eğer “Va” harfi kullanmazsa karşılıklı konuşmaları ifade eder. Diyenler farklı kimseler olur. Burada zaten farklı kimseler olduğu “Kâle” ve “Kâlû” demelerinden anlaşılmaktadır. “Va” harfi gelirse aynı kişi konuşmaya devam etmiş olur. “Rabbine dua et” diyorlar, ama bizim için dua et. Neden kendileri dua etmiyor da, başkanlarına bizim için dua et diyorlar?

Topluluk adına bir kişi dua eder. Bir kişi konuşur. Topluluk adına herkes konuşmaz. Vekâleten biri konuşur, diğerleri dinlerler. Konuşma bittikten sonra itirazı olanlar katılmadıkları hususları beyan ederler. Bir karar yazılırken de böyle yazılır. Başkan istişare ettikten sonra metni kaleme alır. Bir defa daha istişare ederek itirazları dinler ve son şeklini verir. Ondan sonra itiraz edenler, itiraz ettikleri hususların müsveddesini kaleme alır. O da istişare eder, metne son şeklini verir. O da tutanağa geçer. “Bizim için” demekle, başkanlarına vekâlet vermiş olurlar. İstişarî kararlar da böyle alınır. İtiraz edenler hakemlere gidebilirler.

يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَا (YüBayYiN LaNAv MAv LaVNuHav)  “Levni nedir beyan etsin.”

Daha önce mahiyetini sormuşlardı. Kur’an onlara ne küçük ne de sakat olmayan birinin kesilmesi gerektiğini beyan etmiş, onlara içtihadın yolunu öğretmiştir. Biz o ifadeden kelimelerin iki çeşit manâsı olduğunu, biri eksiksiz iş gören şeklini belirleyen manâsı, diğeri de geçmişte olmuş veya gelecekte olan bilkuvve yetenek olarak o özelliği taşıyanları da içine alan manâsını bildirmiştir. Onlar yine anlamamış ve yine sormaya devam etmişlerdir. Aslında içtihatla bilmeleri gerekirken soruyorlar. Allah sormayın demiyor, izah ediyor.

Bu bize usulcülerin temel kurallarını söylüyor. İçtihadın dört mertebesi vardır.

a)       Nass: Araştırma yaptınız, bütün delilleri değerlendirdiniz, bir sonuca vardınız. Bundan fazla yapılacak bir şey yok dediniz. Buna “nass” denmektedir. Bu bir tür amelî değil de şer’î araştırmadır, artık sizin için kuraldır. Bir daha aynı durumla karşılaştığınızda yeniden içtihat yapmanıza gerek kalmaz, eldeki içtihadınızla amel edersiniz. Eğer yeni delil gelirse onu değerlendirmek durumunda olursunuz. Burada gecikme mazeret değildir. Sorulması caiz değildir. Sorulduğunda yetkili cevap vermez.

b)       Zâhir: Henüz araştırmayı tamamlayamadınız ama, sizde bir kanaat doğdu. Vakit kaybetmeden onunla amel edersiniz. Ancak daha sonra aynı durumla karşılaşırsanız, zahirle elde ettiğiniz içtihatla amel edemezsiniz, yeniden içtihat yapmanız gerekir. Nass mertebesine yükselinceye kadar içtihada devam etmek zorundasınız. Burada da geciktirme caiz değildir. Sorulan cevap vermez.

c)       Hafi: Bir konuda içtihat yapacak durumdasınız, ama henüz yapmamışsanız, o takdirde içtihat yapacak ve ondan sonra amel edeceksiniz. Burada uygulamanın geciktirilmesine bu özürdür. İçtihat edip hafilik ortadan kalkıncaya kadar amel etmez. Hafi genel olarak nass seviyesine dönüşür. Çarpmadan önce beş kilo patatesin 23 lira edeceğini bilemeyiz, ama çarptıktan sonra artık eminiz. Zâhir mertebesine dönüşse bile onunla amele edilir.

d)       Müşkülde ise kişi bilip bilemeyeceğini yani sorunu çözüp çözemeyeceğini bilmez. İşte bu durumda kişi isterse içtihad yapar, zâhir de olsa amel eder, hatadan sorumlu değildir. Çünkü geciktirme daha büyük zarar doğurur. İsterse bilene veya yetkiliye sorar. İşte böyle bir soru ile karşılaşan yetkili, sorunu çözmez, sorunu çözmeyi öğretir; yani çarpmayı öğretir.

İşte bu âyetler bize bunları anlatmaktadır. Soru soran anlayamamışsa, öğrenmemişse bir daha sorabilir. O takdirde de sorulan yine öğretici cevaplar verir, çözmeyi ona bırakır. Burada aktif eğitim de öğretilmiş oluyor.

قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ (QAvLa EinNaHUv YaQUvLu)  “O şöyle diyor dedi.”

Yani, Musa aleyhisselâm kavmine şöyle dedi. Burada Musa aleyhisselâm kendi içtihadını söylemiyor, Allah’ın dediğini söylüyor. Başkan, gelen sorunlara içtihatla çözüp cevap vermez. Bu tür sorular, şeriata dayanmalıdır. Soranın bilmediği kuralı başkan biliyorsa o kuralı aktaracaktır. Yoksa ‘bu böyledir’ deme yetkisine sahip değildir. Eğer kendisi de bunu çözecek kuralı bilmiyorsa, istişareye başvuracak, kuralı ortaya koyacaklardır. Öyle kuralı koyacaklar ki o sorun çözülsün.

Son Resul de verdiği hükümlerde daima filan mahkumdur demez, kural koyardı. Böyle yapana böyle yapılır derdi. Ondan sonrası taraflara veya sorana bırakılırdı. Osmanlılarda da fetva müessesesinde “Zeyd Amr’a şöyle yapsa hükmü nedir?” diye sorarlar, davalı ve davacının adını yazmazlardı. Müftü de böyle cevap verirdi. Çünkü amelî içtihat yalnız amel edenin içtihadı ile olacaktır. Çünkü sorumlu odur. Diğerleri tamamen danışmanıdır. Son kararı mükellef verecektir. Ehil değilse velisi verecektir. Sorumluluk da ona ait olur.

Allah insanlara ayrı ayrı muhatap olurdu. Ama öyle yapmıyor, resulleri, başkanları ortaya koyuyor. Bir toplulukta iseniz, o topluluğun başkanına itaat topluluğa itaattir, yani Allah’a itaattir. İtaat etmeyecekseniz o topluluktan ayrılacaksınız. O toplulukta kalıp başkana itaat etmemek topluluğa yani Allah’a isyandır.

إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ (EinNAHAv BaQaRaTun ÖaFRAEun FaQıGun)  

“O fakı safra bir bakardır.”

Safr” içi boş kap demektir. Sıfır buradan gelir. 0 işareti de buradan oluşmuştur. Alaca olmayan, tek renk olan, siyah veya beyaz olmayan renge de “esfer” denir. Özel olarak sarı renk için de kullanılır. Sarı renk için “Fâkı’” kelimesi değil “Kalih” kelimesi kullanılır. Buradan anlıyoruz ki buradaki “Safrâ’” sarı renk değildir. Ayrıca “Safrâ’” çoğuldur. Oysa tavsif edilen ise bir bakardır. “

Fâkı’” kelimesi, curuf yani üste çıkan anlamındadır. “Safrâ’” herhangi bir özelliği olmayan demektir. Boş, sıradan manâsındadır. Yahut hamile olmayan manâsına gelir. Bu takdirde gebe hayvanların kesilmemesi gerekir. Gebe olmayan demek olur. “F’akı’” ise gebeliğin vasfı olarak alınabilir. Yani, ortaya çıkmış, gebeliği belli olmuş hayvan demek olur. Baktığınız zaman gebe olduğu anlaşılan hayvan kurban edilmez, veya kesilmesi emredilmez anlamını taşır. Bu hususun daha iyi anlaşılması için Yahudilerin kurbanla ilgili sünnetlerine bakmak gerekir. Bundan çıkaracağımız bir manâ, ekili arazilerin mahsulü ekene aittir. Gebe hayvanın yavrusu satıcıya aittir. Sözleşmeye dahil edilmemişse satın alan el koyamaz. Yahut icrada ise ancak ekin kalkınca veya doğurduktan sonra el konur. Mesela, bir adam araba ile yolculuk yaparken arabayı satsa, alıcı yolculuk bitinceye kadar teslimini isteyemez. Görülüyor ki şu ahırdaki ineği kesin demiyor, sadece kuralı bildiriyor.

لَوْنُهَا (LaVNuHAv)  “Levni”

“Safrâ’” kelimesinin bedeli olarak düşünülürse, o zaman safrâ’ renk anlamındadır. Ama haberden sonra haberde “Ve harfinin gelmemesi hâlinde haberlerde kemal-i ittisal veya kemal-i infisal olabilir. Bu sebeple onun bedeli olmayabilir.

Levn” renk demektir. Ama güzel görünümde yani estetik anlamında olabilir. Çünkü Kur’an’da “Elsine” ve “Elvan” birbirine eş olarak kullanılmıştır. “Lisan” nasıl ağzımızdaki dil değil de konuşma ise “Elvan” da vücudumuzdaki renk değil de güzel sanattır. Burada da “Levn” deyince sadece siyah-beyaz değil, bütün biçimiyle, heyetiyle estetiği anlamındadır. Nitekim bundan sonraki ifade de bunu göstermektedir.

Hayvana baktığınız zaman cılız, zayıf, hasta durumunda olan hayvanlar vardır. Bir de canlı ve sağlam görünen hayvanlar vardır. İşte kurban edilecek hayvanlar da böyle hayvan olmalıdır.

Burada ‘hayvanı kesin’ emri, o zamanki zekâttır. Şimdi de zekât olarak verilecek mallar hakkında aynı şeyler yapılmalıdır. Kırk inekte bir inek veya kırk koyunda bir koyun zekât olarak verilecektir. Dükkanda mevcut olan mallardan da kullanma tarihi bitmiş mal verilebilir. Bunun için şu sistem geliştirilmiştir.

Zekâtı veren kimse mallarını nisaba göre ayırır. En iyilerini bir yerde, en kötülerini bir yerde, ortalarda olanları da ayrı yerlerde küme yapar. Küçük ve sakat hayvanların içine en zayıflardan zekât olunacak kadar gelişmişleri katar. Zekâtı toplayan kimse bunların içinden en canlısını seçer. Bu sistem bölüşmede de kullanılır.

Camili bucağında kardeşler mallarını bölüşecekleri zaman en büyük kardeş malları hisselere ayırır. Beğenmeyen kendisi ayırır. Diğer kardeşler ise onlardan istediklerini sıra ile seçerler. Bu bölüşmenin bir rüknüdür. Eğer ortak iseler en çok sehim (yani pay) sahibi bölüştürür. Küçük sehim sahibi bunlardan birini tutar. En küçüğün payı esas ayrılarak pay yapılır.

Zekât bir ortaklık payıdır. Ortaklar ortak mallarını nasıl bölüştürürlerse, zekât toplayan da zekât verene aynı bölüşmeyi yapar. Kur’an burada İsrail oğullarına, dolayısıyla tüm insanlara bölüşmeyi öğretmektedir. Niçin İsrail oğullarını muhatap alıp bunları anlatmaktadır? Çünkü ticarette ve ortaklıklarda, kıyamete kadar İsrail oğulları insanlığa örnek olacaklardır. Siz şimdi gidin ve istediğiniz kadar kaliteli ve estetik mal üretip piyasaya sürün, onu kimse almaz. Eğer Yahudi onu almaya, satmaya veya kullanmaya başlarsa, bakarsınız ki herkes o mala rağbet eder. Bu durum onların ticarette daima üstün olmalarını sağlar. Bu durum yalnız mallarda değildir.

İstediğiniz kadar güzel ve orijinal kitap yazın, buluş yapın, hiç kıymeti yoktur! En yakın kimseler bile onu okumaz. Bir gün İsrail uleması onu kendi buluşları imiş gibi benimser. O onun eseri imiş gibi piyasaya çıkar ve sonra çocuklarımız hep büyük âlimlerin İsrail oğullarından çıktığını okurlar. Allah insanların ruhi yapılarına böyle bir meyil vermiştir. Nasıl Kabe’yi şimdi artist ve leydiler de gidip ziyaret ediyorlarsa, insanlara oraya gitme meylini vermişse; nasıl mü’minlere insanlığa adaleti dağıtma görevi vermiş ve insanlar da buna rıza gösterirlerse; moda ve ilimde de İsrail oğullarına bu üstünlüğü vermiştir.

Kırgızistan’da SSCB sonrasında ilk devlet kurulmuş, dairelere gidiyorduk. Çoğu memurlar Rus idi. Ama ‘Ben Türküm’ dediğimizde hemen kolaylık gösterirlerdi. Osmanlının çocuklarına saygı yalnız Müslümanlarda değil, Müslüman olmayanlarda yani Ruslarda da devam ediyordu.

Allah her kavme böyle ihsanlarda bulunur. Bakarsınız ki bir malda bir topluluk markalaşır. İnsanları bu oluşa götüren sanattır, levndir. Diğerlerinden tek üstünlüğü markadır. Türkler dünyaya kendilerine verilen markalarla çıkmalıdırlar. Bu da askerlik ve adalettir. Kendi silahlarını kendileri üretip adalet için savaşmayı ihraç etmelidirler. Başka ülkelerin markalarının peşinde koşmak hatadır. Aynı şey İsrail oğulları için de geçerlidir. Allah kendilerine ilimde ve ticarette markalaşma imtiyazı vermiştir. Onların tekelleşmeden, ilimleri para ile pazarlamadan bu markaları insanlığın hizmetinde kullanmalıdırlar. İnsanlar da bu konularda onlarla yarışmamalıdırlar. Allah kendilerine hangi sahalarda markalaşma vermişse oralarda yarışmalıdırlar.

Bunun gibi; Allah Batılılara ekonomide ve sanayide markalaşma imkanını vermiştir. Biz o sahalarda onları geçmeye uğraşmamalıyız. Çünkü onları geçemeyiz.

Müslümanlara da hukukta ve yönetimde markalaşma imkanını vermiştir. Biz bur alanda gayret gösterip insanlığın hizmetine sunmalıyız. “Adil Düzen” bunu yapmaktadır. Bugün Adil Düzene göre süper marketleri biz kuruyoruz. Bunun muhasebesini biz oluşturacağız, bunların genel hizmetlerini biz yapacağız. Ama bu marketlerden yararlananlar yine Batılılar ve hassaten İsrail oğulları olacaktır. Bizim görevimiz onların dünyayı sömürmelerini önlemektir. Yoksa onların elinden mesleklerin almak gibi bir hedefimiz olmayacaktır.

تَسُرُّ النَّاظِرِينَ(69) (TaSurRu elNaJıRIyNa)  “Nazırları mesrur eder.”

Serir” serdi demektir. Evde koltuklar ve mobilyalar derhal gözü çarpar. Eve girdiğiniz zaman onun döşemesi sizi mesrur eder. Çünkü insanda estetik algı vardır. Onun için her aile mobilyanın peşine koşmaktadır. Evleneceği zaman ev almaz, mobilya alır. Sonra da ölünceye kadar onun borçlarını ödemekle meşgul olur.

“Mesrur olan” kelimesi mobilyadan türemiştir. Ayrıca odalarda görünmesini istemediğimiz şeyleri sedir altına koyarız. Bu sebeple sir olanlarda yine serende türetilmiştir.

Burada “Nâzirîn” kelimesi kurallı erkek çoğul olarak getirilmiştir. Yani, güzellik sosyaldir. Topluluk onu estetik görüyorsa o estetiktir. Bu sebepledir ki nasıl diller farklı ise estetik anlayışı da topluluklara göre farklıdır. Bu topluluğa çok güzel olarak gelen bir müzik, öbürleri için bir gürültüden başka bir şey değildir.

Yabancı dilin kelimeleri nasıl dili bozarsa, yabancı sanatın etkileri o sanatı bozar. Yabancı kelimeler topluluğun fikrî yapısını bozar. Sanat da topluluğun ortak duygularını bozar, millî birlik yok olur. Cumhuriyet döneminde bize yabancı olan Arap ve Fars dillerinin ve sanatının etkisi kaldırılmak istenmiş, yerine Türk dil ve sanatı geliştirilmek istenmiştir, ancak başarılamamıştır. Dolayısıyla ne büyük bir fikir adamını yetiştirdik, ne de büyük bir sanat adamını yetiştirdik.

İşte bu nedenle “Nazar edenler” kurallı erek çoğul olarak getirilmiştir. Çünkü sanat soysaldır.

Nâzirîn” kullanılmıştır. Sanat göze ve kulağa hitap eder. Fikirler daha çok kulağa hitap eder, hisler ise daha çok göze hitap eder. Kıyas yoluyla sese de şamil olur.

Kur’an’daki her tâbir evrensel kurallar içerir. Kıyası da ele aldığınız zaman Kur’an’da yok yoktur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-356   ADİL DÜZEN DERSLERİ-186   İstanbul, 12 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

“ADİL DÜZEN”E DOĞRU…

Kur’an Mekke’de inmeye başlamış ve Resul’ün arkadaşları daha çok ezbere okumaya çalışmışlardır.

Kur’an Medine’de hem sahife sahife yazılmaya başlandı, hem de siyasi bir kent oluşturularak orada uygulandı. Bu uygulamada Cebrail Resul’e öğretmenlik yaptı.

Dört halife zamanında Resul’ün uygulama tarzı devam etti. Sadece Cebrail’in öğretmenliği sona erdi, onun yerini halifenin arkadaşları ile “istişare müessesesi” aldı.

Dört halifeden sonra, istişarenin yerini “içtihat” almaya başladı, içtihat ekolleri oluştu. Bunlara “mezhep” diyoruz. Bu mezheplerden beş-altı tanesi hâlâ yaşamaktadır. Hanefi, Maliki, Şafii, Hambeli, Zeydi ve İsmaili mezhepleri vardır. İlk dönemlerde yüzlerce mezhep oluşmuştu. Bugün bunların kitapları kalmamış olsa bile, görüşlerini nakleden kitaplar vardır.

İslâm uygarlıkları bin yılda bir yenilenir. Kur’an’dan önce yeni peygamber ve kitap gönderilir, o sayede yaşlanıp ortadan kalkan İslâm uygarlığının yerine yeni uygarlık gelirdi. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an uygarlıkları böyle olmuştur. Ne var ki, insanlık buluğ yaşına erdiği için artık Kur’an’dan sonra yeni kitap ve nebi gelmeyecektir. Resullerin yerini ümera alacak, nebilerin yerini de ulema alacaktır. Bugün İslâm uygarlığının yenisi başlamaktadır.

Her uygarlık, önceki iki uygarlığın sentezinden doğar. “III. Bin Yıl Uygarlığı” da Batı uygarlığı ile İslâm uygarlığının sentezinden oluşacaktır. Bin yılın başı gelmeden o uygarlığı oluşturacak bir kavim hazırlanır. Hazreti Musa, İsrail oğullarını İbrani uygarlığını kurmaya hazırladı... Hazreti Muhammed, Arapları I. Kur’an uygarlığını kurmaya hazırladı... Bugünkü uygarlık o uygarlığın sonu olmaktadır.

Allah yeni uygarlığa da Türk ulusunu hazırladı. “Adil Düzen” bu hazırlığın sonucudur.

“Adil Düzen” III. Selim ile başlar, Batı düzeni Türkiye’ye aktarılır. II. Mahmut Yeniçeri ocağını kaldırarak bugünkü İslâmi orduyu, ulusal orduyu kurar. II. Abdülhamit Batı’nın modern okullarını ve üniversitelerini Türkiye’ye getirir. Mustafa Kemal Anadolu’yu İslâmlaştırır, başlamış olan Batıcılığı tamamlar, hedef olarak ‘muasır medeniyetin fevkine çıkmayı’, meşale olarak da müsbet ilmi gösterir. Böylece “Adil Düzen”in siyasi cephesi tamamlanmış olur.

Adil Düzen”in fikrî cephesini Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman, Süleyman Tunahan oluştururlar. Cumhuriyet döneminde Ziya Gökalp, Alpaslan Türkeş, Mehmet Akif Ersoy, Necmettin Erbakan, Bediüzzaman, Fethullah Gülen, Süleyman Tunahan’ı bugünkü İlâhiyat Fakülteleri izlerler. 2000 yılına geldiğimiz zaman birden patlama olmaktadır. Tıpkı I. Kur’an Medeniyeti’nin içtihat döneminde olduğu gibi Türkiye’de yeni mezhepler oluşmaya başlar…

Bunun anlamı şudur ki, artık II. Kur’an Uygarlığı’nın dünyaya hakim olması yaklaşmıştır. Bunu tarih olarak biliyoruz; III. bin yılın başlarıdır. Ama şimdi bunun başladığını görüyoruz. Kıştan sonra yazın geleceğini herkes bilir, ama çiçekler açtığı zaman artık ‘bahar geldi’ der ve o yılın bereketini de tahmin eder. Artık çiçekler açmaya başlamıştır…

Bakıyorum, birkaç kişiyi bulan cemaatler oluşturulmuş, Kur’an’ı mealle okuyor, kendileri için mealler yazıyorlar. Ben yeni çalışma arkadaşları ararken bir türlü bulamıyorum, çünkü artık herkes cemaatleşmiş. Bundan otuz sene evvel Kur’an’ı meali ile okumak sevap bile sayılmazken, şimdi mealsiz Kur’an satılmıyor bile. Kur’an’sız meal de basılmıyor.

Bu cemaatlerin sahabeler ve müçtehitler devri mezheplerinden farkı şudur. Bunlar kendi cemaatlerini artırıyor ama aralarında tartışma ve ilişki yoktur. Bu ilişkiler başladığı zaman bilin ki, artık Türkiye’de III. Bin Yıl Uygarlığı kurulacaktır. Kavga etsinler ama bâtıl ile uğraşacaklarına Hakkı tavsiyede bulunsunlar, kavga etsinler ama sabretsinler. O zaman Hak gelecek, Bâtıl son bulacaktır. Bâtıla saldırmakla bâtıl yok olmaz, aksine bâtıl güçlenir.

Bundan dolayıdır ki, bize saldırdıkları halde Milli Çözümcüleri seviyorum. Bana çok yakın olsalar da Yeni Şafakçılara, Zamancılara, Meltemcilere ve Vakitçilere aynı muhabbeti besleyemiyorum. Çünkü onlar bizden bahsetmiyor, sadece bâtıldan bahsediyor ve onları güçlendiriyorlar.

Ahmet Akgül’ün “Adil Düzen” kitabının dördüncü baskısını okuyorum ve sevincimden gözlerim yaşarıyor. Allah’a hamd olsun ki, “Adil Düzen”i doğru anlatmaya doğru büyük adımlar atılmaktadır. Türk Milleti artık “Adil Düzen”e sahip çıkıyor, siyasiler bıraksa da halk sahip çıkıyor…

Bu arada Harun Yahya’nın da “Adil Düzen”in müsbet ilim anlayışına dayalı kitaplarını okuyorum. Harun Yahya ekolünün hatalı yanlarını burada sadece Hakkı tavsiyeleşme babından eksikliklerini göstermeye çalışacağım. Ben bâtıla değil, Hak ehlinin hatalarına saldıracağım. Bize saldırmalarını da bekliyorum, ama saldırmanın yerini tartışma almalıdır. Saldırmadan tartışmaya geçemediğimize göre, saldırmakla denemeye başlayacağım.

a)       Harun Yahya ekolünün en büyük hatası, bizimle uğraşacaklarına, Darvincilerle uğraşmakta, Darvincileri güçlendirmektedirler. Oysa bizimle uğraşırlarsa birbirimizi güçlendiririz. Darvinciler cevap vermiyorlar. Çünkü buna güçleri yetmez. Bu anlayış ekolü de güçlendirmiyor. Çünkü sahaya çıkamıyorlar ki karşı takım ile oynasın. Gelin biz takım kuralım, kendi sahamızda biz birbirimizle oynayalım. Bir gün gelecek ki onlar bize saldıracaklar, o zaman da tarihe karışıp gideceklerdir.

b)       Harun Yahya ekolünün başka bir eksiği de, Batı’da yazılanlardan işine gelenleri yanlış da olsa delil olarak almakta, Batı ilimlerini selekte etmemekte; Kur’an anlayışına göre selekte etmemektedir. Mesela, Batı insanın sekiz yüz bin, bir milyon yıl kadar önce var olduğunu söylüyor. Bu Kur’an ve Tevrat’ın bildirdiklerine aykırıdır. İnsan, resim yapmaya başladığı, mezar kazmaya başladığı zamandan beri insandır. Bu da ancak elli-altmış bin yıl önceye gidebilir. Bizimle tartışsalar bu hatayı yapmayacaklardır.

c)       Harun Yahya ekolünün üçüncü hatası, Batı’nın doğrularını da reddetmektedir. Yaratılış ve evrim birbirine zıt değildir. Yaratılış birden var etmedir. Evrim ise tedrici var etme demektir. Allah Kâinat’ın kuvantumlarını, zamanı ve mekanı birden ani olarak var etmiştir. Bundan 13.7 milyar yıl önce bir anda var etmiştir. Atomlara öyle özellik vermiştir ki, bugün bu kadar milyar yıl sonra evrimleşerek bugünkü Kâinat’ı oluşturmuştur. Altı yevmde var etmesi budur. Allah insanı bir hücre ile yaratmaktadır. DNA’larda hepsi yazılıdır. Buna “kader” deniyor, ama insan evrimleşerek gelişir. Buna da “kaza” deniyor. Kader irsidir. Kaza ise kaderin çevre ile oluşmasıdır. Bunun gibi, bizim uygarlıklarımız da evrim içinde oluşmaktadır. Canlı ilk yaratıldığı zaman genlerinde tüm canlılık yazılı idi. Ama sonra evrimleşerek bugünkü canlılık âlemini oluşturdu. O halde evrime çatması hatalıdır. Allah’ı sadece Hâlik kabul edip Rabbü’l-âlemin olduğunu unutmadır. Bizim Batılılarla farklı olduğumuz husus yaratılış ve evrim konularında değildir. Batılıların kâfirlerinin bizim kâfirlerimizde olduğu gibi bile bile kendiliğinden var olma iddialarıdır. Bunun Kur’an’daki adı dehrdir. Yaratan ve evrimleştiren tek bir Tanrı vardır. Onlar yoktur diyorlar. İşte çatışma buradadır. Harun Yahya’nın kıymetli kitapları evrimi değil, dehriliği, kendiliğinden var olmayı kati delillerle ortaya koymaktadır. Adil Düzen Çalışanları yukarıda hatırlattığım hususları göz önünde bulundursunlar ve mutlaka o kitaplardan hiç olmazsa bir kısmını okusunlar. Bu bize farzdır; farzı kifayedir.

d)       Harun Yahya ekolüne mensup olanların başka bir eksiği de, Batı’da geliştirilmiş ilmî teorilere bir katkıda bulunma gayretinde olmamalarıdır. Onların doğrularını öğrenip aktarmanın ilerisine gidememektedirler. Oysa “Adil Düzen Çalışanları” kendileri bu ilmî çabaya katkıda bulunmaktadırlar. Allah melekleri istihdam ederek iptida Kâinatı halk etti. Kâinat evrimleşti. Doğal kanunlar içinde evrimleşti. Sonra ikinci yevmde/dönemde Yeryüzünü yine meleklere düzenlettirdi, yani ikinci Hilkati gerçekleştirdi. Bundan sonra doğal kanunlarla Yeryüzü canlının yaşayabileceği hâle geldi. Allah meleklere ilk canlı hücreyi var etmeyi öğretti ve onlar da DNA’ları düzenleyerek ilk hücre ortaya çıktı. İlk hücre çoğalarak denizleri doldurdu. Çeşitlendi. Çok hücrelinin yaşayabileceği bir vasat ortaya çıktı. Yine meleklere emretti, denizde çok hücreli canlılar oluştu. Onların oluşturduğu atmosfer canlının karaya çıkması imkanını hazırladı. Allah meleklere emretti, kara hayvanlarının ortaya çıkması için genlerde gerekli değişmeler yapıldı. Canlılar o genlerle karada çeşitlendiler ve çoğaldılar. En son yine meleklere emrederek genlerde yapılan değişikliklerle insan var oldu. Hazreti Âdem var oldu. Artık türlerde evrim olmamaktadır. Sosyal evrim gerçekleşmektedir. Böylece yaratılış içinde evrim açıklanabilmekte, bu tüm ilmî verileri çözmektedir.

Sözlerime son vermeden, yine kendiliğinden olmaya yani seleksiyonla evrimin mümkün olmadığına bir delil daha getirmek istiyorum. Bu delil bugün dünya literatüründe mevcut değildir. Harun Yahya’dan bunu dünyaya duyurmasını isterim. Lamark’ın canlılarda doğaya uyma varsayımı doğrudur. Ama canlılara bu kabiliyeti veren Allah’tır. Kendiliğinden olma değildir. Zaten Lamark da bunu iddia etmiyor. Lamark’ı istismar edenler bunları onlara söyletmektedir. Darvin’in seleksiyon teorisi de doğrudur. Seleksiyon ancak mevcut olanlar içinde gerçekleşir. Seleksiyon olmayanları var etmez. Darvin de zaten böyle iddia etmiyor. Yeni Darvincilerin mutasyonu doğrudur. Entropinin büyümesi kanunundan biliyoruz ki, kendiliğinden olan değişmeler, düzenlenmeye değil bozulmaya gider. Düzenlenme doğrultusunda eğer bir değişme oluyorsa o şuurlu bir varlığın müdahalesi ile olur ki, burada da meleklerin operasyonu gerçekleştirmesini kabul etmemiz dışında bir nazariye ileri sürülemez.

Bizim asıl yeni olarak getirmek istediğimiz ispat şudur.

Birbirini kesen iki daire üzerinde gelişigüzel hareket eden ayrı iki varlığın birbiriyle karşılaşması ihtimali vardır. Bu ihtimal dairelerin çaplarına ve hareket eden varlıkların hızlarına bağlı olarak hesaplanır. Daire büyüdükçe ve hızlar küçüldükçe bu karşılaşma ihtimali her zaman azalır. Sıfıra yaklaşır, sıfır olmaz. Ne kadar az olursa olsun ihtimal ihtimaldir, gerçekleşmiş olabilir. Ama birbirini kesmeyen daireler üzerinde hareket eden iki varlık arasında karşılaşma ihtimali yoktur. Kesin olarak sıfırdır. Bunun gibi, denizde yüzen gemi ile karada yürüyen arabanın çarpışması ihtimali yoktur. Ama Ankara-İstanbul arasında hareket eden bir otobüsün Konya’daki bir köye sefer yapan otobüsle çarpışması ihtimali çok çok çok az olsa da vardır.

Şimdi Darvincilerin kendiliğinden olma ihtimali üzerinde duralım.

Elimizdeki altı yüzlü zarı atacak olursak, on zar atımında istediğimiz altı rakamdan birilerinin istediğimiz sırayı alabilmesi ihtimali 6^10 yani altının on defa birbirine çarpımının biridir. Çok az muhtemeldir, ama muhtemeldir. Bu kadar sayıda oynasak, birinde böyle diziliş ile karşılaşabiliriz. Ama bu dizinin elde edilmesi için en az on defa oynamamız gerekir. Yedi defa oynadığımızda bile bir diziyi elde etme ihtimali yoktur. Mutlak sıfırdır. Eğer saniyede bir defa zarı atabiliyorsak, demek ki on saniyeden daha az bir zaman içinde böyle diziyi elde etme imkanına sahip değiliz. İhtimal sıfırdır.

Şimdi kendiliğinden evrimleşme nazariyesine dönelim. Yeryüzü aminoasitlerin oluşabilmesi şartlarında kaç milyon sene yaşamıştır? En çok bir milyar senedir. Aminoasitlerin karşılaşma ve birleşme asgari zamanını da ele alalım. Bu saniyede bin kadar olsun. Sonunda bizim bir trilyon karşılaşma imkânına sahip bulunuyoruz. Şimdi bir canlının oluşması için eğer bir trilyon kadar dizi varsa, yani bu kadar sayıda kuantum ve atom yan yana istediğimiz sırada yer alması gerekiyorsa, o zaman bunun ihtimali bir trilyonda birdir. Ama bundan daha uzun sayıda bir dizi gerekiyorsa, o zaman böyle bir diziyi elde etme imkanına sahip değildir. Yani mutlak sıfırdır. On sayılık bir dizi için yedi defa tam nasıl yetmiyorsa, dokuz da yetmiyorsa, işte canlının oluşması için bu zaman yetmeyecektir ve ihtimal mutlak sıfır olacak, mümkün olmayacaktır. Halbuki bir DNA zincirinin oluşması için gerekli dizi 10^100 den fazladır. Oysa geçen zaman 10^12 gibi sayıdır. O halde DNA zincirinin kendiliğinden oluşması ihtimali hiç yoktur. Sıfırdır. Bu hesabı şimdiye kadar kimse yapmamıştır.

Sonuç olarak, gerek cansızların gerek canlıların bu düzene göre kendiliğinden düzenlenmesi imkânsızdır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-356   ADİL DÜZEN DERSLERİ-186   İstanbul, 12 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

BULGARLAR VE MEHMET UZUNOĞLU

Uygarlık Mezopotamya’da doğdu, Mısır’da, Hindistan’da ve Çin’de sulama tarımı yapan uygarlıklar olarak gelişti. İran ve Anadolu’da ise orman tarımını yapan uygarlıklar doğru. Bunlar yerleşik uygarlıklardır.

Bundan sonra göçebe uygarlıkları oluşmaya başladı. Devletlerin merkezleri yerleşik olmuş ama devlet göçebe devleti olmuştur. Bu uygarlıkları doğuda Moğollar, batıda ise Cermenler oluşturmağa başladılar. Bunların ilk karışımı İskitlerdir. İlk göçebe devlet İskit olarak ortaya çıkar. Bunlar Cermenlerle Moğolların karışımıdır ve iki kola ayrılırlar. Doğudakiler yeniden Moğollarla karışarak Hunları oluşturdular. Batıdakiler yenden Cermenlerle karışarak Slavları oluşturdular. Demek ki Türklerle Slavlar amca çocuklarıdır. Hunlardan sonra Gök Türkler ortaya çıkarlar. Hunların dağılmasıyla Doğu Avrupa’da Bulgarlar tarih sahnesindedirler. Bunlar daha beşinci asırda ikiye ayrılırlar. Doğu Avrupa’da kalanlar ve Balkanlara doğru yayılanlar. Doğuda olanlar büyük Bulgar devletini kurarlar. İslamiyet’i kabul ederler. Bulgar şehri o devletin en gelişmiş bir şehridir. Batıdakiler Hıristiyanlığı kabul ederler. Dilleri Slavlaşır. Doğu Bulgarları Moğolların 1200’lerde istilası ile son bulur. Bunların dillerini bugünkü Çuvaşlar sürdürürler. Ayrıca Kuzey Kafkasya’daki Balkarlar da bunların torunları olabilir. Batıdakiler Hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmaya başlayınca Bizans içinde varlıklarını sürdürdüler. Cermenler Roma’yı işgal ederler ve Hıristiyan olurlar. Bulgar ve diğer Peçenek gibi Kuman boyları Bizans’ı işgal edemezler, ama onlar da Hıristiyan olurlar.

Osmanlılar buraları İstanbul fethinden önce almıştır. Osmanlılar bunların ne dinlerine ne de ırklarına karışmadıkları halde, sürekli isyanlar olmuştur. Rusya büyük bir Bulgar devletini kurmaya çalışmış, Batılılar ise bunu önlemiştir. Bulgaristan 1908’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Birinci ve İkinci Cihan savaşlarında Almanlar tarafı olmuşsa da, mağlubiyetleri nedeniyle sınırları bugünkü duruma düşmüştür.

Bulgaristan’ın nüfusu sekiz milyon civarındadır. Bunun yarısı Bulgar, diğer yarısı ise Türk ve Pomak Müslümanları ile Hıristiyan Gagavuz Türkleridir.

Allah İsrail oğullarına bir kader çizmiştir. İnsanlar arasında savaş çıkaracak ve onlar arasındaki düşmanlıklardan yararlanıp kendi varlıklarını ve üstünlüklerini koruyacaklardır.

“Adil Düzen” konferansı için 11 Nisan’da Bursa’ya gittiğimizde, Uzunoğlu Konferans Salunu’nu tahsis eden Mehmet Uzunoğlu ile tanıştık. Mehmet Uzunoğlu, Bulgaristan zindanlarında kaldığı kırk aylık mezalimi anlatmakta ve tarihi gerçekleri dile getirmektedir. İnsanlar ibretle okumalıdırlar.

Mehmet Uzunoğlu’nun bildiği hususları Adil Düzenciler de bilmelidir.

a)       Benzer mezalim yalnız Bulgaristan’da yapılmadı, bütün sosyalist ülkelerde yapıldı. Yalnız sosyalist ülkelerde yapılmadı, Türkiye’de de yapıldı. Ayrıca bütün faşist ülkelerde yapıldı. Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da ve daha nice ülkelerde zulüm devam ediyor. ABD Kore’de, Vietnam’da, 11 Eylül’den sonra ABD’de zulümler yapıldı, hâlen de yapılmaktadır. Dolayısıyla cephe Bulgaristan’a karşı değil, zalim düzene karşı alınmalıdır.

b)       Bu ülkelerde zulmeden ora halkı değildir. Kâğıt parayı İnsanlığa kabul ettiren sömürücü sermaye doların hükümranlığı ile dünyadaki tüm hükümranlığı ele almıştır. Hiç sebep yokken Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin değiştirilmesine başlanmıştır. Oysa komünist olan Bulgaristan güya hümanisttir. Onun için Bulgarca ve Türkçe problemi sözkonusu olmamalıdır. Ama yeşil dolarlar kuralları unutturur. Diğer taraftan Müslümanlara da ‘hayır, biz ad değiştirmeyiz’ direnişi yaptırır. Oysa dünyanın bütün dilleri eşit değerdedir. Kur’an dışında kutsiyet taşıyan bir kitap veya dil yoktur. Ama gaye savaştırmak olduğu için iki tarafı da sömürü sermayesi kışkırtmıştır. Dolayısıyla burada Bulgarların veya Türklerin bir günahı yoktur. Doların gücü ile ezilen halkın kendilerini savunmalarıdır. Kırk aylık Bulgar hapishanelerinde çektiklerinin intikamını Bulgarlardan değil, zalim düzenlerden almalıyız. Bu zalim düzenin merkezi de Amerika’nın dolarlarını elinde bulunduran sömürü sermayesidir.

c)       Zalim düzene olan düşmanlık zalim düzeni ortadan kaldırmaz, aksine onu daha da güçlendirir ve hırçınlaştırır. Bizim yapacağımız iş “Adil Düzen”i bu memlekete getirmektir. “Adil Düzen” ne diyorsa onu yapmalıyız. Kur’an, hicret etmeyenlerle sizin bir ilişkiniz yoktur diyor. O halde Bulgaristan’da bulunan Müslümanlar veya Türkler, Türkiye’ye göç etmemeleri hâlinde onlara bir iyiliğimiz dokunamaz. Biz ancak onarı göçmen olarak kabul etme kolaylığını gösterebiliriz. Ama göç etmeye de izin vermezse, o zaman oraya girer, halkımız alır ve geri çekiliriz. Ama oradaki halkı oradaki yönetime karşı kışkırtamayız.

d)       Bulgarlar soy itibariyle Türktürler. Dilleri değişmiş olabilir. Bu onların Türk olmalarını engellemez. Ayrıca bunlar Ortodokstur, yani bunların dinî merkezleri Türkiye’dir. Dolayısıyla din bakımından Batılılardan çok Türklere yakındırlar. Zaten ülkenin de yarısı Müslümandır veya Türktür. Bu itibarla Bursalı iler Sofyalı arasında fark görmemeliyiz. Sermayenin fitnesine kapılıp birbirimize düşman olmamalıyız. “Zalim düzen” sona ermiştir. “Adil Düzen” gelmemiştir, ama yakında gelecektir. Alpaslan Malazgirt zaferini Bulgar Türklerinin savaşta cephe değiştirmeleri ile kazanmıştır. Yarın eğer Batı silahlanıp neden Adil Düzene geçiyorsun, neden faize ve zinaya karşısın diye bize saldırırsa, yine belki de Bulgarlar yanımızda yer alacaklar ve biz onların sayesinde başarıya ulaşacağız…

Mehmet Uzunoğlu’na; kırk aylık zindan zulmünün bütün günah ve kusurlarına keffaret olduğunu ve bu sayede cennette ulvi makamlar ihraz edeceğini Kur’an’ın verdiği haberlere dayanarak teyiden müjdelerim. Teyiden diyorum, çünkü o zaten bunları biliyor.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3725 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3967 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler