Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 508
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 31.AYETLER
2.05.2009
2474 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 508

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             02 Mayıs 2009                        Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 508. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

EKONOMİDE MÜDAHALE

ERBAKAN VE “ADİL DÜZEN”

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 55. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

100 DAİRELİK KLİMA-SERA

TOPLU KONUT PROJESİ-2

***

Erbakan: 3. Şahlanış başladı

Sömürü sermayesi ne yapıyor?

Ekonomiye müdahale etmeyeceksin!

Beyler, Baş/bakan/lar: Bu ülkeyi batırmayın!

O halde, bu ülke için yapılması gereken nedir?

Reşat Nuri EROL

***

 

RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 15

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا أَفَلَمْ يَيْئَسْ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ(31)

وَ (Va)  “Va”

Va” harfi kaç mânâya gelir? Kelimeyi kelimeye atfeder. O zaman o kelimenin irabı diğer kelimenin irabı olur. Yani cümlede yeni görev yüklenir. Fail ise fail olur. Mef’ul ise mef’ul, sıfat ise sıfat olur. Bazan cümleyi kelimeye atfeder. O zaman o cümlenin mahallen irabı olmuş olur. Kelimeye, cümleye atıf ancak masdar veya sıla cümlesi olursa caizdir. O zaman o cümle kelime durumundadır.

Cümlenin cümleye atfı ise şu sebeplerle olur.

a)      İki cümle arasında birlik yoktur, ama ayrılık da yoktur. Aralarında ilişki varsa, başka mânâ ifade ediliyorsa atfedilir. Ve, Fe, Sümme, Ev değişik özelliklerini gösterirler. Eğer cümleler arasında tam bir uyum varsa atıf harfi kalkar. Birde hiç ilişki yoksa yine kalkar. Bu atıflarda fiil cümlesi fiile, isim cümlesi isme atfolur. Mazi maziye, muzari muzariye atfolur. Soru cümlesi soru cümlesine atfolur. Yani iltifat olmaz. Müfret ceme, cem müfrede atfolabilir. Muhatap gaibe atfolabilir. Müsbet menfiye atfolabilir.

b)     Eğer cümleler isim, fiil, mazi, muzari gibi farklı cümlelerse, o zaman bu cümle daha önceki cümle içinde bir kelimenin hâli olabilir, bu hâl cümlesi olur. Hâl kelime için söylenir. Eğer hal fiil için ise buna hâl değil de zarf denir. “Darabe Zeyden kaimen” dersen, Zeyd’i ayakta iken dövdü olur. Ayakta iken dediğinizde ya döven ya dövülen ayaktadır “Darabe Zeyden şediden” derseniz, burada şedid zarftır. “Darabe Zeyden ve huve yedhaku” denince, cümle hâl olur. “Darabe Zeydu ve elnâsu yenzuru eddarbe” derseniz, burada cümle zarftır.

Zarf cümleler de ya istinafiye olurlar, mukadder bir soruya cevap olurlar. Ya da muterize olurlar. Ek bilgi verirler. Yani muhatabın aklına gelmemiş olsa da ara izaha ihtiyaç hasıl olur. Ya da cümleyi beyaniye olur. Kapalı olan bir hususu açmak için olur. Buradaki cümle bundan önceki cümleye atfedilmiştir.

Olayları hatırlayalım.

Bu sûre başta bunlar kitabın âyetleridir şeklinde başlamıştı. “Rabbinden gelen hak” denmiş ve bu hak olan âyetlerin insanlara ulaşması için gruplamalar meydana getirmiştir.

Allah’la sözleşme yapan âlimler. Onları maddeten destekleyen mü’minler. Onların kurduğu ortaklıklara, derneklere, partilere katılanlar. Bunları anlatmış, sonunda “hüsne’d-dâr” ve “ukbe’d-dâr” ile bağlamış bulunmaktadır. Muarızlar âyet inzâl olunmasını istemişledir. Onlara yukarıda cevap vermişler. Onlara, Allah dilediğini idlâl eder, dilediğini kendisine döneni hidayete götürür demiştir.

İşte orada eksik kalan bir konu var.

Neden böyle yapıyor? Neden herkese aynı muamele yapılmıyor?

Bunu açıklamaktadır.

Şart cümlesiyle başlayarak bu cümlenin atıf veya hâl cümleleri olmadığı, istinaf cümlesi olduğunu ifade etmiş oluyor.

لَوْ  (LaV)  “Eğer”

Arapçada mazi ile muzari, geçmiş ile geleceği anlatmadan çok, istimrarı veya ispatı anlatmak için getirilir. Mazide olay bir defa olur. Etkisi devam eder veya etmez ama oluş bir defadır. Muzaride ise sebep sonuç ilişkisi süreklidir.

“Çeşmeyi açtı” derseniz, bir defa açarsınız, ondan sonra su varsa hep akıyor demektir. “Suyu akıttı” derseniz, şimdi akmıyor demek olur. “Çeşmeyi açtı ve su akıyor” derseniz, su şimdi de akıyor anlamını taşır. Yahut “su akıverdi” deriz.

Şart sigası iki tanedir. Biri mazi için kullanılır. Geçmişte böyle olsaydı denir. Yani olmayan bir şey olsaydı şeklinde kullanılır. Ama çeşme açılmış idiyse su akıyor da diyebiliriz.

Bazen olmuş mu olmamış mı, bilinmez. O zaman da “LeV” kullanılabilir. “İN” ise gelecek sigası için kullanılır. Mazi veya muzari istimrar olup olmamasına göre mazi veya muzari olur. Şart cümlelerinde mazi veya muzari olması siga ile değil de ayrı harfler kullanılarak yapılır.

Burada Kur’an’la dağlar seyretmiyor. Ama diyelim ki öyle bir Kur’an indirseydik ki onunla dağlar yürüseydi. Okuduğunuzda hemen hasta iyi olsaydı. Allah böyle bir anahtarı elbette bize verebilirdi. Ama böyle olmadı. Öyle olsaydı Kur’an’ı ele geçiren kendisi tanrı gibi hareket edecekti. Büyücüler gibi olacaktı, nebiler veya âlimler.

Yukarıda Kur’an’dan bahsetti.

Burada Kur’an’dan bahsetti.

Kitap daha çok mânâyı içerir. Kur’an ise sözleri içerir.

Kur’an’ın sözlerinde iksir olsaydı deniyor. İnsanlar büyü sözleri beklerler. Okuyarak hastayı iyileştirenler işte bunlardır. Muska yazanlar bunlardır. Oysa, ne okumak, ne de yazmak hiçbir güce sahip değildir.

Şimdi bu cümle “Ve yekulu ellezîne keferu”daki cümleye atfedilmiş olabilir. O zaman bu söz kâfirlerin sözü olabilir. Biz böyle Kur’an istiyoruz demiş olabilir. Yahut bu söz Allah’ın sözü olabilir. Kur’an onların sözlerini naklederken de beliğ Arapça ile nakleder. Onların bozuk cümleleri olarak Kur’an’da yer vermez.

أَنَّ (EnNa)  “Gerçekten”

EnNe” harfi tahkik olduğu gibi aynı zamanda masdar harfi gibidir. İsim cümlesini kelime yapmış olur. İsim cümlesini şart cümlesi yapar. “Lev katele” olur. “Lev Ahmedu” olmaz. “Lev Enne Ahmede” olur.

قُرْآنًا (QuREAvNan)  “Bir Kur’an”

Kur’an burada nekre gelmiştir. Kur’an sıfatı müşebbehedir. Okunan şey mânâsınadır. Okuma mânâsına da gelebilir. Masdardır. Türkçede yemek gibidir. Hem yemek fiilini ifade eder, hem de yenen şeyi ifade eder. Dillerde böyle kelimeler çoktur. Masdar olarak aldığımızda öyle bir okunuşla okunmalıdır ki onunla dağlar yürümelidir.

Genel olarak burada okuyan da önem kazanır. Sihirbazlar bir şey okurlar, onunla hastayı iyi ederler veya asayı yürütürler. Ama onları siz okusanız bir şey olmaz. Genel olarak halkın size inanması için sihirbazlığa ihtiyaç vardır. Müritler şeyhleri uçururlar. Baştan söyleyenler bunların yalan olduğunu bilirler. Ancak bu söyledikleriyle kendi etrafında insanları toplayabilmektedirler. Dolayısıyla cemaat oluşmaya başladı mı onların başkanları hemen insanüstü bir varlık olur. Eğer bu dinî cemaatse, kerametleri ortaya çıkar. Eğer bu siyasi liderse, anormal üstün güce sahip olur, herkesi alt eder. Eğer bu ekonomik bir patronsa, sonsuz serveti vardır ve yalnız onda vardır.

İşte bütün bunlar şirktir, ilkel inanışlardır.

Hiç kimsenin peygamberlerden üstün bir kerameti yoktur.

Mevlana camiye gitmiş, ayakkabısının birini ayağına giymeyi unutmuş, ertesi gün 40 tek ayakkabı getirmişler. Güya kırk kişi olmuş, kırk camide kılmış.

Hikâyenin elbette tutar tarafı yoktur. Önce o kadar büyük zat ise unutmuş değil de, kerametini göstertmesi için bırakmış diyebilirler.

Bu bir kişinin her yerde bulunma olayıdır, tanrılık iddiasıdır.

Diktatörlerin de hiçbir gücü yoktur, çevresi onu güçlü gösterir. Hiçbir zenginin sonsuz serveti yoktur, her gün iflas tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Şimdi burada Kur’an ile mucize göstermesini istiyor, büyü yapmasını istiyorlar. Allah da diyor ki: Biz böyle bir şey yapsaydık o zaman denge bozulmuş olurdu.

Allah böyle yapmış.

Niye böyle yapmış?

Beynimizdeki varsayımlarla çeliştiği için tenkit edebiliyoruz. Oysa beynimizdeki o varsayımları koyan da Allah’tır. Biz Allah’ın niye bunu böyle yaptığını tartışamayız. O zaman bizim O’ndan daha akıllı olmamız gerekir. Oysa bize aklımızı veren O’dur, O’ndan daha akıllı nasıl olabiliriz? Demek ki en iyisi böyle imiş ki böyle yapmış. Çünkü en iyisinin ne olduğunu söyleyen de O’dur. Yani Allah bize diyor ki: Ben öyle ol dedim ve ona göre en iyisini yaptım. Deve kesmek sevap, insan kesmek büyük günahtır. Niye? Çünkü O böyle demiş de ondan.

Mutezileye göre, Allah dese de demese de iyi vardır, kötü vardır.

Eş’ari der ki, Allah’ın demesine gerek yok, O’nun her yaptığı iyidir.

Matüridi der ki, Allah bazılarına bu iyidir demiştir, bazılarına da bu kötüdür demiştir. İyi dedikleri iyi olmuştur, kötü dedikleri kötü olmuştur. Bize de bir taraftan akıl vermiş, aklınız O’nun niye iyi dediklerini bilebilmektedir, niye kötü dediklerini de bilebilmektedir. Bunları bilecek şekilde var etmiştir. Bir kısmını da gönderdiği kitap ve peygamberler bilebilmektedir.

Demek ki Matüridi mezhebi haklı olarak şunu diyor. Allah yarattıklarının bir kısmına iyi dedi iyi oldu, yarattıklarının bazısına kötü dedi, o da kötü oldu. Bize akıl verdi, neyin iyi veya neyin kötü olduğu kesin olmadan zanni olarak bilinebilmektedir. Peygamberler gelip akla müşavirlik yaptılar, daha çabuk iyi veya kötü olduğunu bilme yollarını öğrettiler. Bunun dışında insana kesin bilgi verilmedi. Çünkü dünya imtihan dünyasıdır. Çocukları imtihan ederken kesin cevapları da verirseniz imtihan olmaz.

سُيِّرَتْ (SuyYiRaT)  “Yürütülseydi.”

“Meşy” ayakları atarak yürümektir, yaya yürümektir. Oysa “Seyr” hareket etmedir, adım atmadan yürümedir. Dolayısıyla araba ile gitmek de seyrdir, meşy/yürüme değildir. Seyahat ise akmak demektir. Suyun toprak üzerindeki akmasına seyr denmez, seyahat denir.

Burada kastedilen dağların seyri, dağların yer değiştirmesidir.

Mesela, Erciyes Dağı Kayseri’nin doğusunda iken batısına geçmiş olması dağların seyridir. Yeryüzünde insanlar imar yapmaktadırlar. Ama dağları yürütme gücüne ulaşmış değiller. Öyle imkanları olsa karaların ve denizlerin yerleri değişebilirdi. İnsanlar en büyük varlık olarak dağları görürler. Yeryüzünde gerçekten de bu böyledir. Asya kıtası bir dağdır. Kur’an’ı okuyacak, bu Kur’an’ı değil başka bir Kur’an’ı okuyacak, onunla dağlar yürüyecektir. Onun için Kur’an nekredir.

الْجِبَالُ  (elCıBaLu)  “Cebeller”

Cebel/Cibal” dağlar demektir. “Ceme/deve” kelimesi ile akrabadır. İnişli çıkışlı yer anlamındadır. “Revasiye” sıra dağlardır. “A’lam” sivri dağlardır. “Cebel” ise hepsinin ismdir.

“Dağ yürüseydi” değil de, “dağlar yürütülseydi” deniyor, yani dağlar yerlerinden yürüseydi denmiş oluyor. Yoksa dağlar sahabın mevri gibi mürür etmektedir. Dünya döndüğü için dağlar seyrediyor. Ayrıca mağma tabakasının üstünde de birlikte yüzmektedirler. Burada dağların yerlerini değiştirmesi anlamındadır.

Allah insanlara böyle bir güç vermemiştir. Üfleyecekler, ondan sonra uçacaklar veya uçuracaklar. Böyle bâtıl inançları vardır. Kur’an’ı da o bâtıl inançları içinde değerlendirmektedirler. Oysa Allah Kur’an’ı insanların dağları yürütmesi için değil, beyinlerindeki bâtıl inançları yürütmeleri için göndermiştir. Yani Kur’an doğaya değil, insanın beynine inzâl olunmuştur. İnsanın beynine etki eder, yoksa dağlara etki etmez. Onlar bunu baştan reddettiler. İnsan ile Allah sözleşme yaptı. Bu Kur’an onlara indirilmiştir.

أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ (EV KutTıGaT BiHi eLEaRWu)

“Yahut yer onunla kat’ edilseydi.”

Yani iki parça olmalıydı.

İnsanlar yeri ve gökleri düşündükçe İlahi bir gücü hatırlarlar. Çevredeki küçük işler onlar için önemli değildir, onları kendileri de yapmaktadırlar.

Dağların yürümesi ve yerin kıtalara ayrılması.

Mesela, biz Türkler Anadolu’muzu dünyadan ayırıp şöyle uzaya gitsek de orada güven içinde yaşasak diye düşünebiliriz. İşte Kuran bize böyle şeyler yaptırabilmelidir diyorlar. İnsanın gücünü yetiremediği dağlar ve yeryüzüdür. Dağlar yürütülseydi, yahut arz parçalansaydı diyorlar. Bu ikisi birbirine yakın şeylerdir. Bunları söylemektedirler. Bununla beraber karalar denizlerle de kıtalara ayrılabilmektedir. Daha küçük mucizenin sonra gelmesi gerekirdi. Hiç olmazsa bunu yapsaydı. Mesela yer yarılsaydı. Kur’an’ın küçük de olsa bir gücü olsaydı demektedirler.

Bir taş düştüğü zaman ses çıkar. Kulak bunu duyar. Ben de hasta iken inlersem bir ses çıkarırım, kulağım bunu da duyar. Ama bir insana ‘yaşın kaç’ diye sorup o “otuz’ dediği zaman, bunu kulağın duymaz, bunu beynin duyar. Sesi kulağın duyar ama mânâsını beynin duyar. Burada insanları en çok istediği ölülerle konuşmadır. İnsan ölülerle konuşamamaktadır. Yani dünyayı görmekte ama geçmiş ve geleceği görmemektedir.

İnsanlar bir sürü keramet benzeri hikayeler uydurmuşlardır. Geçmişte ölen insanların mezarlarına gidip istimdat etmek bu kabil bâtıl inanışlardır. Anıtkabir’i ziyaret edenlerle Eyüp’ü ziyaret edenler arasında fiiliyatta fark yoktur. Anıtkabir’i ziyaret edenler Eyüp’ü ziyaret edenlerden daha akıldışı iş yapmaktadırlar. Eyüp’ü ziyaret edenler; bu Allah’ın kuludur, bana belki aracı olur diye düşünmektedir. Ama Anıtkabir’i ziyaret edenler Allah’a dua etmiyorlar, onun evliya olduğunu söylemiyorlar. O halde bu ziyaretin ne manâsı vardır?

İşte bu sihir anlayışının, dikta anlayışının ifadesidir.

İnsanlar Allah’a tapmasınlar diye zorla mezarlara taptırıyorlar. Bu Mustafa Kemal’e saygı değil, saygısızlıktır, onun rasyonelliğini mezara gömme demektir.

Mezarı ziyaret edeceklerine; “Gençliğe Hitabe”yi okusunlar, “Büyük Nutuk”u okusunlar. Çıkan kanunları tetkik etsinler.

Akevler bu tür bâtıl inançlara şiddetle karşıdır. Onun için kimseye yaranamamaktadır.

Bu söylediklerimiz kesin olacak, insanlar şirkten kurtulacaktır. İnsanlar resimler ve heykeller üzerinde değil, sözler ve yapılanlar üzerinde duracaklardır. İnsanlık ölülere tapmaktan kurtulacaktır.

أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى (EaV KulLiMa BiHIy eL MaVTav)  

 “Yahut onunla ölü konuşturulsaydı.”

İnsanoğlu öyle yaratılmıştır ki, sebepsiz sonuç kabul etmiyor, kendiliğinden bir şey olabileceğine inanmıyor. Bu sebep-sonuç ilişkisi sayesinde biz bir şeyler yapabiliyoruz, bir şeyler bilebiliyoruz. Yani Kâinatı Allah böyle yaratmıştır. Bizim beynimizi de ona göre şartlandırmıştır.

İkinci bir şey daha vardır ki, ölümü yok olmak olarak kabul etmiyor. Herkes ölenlerle irtibat kurmak istemektedir. Rüya ile de olsa onlarla görüşme arzusundadır.

Allah insanın beynini mekanı algılayan olarak yaratmıştır. Bu mekan da değişmektedir. Bu değişmeler kurallı olmaktadır. Sebep-sonuç ilişkisi de buradan doğmaktadır. Ne var ki mekanı zaman içinde görememektedir. Eskisi kaybolup yenisi gelmektedir. Ne geçmişini ne geleceğini şimdi görmemektedir. Adeta  zamana kelepçelenmiş olup zamanın dışına çıkamamaktadır. Ölülerle haberleşme onun en büyük arzusudur. Allah insana bu imkanı vermemiştir. Bunun için ne hikâyeler uydurulmuştur. Bunları uyduranlara öre Hazreti Muhammed miraca gider, orada peygamberlerle sohbet eder. Bunların hiçbirisi Kur’an’da yoktur.

Biz bu gerçekleri söylüyoruz diye klasik mü’minler veya Müslümanlar bize cephe almaktadırlar. Bir şeyi ben veya onlar yanlış bilebiliriz. Birbirimize saldırmamıza gerek yoktur. Siz sizin bildiğiniz gibi olun, biz bizim bildiğimiz gibi olalım. Allah’ın cenneti geniştir, hepimize yer var, oraya siz de biz de çok rahat sığarız. Öylesine geniştir ki, istersek hiç birbirimizle karşılaşmayabiliriz. Çekişmemize gerek yoktur.

Ben bunları söylerken sizi kâfir ilân etmiyorum. Siz mü’minsiniz ve cennete gideceksiniz. Sadece bana göre inandıklarınız yanlıştır. Belki de benimki yanlıştır. Onun için ben size saldırmıyorum. Siz de öyle yapın.

Demek ki dünyada bazı şeyleri değiştirmeye gücümüz yetmez. Mesela, suyu ısıtalım ama kaynamasın. Bu olmaz. Bazı şeyler olabilir ama bizim gücümüz yetmez. O kadar gücümüz olmadığı için yapamayız.

Bunların içinde en önemlisi, Kur’an’la da olsa ölülerle konuşamayız. Çünkü “LeV”den sonra gelmiştir. Konuştum diyenler; onlara öyle geliyor veya yalan söylüyorlar.

بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا  

(BaL LillAHi eLEAMRu CaMIYGan)

“Evet, emr cemian Allah’ındır.”

Emr bütünüyle Allah’ındır. Bu dünya var edilmiştir. Bu dünyanın eğitme özelliği vardır. Yani, insanın âhirette yaşayabilmesi, oraya intibak etmesi için bu dönemleri geçirmelidir. Allah Rabbi’l-âlemindir. Uzayı evrimleştirecek şekilde var etmektedir. Çocukluktan sonra genç olunmaktadır. Ne gerekiyorsa o yapılmaktadır.

Bazı sorular vardır ki onların cevabı yoktur.

Kelamcılar diyorlar ki: Allah’ın her şeye gücü yeter ama bir ikinci tanrıyı var etmeye gücü yetmez. Yani ben yalnız bir tanrı yaratayım da bana arkadaş olsun diyemez.

Bunun gibi öyle soru vardır ki, ona Allah bile cevap vermez. Ne diye Allah vardır? O kendi kendisini var edemediği gibi kendi varlığının hikmetini de bilemez. Başka bir deyişle, böyle bir soru bizim aklımıza geliyor. Böyle bir soru yoktur.

Yani, biz ancak O’nun  varlığını ve yaptıklarını biliriz, yoksa O’nun yaptıklarını bizim mantığımızla izah edemeyiz. Ettiğimiz sadece bizim için doğrudur.

Allah bizi bu dünyaya getirdi. Ne için getirdi? İmtihan etmek için. Ne oluyorsa onun gereği oluyor. Bunu niçin yaptı? Bizi kendi emeğimizle yüceltmek için. Buna ne gerek vardı?  Ben ne dersem, sen o niye diye soracaksın. Sonu gelmez. Nasıl ilimde varsayımlar için ispat istenmezse, sorular silsilesinden bir yerde cevap istenmez.

Yukarıdaki cümle “Ve yekulun”a atıf ise onlar böyle derler. Öyle değil böyledir mânâsı çıkar. Bütün emr Allah’ındır. Eğer cümle işaret cümlesi ise o zaman bu cümle cümle-i mu’terizedir. O zaman bu cümle de Kur’an’ın sıfatıdır. Kur’an nekredir. Sıfat olur.

“LeV”in cevabı “Le” ile gelir. “Fa” ile gelirse cevap mahzuftur demektir. “Keyfe numinu” gelmiş olur. Yani  Kur’an’ın bu gücü olmazsa biz nasıl inanalım?

أَفَلَمْ يَيْئَسْ (Ea Fa LaM YayEaSu)  “Me’yüs olmazlar mıydı?”

Fa” harfi ile atfetmektedir.  Buradaki “LeV” cümlesinin cevabı mahzuftur. Ayrıca, burada mahzuf olan başka bir şey vardır. Onların ‘biz nasıl inanalım’ sualine cevap vardır.

Bu dünya imtihan dünyasıdır. İnsanların kendi iradesi ile cenneti kazanmalarına imkan vermiştir. Biz cenneti alnımızın teri ile kazanmış olacağız. O sebeple ekrem-i mahlukat olacağız. Bu cevaplar burada mahzuftur. “Fa” harfi ile ve soru hâlinde bu açıklama ifade edilmektedir. Hazf olduğunu “Fa” harfinin atfı ile anlarız. “Fa” harf-i tafsiliyedir. Mahzuf olan cümleye atıftır. Birisi size “Ahmet geldi mi” derse, siz de “Hasan da geldi” derseniz, “Ahmet geldi” cümlesini hazfetmiş olursunuz.

Kur’an’da böylece birçok hazf cümleleri vardır. Bunlar bizi düşündürmekte ve gerekli şekilde doldurmamıza imkan vermektedir. Bir kimse gelmiş, ben size Allah’ın şeriat hükümlerini söylüyorum diyor. Ona, ‘Sen kimsin, senin Allah’ın emrini getirdiğini biz nasıl bilelim?’ diyorlar. Biz ona uygun cevabı veriyoruz.

Ye’s” ümit kesme demektir. “Yeise” “yebise” kelimesi ile akraba olarak mânâlandırılabilir. Kurudu demektir. Bir yaranın kuruması yani akıntının kesilip kabuk atması da yebisedir. Yeise, kadının hayızdan kesilmesi anlamına gelir. Bir şeyden ümidi kesmek yeise ile ifade edilir. Doğurmamak, üretmemek demektir. İman edenler o zaman meyus olurlardı. Yani iman edenlerin işi kalmazdı, cihadın manâsı kalmazdı.

Bir futbol sahası düşünün, orada oynama serbesttir. İsteyen istediği takıma katılır. Herkes A takımına katılsa B takımında kimse kalmazsa, A takımı kim ile oynayacaktı? Allah kimine o takıma, kimine bu takıma gitme aklını vermiş de bu dünyanın düzeni kurulmuştur.

Burada bizim aklımızın ermediği bir şey olmaktadır. Allah kimini küfre kimini hidayete götürmekle zulmetmiyor mu? Kur’an, kimse zerre miktarınca haksızlığa uğratılmaz, Allah asla zulmetmez diyor. Peki, nasıl olacak bu? İşte bunun nasıl olacağını isteyen istediği gibi yorumlar, düşünür. Bu arada bazı ana kurallara da uymamız gerekir.

a)      İyilerle kötüleri yaratan, onlara o işi yaptıran Allah’tır. Burada zulmetmez, kimseyi kötülük yapmaya zorlamaz, insanlar kendi istekleri ile kötülük yaparlar.

b)     Herkes iyilik yapmaya zorlansaydı, o zaman da kendi istekleri ile iyi olanlara haksızlık etmiş olurdu. İyi olma isteğini değersiz bırakırdı. O halde kendi istekleri ile iyi olanları da mükafatlandırması gerekir.

c)      Bu iki oluşu dengelemek için insanda cüzi irade var etmesi gerekir. Yani isteyenin iyilik isteyenin kötülük yapabilmesi gerekir. Bunu sağlamak için de Kur’an ile dağların yürümemesi gerekir. Çünkü o takdirde kâfirlerin küfretme iradeleri kalmaz.

d)     Bir taraftan da kâfirler cephesinin olması gerekir. Bu çelişkili iş nasıl yapılmaktadır? Kur’an’da bu şeytan kıssası ile açıklanmıştır.

Allah insan beyninde böylesine insanın çözmediği sorunlar bırakmaktadır. Yani insan aklı her sorunu çözemez, her şeyi bilemez.

Allah’ın bizden istediği nedir?

Tam doğru olanı değil de daha doğru olanı yapmamızdır. Biz amel-i salih yaparız. Allah’ın zulmetmeyeceğine inanırız ama onu nasıl yapacağını da ona bırakırız. Çünkü Allah bize her şeyi öğretmiştir. İmanın temeli budur. Biz bize düşeni yaparız. En iyi zannettiğimizi yaparız. Allah’ın haksızlık yapmayacağına inanırız. Allah’ın bu işi nasıl yapacağı hususunda aklımız ermezse sapıtmayız. Çünkü sapkınlık tarafında bir ilgimiz yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا (elLaÜIyNa EAvMaNUv) 

“İman etmiş olan kimseler.”

“Yey’es”in failidir. İman etmiş olan kimseler meyus olurlardı. Kendi iradeleri ile cennetin üst makamlarını elde etme imkanlarını kaybederlerdi.

Bu dünyayı iyi anlamamız gerekir. Bu dünyaya gelir gideriz. Biz kendimiz âhiretteki azığımızı toparlamak için gelmişiz, âhiretteki yerimizi hazırlamak için gelmişiz. Bunu başarmamız için Allah bize birtakım görevler vermiştir. Şunları şunları yap diyor. Malınla ve canınla kötülükle mücadele et diyor.

İçtihat yap, iyi olarak gördüğünü amel et. O kötü olsa da sen içtihadınla, tarafsız çabanla doğru gördüğün için seni cennete götüreceğim diyor. Yapmazsan cehenneme gidersin diyor. İçtihat yapmazsan, hakkı araştırmazsan veya araştırdığın halde bulduğun hak ile amel etmezsen cehenneme gideceksin diyor. Bu senin için gerekli bir şey. Bu dindir.

Diğer taraftan Allah öyle emirler veriyor ki dünya düzeni oluşuyor, denge kuruluyor. İnsanlık bu sayede yaşıyor ve sosyal yönden evrimleşiyor.

Evrim ne demektir?

Evrim demek, daha fazla insanın yaşayabileceği bir ortamın ortaya çıkması demektir. İnsanlık tarihte evrimler geçirmiştir.

Toplayıcılık, avcılık, çobanlık, tarımcılık, pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi, işçilik ve ortaklık. Her birinde nüfusu birkaç kat olmuştur. Ortaklık dönemine geçtiği zaman nüfusu 10 milyar olacaktır. Ondan önce 5 milyar, ondan önce 2 yarım milyar.

Böyle gerisin geriye giderdiniz.

III. bin yıl uygarlığı ortaklık uygarlığı olacaktır. Bunların hepsi kara uygarlığıdır. Bundan sonra gelecek uygarlık deniz uygarlığı, ondan sonra gelecek uygarlık gezegenler uygarlığı, ondan sonra da uzay uygarlığı olacaktır. Uzaya yayılabilmemiz için ışık hızından fazla yol almamız gerekir. Şimdilik ışık hızının bile çok uzağındayız.

İşte evrim budur.

Bize düşen ortaklık döneminin gereklerini yapmaktır, peygambersiz ilk Kur’an uygarlığını kurmaktır. İnsanlık ışınlamanın üstüne çıktıkları zaman dahi Kur’an onlara yetecektir. Her evrimde Kur’an’ı yeniden yorumlayacaklar ve daha iyi anlayacaklar.  

1950’ler yaklaşırken bütün insanlık artık bir daha şeriat düzeni, İslâm düzeni, hak düzeni, adalet düzeni gelmeyecektir diyordu. Gelecek ile ilgili ümitlerini kesmişlerdi.

İnsanlar gruplara ayrılmıştır.  

a)      Dünyayı dinsizleştirdiğine inanan sömürü sermayesi artık sevinç içinde idi. Sosyalizm dünyayı zorla dinsiz yapmıştı. Kapitalizm de zenginlik içinde yoksullar dinsizleşiyordu. Zenginler çoktan dinsiz olmuştu. Onlara son darbe için birkaç on yıl beklemek yeterli idi.

b)     Bu arada İstiklâl Savaşı’nı kazanan askerler ve aydınlar da şaşkınlık içinde idiler. İnsanlığın dinsileşmeye gittiğini, bunun böyle nasıl gideceğini merak ediyor. Siyasetlerini bekle gör olarak ayarlıyorlardı. Bir taraftan sömürü tekel sermayesinin baskısıyla inkılaplar yapıyor ve halkı dinsizleştiriyor, diğer taraftan ileride din tekrar geri gelirse diye gerekli tedbirleri alıyordu. Yani Türkiye insanlığın alacağı karara göre dindar veya dinsiz olma imkanını elde tutuyordu.

c)      İnanmış insanlar ise ümitlerini kesmiş, kıyameti bekliyorlardı. Bir daha İslâmiyet’in gelmeyeceğinden meyus olmuşlar, kıyameti bekliyorlardı. Güya Hazreti Peygamber demiş ki: 1300’den önce gelmez 1400’ü geçmez, diyorlardı. Bu söz de hadislerin nasıl uydurulduğuna dair açık delildir.

d)     Bu arada ümidini kesmeyenler de vardı. “Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın,/ Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.” diyen büyük şair (Mehmet Akif Ersoy) ümidini kesmemişti. İki zat ise hiç ümidini yitirmedi. Bediüzzaman, Risale-i Nurları ile geleceğe ümitle bakıyordu. 300 yıl diyordu ama daha yakın oldu. İkinci muhterem zat da Süleyman Tunahan idi. İşte bu zat da insanlara Kur’an okutmakla, Arapça öğretmekle meşguldü. Çünkü er geç İslâmiyet’e geri dönülecekti. Köylerde köy hocaları bu inançla kaçak Kur’an Kursları kurdular ve İslâmî ilimleri okutmaya devam ettiler. Onlar şunu düşündüler. Biz bize düşeni yapalım da sonrasını Allah bilir.

İşte 1950’lere böyle geldik.

Biz Akevler Ekolü olarak bu iki cemaatin gidişlerine uyduk, biat ettik.

Demokrat Parti’den ümitlenmek istiyorduk ama olmuyordu. 60 ihtilali bizi uyandırdı. Bizzat yönetime talip olmaya başladık.

Allah’a inananlar iki gruba ayrıldı.

Birileri, artık İslâm düzeni gelmez, yönetim İslâmî olmaz, ilim İslâmî olmaz, ekonomi İslâmî olmaz. Faizsiz sistem kurulamaz. Sadece dine izin versinler yeter. Bu ekolü Demirel temsil ediyordu. Masonlar bunların arkasında idi.

İslâm düzeni ilim, din, ekonomi ve siyaset olarak hepsi birden İslâm olmalıdır diyenler, İzmir Ekolü’nü oluşturdular. Bu hususta çalışan Remzi Güres, Dursun Aksoy, Raif Cilasun, İsmail Tanrıbuyruğu, Ahmet Tahir Satoğlu ve Süleyman Karagülle vardı. İsmail Alkan bu çalışmaları destekliyordu. Ali Rıza Güven, Nuri Sevil, Ahmet Tatari yoluyla Masonlar da kontrolleri altında tutuyordu.

1960’lardan itibaren iki büyük olay oldu. Fethullah Gülen İzmir’e geldi ve Risale-i Nur öğrencilerini bu anlayışa davet etti. Erbakan Akevler’le anlaştı ve “Adil Düzen”i ortaya çıkardı. İşte bugünkü dünya böyle oluştu. Dünya değişti. İnsanlar hâlâ “Adil Düzen”e inanmıyor ama “Adil Düzen”in zaferini de kimse inkar edemiyor. AK Parti yöneticileri ümitsizlik içinde Demirel-Özal çizgisine kaydılar. Ama 26 Mart seçimlerinde halk gerekli ihtarı yaptı. Bu arada Obama da geldi, o da uyandırdı. Erbakan yeniden devreye girdi.

أَنْ   (EaN)  “Ey”

Buradaki “EN” tefsiriyedir. Ey mânâsındadır.

Yani mü’minler meyus olmazlar mı dedi.

Kur’an böyle herkese son derece açık delil olmak üzere gelseydi, onunla dağlar yürütülseydi, yer parçalansaydı yahut ölü konuşturulsaydı; onlar yine inanmayacak, onların mü’min olacaklarından ümitlerini keserek davetten ümitlerini keseceklerdir. Allah dileseydi bütün insanlara hidayet ederdi. Dilememiş ki hidayete ermemişler. O halde bizim onları uyarmaya ve boş yere vakit kaybetmeye ne gerek var diye düşünürlerdi. Yani Allah’ın kime hidayet ettiğini, kimi dalâlette bıraktığını biz Adil Düzen Çalışanlarına bildirmemiştir. Bizi daima ümitli bırakmıştır. Tebliğimizi yaparsak onlar imana gelir diye düşünür ve öyle sanırız. Onun için Kur’an’ı öyle çok açık delil yapmamıştır.

Kur’an’ın başka bir özelliği de burada bildirilmiştir. Kur’an âyettir. Mucizedir. Ama herkese değil, sadece muttakiye âyettir. Kâfirlerin ise küfür ve nifaklarını artırmaktadır.

Öyle ifadeler vardır ki, onu inkâr etmek isteyenlere de deliller ortaya koyar. Bazı yazılış hataları, bazı cümle hataları ilk bakışta Arapçanın bilinmemesinden doğar.

Bir örnek verelim.

“İnNe”den sonra “müminine ve nasara ve sabiine” denmesi gerekirken “sabiune” denmektedir. Böylece gramer hatası yapmıştır. Oysa başka yerde “sabiine” denmiştir. Yani gramer hatasını yapmamıştır. Oysa Kur’an burada bize bir şey öğretmektedir. Bir kelimenin mahalline de atfedilebilir. Mü’minler aslında mübtedadır, merfudur. “İnNe”den dolayı mensubdur. Her ikisi de nahiv bakımından caizdir demektir. Meani bakımından değişik mânâları vardır. Kur’an’ın bu özelliği muhkem müteşabih tasnifini belirtmektedir.

لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ (Lav YaŞAyEu elLAHu)  

“Allah’ın meşieti olsaydı.”

Bizim görevimiz karşı tarafın kabul edip etmemesine bakmaksızın tebliğdir. Kur’an tüm insanlara mânâsı ile ulaştırılmalıdır. Yeryüzünde konuşulan bin çift dil vardır.

Çift diyorum. Diller çifttir. Örnek olarak Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesini tek dil olarak da alabilirsiniz, ayrı dil olarak da alabilirsiniz. Kazakça ile Kırgızca hakkında da böyle söyleyebilirsiniz. Amerikan İngilizcesi ile İngiltere İngilizcesi hem tek dildir hem iki dildir.

Hâsılı, dillerin sayısı bin ile iki bin arasındadır.

Bizim onar hanelik/dairelik bin tane veya iki bin tane kat yapmamız gerekir. Her katta bir dil konuşulur. O dillerin konuşulduğu ülkelerden insanlar getiririz. Hem o dil ile Arapça öğretilir, hem de Kur’an ilimleri o ilkel dillere de aktarılır. Kur’an’ı herkes halk diliyle öğrenmiş olur. Bu bizim görevimizdir. Ama bununla bütün insanların hidayete geleceği anlamı çıkmaz. Allah ne zaman meşiet ederse o takdirde imkan sözkonusudur.

Türkiye’de Millî Görüşçülerin ve Nur şakirtlerinin yaptıkları en büyük hata buradadır. Bunlar nasılsa imana gelmezler. Bizim onlara tebliğ etmemiz gerekmez. Biz kendimiz yetişelim. Ondan sonra onlar ya iman ederler, ya da biz onları o hallerine bırakırız. Oysa tebliğ yapmamız gerekir. Allah’ın meşietinin ne olacağı, Allah’ın bilmesi bile bizim idrakimizin dışındadır. Burada “şâe” deseydi, Allah ezelde meşiet etmiş ve onu da bilmiş olurdu. Ama muzari sigasını kullanmıştır. Allah meşiet ederse denmiştir. Yani meşieti ezeli değildir. Sonradan meşiet etmektedir. Bu da O’nun daha evvel ne meşiet ettiğini bilmemesi demektir. Yoksa meşieti olmazdı.

Burada Allah’a bilmezlik gibi bir şey isnad edilmektedir. Bundan Allah’ın münezzeh olduğu da açıktır. Biz zaman içinde düşünüyoruz. Dolayısıyla çelişki ortaya çıkıyor.

İki aykırı doğru düşünün, bunlar uzayda kesişmezler. Ama eğer bunların bir düzlemde gölgeleri düşerse bunlar kesişirler. İki ayrı nokta aynı yerde duruyormuş gibi gelir. Oysa bir yerde iki ayrı nokta olmaz.

İşte Allah’ın meşieti ile ilmi uzayda aykırı iki doğrudur, kesişmezler. Ama zaman içindeki gölgeleri kesişirler. Biz Allah’ın ilmi ile iradesini bizim zaman çizgisi içinde düşündüğümüzden çelişki meydana gelmektedir.

لَهَدَى (La HaDav)  “Elbette hidayet eder.”

Hidayet etmenin iki manâsı vardır. Biri göstermek, biri de götürmek. Allah Kur’an’ı bütün insanlara göstermek için gönderdi. Henüz bizi bütün insanlara ulaştırmış değildir. Öyle bir zaman gelecektir ki her doğan çocuk Kur’an ile karşılaşacaktır. Onun mealini kendi dilinde duyacak ve anlayacaktır. Ayrıca onlara hidayet edecektir. Yani doğru yola götürecektir. Bizim görevimiz tebliğ, yani ulaştırma olacaktır.

Bizim bir “Kur’an Vakfı” kurup böyle cemaatçe çalışıp ulaştırmayı teklif ettiğim arkadaşlar; benim/bizim böyle vakfım/vakfımız vardır, herkes ayrı çalışsın demişlerdir.

Mü’minler meyus olmasın, ümitsiz hâle düşüp tebliğden vazgeçmesin diye biz Kur’an’ın icazını kapalı yaptık demektedir, Kur’an.

النَّاسَ جَمِيعًا (elNAvSa CaMIGan)  “Bütün nâsa birlikte.”

El-Nâs”daki harf-i tarif istiğrak içindir. Çünkü “cemian” kelimesi cinse gelmez.

Allah insanların hepsine hidayeti eşit şekilde ulaştırmamıştır. Benim babam hoca olmasaydı, bana özel olarak Kur’an’ı öğretmeseydi, ben şimdi bunları size yazamazdım. Bir de Kur’an’ın adını duymamış milyarlarca insan vardır. Herkese eşit şekilde ulaştırmış değildir. Ulaşanlar da eşit şekilde benimsemezler. Dolayısıyla gösterme bakımından da götürme bakımından da insanları eşit şanslara sahip kılmamıştır.

Buradan şu anlam çıkmaz. Allah kimilerine iltimas etmiş, öbürlerine haksızlık etmiştir. Belki Kur’an’a göre amel edip yüksek derecelere çıkma bakımından insanları bu dünyada da eşit kılmamıştır. Kimini Musa, kimini Firavun yapmış, kimini ümmi bırakmış, kimini âlim yapmıştır. Ancak âhirette uzun yıllar vardır. İsteyenler çalışıp orada eksiklerini telafi ederler. Allah bu dünyada insanlara eşit imkanlar vermemiştir. Ne var ki mü’minlere görev vermiş, tebliğ görevi vermiştir. Kur’an’ı bütün insanlara ulaştıracaklardır.

İktidar olmadan önce ne kadar çok görevleriniz olduğunu görüyorsunuz.

Biz geçmiş ömrümüzde bu aklı ve imkanı baştan bulamadık. Siz ise bu fırsatı kaçırmayın. Bizim gibi seksen yaşınıza geldiğiniz zaman, ‘ne kadar az yol aldık’ diye geçmişinize haset duymayın. Kur’an ne diyorsa yapmaya vakit kaybetmeden devam ediniz.

Yukarıda açıkladığımız mânâ ile şimdi verdiğimiz mânâ farklıdır. Allah orda öyle mânâ verdirdi, burada böyle mânâ verdirdi. Çünkü Kur’an sadece ekrandır. Perdeye nasıl her zaman farklı görüntüler çıkarsa, Kur’an’ı yorumladığınız zaman farklı mânâlar anlarsınız. Bunlar çatışmalı da olabilir. Bu sebeple siz Kur’an’la devamlı hemhal olacakısınız. O zaman ne görüntü varsa ekranda ona göre amel edeceksiniz.

وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا

(Va Lav YaZAvLu elLAÜIyNA KaFaRUv)  

“Ve küfretmiş olan kimseler zeval etmezler.”

Küfredenler, bir âyet indirilmeliydi diyorlar. Sonra Kur’an onlara cevaben, dağların yürütüldüğü Kur’an indirilseydi iman edenler meyus olurdu. Kâfirler de yine küfürlerine devam ederlerdi denmektedir. Mü’minler tebliğden vazgeçerlerdi. Onlar bütün bunlara rağmen yine de mü’min olmazlardı. Tebliğe devam edilmesi gerekir.

a)      Tebliğe devam edildiğinde kâfirlerin küfür ve inatları daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü bir delil ne kadar güçlü olursa olsun etkisi azdır. Sonra o unutulur gider. Devamlı olarak tebliğe devam edilirse onlar da düşünmeye başlayabilir. Gerçekleri görürler ama yine iman etmezler, küfürleri bütünüyle ortaya çıkar.

b)      Biz tebliğe devam ettikçe, biz onların küfürlerine karşı delil üretirken kendimize daha çok delil bulmuş oluruz. Kendimizin kalbi daha çok tatmin olur. Şeytan bize yaklaşamaz. Onların inatları bizim imanımızı artırır.

c)      Bu arada biz onlara cevaplar verirken, tebliğ ederken, bizim tarafa geçmiş, müslüman olmuş ama daha kalblerine iman yerleşmemiş olan kimselerin kalblerine imanlarının yerleşmesini sağlar. Yani bizimle olmakla beraber, henüz “Adil Düzen”i öğrenmemiş kimseler bu sayede “Adil Düzen”i duymuş olurlar.

d)     Topluluk içinde ne kâfir ne de mü’min olanlar vardır. Onlar tarafsız olarak bizim maçımızı seyrediyorlar. Onlara böylece tebliğimizi ulaştırmış olmaktayız. Hâsılı tebliğ devam etmezse, o zaman din/düzen ölü din/düzen hâline gelir. İnsanlar bu sadece babalarının dinidir/düzenidir diye tapmaya başlarlar. İslâmiyet’in her gün canlı olması için muhalifinin olması ve tebliğin devam etmesi gerekir.

Yoksa kâfirler iman edecekleri için değil.

Bununla beraber Allah’ın kim için hidayet, kim için dalâlet takdir ettiğini de bize bildirmemiş olduğu için biz onlara inandıracağız diye tebliğimize devam edeceğiz.

تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ

(TuÖIyBuHuM BiMAv ÖaNaGUv QARıGaTun)  

“Sun’ ettiklerinden dolayı onlara karıa isabet edecektir.”

İsabet etmek” demek, atılan okun hedefine ulaşması demektir. Hata ise atılan okun hedefinden sapması demektir. “Sun’ edilme” de bir şeyi imal etmek, yapmak demektir.

Fiil hasılası olsun olmasın bir iş yapılmalıdır. Amel ise birlikte bir iş yapma, bir şeyi üretme demektir. Sun’ ise ürünü meydana getirmektir.

Küfretmiş olanlar küfürlerinde rahat durmazlar. Mü’minleri izaç edecek senaryo ve uygulamalar yaparlar. Bu yaptıklarından dolayı onlara karıa isabet eder deniyor.

Karı’” kelimesi üzerinde durmamız gerekir. İki şey oluyor. Yaptıklarından dolayı hemen karıa isabet eder yahut karıa dârlarından kariben hulul eder. Allah’ın vadi gelesiye kadar karıa kapalı kalır. İsabet etmiş görünmez.

Bu iki durumu açıklığa kavuşturursak.

İsabet etmek” birden çarpmaktır. Yani başkalarına zarar vermek üzere hareket ederler ama ters teper, kuyuya kendileri düşerler.

Batılılar CHP’yi iktidardan indirip DP’yi getirdiler. CHP’yi de ayakta tuttular ki DP’ye her dediklerini yaptırsınlar. DP’ye kredi verdiler. Türkiye’yi borçlandırdılar. Kendilerine ileride kullanmak üzere altyapı yapmasını istediler. Yolları yaptıracaklar, sonra da borcunu ödeyemedin diye ülkeyi işgal edeceklerdir.

DP ülkeyi kalkındırmaya ve sanayileştirmeye başladı.

1954 yılına gelindiğinde krediyi kestiler. DP, CHP’nin biriktirdiği altınları sattı ve sanayileşmeye devam etti. 1957’lere gelindiğinde o da bitti. DP’nin Maliye Bakanı Hasan Polatkan dünyada ilk defa karşılıksız para bastı. Bu sayede kalkınma devam etti.

Batı bunu durdurmak için askerleri kışkırttı ve 1960 ihtilalini yaptırdı.

Sonra ne oldu?

İktidara gelen askerler kendilerini destekleyen 5000 subayı ve 50 generali emekli ettiler. İşte bu isyan etmiş askerlere isabet eden karıadır.

Benzer şekilde İkinci Cihan Savaşı’nın sonunda Rum ve Ermeniler saldırıya geçip Türkleri soykırımına uğratmak istediler. İhanetleri ters tepti, kendileri soykırıma uğradılar. İşte bu da karıanın isabetidir, onların bu topraklar üzerindeki köklerinin kurumasıdır.

أَوْ تَحُلُّ (EaV TaXulLu)  “Yahut hulul eder.”

İsabet etme karşısında “hulul”u koymaktadır. İsabette çarptığı yeri parçalar, birden sona erdirir. Oysa hululda ulaşılan yerde asla bir tahribat meydana getirmez. İçeriye girer, karışır. Zamanla bünyeyi bozar. Günü gelince o bünye helak olur.

Osmanlıların Batılılaşması böyledir. Yavaş yavaş hulul etmiş, sonunda imparatorluk yıkılmıştır. Parçalama veya karışma ve yapısını bozma.

قَرِيبًا  (QaRIyBan)  “Yakın olarak.”

Yani düşman görünerek gelmez, dost olarak gelir, iyi şeymiş gibi gelir. Acı vermez, tat verir. Sonra felakete, sıkıntıya sebep olur.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı inkılaplar isabet şeklinde olmuştur. Demokrat Parti’nin yaptığı şeyler ise hulul şeklinde olmuştur. Türkiye’yi borçlandırmak, Türk silah sanayiini çökertmek, anlaşmalarla İslâm ülkelerine karşı cephe almak. CHP de İslâm âleminden uzaklaşmıştı ama Batılılarla bir olup Müslümanlara saldırıya geçmemiştir. Oysa Demokrat Parti bir taraftan camileri yaparken, ezanı Türkçe okuturken, öbür taraftan Arap ülkelerine, İslâm ülkelerine karşı cephe alıyordu. Düşmanlık yapıyordu.

Sosyal olaylar doğal olaylar gibi ikili şekilde cereyan edecektir. Ya çarpıp birden yenisi gelecek, hiç olmazsa eskisi gidecektir, yahut toplulukta yavaş yavaş soykırım oluşacaktır.

مِنْ دَارِهِمْ  (MiM DAvRiHiM)  “Darlarının yakınında.”

“Kariben”in sıfatıdır. Ya uzaktan gelen bomba çarpar ve parçalar, ya da yurtlarının yakınlarından hulul edilir, sızar. Yakından vurma mümkün olmaz. Hulul deriden, çevreden olur. Sınırlardan olur. Eğer buradaki zamir düşmanlarına ait olacaksa, o zaman düşmanlar memleketlerinden hulul eder demektir.

Hulul çok önemli bir olaydır.

İlkahta da hulul vardır.

Bu iki ayrı uygarlığın sentezi ile elde edilir.

İki uygarlık eşitlik içinde bir araya gelirler, uzlaşarak yeni uygarlık doğar.

Buna ilkah diyoruz.

Belirli hamlelerin sentezi ile meydana gelir. Batı uygarlığı ile İslâm uygarlığını bilimin rehberliği altında sentezleyip yeni uygarlık oluşturmak. Bu ne kadar iyi bir şey ise, başka uygarlıklardan sızmalarla bünyeyi bozmak da o kadar kötüdür. Çünkü o zaman DNA uyuşmazlığı olur, kan uyuşmazlığı olur ve zamanı gelince yine karıa meydan gelir. Erkek ile dişinin birleşmesi yeni canlılık meydana getirir. Uygun olmayan sistem ölüme götürür.

Osmanlı İmparatorluğu Batı’nın hululuna uğramış ve uygarlığı sentez edememiştir. Bugünkü Cumhuriyet devleti veya AKP de dahil olmak üzere hükümetler için de durum aynıdır.

“Adil Düzen” ise uygarlıkları karıştırmamaktadır, ilkah etmektedir. Eski uygarlığı yenileştirmeye çalışmamaktadır. Yeni uygarlık oluşturmaktadır.

Yeni uygarlığın nasıl oluşacağı yukarıda anlatılmıştır.

Bu safhalar ilmî çalışma, örnek uygulama, halkı ortaklığa katma safhalarıdır. Buna karşı çıkanların uğrayacakları şey ikidir. Ya hulul ile silinip gidecekler, yahut içten bozulup çökeceklerdir. Bugünkü dünyanın ve Türkiye’nin sıkıntısı budur.

“Adil Düzen” gelince, bunlar traşlanıp gideceklerdir.

28 Şubat’tan sonra Türkiye büyük ıstıraplara uğramış, hulul olmuştur. Bugünkü Ergenekon da isabettir. Her iki halde de sonunda “Adil Düzen”e karşı gelenler silinip gideceklerdir.

Karıa, saç dökülmesi demektir, çıplaklaşma demektir. Her şeyin ortaya çıkması veya o pisliklerin atılması demektir. Bu iki şekilde olurmuş; ya birden, yahut hulul ile.

حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ

(XatTAy YaETiYa VaGDaHUv elLAvHu)

“Hattâ Allah’ın vadi gelinceye kadar hulul devam eder.”

Topluluk gaflet eder. Yakınlık içinde zehirlenmeye devam eder. Günü gelince de karıa vuku bulur. Bu vaad nedir? Bu elbette Allah’ın Adil Düzen Çalışanlarına vaat ettiği vaattir. Cennat-ı adndır. Birinci vaat gerçekleşmiş, anayasa ekseriyeti ile iktidar olunmuştur. Ne var ki yeteri derecede hazırlıklı olmadığımız için bu kadar olabildik.

إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ(31)

(EinNa elLAHa LA YuPLiFu eLMIyGADa)  

“Allah miadından hulfetmez.”

Kur’an bize nurunu tamamlayacaktır diye vaat etmiştir. Bundan hulf etmeyecektir.

Erbakan’ın çok açık şekilde anlattığı şeye kulak verin.

Tarihte iki uygarlık gelip geçmiş.

Peygamberlerin Hakkı üstün tutan uygarlıkları…

Filozofların kuvveti üstün tutan uygarlıkları...

Kur’an vadediyor, Hakkı üstün tutan uygarlık galip gelecektir.

Biz 1980’lerde bu ayırımı yaptık.

Aradan otuz seneye yakın bir zaman geçti, ne oldu?

1)     Sovyetler yıkıldı, tarih oldu. Komünizm veya sosyalizm kuvvetleri işe yaramadı.

2)     ABD’de Obama iktidar oldu. Tekel sermayenin gücü işe yaramadı.

3)     Ülkemizde renksizler saklanıp ortadan kayboldular.

4)     Millî Görüş kaçkınları anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular.

Şimdi kim çıkıp diyebilir ki, Allah’ın dediği değil onların dedikleri oldu.

Hiç tereddüt etmeden diyorum ki, elbette “Adil Düzen” iktidar olacaktır.

a)      Siyasette, yerinden yönetimli çoklu sistem gelecektir.

b)     Ekonomide, faizsiz halk ekonomisi doğacak, herkesin aşı ve işi olacaktır.

c)      Dinde, insanların bâtıl da olsa serbestçe ibadet ettiği ve devlet içinde görevleri ve hakları olan laik bir sistem, barış sistemi, İslâm sistemi gelecektir.

d)     İlimde, tedrisatın serbest olduğu, isteyenin istediği şeyleri öğrenebildiği ve öğretebildiği ama diplomanın ortak imtihanlarla verildiği bir düzen gelecektir.

İşte Kur’an’ın vaat ettiği “Adil Düzen” budur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-508/ADİL DÜZEN DERSLERİ-338İst., 02 Mayıs 2008

 

EKONOMİDE MÜDAHALE

Bir malın çok üreticileri varsa, çok tüketicileri varsa ve piyasa şeffafsa, yani üreticiler tüketicilere ulaşıyorlarsa, ona “serbest piyasa” denmektedir. Böyle bir piyasada üreticiler mallarını en pahalı satmak isterler, alıcılar da en ucuz almak isterler. Pazarda sonunda uygun fiyat oluşur ve böylece ekonomik denge kurulur.

Kur’an bütün sistemi serbest piyasa üzerine kurmuş, fiyatlara müdahaleyi kesin olarak yasaklamış, ayrıca müdahale edeceklere karşı tedbirler almıştır.

İlkel ekonomilerde fıkıhta yer alan hükümler son derece etkin olmuş ve bin seneden fazla insanlığı serbest piyasa ekonomisinde başarıya ulaştırmıştır.

Bugün ise müdahale çeşitli şekillerde yapılmaktadır. Devlet müdahale etmektedir. Üreticiler organize olup müdahale etmektedirler. Tüketiciler organize olup müdahale etmektedirler. Ama en etkin müdahale tüccar müdahalesi, aracı müdahalesidir. Bugün artık üretici tüketiciye aracısız ulaşamamaktadır. Tüccar tekeli doğarsa artık serbest piyasa kalmaz.

Bugün tekeli bankalar kurmaktadır. Bankalar istediklerine kredi vermekte ve onlara gerekli şartları koyarak tüm ekonomi banka tekelinde bulunmaktadır. Mesela petrolü düşünün. Üreticiler büyük şirketlere satmak zorundadır. Yoksa üretimlerini piyasaya çıkaramazlar. Büyük firmaların da petrol alacak paraları yoktur. Dolayısıyla bankalardan kredi almaktadır. Bu kredileri ülkelerin merkez bankaları sağlamaktadır. Bu bankalar ABD’deki İsrail bankalarının denetimindedir. ABD Merkez Bankası’nın izin vermediği bir damla benzini satamazsınız, alamazsınız.

 

Banka tekelinin müdahalesi dışında ülke ekonomilerini batırmanın, küçük ve orta müteşebbisleri ortadan kaldırmanın başka yolları da vardır. Eğer devlet bir sektörü sübvanse ederse o sektörü batırmış olur. Örnek olarak devlet arıcılığı destekliyor. İstediğinin balını sübvanse ediyor. 20 liralık balı bazı kimselerden 25 liraya alıyor ve 20 liraya satıyor. Böylece devlet bütçesine yük oluşturuyor. İlk bakışta arıcılığı desteklenmek için ulus bu külfete katlanmaktadır, ancak tam tersine arıcılık batırılmaktadır. Yani bir taraftan bizden zorla alınan vergilerle birileri besleniyor. Bizi zorla haraca bağlıyor. Diğer taraftan bizim arıcılığı da ateşe veriyor.

Nasıl mı?

Şimdi 20 liraya mal edilen bal 15 liraya mâl edilmektedir. Çünkü 5 lirası belli kimselere kredi verilmiştir. Böylece piyasada maliyet düşeceği için ucuz satılmaya başlanacaktır. Bunun sonucunda 20 liraya mâl eden arıcılar iflas edecek ve devreden çekileceklerdir. Diğer taraftan 20 lira üzerinde dengesini kurmuşken tüketiciler daha çok bal tüketeceklerdir. İşte bu operasyonun sonucunda güya arıcılığı teşvik etmek için yapılan destek arıcılığı iflas ettirecektir. Bu iflaslar sebebiyle bal azalacağı için ayakta kalan üreticiler balı 25 liraya satmaya başlayacaklardır.

Bunun anlamı ve ekonomik sonucu şudur.

Bal üretimi devlet tarafından azaltılmıştır.

Vatandaş daha az bal yemektedir.

Yani vatandaş günde yüz gram bal alıp yerken, şimdi seksen gram yemektedir. Yirmi gramlık üretim imkanı vatandaştan alınmış, birileri tarafından tesbit ve tercih edilen üreticiye aktarılmış olur. Başka bir ifade ile normal piyasada yüz gram üretip tüketiciye yüz gram verirken, şimdi seksen gram üretip aynı para ile seksen gram satmaktadır.

 

Ekonominin temel kuralı vardır, o da şudur: Müdahale etmeyeceksin!

Bu arada başkalarına da müdahale imkanı sağlamayacaksın.

Şimdi Türkiye’de daha kötü işler olmaktadır. Yakınımızdaki Avrupa Birliği veya uzaktaki IMF borç vermekte, bizi borçlandırmakta, koca Osmanlı İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi gelecekte bu borcumuza istinaden bizi yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yutmak istemektedir. Ayrıca biz o parayı halka kredi veya hibe olarak dağıtmamız şartını koşmakta, böylece Türk ekonomisini yok etmektedir. Mesela son yıllarda tarım ekonomisinde olanları sonuçlarıyla beraber düşünürseniz, Batı kurumlarının bizi nasıl batırmakta olduklarını daha iyi anlarsınız. Onların dayattıkları bu sözde ekonomi program ve politikaları sebebiyle üretim düşmekte, halkımız Avrupa kapılarında ancak işçi olarak sürünmektedir.

Beyler! Sizin Avrupa Birliği dediğiniz şey bundan ibaret bir şey midir?

Şimdi bizimle hiç kimse bir yayın organında bu konuları değerlendirmek üzere tartışmaz, tartışamaz. Herhangi bir televizyonda karşımıza çıkmaz, çıkamaz. Çünkü bunlar o kadar açıktır ki, bir söylense artık Türkiye’yi yerinde tutmak mümkün olmaz sanıyorlar.

Ekonomi bir ilimdir.

Bu ilmi öğrenmezseniz, bindiğiniz dalı kesersiniz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-508/ADİL DÜZEN DERSLERİ-338İst., 02 Mayıs 2008

 

ERBAKAN VE “ADİL DÜZEN”

a ) Cumhuriyet Halk Partisi, devlet yönetiminde Allah’ı ve âhireti inkâr eden bir siyasetin savunucusudur. Ona göre insanlar kendi özel hayatlarında istedikleri dinden olsunlar ve istedikleri ibadeti yapsınlar, ama kamu alanında görünmesinler. Mescit içinde ibadet serbest olmakla beraber, mescidin dışında herhangi dini bir faaliyet göstermezler. Mescit içinde de sadece ibadet yapabilir, herhangi teferruatta bulunmazlar. Bu düşüncelerinde çok ileri gidenler olmuştur. Evde çocuklarının yanında bile namaz kılmazlar, çünkü onlara göre kötü örnek olur, dini baskı yapmış olurlar! Özel odalarında, çocukların görmediği yerde namaz kılmalıdırlar. Onlara göre din 70 yıl sonra tamamen ortadan kalkacaktır. Çünkü çocuklar dini bilgiler almayacak ve din unutulup gidecekti. Marks daha ileri gitmiş, çocukların evlerde değil kreşlerde yetiştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştü. CHP’nin resmi programı bu idi. Ama buna Celal Bayar’dan başkası inanmamıştır. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü bunun doğru olmadığını çok iyi biliyor, ona göre tedbirler alıyordu.

b) Milliyetçi Hareket Partisi, Allah’ı ve âhiret inancını kabul ediyor, böylece Türk halkının Müslümanlık inancında olmasını istiyordu. Ama artık ibadetlere gerek yoktu. Millî ahlâkla ahlâklanmalıyız. Arif Nihat Asya ve Galip Erdem milliyetçi idiler ama içki içmeyi de ilkel düşüncelerden insanları kurtarmak için marifet sayarlardı. Kendileri içki içmez ama masalarda biraları yudumlamayı şeref sayıyorlardı. İbadet edenlere karşı değildiler ama bunları ilkel sayıyorlardı, bu tür geri düşüncelere devlet teslim edilemezdi.

“Ankara Ekolü” budur.

c) Üçüncü grup ise Menderes ve Demirel grubudur. Bunlar İslâmiyet’in ibadet kısmını kabul ediyor, kendileri yapmasalar bile yapanlar mescitte yapıyorlardı. Bunlara göre İslâmiyet yalnız dindir. Sadece bu yönü tamamen serbest olmalıdır. İstedikleri ibadeti yapabilmelidirler. Sarık sarabilmeli, çarşaf giyebilmelidirler. Tekkeler açılmalı, hac serbest olmalıdır. Eğer dindarlar ilme, siyasete ve ekonomiye karışmazlarsa, onlara bütün bu hürriyetler temin edilmelidir. Müslümanlara bu teminat verilmelidir. Bir görüşmemizde Emin Şirin bu şartı bana alenen söyledi. Tarikat Müslümanları buna on defa razı idiler. İlâhiyat Müslümanları da raporlar tanzim ederek Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçiriyorlardı. Belki şaşıracaksınız ama; Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman, Ruşen Gezici, Raşit Küçük, Nazif Gürdoğan, Feyzullah Kıyıklık, Azmi Ateş ve diğerleri (yani tam 14 kişi) de bunların aklında! İslâmiyet sadece dindir; ne şeriatı var, ne ilmi var, ne de iktisadı var! Bunu bu kadar açık söyleyemiyorlar ama Erbakan için bunu çok tehlikeli ve yanlış görüyorlardı.

“İstanbul Ekolü” de budur.

d) Dördüncü görüşe göre ise; İslâmiyet hem dindir, hem ilimdir, hem iktisattır, hem de siyasettir. Ancak Bediüzzaman’a göre önce iman kurtarılacak, sonra diğerlerine el atılacaktır. Süleyman Tunahan’a göre önce ilim ele alınacak, diğerlerine sonra gidilecektir.

İzmir’in bir özelliği vardır. İzmir’de tutucu dindarlar yoktu. Namaz kılanlar çok çok azdı. İzmir Masonları dine diğerleri kadar alerji duymuyorlardı. Modern görüşlere sahip bir dine karşı değildiler. Halk Partili Raif Cilasun modern din anlayışında bir ekol oluşturmak istemiştir. İzmir’deki Aksekili esnafı, Ali Rıza Güven ile onu destekleyen Nuri Sevil ve Ahmet Tatari’nin desteklediği kimseler tarafından Kestane Pazarı Derneği kurulmuştur. Dersiam İsmail Tanrıbuyruğu ile Ali Tosun hocalar ise ders vermeyi devam ettirdiler. Tatari Mason ve Yahudilerle çok yakın ilişkileri olan bir kimse idi.

Diğer taraftan Mustafa Birlik askerlikte okuma yazma öğrenmiş ve Nurcu olmuştu.  İzmir’e gelmiş ve dershane açmıştı. Bediüzzaman’ın görüşlerine sıkı sıkıya bağlı idi. Çok zayıf olmakla beraber çok samimi bir cemaat oluşturmuştu. Sonra Demirelci Yaşar Tunagür ile Fethullah Gülen buraya katıldılar. Millî Görüş’e muhalefet ettiler ama Bediüzzaman’ın müsbet ilme dayalı İslâmiyet anlayışına olan bağlılıklarını asla gevşetmediler.

Başka önemli bir cemaat da Halil Rifat Paşa cemaati idi. Bunlar CHP milletvekillerinden Remzi Güres’in başkanlığında İslâmî ekonomik faaliyetlerini yürütmek için Hasan Basri Çantay’ın Kur’an Tercümesini her gün okuyorlardı.

Süleyman Karagülle böylesine kendine uygun bir yer bulunca, Abdullah Gül’ün dayısı olan Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu ile Akevler Kooperatifi’ni kurdular. Bu ekolün temel anlayışı şudur: Kur’an hem dindir, hem ilimdir, hem iktisattır, hem yönetimdir. İşte bu kooperatifin önerisini kabul eden Erbakan bağımsız adaylıkla siyasete girdi.

Temel anlayışımız şudur: İslâmiyet sadece din değildir; hem din, hem ilim, hem iktisat, hem yönetimdir.

Bu da “İzmir Ekolü”dür, “Akevler Ekolü”dür, “Adil Düzen Ekolü”dür.

İstanbul tarikat ekolü ve İlâhiyat ekolü Erbakan’a tam cephe almadı, ama bütün faaliyeti boyunca Erbakan’ı İzmir Akevler Ekibi’nden uzak tutmakla meşgul oldular. Hâlâ da Erbakan’a İslâmiyet’in din, ilim, iktisat ve ekonomi olduğunu söyletmemek için işbirliği hâlindedirler.

Ama gelişmeler onları değil bizi ve Erbakan’ı haklı çıkarmıştır.

a)      Türk ordusu bu işin “Adil Düzen”siz olamayacağını anladı. Millî Görüş’ün güya gömlek çıkaran ikinci ekibini devreye soktu.

b)     Kilise bu işin “Adil Düzen”siz olamayacağını anladı, resmen Müslümanlarla diyalog kurdular ve şeriatın faizsiz sistemi için kollarını sıvadılar. Avrupa Birliği, Papa’nın fetvasıyla Türkleri Avrupa Birliği’ne almaya başladı.

c)      ABD’de İslâm’a karşı olan ekip seçimleri kaybetti. Müslüman ve zenci çocuğu birini başkan seçti ve bu başkan ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Varsayınız ki, Necmettin Erbakan çıkmasaydı, iktidarda Mesut Yılmaz olsaydı, yahut Deniz Baykal olsaydı, yahut Devlet Bahçeli olsaydı, Türkiye’de Obama’yı görür müydünüz? Obama Türkiye’ye “Adil Düzen” için geldi. Bunu kimse inkâr edebilir mi?

d)     Bundan daha büyük olan olay; İran’ın devlet başkanı statüsü ile Erbakan’ı davet edip karşılaması ve bir hafta boyunca bütün üst düzey yetkililerle görüşmesidir. Ne var Erbakan’da? Nerden geliyor bu güç? “Adil Düzen”den değil mi? İslâm düzeninden değil mi?

Şimdi, bize karşı çıkıp sadece siyasetle ve ekonomi ile meşgul olmamızı tavsiye eden Demirel zihniyetli İstanbul tarikatlarının şeyhleri ve İstanbul İlâhiyat uleması tevbe etmeli, istiğfar etmeli ve Allah yolunda bize katılmalıdırlar. 

Hâlâ kendilerinin İslâmî gazete ve basın-yayın olduğu inancı ile hareket eden basın ve yayın kuruluşları Erbakan’dan bahsetmemeyi marifet biliyorlar!

R. Tayyip Erdoğan seçim döneminde bir kısım basın grubunu boykot etti.

Ben de Erbakan’dan bahsetmeyen bütün basını boykot edin, televizyonları kapatın diyorum ve bunu size tebliğ ediyorum... 

Bazıları istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler