Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 357
BAKARA SÛRESİ 70-73.-AYETLER TEFSİRİ
20.05.2006
2010 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 357

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi         20 Mayıs 2006              Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 357. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE

 

BU HAFTAKİ “ADİL DÜZEN” DERSLERİ

Abdüllatif Şener: Hiç Adil Düzenci olmadım!..

İRAN VE TÜRKİYE’NİN HATALARI

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 19. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ إِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ (70)

 قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُثِيرُ الْأَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ فِيهَا قَالُوا الْآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ (71) وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللَّهُ مُخْرِجٌ مَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ (72) فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِ اللَّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (73)

 

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ (QavLUv uDGUv LaNAv RabBaKa)  “Şöyle kavlettiler: Rabbine dua et.”

Allah onlardan bir bakarı zebh etmelerini emrediyor; herhangi bir bakarı zebh etmelerini emrediyor. Onlar ‘hangisini keselim’ diyorlar, sormadan zebhetmiyorlar. O’nun rahmetinden yararlanmıyorlar. Allah onlara sığırın özelliklerini saymaktadır; yetinmiyorlar. Rengini söylüyor; ama yine yetinmiyorlar, başka bir şey daha soruyorlar. Bu üçüncü sualleridir. Rab da onları adım adım istediğine götürmektedir. Eğer ilk emirde herhangi bir bakarı zebh etseydiler, onlara mühlet verecek, kalplerindeki hastalıkları zamanla tedavi olur beklentisiyle başka bir şeyi emretmeyecekti. Tedavi olmazlarsa daha ağırını emredecekti. Buna tedrici inkılap diyoruz.

İçki yasağı tedricilik ile gelmiştir. Namazın edası da tedricilik ile emredilmiştir.

يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ  (YuBayYiN LaNAv MA HiYa)  “Bize mahiyetini beyan etsin.”

Yukarıda “Mâ Hiye” demişler, özelliklerini sormuşlardır. Burada yeniden özelliklerini sormaktadırlar. Yine söylenenlerle iktifa etmemektedirler.

İnsanlar bir şeyi yapmak istemeyince bilmediklerini bahane ederler. Bunlar da istenenleri yapmaktan belki kurtuluruz ümidi ile sormakta, zaman kazanmakta, Allah da onlara o zamanı vermektedir.

Burada önemli olan husus, toplulukta bir değişiklik yaparken nasıl hareket etmemiz gerektiği hususunun bize öğretilmesidir. Allah’ın sünnetullahıdır. “Adil Düzen” nasıl gelecektir? İnsanlar nasıl direneceklerdir?

Adil Düzenci olmayanların direnmeleri ayrı, “Adil Düzen”i kabul edenlerin direnmeleri ayrıdır.

Siz bir şey söylersiniz, topluluk baştan nazari olarak kabul eder. Çünkü onun başka bir şey olduğunu anlar. Uygulamaya gelince işte o zaman direniş başlar. Nitekim “Adil Düzen”i kabul eden topluluk Millî Görüşü iktidar etmiş, sonra uygulamalarda direnmeye başlamıştır. Bizzat Millî Görüşçüler direnmeye başlamışlardır.

Allah da sabur sıfatı ile bu direnişi tedrici olarak kırmaktadır.

إِنَّ الْبَقَرَ (EınNa eLBaQaRa)  “Bakara”

Buradaki “Bakara” kelimesinde iki değişik manâ vardır.

Biri, “Bakarate” yerine “Bakara” gelmiştir. “Bakarata” bir tek inektir. “Bakara” ise sığır sürüsüdür. “Bakarata” kelimesi yalnız dişi sığır değildir. Buradaki tekillik erkeklik-dişilikten ziyade tekliği ifade etmektedir. “Bakara” da erkek sığır yerine sığır sürüsünü ifade etmektedir.

İkinci değişiklik de, marife olarak gelmiştir. Marife gelmesi sürünün belli olmasındandır. Sürünün içinden inek belli değildir, ama sürü bellidir. Bu sebeple marife gelmiştir. Yani, İsrail oğulları kesecekleri hayvanın hangi sürüden olacağını bilmektedirler, ama içlerinden hangisinin olduğunu bilmemektedirler. Böylece soru sorarken bütününü sormuyorlar, sadece bilmediklerini soruyorlar. Bu bize içtihatta tecezzinin cevazını ifade eder. Madem ki Allah bunların bu suallerini cevaplamaktadır, öyleyse bunların bu yaptıklarını takrir etmektedir, yani meşru görmektedir. İsrail oğullarının bu hareketleri bizim için de örnek olmaktadır.

Topluluğun yeniliğe karşı geçici olarak direnme hakkı vardır. Konunun anlaşılması ve topluluğa ders olması için buna gerek vardır. Bu direnme olmalıdır ki halk konuyu kavrasın ve yeniliği sindirsin.

“Adil Düzen”e karşı olan direnme de bu kabildendir.

a)      “Adil Düzen”e karşı direneceklerdir ki, Adil Düzenciler “Adil Düzen”i iyi anlasınlar, kavrasınlar ve öyle uygulasınlar. Bu direnme “Adil Düzen”in eğitim aracıdır.

b)      “Adil Düzen”e karşı dirensinler ki, “Adil Düzen”i çıkarları için kabul edenler Adil Düzenden ayrılıp uzaklaşsınlar, gerçek Adil Düzenciler orada kalsın ve onlar devam etsin. Refah Partisi’nin başına gelenler bu sebepledir. AK Parti’nin başına gelecek olanlar da aynı nedenle gelecektir.

c)       “Adil Düzen”e karşı direnme olacaktır ki, arada olanlar bu maçı seyretsinler ve ona göre taraftar olsunlar. Taraflar kazanmak için karşılaşma yapmasalar seyirci bulabilirler mi, stadyumlar dolar mı?

d)      Nihayet, “Adil Düzen”e karşı direnme olacaktır ki, karşı cephe çökmeyi istihkak etsin. Onlara tebliğ edilsin ve rüşt ğayden ayrılsın ki mü’minlerin işi bitsin, onların hesapları Allah’a kalsın.

تَشَابَهَ عَلَيْنَا  (TaŞAvBaHa GaLaYNAv)  “Sürü bize teşabüh etti.”

Burada tefaul bâbı getirilmiştir. Teşabüh eden sığır sürüsüdür. Sürünün içinden kesilecek olanını ayırt edememektedirler. “Şebih” benzer demektir, okşar demektir. Misl daha çok benzer. Benzer tarafı galiptir. Şebih ise bir yönüyle benzer demektir. “Teşabüh” ise çoklar arasında ayırt edilmesi mümkün olmayacak bir müşabehettir. Yukarıda sayılan özellikleri taşıyan ve levni safrâ’ olan çok sığır vardır. Ayırt edememektedirler.

Sözleşmeler yapılırken iki yol tutulur:

a)      Kısa ve veciz cümlelerle ifade edilir. Uygulayıcılara yorum imkanı bırakılır. Duruma göre farklı yorumlayarak uygulamak suretiyle daha geniş alanlarda uygulama imkanlarını sağlar. Topluluğa kolaylık ve daha geniş uygulama alanları bulmak için bu metot uygundur. Kur’an bu yolu seçmiştir.

b)      Uzun açıklamalı yol ise her şeyi teferruatı ile ifade eder. Uygulayıcılara kolaylık sağlar. Ne var ki, uygulamada sahayı daraltır ve gerek zaman, gerekse yer bakımından darlık ortaya çıkar. Başka yerlerde ve başka zamanlarda uygulanamaz. Tevrat’ta bu yol seçilmiştir.

İsrail oğulları ve o zaman için çok açık hükümler getirmiştir ama zamanla ve hele değişik ülkelerde uygulanma özelliğini azaltmıştır. İnkılapları yaparken Tevrat usûlünü kabul etmemiz gerekir, ama genel hayat için düzenleme yapıyorsak o zaman da kuralları koyup uygulayıcılara rahatlık sağlanması gerekir.

Tevrat ve Kur’an arasındaki usul farkı bunun için vardır.

Tevrat inkılapçıdır, Kur’an ise kuralcıdır ve inkılapları yapmayı müçtehitlere bırakmıştır.

وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ  (Va EınNAv EiN ŞAEa elLAvHu)  “Ve biz inşaallah.”

İsrail oğulları baştan uzatmak istemişler ama, bu arada onlarda artık kesmek için azim doğmuştur. Bu son soru ile uzatma yerine gerçekten hangisini keseceklerini öğrenmek için sormaktadırlar. Titizliklerinden ve bir hata yapmamak için sormaktadırlar. Bu sebeple artık kendileri de dua etmekte, inşaallah bize bunu seçmek ve doğrusunu yapmak imkanı hâsıl olur demektedirler. Birincisinde savsaklamak için soru sormaktadırlar. İkincisinde öğrenmek için sormaktadırlar. Üçüncüsünde uygulamak için soru sormaktadırlar. Böylece direne direne hak bulunmakta, insanlar kendileri azimle ona sarılmaktadırlar.

Akevler MİLAD Market çalışmalarında biz de bu durumla karşılaşıyoruz.

İtiraz edilmekte, tartışılmakta, direnilmektedir. Ancak bu yolla doğrusu ne ise o ortaya çıkmakta, sonra itiraz edenler daha çok ona sarılabilmektedirler. Bu tartışmaları ve bu direnmeleri son derece normal görmemiz gerekir. Hattâ böyle bir şey yoksa biz doğru yolda değiliz demektir. Asıl mesele bu tartışmalara ve direnmelere katlanıp cemaati terk etmemedir. Bu uygulamalar bizim yetişmemiz ve pişmemiz için gerekli şeylerdir. Ama sonunda Hakkı gördüğümüzde inşaallah doğruyu buluruz deyip onun mücahidi olmak gerekir.

(70)  لَمُهْتَدُونَ (La MuHtaDUIvNa)  “Muhtedilerden oluruz.”

Hidayet” demek, yol bulmak demek, yahut menzile ulaşmak demektir.

Burada dar manâda inşaallah o sığırı buluruz, hata etmeyiz demektir. Artık İsrail oğulları da öğrenmişlerdir ki, Allah şeriatı bildirir, kuralları bildirir; uygulama ise amelî içtihatlarla olacaktır. Allah doğrudan şu sığırı kesin diye ayniyle bildirmez, kurallarla bildirir. Uygulamayı insanların kendilerine bırakır.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm özel sorularda veya davalarda asla özel hükümler vermez, daima kuralları ifade ederdi. Uygulamayı herkes kendi içtihadı ile yapacaktır. Üstler de hep böyle yapmalı, daima kuralları bildirmeli, kararları ise insanların kendilerine bırakmalıdırlar.

Mesela; marketimize konsinye mal bırakan ortakların malları raflarda ayrı yerde olmalıdır. Sadece, ‘temizlik malzemeleri yiyeceklerin yanında olmamalıdır’ gibi kurallar vazedilmelidir. Ama sen şu malı şu rafa koy denmemelidir. Çünkü sorumlu odur, kararları da o verecektir. Kararlara uymayanlar olursa, üstler cezalandıramaz, sorguya bile çekemez; sadece hakemlere gitme yetkileri doğar.

İhtida etmek” demek, içtihat etmek, istişare etmek, ittifak etmek demektir; icma etmek demektir.

Kur’an’da “müçtehit” kelimesi geçmemektedir. Cihat edenlere hidayet edilecektir, onlar da muhtedi olacaklardır. Yani, içtihat yapıp isabet etmiş olacaklardır.

Burada “muhtedilerden oluruz” demek, aynı zamanda ehl-i içtihat ve ehl-i icma oluruz demek olur. Bunun usuldeki fıkhi ıstılahta yeri şudur: Üstler hüküm vermezler, astlara delilleri sunarlar. Delilleri değerlendirip hüküm vermek daima uygulayana aittir. Dünyada ve âhirette o hep kendi içtihadı ile amel edip etmediği ile sual olunacaktır. Adil Düzenciler de öğrenmek için bilenlere soracaklardır. Yani, delilleri ve kuralları öğrenmek için bilenlere soracaklardır ama, uygulamada kararları kendileri vereceklerdir.

***

قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ  (QAvLa EinNaHuv YaQUvLu)  “O şöyle dedi. O şöyle diyor.”

Hazreti Musa aleyhisselâm üç defa muhatap oluyor ve üç defa da “O diyor” diye cevap veriyor.

Buradan şunu öğreniyoruz ki, halk bir şeyi soracaksa doğrudan meclise dilekçe verip sormayacaktır.

Herkes kendi sorununu kendi dayanışma ortaklığı sorumlusuna soracaktır. O da ortağını temsil etmesi görevinden dolayı şûrada meseleyi dillendirecektir. Ama halk yani şûra üyeleri doğrudan şûraya bir soru sormayacaklar, başkanlarına soracaklardır. Başkan istişare ettikten sonra kendisine gelen ilham ile cevap verecektir. Biz “Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nda, bucak başkanının başkanlığını şöyle sıralamış bulunuyoruz. Misal olarak, devlet başkanı nerelerin başkanıdır?

a)      Devlet başkanı devleti yöneten aşiretin, kendi aşiretinin başkanıdır.

b)      Devlet başkanı kendi karyesinin, kendi semtinin emiridir.

c)       Devlet başkanı kendi beldesinin belediye başkanıdır.

d)      Devlet başkanı kendi ilinin başkanıdır.

e)       Devlet başkanı kendi bölgesinin emiridir, ordu komutanıdır.

f)       Devlet başkanı kendi devletinin devlet başkanıdır.

1-       Ayrıca; devlet başkanı millet meclisinin oturum başkanıdır, toplantıları o yönetir.

2-       Devlet başkanı ilmî şûranın başkanıdır. Kamu gelirlerini görüşürler ve hükme bağlarlar. İstişare eder ve istişarî kararlar alırlar.

3-       Devlet başkanı dinî şûranın başkanıdır. Bütçe görüşmelerinde kamu harcamaları bütçesini görüşürler ve karara bağlarlar.

4-       Devlet başkanı meslekî şûranın da başkanıdır. Kredi bütçesini görüşür ve karara bağlarlar.

5-       Devlet başkanı siyasî şûranın başkanıdır. Bölüşüm bütçesini görüşürler ve karara bağlarlar.

Görülüyor ki, merkezde sadece bir başkan vardır. Herkes ancak ona muhatap olmaktadır.

Mustafa Kemal’in vahdet-i kuvva ilkesi budur. Yoksa kuvvetler dengesini o da kabul etmiştir. Bu sebepledir ki kanunları da cumhurbaşkanı yayınlar. Bakanlar kurulu kararlarını da cumhurbaşkanı yayınlar. Yargı kararları için de, üniversite kararları için de bu şart getirilmektedir. Vahdet-i kuvva asıldır.

إِنَّهَا بَقَرَةٌ (EinNaHAv BaQaRaTun)  “O bir bakardır.”

Allah yine kuralla cevap vermektedir. İşte o bildiğiniz bakardır demiyor da; “o herhangi bir bakardır” diyor. Belki o özelliği taşıyan tek bakar vardır, dolayısıyla artık marife olmuştur. Ama benzeri olabilirdi. Hüküm ona da şamil olacağı, onlardan herhangi birinin kesilmesi yeterli olacağı için “bakara”yı harf-i tarifle değil, nekire olarak getirmiştir. Hüküm nekire olarak ifade edilmekle umumiliğe riayet edilmiştir. Şeriat ancak kurallarla oluşur ve her iş yaparken kural içinde yapılmalıdır. İçtihat da budur. Kurallar topluluğu oluşturur.

لَا ذَلُولٌ  (Lav ÜaLUvLun)  “O zelul değildir.”

Zeyl” etek demektir. “Zelul” uysal demektir. Kendisinden isteneni yapar demektir.

Koşum veya binek hayvanları eğitilir, ondan sonra binilir veya koşulur. Mesela, bunun için ata ‘yorga at’ denir, yani yorulmuş demektir. Öküz için ‘yeke öküz’ derler, yani yüklenebilir, yüke gelen demektir.

İşte bu hayvan böyle bir hayvan değildir. Bâtıl inançlar içinde bazı özellikleri taşıyan hayvanlar uğursuz sayılır, bazı özellikleri taşıyan hayvanlar da uğurlu sayılır. Uğurlu sayılanlar işe çekilmezler, sürünün içinde öylece bırakılırlar, onlara kutsiyet verirler. Allah bu bâtıl inançlarını kaldırmak için ‘onu kesin’ demektedir.

Nitekim Türkiye’de de bir zamanlar fes ve sarık mukaddes sayılmıştır.

Oysa ne fes ne de sarık İslâmî özellikleri olan kıyafetler değildirler. Sarık, çarşaf gibi İranlılardan İslâmiyet’e girmiştir. Fes ise Yunalılardan Osmanlıların baskısıyla Müslümanlarca benimsenmiştir. Bu bâtıl inancı yok etmek için geçici olarak şapka örtülmesi zorunlu kılınmıştır.

Burada, putperestlik geleneğini ortadan kaldırmak için Allah o mukaddes sayılan sığırın kesilmesini istemektedir. Artık açık olarak kesilecek ineğe işaret etmektedir.

تُثِيرُ الْأَرْضَ  (TuSIyRu eLEaRWa)  “Arzı isar etmez.”

“O zelul değildir. Arzı isar etmez.”

İsr” iz demektir. Sapanla tarla sürmeye isar denmektedir.

Buradan anlıyoruz ki, o zamanlar sapan bulunmuş ve tarlalar öküzlerle sürülmektedir. Boyunduruk keşfedilmiştir. Gerçekten de sapanın Hazreti Musa peygamberden çok önceleri bulunduğu tarihen sabittir.

Kur’an’ın ve Tevrat’ın geçmişi bilip bilmediğini bu tür kontrollerle bilebiliriz. Mesela Hazreti Musa zamanında demir henüz bilinmemektedir. Eğer demirden bahsedecek olursa hemen cahilliği ortaya çıkar. Ama Hazreti Davut zamanında demir yaygındır ve Kur’an onun demirciliğinden söz etmektedir.

وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ  (Va Lav TaSQIy eLXaRÇa)  “Harsi de iska etmektedir.”

Bu da çok önemlidir. Tarla sürülmekte ve sulama yapılmaktadır. Dolap beygiri kullanılmaktadır.

Kur’an nâzil olduğu zaman Hicaz’da belki de sulama dolabı yoktur, ama Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarını bilen İsrail oğulları bunu da bilmektedirler. Yelkenli gemiler vardır. Yel değirmenleri vardır. Yel su dolapları olabilir. Hayvan su dolapları da varmış demektir. Bunun üzerinde bir doktora yapılabilir, sapan ve su dolaplarının tarihçesi aydınlatılır.

Saky etmek” sulama demektir. Türkçedeki su kelimesiyle akrabadır. “Mâ” kelimesi bu kökten değildir. İşte dillerde böyle değişmeler olur. Gürcücede “sqva” sulama demektir, “zqali” su demektir.

Demek ki bu dillerin köklerinde birlik vardır. Bütün dünya dilleri arasında akrabalık vardır. Bu da insanların bir tek anne babadan türediklerine delil teşkil eder.

Hars” ekin demektir.

مُسَلَّمَةٌ  (MuSalLaMaTun)  “Selamettedir.”

Sağlamdır. Hastalığı, sakatlığı falan yoktur. Tarla sürmesine veya sulama yapmasına engel bir şey yoktur. “Selamet” sağlık demektir. Araplar barışı da sağlıkla ifade ederler.

Nasıl bedenin sağlığı varsa, topuluğun da sağlığı vardır. Dolayısıyla “İslâm” demek, sadece kişiler arasında savaşın olmaması demek değildir. Her türlü ekonomik ve sosyal krizlerden uzak olma demektir. İslâm düzeni sadece barış düzeni değildir, aynı zamanda refah düzenidir, selâmet düzenidir, saadet düzenidir.

لَا شِيَةَ فِيهَا  (Lav ŞiYaTa FıyHAv)  “Onda şiye yoktur.”

Şiye” şey kelimesi ile akrabadır. Siyah kelimesinden dönüşmüştür. Gürcücede siyaha “şavı” denmektedir. Fransızcada da “şov” şeklindedir. “Şey” karaltı demektir. Varlık bununla ifade edilmiştir. Sonra varlığın istenmesinden meşiet fiili doğmuştur. “Şey” dilenmiş olan demektir. Leke anlamındadır.

Şiye” burada yaşlılık demektir. “Onda yaşlılık da yoktur.” Sağlam olur ama yaşlanmış olur ve iş yapamaz durumda bulunur. Yaşlandıkça insanın cildinde lekeler ortaya çıkar, bundan kinayedir. Lekeler olmasa da o yaşlı değildir demektir. Böylece kesmeleri istenen hayvan çok açık şekilde tanımlanmıştır.

Burada kesmenin illeti anlatılmıştır. Kutsal sayılması kesilmesi için gerekli sayılmıştır. Hazreti Ömer de Kur’an’da geçen biat ağacını kesmiştir. Üfürükçülüğün haram olması da buradan gelmektedir. Büyü gibi uydurma işlerin yasaklanması buradan kaynaklanmaktadır. Büyüklerin resim ve heykelleri bunun için haram kılınmaktadır. İnsanlar bâtıl inançlara daldıkça gerçekleri unutmakta, şeriata ve Allah’a inanmamaktadırlar.

Büyü demek, Allah’ın keyfi hareket etmesi demektir. Şeriat demek, Allah’ın kurallarla fail olması demektir. Onun için sünnetullah zorunlu değildir ama o faildir. O sayede insanlar O’nun ne yapacağını bilmekte ve ona göre davranmaktadırlar.

قَالُوا الْآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ  (QAvLUv EaLEAvNa CiETa Bi eLXaqQı) 

“Şöyle kavl ettiler: İşte şimdi hak ile ciet ettin.”

İsrail oğulları anlamadıkları şeylere ‘hak’ dememektedirler. İlletlerini bilmedikleri, hikmetlerini bilmedikleri bir şeye evet demiyorlar. Körü körüne ibadeti kabul etmiyorlar. Sebeplerini öğrenmeye çalışıyorlar.

“Şimdi hak ile geldin” demeleri, şimdi biz de bunun hak olduğunu tasdik ediyoruz, kesilmesi gerekir demektedirler.

İşte inkılap yapanların da, inkılaba tâbi tutulan toplukların da inkılabın illetlerini ve hikmetlerini bilmeleri gerekir. Körü körüne kabul edenler de, körü körüne kabul ettirenler de gaflettedirler.

Osmanlılar iki yüz yıldan fazladır Türkiye’de devrimler yapmaktadırlar. AK Parti döneminde olduğu gibi hurra kanunlar tercüme edilmiş, Avrupa Birliği’ne girilmiştir. Ama bunlar tartışılmamış, anlaşılmamış, Avrupa pazarı ülkeye sokulmuştur.

Oysa, yapılacak iş, İsrail oğulları gibi direneceklerdir. Yöneticilerin de adım adım açıklayarak ve inandırarak ilerlemeleri gerekirdi. Başarısızlığın kaynağı budur. Okunmayan kanunlar ne işe yarar ki.

Millî Görüşçülerin eksiklikleri de budur. “Adil Düzen”i anlamadan, kendileri uygulamadan başkalarına uygulatmaya kalkıştılar, bu nedenle devre dışı bırakıldılar. Adil Düzenciler ise hâlâ çalışmaya devam ediyorlar. İktidara değil de, düzene taliptirler. İki yüz yıldır başarılamayanı “Adil Düzen” başaracaktır.

فَذَبَحُوهَا  (Fa ZaBaXUvHAv)  “Onu zebh ettiler.”

Zebh etmek” hayvanı boğazlamak demektir. “Zebh” kelimesi “Sebh” kelimesiyle akrabadır. “Sefh” de kan akıtmaktır. Boğulan hayvanların eti yenmiyor. Çünkü pis kan, karbondioksitli kan orada kalıyor.

Burada “öldürdüler” denmiyor, “katlettiler” denmiyor da, “zebh ettiler” deniyor. Bu tür hayvanların etleri yenebilir demektir. Çünkü “zebh” hayvanı eti yenecek şekilde usulüne göre kesmedir. Bu tür delâlete “Dâllün bi’l-işareti” denmektedir. Kur’an’da anlatılanların hemen hepsi böyle fıkhî manâlar da taşımaktadır. Fakih olmayanlar bunları duymazlar bile. Fakih olanlar ise öbür taraftan çok bu tarafıyla ilgilenirler.

وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ (71)  (Va Mav KAvDUv YaFGaLUvNa)  “Fi’letmeye keyd etmemektedirler.”

Keyd” birden yapmak demektir. Nâkıs fiil olduğu zaman, bekleyip bekleyip birden yapmak demektir.

Tuzak da budur. Birden düşer. Birden yapmak istemediler. Adım adım ve tedrici olarak gitmeye alıştılar demektir. Emredileni hemen yapmadılar, direndiler demektir.

İsrail oğulları Allah’ın emirlerini hemen yerine getirme yerine, anlayarak ve kanaat getirmeye çalışarak işi yapmak istemişlerdir. Ama ne zaman ki yeter olgunluğa ulaştılar, o zaman onu yapıyorlar.

Mü’minlerin yapacakları şey de budur. Kendilerine bir öneri geldiğinde ilk işleri onu reddetmek olmalıdır. Gerekli bilgiler alınmalı, eğer açıklık kazanırsa o zaman kabul edilmelidir. Alınıncaya kadar da bilgi alınmaya devam edilmelidir. Mü’min ‘yapmıyorum’ demez; onu olgunlaştırır, düzeltir, ondan sonra yapar.

Mü’min ‘Avrupa Birliği’ne girmiyorum’ demez, sorular sorar:

1-      Avrupa Biriliği ne birliğidir? Dinî birlik, ırkî birlik, coğrafî birlik mi, yoksa güven birliği midir?

2-      Dinî birlikse hangi dinin birliğidir? Bu durumda Müslüman Türkleri nasıl alabilirsiniz?

3-      Irkî birlik ise hangi ırkın birliğidir? Bu durumda Türkleri nasıl alacaklar?

4-      Coğrafî birlik ise diğer Avrupalıları neden almıyorsunuz da Avrupa’da sadece bir kulağı olan Türkleri alabiliyorsunuz?

5-      Güven birliği ise nerenin güvenliği, kime karşı güvenlik?

Bu sorulara cevap verebildikleri nisbette onlara yaklaşabiliriz.

Bütün bunlar “Adil Düzen”de çözülmüştür. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda hepsi vardır. Eğer “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı kabul ederlerse, o zaman elbette biz de onlarla beraber olmuş oluruz. Ama onu kabul edinceye kadar onlar sorularımıza cevap vermedikleri için dışarıda kalırız.

İslâm ülkeleri ile de aynı diyalog içinde müzakerelerde bulunuruz; eski Sovyet devletleri ile de...

Hiçbir şeye birden lüp diye atlamamak gerekir. Hiçbir şeyi de birden reddetmemek gerekir.

Bugün İsrail oğullarına ve bize bunlar hatırlatılmaktadır. III. Bin Yıl Uygarlığı’nı oluştururken biz “Adil Düzen”i insanlığa sunuyoruz, hemen kabul etmelerini istemiyoruz. Ama bize sorular yöneltsinler, yeter cevabı aldıktan sonra esaslarda bizimle bir olsunlar. Allah İsrail oğullarına geçmişlerini hatırlatarak onlardan bunu istiyor. Kur’an’da kendilerine nâzil olan âyetlere kuvvetlice sarılsınlar.

***

وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا (Va EıÜ QaTaLTuM NaFSan)  “Hani siz bir nefsi katletmiştiniz.”

Bundan önce Hazreti Musa aleyhisselâmın sığır zebh etme emrine karşı İsrail oğullarının direnişi anlatılmıştı. Burada yeni bir bahis ele alınmakta, faili meçhul cinayetlerde uygulanan kasame anlatılmaktadır. Topluluğun ortak davranışları ele alınmaktadır. Bunlar tarih sırası ile de anlatılmış olabilir. Bunu tahkik etmek için Tevrat’taki sıra ile karşılaştırılmalıdır. Eğer Tevrat’taki sıraya uyuyorsa o zaman bunlar sadece tarihi sıra gereği böyle anlatılmış olmaktadır. Uymuyorsa, o zaman aralarında ilişki vardır demektir. Tevrat tarihi bir sıra ile anlatıldığı için Tevrat’ı tamamlayan Kur’an’ın bu sûreleri de o usulle anlatılmış olabilir. Bunu sizler karşılaştıracak ve böyle olup olmadığını tesbit edeceksiniz. Kur’an olayları tarih sırası ile anlatmaz. Değişik yerlerde değişik şekillerde anlatır. O sebepledir ki biz konular arasında ilişkiler ararız. Burada aramayabiliriz.

“Bir nefsi katletmiştiniz, bir kişiyi katletmiştiniz.” denmektedir.

Nefs”, doğumdan başlayıp ölümüne kadar var olan kişidir. Ademin oğullarının hepsi dahildir.

Katletmek” öldürmek veya yaralamak anlamına gelir. Bir nefis, bir kişi öldürülmüştür. Faili meçhuldür. Bir toplulukta bir ölü bulunduğu zaman onu o topluluktan biri öldürmüştür. Ancak faili meçhul olduğu zaman, hattâ olmadığı zaman bile o topluluk öldürmüş kabul edilmektedir. Çünkü genel güvenliği sağlamak o topraklara sahip olan kimselere aittir. Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar yeryüzünü aralarında imar ve ihya ile bölüşmüşlerdir. Mülkiyetin devam etmesi için o toprakların güvenliğini sağlamalıdırlar. Dolayısıyla bir topluluğun topraklarında bir kimse öldürülürse onu o topluluk öldürmüş olur. Eğer diyet ödenecekse o topluluk öder. Demek ki “kateltüm” ifadesi ile dayanışma sorumluluğunu ifade etmiştir.

Dayanışma sorumluluğu iki şekilde olur:

a)      Dayanışma ortaklığı sorumluluğudur. Akdî sorumluluktur. Sözleşme ile sorumluluğu bölüşürler. Başlangıçta bu akrabalığa dayanmakta idi. Hazreti Ömer bunu akdî oluşuma çevirmiştir. Kur’an buna “tevliye” demektedir. Demek ki biatla, bağlanmak suretiyle oluşacaktır. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda bu husus açık bir şekilde anlatılmıştır.

b)      Dayanışmanın ikincisi ise yer dayanışmasıdır. Bir yerin mülkiyetini elinde tutanlar, orada olanlar için dayanışma içindedirler. Bu bucak, il ve ülke çapında olur. Faili malum ise öldüren biliniyorsa, o zaman öldürenin akdî dayanışma ortaklığı onu tazmin eder. Eğer faili bilinmiyorsa, o zaman ora halkı onu tazmin eder.

فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا  (Fa elDAvRaETuM FıyHAv)  “Orada der’ ettiniz.”

“Tedare’tüm Fîhâ” anlamındadır. “Dal”dan önce gediği için “Te” “Dal”a dönüşmüş ve idgam olmuştur.

Der’” zırh kelimesine akrabadır. Zırh, gelen okları geri çevirmek demektir. “Tedarü’” suçu birbirine atmak demektir. ‘Ben yapmadım, ben yapmadım’ demektir. Katil burada kendisini gizlemektedir. Bulunamamıştır. Herkes suçlu olmaktadır. O topluluğun failini beyyinelerle yani delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Bunun için şahitlik müessesesi getirilmiştir. Soruşturma müessesesi getirilmiştir. Polis ve savcılık müesseseleri ortaya konmuştur. İslâmiyet’te şahitlik müessesesi vardır. Şahitler soruşturmacıdırlar. Polis ve savcılığın yerini şehadet müessesesi almıştır. Soruşturmanın dört kademesi vardır:

a)        Sözlü soruşturma. Soruşturmacı kayıt cihazına, teyp ve kameraya alarak tanıkları, sanıkları, bilirkişileri, halkı dinler. Böylece bilgileri elde eder. Sonra bunları değerlendirerek önemli gördüğü hususları yazılı olarak talep eder. Cevap vermeyenleri zorlayamaz. Cevap vermemesi onun için bir delil oluşturabilir.

b)        Soruları yazılı hâle getirip uygun gördüğü kimselere gönderir. Onlar da yazılı olarak cevap verirler. Cevap vermeyenler zorlanmazlar. Tanık yazılı ifadelere dayanarak kanaate varmışsa soruşturma burada biter.

c)         Eğer kanaat hâsıl olmadı, bazı kimselerin bazı şeyleri gizlediği kanaatine varırsa, duruşmalı soruşturma yapılır. Bunun için bucak başkanının izni gerekmektedir. Sorular açıkta sorulur. Cevap için baskı yapılmaz.

d)        Duruşmalı sorularda da sonuç alınmamışsa fiil faili meçhul hâle dönüşmüş olur. Dayakla suç ortaya çıkarılmaz. Ancak, eğer suç işlemeye devam edilecekse, önlemek için karakol soruşturması yapılır. Dayak atılabilir. Ancak normal dayak diyeti de ödenir.

Faili meçhul cinayetler için kasame müessesesi getirilir. İşte burada tanıkların faili ortaya çıkaramadığı hallerde başvurulan müessesedir. İşkence yasak olduğu için dayakla faili ortaya çıkartmak ancak savaş durumlarında veya olağanüstü hallerde mümkün olmaktadır.

وَاللَّهُ مُخْرِجٌ  (Va elLAHU MuPRiCun)  “Allah muhriçtir, ortaya çıkarıcıdır.”

Ortaya çıkarma nasıl olacaktır? Faili meçhul bir cinayet ortaya nasıl çıkarılacaktır? Allah’ın halifesi olan topluluk onu nasıl ortaya çıkaracaktır? İşte burada kasame uygulaması devreye girer. Bunun için mağdurlara sorulur; bu işi kim yapmış olabilir? Fıkıhta verilen rakama göre 50 kişinin adı alınır. Bu elli kişi nasıl bulunur? Onlu sistemi uygularsak, 10 kişinin ifadesi yeterli değildir. Çünkü 10 kişinin ifadesine zaten şahitler başvuracaktır. Demek ki bir sonraki kademe 100’dür. 100’ün asgarisi 50’dir. Yani, normal olarak 100 kişiye başvurulacaktır. Ama topluluk küçükse 50 kişiye başvurulur, çoksa 200 kişiye başvurulur. Mağdurlar 50 kişiyi dolduramazlarsa, sanıklar beyanları ile şüphelileri ortaya koyarlar. Bunları o bucağın soruşturmacıları soruşturur ve değerlendirirler. Soruşturmacılarını da mağdurlar atarlar. İşte bu soruşturmada Allah’ın faili meçhul cinayeti ortaya çıkaracağı bildirilmektedir. Gerçekten de faili meçhul cinayetlerin çoğu basit soruşturma yoluyla bile ortaya çıkmaktadır. Kolombo dizi filmlerini seyredenler, bu ihraç mekanizmasını oralarda seyretmişlerdir.

َمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ  (72)  (Mav KuNTUM TaKTuMUvNa)  “Ketmettiklerinizi ihraç eder.”

Halk kendisine zarar geleceğinden korkar, dostlarından olacağını zanneder, çıkarları için aleyhte olacağını sanır ve bilse de gerçeği söylemek istemez. Böylece topluluk bildiği halde katili ortaya çıkarmaz.

Ancak, fail ortaya çıkmadığı zaman diyetini herkes ödeyeceği için bundan kurtulmak ve topluluğu da kurtarmak için bildiği bir şey varsa mutlaka söyler. Böylece Allah onu ihraç etmiş olur.

***

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا  (Fa QulNAv ıWrıBUvHu Bi BaGWıHAv)  “Onu bazısı ile darbediniz.”

“Onu nefsin bazısı ile darbediniz.” Buradaki “Ha” zamiri nefse gitmektedir.

“Nefsin bazısı ile onu darbediniz.” diyor. Bu ifadedeki müşkül “nefsin bazısı” kelimesidir.

Nefis bedenden ayrıdır. Nefis insanın kişiliğini ifade eder. Ruhu da ifade etmez. Kişilik demek, hak ve görev sahibi olmak demektir. Tek başına ne beden ne de ruh görevli ve sorumlu değildir. Görev ve sorumluluk, hak ve yetki, ruh ve bedenin birleşmesinden doğar. Bazen hükmi şahsiyet de olabilir. Beden olmaz, ruh da olmaz, ama kişilik sürebilir. Toplulukların kişilikleri buna benzerdir. Ölen kimselerin mirası taksim edilmeden önce kişiliği devam eder, oysa burada ne ruh ne de beden vardır. Kişinin mal varlığı ile onu darbediniz.

Buradaki “darb”den kasıt nedir, kolay anlaşılmamaktadır. Çünkü “darb” birçok manâya gelir.

Sopayı vurmak anlamında olduğu gibi; yola çıkmak da darbdır. Bir şeyi bir şeyle çoğaltmak da darbdır. Çarpma bu anlamdadır. Vergi koymak darbdır. Mesel anlatmak yani kıyas yapmak da darbdır.

Bu arada darb kelimesi çözmek anlamındadır. Onu çözünüz. O nedir? Katli çözünüz. Sorunu gideriniz. “Ketmedileni darbediniz” denmiş olmaktadır. Bu genel soruşturma ile olacaktır.

BiBa’dihâ” sözüyle, ölenin yakınları ile parçaları ile çözünüz denmektedir. Ölünün parçaları vârisleridir. İnsanın kişiliği soyu ve sopu ile ortaya çıkar. Kişi zaten ölmüştür. Artık onun kişiliği yakınlarıdır.

Bu ifade ile soruşturulacak kimseleri yakınları tesbit eder. Soruşturmacıları da yakınları tesbit eder demektir. Kasamenin hükümlerini veciz bir şekilde anlatmış olmaktadır.

كَذَلِكَ يُحْيِ اللَّهُ الْمَوْتَى  (Ka ÜAvLiKa YUXYı elLAHu elMaVTAy)  

“Allah mevtayı böyle ihya eder.”

Buradaki “ihya” bu dünyadaki ihya mıdır, yoksa âhiretteki ihya mıdır? Bitkilerin ilkbaharda veya sonbaharda yeniden canlanmasına Kur’an ihya demektedir. O halde yerine birinin geçmesi de ihyadır. Ölenin diyeti verilirse, onun yerine onun çocukları veya yakınları yetişir ve onun yerine geçer.

Biz diyetin miktarını bir insanın ömrü boyunca çalışıp kazanacağı miktar olarak tanımlıyoruz. Bu 33 senelik işçilik ücretidir. Eğer kasten işlenmişse 66 senelik ücretidir diyoruz. Bu ortalama değer olup fail veya maktule bağlı olarak değişmez. “Mevtayı ihya etmek”, bir insanın tüm emeklerini ihya etmek demektir.

Hâsılı, buradaki “ihya”dan maksat diyetin ödenmesi demektir. Diyet bu sebepledir ki vârislerine taksim edilmektedir. Çünkü vârisler onun adını sürdüreceklerdir. Bu mirasın taksiminde bazı kısıtlamalar getirilebilir. Mesela, uzakta olanlara buradan pay verilmeyebilir. Anne babadan çocuklara dağıtılmış olabilir.

Bu “ihya” kelimesi üzerinde fazlaca durulması gerekmektedir. Küçük çocukların veya bakıma muhtaç olanların daha fazla hakları olabilir.

وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ  (Va YuRIyKuM AYAvTiHi)  “Size âyetlerini irae eder.”

“Size âyetlerini gösterir.” Acaba buradaki âyetler nelerdir? Suçların meçhul kalmayacağıdır.

Kasame yapılınca mutlaka bir delil yakalanır ve fail ortaya çıkar. Bu açık bir delildir.

Allah hiçbir fiili gizli tutmaz. Mutlaka bir iz bırakır. Bu da onun âyetlerindendir.

İkinci olarak yine O’nun âyetlerindendir ki, bu şekilde maktul olanların çocukları çok daha iyi bir şekilde yetişirler. Babalarını ellerinden alan Allah onlara başka imkanlar verir.

Bu hükmün konması kasdi katilleri de azaltır. Zarar vermek isteyenler iyilik yapmış olurlar. Maktulun ailelerine egemenlik sağlanmalıdır, varlık sahibi kılınmalıdır, geçimleri refaha erdirilmelidir.

Düşünün, bir kimse ömrü boyunca zaten çocuklarını yetiştirmek için çalışır. Öldürülmekle âhiret için ona nimet olur. Çünkü işleyeceği günahları işlememiş olur. İşlemediği sevapları da sevap olarak yine alır, katilin hesabından ödenir. Bu dünyada da kendisine hayır ve iyilik bırakır.

لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (73)  (LaGalLaKUM TaGQıLUuNa)  “Böylece akledersiniz.”

Ukl” devenin bağlandığı kulptur. İnsanlar kasame ile birbirine bağlanmış bulunmaktadırlar. Diyete mahkum edilmeyip taksitlerini ödemek zorunda kalmamaları için herkes katle mani olmaya çalışır. Önce katle sebebiyet verecek imkanları ortadan kaldırırlar. Katle götüren sebepleri iki şekilde mütalaa ederiz.

Bunlardan biri, kişinin haksızlığa uğramasıdır. Devamlı olarak rahatsız edip hakkını yiyen kimse kendisini savunma amacıyla kişiyi öldürmüş olabilir. Bu tür öldürmelerin önüne geçmenin tek ilacı vardır, bu da adaleti tesis etmedir. Diyet de budur. Adalet tesis edilince bizzat ihkak-ı hakka gerek kalmaz. Nasılsa devlet hakkını ihkak etmektedir. Katlin ikinci sebebi de ekonomik krizlerdir. İnsanlar meşru yoldan geçinemeyince gasp ve hırsızlık yollarıyla yaşamak zorunda kalırlar. Bu da tetikçilik yapma gibi zulmü peşinden getirir. Bunun çaresi de ekonomik krizleri ortadan kaldırmaktır. Herkese aş , herkese iş, herkese eş yolları açılmalıdır.

Katlin sebeplerinden biri de topluluğun kötü âdetleridir, baskılardır. Şeriata uyma yerine, örflerin tesiri ile zulüm yapmadır. Çok evlilik yasağı bu sebeplerden biridir. İlkel topluluklarda adam öldürme sebepleri kurallara bağlanmıştır. Ceza kanununun maddeleri gibidir.

Benim büyüdüğüm topluluklarda biri bir kız ister de ona vermezlerse, o kızı başka birisi alsa onu vurmasını gerektirir. Yahut bir kimse bir karış toprağa tecavüz etse, nefsi müdafaa deyip kişiyi öldürür. Bu sadece mal hırsı nedeniyle değildir, topluluğun kuralları gereği böyledir.

Öldürmelerin sebeplerinden biri de kısastır. Haklı sebeplerle öldürmeler olur. Bütün bunların önlenmesi etkin diyet müessesesinin çalışması ile sağlanmaktadır. Buna “âkile” denmektedir.

Laallakum Ta’kılûn” burada uslu olurdunuzdan ziyade, dayanışma içinde olursunuz anlamındadır.

20. yüzyılın kanlı savaşları için de kasame müessesesi çalışmalıdır. Sovyetlerde kırk milyon insan öldü. Bugünkü Irak’ta insanlar ölmektedir. Bu savaşların müsebbipleri kimlerdir? Katil Saddam mıdır? ABD başkanı Bush mudur? Kasame yoluyla bu ortaya çıkabilir. O zaman Amerika veya Iraklılar bunların harp tazminatını itfa ederler. Onu destekleyen İspanya ve İngiltere de bu paylaşmada hisselerini alırlar.

İsrail devletini kuralım diyerek I. ve II. Cihan savaşlarını çıkaran sömürü sermayesi bu savaşlarda uğranılan zararları tazmin etmeye mahkum edilebilir.

Burada kasame kişilerin öldürülmelerinin ötesinde savaşların çıkışına da kıyas yoluyla gidebilir.

Bugün intihar olayları, terör olayları alıp yürümektedir. Bunların önüne ancak kasame yoluyla geçilebilir. Bu müessesenin ve âyetin hükümleri gelecekte daha iyi anlaşılacak ve uygulama imkanlarını bulacaktır. Âyetlerin anlamları daha iyi görülecektir.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-357   ADİL DÜZEN DERSLERİ-187   İstanbul, 20 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

Abdüllatif Şener: Hiç Adil Düzenci olmadım!..

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Hayatımda hiçbir zaman “Adil Düzen”ci olmadım.” dedi!

“Millî Görüş”te siyasete atılmış, orada milletvekili yapılmış, genç yaşta bakan olmuş ve sonra ayrılıp AKP’nin kurucularından olmuş bir bakan“Hayatımda hiçbir zaman “Adil Düzen”ci olmadım, sadece sustum...” diyor! Bu genç kardeşimiz için; ‘Adil Düzen çalışmalarımıza katılmıştı’ diyorlar; oysa ben ne kendisini ne de adını hatırlamıyorum. Sustum!” diyor. “Millî Görüş”ü kendisine basamak yaparak bakanlığa yükseldi, sonra da AKP kurucusu oldu. Bunda bir gayri meşruluk görmüyorum.

“Şimdi söylüyorum, çünkü benim kurduğum bir parti var!..” diyor!

Anlaşılan partiyi başbakan veya cumhurbaşkanı olmak için kurdu. Bundan da bir yanlışlık yoktur. Benim bildiğim Erbakan’a ilk muhalefet Bülent Arınç’tan gelmişti, sonra Abdullah Gül lehine feragat etti. Abdullah Gül de sonra Recep Tayyip Erdoğan lehine feragat etti. AKP’yi Recep Tayyip Erdoğan kurdu.

Demek ki Abdüllatif Şener onları devirmek ve kendisi başbakan veya cumhurbaşkanı olmak için oraya katıldı. İşte bunda bir uygunluk görmüyorum. Yapacağı iş kendisinin doğrudan partiyi kurması olmalıdır. Başkalarının kurduğu partiyi ben kurdum gibi sahip çıkmasını doğru bulmuyorum. Şimdi yaptığı hata da, Erkan Mumcu gibi ayrılıp kendi başına parti kurması yerine, parti içinde kendisinden kıdemli olanlarla makam yarışması yapmasıdır.

“Ben öğrencilik yıllarımdan beri hep farklı ve yeni düşüncelere açık olmuşumdur...” diyor ama, nasıl oluyorsa “Adil Düzen”e açık değil; insanlığın on bin yıllık Hak düzenine açık değil!..

“Adil Düzen partinin programında vardı. Ben sadece sustum!” diyor, şimdi de karşı beyanda bulunuyor! Çelişki var. Sn. Şener, demek ki siz düşüncelere açık değil, düşünceye karşısınız. Çelişki sizce önemli değil mi?!.

Soru soran “Dün Adil Düzenci idiniz, bugün demokratsınız…” diyor.

“Adil Düzen” asıl demokrasinin kendisidir, ‘ekseriyet demokrasisi’ ise sadece bir aldatmacadır. Soru soranın şöyle sorması gerekirdi: “Eskiden gerçek demokrat idiniz, şimdi sahte demokrat oldunuz.”

Tabii bunu sormak için  “Adil Düzen”i ve demokrasiyi bilmek gerekir. Kör sağırı ağırlarsa böyle ağırlar...

Sayın Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener “Adil Düzen toplum mühendisliğidir…” diyor; böylece toplum mühendisliğine karşı olduğunu ifade ediyor.

Cumhuriyet’e kadar orduda alaylı ve mektepli subaylar vardı. Şimdi fabrikalarda alaylı ustalarla, mektepli teknisyenler vardır. Bunlar arasındaki çatışma hâlâ sürmektedir. İleri teknoloji ‘mühendislik’ ile gelir. Bilgisayarı usta yapamaz, uzaya gidemez. Topluluklar da plana, projeye, hesaba ve kitaba dayanıyorsa orada sosyal mühendislik var demektir. İlk sosyal mühendis Hazreti Nuh peygamber olmuştur. Sonra Hazreti İbrahim, Musa, Davut, İsa ve Hazreti Muhammed aleyhisselâm; bunların hepsi sosyal mühendislerdir. Aristo Büyük İskender’e sosyal mühendislik yaptı da İskender dünyayı fethetti. Roma hukukçuları da birer sosyal mühendis idiler.

Ebu Hanife, İmam Malik ve diğer müçtehit imamlar birer sosyal mühendis idiler. Marks ve Keynes de birer sosyal mühendistir. Bugünkü anayasaları sosyal mühendisler üretti. MECLİS kanunları çıkarırken sosyal mühendislik yapmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı ne yapar? Sosyal olayları planlayan bir sosyal mühendislik kurumudur. Sömürü sermayesi kendisinden başkasının düşünmesini önlemek için işte bu şekilde ‘toplum mühendisliği’ diye istihza eder şekilde ortaya çıkar; bizim bakan da ağzından çıkanı duymaz şekilde söylüyor!..

-Abdüllatif Şener neye karşı çıkmıştır? Kısa yoldan düşünmeden ve kritik almadan cumhurbaşkanlıkta gözü varmış da ondan “Adil Düzen”i öğrenmemekte ısrar ediyormuş! Çünkü anlamak zordur. Ayrıca, Adil Düzenciler azimli ve kararlı olurlar. Öyle olunca seni kim başbakan yapar? Başbakan olsan bile, bir yılı dolduramaz inersin. Ama cahil olunca iş kolaydır, ne derlerse ister istemez onu yapar ve orada kalırsın.

“İçki içmem, Kitap yasaklıyor.” diyor.

KİTAP sadece içki yasağından mı ibarettir? Kur’an’a inanıyorsan, Kur’an düzeni olan “Adil Düzen”e nasıl karşı çıkarsın?!. Tabii düşünceye karşı olunca iş kolaydır. Ağzına geleni söylersin. Maksat, çıkar ve makamdır...

Sayın Başbakan Yardımcısı gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış, ağzını mühürlemiş sadece ‘karşıyım’ diyor; başka laf yok! Bu durumda ona anlatacağım bir şey yoktur ama; bu ara gözleri açık, kulakları sağlam, konuşabilen insanlara “Adil Düzen”i yeniden hatırlatmak isterim.

“Adil Düzen” nedir?

“Adil Düzen” Hakkı üstün tutan düzendir. “Zalim Düzen” ise kuvveti üstün tutan düzendir. “Adil Düzen”de kim haklı ise kuvvetli odur. “Zalim Düzen”de ise kim kuvvetli ise haklı odur. Bu konuyu biraz daha açalım.

İnsanda his, fikir, irade ve ünsiyet diye dört meleke vardır. His iyiyi kötüden ayırır. Fikir doğruyu yanlıştan ayırır. İrade faydalıyı zararlıdan ayırır. Ünsiyet ise adaleti zulümden ayırır. İyi, doğru, faydalı ve adil olan ‘Hak’tır. Kötü, yanlış, zararlı ve zulüm olan ise ‘bâtıl’dır. Kâinatta Hak ile bâtıl arasında savaş vardır. Savaşta tarafsız kalamazsınız; ya Hakkın yanında olacaksınız, ya da bâtılın yanında olacaksınız. Sizi arada bırakmazlar.

İşte, Hakkın yanında olanlara “Adil Düzenci”, bâtılın yanında olanlara “Zalim Düzenci” diyoruz. Birine ‘mü’min’, diğerine ‘kâfir’ diyoruz. Burada şu itirazda bulunabilirsiniz; ‘Biz de Adil Düzenciyiz, Hakkın yanındayız, mü’miniz ama sizin bildiğiniz ve söylediğiniz Adil Düzenci değiliz.’ Bu iddianıza karşı deriz ki: Siz bâtıla Hak diyorsunuz. Biz ise bizim anladığımız “Adil Düzen”i kabul edin demiyoruz. Gelin birlikte Hakkı arayalım. Bulduğumuz kadarıyla birlikte ona sarılalım. Siz ise sükut ediyor, tartışmıyor, sonra ayrılıp “Adil Düzen”e karşı çıkıyorsunuz, Hakka karşı çıkıyorsunuz! Siz ayrılıp da sizinki “Adil Düzen” değil deseydiniz, tartışırdık...

-Hisler ne yapılacağına karar verir, yani iyiliğin ne olduğunu belirler. -Fikirler nasıl yapılacağına karar verir, yani doğruyu bulur. -İrade ne zaman yapılacağına karar verir, yani faydalıyı yapar. -Ünsiyet ise nasıl paylaşılacağına karar verir, yani adil bölüşüm yapar.

Yukarıda anlatılanlar kişisel anlayışta “Adil Düzen”dir. Ayrıca yönetimde “Adil Düzen” vardır.

Yönetimde “Adil Düzen” nedir?

İnsanlar birlikte yaşarlar. Kişilerin hakları ile topluluğun düzeni birlikte korunur. “Adil Düzen” işte bunun adıdır. “Adil Düzen” kişilerin haklarını çiğnemeden topluluğun düzenini sağlayan bir mekanizmadır.

-Bu düzen nasıl sağlanacaktır? Bu düzen ‘yargı üstünlüğü’ ile sağlanacaktır. Herkes kendi içtihadına göre iş yapar. Herkesin hak ve hürriyet sınırı başkalarının hak ve hürriyet sınırıdır. Bu sınırı tarafların seçtiği ‘iki hakem’ ile onların seçtiği ‘başhakem’den oluşan ‘Hakemler Heyeti’ belirler. Herkes onların kararına uyar. Yargı kararlarına karşı çıkanların, yani zalimlerin bertaraf edilmesi ise ‘dayanışma ortaklıkları’nca sağlanır. Hakkı kabul eden Adil Düzenciler bir olur, bâtılın yanında yer alan zalimleri birlikte tenkil ederler.

İşte “Adil Düzen” demek, yargı kararlarına karşı birleşerek Hakkı kuvvetli hâle getirmek demektir.

-İnsanlar hislerini ‘sanat’ ile ifade edip içtimaileştirirler. -Fikirlerini ‘dil’ ile ifade ederek içtimaileştirirler. -İradelerini ‘teknik’ ile ifade ederek içtimaileştirirler. -Ünsiyeti ‘hukuk’ ile ifade ederek içtimaileştirirler.

-Hislerin içtimaileşmiş şekli ‘din’dir. -Fikirlerin içtimaileşmiş şekli ‘ilim’dir. -İradenin içtimaileşmiş şekli ‘ekonomi’dir. -Ünsiyetin içtimaileşmiş şekli ‘yönetim’dir.

Dinler ne yapılacağına, ilimler nasıl yapılacağına, ekonomi kimlerin yapacağına, yönetim ortak ürünün kimlere ait olacağına karar verir. “Zalim Düzen”de bunlara merkezde mevcut kuvvet karar verir. “Adil Düzen”de ise bunlara halk örgütlenerek kendileri karar verir. Merkezdeki kuvvet, sadece halkın bu kararları verebilmesini sağlar ve düzeni korur. Yani, “Zalim Düzen”de hukuk zalimlerin emrindedir. “Adil Düzen”de kuvvet Hakkın emrindedir, yargının emrindedir.

a) Adil Düzen”de yerinden yönetim vardır. Hukuk bucaklarda halk tarafından kendilerince oluşturulur. Beğenmeyenler, bucaklarını değiştirirler. Oysa “Zalim Düzen”de ekseriyetin seçtiği meclis ekseriyetinin aldığı merkezî kararlar taşralarda uygulanır. “Adil Düzen”de il iç güvenliği sağlamakla, devlet dış savunmayı yapmakla yükümlü olmaktadır. Bu konularda hâkimdir. Ama altyapı ve kredi gibi hizmetlerde devlet taşranın hâdimidir, taşranın emrindedir. “Adil Düzen”de içtihat sistemi vardır. “Zalim Düzen”de ekseriyet demokrasisi vardır. “Adil Düzen”de ise hicret demokrasisi vardır. Buna “şeriat/hukuk sistemi” diyoruz; Latince karşılığı “demokrasi”dir.

b) Adil Düzen”de insanlar barış içinde yaşarlar.

“Adil Düzen”de ilmî, dinî, meslekî ve siyasî çoklu soysal grupları vardır. Her grup kendi şir’ası içinde yaşar. Sosyal gruplar barış içinde, hakemlerden oluşan yargı karşısında birbirlerinin haklarını korurlar. Sosyal grup kurucuları kamu davası açma yetkisine sahiptirler. “Zalim Düzen”de ise parası olanları, güçlüleri mahkemelerde savunurlar; zayıfları ve parasız olanları ise ezerler. Kamuyu savcı temsil eder, halk onun karşısında savunmasızdır. Savcı hakimin yanında oturur, ona emreder. Oysa, barış ancak etkin, saygın, tarafsız ve bağımsız yargı ile olabilir. Böyle bir yargı sistemi hakimlerle değil, hakemlerle oluşur. “Adil Düzen”de bunun adı “İslâm”dır; Latincesi ise “lâiklik”tir. Fikir ve inanç baskısının yapılmadığı, bütün fikir ve inançların serbest olduğu sistemde barış olur.

c) Adil Düzen”de tüm yeryüzü insanlığındır. Çalışmayanların da kira payları ile geçinme hakları vardır. Herkes yaşama hakkına sahiptir. Devlet çalışanlardan toprak kira payını alır ve bununla tüm çalışan ve çalışmayanların yaşamasını sağlayan altyapılarını yapar, çalışmayanlara paylarını bölüştürür. “Zalim Düzen”de ise toprak sermayenindir. Ancak sigorta primlerini yatıranlara yaşama hakkı tanınır. Çalışmayanlar ve çalışamayanlara bir hak tanınmaz. Tanıyan devletler varsa onlar Adil Düzenci demektir. Falan devlet zalimdir demiyoruz. Biz buna “hukuk düzeni” diyoruz, “Hak düzen” diyoruz; Latincesi “sosyal düzen”dir. Sosyal düzende herkesin sosyal güvenliği vardır.

d) Adil Düzen”de insanlar serbest rekabet içinde hayırda yarışırlar. Devlet fiyatlara ve ücretlere karışmaz. Sadece mevzuat ile tekelleşmeyi önler. Bunu sağlamak için faizi meşru saymaz, “gelir vergisi” yerine “sermaye vergisi”ni alır. Altyapıyı ve genel hizmetleri karşılıksız yapar. Hakemlik ücretsizdir. “Zalim Düzen”de ise faizli sistem ve gelir vergisi ile tekellerin oluşması sağlanmıştır. Kapitalistlerde sermaye sömürür, sosyalistlerde bürokratlar sömürür. Oysa “Adil Düzen”de serbest rekabet içinde denge vardır. En üst seviyede verimli faaliyet gösterir. “Adil Düzen” demek denge düzeni demektir. Fiyatlar dengesi, ücretler dengesi, adil dağılım dengesi, kredi ve vergi dengesi vardır. Latincede bunun adı “liberalizm”dir.

Görülüyor ki, “Adil Düzen” anayasamızda değişmez maddeler arasında yer alan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliğini gerçekleştiren bir düzendir. Anayasamızda ‘liberallik’ değişmez maddelerden değildir ama anayasanın tamamı liberalizme dayanır. “Adil Düzen” anayasamızın emrettiği hükümlere mekanizma getirmiş, işlerlik kazandırmıştır. Devletimiz “Adil Düzen”i benimsemiştir ama uygulamada zulüm yapılmaktadır. Bu sebepledir ki Adil Düzenciler anayasayı değiştireceğiz demiyorlar. Çünkü anayasamız zaten Adil Düzenci bir anayasadır. Anayasayı çarpıtıp laikliği din düşmanlığı olarak anlayanlara karşı siyasî mücadele veriyoruz. Biz yargıyı kaldırmıyoruz. Kadıları atamıyoruz. Tam tersine “hakemlik sistemi”ni getiriyoruz, “bilirkişilik sistemi”ni getiriyoruz. Biz orduyu değiştirmiyoruz. Tam tersine ordunun doğrudan cumhurbaşkanına bağlanmasını, hükümetlerin orduya müdahale etmemesini istiyoruz. Cumhurbaşkanının asker olmasın istiyoruz. Çünkü Kur’an “emaneti ehline veriniz.” diyor. Cumhurbaşkanı başkomutandır. Ehil olması gerekir. Biz hevadan konuşmuyoruz.

Şimdi, söylediklerimizde yanlışlık var mı? Olabilir. “Biz doğru söylüyoruz, siz yanlış söylüyorsunuz” demiyoruz. Gelin tartışalım. Doğruyu söylediğinizde kabul etmezsek biz kâfir oluruz; ama siz tartışmadan reddederseniz, siz kâfirsiniz. Biz “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nın son düzeltmelerini yapıyoruz. Yakında internetteki web sayfamıza koyacağız. Kritiklerinizi dört gözle bekliyoruz. Selam ve dualarımızla...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-357   ADİL DÜZEN DERSLERİ-187   İstanbul, 20 Mayıs 2006

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)

İRAN VE TÜRKİYE’NİN HATALARI

Filistin ve İsrail arasında 1947 yılında başlayan savaştan beri Türkiye tarafsızlığını korumaktadır. Filistin’e, ‘Sen haklısın!’; İsrail’e de, ‘Sen de haklısın!’ mantığı ile hareket etmektedir.

İran da hep cephe almıştır, İsrail aleyhindedir.

Her iki devlet de hatadadırlar, İslâm devletine yakışmayan davranış içindedirler. Bir İslâm devleti Filistin meselesi ve çıkan ihtilaflarda, savaşlarda ilgisiz olamaz. Çünkü İslâm devletleri yeryüzüne barışı getirmekle yükümlüdürler. Taraflı da olamazlar, çünkü Allah; “Yakınlın da olsa adaletle hükmet.” demektedir.

-Peki, bu durumda bir İslâm devleti ne yapmalıdır?

Türkiye ve İran’ı özellikle konu edinmiş oluyoruz. Çünkü bu iki devlet yani Türkiye ve İran istiklâl savaşlarını kazanarak bağımsız olmuşlardır. Lütfen kurulmuş devletler değillerdir. En az iki biner yıllık devlet tecrübeleri vardır. Ayrıca her ikisi birbirlerine komşu Müslüman devletlerdir. Kendileri Arap değildirler. Bunlar Şii ve Sünni iki ana mezhebi temsil ediyorlar. Bunlar bir konuda birleştiklerinde diğer İslâm devletleri ve halkları bunların kararlarına tâbi olurlar. Bu bakımdan bu iki devletin uzlaşması tüm insanlık için tarihî önem taşımaktadır.

Dünyayı savaştırarak onları sömürmek isteyen ABD Yahudi sermayesi dışındaki yedi milyar insan ‘barış’ istiyor. İnsanlığın bu barışa kavuşabilmesi ve barışı sürdürebilmesi için İran ile Türkiye’yi birbirinden ayırmamalıdır. Yoksa önce İslâm âlemi bölünür, arkasından dünya bölünür ve III. Bin Yıl Uygarlığı bir savaş uygarlığı olur. İnsanlık uzayı fethetmek üzeredir. İç barışa şiddetle ihtiyaç vardır. Yoksa, ‘sosyal tufan’dan ancak “Adil Düzen” gemisine binen çok az kimse kurtulabilir. Onlar da ancak bin yıl içinde insanlığın bugünkü seviyesine gelebilirler.

Diğer taraftan İslâm devletleri Kur’an’a dayanarak, onun öğreti ve emirleri doğrultusunda Filistin-İsrail çatışmasında kendi kendilerini hakem kabul edip hükümlerini ortaya koymalıdırlar. Müslüman ülkeleri siyasetlerini bu doğrultuda birleştirip insanlığa sunmalı ve bütün hareketlerini bu istikamette yürütmelidirler.

Adil Düzen’e göre Filistin-İsrail çatışmasında adil hüküm şudur.

1. Tevrat’ta İsrail oğullarına vaadedilmiş olan topraklar üzerinde kendi yönetimlerini oluşturma hakları vardır. Oralar onlara vaadedilmiştir. Onların olacaktır. Tevrat’ta Hazreti Musa Peygamber aracılığı ile vaadedilmiş topraklar üzerinde Müslümanlar hak iddia etmemelidirler. Bu topraklar Dicle ve Nil arası değildir; çünkü buralar Hazreti Musa’ya yani Yahudilere değil, Hazreti İbrahim’e vaadedilmiştir. Zaten bugün de O’nun zürriyetinin elindedir. Orada bulunan Filistinliler ya İsrail’in hükümranlık haklarını kabul edecek ve onlara cizye verip oralarda yaşayacaklardır, ya da oralardan hicret etmek durumundadırlar.

2. Dünya barışını isteyen diğer devletler, bilhassa İran ve Türkiye’nin yapacağı işler, İsrail’de kalan Filistinlilere asla karışmamalıdırlar. Onlar madem ki oradan hicret etmediler, bizim onlar için yapacağımız bir şey yoktur. İsrail devletinin iç işlerine karışmak yoktur. İslâmiyet’te ocak olsun, bucak olsun veya devlet olsun hiçbir yerin iç işlerine karışılamaz, onlar kendi kendilerini yönetirler. Orada kalanlar o yönetime boyun eğerler, kalamayanlar ise hicret ederler.

3. İsrail’den hicret eden muhacirleri barındırmak, diğer barış isteyen devletlerin, Müslüman devletlerin, bilhassa Türkiye ve İran’ın üzerine farzdır. Filistinlileri bir yerde toplamalı, onlara yepyeni bir vatan kurmalıyız. Ortadoğu’da onları barındıracağımız ve bir devlet kuracağımız pek çok yer vardır. Arabistan çölleri, Sina Yarımadası, Kuzey Afrika çölleri, Orta Asya çölleri bomboştur. Buralar İslâm devletlerinin elindedir. Türkiye su verebilir, İran yakıt verebilir ve burası mamur hâle getirilip 50 milyon civarında bir yeni İslâm devleti tesis edilebilir. Dünyada zulüm gören Müslümanlar buraya hicret edebilirler.

Bunu organize etmek İran ve Türk halkına düşen görevdir. Kur’an’ın emri budur. Kendilerine hicret edecekleri barındırmakla yükümlüdürler. Yalnız devletlerin değil, siyasi partilerin, bilhassa Milli Görüş partisinin görevidir.

4. İslâm/barış devletleri genel savaş stratejisini de belirlemelidirler.

a) İslâm/barış devletleri sadece savunma savaşını yaparlar, saldırıya geçmezler. Halkına zulmeden devlet varsa, ora halkının kendilerine hicret etmesini isterler.

b) İslâm/barış devletleri kendilerine saldıran devlet olursa, karşı saldırıya geçerler. Artık sadece savunma ile yetinmezler, karşı saldırıya geçerler.

c) Karşı saldırı atom bombası atarak masum insanları öldürmek olmamalıdır. Doğrudan piyade askerleri ile saldıran devletlerin veya ona yataklık eden devletlerin topraklarını işgal ederler. Türkiye ve İran birlikte ABD’yi uyarmalıdırlar. Eğer Ankara veya Tahran’a bomba düşerse, ilk yapacağımız iş Irak ve Suriye’yi işgal ederek İsrail topraklarına girmek olacaktır. Böyle demeli, ondan sonra da bunu yapmalıdırlar.

d) İsrail halkına karşı hiç bir düşmanlığımız yoktur. Bunların salahı Kur’an ehline emanettir. Saldırganlar arasında yer almayanlara asla dokunulmayacaktır. Bu kurallar yalnız İsrail devletine karşı konmuş kurallar değildir. Allah’ın tüm insanlık için konmuş kurallardır.

Hâsılı, Türkiye’nin belirsiz siyaseti de hatadır. İran’ın da İsrail halkına füze ile saldırması da hatadır. ‘Sen saldırırsan biz İsrail’i işgal edeceğiz’ diyecekledir. ABD’yi saldırgan olmaktan çıkarırlar ve harp tazminatını öderlerse biz de İsrail’den çıkarız diyeceklerdir. Bomba atmazlarsa asla mütecaviz olmayız diyeceklerdir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler