1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 361
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 17 Haziran 2006 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 361. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, RNE
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
FIKIH USÛLÜ ZORUNLU DERS OLMALI
AK PARTİ PROGRAMI VE TAVSİYELER
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 23. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ(84) ثُمَّ أَنْتُمْ هَؤُلَاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ تَتَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(85)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ (Va EiÜ EaPaÜNAv MIYÇaQaKuM)
“Hani sizden misak ahzetmiştik.”
Bundan önce de İsrail oğullarından misak almıştır. Orada “Tur’u ref ettik ve sizden misak aldık, Kitab’ı kuvvetle ahzedin.” denmişti. Burada ise “Dimaınızı/kanlarınızı sefk etmeyin/akıtmayın”. denmektedir.
Mü’minlerden istenen, birincisi, kendilerine gönderilen Kitab’a sahip çıkmadır. Allah İsrail oğullarını bunun için seçmiş ve görevlendirmiştir. Tevrat’ı uygulayarak insanlığa güven tesis etmelerini istemiştir.
Âmene, güven altına alma demektir. Yani, yeryüzünün barışını sağlamak ve insanların güven içinde olmalarını temin etmektir. Çağının İbrani devleti bunu Akdeniz’de sağlamıştır.
Mü’minler de böyle seçilmiş kimselerdir. Ne var ki “mü’min” kendi kendisini seçer. Herkese, bütün insanlığa “mü’min” olma açıktır. Kur’an’la bu görev İsrail oğullarından alınmış, mü’minlere geçmiştir.
İsrail oğullarının ilimde ve ticaretteki hizmetleri devam edecektir.
Kitab’ı uygulayarak insanlıkta anarşi ve zorunlu tehcir son bulmalıdır. Başkalarına karşı uygulayacakları barış ve güven düzenini, mü’minlerin önce kendi ülkelerinde uygulamaları gerekir.
Kur’an bunun için iki esası ortaya koyuyor: 1. Kan akmayacak, 2. Zorunlu tehcir olmayacak.
لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ “Demlerinizi sefk etmeyeceksiniz.”
Bir toplulukta öldürmelerin dışındaki zulmün telafisi vardır. Verilen zararlar mal ile giderilir. Ancak kan akıtmanın karşılığı yoktur. Burada “kan akıtma” derken, sadece öldürme kastedilmiyor.
Her türlü bedenî saldırı yasaklanıyor. Kan akmayacak, yani kişinin bedenine saldırılmayacak. Boğma ve yakma gibi saldırılar da kıyasen yasaklanmış oluyor. Bunun anlamı, ülke içinde iç güvenlik sağlanacaktır.
İsrail devletinin bulunduğu sahada kan akmaz. Aksa kısasla karşılanır.
Demek ki, kısas uygulamayan topluluklar, ülkelerinde kan akıtmaya izin vermemiş olacaklardır. Kısas bedenî saldırıları önleyen tek araçtır.
Zalim sermaye, insanlığı kana bulamak için kısası, yani idam cezasını kaldırmakla meşguldür. Onlar Allah’ın kendilerine emrettiklerinin dışına çıkmaktadırlar. Kanı akıtmamanın başka önleyici bir tedbiri de adil yargılama sistemidir. Eğer siz adil bir yargılama sistemini kuramazsanız orada iç güvenlik sağlanamaz.
Yine burada “kanı sefk etmeyin” demekle, kanı heder etmeyin, kısası uygulayın yahut diyeti ödeyin demektir. Yani, kanı boşa akıtmayın demektir. Bu da kısas veya diyetle gerçekleşmektedir.
İşte bugünkü insanlık kısası ve diyeti kaldırmış, cezayı kişinin kişide olan hakkı yerine, devletin vatandaşlara karşı hakkı olarak görmektedir. Bundan dolayıdır ki asıl davacı kamu kılınmıştır. Kamuya cinayetlere karşı af yetkisi verilmiştir. Oysa, Allah İsrail oğullarına kısası emrettiği gibi, afv yetkisi de ancak mağdur olanlara verilmiştir. Bugün zalim sermayenin insanlığa ne kadar büyük zulüm yaptığı çok açık olarak görülmektedir. Kendilerini Tevrat’ın müntesibi kabul edip İsrail devletini yaşatmak için dünyayı kana boyayan bu zalimlere Tevrat hatırlatılmakta ve zulmün mutlaka sonunun geleceği anlatılmaktadır.
Kur’an’ın bu âyetleri 1400 sene evvel Medine’deki Yahudilere değil, bugün ABD’de yerleşip karşılıksız para gücüyle dünyayı kana bulamakta olanlara hitap etmektedir.
Kur’an’ın mucizesi de burada açıkça görülüyor. Yeryüzünün güvenliği ve barışı ancak kısas ve diyet hükümleri ile sağlanabilir. Yoksa bugün yeryüzünde tesis edilmek istenen polis gücü ve merkezden atanmış hakimler yoluyla hiçbir zaman güvenlik ve barış sağlanamaz.
وَلَا تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُم (Va TuPRiCUvNa EaNFuSaKuM MiN DiYAvRıKuM)
“Ve nefislerinizi diyarlarınızdan ihraç etmeyiniz.”
Kanları akıtmama, insanların canlarını korumadır. “Diyarlardan ihraç etme” de, mallara saldırmadır.
Burada “DİYAR” çoğul olarak gelmiştir. “Dâr” “Devr” kelimesinden türetilmiştir. Etrafı çevrilmiş yer demektir. Buna “tahcir” denmektedir. Tarlalar çevrilerek özel mülkiyete dönüştürülür. Evler de duvarla çevrili özel mülktür. Burada özel mülkiyetin korunmasını istemektedir.
Kişinin odası, ailenin evi, aşiretin sitesi, bucakların beldeleri, illerin kentleri hep özel mülk içindedir. Yerinden yönetimde herkes kendi mülküne sahiptir. Merkez başkasının mülküne giremez, onları oradan çıkaramaz. Aşiret başkanlarının aşiretten, bucak başkanlarını bucaktan sürme yetkisi olmakla beraber, onların mal ve mülklerine el koyamaz, yerlerinin ve evlerinin değerini tam olarak vermelidir. Kişi ancak bucağından sürülebilir, il ve ülkeden sürülemez. Yani, il başkanının taşra bucaklarından sürme yetkisi yoktur. Devlet başkanının da kimseyi ülke dışına sürme yetkisi yoktur, sadece kendi bucak merkezinden sürebilir.
İsrail oğullarına emredilen, kişilerin bedenlerine ve mülklerine dokunmamadır. Yargı kararı ile yapılan uygulamalar istisnadır.
ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ (ÇumMa EaQRaRTuM) “Sonra ikrar ettiniz.”
Bir toplulukta Allah ile misak nasıl yapılacaktır? Sözleşmeler Allah’la misaktır, toplulukla misaktır. Toplulukların meclisleri vardır. Ocak ve bucaklarda doğrudan halk toplanır. İttifakla karar alabilir. Bu misaktır.
Bu her zaman mümkün değildir. Bunun yerine her bucağın şûraları vardır. Şûralar ittifakla karar alırlar. Bu karar misakın ahzidir. Bu misak ancak yine böyle ittifakla değişebilir. Böyle şûra kararı alındıktan sonra tüm üyelere arz edilir. İttifakla kabul ettiklerinde artık ikrar etmiş olurlar. Karar kesinleşir, icma hâline gelir. Karar şekillerinden şûranın aldığı kararlar ittifak, ama halkın ikrarı ile oluşan kararlar ise icma hâlini alır. Bu bucağın icmalarıdır. Ocakta bütün baliğlerin, bucakta bütün ilk ehliyetlilerin, ilde bütün orta ehliyetlilerin, ülkede bütün yüksek ehliyetlilerin, insanlıkta bütün üstün ehliyetlilerin ikrar ettikleri hususlar ocakta, bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta icma hâline gelmiş olur. Bunları artık şûra değiştiremez.
Anayasamızdaki değişmez maddeler bu tür maddelerdir. Ancak benzer şekilde icma ile değişebilir.
İşte buradaki “SÜMME” kelimesi bunu ifade etmektedir. Misakın ahzinden sonra, zaman geçtikten sonra ikrar yapılmaktadır. İnsanlara teemmül müddeti tanınır. Ramazan Bayramı’nda misak ahzedilir. İkrar ise Kurban Bayramı’na kadar tamamlanmalıdır. Ondan sonraki ikrarlar icmayı oluşturmaz. Yeniden yine herkes ikrara katılmak zorundadır. “Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nda bunlar yer almıştır. Orada fıkıhçıların içtihatlarına dayanılarak konmuş hükümlerin Kur’an’da karşılığı vardır. Bu durum dört delilin birbirini tamamladığını, tasdik ettiğini, teyit ettiğini göstermektedir. Bu da bir mucizedir.
وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ(84) (Va EaNTuM TaŞHaDUvNa)
“Ve siz şehadet ediyordunuz.”
“Birlikte ikrara şehadet ediyordunuz.” Ramazan Bayramı’nda alınan kararlar ikrara sunulur, kişiler ikrarlarını bildirmeye başlarlar. Kurban Bayramı’na kadar ikrar tamamlanır. Bucak başkanı ikrarın tamamlandığını beyan eder. Kurban Bayramı’nda icmanın hâsıl olduğu herkese duyurulur.
Bu kararın akdedilmemiş olduğunu, muhalif bulunduğunu birileri orada beyan ederlerse icma olmamış olur. O gün itiraz etmeyen, yıl içinde Ramazan Bayramı’na kadar hakemlere giderek kendisinin buna muvafakat etmediğini bildirebilir. Bu takdirde de hakemler kararı ile icma iptal edilir. Ama herkes muvafakatini verdikten sonra Kurban Bayramı’nda itiraz etmedi ise, yahut bayramdan sonra bir yıl içinde hakemlere gitmezse, o takdirde icma kesinleşmiş olur.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu husus yer almamıştır.
“Siz şahid idiniz” denmesiyle bu mekanizma burada beyan edilmiştir. Anayasaya eklenmelidir.
Burada bir hususa daha işaret etmemiz gerekir. Ceza hükümleri istişarî kararlarla alınamaz. Ceza hükümleri icmalarla tesbit edilir. Her bucağın kendisinin ceza mevzuatı vardır. İnsan hakları ile ilgili hükümler böyledir. Her bucakta kendi bucağı için insan haklarını kısıtlayan maddeler ancak icma ile konur. Suç ve cezalar da yine icma ile konabilir. Peki, bir kişi, iki kişi itiraz etse, icma yapılmamış mı olacaktır?
Buna karşı iki çözüm yolu çalışabilir.
1) Bir veya iki kişi gibi az kişilerin icmalara karşı olması hâlinde, onlar aleyhinde hakemlere gidilebilir. Hakemler bunların sadece inadına itiraz ettiğine karar verirlerse, onlardan içtihat ehliyeti alınmış olur. İcma mahkeme kararı ile tamamlanmış olur.
2) Diğer çözüm ise başkanın o kişileri nefyetmesi, bucaktan çıkarılmalarıdır. Bu takdirde icma tamamlanmış olmaz, ama ertesi Ramazan’da ilan edilir. Yeniden herkes ikrar verirse icma tamamlanmış olur.
Şimdi bizim takip ettiğimiz içtihat sistemini hatırlamaya çalışalım.
a) Tevrat’ı, Kur’an’ı, Hadisleri, Fıkhı, tabiî ve sosyal ilimleri okuyarak bir hükümler sistemini oluşturuyoruz. Bu varsayımlardır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı böyle ortaya koyduk.
b) Ondan sonra Kur’an’ı bu sistemimizi göz önüne alarak baştan sonuna kadar yorumluyor, Kur’an’dan teyit aldığımızı benimsiyor, Kur’an’ın aksine hüküm koyduğu yerleri değiştiriyoruz. Böylece fıkhımıza son şeklini vermiş oluyoruz. Şimdi yaptığımız yorumlarla sistemimizi Kur’an’dan istidlâl edilmiş hükümlerle karşılaştırıyoruz.
c) Bundan sonra yapılacak iş bu hükümlerin uygulandığı bucağı kurmak olacaktır. Bunun için bir yer satın alınır. Parselasyon yapılarak ‘Bin Hanelik Site’ kurulur. Kimseye tapu verilmez. Tapu neden verilmez? Bu sayede gerektiğinde hakemler kurulu kararı ile kişi siteden çıkarılabilir. Böylece oluşan sitede sonuçlara bakılır. Bunlar nelerdir? a) Bucak nüfusunun yaş toplamı diğerlerinden daha ileride olur. b) Kişi başına buğday cinsinden gelir diğerlerinden üstün olacaktır. c) Kişi başına işlenen suç en aşağı durumda olur. d) Evli olanların sayısı evli olmayanlara oranının miktarı. İşte, “Adil Düzen”e göre kurulacak bucaklar arasında böyle yarışlara girilir. Sonunda birkaç “Adil Düzen” sistemi oluşur.
d) Bundan sonra uygulanarak oluşturulmuş “Adil Düzen” sistemlerinin tebliğine girişilecektir. Dil Siteleri ve Mala-Mal Market Siteleri oluşturularak insanlığa “Adil Düzen” tanıtılacak ve kendilerinden reform yapmaları istenecektir.
İşte böylece “Adil Düzen” barış içinde gelmiş olacaktır.
Peki, Adil Düzen Çalışanları zorluklarla karşılaşmayacaklar mıdır?
Elbette karşılaşacaklar, ama onlara düşen sabretmek, hatalarını düzeltmektir.
Allah zalimlerin hesabını kendisi görür. Adil Düzen Çalışanlarına onlarla savaşarak “Adil Düzen”i kabul ettirmeleri emredilmemiştir. Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen Devleti”ni kurduktan sonra saldıran olursa savunurlar. Hz. Muhammed aleyhisselâm savaşları Mekke’de değil, Medine civarında vermiş, savunma savaşları yapmıştır. Mekke’yi de barış içinde fethetmiş, başkanları Ebu Süfyan Mekke’yi teslim etmiştir.
***
ثُمَّ أَنْتُمْ (ÇümMe EaNTuM) “Sonra siz.”
Yani, Allah sizden misak aldıktan ve şehadet ederek ikrar ettikten sonra zaman geçmiş ve siz verdiğiniz sözde durmamıştınız. Bir topluluk sözleşme yaptı mı, o sözleşme ondan sonra gelen nesilleri de bağlar. İsrail oğullarından Tevrat nâzil olurken alınan sözler, kıyamete kadar bütün İsrail oğullarını da bağlar.
Sözlerin gelecek nesli bağlaması için belli şartlar vardır.
a) Birinci şart; usûlüne göre karar alınması gerekir. İstişarî karar mıdır, hakemler kararı mıdır, şûra kararları mıdır, meclis kararları mıdır; ocak, bucak, ülke veya insanlık kararları mıdır? Dayanışma ortaklıkları içtihatları mıdır? Bunların kendi usullerince alınmış olması gerekir. İlgilileri bağlar.
b) İkincisi; alınan bir karar hangi usulle alınıyorsa o usulle değişebilir. Hiçbir karar alan merci gelecek neslin karar alma yetkisini kısıtlayamaz. Bu sebepledir ki Anayasamızın değişmez maddelerinin şer’î bir hükmü yoktur. Ancak şu şart ileri sürülebilir, o Anayasa halkın % 92’sinin kararı ile anayasalaştı. Anayasa’nın değişmez maddelerini değiştirmek için halkoyuna sürülmesi ve % 93 ekseriyetin aranması gerekir gibi bir mantık doğru olur. Ama askerlerin diktası ile oluşan maddeler değişmez, ancak bir asker değiştirir gibi bir mantık meşru değildir.
c) Üçüncü şart; anlaşmalar aleni olmalıdır. İlgililerden gizlenen bir madde keen lem yekündür. Dolayısıyla derneklerin, cemiyetlerin, toplulukların temsilcilerinin gizli olarak yaptıkları anlaşmalar keen lem yekündür. Bu sebepledir ki Lozan’da verilen gizli sözler bizi bağlamaz; hukuken bağlamaz, ama siyaseten değerlendirilmesi gerekir.
d) Çok önemli başka bir husus da; karar yetkililer tarafından alınmalıdır. Yani, vekâlet devam ederken alınmalıdır. Hakim olmadan hakimin aldığı karar geçersiz olduğu gibi, görevi bıraktıktan sonra alınan karar da keen lem yekündür. Bundan dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmadan önce verdiği sözlerin hiçbirinin hukuki değeri yoktur. Bu hususta kimse söz de veremez. Çünkü o günkü şartlara göre karar alma durumundadır. Yetkili olduğu zaman da gizli bir anlaşma yapmışsa o da geçersizdir. Ruslarla yapılan gaz anlaşmasının açıklanamaz hükmü geçersizdir yahut sözleşme tümden yapılmamış mahiyettedir.
Bunları burada neden anlatıyoruz?
“SÜMME”nin mânâsını vermek için anlatıyoruz.
Neslin değişmesi ile topluluğun sözleşmeleri değişmez. Atalarının aldığı kararlara uymak zorundadırlar. Hangi usulle karar alınmış ise o usulle değiştirebilirler. Topluluk başlangıçta soya dayanmaz ama topluluk soya dayanarak yaşar. ‘Türkiye Türklerindir’ derken, Türklerin çocuklarına kalacaktır demektir.
هَؤُلَاء “Hâülâi/Siniz”
“Ülâi” işaret zamiridir. “Zâ”nın çoğuludur. ‘Huve Raculün, o adamdır.’ ‘Huve er-Raculü, o, o adamdır’ anlamında söylenmesi fasih değildir. ‘Huve, huve er-Raculü’ denir, yani ikinci ‘hüve’ mânâsındadır. Ama burada huve huve tekrar olmaktadır. Bu takdirde haber zamiri yerine haber işareti konabilir. Fasih olur.
Buradaki “HÂÜLÂİ” bizdeki “siniz” demektir, işte siz böyle yapar oldunuz anlamındadır. Söz vermiş, sonra takrir etmiş iken, daha sonra verdiğiniz sözde durmayan bir kavim oldunuz.
تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ (TaQTuLUvNa EaNFuSAKuM) “Nefislerinizi katlediyorsunuz.”
Burada ‘Tesfikûne Dimaeküm’ denmemiş de, “Nefislerinizi katlediyorsunuz” denmiş. Çünkü sonu nefisleri katle varır. Kısasın ve diyetin olmadığı topluluğun sonu zulümdür, zulmün sonu da nefisleri katildir.
Sovyetler kırk milyon insanı, kendi insanını katletti. Güya yaşlılar gidince gençler artık suç işlemeyecekti. Oysa, gençler suç örgütleri kurarak suç işlediler. ABD şimdi İran’a saldırmaktadır. Afganistan’ı çözdü mü? Hayır! Irak’ı çözdü mü? Hayır! Saddam’ın suçu ne idi, hangi yüzle muhakeme ediyor? Saddam katliam yapmış. Sanki kendisi yapmıyor. Amerika kıtası katliam üzerinde oturmuyor mu?!.
İkinci Cihan Savaşı’nı zalim sermaye çıkarmış, böylece İsrail oğullarını İsrail’e hicrete zorlamış, birçok İsrail oğlu bundan dolayı sebepsiz katledilmiş, hem de kendileri tarafından katledilmiştir.
Burada ‘Kateltum’ demiyor da, “TAKTULÛNE” diyor. Yani, ‘şimdi katlediyorsunuz’ diyor.
Kur’an nâzil olduğu zaman böyle bir katliam sözkonusu değildir.
Muzari sigası aynı zamanda istikbal sigasıdır. Dolayısıyla ‘katledeceksiniz’ anlamı da verilebilir.
وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ (Va TuPRiCUvNa FaEIyQan MiNKuM MiN DiYAvRiHiM)
“Ve sizden bir fırkayı diyarlarından ihraç ediyordunuz.”
‘Diyarınızdan çıkarıyorsunuz’ denmiyor, “diyarlarından çıkarıyordunuz” deniyor.
İsrail oğulları ülkelerinden sürülmüşlerdir. Birinci sürgün Babil’e yapılmış, ikinci sürgün ise Romalılar tarafından her tarafa yapılmıştır. Böylece İsrail oğulları dünyanın her tarafına yayılmışlardır. Bu sayede dünyada örgütlenmiş bulunmaktadırlar. Nereye giderseniz gidin, orada Yahudi topluluğu bulursunuz.
İkinci Cihan Savaşı’nda bunlar katledildiler. Böylece diyarlarından sürülmüşlerdir, çıkarılmışlardır.
İsrail devletini ancak böyle kurabilmişlerdir. Yahudiler ticaret yapmakta, kurdukları Mason teşkilatı ile de tüm dünyayı yönetmekte, refah ve saadet içinde yüzmekte iken, devlet kurmağa kalkıştılar.
Şimdi hâlâ kan akıtmaktadırlar. “Sizden bir fırkayı diyarlarından ihraç ediyordunuz.” ifadesi, ancak bugünkü Yahudi muhaceretini ifade etmektedir. Yahudiler İsrail oğullarından idi. Diyarları ise her fırkanın kendi bulundukları memleketleri idi. Hâlen de böyledir.
تَتَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ (TaTaJAvHaRUVNa GaLaYHiM)
“Onların aleyhine tezahur ediyordunuz.”
Zalim sermaye, tüm sermayeyi tekeline almak için ABD’de New York’ta bulunan İsrail oğullarından başkasını dünyada rahatsız etmiş ve böylece diğer Yahudilerin zenginleşmelerine karşı oyun oynamıştır. Bunları İsrail’e hicrete zorlamış, orada da Filistinlilerle sürekli savaş hâlinde tutarak orada da gelişmelerini önlemiştir.
Zalim sermaye, belki de en büyük zulmü İsrail oğullarına yapmıştır. Bu hususta diğer ülkelerle dayanışma içine girmişlerdir. Yirminci yüzyılın diktatörlerini hep zalim sermaye finanse etmiştir. Mao’yu da o sermaye finanse etmiştir. Hitler’i yetiştiren de odur. Benzer desteği Türkiye’ye de yapmıştır. 6-7 Eylül olayları da yine aynı amaçla onlar tarafından tertiplenmiştir. Gayeleri dünya Yahudilerini İsrail’de toplayıp orada finanse ederek, onların da dünyada zenginleşmelerini önlemektir.
بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ (Bİ eLEiÇMi VaeLGuDVANi)
“İsm ve udvanla aleyhlerine muzaheret ediyorsunuz veya edeceksiniz.”
İstanbul Yahudilerini düşünelim. Sayıları belki binde birler civarında, ama Türk sermayesinin yüzde seksenini ellerinde tutmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası onlara çalışıyor. Türkiye’yi dışarıdan kumanda ile idare ediyorlardı. Otel odalarında hükümetler kurar, hükümetler indirirlerdi.
Bu durumları Osmanlılar zamanında da böyle idi. Osmanlıları borçlandırdılar, ekonomisini çökerttiler ve devleti yıktılar. İstanbul Yahudileri dünyada en etkin iken, etkisiz hâle getirdiler. Bu “İSM” idi. Yani, bunda düşmanlık yok ama işlenen suç nedeniyle kendi ekonomileri de çökme durumuna girdi.
Yine faizi meşrulaştırınca dünyada neler oldu? Önce piyasalardan para çekildi, yerine altın para girdi. Sonra faizleri ödemek için bugünkü faiz parasını icat ettiler. 100 katrilyon dolar piyasada ise, bunun % 5 faizinin ödenebilmesi için her yıl % 5 fazla dolar basmak gerekmektedir. Böylece faiz enflasyonu, enflasyon faizi körüklemekte ve dünya ekonomisi dengesini kaybetmiş bulunmaktadır. Birçok devletlerin paraları batmakta, birçok devlet dolar borcu içinde boğulmaktadır. Bu “İSM”dir.
“UDVAN” ise düşmanlıktır. Zalim sermayenin Yahudilere yaptığı zulüm bundan ibaret kalmamaktadır. Dünyada savaşları ve terörü alevlendirmekte, bundan yalnız diğer halk değil, İsrail oğulları da paylarını almaktadır. En çok huzursuzluğun olduğu ülke İsrail devletinin olduğu yerdir. Bu haliyle mesut ve refah içindeki İsrail devletini kurmak mümkün değildir.
Irak işgal edildi, Afganistan işgal edildi… Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan güya yola getirildi… Şimdi İran’la mücadele devam ediyor... Irak ile yirmi yıldan fazladır meşgul olunmaktadır... Dünyada yüz kadar devlet var; demek ki bu projenin tamamlanması için 2000 yıla ihtiyaç vardır!.. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu zalimlerin ham hayaller peşinde koştukları bellidir. Kaldı ki, ne İran, ne de Türkiye Irak değildir. Çin, Hindistan, Rusya, Avrupa Birliği hiç değildir. Demek ki, azgın zalim sermaye kendisini ateşe atmaktadır. Yedi milyar insana bir şey olmaz, ama 7 milyon Yahudi bu maceraya dayanamaz.
ABD güya dünyaya adaleti dağıtmaktadır. ABD eğer Hak uğruna jandarmalık istiyorsa, önce kendi ülkesinde, sonra yeryüzünde hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan yargı sistemini kursun. Onların aldığı kararların jandarmalığını yapsın. Faizi terk etsin, gümrük ve vize sistemlerini kaldırsın. Adil düzeni önce kendi ülkesinde kursun, ondan sonra dünyaya nizamat vermeye kalkışsın.
وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ (Va EiN YaETUvKuM EuSAvRAy TuFADUvHuM)
“Size esirler gelirse onları feda ediyordunuz.”
Savaşta ülkelerinden kaçan, savaşmak istemeyen esirleri, mültecileri iade ediyordunuz.
Zalim sermaye her iki tarafı destekleyerek savaştırmaya başlar. İkisini birbirine kışkırtır, ikisine de silahı ve cephaneyi sağlar. Savaş devam eder. Böylece onların ekonomik güçleri tükenir. Nüfusları kırılır. Sonra onları çalıştırarak tekrar canlandırır, tekrar savaştırır. Türkiye’de on senede bir yapılan askeri müdahaleler bu çatıştırma sonucu doğmuştur. Esirler de anlaşmalarla iade edilerek savaş sürdürülür. İkinci Cihan Savaşı’nda Türkiye’ye iltica eden Orta Asyalı Türk esirler iade edilmiş ve hudutta kurşuna dizilmişlerdir. Yani, savaşmak istemeyenler zorla savaştırılmaktadır. İslâm’da insanlar isterse cizye verip savaşmayabilmektedirler. Oysa zalim sermaye kuralları içinde herkes zorla askere götürülmekte ve zorla savaş sürdürülmektedir. İslâmiyet’te savaşmak istemeyenleri savaşa zorlamak Kur’an’da yasaklandığı halde, ABD tüm dünyaya savaş ilan etmiş; ‘Ya bizdensin, ya karşıdan!’ demiştir. Kendi kulelerini kendileri yıkmış, bunu bahane ederek tüm dünyayı ateşe sokmak istemişlerdir. Ne var ki ateş tüm dünyayı sarmamış, birkaç yeri yakmakla kalmıştır. Çin ve Rusya, Fransa ve Almanya hâlâ bu oyunların oyuncağı olmaya devam ediyorlar. Zalim sermayenin taşeronu olmaktan tüm dünya ve Hıristiyanlar çıkacaklardır. Zalim sermayenin ortaya koyduğu kural bundan da ibaret değildir.
Zalim sermaye savaşları sürdürmek için ne saçmalıkları aptal insanlığa kabul ettirmiştir. İnsanları hayvan saymalarında fazla haksız da değildirler. Savaşta zafer kazandığın zaman esir almayacaksın! Onları serbest bırakacaksın. Çünkü kölelik yasak! Niçin? Savaş devam etsin diye. Adam öldüreni idam ettirmiyor ki devamlı anarşi olsun. Aynı şekilde savaş esirlerini almak da yasak! Bununla yetinmiyor. Ganimet de yok!
Peki, niçin savaşacağız? Sermayenin hatırı için. Onun hakimiyeti ve zulmü için. Böylece esirleri feda etmek demek, köleliliği kaldırmak demektir. Kur’an bunların bu saçmalıkları yapacaklarını bize bildirmektedir.
“Adil Düzen” gelince idam cezaları gelecek, hattâ kısas arada işlenen suçlar için de uygulanacaktır. Kısas doğal haktır, kanuni hak değildir. Savaşın sonucunda da esirler köleleştirilecek ve sonra ıslah olduklarında hürriyetlerine kavuşturulacaklardır. İsrailliler bağımsız bir topluluk olarak Filistin’de yerleştirilecektir. Oradaki Filistinliler Sina Yarımadası’nda veya başka bir yerde yerleştirileceklerdir. Ama bunları mü’minler yapacaktır. Bütün bunlar ülkelerde savaş çıkararak değil, İsrail’de hayatın normal seviyeye çıkması ile sağlanacaktır. Dünya açık pazar olacağından, kıta merkezlerinde bütün insanlar mülk edineceğinden, Yahudilerin hem İsrail’de yüksek seviyede hayatları olacak, hem de dünyanın kıta merkezlerinde mülkleri olacaktır. Mü’minlerin güvencesinde insanlığa barış içinde ilimde ve faizsiz ticarette hizmetleri devam edecektir.
Demek ki, bu sistem mültecilerin iadesini ve harp esirlerinin köleleştirilmesinin yasaklanmasını ifade etmektedir. Kur’an bugünkü İsrail oğullarına hitap etmekte, onların bugünkü yaptıklarını anlatmaktadır.
وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ (Va HuVa MuXarRaMun GaLaYKuM İPRACuHuM)
“Oysa o size haram idi, onları ihraç etmek.”
Haram olan nedir? Esirlerin feda edilmesi haram kılınmıştır. Yani, onları eski yurtlarına iade etmek de haram kılınmıştır. Burada haram kılınanlar, insanları yurtlarından ihraç da kastedilmiş olabilir. Yani, Berlin Yahudilerini zorla İsrail devletine ihraç size haram kılındığı halde siz bunu yaptınız. Yahut, mültecileri geri iade etmek size haram kılındığı halde, siz iade ettiniz. Yahut, esirleri gelişigüzel salıvermek haram kılındığı halde, siz köleliği yasaklayarak feda ettiniz.
Kölelik neden kaldırıldı? Bu hususu mü’minlerin iyi bilmeleri gerekir.
Tarım döneminde büyük çiftlikler ancak kölelik müessesesi ile yaşayabilirdi. Amerika’ya göç eden Avrupalılar Amerikan yerli halkını soykırımından geçirdiler. Elde ettikleri büyük toprakları işlemek için Afrika’dan savaş dışı yakaladıkları kimseleri Amerika’ya köle olarak sattılar. Böylece Amerika’da büyük tarım çiftlikleri oluştu. Zalim sermaye büyüyüp tekelleşmeye başlayınca büyük sermaye doğdu. Ne var ki, sermaye işçi bulamadı. Kendisine ucuz işçi temin etmek için köleliği kuzeylilere yasaklamak istediler. Çünkü tarım güneyde gelişmişti. Güneylilerin köleleri işçi olarak kuzeyliler tarafından gasp edilmek istendi. Savaş çıktı. Zalim sermaye kuzeylileri destekledi. Çünkü kuzeydeki sanayi tesisleri onlarındı.
Demek ki, köleliğin yasaklanması sömürü sermayesinin kendisine işçi bulabilmesi, yani tüm insanları köleleştirmesi demektir. Zalimlerin zulüm araçlarıdır.
“Adil Düzen”le önce işçilik sistemi son bulacaktır. Artık sömürü sermayesi insanları köleleştiremeyecektir. Savaşlar azalacaktır. Savaş esirleri çok az olacaktır. Onların da çoğu azat edilecektir. Savaş dışı kölelik zaten olmayacaktır. Nasıl bugün Avrupa’da işçileri disipline etmek için küçük bir işsizlik sürekli sürdürülüyorsa, kölelik de tek tük olarak kıyamete kadar sürüp gidecektir. Nasıl çok evliliği kaldırırsanız, muta evliliklerini yasaklarsanız, yerini genelevler alırsa; bunun gibi köleliği kaldırırsanız, yerini tüm insanlığın işçi olarak köleleştirilmesi doğar. Kimse Allah’ın düzenini değiştiremez.
Kur’an İsrail oğullarını muhatap alarak III. Bin Yıl sorunlarını dile getirmektedir. Kur’an bunlara bu kadar önem vermektedir. Çünkü III. Bin Yıl sorunlarını hep bunlar üretmektedirler. Batı uygarlığının mimarları onlardır. Batı uygarlığı kuvvet uygarlığıdır. Kaderin gereği böyle olması gerekmektedir.
Adil Düzen Çalışanları çok rahat olmalıdırlar. Çünkü Kur’an sayesinde önlerini görebilmektedirler. Adil Düzenciler hep İsrail oğullarının işledikleri fiiller ile cihat yapmak zorunda kalacaklardır. Hıristiyanlarla işbirliği yaparak bu bela III. Bin Yıl Uygarlığının sırtından çözülecektir.
أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ (Ea Fa TuEMiNUvNa Bi BaGWı eLKıTAvBı)
“Yoksa Kitab’ın bazısına mı iman ediyorsunuz?”
Kitap yazılan bir yazı değildir. Kitap bir projedir, bir sistemdir. Baştan sonuna kadar ne yapılacağı belirtilmiştir. Eksikler sistem içinde içtihatlarla tamamlanacaktır. Sistem değişmez. Her kitabın bir sistemi vardır. Kitaplar varsayımları içerir. Sistem varsayımlara oturur. Bu sebepledir ki her topluluk kendi kitapları ile amel etmek zorundadır. O sebepledir ki tercüme kanunlarla ülke idare edilemez.
Fıkıhçılar hukuk mühendisliği yaparak sistemi oluşturmaktadır. Sömürü sermayesi kendisinden başka kimsenin sistemi oluşturmaması için, kendileri dışında düşünen insanları ‘sosyal mühendislik’ diyerek aşağı görmektedir. Oysa, mühendislik yapmaksızın nasıl bir makine icad edilemezse, fıkıhçı olmadan da bir topluluk oluşturulamaz. Kapitalizm kendi içinde tutarlıdır. Zalim sistemdir ama tutarlıdır ve varlığını sürdürmektedir. Sosyalizm de kendi içinde tutarlıdır. O da başarılıdır. Karma ekonomiler bu sebeple başarısızdır. Sömürü sermayesi dünyayı sömürebilmek için karma ekonomisini dayatmaktadır.
Kitab’ın bazısı ile amel etmek caiz değildir. Fıkıhta da mezheplerin karması ile amel etmek caiz değildir. Kur’an bu âyetlerle karma uygulamaları caiz görmemektedir.
Şöyle bir sorun ile karşı karşıya kalıyoruz.
Madem ki sistemde karma uygulama yapılamıyor. Birden de sistem değişemeyeceğine göre, inkılâbı nasıl yapacağız? İşte tarihte inkılâpları hep bu sebeple yalnız peygamberler başarmışlardır.
Şimdi AK Parti uygulamasına bakalım.
AK Parti diyor ki; ‘Biz programımıza faizsizliği koymadık, dolayısıyla böyle bir uygulamamız sözkonusu değildir!’ Programa koymadıklarını yapmıyorlar, koyduklarını da yapamıyorlar. Çözüm nedir?
İşte yürürlükte olan düzende belediye başkanı olanlar, yahut bakan olanlar ne yapmalıdırlar?
a) Önce, cari sisteme hiç dokunmadan, olduğu gibi sürmesine devam edeceklerdir. Bu bozuk düzendeki yolsuzluk bile bir düzendir. Rüşvet olmazsa, Türkiye yaşamaz. Vergi kaçırılmazsa, tüm işletmeler iflas eder. Dolayısıyla cari düzene dokunulmamalıdır.
b) Yetkililer ilmî heyetler oluşturup “Adil Düzen”in bütün detayları ile projesini hazırlamalıdır. Teorik olarak tartışılmalı, eksiklikler giderilmelidir. Hedefimiz belirlenmelidir.
c) Ondan sonra asıl zorlu taraf başlayacak, ‘geçiş dönemi planlaması’ yapılacaktır. Bugün mevcut olan faizli bankalar devam edecektir. Ancak devlet kendi borç ve alacaklarına faiz uygulamayacak, sıfırlayacaktır. Sadece devlet borç ve alacakları altına kote edilecektir. ‘Faizsiz bankalar’ işletme senetlerini kasadaki stoklarına göre değerlendirip kârsız olarak işletmeler adına alıp satacaklardır. Banka işletmenin cirosundan mesela yüzde bir alacaktır. Bu şekilde anlaşma yapan bankalara Merkez Bankası ‘faizsiz kredi’ verecektir. Merkez Bankası bankaların aldığı cirodan işletme paylarına ortak olabilir. İşte, bir taraftan ‘mevcut düzen’e dokunmuyorsun, ama diğer taraftan ‘faizsiz sistem’in de çalışmasına imkan veriyorsun. Bu uygulama karma ekonomi demek değildir, bu uygulama geçiş uygulamasıdır. İki çeşit kredileşme, faizli ve faizsiz kredileşme birbirine rakip olarak çalışmalıdır. Bir gün faizsiz müessese faizli müesseseyi yenerse, “Adil Düzen”e kendiliğinden geçilmiş olur.
d) Makroda faizsiz müesseselere geçme denemeleri yapılacaktır. Başarı ihtimali çok azdır. Mevcut düzen buna izin vermeyebilir. Bunun yanında faizsiz bucakların tesisi için devlet ‘faizsiz kredi’ verir. Müteşebbisler “Adil Düzen”e göre proje hazırlarlar. İlgililer bunun yasalarını hazırlarlar. Devlet önce bu projeyi onaylar. Bunlar arazi alırlar, devlet bedelini öder. Malzeme alırlar, devlet bedelini öder. İşçi çalıştırırlar, devlet ücretini öder. Bin hanelik bir “Adil Düzen Bucağı” oluşturulur. Meskenlerin inşası için 100 bin YTL verilir. 100 milyon YTL meskenler için açılır. 100 milyon YTL de işyerleri için açılır. Böylece “Adil Düzen”e göre site tamamlanmış olur. Buraya göç etmeyi düşünenler bütün mal varlıklarını sitede satın alırlar. Orada onlara yer verilir. İşyerine ortak eder, borçlu kalanlar çalışarak borçlarını öderler. Kurucular beş sene içinde borçlarını itfa ederlerse başarıya ulaşmış olurlar. Burada siteye 200 milyon YTL kredi verilerek beş yıl içinde 400 milyon YTL olarak da istenebilir. Bu faiz değildir. Bir şartla ki, ödeyemediği kısma devlet el koyar. Böylece “Adil Düzen” bucaklarda uygulanır. Sonra bucaklar yenilenir. Bizim iktidarda olan partilerden istediğimiz hemen “Adil Düzen”e geçmeleri değildir. “Adil Düzen”i hedeflemesini istiyoruz. Faizli kredi müessesesinin yanında, ‘faizsiz ortaklık’ şeklindeki ‘kredi kurumuna’ da yer verilmesini istiyoruz.
وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ (VaTaKFuRUvNa Bi BaGWın) “Bazısına küfür mü ediyorsunuz?”
Burada dikkat edilecek husus, bazısını yapıyor, bazısını yapmıyor musunuz denmiyor.
“Bazısına inanıyor, bazısını küfür mü ediyorsunuz?” deniyor. O halde, geçiş döneminde cahiliye dönemi uygulamalarını yapabiliriz. Bu yasaklanmıyor. Yasaklama uygulamanın tedriciliğine değil, ona inanıp inanmama üzerinedir.
AK Partililere iktidarlarının ilk günlerinde öneride bulunduk; ‘gelin faizsiz müesseseleri çalıştırmaya başlayalım’ dedik. Bize cevap olarak; ‘birden olmaz’ dediler. Buna bizim de elbette bir diyeceğimiz yoktur. Ama ‘birden olmaz’ diyorlar, ondan sonra da birden olmayacağı için hiç başlamıyorlar; yani, hiç olmaz demek istiyorlar! İşte bazısını küfür budur. Amelde inhiraf olabilir ama sistemde inhiraf olmaz, sistem de tedrici olarak gelir.
فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ (Fa MAv CaZAEu MaN YaFGaLu ÜAvLiKa MiNKuM)
“Sizden bunu kim yaparsa onun cezası dünya hayatında hızydır.
Âhirtette de azabın eşeddine reddolunacaklardır.”
Buradaki çok önemli husus “Sizden” denmektedir. Herkes için söylenmektedir. İsrail oğullarına söylemektedir.
AK Parti de, DYP veya ANAP gibi lâik bir parti olarak ortaya çıksaydı, onun cezası farklı olacaktı. Ama Millî Görüş olarak ortaya çıkıp iktidar olunca gömlek değiştirmek, işte onların cezası bu dünya hayatında hizydir. Âhirette de eşedd azaba uğrayacaklardır. CHP zalim düzende başarılı olabilir, ama AK Parti’nin başarılı olması mümkün değildir. Diyebilirsiniz ki, o zaman münafık idiler. İktidar olmaları için Millî Görüşçü görünmüş olabilirler. O zaman başarı şansları olabilir! Ama, hayır, çünkü münafıklar için de aynı şey sözkonusudur.
AK Parti önce Adil Düzencilerle, Akevler’le temasını sağlasın, onlarla istişare etsin. Ondan sonra yine kendi aklıyla hareket etsin. Her şeye rağmen başarı ihtimali yoktur. “Adil Düzen”i kabul etmez ama ömrü uzar. Firavun Hazreti Musa ile görüştüğü için yirmi sene daha krallık yapmıştır. Ama kulaklarını Allah’ın emirlerini aktaranlara tıkar, onlarla görüşmemekte ısrar ederse, akıbetini çok yakın zamanda beklesin. Allah’tan korkup Allah’a iltica edeceğine, ABD’den korkup AB’ye iltica yanlıştır. Demokrat Parti de böyle yaptı; CHP’den korktu, ateistlere sığındı. Akıbeti bilinmektedir. İşte buradaki “Minküm/Sizden” sözü seçilmişleredir. İsrail oğullarınadır. Mü’minleredir, Adil Düzencileredir. Diğer halk ve Müslimler böyle cezaya müstahak olmayacaklardır.
إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Yalnız dünya hayatında onlara hızy vardır.”
“Hızy”de rezalet vardır, perişanlık vardır. Yine dikkat edelim ki, onlara helâk vardır denmiyor, dünyada onlara rezalet vardır. Gerçekten de DYP’lilerin başına böyle hizy gelmiştir. “Adil Düzen” düşmanlığı yapan Tansu Çiller’in başına böyle hizy gelmiştir. “Adil Düzen”i terk eden Saadetçilerin başına böyle hizy gelmiştir. AK Parti de böyle bir hizyi beklesin. Adil Düzencilerin böyle yerlerde gözleri olmadığı için onlar daima onurlarını korudular, koruyacaklardır da...
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ (VaYavMa eLQıYAMaTi YuRadDUvNa EiLAv EaŞadDİ eLGaÜABı) “Ve kıyamet yevminde de eşedd azaba reddolunacaklardır.”
Kitab’ın bazısına inananların bu dünyada kısmen başarıya ulaşacakları sanılır. Oysa, yarım yumurtadan yarım civciv çıkmadığı gibi, Kitab’ın yarısından da yarım düzen çıkmaz. Âhirette de bunlara yarım olmasa da, dörtte bir sevap yazılacağı düşünülebilir. Aksine, bunlar eşeddi azaba uğrayacaklardır.
CHP’ye niçin düzeni uygulamadın diye sormayacaktır, ama AK Partililere soracaktır. Ve onları müşriklerden daha aşağı yerlere bırakacaktır. Bunları ben söylemiyorum. Adil Düzenci olup veya görünüp de ondan sonra bırakanlara Kur’an söylemektedir. Tabii Kitab’ın bazısına inanıp bazısını inkâr edince iş kolaydır. Bu âyeti de inkâr edersin, olay biter!..
وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(85) (Va MAv elLAHu Bi GAFiLin GamMAv TaGMaLUvNa)
“Allah amel ettiklerinizden gafil değildir.”
Cezalar birçok zamanlar gecikmeli gelir. Allah imkan verir, belki düzelecekler diye zaman verir.
Beşyüz yıldır bir taraftan uygarlığa hizmet ederken, diğer taraftan sömürü sermayesi birçok cinayetler işlemiş, insanlığı ateşe ve ıztıraba sürüklemiştir. Tevbe etsinler. Allah günahlarını afvetsin diye hâlâ onlara mühlet vermektedir.
Her şey O’nun kaderi içinde yürümektedir.
Sermaye Türkiye’de de Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’daki denemelere girişebilir. Ama Türkiye kolay yutulan lokmalardan değildir. Sonra sermeyenin gücü 2000’inci yıldan sonra azalmaya, hiç olmazsa duraklamaya başlamıştır. Beşyüz sene sonra bu sermayenin artık etkisi tamamen yok olacaktır. Yaşamaları için “Adil Düzen”i kabul etmek zorundadırlar.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-361 ADİL DÜZEN DERSLERİ-191 İstanbul, 17 Haziran 2006
FIKIH USÛLÜ ZORUNLU DERS OLMALI
Batı uygarlığı günümüzde zirveye ulaşmıştır. Dayandığı temel matematiktir. Matematik olmasaydı uzaya gitmesi mümkün olmazdı. Matematik olmasaydı, şimdi ben bu bilgisayarda yazmaz olurdum. Matematiğe dayalı olarak sanayiyi geliştirmiş, o sayede ekonomisi gelişmiş, ilimde büyük keşifler yapılabilmiştir. Batı uygarlığını anlamak isteyen mutlaka matematik ilimlerini en üst seviyelerine kadar öğrenmeğe çalışmak zorundadır.
Batı dünyası sanayide ve ekonomide elde ettiği başarıyı hukukta ve yönetimde elde edememiştir. İşte bu sebepledir ki, Batı dünyasının tarihi kan ve zulümlerle doludur. Müslümanlar ise hukukta ve kısmen yönetimde büyük başarılar elde etmişler, bin seneden fazla insanlığı huzur ve barış içinde yaşatmışlardır. İslâm’ın elinde “Fıkıh Usûlü” ilmi vardır. O sayede adil hükmetme imkanına ulaşmıştır.
Şimdi size bir misal ile bunu açıklamaya çalışalım. Bir yetkilinin verdiği emirler ilgilileri bağlar. Mesela, bir öğretmenin sınıfına verdiği emirler öğrencileri de bağlar. Öğrenciler bu emirlere uymak zorundadırlar. Öğretmen öğrenciye emri nasıl verebilir?
Fıkıh usûlüne göre öğretmen üç yolla öğrencilere mesaj ulaştırır.
a) Öğrencilere sözüyle hükmünü bildirir. Mesela, dersi sona erdirince ‘dershaneden çıkabilirsiniz’ der. Yani çıkmalarına izin vermiş olur. Yahut ‘dershaneden çıkınız’ der. Onların sınıfı boşaltmasını ister.
b) Öğretmen öğrencilere fiili ile de buyruklarını bildirir. Ders bittikten sonra kendisi dışarı çıkınca öğrenciler de dışarı çıkabilirler. Mesela, öğretmen sınıfta çay içerse öğrencilerin de çay içmelerine izin vermiş olur.
c) Öğretmenin öğrencilere istediği mesajı sükut ederek de iletilir. Öğretmen dersi bitirdi; ‘dersim bitti’ dedi. O arada bir öğrenci kalktı, dışarı çıkmak için kapıya yürüdü. Öğretmen gördüğü halde sesini çıkarmadı, sükut etti. Diğer öğrenciler de kalkıp sınıftan çıkabilirler. Sükut ile dışarıya çıkmalarına izin vermiş olur. Buna takriren teşri denir.
Bunların her birine kavlen, fiilen, takriren teşri diyoruz.
“Müsellemü es-Sübût” adlı usul kitabında önemli bir konu tartışılmaktadır.
Öğretmen dersi bitirdi, ‘sınıfı boşaltın’ dedi. Böylece sınıfın boşaltılmasını emretmiştir.
Burada öğretmen iki yoldan birini izleyebilir.
a) Öğretmen bu emri verdikten sonra, sınıfı terk eder. Öğrenciler öğretmenden sonra sınıfı boşaltırlar. Beş dakika sonra öğretmen geri gelmiş ve bir veya iki öğrenci içeride oturuyor, sesini çıkarmamıştır. Öğretmen gitmiş sonra yönetici gelmiş, sınıfı terk etmeleri emredildiği halde terk etmeyen öğrencileri disiplin kuruluna vermiştir. Öğrenci savunuyor. Öğretmen gördüğü halde sesini çıkarmadı, takriren izin verdi. Dolayısıyla biz izin alarak oturduk diyorlar. Bunların bu savunmasının kabul edileceğinde ittifak vardır.
b) Öğretmen emri verdi, sınıfın boşalmasını bekledi, sınıf boşaldı. Ancak içerde bir iki öğrenci oturmaktadır. Öğretmen sesini çıkarmaz, çıkar gider. Yine yönetici gelir, disiplin kuruluna vermek ister. Onlar, öğretmen bizim oturduğumuzu gördü, sesini çıkarmadı. Dolayısıyla bize takriren izin verdi diyorlar ve beraat ediyorlar. Bunda da ihtilaf yoktur. Çünkü takrir de delildir.
c) Şimdi bu izin sadece o sınıfta kalan bir veya iki öğrenci için mi, yoksa diğer öğrenciler için mi geçerlidir? Öğretmen sınıfı boşaltmış ve ondan sonra çıkmış ise ve orada oturan öğrencilere ses çıkarmamışsa, bu izin sadece orada kalanlara ait olup, diğerleri geri gelemezler. Gelselerdi, disiplin kuruluna gidildiğinde o ilk kalanlar beraat eder, diğerleri yani sonradan girenler mahkum olurlardı. Bunda da ihtilaf yoktur.
d) Öğretmen boşaltmayı beklemeden çıkıp gitti, sonra geldi ve gördü ki, bir veya iki öğrenci sınıfta oturuyor, sesini çıkarmadı, çıkıp gitti. Bunu gören diğer öğrenciler de sonra sınıfa girip oturdular. Yönetici geldi ve disipline verdi. Öğrenciler savundular. İlk kalanlar takrirdeki izinden dolayı beraat ederler. Ama sonra giren çocuklar da beraat ederler mi, yoksa onlar disiplin cezasına mı çarptırılırlar? İşte burada Şafiiler ile Hanefiler arasında ihtilaf vardır.
1) Şafiilere göre sonradan girenler cezalandırılırlar. Çünkü sükut ister aynı mecliste ister sonraki mecliste olsun özel olarak başkasına taaddi etmez.
2) Hanefilere göre ise sonradan gördüğü halde sesi çıkarmamış olması ilk verdiği emri değiştirme anlamında olduğu, sonradan giren öğrencilere de izin sayılacağı için cezalandırılmazlar.
Hindistanlı alim bunu şöyle birleştiriyor. Sükut ile müsaade özeldir. Kim için sükut etmişse yalnız ona izindir, ona ruhsattır. Ama kıyas ile başkalarına taaddi eder. Mesela, sükut edilen kimse sakat olabilir, yahut kız olabilir, bu tür illetle hüküm taaddi eder. Başkalarına da geçer. Değilse onlara özel olmuş olur.
Görülüyor ki, tenkilde nasıl matematik soluk gibi gerekli ise, yaşamak için de usul hava gibi gereklidir. İnsanlık bu ilmi yani “Fıkıh Usûlü” ilmini okumayı terk ettiği için bugünkü zulmün ve anarşinin içindedir. Mahkemeler onlarca sene sürmektedir.
Biz bu yazımızla AK Parti’yi Ve Türk Ordusunu “Fıkıh Usûlü”nün zorunlu ders hâline getirmeye dâvet ediyoruz. Usûlü yalnız biz “Akevler Adil Düzencileri” getirebiliriz. Size yardımcı olalım…
Kâinatta sosyal evrim kanunu vardır. Nasıl uçak havada dursa düşerse, evrime uyamayan topluluklar da durup yerlerinde saydıklarından mahvolurlar. Bizden söylemesi...
(Müsellemü es-Sübût;1/354)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-361 ADİL DÜZEN DERSLERİ-191 İstanbul, 17 Haziran 2006
AK PARTİ PROGRAMI VE TAVSİYELER
AK Parti kurucuları ‘biz değiştik’ diyorlardı…
Doğrudur, onlar değiştiler. Çünkü daha önce Millî Görüş içinde ‘yobazlar’ kanadını oluşturuyor, “Adil Düzen”e karşı çıkıp ‘biz lâik değiliz, biz demokratik değiliz’ diyorlardı. 28 Şubat süngüsünü görünce onlar da Adil Düzenciler gibi lâikliği ve demokrasiyi kabul ettiler ve değiştiler!..
Değiştiler de ne oldular?
Takiyye yaparak Adil Düzenci oldular; ama “Adil Düzen” kelimesine de düşman oldular ki, Adil Düzencilere mağlup oldukları ortaya çıkmasın!..
Abdüllatif Şener, ‘Ben hiçbir zaman Adil Düzenci olmadım!’ diyerek cumhurbaşkanlığına talip oldu! Kökten Millî Görüşçü olan Atilla Koç da kendisini aklayabilsin diye ‘Ben Millî Görüşçü olmadım!’ diye beyanat verdi. Baştan itibaren Millî Görüşçü ve Adil Düzenci olan Gürsoy Erol ise mertçe “Adil Düzen Nedir?” Basın Bülteni ile AK Parti içinde gerçek hüviyetini ortaya koydu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, grup toplantısında ‘kimse başka gömlek giyemez’ diyerek, tüm bakanlara, tüm milletvekillerine, tüm teşkilata Adil Düzenci olmayı yasaklamak istemiş, böylece AK Parti’nin ecelini hazırlamıştır.
“Adil Düzen”i devre dışı bırakma çabasını Tansu Çiller göstermiştir; şimdi nerededir?!.
Ondan sonra “Adil Düzen”e karşı hazırlık yapan Ekrem Pakdemirli’dir; şimdi nerededir?!.
“Adil Düzen”i resmen terk eden Refah Partisi’dir; şimdi nerededir?!.
AK Parti de o mezarlıkta kendisine yer hazırlıyor, galiba...
Başbakan ‘Partimizin programı var!’ diyordu. Bir ara bana parti programını verdiler. Okumadım, çünkü yazılan parti programı değildi, sadece Anayasamızın içerdikleri temenniler hâlinde sıralanmıştı.
AK Parti yerine HADEP yazsan yine onun da parti programı rahatlıkla olabilir. Hattâ faşist Alman anayasası ile Sovyet anayasası ile kurulacak partiler de aynı şeyleri söyleyebilir. Çünkü program değil, insanlık anayasasının takdiminden ibarettir. Diğer parti programlarından hiçbir farkı yoktur.
Aslında AK Parti programı bir düzen programıdır. Bir fark vardır. AK Parti programında neler yapılacağı yazılmıştır. “Adil Düzen”de ise onların nasıl yapılacağı yazılmıştır.
Başbakan zalim sermayenin bilinçsiz uygulayıcısı olarak programın nasıl uygulanacağını gösteren “Adil Düzen”den partisini uzak tutuyor ki, AK Parti programında yazılanları uygulamaya geçmesin.
AK Partililere tavsiye ederim: Parti programlarını şimdi bir defa olsun okusunlar. 1400 satırlık programa bakarak ‘Şu üç-dört senede neler yaptık?’ diye bize bildirsinler, biz de öğreneyim. Evet, AK Parti’nin iyi yaptıkları şeyler vardır. Mesela, AB’den müzakere takvimini aldı. Ama programda böyle bir şey yazılı değildir. Programda AB’den bahsedilmiş ama bir hedef konmamıştır.
Bu sözlerimi duyamayacaklardır, ama yine de tavsiye ediyorum. Başbakan AK Parti programını okusun. Siyasi partiler ve seçim kanununu değiştireceğini vaat etmiştir. Anayasayı değiştirmeyi vaat etmiştir. Bırakınız değiştirmek, bu konularda en küçük bir hazırlığı var mıdır?!.
Bir devletin yapısını anayasalar ortaya koyarlar.
Yeryüzünde iki çeşit anayasa vardır; ‘merkezî yönetimli dikta anayasaları’ ile ‘yerinden yönetimli demokratik anayasalar’ vardır. Türkiye 1920 yılından beri “Hakimiyet Milletindir” düsturunu esas almış, demokratik halk yönetimini seçmiştir. Bu hedeftir. Bu hedefe ulaşmak kolay değildir. Önce istiklâlini kazanacaksın, siyasi istiklâlini kazanacaksın. Sonra ekonomik istiklâlini kazanacaksın. Sonra milleti hakim kılmanın mekanizmasını geliştireceksin. Anayasalar milleti hakim kılmanın ne olduğunu ortaya koyar. Ancak bunu gerçekleştirme ise anayasalarla mümkün olmaz. Uzun çalışmalara ihtiyaç vardır... Çözümleri ortaya koymak gerekir... Sonra halka anlatmak gerekir... Sonra inandırmak gerekir... İşte ondan sonradır ki parti iktidar olur ve uygulama yapar; başarırsa kalır, yoksa iner, başkası çıkar, onun programı denenir...
Parti programı demek, anayasada benimsenen ilkelerin nasıl gerçekleştirileceğini anlatan anayasal mühendisliğin ürünü metin demektir. Halkın beğenisini kazanmak şartıyla yürürlüğe girer.
Bu anlamda Türkiye’de, belki dünyada tek parti programı vardır, o da “Adil Düzen Programı”dır.
Türkiye’de şimdilik sadece Bağımsız Türkiye Partisi bu yoldadır.
Adil Düzen Çalışanları bir parti kurmalıdırlar. Ama bu parti iktidar olmak için kurulmamalıdır. Halkımıza ve insanlığa bir partinin tüzüğü nasıl olur, bir parti “Adil Düzen”e göre yani demokratik ilkelere göre nasıl çalışır, onu göstermek için parti kurulmalıdır. Çünkü kimse parti içi demokrasiye razı değil. Dolayısıyla, şimdilik onlarla işbirliği yapmamız mümkün görülmüyor...
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL