1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 509
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 09 Mayıs 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 509. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
ŞEYTANIN SİLAHI VE SİYASET
ERBAKAN VE SORUNLAR
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 56. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
100 DAİRELİK KLİMA-SERA
TOPLU KONUT PROJESİ-3
***
Tarımda “kıyamet” mi, ya da “tufan” mı?
‘Ölüm tohumları’nın yönetici ve finansörleri
Irak’taki Ebu Garib tohumları nerede?
Tarımda tekel tuzağı
Reşat Nuri EROL
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 16
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ(32) أَفَمَنْ هُوَ قَائِمٌ عَلَى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ قُلْ سَمُّوهُمْ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْأَرْضِ أَمْ بِظَاهِرٍ مِنْ الْقَوْلِ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنْ السَّبِيلِ وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ(33) لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَقُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ اللَّهِ مِنْ وَاقٍ(34)
وَلَقَدْ Va LaQaD ve
Bundan önce sûrede “LeKaD” geçmediği için neye atfolduğunu bulmamız için bir fiili maziyi aramamız gerekir. “Kezalike Erselnake”ye atıftır. Seni bir ümmet içinde gönderdik, onlar Rahman’a küfrediyorlardı, denmişti. Sonra mucize taleplerine cevap verilmiştir. Onlara dağları yürüten Kur’an gönderilseydi bile inanmayacaklardı. Şimdi de, “Senden önce gelen resuller istihza olundu” diyerek, sana yapılan istihzanın da normal olduğu belirtilmiştir.
Burada bize yeni mânâlar verdirmeye sevk eden “LeKaD” kelimesi olmuştur. “KaD” kelimesi fiil-i mazi üzerine geldiğinde o sonucu devam ediyor demektir.
“Cae Ahmedu” desem, Ahmet gelmiştir.
Ama şimdi burada mıdır, değil midir, bir şey söylenemez.
“Kad Cae Ahmedu” deyince:
a) Ahmet mutlaka geldi. Gelmediği olmamıştır. “Le” ile gelince bu mânâ teeyyüt eder.
b) “Kad Cae Ahmedu” demek; geldi, buradadır, gitmemiştir demektir.
c) “Kad Cae Ahmedu” Ahmet şimdi geldi demek olur.
d) Fiil-i muzari de bazen mazi mânâsına gelmektedir. Yani mazide muzariyi teyit etmektedir. Muzaride ise muzariliği teyit etmektedir. O olması ihtimalini azaltmaktadır.
اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ (uSTuHZiEa Bi RuSuLin)
“Resuller istihza olundular.”
“İhtihza” titreşmek demektir. İftial bâbı kendi kendine titremek demektir. “Hezze” ise silkmek demektir. Yani dalları meyvelerinden düşürmek için sallamak, titreştirmek anlamındadır. “İstihza etmek” demek, sallama, neyi var neyi yoksa dökmesini istemek demektir. “Masharaya almak” da alay etmektir. “İstihza etmek” de alay etmektir. Masharada kişiyi basite alırsın, yaptıkları ile değil de kendisiyle alay edersin. Oysa istihzada kişileri küçültmek, yaptıklarını değersiz görmek, işi gülünç yapmaktır.
Nebilerin özelliği, çok saygın kişiler olmalarıdır.
Kimse Erbakan’ı küçük göremez, aklına ve bilgisine karşı söz söyleyemez.
Ama insanlar onların söylediklerini ve yaptıklarını mânâsız görürler. Çünkü onlar o gün insanların doğru kabul ettiklerine karşı çıkar, yanlış olduğunu ileri sürerler. Kimse sizden bilgili veya akıllı olduğunu iddia ederek karşınıza çıkamaz, senin buna aklın ermez diyemez. Ama herkes yaptıklarına karşı çıkar. Söylediklerini akıl dışı kabul eder. İşte istihza budur.
مِنْ قَبْلِكَ (MiN QaBLiKa) “Senden önce”
“Bi Rusulin” nekre ve çoğul gelmiştir. Başında da “LeKaD” gelmiştir.
Bir grup resulle istihza ederler. Bunlar hem nekre olarak zikredildi, hem de “LeKaD”dan sonra geldi. Yani istihzaları hâlâ devam etmektedir. Bazı resullere yapılan istihzalar hep devam etmiştir, günümüzde de devam etmektedir.
Çağımızda bu âyet o kadar açık bir şekilde görülmüştür ki, Kur’an sanki bu âyeti bugün söylüyor.
Dünyada dinsiz insanlar, ahlâksız insanlar her zaman vardır. Ama dinsizlerin takdis edildiği ve şerefli insan sayıldığı asır yirminci asır olmuştur.
Birisi kapıcı da olsa, asgari ücretle devlet memuru olurdu. O büyürdü, artık onun namaz kılması ayıp olurdu. Çünkü artık halktan bir adam değildi.
Devlet memurları halkla görüşmezler, sadece zenginlerle ve tüccarlarla ilişki kurarlardı. Halk devlet memurlarına ancak o zengin esnaf aracılığıyla ulaşırdı. Ancak bunların da artık namaz kılmamaları ve hanımlarının başlarını açmaları gerekiyordu. Bir kimse biraz para kazanmışsa, o artık büyümüş demektir. Onun namaz kılması ayıp sayılıyordu.
Hâsılı, uygar olmak demek, dinsiz olmak anlamına geliyordu. Bunun için ibadetleri yapmayacak, kendisi ve eşi başını açacak, dekolte giyinecek, balolara ve danslara katılacak, içki içecek, kumar oynayacaktı. İbadetler ve doğruluklar çiftçi ve işçiye mahsus bir iş idi.
İşte, siz ne kadar zengin olursanız olun, ne kadar üst makamlara gelirseniz gelin; paryasınız, çünkü siz dindarsınız. Size zavallı gözle bakarlar. Aklı var, fikri var, işi var, parası var, ama adam değil gözüyle bakarlardı.
Bu bakış bugün de bitmemiştir.
Orgeneraller hâlâ açıkça namaz kılamıyor, hanımları başlarını örtemiyor. Evet, ordu dine karşı değildir ama bu erler için böyledir. Çavuş oldu mu durum değişir.
İşte Kur’an bize bunu bildirmektedir. Bu bir anlayıştır.
Bundan ilk taviz veren Kenan Evren olmuştur. Bu ilkel düşünceden ordunun kurtulması için büyük çaba sarf edilmektedir. Hüseyin Kıvrıkoğlu zamanında hakka doğru adım atıldı. Başbuğ açıkça bu mantıktan ordumuzu kurtarmak için faaliyete geçmiştir.
Millî Görüş, Adil Düzen ve Akevler ordu için hâlâ paryadır.
فَأَمْلَيْتُ (Fa EaMLaYTu) “İmla ettim.”
Yolculuk yaparken insanlar arada dinlenirler. Buna “mola” denir. Bir gün yürüdükten sonra konaklayıp geçtiler. İşte bu konaklama yerine “menzil” denir. İki konak arasındaki uzaklık da menzildir. Otuz kilometre civarındadır. Günde altı saat yürünür. Saatte bir de mola verilir. Bu mesafe “mil” adını alır. Sonraları bu kısalmış ve iki kilometreye inmiştir.
“İmla etmek” demek, mola vermek anlamındadır. “Mola” kelimesine akraba bir kelime daha vardır, o da “mühlet” kelimesidir. “İmla” kelimesi, boş olan çuvalı doldurma demektir. “İmla ettim” demek, doldurdum, zamanı doldurdum anlamına da gelir.
لِلَّذِينَ كَفَرُوا (LilLaÜIyNa KaFaRUv)
“Küfretmiş olan kimseler için zamanı doldurdum.”
Yani günü gelmeden müdahale etmedim demektir.
İstihza edenlerin hâlini anlatmaktadır.
Burada çok önemli bir noktaya işaret etmek gerekir. İnanmış olanları küçük görme anlayışı topluluklara dayatılmıştır. Onlarla cihad yapanlar mü’minlerdir. Bunlar azdır.
Bugün küfredenlerin sosyal baskısı ile onlar tarafında olanlar vardır. Bunlar onların tarafında hareket etmiş de olabilir. Onlar kâfir değildirler. Kâfir olanlar, bir gün sosyal baskı kalktığı halde hâlâ eski anlayışına devam ederlerse işte onlardır.
Toplulukta iki kutup vardır. Mü’minler kutbu ve kâfirler kutbu. Bu iki kutup yüzde onlar civarındadır. İnsanların yüzde seksenden fazlası olan halk, kim güçlü ise ona uyar. Onlar küfür güçlü ise onları alkışlar, iman güçlü ise iman tarafı olurlar. Ordu ulusun ordusudur. Devletin ana prensipleri dışına çıkmaz. Bu sebeple bugün o da onların yanında yer alıyor. Biz hakim olduğumuzda o zaman ordu da bizim yanımızda yer alacaktır.
O halde sorun sosyal sorundur.
Bugün iktidara küfür hakimdir. Herkes onların şerrinden korkmaktadır. Bizim ekseriyet olmamız bir şey ifade etmez. Tek çıkar yol vardır, “Adil Düzen”i getirmek. Anayasamızda yer alan ve değişmez maddeler olarak tedvin edilen “Adil Düzen”i getirmektir. Yani demokratik, laik, liberal ve sosyal hukuk devletini kurmaktır.
a) Demokrasi demek, yerinden yönetimli çoklu sistem demektir. Ekseriyet değil, nisbi sistem, yani içtihat sistemi, yani şeriat sistemi demektir.
b) Laiklik demek, insanların barış içinde olması demektir. Hakemlerin kararlarına uyması demektir. Birbirlerini zorlamamaları demektir. Davet serbest, tebliğ serbesttir ama zorlama yoktur. Bu düzen barış düzenidir, İslâm düzenidir.
c) Liberal demek, tekelleşmemiş serbest piyasa ekonomisi, faizsiz ekonomi demektir.
d) Sosyallik demek, herkesin aş ve iş bulduğu primsiz sigorta sistemi demektir.
Hukuk devleti demek, hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargının üstünlüğü demektir. Müdahaleci sistemin olmayışı demektir.
Biz bu sistemleri kurmadıkça, yani tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı sistemini kurmadıkça, kâfirler baskılarına devam edeceklerdir. Memurumuz korkacak, halkımız korkacak, esnafımız korkacak, öğretmenimiz korkacaktır. Bu korkaklık psikolojisiyle ne anarşiyi ne de başka sorunları çözemeyiz. Doğudaki halkımız eğer PKK’nın yanında yer alıyorsa, bu yaptıkları onların şerrinden uzak kalmak içindir. Adil yargı bu şerri yok eder. Memur da basının baskısından değil, hakemlerin kararından çekinmelidir. Siviller basına hakim oluyorlarsa, askerler de o zaman gerçek yerlerini alırlar.
ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ (ÇümMa EaPaÜTuHuM) “Sonra onları ahz ettim.”
Yani istihza ettiler. Onları hemen yakalamadım, susturmadım. “Fa” harfi ile onlara mola verdim, mühlet verdim. İstihzalarını en yüksek seviyeye çıkardılar. Mola zamanı bitince onları hemen yakalamadım. Molanın arkasından yine bir zaman bıraktım.
İşte bu zaman o zamandır.
Aslında onların istihza dönemi 1950’ye kadardır. Ondan sonra istihza etme gücünü kaybettiler. Çünkü İsmet İnönü iktidarı halka devretti. Ama devralanlar istihzaya devam ettiler. Mola verildi. Türkiye’nin elli senesi bu çatışmalarla geçti. 2002 seçimleri ile bu mola sona erdi. Ama hâlâ onlar ayaktadırlar...
Şimdi “SumMa” ile belirtilen zaman geçmektedir.
Biz ne zaman “Adil Düzen”i ortaya koyarsak, bir uygulamasını gösterirsek, o zaman bekleme dönemi sona erecek ve onlar ahz edilecektir. Kim ahz edecektir? Allah ahz edecektir, mü’minler değil. Burası önemlidir.
“Sonra onları ben ahz ettim” diyor.
Bugünkü Ergenekon davasını düşünün. Bunda bizim herhangi bir müdahalemiz var mıdır? Ama bize saldıranlar, bize karşı ihtilal/darbe hazırlayanlar muhakeme olmaktadırlar.
Olay nasıl gelişti?
Sömürü sermayesi dünyayı dinsizleştirmek için gizli istihbarat örgütleri kurdu, mafyalar kurdu. Devleti ve orduyu da baskı altına alarak kullandı. Türkiye 1950’den 2000’e kadar böyle yönetildi. Sömürü sermayesi ile ordu bir olur ve halkımızı dinsizleştirme gayreti içinde olurlar.
Allah sömürü sermayesine bir hata yaptırdı, Türk ordusunu tasfiye kararı aldırdı. Yapılan plana göre, ordu küçültülecek, etkisiz hâle getirilecek, Genel Kurmay Başkanlığı Konya’ya nakledilecek ve Millî Savunma Bakanı’nın emrine girecek…
Mesut Yılmaz bu işi yapmakla görevlendirildi. Tansu Çiller’e da onur payı verilecek.
Tansu Çiller ülkemize ihanet etmedi, ordu ile beraber oldu.
İşte ondan sonra ordu AK Parti’nin yanında yer aldı. Çiller’i tasfiye ettiler. Beceriksizliğinden dolayı Mesut Yılmaz’ı ittiler.
Ne var ki ordunun bu halkına dönme ve Batı ile savaşı göze alma kararına ordudan bazı subaylar razı gelmediler. Ordu ikiye bölündü. Evren, Kıvrıkoğlu, Özkök, Büyükanıt ve Başbuğ bir çizgiyi oluşturdular. Başarılı olamayan diğer bazıları işte bu gidişatı durdurmak istediler. Şimdi bu grup muhakeme ediliyor. Bizim tarafımızda olmadıkları için değil, ordunun içinde ikilik çıkardıkları için ne olacaktır?
“Adil Düzen” gelecek ve bu çekişme bitecektir.
Yapılacak iş “Adil Düzen”i getirip af çıkarmaktır.
Aksi halde bu çatışma devam ederse ordu bölünür, iç savaş başlar, devletimiz yıkılır.
Kur’an’daki bu “SümMe” işte budur.
Meclisten, hükümetten, üniversiteden ve ordudan beklenen budur.
“Adil Düzen” gelmelidir ve tüm geçmişte olanlar affedilmelidir. Çünkü bugün Ergenekon davasında muhakeme edilenler, kendi akılları ve içtihatları doğrultusunda bu ülkenin iyiliği için davranmışlardır. Fiilleri suçtur ama niyetleri suç değildir.
“Adil Düzen” gelmeden de bugün yapılanlarla bir sonuca varılamaz.
فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ(32) (Fa KaYFa KAvNa GıQAvBı)
“Ikabım nasıl oldu?”
Kovalamam nasıl oldu?
Yani her zaman sonuç aldım.
İslâm düzeni geldi, yeryüzü nura gark oldu.
Şimdi de aynı şey olacak, “Adil Düzen” gelecek, yeryüzü nura gark olacaktır.
“Nasıl oldu?” sorusu ile okuyup öğrenin demektedir. Bizi tarihi araştırmalar yapmaya yönlendiriyor. Tarihte hep bu yeni dönemler geçmiş, sonunda Allah’ın hizbi galip gelmiştir. Allah onları hezimete uğrattı ve yok oldular.
Onlar neye inanıyorlardı, Allah’tan başka neye tapıyorlardı?
a) Paraya tapıyorlardı. Dolar onları kurtaracak zannediyorlardı. Ekonomik güçleri ile dünyaya ilelebet hükmedebileceklerini düşünüyorlardı.
b) Silaha yani kuvvete tapıyorlardı. Bombaların, atom bombaları silahlarının onları kurtaracağını zannediyorlardı.
c) Basına güveniyorlardı, medyaya güveniyorlardı. Onlarla tüm insanları kandırıp istediklerini yaptıracaklarını zannediyorlardı.
d) Mafyaya tapıyorlardı. Gizli örgütlerle işlerini hallediyorlardı. Legal-illegal örgütlerle tanrılıklarını sürdüreceklerini zannediyorlardı.
Oysa bunların hepsi yıkılmış ve ortadan kalkmıştır. Karşılıksız paranın yerini reel değerler, karşılığı olan senetler, karşılığı olan para çıkmıştır. Tahrip edici silahlar ancak yargı kararları ile kullanılır olmuştur. Basın özgürlüğünün yerini yazar özgürlüğü almıştır. Gizli istihbaratın yerine fiili bilgilendirme sistemi gelmiştir.
أَفَ (Ea Fa) “Mi?”
Buradaki “hemze” inkâr hemzesidir. Yani her nefse kaim olan ve Allah’ın halifesi olan bir teşkilatın yönetimi ile parayı, silahı, yalanı ve sinsiliği tanrı kabul eden kimse, bunlarla bir olur mu? Soru sorarak, üzerinde düşündürüp inkâr edemeyecekleri soruyu sormaktadır.
“Fa” harfi ile yukarıda anlatılanları tafsil etmektedir.
Burada atfedilen mahzuf olan cümledir. Ikabın nasıl olduğunun cevabı olan cümleye atfedilmektedir. IKabım nasıl oldu? sorusuna böyle böyle oldu diyorsun. Şimdi size bu cevaba dayanarak yeni sual tevcih edilmektedir.
مَنْ هُوَ قَائِمٌ (Man HuVa QAvEıMun)
“Kaim olan kimse”
Buradaki “MeN” ilk olarak Allah kabul edilmektedir. Ancak “ellezî” değil de “men” gelmiş olmasından dolayı Allah’tan başkasına göndermek istemişler, meleklerdir demişlerdir.
Biz ise “Adil Düzen”in hizmetlileridir diyoruz.
“Adil Düzen”de kamu görevlerini görenler vardır, aynen bugünün devlet memurlarının yerini almışlardır, bunlara “Genel Hizmetliler” denir. Genel Hizmetliler halkın üzerinde kaimdirler, yani onların kayyumudurlar. Kamu görevlerini de bunlar yaparlar. Ne var ki kamu hizmeti her zaman uygulandığı halde, kamu görevi sadece gerektiği zaman yapılır. Sağlık her zaman gereklidir ama karantina özel durumlardır.
Kur’an burada bürokratlarla genel hizmetlileri karşılaştırmaktadır.
Bürokratlar ile genel hizmetliler arasında ne fark vardır?
a) Hizmetlilerin hizmetleri sigortalıdır. Yanlış yaparlarsa, onları atayan dayanışma ortaklığı yanlışlıktan doğan mağduriyeti tazmin eder.
b) Hizmetlileri halk kendisi seçer, maaşı kamuca ödenir.
c) Hizmetli çoktur, halk kimi isterse onu kendisine hizmetli olarak seçer.
d) Hizmetliler halkın işlerini gören kayyumdurlar. Onlar hakim değil hadimdirler.
“Adil Düzen” işte budur.
Bugünkü düzen de bugünkü bürokrasidir.
Bürokrasi yönetici sınıfı oluşturur, kendilerini halkın üstünde görürler. Bürokrata itiraz ettiğinde, ‘sen devlete karşı geliyorsun’ der. Bürokratın dokunulmazlığı vardır. Bürokratlar dayanışma içinde devleti korur, yani kendilerin korur, halkı ezerler. Savcı ile avukat aynı statüde değildir. Böylesine daha nice çarpık durumlar vardır.
“Adil Düzen”de ise böyle bir imtiyazlı sınıf yoktur.
عَلَى كُلِّ نَفْسٍ (GaLAy KulLi NaFSın)
“Her nefis üzerine.”
Yani her nefsin içlerinde demektir. Ala külli ümurin li’n-nefs demektir.
Kişi her türlü faaliyeti yaparken, 25 Genel Hizmetli bunların destekçisidir.
Bunlar yani bu 25 Genel Hizmetli kimlerdir ve hizmetleri nelerdir?
a) Evrak, demirbaş kayıtları, zimmet ve envanter kayıtları.
b) İlmî, dinî, meslekî ve siyasî güvenceli danışmalık.
c) Uyarma, internet, ambar ve kasa hizmetleri.
d) Basın, yayın, ulaşım ve haberleşme hizmetleri.
e) Planlama, sağlık, bakım ve güvenlik hizmetleri.
f) Sözleşme, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri.
Ve başkanlık işleri hizmetleri ile de kamu kaimdir.
بِمَا كَسَبَتْ Bi MAv KaSaBaT “
Buradaki “Bi” Fî mânâsındadır. Sebebiyet mânâsında da olabilir. Yaptıklarından dolayı kayıt altına alınmakta, hukuki korumada yapmadıkları da kaydedilmektedir.
Burada “Fî” kullanmayıp “Bi” kullanmış olmasının sebebi, nelerin kayda alınacağı bellidir. Fî olsaydı keyfi kayıtla olurdu. Mâ olsaydı her şeyin kaydı gerekirdi.
وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ (Va CaGAvLUv Li elLAvHi ŞuRaKAaEa)
Allah’a şerik ca’lettiler.”
Buradaki zamir nereye gidiyor? Mahzuf olan cümledeki fail veya mef’ule gidiyor.
“Ve” ile atfedildiğine göre başka yaptıklarıdır.
Genel Hizmetliler bürokratlar gibi midir?
Hayır, değildir.
Onlar bürokratları devlete şerik yaptılar.
Topluluk başka, yönetim başkadır. Topluluğu meclis temsil eder. Onlar yasama yaparlar. Nebiler Allah’tan haber alırlar. Resul ve melekler ise alınan kararları uygularlar.
Bugün sözde kuvvetler ayrılığı vardır. Oysa kanunları bürokratlar yapmakta, meclisler tasdik etmektedir. Çünkü hükümetten gelen kanunlardan başka kanunlar görüşülmüyor. Hükmet ile devleti karıştırmaktadırlar. Bunu bilerek yapmaktadırlar.
İşte şirk budur.
Kuvvetler ayrılığına riayet edilmezse, devlette şirk ortaya çıkar. Kuvvetlerden biri diğerine hakim olursa, bu şirktir. İlim, din, siyaset ve ekonomiden biri devlete hakimse, yani diğerlerini emri altına alıyorsa, o şirktir.
Onlar başka bir şey daha yaptılar. Mahzuf cümle vardır. Bürokratları halkın üstüne getirdiler. Yetmedi. Bürokratlar siyasetin emrine verdiler ve siyaset ilim, din ve iktisadı emri altına aldı.
a) Dinin hakim olduğu yönetime “teokrasi”,
b) Ekonominin hakim olduğu sisteme “kapitalizm”,
c) Siyasetin hakim olduğu sisteme “sosyalizm” denmektedir.
d) Siyaset ile sermayenin birleşip dini emirlerine aldığı sisteme de “karma ekonomi” denmektedir.
Demek ki mahzuf olan cümle bürokratların hakimiyetidir. Başka zamanlarda başkaları olacağı için adlarını zikretmemiştir.
قُلْ (QuL) “Kavlet”
Bir ümmet içinde irsal ettiğimiz sen, söyle. Adil Düzen Çalışanına söylüyor; sen söyle.
Kimlere söyle? Şüreka ca’ledenlere söyle.
Siyaseti veya dini veya sermayeyi devlete hakim kılanlara söyle.
سَمُّوهُمْ (SemMUvHuM) “Onları adlandırınız.”
Burada muhatap olanlar bellidir. Bürokratları üstün sınıf yapanlar ve siyaseti yahut sermayeyi yahut ikisini birden diğer müesseselere hakim kılan kimseler. Onları adlandırınız.
“Tesmiye etmek” demek, isim koymak demektir. Yani görevlerini belirtiniz. Kimin ne yapacağını açıkça söyleyiniz ve bu ayırıma riayet edilsin.
İlim, din, iktisat ve siyaset kuruluşları ayrı ayrı görev yükleniyorlar.
Nedir görevleri?
Yargı kuvvet değildir. Yargı hakemlerden oluşur ve sadece karar verir, onun icra gücü yoktur. Bunlar halkı kandırıp güya uygar bir devlet oluşturuyorlar. Demokrasiyi ekseriyet sistemiyle, laikliği dini kamunun dışına itmekle, ekonomiyi tekelleştirmekle, sosyalliği paralı sigorta sistemiyle yok etmişlerdir. İnsanları her şeyin sahtesiyle aldatmaktadırlar.
Evet, söyleyin, söyleyin; şeriklerin görev ve yetkileri nelerdir? Onlara Allah mı verdi? Mustafa Kemal’i Allah mı yarattı, yoksa kendi kendine mi varoldu? Allah var ettiyse, onlar nasıl olur da O’nun şeriki olur?!.
أَمْ (EM) “Hangisi” veya “Yoksa”
“Em”i “E” sorusundan sonra hangisinin geldiğini sormak için söylersin.
“E Ahmedu Cae Em Hasanu? / Ahmet mi geldi, Hasan mı geldi?” demiş olursun. Bazen Ahmet’in gelmesini beklerken Hasan’ın mı geldiğini sormak için “Em Cae Hasanu?” dersin; “Yoksa Hasan mı geldi?” Yani Ahmet geleceğine Hasan mı geldi demiş olursun.
Burada Ahmet mahsuptur. Eğer soru harfi getirmeden “EM” getirirsen bu anlamdadır. Adlandıranın kimler olduğunu Tanrı’nın ortağı olarak ileri sürdüğünüz zatın tanrı mı yoksa mahluk mu olduğunu belirtin dedikten sonra, yoksa Allah’ın yeryüzünde bilmediğini O’na mı bildiriyorsunuz? Yoksa kavlin zahirini mi O’na bildiriyorsunuz?
تُنَبِّئُونَهُ (TüNabBıEUvNaHUv) “O’na tenbi’ mi yapıyorsunuz?”
Buradaki “Hu” zamiri Allah’a gitmektedir.
Yani O’nu temsil eden topluluğa gitmektedir.
Kendilerini ilerici ve akıllı sanan bu zavallılar, topluluğa ders verirler. Siz anlamazsınız, çünkü siz geri zekalısınız derler. Siz bâtıl inançlara inanacak kadar ilkelsiniz derler. Biz ise çok iyi biliyoruz, size akıl veriyoruz. Demokrasi olmaz. Sizin aklınız ermez. Biz silah zoru ile size iyilik yapacağız diyorlar. Onlar kendilerini Tanrı’dan daha akıllı kabul ediyorlar.
İslâm anlayışında demokrasi vardır. Biz halka yani insana tebliğ ederiz, insanlara anlatırız. Ama sonra onu serbest bırakırız. Ona şunu yap veya bunu yap demeyiz. O bildiğini, istediğini yapar. Yaptıklarının hesabını bize vermez. Bir kısmının hesabını onu ve bizi yaratan Allah’a verir. Yani doğal ve sosyal kanunlar ona gereken cezayı verir. Sigara içerse zehirlenip ölür. Biz sigaranın zararlı olduğunu anlatırız ama onun sigara içmesine mâni olmayız. Biz ona adam öldürme deriz ama adam öldürmesine mâni olmayız. Öldürünce hakemlerden oluşan mahkeme onun ölümüne karar verir.
Şimdi kendilerini üstün gören başka zavallılar da vardır. Allah’ın şeriatını beğenmiyorlar, topluluğun yaptığı kanunları beğenmiyorlar da şeriklerin heva ve heveslerini zorla getiriyorlar. Şimdi Cumhuriyet Hükümeti’ni düşünün. Allah’ın şeriatını beğenmedikleri için Ahkâm-ı Şer’iyye lağvedilmişti. Yerine ne konacaktı? Türk halkının istedikleri gelecekti. O da yoktu. Ne yaptılar? Avrupa kanunlarını tercüme ettiler. ‘Bunun için gerekirse başlar gider’ denmiştir. Bunun hukuk düzeninde yeri yoktur. Askeri düzende ise siyaset gereği gerekenler yapılır.
Neden böyle oldu?
a) Osmanlılarda uygulanan hukuk İslâm fıkhı değildi. Uygulana hukuk aslından ve İslâmiyet’ten çok çok uzaklaşılmıştı.
b) Batı hukuku daha ileri hukuktu, çünkü onlar günün sorunlarını akılla da olsa çözmeye çalışıyorlardı. Akıl da şer’î delildi.
c) Bizim bir hukukumuz yoktu. Zorunlu olarak daha ileri hukuk olan Batı hukukunu aldık. İşte bunlar askeri mazeretlerdir.
d) Böylece öğrendik ki, Osmanlı hukuku İslâm hukuku değilmiş.
Şimdi biz İslâm hukukunu ortaya koyuyoruz.
Hâlâ o günkü zaruret içinde olan bir hukuku değiştirmeye yanaşmıyorlar. Hâlâ onların kanunlarını tercüme ederek işleri yürütüyorlar. Şimdi Allah bunlara diyor ki, siz Avrupalıları Tanrı’ya şerik koştunuz. Allah’ın şeriatı yerine Avrupalıların şeriatını aldınız. Bununla ne yapmak istiyorsunuz? Yoksa siz Allah’tan daha âlim misiniz? Yoksa şerikleriniz daha âlim midir de O’na bazı bilmediklerini haber veriyorsunuz?
بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْأَرْضِ (Bi MAv LA YaGLaMu Fıy eLEaRWı)
“Arzda bilmediklerini mi O’na bildiriyorsunuz?”
Birinci anlamı şudur. Allah göktedir. Kâinatı yaratmıştır. Ay, güneş ve yıldızlar, yağmurlar, ışıklar hep düzgün olarak işliyor. O sayede yeryüzü de canlıların yaşayacağı şekle geldi. Sizi var etti. Şimdi yaşıyorsunuz. Ama yeryüzünde olan sosyal olaylardan, savaştan, barıştan, haktan, hukuktan O’nun haberi yok, O bilmiyor! Şimdi tutup Ahkâm-ı Şer’iyeyi lağvedip de O’na daha iyi şeyler mi öğretmeye ve anlatmaya çalışıyorsunuz?
Şurasını iyice belirtmemiz gerekir. Allah insanlara iki yolla ilim verdi, yani bu dünyada nasıl yaşayacağımızı öğretti.
a) Bunlardan birincisi, peygamberler gönderdi. Peygamberler insanlara öğretmenlik yaptılar, insanlığı bugünkü uygarlık seviyesine ulaştırdılar. Bugün artık peygamberler göndermiyor, yeni kitaplar göndermiyor. Kitapların yerine Son Kitap Kur’an gelmiştir. O kıyamete kadar gerekli olan ve zamanla değişmez hükümleri içermektedir.
b) Ama insan evrim yapan varlıktır. Her bin yılda bir ileri uygarlığa geçer. Birçok hükümler yeni uygarlığa göre değişir. Dün yapılanlar bugün için yeterli olmaz. Onun için de Allah tarih boyunca filozofları görevlendirdi. Müsbet ilim çalışmaları ile insanlık yüksek ilme ve teknolojiye sahip oldu. Peygamberlerin yerini de ulema aldı. Allah’a öğretmenlik yapmak değil, Allah’tan öğrenmemiz gerekmektedir. Böylece III. Bin Yıl Uygarlığının sorunlarını çözebiliriz.
أَمْ بِظَاهِرٍ مِنْ الْقَوْلِ (EaM Bi JAvHiRin MiNaLQaVLı)
“Yoksa kavlin zahirini mi inba ediyorsunuz?”
“E Cae Ahmedu Em Hasanu” diyebiliriz. “Em Cae Ahmedu Em Hasanu” da diyebiliriz. Birincisinde, birinden birinin geldiğini biliyoruz. Hangisinin geldiğini soruyoruz. İkincisinde ise başka üçüncü şahsı beklerken, onun yerine Hasan mı geldi veya Ahmet mi geldi diyoruz. Burada da Allah’a inba etmeleri gerekirken, tam tersine kendilerinin öğrenmesi gerekirken, Allah’a bilmediğini öğretmeye kalkışıyorlar? Yoksa kavlin zahirini mi öğretiyorlar? Bu ifade de tarihi gerçeği çok açık bir şekilde ifade ediyor.
Hukuk tarihini öğrenmeye çalışalım.
a) Yazılı hukuk Milattan Önce 3000 yıllarında Hazreti Nuh Peygamber tarafından tedvin edilmiştir.
b) Sonra Hazreti Musa aleyhisselâm insanlığa Tevrat’ı öğretti. Elimizde bulunan ilk yazılı hukuk bu hukuktur.
c) Sonra Kıbrıslı Zenon Stua ekolünü kurdu ve Tevrat’ı laikleştirerek Romalılara öğretti. İşte Roma Hukuku budur. Sonra bu hukuk Hıristiyanlıkla gelişerek Jüstinyen hukuku oldu.
d) Kur’an gelinceye kadar peygamberler hukuku öğrettiler. Kur’an insanlara hukuku değil hukukun nasıl yapılacağını öğretti. Bu serbest sözleşme sistemidir. Yani halk sözleşmelerle kendi hukukunu kendisi oluşturur. Devlet sözleşme yapmaz, yani kanun yapmaz, halkın yaptığı sözleşmeleri güvence altına alır.
Bilhassa İstanbul’un fethinden sonra Osmanlılar Viyana’ya kadar gidince, Batı serbest sözleşme sistemini benimsedi, Kur’an’ın hukuk sistemini kabul etti. Böylece insanlık çok basit şeyleri öğrendi. Bugün bunun cihadını yapıyorsunuz. Bizden örendiklerinizi bize satıyorsunuz. Kavlin zahirini, zaten herkes tarafından bilineni sanki siz keşfetmişsiniz gibi Allah’a öğretiyorsunuz. Güya biz sizden daha geri imişiz gibi zorla demokrasi ve laiklik dersini vermeye kalkışıyorsunuz. Asıl hepimizin Allah’tan demokrasi ve laiklik dersini almamız gerekir. Kur’an’dan sonra peygamber gelmiyor, yeni kitap inmiyor. Onun yerini insanların kendi sözleşmeleri yer alıyor. Yani laik hukuk, akıl hukuku, içtihat hukuku doğuyor.
بَلْ (BaL) “Evet”
“BeL” kelimesi daha önce söylenenleri bir tarafa bırakarak doğrusunu anlatmadır.
Bir adam size gelir, sizi evine davet eder, size emek verir. Maksadı evden uzak tutmaktır. Bir şeyler yapacaklardır, orada bulunman istenmiyor. Siz ise bunu sezerseniz, ona siz bir şey yapacaksınız dediğinizde “bel lekum keydukum” dersiniz. Yani davetinden gerçek maksat başkadır dersiniz.
Bunun gibi burada da; evet, siz işte güya demokrasi, laiklik, liberallik, sosyallik gibi kavlin zahirini anlatarak insanları kandırmak istiyorsunuz. Bütün bunların hepsinin bir hedefi vardır. İnsanları tuzağa düşürüp yeryüzünde tekel yönetimi kurmak.
زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا (ZuyYiNa Li elLaÜIyNa KaFaRUv)
“Küfredenler tezyin edildi.”
İmla edilen kâfirler ile mekr yapan kâfirler ayrı kimselerdir. İmla edilen kâfirler ayrı kimselerdir. Onlar yerli kâfirlerdir. Yani tekel sermayenin kullandığı kâfirlerdir. Sömürü tekel sermayesi ise başka kâfirlerdir. Dolayısıyla Kur’an ikisini ayrı ayrı zikretmiştir.
“Tezyin olundu” denmiştir. Peygamberler halkı inandırarak doğru yola getirirler. Filozoflar ise halkı kandırarak istedikleri yola götürürler. Onların hoşuna gider. Halkı kandırdıklarından memnundurlar.
Sömürü sermeyesi nasıl kandırmaktadır?
a) Karşılıksız para ile kandırmaktadır. İnsanları kendisine taptırmaktadır.
b) Ekseriyet sistemi ile kandırmaktadır. Oysa ekseriyet kandırmacadır. Kendisinin parası ile desteklediği kimseleri iktidar etmekte, onunla kandırmaktadır. Halk da ben seçiyorum, beni onlar idare ediyor diye seçmektedir. İki partiyi o koyuyor ve halka dilediğini seç diyor. Sonra o sayede sömürüyor.
c) Faiz serbestliği, zina serbestliği, dinsizlik, tanrısız müsbet ilim safhaları ile dünyayı kandırmaktadır.
d) Muasır medeniyet yani “çağdaşlık” veya “çağdaşlaşma” deyip insanlara her türlü saçmalıkları yutturmak. İdam yok, hapishanede eziyet yok gibi uydurmalarıla dünyayı terörizme boğmaktadır.
Bunları düzenleyen sömürü sermayesi aynı zamanda sevinmekte, ben böylece dünyayı yönetiyorum demektedir.
مَكْرُهُمْ (MaKRuHuM) “Mekrleri”
Bugünkü Batı uygarlığı baştan sonuna kadar hile ve yalandan ibarettir. İnsanları kandırıp işkenceye sokmaktır. Batı Almanya “Federal Almanya” idi, Doğu Almanya “Demokratik Almanya” idi! Her ikisini de sömürü sermayesi adlandırmıştır. Beş yüz yıldır işte bu şekilde mekr içinde planlama yapmaktadır.
İlkin Protestanlığı icat ederek Katolik kilisesini yıktı. Protestanlıkta gaye iyisini getirmek değil, mevcut olanı yıkmaktı. Yoksa bir tek Protestanlık ortaya çıkardı. Öyle yapmadı, her ulusun kendi Protestanlığı oluştu, dindeki birlik ve birliktelik dağıtıldı.
Sonra derebeyliği ortadan kaldırarak yerine krallıklar oluşturdu. Böylece merkezi devletler oluşturarak sonra kolayca yutmayı planladı.
Sonra krallıkları yıkarak cumhuriyetleri getirdi. Böylece sermayesiyle dünyayı kendisi idare etmeye başladı.
Sonra sosyalizmi icat ederek dünyayı “kapitalizm” ve “sosyalizm kamplarına ayırdı. Bunların ikisi de bir canavarın çenesi idiler. Böylece adım adım insanları kandırarak, her aşamada yeni bir yanlış hedef yaparak bugünkü hâle geldi. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, sonunda yakalanır. Şimdi artık sıçrayamayacak hâle gelmiştir.
وَصُدُّوا عَنْ السَّبِيلِ (Va SudDUv GaNı elSaBIyLı)
“Ve sebilden sudud ettirildiler.”
Bir yol vardır, bu yol insanlığın çıkış yoludur.
Bunlar nelerdir?
a) Her şeyden önce ailedir. Çünkü insan çocuk olarak doğar. Yirmi yaşına kadar kendi kendine yaşayamayacak durumdadır. Sonra da hayatta hasta olmakta, muhtaç olmaktadır. Yaşlanınca da tekrar bakılacak durumdadır. Ailesiz insan hayatı olmaz. Evlenme ailenin temelidir. Serbest cinsi münasebetin yasağıdır. Bundan dolayı ilk hedef olarak aileyi çökertme hedeflenmiştir.
b) İnsanlar ortak üretir, ayrı ayrı tüketirler. Hayvanlardan temel farkı budur. Bu da ancak mülkiyetle gerçekleşir. Benim ürettiğim benim olmazsa, çocuklarıma kalmazsa, ben ne diye çalışayım. Bundan dolayı mülkiyete saldırmıştır.
c) Allah insanları yaratmış, onlara irade vermiştir. İnsanlar inanca göre yaşama düzenlerini kurmaktadırlar. İnanç ortadan kalktı mı insan için intihardan başka bir şey kalmaz. Din aleyhine saldırılar düzenlediler, dine saldırdılar.
d) Nihayet dindar olmayan insanlar diğer insanlara saldırmaktadırlar. Onların saldırılarından korunmak için devletimiz olmalıdır. Devleti de ancak aynı dili konuşan ulus kurar. Bundan dolayı devletsiz veya tek devletli bir dünyayı hedeflemiş, devlete düşman olmuştur.
İşte görülüyor ki sömürü sermayesinin işi yıkmaktır; aileyi yıkmak, ekonomiyi yıkmak, inancı yıkmak, devleti yıkmak.
Sonra?
Sonra ne olacak?
Sonrası yolsuz kalmaktır.
“Sebilden saddettiler” deniyor. Bu mevcut düzen olarak ahd için olabilir. Yahut istiğrak için olabilir. Kapitalistleri düşünün, sosyalistleri kötülerler; sosyalistleri düşünün, kapitalistleri kötülerler. Kendilerini savunmazlar. Biz de kötüyüz derler ama biz kötülerin iyisiyiz derler, daha iyisi yok derler. Onlara göre kâinat kötülük üzerinde kurulmuştur.
İşte böylece onlar sebilden uzaklaştırmayı kendilerine rehber edinmişlerdir.
İşleri mekrdir. İşleri seddin ani’s-sebildir.
وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّه (Va MaN YuWLiLi elLAHu)
“Allah kimi idlal ederse.”
Allah onları idlal etmişti. Çünkü onlara ihtiyaç vardı. Bugün insanlık uygarlıkta bu seviyeye ulaşmışsa, onların bu tekel zulüm yönetimleri sayesinde ulaşmıştır. Şöyle ki:
a) İsrail oğulları tarih boyunca fitne yapmışlar, Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırmışlar ve bu sayede kendileri yaşamışladır. Avrupalıları kışkırtarak Haçlı Seferleri tertip etmişlerdir. Böylece iki uygarlığı kaynaştırmışlardır.
b) Haçlı Seferlerinden dönen Hıristiyanlar doğuda elde ettikleri malları Avrupa’ya götürüp Yahudilere sattılar. Yahudiler de oradaki halka sattılar. Böylece Museviler en aşağı tabakayı teşkil ettikleri halde, yavaş yavaş ticaretle zengin olup en üst tabakayı oluşturdular.
c) Kilise ve feodalizmle giriştikleri savaşta onları alt ederek üst seviyeye çıktılar. Amerika’nın keşfinden sonra dünya hakimiyetini kurdular. Avrupa Yahudileri Amerika’daki altınları Hindistan’a götürüp satıyor, Hint kumaşlarını da Amerika’ya satıyorlardı.
d) Zamanla el üretimi yetmez oldu. Müslümanlardan öğrendikleri teknolojiyi üretime yönelttiler. Dünyadan ham madde aldılar. Avrupa tezgahlarına işlettiler. Dünyaya sattılar. Böylece çok zengin oldular.
İşte bugünkü uygarlık böyle doğdu. Sermaye terakümü/birikimi sayesinde büyük işletmeler oluştu. Elde edilen para ile ilmî araştırmalar yapıldı. Teknik buluşlar oldu. Sonunda bugünkü uygarlığa ulaştık.
İşte bu uygarlık İslâm uygarlığı ile Hıristiyan uygarlığının sentezi olmuştur. Ne var ki sentezletmeye imkan veren tekel sermaye olmuştur. İşte Allah bunları idlal etmiş, faizi serbest kılmış ve bugünkü büyük sanayinin oluşmasını imkan dahiline sokmuştur.
فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ (Fa MAv LaHUv MiN HAvDın)
“ona bir hadi bulunmaz”
İşte bu tekel sömürü sermayesinin bu hâle gelmesi insanlık için hayr olmuştur. Ne var ki kendileri için ise dalâlet olmuştur. Çünkü yanlış yaptılar, kötü yaptılar. İnsanları idlal ettiler, yoldan sapıttılar. Allah’ın izni ile bu kötülüğü yaptılar. Çünkü bu kötülük olmasaydı insanlık uyanmayacak, “Adil Düzen”i kabul etmeyecekti.
Şimdi artık yeni uygarlık için böyle bir tekel sermayeye gerek yoktur.
Çünkü:
a) Gelişmiş sanayi sayesinde standartlaşmalar oldu. Dün ancak büyük fabrikalarda yapılabilen işler bugün küçük atölyelerde imal edilen parçalar sayesinde büyük işler yapılabilmektedir. Dün yapılamayanların nisbeti yüzde 95’in üstünde idi. Bugün ise yapılabilenler yüzde 95’tir. Artık tekel sermayeye gerek yoktur.
b) Dünyada ancak madeni para kullanılabiliyordu. Sermaye sorunu vardı. Bugün ise insanlar kağıt parayı icat ettiler. Karşılığı olmak şartıyla para bulma sorunu yoktur. Matbaa birkaç saatte size istediğiniz kadar sermaye üretebilmektedir.
c) Haberleşme ve üretim araçları o zaman yetersizdi. Gidip gelme ve taşıma zordu. Bugün ise nerede olursan ol üretim yapabilirsin. Malını duyurur ve satabilirsin. Artık büyük firmalara gerek kalmamıştır.
d) En önemlisi internet bulunmuş, bilgisayar icat edilmiş, kolay muhasebe imkanı ortaya çıkmıştır. Sadece bilgisayarda olacak bir koordinasyon reel hayatta da oluşmaktadır.
Bunlardan dolay artık tekel sermayeye gerek yoktur.
Şimdi Yahudilerin yapacakları iki işten biri vardır.
Ya iflas edip tekrar eski yoksulluklarına çekilmelidirler, ya da “Adil Düzen” içinde faizsiz işletmeleri ile yerlerini almalıdırlar.
Bunun için:
1) Sermaye sahipleri diğer ilim, din ve siyasete karışmayacaklar. Sadece ekonomi ile meşgul olacaklardır.
2) Faizden vazgeçecekler, kâr-zarar sistemine geçeceklerdir. “Adil Düzen” içinde iş yapmaya başlayacaklardır.
3) Para işleri ile ilgilenmeyecekler. “Adil Düzen”de oluşacak karşılıklı para ile iş yapmaya çalışacaklardır.
4) Mekrden ev sedden vazgeçeceklerdir. Yapacakları işler çok basit ama onlar çok zğür görünecektir.
Bugün artık bizim sorunumuz yoktur. Biz iflas etmiş kimseleriz, kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. “Adil Düzen” içinde gelişmeye çalışıyoruz. Oysa sermayenin büyük sıkıntısı var, artık yıkılmaya ve çökmeye başlamıştır.
(LaHuM GaPAvBun Fıy eLXAYAVTı eldDüNYAy) لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
“onlar için dünya hayatında azap vardır”
Çok açık bir şekilde bugün dünyayı keyd ile yönetmeye ve insanları aileden, mülkiyetten, dinden ve devletten soğutma pisliklerine devam ederlerse, onlar için bu dünya hayatında azab vardır. Ne olacaktır? Onu kolay kolay bilemeyiz. Çünkü azap nekre gelmiştir.
Kur’an başka yerde de hesap edemeyeceğiniz azab diyor. Kur’an bunlara açık şekilde geleceklerini bildirmiştir. Tek kurtuluşları vardır, tevbe edip “Adil Düzen”e dönmeleri.
Ne yapacaklar?
Bunun için Kur’an’ın öğrettiklerini yapacaklardır.
a) Dünya Merkez Bankası kurulacak ve Dünya Merkez Bankası önce “altın para” çıkaracaktır.
b) Bankalar, mesleki dayanışma ortaklığı oluşturanların yetki verdiği kimselere bu parayı kredi olarak verilecektir. Bunlar bu parayı verip altını alacaklar, böylece altın para piyasaya çıkacaktır.
c) Dünya Merkez Bankası altın karşılığı piyasaya çıkan “altın para” kadar paraları devletlere kredi olarak verecek. Devletler bunlara “toprak para” çıkararak taşınmazları alıp satacaklardır. Bir o kadarını bucaklara vererek onlar “demir para”sını çıkaracaklardır. Bir o kadarını da bucaklara kredi vererek onlar da “buğday parası”nı çıkaracaklardır.
İşte doları olanlar doları verip altın parayı alacaklardır. Bu altın para ile ne zaman kuyumcuya giderlerse o zaman altını geri alabileceklerdir. İsterlerse ülkelerinin toprak parasını, isterlerse illerin demir parasını, isterlerse bucakların buğday parasını alacaklardır.
Sonra bu paralarla selem senetlerini, mal senetlerini, hisse senetlerini veya işletme senetlerini alıp satacaklardır.
Böylece yine zengin olarak insanlığa hizmet edeceklerdir. Yok bu dönüşü yapmazlarsa, Allah da onlara bu dünya hayatında azabı vadediyor.
وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَقُّ (Va La GaÜABu eLEAPıRaTi EŞaqQu)
“Âhiretin azabı ise daha aşaktir.”
Yani yalnız bu dünya azabı ile azaplanmaları yetmeyecek, âhirette de azapları vardır.
O azap daha meşakkatlidir.
“Şık” kopan parça demektir. “Eşkıya” kelimesi buradan gelir.
İnsanlar için en kötü tarafı bölünme ve parçalanmalardır. Tarihte yaptıkları fitne sebebiyle yeryüzüne sürülmüşlerdir. Bu sayede uygarlıkları öğrenmişler, uygarlıkları öğretmişlerdir. Sonra bir araya getirilerek yeni uygarlık kurmuşlardır. Bu dağılma dünyada onlara ne kadar acı olmuştur. Daha çok onlara acı olacaktır.
وَمَا لَهُمْ مِنْ اللَّهِ مِنْ وَاقٍ(34) (Va MAv LaHuM MıNa elLAvHi Min VAQın)
“Allah’tan onları vıkaye edecek kimse olmayacaktır, yoktur.”
Bugün onları kim koruyor?
a) Başta Amerikan ordusu olmak üzere, NATO ordu olarak onları korumaktadır.
b) Yeryüzündeki Masonluk teşkilatı onları korumaktadır.
c) Paraları ile hakim oldukları basın-yayın yani medya onları korumaktadır.
d) Üniversiteler, dolayısıyla onların diploma verdiği tüm bürokratlar onları korumaktadır.
Bunlar şimdi rahatlar.
Halbuki o beklenmeyen azab geldiği zaman bu koruyucuların hepsi kaçmış, kendileri kendi can derdine düşmüş olacaklardır.
Yarın kimse onlara arka çıkamayacaktır.
a) Şimdiden CIA uzak duruyor.
b) Şimdiden Masonlarla eskisi kadar sıkı fıkı değildirler.
c) Tüm dünya masonları patlamayı bekliyor. Hepsi onlara cephe alacaktır.
d) Bugün baskı altında onlardan görünenler o gün gelince hepsi karşılarında olacaklardır.
İşte o meçhul beklemediğimiz azabı bekliyoruz. Kim yok diyebilecektir.
Tüm İslâm âlemi her gün kahrediyor.
Tüm Hıristiyan âlemi artık uyanmıştır, nasıl sömürüldüklerini biliyorlar. Tarih boyunca Avrupa Hıristiyanları nasıl kan dökmüşlerdir; Avrupalılar artık olanları biliyorlar.
Avrupa Birliği kendiliğinden doğmadı… Sovyetler yıkıldı… Papalık atağa geçti…
ABD’de Obama başkan seçildi...
Artık Yahudi halkın uyanma zamanıdır. Seçilmiş ulustur. Allah ellerine her türlü imkanı vermiştir. Benim bu yazılarıma ulaşacaklardır.
Bunları ben söylemiyorum. Kur’an söylüyor. İnşaallah uyanırlar.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-509/ADİL DÜZEN DERSLERİ-339İst., 09 Mayıs 2008
ŞEYTANIN SİLAHI VE SİYASET
(Bu değerlendirme Bakanlar Kurulu revizyonundan önce yapılmıştır. RNE)
Şeytan önce kötülük yaptırmak ister. Bunu her zaman başaramaz. Bu sefer taktiğini değiştirir. Bu çok güzel, çok iyi ama daha iyisi var, onu yap der. Kur’an buna umniyye diyor. Sen de buna kapılır, daha iyisini elde etmek için iyisini bırakırsın. Bu da ancak yeni arkadaş ve yeni ekiple olur. Böylece iyisini bıraktırır. Ekibini dağıtır. Yeni ekip oluşamaz ve böylece şeytan kötülük yaptıramayınca iyiliğe son verir.
AK Parti Anayasa ekseriyetiyle iktidara geldi. Güzel işler de yaptı. İktisadi krizleri önledi. Finans ekonomisini düzeltti. Ordu ile halk arasında barışı sağladı. İslâm âlemi ile Hıristiyan âlemi arasındaki soğukluğu sona erdirdi. Ama birçok şeyleri yapamadı. İşsizliği önleyemedi. Millî basını oluşturamadı. Bağımsız adil yargıyı kuramadı. Dış borçlara çare bulamadı.
Şeytan geldi ve AK Parti’ye dedi ki: Senin bunları yapabilmen için milletvekilleri kadrosunu değiştirmen lazım dedi. Kendisi ile görüşebilen milletvekilleri yani yakın çevredekiler tasfiye edildi. Böylece başbakanın milletvekilleri yani halk ile olan ilişkilerini kestiler, tecrit ettiler.
Bu yetmedi. Şeytan aynı partinin merkez karar organlarına talimat verdi, Erdoğan ile görüşebilen ona bağlı belediye başkanları devre dışı bırakıldı. AK Parti’nin oyunun düşmesi pahasına Erdoğan’ı yerel yönetimden de tecrit ettiler. Kendisini destekleyen A. Gül Çankaya’ya gitti, bir kolu kırıldı. Bülent Arınç’ı devre dışı bıraktılar, ikinci kolu kırıldı. Milletvekillerini elediler bir ayağı gitti. Yerel yönetimlerde başkanları elediler, ikinci ayağı da gitti. Şimdi sıra başa geldi.
Bakanları tasfiye edecek, Erdoğan il görüşebilen bakanları devre dışı bırakacaklardır. Bunu bilen bakan ve milletvekilleri başbakandan uzak durarak parti merkezinin hışmından kurtulmaya çalışıyorlar.
Erdoğan ne yapmalıdır/ ne yapmalıydı?
1- İstifa ederek hükümeti yeniden kurmalıdır. Eski bakanlardan bir tek bakanı bile tedirgin etmeden bakanlıklarını devam ettirmelidir.
2- Bakanların sayısını iki misline çıkarmalıdır. Yeni bakanlar reform bakanları olarak görev almalıdır. Reform Başbakan Yardımcısı, Maliye Reform Bakanı, Millî Savunma Reform Bakanı, Millî Eğitim Reform Bakanı.
3- Reform bakanlarını seçmeden önce bir heyet oluşturmalıdır. Yirmi kişi. Bunları bizzat Erdoğan seçmelidir. Her görüşten ilim adamları katılmalıdır. Bu arada Akevler unutulmamalıdır. Projesi olan on sayfalık teklifle gelsin, onu bakan yapalım diyecek. Heyetin derecelendirdiği dosyaları bizzat okuyarak atamaları yapmalıdır.
4- Parti bir dergi çıkarmalıdır. Dergi bir TL ile satılmalıdır. Dergiye abone olan partinin üyesi olmalıdır. İlçe yönetim kurulu, dergiye en çok abone edenler tarafından oluşturulmalıdır. Merkezden atamalardan vazgeçmelidir. Kendisini bile seçmezlerse siyasetten vazgeçmelidir. Partiye hükmetmek değil, partiyi yönetmek görevi olduğunu bilmelidir.
Türk ordusu yıllarca Halk Partisi’ni iktidar etmeye çalıştı. Başaramayınca DP’lilere sarıldı. Olmayınca Millî Görüş dışındaki partileri birleştirip koalisyon oluşturdu. Sonuç alamayınca Millî Görüşü parçaladı ve onların ikinci kadrosunu iktidar etti. Şimdi onu da devre dışı bırakarak yeni çözüm arıyor.
Bu arayışı yalnız Türk ordusu yapmıyor. Siyasetin merkezinde olan sömürü sermayesi Türkiye’ye yeni iktidar arıyor. Ordu ile anlaşırlarsa AK Parti gidecektir. Anlaşamadıkları için AK Parti devam etmektedir. Ordu yeni arayıştan vazgeçmelidir.
AK Parti’nin kurucuları kimlerdir? Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Cemil Çiçek. Abdülkadir Aksu. Abdüllatif Şener.
Bu kadro samimi kadrodur, kabiliyetli kadrodur. Bunlara bir görev verilirse maharetle uygulayabilirler. Erdoğan’ın başkanlığını da hepsi kabul edebilir.
Ne var ki hiçbir siyasi kadro onu destekleyen bir karargaha sahip değilse bir iş yapamaz. Bu karargah Türk ordusu olmalıdır. Harp Akademisi’nde bu çalışma yapılmalıdır. Akademi diğer bütün görüşlerden yararlandığı gibi Akevler Adil Düzen Çalışanlarından da yararlanmalıdır. Millî Güvenlik yoluyla bakanlar kuruluna ulaşmalıdır. Yeni iktidar aramayın. Bu iktidarı yönlendirin ve güçlü kılın. Hakkın düzeni olan ve milletimiz tarafından benimsenen “Adil Düzen”e cephe almayın.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-509/ADİL DÜZEN DERSLERİ-339İst., 09 Mayıs 2008
ERBAKAN VE SORUNLAR
Tarihte iki uygarlık çatışarak ve yarışarak gelişir: Kuvveti üstün tutan uygarlık ile Hakkı üstün tutan uygarlık. Bunlardan biri zirvede iken diğeri yeniden kurulmaya başlar. Şimdi Batı uygarlığı zirvededir, çökmeye başlamıştır. Hak uygarlığı ise yeniden oluşmaya başlamıştır. Erbakan bu hususu anlatmak üzere İran’a gitmiştir. Esasen bu hususta İran ile bir görüş ayrılığımız yoktur.
Hak uygarlıkları adil hukuk ve yönetim sistemlerini getirir, sosyal yapıyı oluşturur. İleri sosyal yapıyı, ileri sanayi ve ekonomik yapıyı getirir. Bu gelişmelerin meyvesini kuvvet uygarlıkları toplar. Yeni gelişmiş sanayi ve ekonomi dönemine eski hukuk kuralları ve yönetim şekilleri uymaz, yetersiz kalır ve hak uygarlığı çöker, yeni hak uygarlığı doğar.
İşte şimdi biz bugünkü sorunları çözen yeni hak uygarlığı oluşturuyoruz.
Buna “Adil Düzen” denmektedir.
Örnek olarak sanayi gelişmiş ve atom enerjisi keşfedilmiştir. Atom enerjisi ucuz elektrik enerji elde etme bakımından uygarlaşmak için çok büyük bir adımdır.
Ne var ki iki hukuki sorun vardır.
Biri, bu enerji atom bombası olarak kullanılmaktadır. Herkesin her zaman buna sahip olması insanlığı yok edebilir. Atom silahının insanlık için kullanılmasını önlemek gerekir.
İkinci önemli hukuki sorun ise atom pillerinin imali hâlinde atıklar çevreyi kirletmektedir. Bu da insanlık için tehlike olmaktadır. O halde bu pillerin imalinin uluslararası bir güç tarafından denetlenmesi gerekir.
İşte sömürü tekel sermayesi diyor ki; atom enerjisi benim denetimimde olmalıdır! Tehlikeli olduğuna inandığım devletlerin atom pilleri üretmelerine izin vermem! Hattâ denetimim altında olmayan devlet atom santrallerini bile kuramaz! Kurarsa, benim finanse ettiğim devletlerin orduları ona saldırır ve onu devre dışı bırakır!
Tekel sömürü sermayesinin emrinde olan güç, ABD’nin hakim olduğu NATO’dur. Türkiye de NATO üyesidir ve ABD ordusundan sonra ikinci büyük orduya sahiptir. Sömürü sermayesi Irak’a iftira yapmış ve NATO’yu saldırıya geçirmek istemiştir. Türkiye’den geçmeyen 1 Mart Tezkeresi sayesinde bu işi başaramamıştır. Yalancı olduğu, müfteri olduğu ortaya çıkmıştır. Afganistan da bu yolla işgal edilmiştir.
Şimdi sömürü sermayesinin planı İran’ı zaptetmektir.
Arkasından da sıra Türkiye’ye gelecektir.
Bunu şöyle başaracaktır. İran atom enerjisini kullanmaya devam ederse NATO İran’a saldıracak; Türkiye NATO’da olduğu için o da saldıracaktır. ABD ve NATO Türkiye’yi desteklemeyecek, önce İran’ı Türkiye işgal edecektir. Bu İkinci Cihan Savaşı’nda Almanlara verilen imkanın aynısıdır. Sonra Türkiye’yi de Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan ve Ermenistan’a işgal ettirecektir. Böylece Ortadoğu’daki iki güçlü devlete son verecektir. Yok, Türkiye direnir de İran’a saldırmazsa, önce ABD’yi ve Rusya’yı da yanına alarak Türkiye’ye saldıracaktır. Bu sefer aynı atom silahı iftirasını Türkiye’ye yapacaktır.
İşte bu çıkmazı çözmek için Türk Ordusu harekete geçmiştir, Obama harekete geçmiştir. Erbakan’dan bir uzlaşma çözümü beklemişlerdir. Sayın Erbakan İran’a gitmeden önce Akevler Adil Düzen Ekibi ile istişare etmemiş, İran’a sorunu çözmüş olarak gitmemiş, dolayısıyla eli boş dönmüştür. Sorun çözülmemiştir. Oysa Erbakan bizimle istişare etseydi, hattâ bizi yanına alıp götürseydi, Kur’an’ın çözümünü öğrenmiş olacaklar ve sorun çözülecekti. Burada Türk ordusunun ve Obama’nın da hatası vardır. Sorunun çözümü için “Adil Düzen”in siyası kanadını teşkil eden Erbakan’ı devreye sokmuştur. Oysa sorun “siyasi” yoldan değil, “ilmi” yoldan, şeriat yolundan, hukuk yolundan çözülebilir. Bu çare ve çözüm de sadece Akevler eczanesinde reçetelenmektedir.
Biz reçetemizi yazıyoruz. Helâk olmaya azimli olanlar kullanmaz, kanser hastası gibi ölürler. Yedi milyar insan helâk olur gider. Yer gök onlar için ağlamaz. Sosyal tufandan sosyal gemiye yani Adil Düzen gemisine binenler kurtulur. Yeni dünya kurulur. Bu yeni dünya D8’lerin dünyası değil, Adil Düzen dünyası olacaktır.
Adil Düzen dünyası nasıl oluşacaktır?
1- Bir silah vakfı kurulacak, üreticiler silahlarını bu vakfa satacaklar, ordular silahlarını bu vakıflardan alacaklardır. Fiyatlar arz ve talebe göre oluşacak. Vakıf sadece masraflarını alacaktır. Silah sermaye kazancı ve aracı olmayacaktır.
2- Ordular kendi icat ettikleri ve kendi ürettikleri silahları kendileri kullanacaklardır. Ürettikleri silahı satmamak şartı ile her türlü silahı üretebilirler. Bunun envanterini de vermek zorunda değildirler.
3- Orduların silahı kullanabilmesi için karşı ordunun hakemlerce mahkum edilmesi gerekir. Hakem kararlarına uymayanları savunan ordular artık hukuk düzeninden yararlanamaz. O orduların devre dışı yapılması için her türlü silah meşrudur; atom, biyolojik, kimyasal ve tahrip edici silahlar kullanılabilir. Bir şart vardır. Bu ordunun imhası için hakemlerin karar almış olması gerekir.
4- Ordular ülkelerinde kendilerine ayrılmış askeri mıntıkalarda yerleşirler. Kendilerine orası tahsis edilir. Düşman orduları da ancak o mıntıkaya karşı kitle imha silahları kullanabilir. Ordu sivil halkın içine silahları ile girip karışamaz. Bu kurallara uymaz, hakem kararları olmayan ordulara saldırırsa veya sivil halkın içine dağılırsa, o orduya silah satılmaz. O ordunun imhası hakemler kararı ile tekerrür eder.
Sonuç olarak, hakem kararlarına uyan ordular barış ordularını oluşturur, İslâm ordularını oluşturur. Bu ordular dayanışma içindedirler.
İran ile ABD arasındaki sorunu arabulucu çözmez. İran bir hakem seçer, İranlı olabilir. ABD bir hakem seçer, ABD’li olabilir. Bu iki hakem ittifakla bir baş hakem seçerler. Bu hakem her yerden olabilir. Bu hakemlerin verdiği kararlara İran da ABD de uymak zorundadır. Uymayana karşı diğer devletler birleşmelidir. Türkiye, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan. Hakem kararına uymayan ülkeyi insanlık yok eder.
Allah Kur’an’da böyle emrediyor. Kulak vermeyenler kendilerine zulmederler
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92