1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 369
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 12 Ağustos 2006 Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 369. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
ÇÖLDE DEĞİL, GÖLDE SUSUZ ÖLMEK!
İSRAİL SALDIRIYORKEN NE YAPMALI?
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 31. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(106)
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(107)
أَمْ تُرِيدُونَ أَنْ تَسْأَلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسَى مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَتَبَدَّلْ الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ(108) وَدَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ أَنفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(109)
مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ (MAv NaNSaP MiN EaYaTin) “Âyetten birini nesh etmez.”
“ÂYET” yollarda dikilen yol işaretleridir. Kabile başkanlarının tepelere diktirdiği bayraklardır.
Açıkça olanları gösteren delillere âyet denmektedir. Doğa kanunları Allah’ın âyetleridir. Kur’an’ın sözleri de Allah’ın âyetleridir. Doğa kanunları değişmez. Doğa kanunları ancak âhirette değişecektir ama hepsi değil. Mesela, entropinin büyümesi değişecektir. Periyodik titreşim yapacaktır.
Meclislerin icma ile çıkardığı kanunlar da âyettir. Şimdi bunların değişmesi sözkonusudur.
“NÜSHA” kopya demektir. Yani, nüsha demek yeni kopya çıkarmadır. Eskinin yerine yenisini koymadır. Bazı hükümleri değiştirmedir.
“NESH” eskisini iptal değildir. Değişen kanunlar gibidir. Kanunların eski hükümleri o zaman için bâki kalır. Ancak yeni olaylara yeni kanunlar uygulanır. Mesela, Medeni Kanun değişmiştir, ama daha önce ölenlerin mirasları Medeni Kanun ile değil, şer’î hükümlere göre taksim edilmektedir.
Bu kuralın her yerde uygulanması gerekir. Kurulmuş şirketlerin sözleşmeleri, kuruluş tarihindeki kanunlara tâbidir. Sonra kanun değiştirip ‘siz de buna uyun’ demek, hukuk kurallarına ve nesh kaidelerine aykırıdır. Ama Türkiye’de şirketleri ve kooperatifleri yıkmak, ülkeyi yabancı sermayeye peşkeş çekmek için sık sık Ticaret Kanunu ve Kooperatifler Kanunu değiştirilir. Evlenmelerde de Medeni Kanun gelmeden evlenmeler geçerli sayılmıştır. Mesela, iki evlilikler devam etmiştir. Ne var ki, diğer hükümler kanuna uydurulmuş ve evlilik geçerli sayılmıştır. Oysa o evlilikler ancak şer’î hükümler içinde geçerli olmalıdır.
Hâsılı, nesh eski hükümleri iptal etmek değildir. Yeni zamana yeni hükümler getirmedir. Bu husus usulcüler tarafından çok iyi bilinmektedir.
Allah insanları lazım olan hükümleri günü gelince bildiriyor. İnsanlara, kendilerine gerekli olmayan bilgiler yük olmasın diye, yeni hükümler yürürlüğe gireceği zaman bildirilir.
İslâmiyet’te nesh var mıdır gibi tartışmalar yapılmıştır. Hıristiyanlar neshi kabul etmemektedirler. Onlar dışında bütün dinler neshi kabul ediyorlar. Hıristiyanlar da şeriatı reddettikleri için neshi kabul etmiyorlar.
Kelamda nesh yoktur. Allah her zaman vardır ve birdir. Âhiret değişmemektedir.
Kur’an gelmeden önce yeni peygamberler gelir ve yeni peygamberlerle ve yeni kitaplarla nesh sözkonusu olurdu. Onlar bazı hükümleri değiştirirlerdi. Mesela, Hıristiyanlarda kurban kesme zorunluluğu kaldırılmıştır. Çünkü artık insanlar çobanlık döneminde yaşamıyorlardı. Vergileri kurban olarak vermek zorunda değildiler. Cumartesi günü toplantısı da kaldırılmıştır, çünkü artık canavarlardan korunmak için toplanarak haftanın bir gününü o işe ayırmaya gerek kalmamıştır.
Kur’an’dan sonra nesh içtihat ve icmalarla olmaktadır. Bir kişi içtihadını değiştirdiği zaman, kendisinin eski içtihadı nesh olur ve ona tâbi olanlar için de o içtihat değişmiş olur. İcmalarda da aksine icma olduğunda eski icmalar nesh olmuş olur.
Tartışılan diğer bir konu da, Kur’an’da mensuh âyetler var mıdır meselesidir?
Bu konunun açıklıkla anlaşılması için neyin nesh olduğunu açıklamak gerekir.
Birinci nesh tebdildir. Mesela, Hazreti Adem zamanında kardeşler evlenebildiği halde, Tevrat ve Kur’an’da kardeşlerin birbirleri ile evlenmeleri haram edilmiştir. Buna tebdil denmektedir.
Kur’an’da böyle nesh var mıdır? Böyle bir nesh Kur’an nâzil olurken vardı. Yeni hükümler geliyordu. Mekke âyetlerinin bir kısmı Medine’de nesh olmuştur. Mesela, Mekke’de savaş meşru değilken, Medine’de meşru olmuştur. Kur’an’ın nâzil olması tamamlandıktan sonra, artık Kur’an âyetlerinin hepsi eşit şekilde yürürlüğe girmiştir. Şimdi Kur’an’da herhangi mensuh âyet yoktur. İslâmî devletlerde Medine âyetleri geçerlidir. Kuvvet yönetimlerinde ise Mekke âyetleri geçerlidir. Kur’an’ın bazı âyetleri hukuk düzeninde uygulanır. ‘Size saldırdıklarının misli ile saldırın.’ âyeti böyle âyettir. Bazı âyetler ise askeri düzende uygulanır. Düşmanları bulduğunuz yerde öldürün âyeti böyle bir âyettir. Birçok âyetler her şartta uygulanır. Namaz kılın âyeti böyledir.
Neshin ikinci çeşidi ise tağyirdir, yani değişikliktir. Önce bir inek kesilmesi emredildiği halde, sonra sarı inek kesilsin denmiş. Hanefilere göre bu da neshtir. Şafiilere göre bu nesh değildir. Bunun hukukta uygulaması nesh ise gerisin geriye işlemez, nesh değil de beyan gerisin geriye işler.
أَوْ نُنسِهَا (EaV NuNSIyHAv) “Ve insa etmeyiz.”
“NESY etmek” unutmak demektir. Kervan konakladığı zaman oralarda bazı artıklar bırakır. Ona ‘NESY’ denir. Kervan kalkınca bazı kimseler gerisin geriye gelip unuttuğumuz bir şey var mı diye yoklarlar. Orada buldukları unutulan şeylerin adı “NESY”dir.
İnsanlar ve topluluklar unutkan varlıklardır. Yazılı metin bâki kalsa da, anlamlar değişir ve unutulur. Mesela, bugünkü Müslümanlar fıkhı ve usûlü fıkhı unutmuşlardır. Kitaplarda yazılı olsa da, artık insanlar ondan yararlanmıyor ve bilmiyorlar. Medreselerin kapanmasıyla hepten hafızalardan silinir olmuştur.
Batılılar Türk halkını İslâmiyet’ten koparmak için medreseleri kapattırmış, harfleri değiştirtmişlerdir. Böylece Allah onlara bu imkanı verince biz de unuttuk. Bu yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada olmuş, sosyalizm dinleri unutturmuştur. Ne Hıristiyanlar Hıristiyanlığı, ne Budistler Budistliği, ne de Hindular Hinduluğu bilmektedir. Müslümanlar da dinlerini unuttular. Bunlar hep Allah’ın iradesi ile olmuştur.
Demek ki, sosyalizmin kendisi şer olduğu halde, insanlık için hayır olmuştur.
III. bin yıl uygarlığı II. bin yıl uygarlığının üzerinde kurulamazdı. Bir meyve bahçesi yeterli zaman geçince yaşlanır ve artık meyve vermez olur. Orasını yeniden canlandırmak için gövde ve köklerin kaldırılması gerekir. Bu ya kendiliğinden çürümesiyle olur, ya da biz onları kökleyip söker ve atarız.
İşte, Allah da yaşlanmış II. bin yılın uygarlığındaki dinleri kökletmiştir. Sosyalizm budur. Şüphesiz bu sosyalistleri cennete götüren bir izah değildir. Şeytanın yaptığı işler kötüdür ama, sonu inananlar için hayırlıdır.
نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا (NaETı Bi PaYRin MiNHAv) “Daha hayırlısını getiririz.”
Daha hayırlısını getirmedikçe, bir âyeti ne unutturur, ne de değiştiririz.
Demek ki, değişiklik daha hayırlısı içindir. Sonbaharda yapraklar dökülür. Neden dökülür? İlkbaharda yenileri onlardan daha hayırlısı olsun diye bu yapılır. Ölüm daha iyilere yer açmak içindir. Evrim bu suretle olmuştur. Âhiretin en büyük delili budur. Kâinat ölüme doğru gitmektedir. Bunun böyle olduğu ilmen kesin olarak sabit olmuştur. Entropinin büyümesi budur. O halde daha hayırlı bir kâinata gideceğiz. Yoksa abesle meşgul olunmuş olur. Hazreti Adem, Nuh, Musa, Davut, İsa ve Muhammed’in -aleyhimüsselâm- getirdiği şeriatlar hep daha ileri şeriatlar olmuştur. Sizlere şunu söyleyebilirim ki; III. Bin Yıl II. Kur’an Uygarlığı da, II. Bin Yıl I. Kur’an Uygarlığı’ndan daha hayırlı olacaktır. Biz sahabeler kadar hayırlı değiliz ama, uygarlığımız daha ileri uygarlık olacaktır. Kur’an’ın birçok âyetleri ancak bu uygarlıkta uygulanacaktır. ‘Selem Senedi’ bu uygarlıkta devreye girecek, seçim bu uygarlıkta devreye girecek, borcun azı ve çoğu üşenmeden bu uygarlıkta yazılabilecektir. Çünkü bilgisayar şimdi bulundu, artık her şeyi yazmak ve hesaplamak çok kolaylaştı.
Demek ki, kapitalizm ve sosyalizmin yıktığı şeriat uygarlığından daha hayırlı uygarlığın geleceği, kesin dil ile bize haber verilmektedir.
Buna dayanarak diyoruz ki, AK Parti iktidarı başaramayacak, başarılı olamayacaktır. Çünkü daha hayırlısını getirmiyor. O da sadece sosyalistlerin ve kapitalistlerin yıkma faaliyetine katılıyor ve katkıda bulunuyor. Bunların galip gelmeleri demek, kıyamet demektir; çünkü mikroplar galip geldiği zaman kişi ölür.
أَوْ مِثْلِهَا (EaV MiSLiHAv) “Ya da mislini getirir.”
Bu ne demektir? Eskimiş çökmekte olan bir apartmanı yıkarsınız ve yerine yensini inşa edersiniz. Yeni apartmanda bazılarını değiştirirsiniz. Bu da daha hayırlı olanıdır. Ama eskinin hepsi kötü değildir. Bir kısmını aynen bırakırsınız. Bir şey bazen yenidir ama daha hayırlısı değildir. Allah şunu yapmamaktadır. Bazı iyi yenilikler için eski iyilikleri azaltma cihetine gitmemektedir. Eski iyiler aynen kalmaktadır. Yeni iyiler daha iyi olmaktadır. Evrim böyle sağlanmaktadır. Her daha iyi insanlığı biraz daha ileri götürmektedir.
Biz de yenilik yaparken bu evrim kanunlarına uymak zorundayız. Mesela, ahşap evler projemizi geliştirirken ona yeni iyilikler katmalıyız. Allah Yenibosna’dakilere imkan vermiştir. Bahşayış arazisini Camililer almış, su havzasında kaldığı için bugüne kadar değerlendirilememiş, orayı yağmalamak isteyen pek çok talipli çıkmış ama başaramamıştır. Ahşap evler denememiz şimdiye kadar başarılamamış, buraya kalmıştır…
Biz market açıp toplanmaya başlayınca, Allah Süleyman Akdemir ve arkadaşlarına imkan vermiştir. Onlara da Allah ilham etmiş, bizi desteklemişlerdir. Bunlar tesadüf değildir. Artık daha hayırlısını getirme zamanıdır. Market çalışmaları gevşememek şartı ile bunu da yapmak zorundayız. Her şey muhasebeye bağlıdır.
أَلَمْ تَعْلَمْ (Ea LaM TaGLaM) “İlmin yok mu?”
İsrail oğullarına ait hikâyeyi anlattıktan sonra, bize hitap ederek nesh konusunu izah etmiştir.
Bundan 1400 yıl önce Araplara aynı sözleri söyledi ve söyledikleri bir bir gerçekleşti. Medine devleti kuruldu ve tüm Arabistan’da düzen sağlandı. Cahiliye döneminden şeriat dönemine geçildi.
Bugün de insanlık cahiliye dönemindedir. Görünürde devlet vardır ama, bu devlet sömürü sermayesinin bekçiliğini yapmaktadır. “Adil Düzen” geldiği zaman devlet sermayenin ve zulmün değil, adaletin bekçiliğini yapacaktır. Orada yargılama para ile olmayacaktır. Avukatlar çekişmeyecek, hakemler tartışacaktır.
1400 yıl önceki Müslümanlar, bugünkü Adil Düzen mü’minlerinden daha zayıf idiler. İsrail oğulları onlardan da zayıf idiler. Ama sonunda kimler başardı? O zayıflar başardı. Adil Düzen Çalışanları, siz de asla ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü yapacak olan siz değilsiniz, biz değiliz. Yapacak O’dur. O da bize haber vermektedir. O halde her Adil Düzen Çalışanına diyor ki: ‘Bilmiyor musun?’ Sen ey Reşat, ey Fatma, ey Lütfi, ey Emine, ey Hasan, ey Meryem, Yasin, Yaşar, Hasan, Hakan, Taha, Zübeyr, Hikmet, Ayşenur, Kübra, …
أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(106) (EinNa elLAHa GaLAy KülLi ŞaYEin QaDIyRun) “Allah her şeye kadirdir.”
Nesh ettikten veya unutturduktan sonra, daha hayırlısını veya benzerini getirmeye kadirdir. Gücü yetendir. Yahut her şeyi ölçülü yapmaktadır. Ne kadar zulüm yapılmasına izin verirse, o kadar zulüm oluyor. Sonra ortalık aydınlanır ve adalet hakim olmuş olur. Mutlaka daha hayırlısı gelecektir. En az misli gelecektir.
Bunu bilmiyor musun?
Bunun müfret olmasından anlıyoruz ki, bir kişi olsak bile, “Adil Düzen”in geleceğine inanarak çalışmamız gerekir. “Adil Düzen” İslâm düzenidir, Hak düzenidir, şeriat düzenidir.
Bir cetvel yapıyorum, aklınızda kalsın.
Latince | Yöneten düzen | Arapça | Gözeten düzen |
Hukuk Düzeni | Yalnız haklar | Ahkâm | Haklar ve görevler |
Demokratik | Ekseriyet | Şeriat | İçtihat, ortak vekil |
Lâik düzen | Din dışlanıyor | İslâm | Dinler barışıyor, aktif |
Sosyal | Primli sigorta | Hak | Kira karşılığı yaşama |
Liberal | Faizli tekelli denge | Adil | Faizsiz sermaye vergisi |
Anayasamızda değişmez maddeler arasında yer alan bu hükümler gelecek dünyanın daha hayırlı ahkamıdır. Bugünkü tekel sömürü düzeninden, gelecekteki halk düzeni daha hayırlıdır. Allah’ın halifesi olan insanlık bunu başaracaktır. “KADİRUN”un nekire gelmesinin hikmeti budur.
***
أَلَمْ تَعْلَمْ (Ea LaM TaGLaM) “İlmetmedin mi?/ Yani, ilmettin.”
“ELEM TA’LEM”i aynen tekrar etti. Mâzi sığası ile kullandı. Çünkü insanoğlu bunu doğuştan bilmektedir. Bu ilim vehbî değil kesbîdir. Herkes aklı ile bunu bilmektedir.
Burada “Ve” harfi getirilmemiştir. Çünkü her şeye kadir olmakla her şeyin O’na ait olması aynı mânâdadır. Müfret getirilmiştir, çünkü her insan bunu tek başına bilmektedir. Bunun için başkalarının öğretisine gerek yoktur.
أَنَّ اللَّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (EanNa elLaHa LaHUu MuLKu elSaMAvATı Va eLEaRWı)
“Allah, semavat ve arzın mülkü kendisinin olandır.”
Burada “SEMAVAT VE ARZ” marife gelmiştir. Beş boyut içinde dört boyutu süren üç boyutlu uzaydır demektir. Mülk marifeye izafe edildiği için diğer gezegenler de arza mülhaktır.
Geçmişte olanlar ve gelecekte olanların hepsi O’nun emriyle hareket eder. Bir yaprak bile O’nun izni olmadan kıpırdamaz. Dolayısıyla sosyalistlerin ve kapitalistlerin yaptıkları da O’nun takdiri ile olmaktadır. Gelecekte daha hayırlısının gelmesi için nesh olmaktadır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ (Va MAv LaKuM MiN DUvNı elLAHı)
“Allah’ın dûnunda sizin için yoktur.”
Allah’ın dışında sizin için bir veli ve nasır yoktur.
Burada “ALLAH” tekrar edilmiştir. Çünkü birinci Allah’ta O’nun zatı kastedilmişti. Burada ise kendisi ve halifesi birlikte kastedilmektedir.
Sizin için Allah’tan başka ve sizin Adil Düzen Cemaatinden başka bir veliniz ve nasırınız yoktur.
‘Ahmet geldi, onu yatırdım.’ dediğiniz zaman, gelmesi ile yatırılması arasında ilişki vardır demektir.
‘Ahmet geldi. Ahmet’i yatırdım.’ derseniz, gelme ile yatırma arasında ilişki yok demektir.
Zamir onu ayniyle ifade eder. İsmin tekrarı onun başka yanını ifade eder.
مِنْ وَلِيٍّ (Min VaLiyYin) “Veliden birini bulamazsın.”
Kur’an’da veli ve nasır olarak iki kurumdan bahsetmektedir. Kişilerin topluluk içinde iki çeşit ortakları vardır. Biri dayanışma ortaklarıdır. Birine bir kötülük gelirse hepsine gelmiş kabul ederek birbirlerine dayanırlar.
Mesela, biri birine saldırırsa, hepsine saldırmış kabul edilir ve birlikte savunmaya geçerler. Biri bir suç işlerse hepsi birden diyetini öderler. Buna ‘VELAYET’ denir. Velayet bucakta başlar. Bucak başkanı oradaki herkesin ortak velisidir, Allah’ın halifesi olan topluluğun resulüdür. Burada dayanışma ortaklık sorumlusuna ‘VELİ’ denmektedir. Bunlar ayrı ayrı dayanışma ortaklıklarını kurmakta iseler de, sonunda hepsi topluluğun kurallarına yani şeriata uyarlar. Şeriat olmadan, başkan olmadan, hakemler olmadan velayet sözkonusu olamaz. İktidar bir bütündür, tecezzi etmez. Zaten tecezzi etmediği için muktedir olunmaktadır.
وَلَا نَصِيرٍ(107) (Va Lav NaSIyRun) “Nasır da bulunmaz.”
“Veli” dayanışma ortaklığı sorumlusudur. Tevliye edenlerin ortak vekili olduğu için tevkil eden onu değiştirebilir, ama kararına karışamaz. İstişareden sonra kararı o verir. Oysa, genel hizmetli ise kişinin yardımcısıdır. Hasta iken yardım eder. Sağlam iken onun adına karar alamaz. Yardım edenlerin ehliyetini topluluk verir, dayanışma ortaklıkları verirler. Ancak çoklu sistem vardır.
“NASIR”ı kendisi seçer. İstediği zaman değiştirir. Kişiler ücret ödemezler. İşletmelerden alınan kamu payı ile ödenir. Hâsılı, velayet kamu hukukunu, hilafeti; nusret ise özel hukuku, kıyamı ifade eder.
Evrime karşı gelinemez. Avrupa’da demokrasi gelmeye başlayınca krallar birleştiler ve demokrasiyi önlemek istediler. Demokratlar zalim oldukları halde galip geldiler. Bugün artık krallıkla idare edilen bağımsız devlet yoktur, sadece Batılıların sömürü aracı olan hanedanlar ve diktatörler vardır.
Şimdi de insanlar birleşmişler, “Adil Düzen”i durduracaklarını sanmaktadırlar. Kimilerini başbakan yapıp “Adil Düzen”den uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Anayasa çoğunluğunu veriyor ve “Adil Düzen”den uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Başaramayacaklar, çünkü “Adil Düzen” isteseler de istemeseler de gelecektir. 1400 sene önce Allah böyle dedi ve öyle oldu. Allah bugün de vardır, lâ yemuttur. Böyle diyor, yine böyle olacaktır.
***
أَمْ تُرِيدُونَ “Yoksa şöyle mi murat ediyorsunuz?”
Bundan önce “Elem Ta’lem?” demiş, “Bilmiyor musun?” diye sormuştu. Orada mü’minlere teker teker muhatap aldı, burada topluca muhatap alındı. Yani, teker teker görevlendiriliyor ama, birlikte hareket edilmesi gerektiğine işaret ediyor. “YOKSA?” ile sorması, tam kabul ediyorsunuz demiyor ama muhtemel görüyor. Tam olmasa da benzer durumlarla karşılaşılabileceğine işaret ediyor. ‘Niçin böyle yapıyorsunuz?’ demiyor.
“Yoksa böyle mi yapmak istiyorsunuz?” Aynı duruma düşmeyin diyor.
أَنْ تَسْأَلُوا رَسُولَكُمْ (EaN TaSEaLUv RaSUvLaKuM) “Resulünüze sormak mı istiyorsunuz?”
“Muhammed’e sormak mı istiyorsunuz?” demiyor. Çünkü buradaki resul Kur’an’ı ilk olarak almış olan resul değildir. Öyle olsaydı Kur’an yalnız ilk Müslümanları kastetmiş, bize hitap etmemiş olurdu. Çünkü şimdi bize soramayacaktı. O halde bugün burada muhatap olan cemaatinin başkanıdır. Aşiret cemaatinin başkanı imamdır, ama resul değildir. Resul, hükmeden ve aynı zamanda kadı olan kimsedir. O halde bir bucak oluşturmaya başladığımız zaman, başkanımıza böyle soru sorma durumunda olabiliriz.
“RESUL” cuma cemaatinin imamıdır. Her bucağın öyle imamı vardır. İllerde merkez bucaklar vardır, bucakların imamı da muhataptır. Kavmin merkez bucaklarının imamı da muhataptır. Mekke imamı da muhataptır. Her birinin kendi cemaati vardır. Onlar ona muhatap olacak ve onlar ona soracaktır. Bir bucak halkı devlet başkanına soramayacağına göre, burada muhatap olan merkez imamlar olsa da, taşra halkı sail değildir.
كَمَا سُئِلَ مُوسَى (KaMAv SuEiLa MUvSAy) “Musa’ya sual olunduğu gibi.”
Burada ismi tasrih ediyor. ‘İsrailliler resullerine sordular’ demiyor. Halbuki bize hitap ederken “Resulünüze sual etmek mi istiyorsunuz?” diyor. Bugün kastedilen Hazreti Muhammed değildir. İlk nâzil olduğu zaman kastedilen Hazreti Muhammed aleyhisselâm, cemaat de Medinelilerdir. O zaman onlar sağ idiler. Hazreti Muhammed’e sorabilirlerdi.
“Adil Düzen”i tesis ederken elbette İsrail oğullarının karşılaştıkları sorunlarla karşılaşacağız, Hazreti Muhammed aleyhisselâm ve ashabının karşılaştıkları sorunlarla karşılaşacağız. Onun için gerek Tevrat’ı, gerek Kur’an’ı hadisler ile birlikte öğrenmemiz gerekmektedir. Onlar bize örnektirler.
مِنْ قَبْلُ (MiN QaBLu) “Daha önce.”
Yani, Kur’an inmeden önce. Burada Kur’an inmeden önce meşru olan bir şey, artık meşru değildir. O da başkanlara sorup fetva alarak amel etmedir. Herkes kendi içtihadı ile amel edecektir. Başkanın içtihadı ile amel etmek yasaklanmıştır. İşte, daha önce Hazreti Musa’dan aldıkları fetva benzeri fetva istemeyin, kendi içtihadınızla amel edin denmiş olmaktadır. Demek ki bu ayet bize önemli iki hususu hatırlatmış oluyor.
Artık nebilik bitmiştir. Her kabile kendi başkanını kendisi atar, sonra onun nezaretinde yaşar. Herkes kendi içtihadı ile amel eder. İçtihat edemezse müçtehidine sorar. Başkandan emir almaz ve istemez. Başkana karşı da sorumlu değildir. Şeriat düzeninde herkes topluluğa karşı sorumludur ve bu sorumluluk da hakemlere karşıdır. Başkanın içtihadı ile amel edilmeyeceği hususunda alimler arasında ittifak vardır. Ne var ki, bu husus içtihadın kapatılmasından sonra değişmiş, Türk hükümdarlar emirnameler çıkarmış ve ülkelerini cahiliye dönemiyle yönetmişlerdir. III. Bin Yıl Uygarlığı, II. Bin Yıl Uygarlığı’ndan daha hayırlı olacaktır.
وَمَنْ يَتَبَدَّلْ الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ (Va MaN YaTaBadDaLi eLKuFRa Bi eLIyMANı)
“Kim küfrü imanla tebdil ederse.”
Yani, imanın yerine küfrü koyarsa. Tafa’ul bâbı lâzım yapar. Sonra “Ba” ile müteaddi olur. İmanı verip küfrü almak anlamındadır. “Ba” bedeliyet içindir.
Burada çok önemli bir hususa işaret etmektedir. Kur’an nâzil olduktan sonra tekrar fetva ile amel etmek küfürdür. İşte ‘içtihad bâbı seddedilmiştir’ diyenler küfretmiş demektir. Evrimden geri dönüş irticadır.
Kimse saltanatın geri gelmesini isteyemez, yahut hanedana dayalı bir hilafet talep edemez. Kimse Osmanlı harflerine dönemez. Kimse Mecelle’yi isteyemez. Ama daha ileri bir işleyişi herkes ister. Mesela, Sünnilerin bir seçilmiş siyaset dışı halifesi olsun diyebilir. Şiilerin de olur. Buna zaten bugün mâni olan hiçbir şey yoktur. Mesela, Türklerin şeyhleri toplanır ve kendilerine bir halife nasbedebilirler. Yahut, tarikatların liderleri bir dini halife nasbedebilirler. Ama kimse Osmanlı hanedanını halife yapamaz. Bunu istemek küfürdür. ‘Osmanlıların mucibine göre amel edile’ fermanlarını kimse kanun yapayım diyemez. Diyen kâfir olur.
فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ(108) (FaQaD WalLa SaVAyEa elSaBIYLi)
“Dalâlet etmiş olur, yolun ortasını kaybetmiş olur.”
Burada önemli bir hususa işaret etmektedir. Cehenneme gider demiyor, yolun ortasını kaybeder diyor.
Eskide ısrar küfürdür ama, zulüm değildir. Dolayısıyla zulmedilmedikçe kimse suçlu olmaz.
***
وَدَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ (VadDa KaÇIyRun MiN EaHLi elKiTAvBi)
“Kitab ehli olanlardan ekserisi meveddet etti.”
İnsanlık tarih boyunca iki aşama geçirmiştir. Yazı icat edilmeden önce insanlar kabile hayatı yaşıyordu. Yazılı kuralları yoktu. Bundan beş bin yıl önce insanlar yazılı kurallarla tanıştılar, bu Hazreti Nuh’un şeriatı idi.
Dicle ile Fırat arasında başlayan ilk uygarlık önce Mısır’a, sonra İran ve Anadolu’ya, daha sonra Hindistan ve Çin’e yayıldı. Yirminci yüzyılın sonunda yazılı hukuka geçmeyen bir ülke kalmadı. Yazılı hukuku kabul eden herkese kitap ehli denir. Kendilerine kitap verilenler de ehli kitaptır. Kur’an ehli de ehli kitaptır. Kur’an bize yani Adil Düzen Çalışanlarına hitap ediyor. Kitap ehli olanlardan çoğu diyor. Yani, insanların çoğu diyor. Sizleri “Adil Düzen”den vazgeçirmek isterler diyor. Öyle yapmadılar mı? Hâlâ ne çabalar gösteriyorlar…
لَوْ يَرُدُّونَكُمْ (LaV YaRudDUvNaKUm)
“Bir reddetseler. Reddolmanızı isterler.”
“REDDETMEK” gerisin geriye çevirmek, kabul etmemektir.
İnsanlık tarihinde iki kuvvet daima dengededir; ilericilik ve gericilik. Ama ilericilik her zaman galip gelmekte ve ileri gidilmektedir. Fizikte sürtünme kuvveti vardır, bir şeyi ileri götürmenize engel olur. Toplulukta da böyle durdurucu güç vardır, sizin ilerlemenize mâni olmaya çalışır. Nasıl frensiz araba olmazsa, gericileri olmayan ülkeler de olamaz. Başka türlü ilerleme olmaz. Doğada bir taraftan evrim vardır, diğer taraftan bozulma vardır. Evrim bozulmayı yenmekte ise de, sonunda enerji bitecektir. Kıyamet kopacak ve Kâinat yeniden düzenlenecek, daha ileri kâinat gelecektir. Kitleler tutucudur. Çoğu direnir.
Nitekim, “Adil Düzen”e karşı da herkes direniyor. Dayanamayanlar elenip gidiyor, “Adil Düzen”i ağızlarına bile alamıyorlar. Kur’an, İslâm düzeninin gelmesine direnenlerin daha çok kimselerden ibaret olduğu durumdan bahsetmektedir. Şimdi Adil Düzen Çalışanları İstanbul’da, İzmir’de ve Ankara’da çalışmalarına devam etmektedirler. Herkes karşı, herkes direniyor. www.akevler.org tebliğ için yeterlidir. Biz yazdıklarımızı oraya girdiğimizde, bizim tebliğ görevimiz yeterli olur. Artık okuyup okumamak onlara ait olur.
Kitap ehlinin çoğu böyledir. Gözlerimizle görüyor, kulaklarımızla duyuyoruz...
Kur’an bize bunları bildiriyor ki ümitsizlik içine düşmeyelim.
مِنْ بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّارًا (Min BaGDi IyMAvNıKuM
“İmanınızdan sonra küffar olarak reddetsinler.”
“Adil Düzen”i ortaya koyduktan sonra ondan irtidat etmelerini istemek demek ki doğaldır.
Saadet’teki ajanlar mahkeme kararlarını bahane ederek “Adil Düzen”i bıraktırma faaliyetinde bulundular. Tansu Çiller kendisi “Adil Düzen”i kopya etmeye çalıştı ama, başaramayınca karşı faaliyete geçti.
Şimdi iktidarda olanlar ise ‘hiç Adil Düzenci olmadıkları’ ile öğünüyorlar!..
Burada evrime iman denmekte, tutuculuğa da küfür denmektedir. Yukarıdaki beyanı burası teyit etmektedir. Neshe uymamak küfür kabul edilmiştir.
Biz “Adil Düzen” dediğimizde neyi kastediyoruz?
a) Her söze kulak verilecek. Doğu peygamberlerinin söyledikleri ve fakihlerin ilimleri öğrenilecek. Batı filozofları ve ilim adamlarının getirdikleri öğrenilecek.
b) Müsbet ilme dayanılarak bunlar arasında düzenleme yapılacak. Bu bilgilere dayanılarak yeni dünya düzeni oluşturulacak.
c) Yeni dünya düzeni kuvveti üstün tutan düzen değil, haklıyı kuvvetli kılan düzen olacaktır. Hak müsbet ilimle ortaya konacak. Son söz hakemlerin olacak.
d) Her şeye kendi küçük topluluğumuzdan başlayacağız. Yapamayacağımız şeyleri başkalarının yapmasını istemeyeceğiz. Kimseye zorla bir şeyi dayatmayacağız. Herkesin dini düzeni kendisinin olacaktır.
Aslında bu ilkeleri Batı da kabul etmiştir. Ne var ki, Batı bunların yapılmasını istemekte ama nasıl yapılacağını bilmemekte, suçu yöneticilere atmakta, böylece istikrar bozulmaktadır.
Peki, biz onların istediklerini yapıyoruz da, bize neden hasım oluyor, bizi neden reddediyorlar?!.
حَسَدًا مِنْ عِنْدِ أَنفُسِهِمْ (XaSaDan Min GiNDi EaNFuSiHiM)
“Kendi indlerindeki hasetlerinden bunu yapmaktadırlar.”
“HASED” ‘HASAD’ kelimesi ile akrabadır. Tıraşlamak üzere ekini biçmek demektir. İnsanlar arasında yarışma vazedilmiştir. Herkes daha iyisini yapmayı isteyecek, yarışacak, başardığına şükredecek. Bu Allah’ın emrettiği bir şeydir. İbadettir. “HASED” ise kendini ileri götürmek değil de, başkalarını geri çekmektir.
Ne beklenirdi?
Akevler İzmir Ekibi Erbakan’la birlikte çalıştı ve “Adil Düzen”i ortaya koydu. Millî Görüş camiasındaki muhaliflerimiz ne yapacaklardı? Onlar da çalışıp daha iyisini ortaya koymalı idiler. Erbakan bu imkanları onların değişik gruplarına verdi, biz de destekledik. Onlar ise “Adil Düzen”i dışlamaya çalıştılar. İmandan sonra küfrettiler. Neden? Hasetlerinden. Kendileri yapamayınca bizim de yapmamızı istemediler!..
Diğer taraftan ANAP, DYP, DSP, MHP dahil hepsi, “Adil Düzen”den daha iyisini getirmeli idiler. Biz onları desteklerdik Ama onlar öyle yapmadılar, Millî Görüşçüleri “Adil Düzen”den vazgeçirmek istediler!..
Tansu Çiller “Adil Düzen” düşmanlığının şampiyonluğunu yaptı ama, şimdi nerelerdedir?!.
İsrail oğullarından da bunu beklerdik. Onlar da dönsünler ve bizim çalışmamıza benzer çalışma yapsınlar, “Adil Düzen”in ileri versiyonunu üretsinler. Ama öyle yapmadılar da, otel odalarında toplanıp Refah-Yol’u nasıl iktidardan indireceklerini planladılar!
28 Şubat’ta ne oldu? Sivil kuruluşlar, yargı, bürokratlar, ordu hep onların yanlarına geçtiler. Burada olanların hepsi doğrudur. “Adil Düzen”e inanan Refahlılar da sindi. Kötü olan bu olmuştur. Maalesef onlar da o tarafa geçtiler. “Akevler” ise her zamanki duruşunu korumuştur; inşaallah bundan sonra da koruyacaktır…
Onlar korku yaratarak vazgeçirmek isterler. Çocukları korkuturlar... Kadınları korkuturlar... Yaşlıları korkuturlar... Onlar da onlarla bir olup “Adil Düzen”e cephe alırlar... “Adil Düzen” Kur’an okumadan bu sebeple kurulamaz. Kur’an yorumlanarak okunmalıdır ki, bu olaylara karşı direnebilelim. Kur’an olmazsa, bizim bu gücümüzü nasıl bileceğiz. Biz galip geleceğiz. Çünkü biz Allah’ın hizbiyiz ve O güçlüdür. Sürtünmeler kuvvetleri yense hayat olmaz. Zaten sürtünmenin gücü kuvvet yoksa sıfırdır.
مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْحَقُّ (MiN BaGDi MAv TaBayYaNa LaHUM eLXAqQu)
“Hak kendilerine tebeyyün ettikten sonra. Sizi imandan sonra küfre çevirmek isterler.”
Burada önemli bir hususla karşı karşıyayız. O da hak tebeyyün etmelidir. Gerçek anlaşılmalıdır.
Peki, gerçek nasıl tebeyyün eder? İşte bu da Adil Düzen Çalışanlarına düşmektedir. Gerçekleri anlatmalıyız. Göstermeliyiz. Her şey açıkça ortaya çıkmalıdır. Akevler MİLAD Market faaliyete geçmelidir. Bahşayış Sitesi kurulmalıdır. Artık Ahşap Evler üreten fabrikayı kurmamız gerekir. Bunları yapacak güçteyiz. Allah’a hamd olsun ki Özket Ailesi bunu canla başla yürütmektedir. Hocaoğlu Ailesi de bu sebeple Yenibosna’ya taşınmaktadır. Süleyman Akdemir ve ortakları desteklemektedir. Kur’an okumayı başlatanlar Erol Ailesi olmuştur. Şimdi Hakan ile Selim Ahşap Evleri başlatmıştır. Görülüyor ki, kendiliğinden işbölümü olmaktadır. Yavaş yavaş eklenmektedir. İşte biz şimdi hakkı tebyin görevini yapıyoruz. Çok sıkıntılı günlerdeyiz. Doğum sancıları içindeyiz. Anne olacak gibi sevinçli olmalıyız, ama onun gibi dayanıklı da...
Onların bu hasetlerine karşı ne yapmalıyız? Onlara nasıl davranmalıyız? Kur’an olmazsa nasıl bileceğiz? Allah’a hamd olsun ki Kur’an vardır, bize ne yapacağımızı söylemektedir.
فَاعْفُوا (FaGFuv) “Affet.”
Evet, affet. Biz de “Akevler”de hep bunu yaptık. Kimseye kin beslemedik. Kimseye düşman olmadık.
Tansu Çiller bizi “Adil Düzen”den vazgeçirmek istedi. Biz yine de onun yanında olduk. Saadet Partililerin de yanındayız. Ben AK Parti’ye oy verdim. Onları savunuyoruz... Yanlışlarını söylüyoruz... Onlara bir kırgınlığımız bile yok... Kendilerine bir şey olsa, biz onlardan daha çok üzülüyoruz… Demek ki, Adil Düzencilerin işi, ‘dost acı söyler’ deyip onların yanında yer almak, yani, yine de dost kalmaktır…
وَاصْفَحُوا “Safh ediniz. Musafaha ediniz.”
Yani, afv ile kalmayın, yine de onları destekleyin, başarıları için çalışın.
Adil Düzen Çalışanlarının karakteri işte budur.
Onlar hasetlerinden dolayı “Adil Düzen”den vazgeçirmek istiyor, Adil Düzenciler ise sevdikleri için onları affediyor ve onlarla musafaha ediyorlar.
“SAFAHA” buluşma demektir. “MUSAFAHA etme” hoş geldin demek, tokalaşmak demektir.
Biz de onlara gerektiğinde destek vereceğiz. Adil Düzen Partimiz yoksa, onlara oy vereceğiz.
Saadet Partisi bir AK Parti olacaksa niye değişsin ki? AK Parti kalsın. Saadet Partililer haset edip AK Parti’nin başarısızlığını değil, çalışıp “Adil Düzen”i halka anlatmalıdırlar. Akevler’in “Adil Düzen”inden daha güçlüsünü ortaya koymalıdırlar. İktidar oldular, hâlâ milyar dolarlık imkanları var ama...
Üç-beş kişilik Akevler Ekibi on binlerce sayfalık çalışmaları ortaya koyuyorlar da, sizin neden Erbakan’ın Akevler ile birlikte hazırladığı birkaç çalışmasından başkası yok!..
Neredesin Arif Ersoy, neredesin Numan, neredesin … ?!. Siz Adil Düzenci değilsiniz, bunu iyice bilin!
حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ (XatTAy YaETiYa elLAHU Bi EaMriHIy)
“Allah emri ile gelinceye dek böyle yapın.”
Evet, Allah emri ile gelecektir. Nedir bu emir? “Adil Düzen”dir. Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen”i öğrenir, uygular, onlara anlatır ve gösterirlerse, artık Allah emri ile gelecektir. Ya bu ulus demokratik kurallar içinde “Adil Düzen”i kabul edecek ve Allah onları yüceltecektir, ya da demokratik kurallara uymayacaklar ve Allah onları başka yerden helâk edecektir. Adil Düzencilerin görevi onlarla çatışmak, onlarla savaşmak değildir. Adil Düzen Çalışanlarının görevi “Adil Düzen”i ortaya koymak, ilim ve tebliğdir. Siyasi işler siyasilere aittir.
Yani, Allah emri ile gelecektir. “Adil Düzen” kurulacaktır. Ama Allah bunu tatlılıkla yapacak, yahut acıtarak yapacaktır. Bu iş bizim işimiz değildir, Allah’ın işidir. Bizim işimiz ise sabretmek ve onların cefalarına dayanıp “Adil Düzen”i onlara tebliğ etmektir. Sizden başka “Adil Düzen”i benimseyen ve ellerinde birikimi olan kimse var mı; yeryüzünde var mı? Hem sabredeceksiniz, hem de onlarla iyi geçineceksiniz...
إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قدِيرٌ(109) (EinNa EalLAvHa GaLAy KulLi ŞaYEin QaDIyRun)
“Allah her şeye kadirdir.”
Allah her şeyi ölçümlendirmiştir. Günü gelince her şey olacaktır. O’nun her şeye gücü yetmektedir.
Burada “KADİR” kelimesi gelmiştir. Topluluğu ifade eder. Bir topluluk aşireti içinde kendisini olgunlaştırır. Kendi başına bir şey yapılamaz. Mutlaka topluluklar oluşturulmalı, o topluluk sorunları çözmelidir.
a) Yaklaşık 10 aileden müteşekkil aşiret/ocak/apartman oluşturulmalıdır. Burada Kur’an nazari olarak öğrenilmelidir. Deneme uygulamaları yapılmalıdır. Tek başına çalışmaya başlamalı ama, mutlaka diğerleri ile birleşmelidir.
b) Sonra, yaklaşık 1000 hanelik site kurulmalı, burada artık şeriat hükümleri konmalıdır. Ceza hukuku dışında Türkiye’de her şey uygulanır. Cezada suç işleyen kooperatiften çıkarılır ve devlete bırakılır. Siteye sokulmaz.
c) Sistemin tam olarak çalışması için “25 Genel Hizmet”in yapıldığı hizmet müesseseleri oluşturulmalıdır. Bu sayede Adil Düzenciler ekonomide başarılı olmalıdırlar, ülkenin dış borçlarını hükümeti destekleyerek tasfiye etmelidirler.
d) Nihayet, “Adil Düzen Partisi”ni kurarak, diğer partilerle koalisyon yaparak millî anayasa oluşturulmalı, “İnsanlık Anayasası” oluşturulmalıdır.
İşte, Allah’ın emri o zaman gelmiş olacaktır. Derin güçler buna izin verirlerse sorun biter, “Adil Düzen” tatlılıkla gelmiş olur. Ya izin vermezlerse, bundan önce olduğu gibi dış güçlerin talimatı ile hareket edip “Adil Düzen”i iktidar etmezlerse, demokrasiyi askıya alırlarsa, Adil Düzen Çalışanları bir şey yapmazlar...
Allah o iktidarı Osmanlı İmparatorluğu’nu yok ettiği gibi yok eder ve yeniden istiklâl mücadelesini yapar, “Adil Düzen”i kurarız. Unutmayın ki, imparatorluğu Anadolu hükümeti yıkmadı. Düşmanların yıktığı imparatorluğun kaybedilen varlığı istirdad edilerek cumhuriyet kuruldu. Hanedan sadece dışarıya gönderildi, onlara dokunulmadı. Biz bu cumhuriyetin yıkılmaması için çalışacağız. İç savaşa katılmayacağız. Dışa karşı ise gerektiğinde canımızı vereceğiz. Çünkü “Adil Düzen” bu topraklarda kurulacaktır. Ama cumhuriyeti yıkarlarsa, bilsinler ki biz daha güçlü cumhuriyeti kuracağız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-369 ADİL DÜZEN DERSLERİ-199 İstanbul, 12 Ağustos 2006
ÇÖLDE DEĞİL, GÖLDE SUSUZ ÖLMEK!
Allah’ın insanlığa en büyük lütfü, Bakara Sûresi’nin sondan ikinci sahifede anlattığı ‘hamiline yazılmış senet’ olan ‘para’dır. Bugün her sorunu para ile çözer hâle geldik. Devletin elinde de, iyi kullandığı takdirde istediği kadar para vardır. Bunun tek sırrı, ‘karşılıksız para’ çıkarmayacaksın. Karşılıklı olmak şartı ile de devletin elinde sınırsız para vardır. Çözemediği hiçbir sorunu olmaz.
Ülkemizde, hiçbir anayasal sorumluğu olmayan Merkez Bankası delilerin bile yapmadığını yapmaktadır. Kendi ürettiği kağıda kendisi faiz vermektedir! 1997’den beri de devletin elinden kendi parasını çıkarma yetkisi alınmış, devlet yakıtsız bırakılmıştır. Göldedir, ama su içmesi yasaktır!
Allah’ın insanlığa verdiği en büyük nimet olarak para çıkarma gücü ise, Türklere verdiği en büyük nimet de İstanbul’dur. İstanbul öyle bir yerdir ki, ne kadar kriz olursa olsun, ölüsü bile krizlere dayanmaktadır. Sömürü sermayesi dünyanın ticaretini elinde tutmak için gümrükleri ve kotaları koymuştur. Para çıkarma imtiyazını kendi elinde tutma formülünü geliştirmiştir.
Allah’a şükürler olsun ki, ‘kayıt dışı ekonomi’ bu yasakları deldiği için biz yaşıyoruz. Türkler banka dışı para üretiyorlar, bohça/bavul ticareti ile duvarları aşıyorlar.
“Adil Düzen” için bu işlerin çözümü bir gecelik iştir: Gümrükler sıfırlanmıştır... Üreticiye veya tüccara stok ettiği mal karşılığı istediği kredi verilmiştir; hem de faizsiz, hem de vâdesiz... Malı sattığında ödenecektir...
Dolayısıyla, para gölünde herkes kana kana su içebilecek…
Enflasyon yapmaz mı?
Kesin olarak yapamaz. Çıkan paranın karşılığı vardır. Terazinin bir kefesine mal konuyor, diğer kefesine para konuyor. Birbirini tartmıyorlar.
Peki, çıkarılan para ne işe yarıyor?
Millî stoklar artırıyor, yani zenginleşiyoruz demektir. İstersek ihraç eder yerine altın stoklarız. İşsiz insan kalmaz. Pahalılık da olmaz. Tekrar ediyorum, bir gecelik iştir.
Gerekçeleri açıkça söyleyelim.
a) Seçimle gelen iktidarlar, eğer bu soruna çözüm bulmazlarsa, milleti göl içinde susuz öldürmeye devam ederlerse, seçim sona erecektir. Denize düşen yılana sarılacak, ülkeyi belki de PKK eline geçirecektir.
b) Bunu önlemenin tek çaresi, ordunun müdahale etmesi olacaktır. PKK’dan daha ehven-i şer değil midir? Orduya bunu tavsiye etmem. Çünkü bu ordunun yıpranmasına neden olmaktadır. Oraya varmadan tedbir alsınlar. Bunun tek tedbiri ise “Adil Düzen”i öğrenmek ve ordunun görüşü olarak seçilmiş iktidara bildirmektir. Her vatandaşın buna yapmaya hakkı olduğu gibi, ordunun da elbette hakkı vardır. Ne var ki, ordu da bize kulak vermiyor. Oysa, biz düşman isek, ordu bize karşı savunmasını geliştirmesi için bizi bizden öğrenmelidir, Cumhuriyet gazetesinden değil. Dostu isek de, yine bizi bizden örenmelidir. Biz ordumuza güveniyoruz. Oysa onlar bizi tanımıyor bile…
c) Var sayalım ki, sivil iktidar milleti gölde susuz boğmaya devam etti. Ordu da uyarı görevini yapmadı. O zaman ülkeyi her halde PKK’ya bırakacak değildirler. Ne yapıyorlar? Müdahale ediyorlar. Ama ne yapacaklarını bilmedikleri için iktidarı yine sivillere; bilgisiz sivillere teslim ediyorlar. Oysa, iktidarı bilen sivillere teslim etmelidirler. Ordu o gibi olağanüstü halde kaldığı zaman, yönetimi geçici de olsa kime teslim edeceğini bilmelidir. Bunun için ülkedeki bütün görüşlere kulak vermeli, herkesin ne dediğini ve ne yaptığını bilmesi gerekir. Yoksa Batı Çalışma Grubu gibi saçma işler yapar ve başörtülülerle uğraşır!..
d) Dördüncü en kötü şık ise, ordunun yönetimi eline almasıdır. Buna meyli de vardır. Şimdi AK Parti onları dinlediği için uyumlu geçiniyorlar. Bu ülkeyi askerlerin yönetmesidir. Bu durum nedendir? İktidarı AK Parti gibi Millî Görüşten gelen Adil Düzen düşmanlarına teslim etmelerine göz yummalarından ileri gelmektedir. Oysa ordu adil davranmalı. Erbakan’ı iktidardan indiren ve Tayyib’i şiir okudu diye hapseden zihniyete karşı cephe almalıdır; İslâmiyet’e değil. İşte o en kötü şartlarda ülkeyi doğru idare etmeniz için yine “Adil Düzen”i öğrenmeniz gerekir.
“Adil Düzen”in pek çok sahtesi ortaya çıkmıştır. Onu ayırt edecek insan akıldır, ilimdir. Siz her söze kulan verin ve en iyisini seçin. İşte hakiki “Adil Düzen” odur. Sizin aklınızın kabul ettiği şeydir. Siz kendi aklınıza güvenmiyorsunuz. Yanlış yapmayalım diye kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Oysa Allah size en az Türk düşmanlarına verdiği aklı lütfetmiştir. Neden onların aklını veya bizim aklımızı daha üstün görüp bizi konuşturmayanların yanında yer alıyorsunuz?
İstanbul elinde olan bir devlet, sadece parayı doğru dürüst çıkarması hâlinde, 10 sene istemez, 5 sene içinde dünyanın en zengin ülkesi hâline gelir. Dıştan gelecek göçleri de kabul etmesi şartı ile dünyanın en büyük savunma ordusuna sahip olur. O zaman İsrail Lübnan’a saldıramaz. Türkiye’nin gölgesi ona yeter.
Son sözüm yine orduya olacaktır. Güçlü olmaktan korkmayın, gücünüzü kötü kullanmaktan korkun. Dünyanın en büyük saldırı gücüne talip olmayın, dünyanın en güçlü savunma gücüne sahip olun. O sebeple diyoruz ki, ne Türkiye’ye ne de İran’a atom bombası gerekmez. Biz muhacir kabul ederiz, dışarıdaki kimseyi savunamayız. Kur’an’ın emri budur. İster inanın, ister inanmayın. Böyle giderse, çok geçmeden Firavun gibi boğulurken inanacaksınız, ama o zaman da iş işten geçmiş olacaktır...
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-369 ADİL DÜZEN DERSLERİ-199 İstanbul, 12 Ağustos 2006
İSRAİL SALDIRIYORKEN NE YAPMALI?
Her kavmin içinde değişik yapıda kişiler vardır. Onlara bakarak bütün kavmi aynı kefeye koymak yanlıştır.
‘Yahudi’ deyince, bütün Yahudileri İsrail’deki saldırgan yöneticilerden ibaret sanmak, yahut bu saldırıları uzaktan yönlendiren Amerika’daki sermayedar Yahudiler olarak görmek yanlıştır. Bunun için bütün Yahudileri bu zalim ve gaddar Yahudiler veya İsrail ile alakalandırıp hepsine saldırmak insanî değildir, İslâmî de değildir.
Yahudilere hakim olanlar, 1897’den önce Müslümanları ve Hıristiyanları savaştırır, kendilerini öyle korurlardı. Gittikçe korunma hakimiyete dönüştü. 1897’den önce dünya Yahudileri ikiye ayrılmıştı. Hakim Yahudiler Londra’da oturur, tüm dünyanın ekonomisine masonlar aracılığı ile hakim olurlardı. Bunların rahatları yerinde idi. İsrail devletinin oluşmasını istemiyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca Sevr ile Müslümanların varlıklarına son vermeyi düşündükleri için İngilizler İstiklâl Savaşı’nda Yunanlıları desteklediler. İsrail devletini kurmak isteyen Yahudiler ise, -daha sonra kendileri ele geçirmek istedikleri için- Türkiye’nin Hıristiyanlardan arınmış bir İslâm devleti olmasını planladılar ve İstiklâl Savaşı’nda Türkleri desteklediler, Yunanistan’ı desteklemediler…
İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Londra Yahudileri Amerika’ya taşındılar. Onlar İsrail Yahudilerinin hakimiyetini istemedikleri için, İsrail devletinin gelişmesini önlediler. Hamas ve hizipleri onlar kurdular ve onlar finanse etmektedir. İsrail’e de yardım ederek sadece yaşatmaktadırlar. Komşularla çatıştırarak İsrail Yahudilerinin gelişmelerini önlediler.
Bugün de yeryüzünde dağılmış Yahudiler vardır. Onlar kesinlikle İsrail’e göç etmek istemiyorlar. Bu arada istemeye istemeye İsrail’i desteklermiş gibi görünüyorlar. Kimileri de Tevrat’ın öğretisine uyarak barış içindeki İsrail devletinin oluşması için destek vermektedirler.
İsrail ve Lübnan’da şimdi neler oluyor? Faşist iktidar İsrail’in sınırlarını genişletmek istiyor. ABD Yahudileri ise bunu fırsat bilerek Beyrut’a saldırmalarına izin veriyor. Sonunda Lübnan yönetimi ABD’yi dâvet edecek, o da orada yerleşecek, böylece Lübnan ikinci Kuveyt olacaktır. İsrail ve ABD, bu projeyi Lübnan’ın en etkin kişisi olan Hariri’yi öldürtüp suçu Suriye üzerine attıkları ve bunu bahane ederek Suriye askerlerini Lübnan’dan çektirdikleri gün uygulanmaya başlamışlardı. O gün biz bunun sömürü sermayesi tarafından yapıldığını anlamıştık. Ama herkes Suriye’ye baskı yaptı...
Suriye o zaman Lübnan’dan şu şartla çekilecekti; ‘İsrail Lübnan’a saldırırsa Lübnan’ı işgal ederim’ diyecekti. Birleşmiş Milletler’e bu kararı aldırtır, ondan sonra çekilirdi. Ama İslâm ve Hıristiyan dünyası ile bu bölge yöneticilerinde ‘siyaset’ ve ‘siyasi zekâ’ diye bir şey yok olmuş! Böyle akılsız ve basiretsiz olursanız, o zaman akıllılar sizi yönetir!..
ABD ne yapacak? Becerebilirse, önce Suriye’yi Lübnan’a yani İsrail’e saldırtacak, sonra da güya kurtarmak için ABD Lübnan’a girecek... Daha sonra, kurt kuzu hikâyesi ile Irak’ta olduğu gibi ‘sen suyumu/sömürümü bulandırıyorsun!’ bahanesiyle Suriye’yi işgal edecektir... Bu işgale Rusya Çeçenistan dolayısıyla ikna edilmiş, Çin de Doğu Türkistan nedeniyle ikna edilmiştir... Almanya ve Fransa nasıl ikna edildiler, şimdilik bilemiyoruz... ABD güçleri Lübnan’a Güvenlik Konseyi kararı ile girecek, Suriye de benzer bahane ve gerekçelerle işgal edilecektir...
Sonra ne olacak? Sonra sıra İran ve Türkiye’ye gelecektir. Bu iki ülkeyi birbirleriyle çatıştırıp zayıflattıktan sonra, elini kolunu sallayarak buralara girmeyi düşünmektedir. Bunu başarabilmesi için de İran ve Türkiye’de rejim değişikliğine ihtiyaç vardır. ABD Başkanı Bush ve ekibi, bu iki devletin işini kendi döneminde bitirmeyi düşünmektedir!..
O halde Lübnan ne yapmalıdır?
Lübnan hükümeti bir an önce ABD’yi kurtarıcı olarak davet etmelidir. Buralarda akan kan durmalı ve dökülmemelidir. İsrail’de yaşayamayan Filistinliler de oraya göç etmelidirler. Böylece bir kısım Amerikan Yahudileri Lübnan’a yerleşirler ve kendilerinin selameti için orada zalimane ve vahşiyane akan kanı durdururlar...
Suriye ne yapmalıdır?
Suriye hemen demokratik ve lâik bir yönetime geçmeli, şimdiki devlet başkan da Saddam’ın durumuna düşmemek için başkanlığı terk edip Türkiye’ye veya istediği ülkeye iltica etmelidir. Suriyelilerin kanını döktürmeden teslim olmalıdır. Böylece Ortadoğu’yu İsrail Yahudileri değil de, ABD Yahudileri almış olurlar. ABD’deki Yahudi hakimiyeti bir müddet sonra bitecek, ABD kendi topraklarına çekilecektir. Ortadoğu o zaman bağımsızlığına kavuşacaktır.
Türkiye ile İran’a gelinirse, buraların istilası Irak ve Suriye kadar kolay değildir. Çünkü İran ve Türkiye dünyanın karalarını ikiye bölmektedir. Buraların ABD’nin hakimiyetine girmesini ne Avrupa Birliği, ne Rusya, ne Çin, ne Hint, ne de diğer devletler ister. Çeçenistan ve Doğu Türkistan kozları, bunları teslim etmek için yeterli değildir.
Türkiye ve İran ne yapmalıdır?
a) ABD’nin bu toprakları işgal etmelerine karışmamalıdır. Sorun bizim sorunumuz değildir. Sorun, Osmanlı döneminde bizi istemeyen Arapların sorunu; ondan sonra da dünyanın sorunudur. Onların bize ihtiyaçları yoksa, bizim o topraklara hiç ihtiyacımız yoktur. Artık buralarda bizim kanımız akmamalıdır.
b) İran ve Türkiye arasına kesinlikle en basit bir soğukluk bile girmemelidir. Birbirlerine kenetlenip kendi ekonomik işbirliklerini geliştirmelidir. Mesela, gümrük birliğini kurabilirler. Bu İran’ın gümrük birliğine alınması ile veya Türkiye’nin AB gümrük birliğinden çıkması ile sağlanır.
c) Dünya siyasetinde Türkiye ve İran tarafsız olmalıdır. Süper güçlerden birisine yanaşmamalıdırlar. Çünkü, o zaman diğerleri onlara karşı birleşirler. Türkiye AB müzakerelerini askıya almalıdır. Ne zaman ABD’ye ve Çin’e karşı Türkiye ve İran’ı koruyacak güce erişirler, o zaman birlikte müzakereye girişmelidirler. Söylediklerimiz uçuk fikir gibi gelebilir ama, bu çağda yaşamak için uçuklaşmak gerekiyor. Aşağıda, daha da uçuğunu yazacağız!
d) Nihayet, ABD Türkiye veya İran’a saldırdığında, hava harekâtına başladığında, bunlar bir taraftan karadan Suriye ve Irak’ı kurtarmalı, diğer taraftan İsrail devletini işgal etmelidirler. İsrail’de zalim sermaye sömürüsünün istilasında olmayan demokratik bir İsrail devletini kurmalı ve Tevrat’taki arz-ı mev’ud topraklarını onlara vermelidirler. Lübnan ve Beyrut arz-ı mev’ud içinde değildir. İsrail orasını işgal edemeyecektir… Vesselâm…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL