Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 370
BAKARA SÛRESİ 110-112.-AYETLER TEFSİRİ
19.08.2006
1816 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 370

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi           19 Ağustos 2006           Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 370. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

TÜRKİYE’NİN 21. YÜZYILDAKİ GÖREVİ

İŞÇİLERE ZAM YAPILINCA NE OLUR?

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 32. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(110)

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ(111)

بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(112)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ (Va EQIyMUv elöÖaLAvTa)  “Ve salâtı ikame ediniz.”

Kitap ehlinin çoğu sizi imanınızdan geri çevirmek isterler. Yahudiler, Hıristiyanlar, Budistler ve Hindu dininde olanların hepsi veya çoğu sizi imanınızdan geri çevirmek isterler.  Kapitalist ve sosyalistler de, faşistler de sizi imanınızdan döndürmek isterler. Çünkü hepsi Kur’an’ın getirdiği nizamın kendilerinin yaşadıkları nizamın çok çok üstünde olduğunu bilmektedirler. Size haset etmekte ve sizi yolunuzdan çevirmek istemektedirler. İslâmî mezheplerin ve tarikatların çoğu da sizi “Adil Düzen”den vazgeçirmek isterler.

Niçin vazgeçirmek isterler? Haset ettiklerinden dolayı vazgeçirmek isterler.

Kur’an’ın bu söylediklerini hepimiz günlük hayatımızda yaşamıyor muyuz? Demek ki bunlar olağan davranışlardır. Buna karşılık Allah bize; Allah emri ile gelinceye kadar onları affetmemizi ve onlarla iyi geçinmemizi emretmiştir. Bundan önceki âyette bu emri tebliğ etmiştir. Burada Adil Düzen Cemaatinin diğer cemaatlerle nasıl geçineceğini anlatmış oluyor: Affetmek ve musafaha etmek.

Ayrıca, “Adil Düzen”i yeryüzüne getirmekle görevli kılınan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin diğer tüm din ve doktrinlere, kavim ve gruplara karşı nasıl davranacağını anlatmaktadır. Affetmek ve iyi geçinmek. Başınız çuval geçirseler de, günü gelinceye kadar ses çıkarmamak! Mustafa Kemal’in ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesi bunu dile getirmiştir. Türkiye bu siyaseti nedeniyle II. Cihan Savaşı’na girmemiştir. Saldırgan bir gücün yanında yer almamız bize yasaklanmış bulunmaktadır.

Dış ilişkilerde affetmek ve musafaha etmekle emrolunduktan sonra, şimdi iç düzenlememizi nasıl yapacağımız emrolunmaktadır: “SALÂTI İKAME EDİNİZ” deniyor.

Bu sûrenin başında “Onlar salâtı ikame ederler ve rızıklandırdığımızı infak ederler.” denmişti. İşte burada o ilk cümleler hatırlatılmaktadır. “İmanınızdan sonra” diyerek, gayba iman edenlerin bir şeyi yapması, birlikte cemaat olarak yapmaları ile olur. O ahde kitap ehlinin bu hasetlerine karşılık bizim birlikte salâtı ikame etmemiz gerekmektedir. Sonra “Sallû/namaz kılın” denmemiş de, “Ekîmû’s-salâte/namazı ikame ediniz” denmiştir. Namaz bir müessesedir. Onu birlikte ayakta tutacağız. Bize emredilen budur.

Türkiye’de medreseler kapatılmış, tarikatlar yasaklanmış, Arap harfleri Latinceye çevrilmiş, şeriat hükümleri kaldırılmıştır. Ancak mescitler kapanmamış, serbestçe herkes her zaman namaz kılabilmiştir.

Üst kademe bürokratlar kendi kendilerine yasaklamış ama zamanla o engellerin hepsi aşılmıştır.

Ne var ki salât ikame edilmemektedir. Şimdi salâtı nasıl ikame etmemiz gerektiğine bakalım.

Allah’ın emrettiği namazı ikame etmemiz için önce bir aşiretimiz olmalıdır. Bir mahallede toplanmalıyız. Hattâ kendimize bir apartman yapmalıyız. Orada Allah’ın emrettiği gibi namaz kılmalıyız. Bizim ortak bir dairemiz olmalı, onu mescit olarak kullanmalıyız. Akevler’de bu imkanları sağaldık, ancak içinde bunları uygulayan mü’minler bulamadık. Bununla beraber her akşam Kur’an’ın tercümesini yapan bir cemaat oluşmaktadır. İnşallah bunun mânâsını idrak ederler. Yenibosna’da bu amaçla toplanılmaya başlanmıştır.

Sabah kalkılacak, vitir kılınacak, kahvaltı yapılacak, mescide gelinecek. Sabah namazı kılındıktan sonra erkekler uzak işyerlerine, kadınlar yakın işyerlerine gidecekler. Çalışmayanlar, çocuklar ve çok yaşlılar hastalarla birlikte kalacaklardır. Öğle vakti kadınlar ve çalışmayanlar bir araya gelecek ve öğle namazı kılacaklar. Erkekler ise işyerlerinde öğle tatili yapacaklar, ikindiye kadar istirahat edeceklerdir. İkindiden sonra erkekler isterlerse özel işlerle meşgul olurlar. İsteyen kadın ve erkekler öğleden sonra ilim yaparlar. Akşamı birlikte kılarlar. Yatsıya gelirler. Ahşam sohbeti yaparlar. Kur’an okurlar. Birlikte dağılırlar.

“Salâtı ikame etmek” demek bu demektir. Mesai saatlerini ve yaşama saatlerini tanzim etme demektir. Her namazda mutlaka Kur’an’ın meali okunacak, Kur’an da namazda okunacaktır. Ayrıca yatsıya kadar yapılan sohbette Kur’an’ın günlük tefsiri okunacaktır. Kur’an her konuyu içerdiği için tüm ilimler orada sohbette öğrenilir. Ders ise ikindi ile akşam arasında, alimler arasında veya ilim ocakları arasında yapılır.

İleride bir belde tesis edip 1000 hanelik siteyi kurarsak, o zaman da haftalık Cuma namazlarını kılarız.

Namaz yalnız öğrenim toplantısı değildir. Aynı zamanda bedeni eğitim müessesesidir.

Ezanla davet edilir. Namaza kadar Kur’an meali ile okunur. Kamet getirilir. Tekbirle namaza girilir. Selamla çıkılır. Namazdan önce temizlenmek, giyinmek, vaktinde toplanmak, belli yerde toplanmak gerekmektedir. Kıbleye yönelinir. Başkan önde cemaate dönük oturur. Saf yapılarak sıraya girilir. Maksat ortaya konur. Namaza girildiğinde ayakta, rükuda, secdede ve tahiyyatta tesbih ve dualar yapılır. Kur’an okunur, mânâsı tezekkür edilir, tahiyyatta dua yapılır. Kur’an okunurken baş kalkık ileriye bakılarak kulak verilir. Diğer zamanlarda gözler secdeye bakar ve iç huzura girilir. Rüku ve secdeler de tesbih edilir, hamd edilir. Secde ve rükudan doğrulduğunda istiğfar edilir. Rükünden rükne geçerken tekbir edilir.

Bu hareketlerin ve tesbihlerin bedenimize etkileri olduğu gibi; mânâlarının ve tezekkürün de durumumuza etkileri vardır. Namazda ruh il beden karşılıklı titreşime girer ve insanın hem ruhu hem bedeni sağlığa ulaşır. Birlikte yapılınca bu etkileşme çok daha güçlü hâle gelir. İşte dünyaya karşı Türklere, kitap ehline karşı Adil Düzen Çalışanlarına emredilen budur. Onların hasetlerini def edecek bizim namazımızdır; ama emredildiği şekilde cemaatçe kılınan namazdır. Namaza beşikten mezara kadar herkes katılır. Küçükler namaz kılmazlar ama toplantılarda bulunurlar. Orada gözlerini açar, oranın dilini öğrenir, oranın musikisi ile büyürler.

وَآتُوا الزَّكَاةَ (Va EAvTUv elZaKaTa)  “Zekâtı ita ediniz.”

Namaz, insanların vakitlerinin bir kısmını birleştirerek birlikte kullanmalarıdır.

ZEKAT” ise malların bir kısmını bir araya getirerek birlikte kullanmalarıdır. Kitap ehlinin hasetlerinden korunmak için toplantılar yapılacak, bir de ortak bir fon oluşturulacaktır. Bugün sizlere bu farz değildir. Çünkü bir araya gelmediniz, henüz zekât müessesesi kurulmadı.

ZEKÂT MÜESSESESİNİ NASIL KURACAĞIZ?

a)      Kooperatifin bankada ortak hesabı olacaktır. Herkes nakdini oraya yatıracak ve oradan çekecektir. Bu karzı hasen müessesesidir. Bankayla yapılacak anlaşma ile para değeri altın üzerinden korunacaktır. Yani, banka nakdi altın değeri ile kabul etmiş olacak ve altın değeri ile ödeyecektir. Faizsiz olacaktır. Bankalar bunu yapmazsa, o zaman güvenilir kuyumcularla bu işlem yapılabilir. Böylece faizli işlemlerden kendimizi kurtarmış oluruz. Herkesin mevduat hacmi kadar istikraz hakkı olacaktır.

b)      Bugünkü bütün işlemler faizli işlemlerdir. Orada şeriata uygun kazanmak mümkün değildir. Tamamı haramdır. Ama zarureten bunları yapma zorunluluğu vardır. Faiz ve vergi konularında insan kendisini koruyamaz. Çünkü başka türlü iş yapma mümkün değildir. Alınan maaşlar da böyledir. Bunun için herkes cari düzende kazandıklarının beşte birini yani humusu bu ortak fona yatıracaktır. Bu zekât olacaktır. Zekât aslında artıktır, malı temizleyen artığın bir yerde toplanmasıdır.

c)       Kendimiz Adil Düzen müesseselerini kurmalıyız. Bu müesseselerin vergileri kanunlara göre tam ödenmelidir. Biz bunu dayanışma içinde ödemeliyiz. Ama işletmelerden Kur’an’ın emrettiği şekilde kamu payını almalıyız. Bunlar beşte birdir. İnşaattan ve sanayiden beşte birler alınır. Bu da onda birdir. Toprak mahsullerinden onda bir alınır. Sermayeden yıllık kırkta bir alınır. Bir de dışarıdaki kazançlardan elde edilenlerin beşte biri vardır. Bunlar bir hesapta toplanır. Önce bu işletmelerin vergileri ödenir. Kalan ise bölüştürülür.

d)      Ortak fonda toplananlar fakirlere, yoksullara, kamu görevlilerine, dayanışma sorumlularına, borçlulara, muhacirlere, ulaşım ve haberleşmeye, yaşlı ve yetimlere verilir. Kanunen mecbur olduğumuz için herkes sosyal sigortalara sigortalanacaktır. Ancak bizim işletmelerde çalışanlar ile onların bakmakla mükellef oldukları kimselerin sigorta primleri ortak fondan yatırılacaktır. İşletmeler bu yükten kurtarılmalıdır.

Bizim zekât müessesemizi kurabilmemiz için birkaç işletmeye ihtiyacımız vardır. Oradan gelen gelirle bu sistem kurulabilir. Acaba bu sistem nedir?

a)      İstanbul’da 200 kadar marketten oluşan zinciri kurduğumuz gün, zekât müessesemizi kurmuş olacağız. Çünkü burada bütün mallar pazarlanacaktır. Satışa koyacağımız fark ile zekât müessesemizi kurmuş oluruz. Adil Düzenci oldum diyen; ya Adil Düzen işletmelerinde Adil Düzen kuralları içinde çalışacak veya dışarıda iş yapıp kazanıyorsa, beşte birini Adil Düzen ortak fonuna verecektir.

b)      Market tüketim mallarını düzenler. Yatırımları da düzenlememiz gerekir. Bunun için ahşap evler üreten fabrika kurmalıyız. Kişiler tasarruflarını buralarda yatıracaklardır. Ucuz evler yapacağız. 100 hanelik siteler kuracağız. Önce birer oda koyacağız. Bir odayı 2000 dolarla koyabilsek, 200 000 dolarlık bir sermaye gerekir demektir. 200 000 dolarla da altyapı temin edilir. 200 000 dolarla arazi alınabilir. Hâsılı, bir milyon dolarlık sermaye ile biz yüzer hanelik dinlenme evleri kurabiliriz. Satar, yenilerini kurarız. Bu evlerin satışından da ortak fona para gelecektir. Bu büyük bir meblağ değildir. Yirmi Adil Düzenci bu meblağı rahatlıkla bulabilir. Oturmadıkları evleri satar, buraya sermaye olarak koyabilirler. Bunu isteyebilmemiz için bu işin olacağına inandırmamız gerekir. Bahşayış bunun imtihanıdır.

c)       Zekât müessesesini kurmak demek, muhasebeyi kurmak demektir. Herkes aldığını ve verdiğini yazıp verecek, bunlar muhasebede işlenecektir. Herkese bir kredi limiti tanınacaktır. O limit içinde kim ne verirse ortaklığa vermiş olacak, ne alırsa da ortaklıktan alacaktır. İstanbul’da kurmakta olduğumuz muhasebe bunun muhasebesidir. Zekâtı ikame etme emri içindedir.

d)      Zekât müessesesinin tamamlanması için bir de ulaşım vakfını kurmamız gerekir. İstanbul’u ele alalım. 200 kadar market kurduk. Vatandaşın biri memleketinden nohut getirdi ve çuvallarla satmamızı istedi. Biz bunu para ile almıyoruz. Sattıkça para vereceğiz, yahut mala mal ile yapacağız. Önce bunların ayıklanıp paketlenmesi gerekiyor. Bunu çuvalla Yenibosna müşterilerine veriyor, kendilerinden paketlenmiş olarak alıyoruz. Makineden geçirilecekse onu da öyle yapıyoruz. Bunu yapana nohuttan pay veriyoruz. Şimdi bunun marketlerimize dağıtılması gerekir. İşte bunun için de nohuttan pay alıyoruz. Ondan sonra bizim dağıtım işletmemiz bunları bedava götürüyor ve getiriyor. Dolayısıyla malların hareketi bedava yapılmış oluyor. Bu da tüm İstanbul’da tek fiyatın oluşmasını sağlıyor.

Burada gerek zekâta gerek salâta özel geniş mânâ verdik. İlk bakışta biz bunu kendi heva ve hevesimizle yapmış görünürüz. Öyle değil. Gerek salât, gerekse zekât marifedir. Tekildir. O halde bunlar gelişigüzel salât veya zekât değildir, malum salât ve zekâttır. Kur’an’ın diğer ayetlerine, sünnete, içtihat ve icmalara dayanarak biz bunu böylece marife hâline getiriyoruz. Muhalefet edenler başka bir tanım getirebilirler. Ne var ki, bu kitap ehlinin hasedini önlemelidir. Haset edenler bugün bizi ekonomik baskılarla sömürmekte, hattâ işkence etmektedirler. Nasıl kurtulacağımızı Allah öğretiyor; salât ve zekâtla. O halde bu müesseselerin bizi faizin zulmünden koruması gerekir. Evet, biraz düşünürseniz, bu müesseselerin bizi bu sömürülerden kurtaracağını bilebilirisiniz. Bunun için ekonomi ilmine ihtiyaç vardır. Genel kültüre ihtiyaç vardır. Ankara’daki arkadaşların bu tefsirleri okuyup salâtın ve zekâtın hasetleri nasıl söndüreceğini açıklamaları gerekir.

وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُمْ (Va MAv TuQadDiMUv Li EaNFuSiKuM) 

“Nefisleriniz için neyi takdim ederseniz.”

Evet, salâtı ikame etmek, zekâtı ita etmek nefisler için takdimdir. Bugün veriyorsunuz, ama yarın alıyorsunuz. Bir araya gelip birbirlerini tanıyan, birbirlerinin sorunlarını çözmeye çalışan, birbirine hakkı tavsiye eden, birbirine sabrı tavsiye edenler kendilerini yetiştirirler. Nefislerini terbiye ederler. Seviyeleri yükselir.

Sonra toplulukları oluşur. O topluluk sonra dünyaya hakim olur. Hazreti Musa’nın cemaati, Hazreti İsa’nın cemaati, Hazreti Muhammed’in cemaati böyle oldu. Yakın tarihimizde Bediüzzaman’ın cemaati böyle oldu. Yine “Adil Düzen”i kısmen tedris eden Saadetçiler, Ak partililer şimdi iktidardadırlar. Onlar bu işi parmak uçları ile tuttukları halde bu kadar başarıya ulaştılar. İlmî çalışmalara dayanmayan bu başarı ancak bu kadar olmaktadır. Adil Düzen Çalışanları ise Kur’an’a dayalı olarak cemaatleşecektir. Müsbet ilim ile kendi içtihat ve icmalarını teyid edeceklerdir. Hakemlik sistemi onların bel kemiğidir.

مِنْ خَيْرٍ (Min PaYRin)  “Hayırdan nefsiniz için ne takdim ederseniz.”

Demek ki salât ve zekât nefisler için işlenen hayırdır. Affetmek, musafaha etmek de böyledir. Nefsimiz için takdimdir. Yani, kendi geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini hazırlıyoruz demektir. Topluluk bu dünyada bu hayrı görecektir. Yaşayanlar bu hayırdan yararlanacaklardır. Bediüzzaman gibi zaferini görmeden ölmüş olabilir. Hazreti İsa için de böyle oldu. Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed ise cemaatlerinin başarılarını gördüler. Onlar da âhirette karşılıklarını göreceklerdir. Görenler de bu dünyayı bırakıp gideceklerdir.

Demek ki, mü’minler Kur’an’daki böyle vaad âyetlerini bu kuralla anlayacaklardır. Cemaatleri bu dünyada hayrını göreceklerdir. Kişiler ise hayrı âhirette göreceklerdir. Çünkü onlar mallarını ve canlarını cennet karşılığı Allah’a satmışlardır. “Neyi takdim ederseniz” ifadesiyle anlıyoruz ki, hiçbir  takdim boşa gitmeyecektir.

تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ (TaCıDUvHUv GıNDa elLAHi)  “Onu Allah’ın indinde bulursunuz.”

“Allah’ın indinde” dendiği zaman, kişiler bütün yaptıkları hayrın karşılığını âhirette bulacaklardır. Yeryüzündeki halifesi olan toplulukta kişiler bu dünyada onu bulurlar. Bu nasıl olacaktır?

İşte bunu sağlayan muhasebe olacaktı. Şimdi topluluk için karşılık beklemeden fedakârlık yapanlar mutlaka muhasebeye girmelidir. Kaydedilmelidir.

Mesela, Yaşar Gönül arabasıyla ve çalışmasıyla İstanbul Adil Düzen ekonomik çalışmalarına katılmış, karşılığında bir şey istememiştir. Marketin kurulmasında katkısı fazla verimli olmamıştır. Ama Bahşayış çalışmaları son derece başarılı olmuştur. Elektriğin getirilmesinde ve suyun çıkarılmasında bir derecede hizmet vermiştir. Bahşayış’ta Akdemir ve arkadaşlarının maddi iştirakleri, Yaşar Gönül’ün fahri gayretleri ile sonuç elde edilmiştir. Allah elbette âhirette bunun sevabını verecektir. Ama bu dünyada da ileride Adil Düzen işletmeleri kurulduğunda, herkesin ne kattığı yazılı olmalı, onu topluluğun yanında bulmalıdır.

İzmir’deki Akevler’de bunu yapamadık. Ona katkıda bulunanlar unutuldu. Tabii ki Allah unutmadı.

İstanbul Akevler’de bu gaflete düşülmemelidir. Bunu sağlamak da ancak kesin muhasebeyi kurmamızla mümkün olacaktır. Özket Ailesi de çalışmakta, bir şey almamaktadır. Ama saatlerini yazmalıdırlar. Yarın bu maketin bize kaç saate mal olduğunu bilmeliyiz. Onların kuracağımız marketler zincirinde payları olmalıdır.

Reşat Nuri Erol her hafta tashih edip hazırlamaktadır. Sonra bunlar birlikte değerlendirilmelidir.

Ahşap evelere katkıda bulunanlar ve çalışanlar olmuştur. Saatlerinizi yazın ısrarımıza mukabil, yazanlar çok az oldu. Onlar âhirette bulacaklarıyla yetindiler demektir.

إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(110)  (EinNa elLAHa Bi MAv TaGMaLŞUvNa BaÖIyRun) 

“Allah amel ettiklerinizi basirdir.”

Evet, affetmemizi, musafaha etmemizi, salâtı ikame etmemizi ve zekâtı ita etmemizi Allah gözetlemektedir. Melekler yaptıklarımızı teker teker kaydetmektedir. Âhirette onlar bize refakat edecek ve hesabı verirken onlar muhasibimiz olacaktır. Sa’ik yani tutuklayan, şehid yani koruyan, hakkınızı koruyan, işkence etmelerini önleyen melekler arasında duruşmaya getirileceğiz. Kur’an bunları açıkça bildirmektedir.

Ama burada “BASÎRUN” kelimesi nekire kullanılmıştır. Bu dünyada onun halifesi olan topluluklara da insanların amel ettiklerinin görmesi ve gözetlemesi gerekir. İşte bu da ancak tutulacak kesin muhasebe ile sağlanacaktır. Herkes yaptığını, aldığını ve verdiğini yazacak, bunlar muhasebeye geçecek, topluluk onları kayıtlar içinde görecektir.

Burada “ALLAH” kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü birincisinde Allah’ın zâtı kastedilmiştir. O’nun yanında her şey bulunacaktır. İkincisinde ise O’nun halefi olan topluluk kastedilmektedir. Ameller kaydedilecektir. Kur’an’ın ‘az olsun, çok olsun, yazın’ âyetinin emrine uymak gerekiyor. “Adil Düzen Anayasası”ndaki 25 Genel Hizmetten dördü kayıt ile ilgilidir; evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları. İşte bu kayıtlarla topluluk kişilerin amellerini görmüş olacaktır.

Örnek kavim olarak İsrail oğullarını anlattıktan sonra, bütün kitaplıları ele alarak onların bizim için neler düşündüklerini bildirdi. Bizim onlara karşı nasıl davranacağımızı öğretti. Bir de onların hasetlerinden kurtulmak için salât ve zekât müesseselerini tesis etmemiz gerektiğini anlattı.

Nimetullah Hoca anlattı: Japonya’ya gittim. Türk iş adamları vardı. Onlarla görüşmek istedim. Onlar gece on ikiden sonra toplanırlar, işleri içki ve kumardır dediler. Olur dedim. Ben de şeyh kıyafetiyle gece yarısı onlara vardım. İçeri girdim. Selam verdim. Onlara dedim ki: Sizin bu işiniz peygamberin yaptıklarına bir noktada uyuyor. O da Hazreti Peygamberin de gece yarısı kalkıp arkadaşları ile namaz kılmasıdır. Sonra onlarla tanıştık. Çoğu namaza başladılar ve Japonya’da cemaatleşmeye yardım ettiler.

İşte, toplanma en kötü bir şekilde olsa bile, hiç olmazsa bu dünyada yararlıdır. Adil Düzen Çalışanları ise bunu âhiretteki cennet karşılığı yapacaklardır. Oraya yükselmek için İsrail oğlu olmak gerekmez. Herkese mü’min olma yolu açıktır. Allah mü’minlerden verdiği malı ve canı gerektiğinde vermelerini istemektedir. 

***

وَقَالُوا (Va QAvLUv)  “Ve kavlettiler.”

Bundan önce 91’inciş âyette “Biz sadece bize indirilene iman ederiz” demişlerdi.

Şimdi işi daha ileri götürüyor, zaten bizden başkası cennete giremez diyorlar!

Bu sözleri Hıristiyanlar söylediler. Burada da söyleyenler Hıristiyanlardır. Yani, Yahudiler ile Hıristiyanlar birleşerek söylemiyorlar, Hıristiyanlar söylüyor. Çünkü Hıristiyanlar Tevrat’ın kendilerine de nâzil olduğunu söylüyorlar. Cennete girmeyi Yahudilere ve Hıristiyanlara hasrediyorlar.

KÂLÛ” kelimesini iade ederek oraya atfettiğini göstermektedir. Kur’an’da böyle uzaklara atıf çoktur. Sinir sistemi gibi âyetler birbirine uzaktan bağlanmaktadır.

لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ (LaN YaDPuLa elCanNaTa)  “Cennete dahil olmayacaklardır.”

Şuurlu varlıklar insanlar, ruhlar, cinler ve meleklerdir. Allah bunları yaratmış, Kâinatı da bunlar için yaratmıştır. Kendilerine düşen görevleri yerine getirenlere Allah mükâfat verecektir. Bunun adı cennettir.

Görevlerini yerine getirmeyenleri eğitmek amacıyla Allah onları sıkıntıya sokmaktadır. O sıkıntılı yerin adı “CEHENNEM”dir. Cennet ve cehennemin vasıfları değişik olabilir. Ama iki kavramın esası bundan ibarettir. İyilerin gideceği yer ve kötülerin gideceği yerlerdir.

إِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا أَوْ نَصَارَى (EilLAv MaN KAvNa HuvDan EaV NAÖaRAv)  

“Hûd yahut Nasara olanlar dışında cennete gidecek yoktur!”

Bu sözleri söyleyenler Hıristiyanlardır. Hıristiyanlar Yahudilerin cennete gideceklerine inanmaktadır. Çünkü onlar Tevrat’ı kendi kitapları olarak kabul ediyorlar.

Kur’an Yahudileri “Ellezîne Hâdû/Yahudi” olarak adlandırmakta, burada da “HÛD” demektedir. Hûd aynı zamanda bir peygamberin ismidir.

Cennete yalnız Yahudi ve Hıristiyanlar gidecektir diyorlar!

İnsanlık Hazreti Adem ile başlar. Yeryüzünü dolduran beşer, insan olarak cenneti ve cehennemi istihkak eder. İlk insan tek Allah’a inandı ve O’na ibadet etmeye başladı. Anne babasız kimse doğmadığına göre, herkes anne babasından tek tanrıyı ve âhireti bilmektedir. Bütün insanlar yalnız akıl yoluyla değil, nakil yoluyla muhatap olmuşlardır. Gerçekten, en ilkel kabilelerde de tek tanrı fikri ve âhiret inancı vardır.

Hazreti Nuh ve ondan sonra gelen peygamberler şeriatı yerine getirdiler. Ondan önce kişi yönetimi vardı. Kabile reisi bir baba nasıl ailesini yönetiyorsa, o da onun gibi kabilesini yönetiyordu. Hazreti Nuh peygamberden sonra peygamberler ve krallar kurallar koydular ve o kurallarla topluluğu yönetmeye başladılar. Çünkü artık başkanlar halka doğrudan ulaşamıyorlardı. Ancak bu dine girip gelişen çok az kimse oldu.

Ondan sonra Hazreti Musa Tevrat’ı getirdi ve kendisi de ona uydu. Kuralları peygamber değil de, Allah koyuyordu. Kur’an’dan yararlanarak halk içtihat ve icmaları ile şeriatı oluşturuyor, hükümetler onu uyguluyordu.

Bütün bunlar topluluğum dünyadaki düzeni ile ilgilidir. Kişilerin Allah ile olan hak ve vecibeleri ise her zaman herkes için her yerde var olmuştur. Cennete gidip gitmeme işi doğrudan kendileri ve kendilerini yetiştirenlere aittir. O halde şeriat dünyevi hükümleri düzenler. Bu bakımdan Yahudi olmak, Hıristiyan olmak, mü’min olmak önemlidir. Ama cennete gidip gitmeme ise tamamen Allah ile kulu arasındaki ilişkidir.

İnsanlar eşit yaratılmamıştır. Varlıklar da eşit yaratılmamıştır. Eşitlik varlık olamaya mânidir. Eşit olsaydık, çocuklarla büyükler arasında fark olmazdı. Başkanların bir ayrılığı olmazdı. Er ile orgeneral arasında fark olmazdı. Herkesin görevi ayrıdır, yetkileri ayrıdır, sorumlulukları ayrıdır, hakları ayrıdır.

Kişiler arasında böyle bir ayırım sözkonusu olduğu gibi, topluluklar arasında da böyle bir ayırım olmuştur. İsrail oğulları yeryüzünde ilk olarak şeriatı tedvin eden bir kavimdir. Hıristiyanlar bu şeriatı beşerileştirdiler. Bu bakımdan insanlık tarihinde özel yerleri vardır Ancak bu cennete yalnız onlar gidecektir anlamına gelmez. Bu üstünlük uygarlaşma yönündeki imtiyazdır. Kişisel imtiyaz değil, topluluk imtiyazıdır. Uhrevi imtiyaz değil, dünyevi imtiyazdır. Başkalarına zarar veren değil, başkalarına yararlı olan imtiyazdır. Yalnız onlara değil, tüm insanlığa Allah’ın rahmeti ve nimetidir.

Kur’an Romalılara veya Perslere değil, ilkel çöl topluluğu bedevi Araplara gelmiştir. Tevrat Mısırlı kölelere gelmiştir. Bugün yeryüzündeki nüfusları insanlığın binde biri veya ikisi civarındadır. Bunlar bugün dünya ekonomisini ellerinde tutuyorlar, çalışma ve gayretleri, ilme verdikleri önemle tutuyorlar. Bir Yahudi bir tez ortaya atsa dünyada görüşülmeli, saçma da olsa ele alınmalıdır. Mesela, Marx’ın tezleri böyledir. Yahudiler ona sahip çıkar ve onu bir asır boyunca dünyanın başına musalla ederler. Bizimkiler ise biri başarı elde ederse ona saldırır ve onu yok etmeye çalışırlar. Bir doktoru kanser ilacı buldum dediği için nerede ise linç ediyorlardı. Akıllı ve profesör bir başbakan “Adil Düzeni körelttim’ diye caka satıyordu. Oysa o “Adil Düzen”den daha iyisini buldum diye ortaya çıkmalıydı. Bizden bir santim ileri giden olursa, biz ona uyarız.

Eğer İsrail oğulları olmasaydı, Avrupa hâlâ ortaçağda yaşıyor olacaktı. Biz de bugün onlardan daha geri olacaktık. Ben bu yazılarımı yazamayacak, siz okuyamayacaktınız. O halde Allah’ın onlara verdiği nimetten biz de yararlanıyoruz. Onları kıskanmak değil, Allah’a şükretmek gerekir. Onlar da Allah’ın onlara verdiği bu nimetlerin şükrünü eda etmelidirler.

Âhirette sorumluluk kollektif değildir. Herkes kendi yaptığının hesabını verecektir. Onların ‘biz cennetliğiz’ demeleri insan mantığına da çok aykırıdır. Müslümanlar da bundan farklı düşünmüyorlar. Oysa dünya imtihan içindir. Allah kendi istediği gibi insanları cennetlik veya cehennemlik olarak yaratsaydı, dünyaya getirmeden onları oralara koyardı.

تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ (TiLKa EaMANıyYuHuM)  “Bu onların emanileridir.”

EMANİY” gelenek demektir.

Topluluklar kendi siyasi emellerine ulaşmak için kendilerini diğerlerinden üstün kılan bir taraf yakalarlar. Sonra o üstünlük tarafını bütün yönleri ile görmek isterler. Onunla kişiler arasında çatışma, topluluklar arasında savaşlar olur.

Allah İsrail oğullarına ticarette ve ilimde üstünlük vermişse, başka kavimlere de başka üstünlükler vermiştir. Mesela Çinlileri alın. Allah onlara öyle bir yazı dili vermiş ki, bir milyar insan bir devlet olarak yönetilebiliyor. Dünyada bu imtiyaza sahip başka bir ulus var mı? Japonlar öyle bir yaratılışa sahipler ki, yenilmiş oldukları halde yine dünya ekonomisinde etkindirler. Türkler askerlikte ve yönetmekte diğer kavimlerden üstündürler. Bunlar dünyevi farklardır.

Uhreviye gelinirse, Allah’ın indinde bütün insanlar eşit olarak dünyaya gelmiş ve kendi çalışmaları ile âhirette yerlerini alacaklardır. Bizden başkası cennete gitmeyecek iddiası söylentiden ibarettir.

قُلْ (QuL)  “Söyle”

Burada emredilen kimdir? Bunların üzerinde her seferinde durmazsanız, âyetleri kavramada zorluk çekilir. Söyleme gücü ancak yaşayan insanda olabilir. ‘Yaz, vasiyet et, öğret’ gibi kelimelerle emir olsaydı, yaşamış olması gerekmez. Biz eğer klasik müfessirlerin anladığı gibi muhatabı Hazreti Muhammed anlasaydık, bugün yapacağımız iş olmazdı. Çünkü o yaşamıyor. O zaman bize de bir şey emredilmemiş olmaktadır.

Halbuki biz Kur’an’ı şimdi bize, hattâ bana nâzil olmuş gibi anlamağa çalışacağız Allah telefonda bizimle konuşuyor gibi okuyacağız. Telefonda biri sana ‘söyle’ derse ne anlıyorsan, sen öylece muhatapsın.

Allah kimlere hitap etmektedir?

a)      Her mü’mine hitap etmektedir. Her mü’mine farzdır. Bütün sakat düşüncelere sahip olanlara hepimiz ayrı ayrı fırsat bulduğumuz yerde söylemeliyiz.

b)      Kur’an’dan sonra artık kimse Allah’tan bir vahiy almamaktadır. Nebilerin yerini âlimler almıştır. Vahyin yerini içtihat ve icmalar almıştır. İçtihat ehli olanlara emretmektedir. Onlara söyle demektedir. ‘Kim müçtehittir?’ sorusunun cevabını ameli olarak şöyle verebilirim. Benim bu yazdıklarımı anlayacak kadar İslâmî ilimlere ve müsbet ilimlere sahip olan müçtehittir. Burada anlatılanları Kur’an’dan takip edecek kadar Arapça bilmesi de gerekir. İşte onlara özel olarak bu emir verilmiş ve söylemeleri emrolunmuştur.

c)       Kur’an’dan sonra nebi resul de gelmeyecektir. Resullük yani başkanlık devam edecektir. Hakemlerin kararlarını infaz edebilen başkan resulün yerindedir. Yahut nebi olmayan resuldür. Kur’an’dan önce nebiler gelir, nebilerin bir kısmı resul olurdu. Kur’an’dan sonra nebi gelmeyecek ama, nebi olmayan resullük yani risalet devam etmektedir. Kur’an nebiliğin son bulduğunu söylüyor, resullüğün değil.

d)      Şüphesiz Kur’an ilk olarak Hazreti Muhammed aleyhisselâma nâzil oldu. Bu emri ilk alan kişi Hazreti Muhammed’dir. Dolayısıyla o gün bunları söylemek ona da farz kılınmıştır . Örnek muhatap odur.

هَاتُوا (HAvTUv)  “Getirin.”

Arapçada bazı kelimeler vardır. Bunlar fiildir ama kendilerinin mastarları yoktur. Bütün kip çekimleri de yoktur. Bunlardan “Taal” ve “Hâti” kelimeleri böyle kelimelerdir. “Taal” gel demektir. Yüksel anlamına gelir. Türkçedeki buyur anlamındadır. “HÂTİ” kelimesi ise ati kelimesinden değişmiştir. Ver mânasında olduğu gibi, getir mânâsına da gelmektedir. Hemze “H”ye dönüşmüştür. İddiaya delil istenmektedir.

بُرْهَانَكُمْ (BuRHANaKuM)  “Burhanınızı”

Burada “BERH” “BARQ” yani yıldırım kelimesi ile akrabadır. Nasıl karanlıkta şimşek çaktığı zaman her şey nasıl görülürse, insan zihninde bazı deliller böyle şimşek gibi çakar, onu hemen çok net olarak kavrar ve artık itiraz edemezsiniz. Mesela, elimize metre alsak ve bir masanın enini ölçsek, bu masa 98 santimdir deriz. Kimse gelip bize itiraz edemez. İşte bu kadar açık ve kesin olan delillere ‘burhan’ denir.

Tevillerle değil, doğrudan delilinizi getirin diyor. Allah her şeye muktedirdir. Elbette söylenebilen her şeyi gerçekleştirebilir Ama gerçek olan neyse, bizim onu öğrenmemiz ve iddia etmemiz gerekir. Dinimize göre emanilerle değil, delilleri ile öğrenmemiz gerekir. Delil de Kur’an’dır. Diğer deliller Kur’an’ı anlamak için kaynaktır. Sünnet Kur’an’ı fiilen açıklamıştır. İcma Kur’an’ın kesin yorumlarıdır. Kıyas da Kur’an hükümlerinin kendi öğretileri içinde genişletilmesidir. Bunların hepsi delil olabilir.

إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ(111)  (EiN KuNTuM ÖavDıQIyNa)  “Eğer sadık iseniz.”

SADAKAT” sandık kelimesi ile alakadardır. Kişiler bir başkana bağlanır ve topluluk oluştururlar. Başkan kendisine biat edenlerden bir sadakat payı alır. Yani, başkanı tanıdıklarını onunla belirtmiş olurlar. Başkan bu sadakalarla topluluğun işlerini görür. Bunun bugünkü uygulaması vergidir.

Kocanın karısına verdiği mihir de bu sadakat belgesidir.

Ondan sonra sadık olmak, söylenen sözde doğru olmak demektir. Bu doğruluğun dört çeşidi vardır.

a)      Biri dese ki, ayda hayat yoktur. Söyleyen buna inanarak söylese sözü de doğrudur, kendisi de doğrudur.

b)      Biri ay yıldızdan daha büyüktür dese, kişi buna inanmış olsa, bunun sözü yanlıştır, kendisi sadıktır. Çünkü onun kanaati öyledir. Müçtehitlerin içtihatlarının bir kısmı böyledir.

c)       Biri Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmıyor ama çevresine inandığını söylüyorsa, Kur’an Allah’ın sözüdür diyorsa, burada sözü doğrudur, ama kendisi yalancıdır. Buna münafıklık diyoruz.

d)      Birisi Mustafa Kemal’in tanrı olmadığını bildiği halde, Mustafa Kemal tanrıdır diyorsa, sözü yanlıştır. Kendisi de yalancıdır.

Burada “siz sadık iseniz” diyor, sözünüz sadıksa demiyor. O halde bunlar kendileri de buna inanmamakta, işlerine öyle geldiği için iddia etmektedirler. Mü’minlerin böyle yanlış iddialardan kaçınmaları gerekir. İsabet edemedikleri görüşleri açıklamalıdırlar, ama asla iddia etmemelidirler.

İşte bize emredilen bunları söylemektir.

Bizden de iyi olanlar cennete gidecekler, sizden kötüler de sizden olsa da bizden olsa da cehenneme gideceklerdir. İşte bu eşitlik anlayışı ile insanlara yaklaştığımız zaman diyalog kurmuş oluruz.

***

بَلَى (BaLAy)  “Bela, değil”

Arapçadaki cer harfleri ve atıf harfleri “BEYN” kelimesinden geliştirilmiştir. Beyn, yarık demektir. Baştaki “B” “V”ye dönüşmüş, diğerleri atılmış ve “V” “F”ye dönüşmüş. “BEL”da ise “Y” düşmüş, “L” “B”ye dönüşmüş. “BEL” “BEL L” şeklinde oluşmuştur.

“BeL”, kendine iyi bak, senden önce gelen cümleyi ne reddeder ne de tasdik eder, doğrusu budur der.

BeL”da ise kendisinden önce gelen cümleyi tekzib eder, sonra geleni teyit eder.

Burada diyor ki; öyle değil, onların dedikleri yanlıştır. Cennete yalnız Yahudi veya Hıristiyanlar girmeyecektir. Müslimler girecektir. Bundan sonra bildirilen doğrudur, sizin söylediğiniz yanlıştır.

مَنْ أَسْلَمَ (Man EaSLaMa)  “Kim silmederse.”

Buradaki iki kelimeye dikkat etmemiz gerekmektedir. “MEN” Men-i umumidir. Kim silmederse, kim İslâm ederse; kim olursa olsun, ister küçük ister büyük olsun, ister hasta  ister sağlam olsun, ister siyah ister beyaz olsun, ister Türk ister Fransız olsun, ister Kürt ister Laz olsun, ister Yahudi iste Hıristiyan olsun, ister komünist ister faşist olsun, ister kapitalist ister sosyalist kim olursa olsun; insan olan herkes İslâm ederse...

Bu mutlak ifadesine iyice dikkat etmemiz gerekmektedir.

İkincisi de “İSLÂM” kelimesine dikkat etmemiz gerekir. Çünkü bugün Kur’an ehline herkes İslâm gözü ile bakmakta ve adlandırmaktadır. Oysa İslâm’ı bu mânâda anlama ne Kur’an’a ne de kelama dayanmaktadır. Selem, üstüne çıkıp oturulan kaya demektir. Hayvanlar oraya ulaşıp gerek insanlara gerekse yiyeceklere zarar veremezler. Oraya merdivenle çıkılır. Merdivenin adı “süllem”dir. Oraya çıkmaya islâm, orada bulunmaya selâmet yahut silm denmektedir “SİLM” barış demek, “İSLÂM” barışı istemek demektir. Türkler barış karşılığı “SULH” kelimesini kullanmaktadır. Sulh etmek, iki kişi arasını bulmak, fiili çekişmeyi ortadan kaldırmak, birlikte yaşayacak hâle getirmektir. “İSLÂM” ise kavlen ve sözle, sözleşmelerle barış istemektir.

Tarihte iki uygarlık vardır. Biri barış uygarlığıdır. Buna hak uygarlığı da diyoruz. Çıkar paralelliğine dayanır. Diğeri ise kuvvet uygarlığıdır. Çıkar çatışmasına ve kuvvete dayanan uygarlıktır.

İşte bu barış uygarlığına İslâm uygarlığı, kuvvet uygarlığına da küfür uygarlığı denir.

Tarihte Sümer, Babil, İbrani, Hıristiyanlık ve Kur’an uygarlıkları İslâm uygarlıklarıdır. Mısır’da melikler ve firavunlar dönmemi, Yunan, Roma, Bizans ile bugünkü Batı uygarlığı kuvvet uygarlıklarıdır.

Hâsılı, “İSLÂM” kelime olarak barışı isteme, barışa girme demektir.

وَجْهَهُ لِلَّهِ  (VaCHaHUv LilLAHi)  “Vechini Allah’a kim İslâm ederse.”

VECH” yüz demektir. İnsan bir canlıdır. Dışarıdan haberler alır, bilgiler alır, onu işler, sonra projeler yaparak iş yapar. Bu esnada diğer insanlarla da görüşür. Görme, işitme, koklama ve tatma merkezi algılama organlarıdır. Bunlar bir yerde toplanmıştır. Türkçede buna “yüz” denmektedir. Ayrıca konuşma da yüzdeki organla yapılmaktadır. “Yüzünü Allah’a doğrultmak” demek, gerek algı ve gerekse konuşma organlarını Allah’a yöneltmek demektir.

ALLAH” kelimesi, bizi ve kâinatı yaratan tek mutlak gücün ve ilmin sahibi Allah’ın adıdır. Yeryüzünde insanı kendisine halife yapmış, kendi hak ve görevlerini topluluğa devretmiştir. Topluluk Allah’ın halifesidir. “Vechi Allah’a tevcih etmek demek; gözünü, kulağını, burnunu, ağzını Allah’ın emrine yani topluluğun emrine vermek demek, yani toplulukla barış içinde olmak demektir. Kelamcılar bir insanın nasıl müslim olacağı hususunda araştırma yapmışlar ve dört mezhep ortaya çıkmıştır.

a)      Ehli akıl yoluyla müslim olmuşlardır. Yeryüzünde hiç tebliğ almamış insan yoktur. Çünkü ilk yaratılan Hazreti Adem peygamberdi, Allah’tan vahiy almıştı. Ondan sonra da bütün insanlar bir ailede büyümüştür. Dolayısıyla herkes vahiy almıştır. Anne ve baba tanrının tekliğini ve insanın sorumlu olacağını, öldükten sonra yaşayacağını öğretmiştir. Dolayısıyla herkese tebliğ ulaşmıştır. Ulaşmamış olsa bile, insan aklı Kâinatın bir tek varlığın eseri olduğuna daima inanmış, ölülerin yok olmadığına kani olmuş, kendisini daima sorumlu hissetmiştir. Bunlara akıl yoluyla iman edenler diyoruz.

b)      İkincisi ise herhangi bir peygamber yoluyla iman etmektir. Nebi mucize göstermiş, böylece halk onun Allah’ın resulü olduğuna inanmıştır. Sonra gelen nesil de babalarının şehadetine uyarak İslâm olmuşlardır. Bugün yeryüzünde bunlar dört gruptur; Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindu dininde olanlar ve Budistler. Bunlara kendilerine kitap verilenler deniyor.

c)       Üçüncü grup ise Kur’an ehli olanlardır. Bunlar Kur’an’ın Allah sözü olduğunu gördüler, o sebeple önce kitaba, sonra onu getiren peygambere inandılar. Yani, bunlar diğer dinlerin aksine önce kitaba, sonra onun yoluyla resule inandılar. Bunlar bugün Müslüman denen halklardır. Daima Kur’an mucizesine dayanarak, müslim olmuşlar, atalarının rivayetleri ile yetinmemişlerdir.

d)      Ehl-i Sünnet de ehli Kur’an’dır. Bunların diğer mezheplerden farkı, bunlar Kur’an’ı müsbet ilme dayalı olarak, içtihat ve icmalarla, yani kurallarla anlarlar. Kişilerin yorumları ameli olarak kendilerini bağlarsa da, imani olarak bir kişi kesin sonuçlara varamaz. Kesin sonuca ulaşmak için ehil olanların o hususta icmaları gerekmektedir. Son resulden sonra artık gerçekleri kesin olarak ifade edecek kimse yoktur. Herkesin söylediği zannidir. Kesin bilgiye ancak icma ile ulaşılabilir. Bu bugünkü insanlığın ulaştığı bir mertebedir. İlim, birçok aklın kesin olarak doğru kabul ettiklerini bugün tesbit etmiştir. Mesela, zaman ve mekan değişmez değildir. Pisagor teoremi gerçekte doğru değildir. Ancak küçük uzunluklar için doğrudur.

İşte bu dört yoldan biri ile İslâm olunabilir.

“Vechi Allah’a teslim olmak” ne demektir? Yüzünü kâinatı var eden varlığa yöneltme anlamına gelebileceği gibi, aynı zamanda vechini topluluğa yöneltme demektir.

Toplulukta iki şekilde dayanışma oluşmaktadır; biri velayet, diğeri İslâm yoluyla dayanışma.

Velayette topluluk sırtlarını birbirine çevirirler ve herkes çevresini gözetler. Herkes dışarıdan gelen saldırıyı kendisi savar, dolayısıyla topluluğunu da korumuş olur. Bu daha çok savunma dayanışmasıdır. İman, eman, güven altına alma bu dayanışmaya dayanır.

İslâm ise insanların sırtlarını değil yüzlerini birbirine dönüp halka yaparlar. Herkes hem karşısındaki ile görüşme yapar, hem de karşısındakinin arkasını gözetler. Gelecek düşman olursa haberdar eder. İşte dayanışma tipi Kur’an tarafından yüzünü topluluğa dönme ve Allah’a dönme ile ifade edilir. Çünkü Allah kendi hak ve vecibelerini topluluğa devretmiştir.

وَهُوَ مُحْسِنٌ (Va HUVa MuXSiNun)  “O muhsin iken.”

O muhsin iken veya muhsin olarak vechini Allah’a islâm ederse, yüzünü topluluğa teslim ederse, o cennete gidecektir. Kim olursa olsun, ne olursa olsun, o cennete gidecektir.

İHSAN” iyilik etmek demektir. Hasaneyn, iki yan yana duran dağ demektir. Onların duruşlarındaki güzellik ve duruşlarındaki dayanışma ihsanı çağrıştırmaktadır.

“KUBH” çirkinlik demek, dağılmak demektir.

HÜSN” ise düzenlemek demektir. Her şeyin yerli yerinde oturması demektir.

Latincede hüsne tropi, kubha entropi denir.

İHSAN ETMEK” demek, topuluğun işlerini düzenlemek, topluluktaki dağınıklığı ortadan kaldırmak, çirkinliklerini yok etmek demektir. İslâm olmak demek cizye ödemektir. Bu insanı dünyada saldırıdan korur.

İHSAN EDEN” ise İslâmiyet’in içinde iyilikler yapan demek, yanı ameli salih işleyen demektir. İşte cennete bu görecektir. Yoksa ben Hıristiyanım, ben Yahudiyim, yahut ben Müslümanım demek insanı cennete götürmez. Cennete girmek için muhsin olmak gerekir.

فَلَهُ أَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّهِ (Fa LaHUv EaCRuHUv GıNDa RabBiHi) 

“Onun ecri Rabbinin indindedir.”

Bunlar için yalnız azaptan kurtulma değil, cehenneme gitmeme değil, amellerinin ecirleri vardır. Bu ecir Rabbinin indindedir. Burada “RAB” denmiş olmasının sebebi, bu ecrin dünyaya değil de âhirete ait olması nedeniyledir. Yoksa ‘indehu’ derdi Ama o zaman ecirleri topluluk yanında olduğu anlaşılırdı. Şimdi ise Allah sözünden Rabb sözüne udul edilerek Allah’ı başka yönüyle ifade etmiştir. Âhiretteki o ecir de cennettir.

Kim olursa olsun, din ve ırk ayrılıkları, sosyal ve ekonomik farkları gözetilmeksizin muhsin olarak vechini Allah’a tevcih edenle için Allah âhirette cennet hazırlamıştır. 

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ (VaLAv PaVFun GaLaYHiM)  “Onlara havf yoktur.”

Onlara havf yoktur, yani cehennem azabından emindirler.

HAFET” balcıların giydiği deriden elbisedir. Arıcıların bir kısmı arılarla haldeş olmuştur. Onlar arılardan korkmazlar. Ama arılardan korkanlar ise deriden bir çuha giyip kendilerini korumaya çalışırlar.

HAVFETMEK” demek, bu elbiseyi giymek demektir. Aynı zamanda gelecekte olanlara karşı tedbirli olmak demektir. Onlara korku yoktur, yani onların artık cehennem azabından endişeleri yoktur.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(112) (VaLAv HuM YaXZaNUvNa) 

“Onlar mahzun da olmazlar, üzülmezler, eziyet çekmezler.”

HÜZN” çakıllı ve dikenli yoldur. Geçildiği zaman insan acı duyar, sıkıntı duyar. Bir şeye ulaşamayacağından veya ulaşamamış olmasından sıkıntılı olmak demektir. “HAVF” gelecek bir kötülüğe karşı sıkıntı duymadır. “HÜZN” ise gelmesi gereken bir şeyden mahrumiyettir. Yani, cennete gidememiş olmasından dolayı üzüntü duymaktır. Yani, onlar cehennemden azat olacakları gibi, cenneti de istihkak ederler. Böylece Hıristiyanların ve diğer kavimlerin, bu arada Müslümanların kendilerini mümtaz kavim kabul etmelerinin yanlışlığı bir kere daha teyit edilmiştir. Bununla beraber hiç kimse herkes cennete gidebilir rahatlığı içinde olmamalıdır. Herkes cehenneme de gidebilir. Bazı hususlara dikkat etmemiz gerekmektedir.

a)      İslâmiyet’te bilememek mazerettir, ama bilmemek mazeret değildir. Herkes her zaman araştırıcı olmalıdır. Her söze kulak vermeli ve en iyisine uymalıdır.

b)      Bir Yahudi cennete gidebilir, ama bir Hıristiyan Yahudileşirse cennete gidemez. Çünkü daha ilerisine ulaşmış iken daha geriye gitmiştir. Bir Kur’an ehli de artık Hıristiyan olamaz, Yahudi olursa cennete gidemez. Çünkü o daha iyisine ulaştığı halde geri dönmüştür.

c)       Amelde insan kendi dininde ve mezhebinde olur, bu salih amel etmek şartı ile makbuldür. Ama bir kimse imanda bile bile bir hakkı kabul etmezse o kâfirdir, cehenneme gider. İlmi olarak Kur’an’ın Allah sözü olduğu hususunda kendisine kanıt gelmişse, o Kur’an Allah sözü değil derse, kâfir olur, cennetin yüzünü görmeyebilir.

d)      Hep iyilik yapıyor ama bunu kendi gücünü artırmak ve onlara hakim olup ezmek için yapıyor. Bu muhsin değildir. Muhsin olmadan da cennete gidilemez.

Bu hususlarda dikkatli olmak gerekir.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-370  ADİL DÜZEN DERSLERİ-200  İstanbul, 19 Ağustos 2006

TÜRKİYE’NİN 21. YÜZYILDAKİ GÖREVİ

Hazreti Adem yani insan, diğer canlılardan farklı idi. Bu fark başta insandaki düşünüp konuşma kabiliyetinden ileri geliyordu. Eskiden canlılar biyolojik olarak evrimleştiği halde, insan var edildikten sonra biyolojik evrim durmuş, sosyolojik evrim başlamıştır.

Hayvanların beyinlerinde bilgisayar yapısı vardır, onunla hareket ederler. Hayvanlar ancak hazır program kullandıkları halde, insanlar kendileri program yapabilmekte, bu da sosyal evrimi gerçekleştirmektedir.

İnsanlar yerleşik hayata bundan on bin yıl kadar önce başladı. Kentleşme merhalesine ise beş bin yıl önce ulaşılabildi. Beş bin yıldır yazıyı kullanan insanlık, her bin yılda bir yenilenen uygarlıklar kurdu. Çift medeniyet oluştu. Hakkı üstün tutan uygarlıklar doğuda peygamberler tarafından oluşturuldu, bunlar hukukta ve yönetimde gelişmeler sağladılar. Kuvvete dayalı uygarlıklar ise batıda gelişti, bunlar da teknikte ve ekonomide gelişmeler sağladılar. Kuvvet medeniyetleri hak medeniyetlerinden dönüşüyor ve 500 yıl arkadan geliyordu.

Son Hak uygarlığı Kur’an uygarlığıdır. MS 1000 yıllarında başlamış ve 2000 yıllarında son bulmuştur. Günümüzün kuvvet uygarlığı bundan 500 sene önce başlamış ve bugün zirveye ulaşmıştır. Yani, altıncı Hak uygarlığı yeni doğmaktadır. Beşinci kuvvet uygarlığı ise zirvededir ve çökmeye başlamıştır.

Yeni uygarlık iki uygarlığın sentezinden doğar. Bizans uygarlığı, Hıristiyanlık ile Roma’nın sentezinden oluşmuştur. Bugünkü Batı uygarlığı da İslâm ile Bizans uygarlığının sentezinden oluşmuştur. III. bin yıl uygarlığı da İslâm uygarlığı ile Batı uygarlığının sentezinden oluşacaktır.

Uygarlıkların sentezini daima bir ulus yüklenir. Bundan önceki uygarlıkları peygamberler öğretiyordu.

Uygarlıktan iki-üç asır önce gelen peygamberler kendi kavimlerini yeni uygarlığa hazırlıyordu. Nitekim Son Peygamber Hazreti Muhammed aleyhisselâm da İslâm uygarlığından 400 yıl kadar önce geldi. Hazreti Musa 200, Hazreti Nuh 300 yıl önce gelmiştir. Kur’an’dan sonra yeni peygamber gelmeyecektir. III. bin yıl uygarlığını peygamberler değil, âlimler oluşturacak ve peygambersiz oluşan ilk Hak uygarlığı olacaktır.

III. bin yıl uygarlığını oluşturmak için Allah Türkiye’yi görevlendirmiştir. Bugün İslâm ve Batı uygarlıklarını birlikte ele alıp iki asırdır sentez etmeye çalışan Türkler dışında başka bir ulus yoktur. Türkiye bu sahada rakipsizdir. 20. yüzyılın Türkiye’sini ele alırken, yüklenmiş bulunduğu bu büyük görevin şuurunda olmak gerekir.

Türkiye Batı uygarlığını öğrenmeye bundan 200 yıl önce başlamıştır. III. Selim Batılı kurumları Türkiye’ye getirmeye çalışmıştır. II. Mahmut ise bugünkü Türk ordusunun kuruluşunu tamamlamıştır. Bundan sonra Türkiye’de bu ordu etkin olacak, Batılılaşma yürüyüşünde önemli adımların atılmasına vesile olacaktır. Ayrıca, yıkılan imparatorluğun yerine bu ordu Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracaktı.

20. yüzyıla gelmeden önce Türkiye’deki oluşlara en çok etki eden II. Abdülhamit’in önemli katkıları vardır. Abdülhamit meşrutiyeti benimsemiş bir hükümdardır. Ne var ki, o zaman nüfusun yarısı gayrimüslimdi ve onlar okumuş kimselerdi. Medrese bunlarla boy ölçüşemiyordu. Abdülhamit Meşrutiyet Anayasasını askıya almış, batı tipi üniversiteler ve okullar kurmuştur. İşte Türkiye’nin 20. yüzyılını şekillendiren, 19. yüzyılın iki önemli adımı olmuştur. Türk ordusu ile batı tipi okullar ve üniversiteler. 20. yüzyıla Türkiye böyle girdi.

20. yüzyıla girerken, Yeniçeri ve Sipahi ordu geleneği ortadan kalkmıştı. Osmanlının kulluğa dayalı bürokratik düzeni de kalmamıştı. Ne var ki, yeni okullar açılmış olmasına karşılık, tarikatlar ve medrese varlığını ortadan kaldırmamış, aksine bunlarda yenileme ve gelişme hareketi başlamıştı.

20. ASRA GİRERKEN TÜRKİYE DÖRT İLKEYİ TARTIŞIYORDU:

OSMANLICILIK: Devletin herhangi bir inanışı ve ideolojisi olmaz. Herkes kendi inanış ve ideleri içinde yaşar. Tam demokratik düzen ve laik düzen vardır. Aynı coğrafyada yaşayan halklar birleşir, ortak savunma paktını kurar, iç ve dış güvenliği sağlarlar. Yol ve köprüler yapılır. Adil yargı sistemi oluşur. Burada birleştiren ortak çıkardır. Bu da Osmanlı Devleti’ni yaşatmakla mümkündür. Burada hanedanın bir kutsiyeti yoktur. Sadece onun ismi etrafında tüm dinler ve uluslar düzenlerini ve güvenlerini sağlamış olurlar. Bu düşünce gittikçe yaygınlaşmış ve demokratik, laik, liberal ve sosyal devlet anlayışına ulaşılmıştır. Türkiye devleti döneminde Osmanlıcılığın yerini Cumhuriyetçilik almıştır.

İSLÂMCILIK: Bu anlayışa göre topluluklar ancak bir ideoloji etrafında birleşirler. Tarihte hep büyük devletler ve uygarlıklar dinler çevresinde oluşmuştur. O halde Osmanlı imparatorluğunun devamı ancak İslâm halklarını birleştirmekle sağlanır. Bu anlayış da 20. yüzyılda büyük etki yapmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti İslâm dinine dayalı bir ulus olabilmiş, Hıristiyanları Türkiye’den uzaklaştırmıştır.

TÜRKÇÜLÜK: Bu anlayışa göre dinler artık etkilerini kaybetmiştir. Müsbet ilmin gelmesi ile dinler tarih olmuştur. Bundan böyle devleti yaşatacak olan Türkçülüktür. Bu anlayış Türkiye devletini ulusçuluğu götürmüştür. Evet, Türkiye Türk ulusundan oluşur ama, Türk olmak için ‘Türküm’ demek yeterlidir.

BATICILIK: Batı uygar bir uluslar topluluğudur, bir devlet değildir. Batılı olan devletlerin hemen tamamı müstemleke hâline gelmektedir. Biz de Batı tipi bir devlet olalım, varlığımızı öyle koruyabiliriz. Batılı olmak ne demekti, onu açıkça söylemiyorlardı. Mustafa Kemal bunu muasır medeniyetin fevkine çıkma ile formüle etti.

Türkiye’de 20. yüzyılda neler olduğunu anlamak için 1900 tarihli 20. yüzyıl Türkiye’si ile 2000 tarihli 21. yüzyıl Türkiye’sini karşılaştırmamız gerekir. Görülecektir ki, Türkiye hiçbir ulusa nasip olmayan büyük istihaleler geçirerek bugünkü bu duruma gelmiştir. Osmanlı imparatorluğu yıkılmış ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Saltanattan demokratik, laik, liberal ve sosyal bir hukuk devleti olma yolunda hayli adımlar atmıştır. Tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir. Batıyı öğrenmiş ama, İslâmiyet’i de unutmamıştır. Yüzde 50 civarında olan azınlıklar yüzde birerle inmiştir. Nüfusu 12 milyondan 70 milyona ulaşmıştır.

Türkiye’nin çok ağır dört sorunu vardır, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bunları çözecektir.

a)      Türkiye’nin en büyük sorunu dış borçlardır. Osmanlı devletini dış borçlarla yıktılar. Türkiye Cumhuriyeti devletini de onunla yıkacaklar.

b)      İkinci büyük sorun işsizlik sorunudur. Teknoloji bakımından sanayileşen dünya, hukuk bakımından sanayi döneminin sorunlarını çözemiyor. Bu durumdan da en çok yeni gelişmiş ülke olan Türkiye sıkıntı çekmektedir.

c)       Üçüncü sorun, Türkiye adil yargı sistemini kuramamıştır. Davaları ortalama on senede biten faizli düzendeki yargılama Türkiye’yi adaletsizliğe ve teröre doğru götürmektedir.

d)      Nihayet, Türkiye’de millî medya, millî basın ve yayın oluşturulamamıştır. Yabancı sermayenin emrinde olan medya Türkiye devletinin kuyusunu kazımaktadır. Bu çok tehlikeli bir durumdur.

Bu sorunları çözen bir çaba da yalnız Adil Düzen Çalışanları arasında vardır.

Türkiye’yi bugünkü hâle getiren kişi ve kurumlar kimler ve nelerdir?

III. Selim, II. Mahmut, II. Abdülhamit, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kenan Evren, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan... Ve şimdi de R. Tayyip Erdoğan...

Bunlar siyasi hamleler yapmışlardır. İstiklâl Savaşı’nın diğer generallerini de bunlara katmamız gerekir: Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Rauf Orbay ve diğerleri...

Fikir hayatımızda ise Ziya Gökalp fikirleri ile, Şemsettin Günaltay siyasete etkisi ile anılmalıdır.

Dinî hayatımızda büyük etkinliği olanlar olarak da Bediüzzman Said Nursi ve öğrencisi Fethullah Gülen ile Süleyman Tunahan, Türkiye’nin oluşmasında başta etki edenlerdir.

Necmettin Erbakan yalnız Türkiye’de değil, dünyada etkin olmuştur.

a)      Sanayileşme kapitalizm ve sosyalizm ilkeleri içinde Batı tekelinde iken, Necmettin Erbakan halka dayalı ilk sanayi teşebbüsünü (Gümüş Motor) kurdu. Bu teşebbüs faizsiz bir deneme olmuş, Avrupa tekeli dışında gerçekleşmiştir. Bugün halk sanayi sektörü dünyaya yayılmıştır ve tekel sanayi ile yarışmaktadır.

b)      Sol-sağ çatışması üzerine kurulan Batı’nın sömürü dengesini CHP ile koalisyon yaparak bozmuş, bu anlayış önce İran’a, oradan Sovyetlere, oradan tüm sola sıçramış ve böylece dünyanın sömürü düzeni bozulmuştur.

c)       Müsbet ilim ile dinler arasında çatışma olduğu varsayımına dayalı olarak kurulan ateist düzeni Erbakan, din ile ilmin aynı hakikatleri ortaya koyduğunu ileri sürerek ve bunu kendi müktesebatı ile dünyaya anlatarak ateizme dayalı dünya düzenini yıkmıştır.

d)      Erbakan “Adil Düzen”i benimseyerek, insanlığa hakkı üstün tutan peygamberlerin getirdiği düzeni duyurmuştur. III. Bin Yıl Uygarlığı bunun üzerinde kurulacaktır.

1967 yılında kurulan Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi, 20. yüzyılda adını duyuramamış, ancak 20. yüzyılın son çeyreğinde Akevler Çalışanları etkin olmuşlardır.

a) Akevler, Fethullah Gülen’in ekolleşmesinde etkin rol oynamıştır.

b) Akevler Millî Görüş’ün siyasi olarak organize olmasında etkin rol oynamış, “Adil Düzen” birlikte hazırlanmıştır.

c) ANAP’ta görev alan bir kısım etkin kişiler Akevler’de faal olan kimselerdi.

d) AK Parti, isminden de anlaşılacağı üzere, Akevler’in etkisinde kurulmuştur.

e) Akevler’in en büyük hizmeti “Adil Düzen Anayasası”nı hazırlamak olmuştur.

f) Uygulamalı teşebbüsleri ile örnekler vermiştir.

Türkiye’nin 20. yüzyılı incelenirken iki müessese unutulmamalıdır. Bunlardan biri tarikatlardır. Tarikatlar kapandıkları halde varlıklarını sürdürmüşler ve her zaman siyasete etkili olmuşlardır. Diğeri de imam hatip okulları ve ilahiyatlardır. Bunlar medreselerin yerine geçmişler ve İslâmiyet’i yeniden ele almışlardır. Her ikisinin tam başarılı oldukları söylenemez, ama etkili oldukları kesindir.

20. yüzyıldaki Türkiye’yi incelemek çok zordur. Çünkü gerçek aktörler hep arkada kalmıştır.

Biz millî olmayan basının anlatması ile Türkiye’yi görüyoruz. Oysa Türkiye kendi iç dinamiklari ile hiçbir ulusa nasip olmayan bir ilerleme kaydetmiştir. Bir örnek verelim.

1.       Türk Ordusu 1908 Meşrutiyeti gerçekleştirmiştir. Neden böyle yapmıştır?

2.       Türk Ordusu 1911 Balkan Savaşı’nda görülmemiş bir hezimete uğramıştır. Neden?

3.       Türk Ordusu I. Cihan Savaşı’nda cephelerde hep kazanmış ama sonunda Sevr’e gitmiştir. Neden?

4.       Türk Ordusu İstiklâl Savaşı’nı yaparak Cumhuriyeti kurmuştur? Bu gücü nasıl ve nerede bulmuştur?

5.       Türk Ordusu 1938’te Mustafa Kemal’in ölümü ile İsmet İnönü’yü seçtirmiştir? Neden?

6.       Türk Ordusu 1960’ta müdahale etti.

7.       Tük Ordusu 1971’de müdahale etti.

8.       Türk Ordusu 1980’de müdahale etti.

9.       Türk Ordusu 1997’de müdahale etti.

10.    Türk Ordusu 2002 de müdahale etmedi.

Görülüyor ki, Türk Ordusu 20. yüzyıl içinde hep müdahil durumdadır. Devlet adeta onların dadılığında yaşamıştır. Bütün bu müdahalelerde Türk ordusu yönetime el koymamış ve oturmamış, hep kendi isteği ile gitmiştir. Peş peşe askeri ihtilaller olmamıştır. Böyle bir durum başka hiçbir ülkede görülmez. Türk ordusunu ele alıp değerlendirmek zor bir iştir. Çünkü ordu canlıdır, onu parçalayıp organlarını inceleyemezsiniz. Ama ordu kendi kendisinin doğru tarihini yazmalıdır. Hatalarını, sevaplarını, etkilerini, başarı ve başarısızlıklarını ve sonunda 1900’lu yıllardaki Türkiye ile 2000’li yıllardaki Türkiye arasında olan değişmelerde ordunun rolü ortaya konmalıdır.

Bunu kendi durumları açısından tarikatlar da yapmalı, siyasi partiler de yapmalıdır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-370  ADİL DÜZEN DERSLERİ-200  İstanbul, 19 Ağustos 2006

 

İŞÇİLERE ZAM YAPILINCA NE OLUR?

Ekonomide istikrar, tam istihdamın sağlanması ve bölüşümün eksiksiz olması ile sağlanır. İstikrarlı bir ekonomide herkes çalışabiliyor ve kendisine düşen pay ile geçiniyor. Artık değerlerin yarısı nüfusun artmasına harcanıyor. Diğer yarısı da artan nüfusa iş bulunması şeklinde değerlendiriliyor. Nüfus doğumun artmasıyla çoğaldığı gibi, ortalama ömrün uzaması ile de artar. Kapitalistlerde insanları işçi olarak çalıştırırlar, artık değeri ile yatırım yaparlar, işçilere kiraya verir veya satarlar. Sosyalistlerde bu işi devlet yapar. Halk ekonomisinde ise işyerleri halkındır. Artık değerler de onlara kalır. Yatırımları onlar yapar. Tüccar vardır ama tekel oluşmamıştır.

Şimdi istikrarlı bir ekonomi oluşmuş, herkes iş ve aş bulmuştur. Artık emek de yatırıma dönüşmekte ve yine halkın hizmetine verilmektedir.

Böyle bir ekonomi düzeninde işçilerin tamamına zam yapılsa ne olur? Yeni üretim olmayacağına göre, işçilerin eline fazla para geçecek, o kadar da mallar pahalanacaktır. Yani, sadece enflasyon olacak ama başka hiçbir şey değişmeyecektir. Aldıkları para fazladır, ama marketlerden aldıkları mallar aynıdır.

Enflasyon ne yapar?

Borçluyu rahatlatır, alacaklıyı sıkıntıya sokar. Faizler yükselir. Borç bulunmaz olur. Faiz enflasyonu, enflasyon fiyat ve ücret belirsizliğini, fiyat ve ücret belirsizliği anlaşmaları zorlaştırır, üretim durur, işsizlik doğar.

İşçilerin zam istemesi demek, işsizliği istemesi demektir.

O halde neden sendikalar var, neden işçiler ve memurlar durmadan zam isterler?

Gelişmiş ekonomilerde üretim fazlalığı ve ürün stokları oluşmaktadır. Tekel piyasa mallarını ucuz satmak istemez. Çünkü o zaman işçiler paralarını artırır ve kendileri iş sahibi olmaya başlar. Bu da tekelin kırılması demektir. İşte işçileri zam talebi ile greve götürürler, işçilerin daha önce biriktirdiklerini eritirler, ambardaki stoklar da erir. Zam yapsalar da yapmasalar da sermayenin zararı yoktur. Zam yaparsa daha az vergi öder. Zam yaparsa mallara da zam yapar, onun da kârı artar.

Her kesimdeki işçilere zam yerine, bazı kesimdeki işçilere zam yapılacak ve o kesimin malları pahalanacak, o kesimin işçileri daha fazla para kazanacaklardır. Enflasyon yalnız kendi ürettikleri mallarda değil, bütün mallarda olmuş olacak, diğer işçiler zam almayacakları için bölüşümde pay bunlara aktarılmış olacaktır.

Batı dünyası dengeyi sınıf mücadelesine oturttuğu için bunu meşru görmektedir. Zam yarışı içinde dengeyi sağlamak için zam yaparsanız, bütün sektör zam yapmak zorunda kalır.

Demek ki istikrarlı ekonomide ister istemez herkese zam yapılacaktır. Bunun karşılığında kazanılan tek şey olacak; enflasyon.

O halde işçilerin zam istemesi demek, ekonomik istikrarın bozulmasını istemesi demektir.

Peki, sendikalar bunları bilmiyor mu?

Sendikaları kendileri kurmamıştır ki. Onları da sermaye kurmuştur, istediği kararı aldırmaktadır.

Batı’da alınan bu kararlar sömürü sermayesinin dünyayı sömürmesi için gereklidir. Ora halkı da bundan yararlanmaktadır. Oysa geri kalmış ülkelerde sömüren sermaye değil, sömürülen piyasa vardır. Burada da bu kararlar ülkenin daha çok sömürülmesine yaramaktadır. Yani, işçilerin istediği her zam, sonunda ülkenin daha fazla borçlanması ve bir an evvel Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması gibi ülkenin tarihten silinip gitmesini istemek demektir.

Şimdi, Türkiye gibi istikrara sahip olmayan ülkelerde nâkıs istihdamda denge sağlanmışsa, yani halkın bir kısmı işsiz iken, iş bulanların zam istemesinin anlamı nedir? Böyle bir zammın anlamı, işsizliği daha çok artırmadan başka bir şey değildir. Yani, işyerleri yeni işçi alıp üretimi artıracaklarına, sermayelerini işçilere zam yaparak harcamış olacaklardır. O parayı ödeyebilmek için işverenler işçilerin bir kısmını çıkaracak, üretimi azaltacak, ama mallar azalacağı için fiyatlar yükselecek, işveren yine aynı kârı yapacaktır. Zam alan işçiler için sonuç yine enflasyon, sonuç yine sömürü, sonuç yine borçların artması demektir. Bunlara ilaveten işsizlik de gittikçe büyüyecektir. Eski stoklar bitince de sosyal patlama olacak, yahut ülke dışına göç başlayacaktır.

Özetlersek; işçilerin zam istemesi demek, enflasyona davetiye çıkarma, sömürülmeye davetiye çıkarma, işsizliği körükleme, adil bölüşme dengesini bozma demektir. 

O halde ne yapılmalıdır?

a)       Devlet altını Türk Lirası ile alıp satacak, alış ve satış fiyatları eşit olacaktır. Ancak bütün arz ve talepleri karşılayacak şekilde altının değerini her gün değiştirecektir.

b)       Her türlü ödemeler Türk Lirası ile yapılacaktır. Devlet YTL dışında hiçbir ödeme yükümlülüğünü kabul etmeyecek, YTL dışında hiçbir nakit alacak talep edilmeyecektir. Ödemeler o günkü altın değeri üzerinden Türk Lirası ile yapılacaktır.

c)       Bütün nakit borçlanmalar altın gram üzerinden yapılacak ve faiz sıfırlanacaktır. Yani, devlet hiçbir borcuna faiz ödemeyecek, hiçbir alacağına da faiz talep etmeyecektir. Borçlanmalar altın değeri ile ve faizsiz olacaktır.

d)       Devlet inşaat işlerinde resmi ücretle YTL ödeyecek, böylece resmi ücretle herkese iş vermiş olacaktır. Burada da iş bulamayanlar işsizlik vakfına gelip işsizlik sigortasının hesapladığı ücreti alacaklardır. Devlet aidatsız herkesi sosyal sigortalı yapacaktır.

Bundan sonra işveren ile işçi arasına girmeyecek, serbest pazarlıkla işçi ile işveren anlaşma yapabilecek veya anlaşmayı sona erdirebilecektir. Yani, ücretler serbest arz ve talep ilkesiyle kendiliğinden dengelenecektir. Böyle bir düzende ne sınıflar çatışması, ne de işveren ve işçi kitlesel kavgaları olacaktır.

İsterdim ki, Sabahattin Zaim gibi kıymetli ilim adamları, ‘yazdıkların yanlıştır, doğru düşünmüyorsun’ desinler ve benim söylediklerimi değerlendirsinler. Belki verecekleri cevapları ben anlamamış olabilirim ama, elbette bir anlayan bulunur. İşte ülkemiz için asıl tehlikeli olan bu suskunluktur.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3725 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler