Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 375
BAKARA SÛRESİ 124-126.-AYETLER TEFSİRİ
23.09.2006
1410 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 375

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi              23 Eylül 2006              Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 375. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

LÜBNAN SORUNU VE TÜRKİYE NE YAPMALI?

MESCİTTE SALDIRI, CİNAYET VE LİNÇ

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 37. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَإِذْ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ(124) وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَنْ طَهِّرَا بَيْتِي لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ(125)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنْ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلًا ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ(126)

 

وَإِذْ  (Va EiÜ)  “Hani”

Fatiha Sûresi” Kur’an’ın içindekileri içerir. “Mesaniden yedi” adını alır. 112 harften oluşur. Kur’an’ın Besmeleli diğer sûreleri de 112’dir. Kur’an ona “Büyük Kur’an” demektedir. “Büyük Kur’an” en büyük sûre olan “Bakara Sûresi” ile başlar. Önce Kur’an’dan yararlanma bakımından insanları üçe ayırır ve Kur’an’dan muttakilerin yararlanacağını söyler; kâfir ve münafıklara ise fayda vermeyeceğini açıklar.

Sonra “Ey Nâs” diye hitap ederek bütün insanları muhatap alır. “Ve İz Kulnâ Li’l-Melâiketi/ Hani meleklere demiştik” diyerek, insanın yaratılışını anlatır ve Adem oğlunu yeryüzüne halife kıldığını bildirir.

Arada “Ve” harfi koymadan İsrail oğullarına hitaba başlar. O hitap içinde de “Ve İz” vardır ancak, onlar bize değil, İsrail oğullarına ait hitaplardadır.

Demek ki, şimdiki bu hitap doğrudan bizedir ve meleklere hitaptaki “İz”e bağlıdır.

İsrail oğullarına hitap, ara cümle gibi adeta bir not hâlinde ele alınmıştır.

Kur’an, bir taraftan “Adil Düzen”e katılmaları için İsrail oğullarına görev vermekte, diğer taraftan da onların Kur’an’a uymaları hususunda zorunlu hüküm getirmemektedir. Çoklu sistemin var olması için onların şeriatları ve dinleri de yürürlükte bulunmaktadır.

İnsanlık iki defa yaratılmış gibidir. Birinci yaratılış Hazreti Adem ile başlar. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık, hattâ tarımcılık dönemlerinde yeryüzüne dağılırlar ve ayrı ayrı diller edinirler, ayrı ayrı kavim olurlar. İnsanlar artık değişik kavim (devlet), şa’b (il) ve kabileler (bucaklar) hâlinde yaşayacaklardır. Ama bunlar aynı zamanda birlik içinde olacaklardır. Hazreti İbrahim’e kadar insanlar ayrı ayrı kavim, şa’b ve kabilelere ayrılmışlardır. Hazreti İbrahim ile ise bu ayrı ayrı toplulukların birleşerek tek bir millet oluşturmaları istenmiştir.

Burada çok önemli bir sorunu çözmek gerekmektedir. Bu sorun da şudur.

Topluluk, insanların cüz’î iradelerini kısıtlamak ve onların sorumluluklarını azaltmak için değil, tam tersine insanların cüz’î iradelerini genişletmek ve böylece onları daha fazla sorumlu kılmak için vardır.

Yani, topluluk hâkim değil, hâdimdir.

Diğer taraftan, topluluğun varlığı için kişiler birtakım mâlî ve bedenî görevlerle görevlendirilmiş bulunmaktadırlar. İnsanlar iradelerini ona hizmette kullanacaklardır.

Hâsılı; şeriat demek, insanın özgürlüğü ile topluluğun düzeni arasında dengenin kurulması demektir.

Hazreti İbrahim’e kadar insanlar özgürleştirilmiş, Hazreti İbrahim’den sonra ise insanlık düzene doğru götürülmüştür. Kur’an, özgürlük ile düzen arasında dengeyi tesis etmiştir.

ابْتَلَى (ıBTaLAy)  “İbtilâ etti”

İBTİL” bileme kelimesinden gelmektedir. Bir bıçağı bilediğinizde ondan bazı parçaları döker, onu rahatsız edersiniz ama, o bu sayede keskin hâle gelir.

İnsanların bilenmesi demek, birtakım belalara uğratılıp onların keskin hâle gelmeleridir.

Hayatınızda bir sıkıntı ile karşılaştığınız zaman biliniz ki bileniyorsunuz, dereceniz yükseliyor demektir. Bir görev yaparken sıkıntılarla karşılaşırsınız, bu durum sizin olgunlaşmanız için bir yoldur.

إِبْرَاهِيمَ (EiBRAHIyMa)  “İbrahim’i ibtilâ etti.”

İBRAHİM” “BRH”den türemiş bir kelimedir. “BRH” burhan, delil, dayanak, kanıt demektir. “BRK” yani şimşek kelimesinden dönüşmüştür. Şimşek çaktığı zaman nasıl ortalık birden aydınlanırsa, “burhan” da ortalığı böylece aydınlatır. İf’alil bir kalıptır. “İsmail” de bu kalıptan gelir. “Sam” kelimesinden türemiştir.

Peygamberlerin adlarının anlamları vardır. Allah onlara uygun adları verdirmiştir. Hattâ, insanlar da adlarına göre karakter kazanırlar. İlk uygarlık Fırat ve Dicle arasında doğmuştur. Yerli halk küçük sulamalarını yapıyorlardı. Kuzeyden gelen ve dilleri Türkçeye benzeyen Sümerler çoban bir halktı. Askeri bakımdan güçlü idiler. Buraları istila edip hâkim oldular, küçük sulama yerine bilgilerini ve güçlerini kullanarak büyük barajlar inşa ettiler. Küçük barajları akarsular üzerinde daha ince inşa edip göletler yapıyorlardı. Bu sayede Fırat ve Dicle’nin tarımdaki verimi yüzlerce defa arttı, artık değer ortaya çıktı. Değişik yerlerden gelen kabileler buralarda yerleştiler ve kent uygarlığı doğdu. Hazreti Nuh peygamberden sonra 1300 sene kadar zaman geçmişti.

Ondan önce Kafkasya’dan göçler oluyordu. Azeriler de bu ülkeye göç ettiler. İşte, Hazreti İbrahim bu Azeri Türklerindendir ama, Mezopotamya uygarlığında yetişmiştir. Kendisi yerli değildir.

a)      Hazreti İbrahim’in babasının Tevrat’taki adı “Tarih” olduğu halde, Kur’an’da “Azer” denmektedir. Yani, Azerilerden olan babası denmektedir.

b)      Mezopotamya yerlileri tarımla geçindikleri halde, Hazreti İbrahim çobanlıkla geçinmekte idi.

c)       Hazreti İbrahim kuzey Iraklıdır. Oysa Sümer ve Akad uygarlıkları güney Irak’tadır. Babil zaten değişik kavimlerin toplandığı bir uygarlıktı.

d)      İbranicede Türkçe kelimeler vardır. Başta Tevrat kelimesi töre demektir.

Hazreti İbrahim çobanlık döneminin uygarlık anlayışlarını bilen çevrede yetişti. O zamanın tek uygar iki ülkesi olan Mısır ve Mezopotamya arasında gidip geldi, böylece büyük görevi yüklenecek eğitimi aldı.

رَبُّهُ (RabBuHUv)  “Rabb’i İbrahim’i ibtilâ etti.”

RABB” denmiştir, çünkü ibtilâ terbiye içindir. Onu eğitip yetiştirmek içindir. “RAB” denmiyor da “RABB’İ” deniyor. Çünkü Allah herkesin ayrı ayrı Rabb’idir. İnsanları ayrı ayrı yetiştirir ve ondan sonra da ayrı ayrı sorumlu tutar. Her topluluğun da ayrı olarak Rabb’idir. İnsanlar Rab’lerine karşı doğrudan teker teker sorumludurlar. Devletin de halkın eğitilmesinde görevi vardır. Her kişiyi ayrı ayrı eğitmektedir. Sınıfta ortak ders yerine, öğretmen öğrenciyi ayrı ayrı yetiştirmelidir. Bu husus İslâm medreselerinde şöyle uygulanmıştır.

Büyük camilerin içinde hocalar birer rahle edinip bir köşede oturup derse başlarlar. Öğrenci dolaşarak onlara kulak misafiri olur ve hoşuna giden hocanın yanında derse başlar. Hoca kendi yazdığı veya başkasının yazdığı bir kitabı okutmaktadır. Gelen öğrenciye fasıl fasıl ders verir. Öğrenci o bölümü çalışır ve öğrenir. Bilmediğini arkadaşlarına veya hocasına sorar. “Ben dersimi yaptım” dediğinde hoca onu dinler. Yani, dersi öğrenci anlatır, hoca dinler. Eğer o dersi öğrenmişse ikinci bölüme geçilir. Böylece her öğrenci kitabı ayrı ayrı bitirir. Eğer öğrenciler çoksa, hocanın ders alma zamanı yoksa, o dersi iyi derece ile geçmiş öğrencilere dinletir. Kitap bitince hoca icazet verir. Değişik derslerden icazet alan medreseden mezun olur.

Ayrıca bir heyet tarafından imtihan yapılır ve başarırsa o takdirde ona maaş bağlanır. O bunu bir hizmet karşılığı almaz, ilim sahibi olduğu için alır. O da isterse gidip camide bir rahle koyup ders vermeye başlayabilir.

İşte, görülüyor ki, bugünkü gibi ortak ders yerine, bir kimseyi doğrudan ayrı olarak yetiştirme sistemi vardır. Buna işaret etmek için “Rabbuhu/Rabb’i” denmekte, “El-Rab” denmemektedir.

بِكَلِمَاتٍ (Bi KaLimAvTın)  “Kelimelerle ibtilâ etti.”

Elim” bir ağaç budandığında kesilen dallardır. “Kalem” kelimesi de buradan dönüşmüştür. Cümlenin içinde mânâlı olan her söze “KELİME” denmektedir. “Hücre” de kelime olarak ifade edilebilir. Ayrıca, bir topluluğun her üyesi de bir kelimedir. “Kelam” cümle demektir.

KELİMÂT” ise birbirine dayalı kelimeler demektir.

Biz konuşma dilinde kelimeleri diğer kelimelerle karşılaştırarak ve onlarla ilişkilendirerek konuşmayız. Oysa ilim dilinde kelimelerin tanımlanmış mânâları vardır. Her kelimenin diğer kelimelerle sınırlanmış durumu vardır. İlim budur; kelimeleri ve kelimeler arasındaki ilişkileri belirlemek. Buna “nazari ilim” diyoruz.

Şoförlük ehliyetinde yazılı imtihan vardır, bir de direksiyon imtihanı vardır. Direksiyon amelî imtihandır. Yazılı imtihan ise kelimelerle imtihandır. İmtihan nasıl yapılıyor? Kelimler veriliyor ve bu kelimelerin anlamını ve diğer kelimelerle ilişkisini öğrenci belirliyor. Kendisi araştırıyor, tanımlıyor ve buluyor.

Kelimeler canlıdır. Her gün anlamları değişiyor.

İstanbul her gün değişiyor, İstanbul’un mânâsı da her gün değişiyor. Öğrenci kelimelerdeki yeni mânâları ortaya koyacak, yeni İstanbul’u anlatacaktır. Aktif tedrisatın yararı buradadır. Bin sene evvel tanımlanmış kelimelerle bugünkü hayat yaşanmaz. Başka ülkelerde tanımlanmış kelimelerle de bu ülkede yaşanmaz. Bizim topluluğumuzda kelimelerin aldığı mânâlar belirlemeli ve içtihatlarımızı ona göre yapmalıyız.

فَأَتَمَّهُنَّ (Fa EaTaMMaHunNa)  “Onları itmam etti.”

“Fa Ebanehunne” onları açıkladı demiyor, sorulara cevap verdi demiyor; onları tamamladı diyor.

Yani, içtihadını itmam etti demek olur.

Kelimeleri tamamlamak demek, onları yerli yerine yerleştirdi, ortak sistem ortaya çıktı demektir.

Bizim Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası bir projedir. Kelimelerden oluşmaktadır. Onu anlamları ile kavrayan kimse o kelimeleri tamamlamış olur. Kur’an’da, Tevrat’ın ilkinin Hazreti İbrahim’e verildiği ifade edilmektedir. Tevrat’a Kur’an’da “İbrahim ve Musa’nın sahifeleri” denmektedir. Onları tamamladı demek, tümü ile kavradı ve uygulayabilir hâle geldi demektir. Bize düşen de, Kur’an’ın kelimelerini bütünüyle kavrayıp tamamlamamız gerekir. Kur’an’ın kelimeleri her bin yılda bir yeniden tanımlanacak ve tamamlanacaktır.

Hazreti Nuh Peygamberin şeriatını ondan sonra gelen peygamberler geliştirdiler, uygarlığı o içtihatlarla tamamladılar. Hazreti Nuh Peygamber zamanında ise yeni kitap nâzil olacak ve İslâmiyet yeniden anlaşılacak, kavmiyet ile beşeriyet arasında denge tesis edilecektir.

Biz de Kur’an’ı yeniden ele alıp içtihatlarımızla kelimeleri tanımlamalı ve aralarındaki ilişkileri belirleyip tamamlamalıyız. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” eksiklikleri ile bu yolda atılmış büyük adımdır. Sizlerin bunu kavramanız, eksiklerini tamamlamanız, Hazreti İbrahim gibi insanlığa sunmanız gerekir.

Hazreti İbrahim kendisine verilen suhufu doğru kavramış ve Rabb’ine imtihanını vermişti. Bundan sonra tebliğ işine başlamıştır. Babasını, halkını, kralı uyarmıştır. Onlarla tartışmaya başlamış ve sonunda ateşe atılmıştı. Burada da kelimelere sahip çıkma imtihanını vermiştir. Kesin olarak doğru bildiği bir şeyi sonuna kadar savunacaksan, işte o zaman kelimeleri tamamlamış olursun.

İLMİN DÖRT MERHALESİ VARDIR

a)      Öğrenme devresi. Konu ile ilgili her söze kulak verme merhalesidir. Kendini herkesten cahil görme ve öğrenme merhalesidir.

b)      Tartışma safhası. Sözlerde en iyisini arama safhasıdır. Bu da istişare ile olur. Kendini diğerleriyle eşit görürsün. Böylece en iyisini bulma yolunu açarsın.

c)       İçtihat dönemi. Bu da kendini kendin için en bilgili kimse kabul etme, kendine güvenme ve başkalarının etkisinde olmaksızın karar almadır.

d)      Dördüncü safha ise içtihadını beyan edip onu savunabilmedir. Baskılara boyun eğmeden kelimelerin gereğini yapmadır.

İşte kelimâtın itmamı budur. Burada ilmiyle amel etme ve baskılara dayanma sözkonusudur.

İşte, Hazreti İbrahim bunları tamamlamış ve okuldan mezun olmuştur.

قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ (QAvLa EınNIy CaGıLuKa)  “Ben seni ca’ledeceğim.”

CA’LETMEK” görevlendireceğim demektir. Bir varlığa bir yer vermek, bir iş vermek demektir.

Büyük odamı misafirhane ca’lettim dersin. Oda zaten var da, ona görev vermek demektir.

Demek ki, Hazreti İbrahim kelimâtı tamamladı. Üniversiteden mezun oldu. Doktorasını tamamladı. Ama bu imam olmak için yeterli değildir. Ayrıca görevlendirilmesi gerekir.

Bir kimse tıp fakültesinden mezun olur. Bu doktorluk yapması için yeterli değildir. Onun bir ilçede tababet yapması için görevlendirilmesi gerekir. Bu görev il dinî şûrası tarafından yapılır. Ayrıca o ilçe halkının en az yirmide birinin onu sağlık danışmanı aile hekimi yapması gerekmektedir.

Ben seni ca’ledeceğim” demektedir. Yani, doğal imam olacaktır. Onu kimse atamayacak, doğrudan Rabb’i atayacaktır. Erbakan’ı kimse seçmedi, kendisi görevi yüklendi. “Ben” kelimesi bunu ifade etmektedir.

لِلنَّاسِ (Li elNAvSi)  “Nâs için.”

“Ale’n-Nâs” denmemiş, “Li’n-Nâs” denmiştir.

İki türlü başkan seçilir. Biri; kişinin gücü vardır, kendi gücüyle başkan olur.

Bir de; nâs onu başkan kabul eder, yani insanların kendi istekleri ile o başkan olur.

Hazreti İbrahim bütün insanlara imam olacaktır.

Buradaki önemli husus; bir kavme değil, bütün insanlara imam olmaktır. Halbuki bundan önce Hazreti Nuh, Hazreti Hud ve Hazreti Salih peygamberlerden bahsederken, kavimlerine gönderildiğini beyan etmiştir.

Hazreti İbrahim ise bütün nâsa imam olacaktır, kavmine değil.

Hazreti İbrahim bütün nâsa dört koldan imam olmuştur.

a)         Tevrat’ın İsrail oğullarına has hükümlerini beşerileştiren Hıristiyanların imamıdır. Her kavimden o dine girilebilir.

b)         Hazreti İbrahim’in doğuya giden dört oğlu tarafından tesis edilen ve kendi adını taşıyan Brahmanizm de Hazreti İbrahim’in imamlığını Hindistan’da Hindulara götürmüştür.

c)          Onlardan çıkıp Hazreti İsa gibi kast sistemini ortadan kaldıran Buda’nın cemaati olan Budistlerin imamı da Hazreti İbrahim’dir.

d)         Nihayet, Hazreti İbrahim’in Hazreti İsmail’den gelen torunu Hazreti Muhammed’in getirdiği Kur’an ehli de onun milletindendir.

Kur’an’da her şey çok açıktır. Hazreti İbrahim bütün insanların imamıdır. Onun tesis ettiği Kâbe de bütün insanların ortak evidir.

إِمَامًا (EiMAvMan)  “İmam yapacağım.”

“EMAM” ön demektir. “İMAM” önden giden demektir. “UMM/anne” kelimesi de buradan gelir.

“ÜMMET” imamı olan topluluk demektir. Beş vakit namaz imamdır. Resul veya nebi değildir.

İMAM” başkan demektir. Bu başkanın siyasi gücü yoktur, o topluluğu yargılama gücü yoktur. Aşiret başkanları böyledir. Bucak başkanı imamdır ama, aynı zamanda resuldür. Nebiler imam değildir. Bütün insanların, başkanın da imamıdır, ama resul değildir. Sadece kendi bucağına resuldür. Dolayısıyla beşeri imamın yargılama yetkisi yoktur. Bugünkü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri gibidir.

İMAM” kelimesi burada nekiredir. Çünkü Hazreti Adem de tüm insanlara imam olmuştur; Hazreti Muhammed de tüm insanlara imamdır.

Bu âyetten çok önemli bir hususu öğreniyoruz.

Başkanın müçtehit olması gerekir mi?

Ancak imtihandan sonra, diploma aldıktan sonra imam olabildiğine göre, başkanın da âlim olması gerekir. Biz bunu şöyle derecelendiriyoruz.

Ocak başkanı ilk, bucak başkanı orta, il başkanı yüksek, ülke başkanı üstün ehliyet sahibi olmalıdır.

İnsanlığın imamı da böyle olmalıdır.

Ocak meclisini kadın erkek ocak baliğleri, bucak meclisini kadın erkek orta ehliyetliler, il meclisini kadın erkek yüksek ehliyetliler, ülke meclisini kadın erkek üstün ehliyetliler oluşturur. Bunlardan seçilirler.

İnsanlık meclisinin her ülkede bulunan yaklaşık on civarındaki üniversitenin biat yoluyla atanmış rektörleri Mekke’ye birer ilim adamı gönderirler. Bunlar insanlık meclisini oluştururlar. Bunlar orada insanlık üniversitesini kurarlar. On kadar insanlık ilmî şûrası oluşur, onlar sıralama usûlü ile kendilerine başkan seçerler. Bu insanlığın imamı olur. 63 yaşına kadar faal imam olur, ondan sonra fahri imamlığı devam eder.

İl ve ülke başkanları asker olmak zorundadır. Çünkü bunlar iç ve dış güvenliği sağlarlar.

Ocak, bucak ve insanlığın imamları asker olmak zorunda değildirler.

Bu husus “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda yazılı değildir. Eklemelisiniz.

İnsanlık için imam” dendiğinden, diğerleri de buna kıyas edilmektedir.

Yine buradan öğreniyoruz ki, askerlerin de âlim olmaları gerekir. Onbaşılar temel ehliyetlilerdir. Çavuşlar ilk ehliyetlilerdir. Subaylar orta ehliyetlilerdir. Yüksek subaylar yüksek ehliyetlilerdir. Generaller doktora yapanlardır. Harb akademilerine bu dereceleri alanlar alınır. Orada askerlik öğrenimini görerek general yahut subay olurlar.

قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي (QAvLa Va MiN ÜurRiYaTIy)  “Zürriyetimden de?”

Soru ve dua mahiyetinde bir ifade de zürriyetimi imam yapar mısın? Yapsanız istiyorum demek istiyor.

Eskiden üniversiteler yoktu, ilim kitapları yoktu. Eğitim ancak aile içinde yapılabiliyordu. Bu bakımdan peygamberler ve krallar aileden gelenlerden oluşuyordu. Bu husus Kur’an nâzil oluncaya kadar böyle sürdü.

Kur’an içtihat ve icma sistemlerini getirdi. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları kurdu. Bunlar artık birer okul olmuştur. Peygamberlik tamamen sona erdi, krallık da sona erdi.

Hazreti Peygamber aleyhisselâm, Medine Anlaşması’nda soya dayanarak âkileler kurdu. Hazreti Ömer ise bunu soydan çıkararak isteğe bağlı olarak biata çevirdi, ilk siyasi dayanışma ortaklıkları oluştu. Sonra medreselerde ilmî ekoller doğdu. Bunlar soya değil, bilgiye dayanıyordu. Sonra dinî dayanışma ortaklıkları doğdu, tarikatlar ortaya çıktı. Bu da soya dayanmıyordu. En son meslekî dayanışma ortaklıkları ortaya çıktı. Bunlar da soya dayanmıyordu. Kur’an bunların hepsinden bahseder. Siyasî dayanışmaya “viche”, ilmî dayanışmaya “şır’a”, dinî dayanışmaya “minhac”, meslekî dayanışmaya “mensek” denmektedir. O gün yaygın olan soydan peygamber ve imamlar çıkması idi. Hazreti İbrahim sormak suretiyle bu konuyu da öğrenmek istedi.

قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ(124)  (QAvLa LAy YaNALUv GaHDIya elJAVLiMIYNa) 

“Ahdime zalimler nâil olamazlar.”

Böylece Hazreti İbrahim peygamber nâsın imamı yapılırken, ondan sonra gelen imamların onun soyundan olacakları hususunda bir fetva vermemektedir. Demek ki, soy hakimiyetine Hazreti İbrahim peygamberle başlanmıştır. İnsanlık bunu ancak 20. yüzyılda sonlandırmayı idrak etmiştir.

Günü gelmediği için ne Hazreti İbrahim, ne de Kur’an’ın nâzil olduğu dönemde hanedanlık sistemi ortadan kalkmamıştır. Çünkü hanedanlığın kalkması için bugün olduğu gibi insanların yetiştiği okullar, mabetler, kışlalar ve pazarlar olmalıdır. Bu husus çağımızda bile henüz tamamlanmamıştır ki, kendilerini çok ileri gören Japonlar bile erkek veliahtları doğdu diye bugünlerde bayram yapıyorlar!..

Adil Düzen”in geldiği yerde elbette soya dayanarak herhangi bir rütbenin tevcihi sözkonusu değildir.

Fıkıhçılar başkanlığa lâyık olanları sayarken; a) Âlim olması, b) Yaşlı olması, c) Kıdemli olması, d) Güçlü olması şartlarını sıralarlar. Soyla ilgili bir tercih sözkonusu değildir. Ebu Hanife Müslümanların en büyük fıkıh imamıdır ama kendisi aynı zamanda bir kölenin torunudur.

***

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ (VaEiÜ CaGaLNav eLBaYTa)  “Hani beyti ca’letmiştik.”

BEYT” burada marifedir. Kastedilen beyt Kâbe’dir.

Kâbe Hazreti İbrahim tarafından inşa edilmiştir. Hazreti İbrahim, Hazreti Muhammed’in atası olan oğlu Hazreti İsmail’i Harran’dan alıp Mekke’ye götürmüş, orada zemzem suyu bulunmuş, o zemzem suyunun yanında birlikte bir mabet inşa etmişlerdir.

Kâbe’yi Hazreti İsmail ile beraber inşa ettiler. Hanımı Hacer, Hazreti İsmail ile orada bırakılmıştır. Hazreti İsmail artık çocuk değildir. Orada yerli komşular da vardır. Ama Mekke’de sakin kimse yoktur. Bütün insanlara imam kılınınca, bütün insanların merkezi olacak mabedin inşa edilmesi de emrolunmuştur.

Mekke, dünya güney-kuzey karalarının ortasındadır; doğu-batı arasında da ortaya yakındır; yani, karaların merkezindedir. Ayrıca o çağdaki iki büyük medeniyetin, Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinin uğrak yeridir. İki uygarlığın deve kervanları buradan geçmektedir. Zamanla gelişecek ve burası Arabistan’ın merkez kenti olacaktır. Mısırlılar ve Iraklılar çölü geçerek birbirlerine gidemiyorlar, Araplar bu ilişkiyi sağlıyorlardı. Arap tüccarlar her iki medeniyeti de çok iyi öğrenmişlerdi ama, o medeniyetleri kendi çöl imkanları içinde yaşamaları imkansızdı. Uygarlığı biliyor ama kendileri yaşayamıyorlardı. Halk uygarlığı dışarıdan gelen dil ile de öğrenemiyordu, çünkü uygarlığı göremiyordu. Uygarlığı sadece kelimelerle öğrenmişlerdi. O kelimelerin Arapça olması zorunlu idi. Bu sayede Arapça gelişti ve dünyanın en ileri dili oldu.

Arapçanın Kur’an’ı ifade edecek dil hâline gelmesi için Mekke seçilmişti.

Hazreti İbrahim’e bu talimat verilmiş, karısını ve oğlunu Mekke’ye bırakmıştı.

Akevler’den ayrılma veya Yenibosna’ya taşınma bize ne kadar zor geliyor? Düşünün ki, Hazreti İbrahim oğlunu ve karısını götürüp Arabistan çölü içinde bırakıyor! Bu seviyeye nasıl ulaşıyor? Allah ‘oğlunu kes’ emrini veriyor ve o da kesmeye yöneliyor. İşte imtihanı orada kazanıyor. Artık o çöle de elbette bırakabilir.

Bu durum karşısında oğlu Hazreti İsmail ne diyor? “Beni sabırlı bulacaksın” diyor.

Allah hicreti emretmiştir. Bu âyetleri okuduğumuz zaman mü’min olmanın ne kadar zor olduğunu, aynı zamanda da ne kolay olduğunu görürüz. Ben yalnız diğer konulardan bahsetmiyorum, hicretten de bahsediyorum. Ben bahsetmiyorum, Allah bahsediyor. Bana kimse kızmasın, yanlışım varsa düzeltsin.

مَثَابَةً لِلنَّاسِ (MaÇAvBaTan LilNAvSı)  “Nâs için mesabe olsun diye.”

“SEVB” elbise demektir. İnsanı kötülüklerden koruyan amellere de “SEVAB” denmektedir.

MESABE” barınak demektir.

Hazreti İbrahim peygamber, çobanlıkla geçinen bir aileden geliyordu. Kendisinin de bol hayvanları vardı. İlkel toplulukların en büyük özelliği misafirperver olmalarıdır. Düşmanı da olsa, kapısına geleni barındırır. Herkesin bir misafir odası ve gece yatıracağı yatağı vardır. Kişilerin sosyal seviyesi misafir yatak sayısı ile ölçülür. Ağalık konakla belirlenir. Konak demek, misafirhane demektir. Konuktan para almak çok ayıp sayılır.

Hazreti İbrahim Kâbe’yi bir konuk evi olarak yapmaktadır. Gelip geçenler orada barınacaklardır. Yazın güneşten, kışın soğuktan ve kum fırtınalarından korunacaklardır. Böylece Mısır’dan ve Mezopotamya’dan gelen yolcular orada barınacaklardır. Orası zamanla Arabistan’ın ticaret merkezi olacaktır. Burada dikkat edilecek husus; ‘seni nâsa imam yapacağım’ denmiş, burada da ‘beyt nâs için kılınmış’tır.

وَأَمْنًا (VaEaMNan)  “Emin yer olarak ca’lettik.”

Oraya gelen herkes emin olacaktır. Birbirlerine saldırmayacaklardır. “Harem” bu demektir. Ot koparmak bile yasaktır. Burada kentlerin özelliği bildirilmektedir. İnsanların bir araya gelip de görüşüp konuşabilmeleri için ortak güvenliğin sağlandığı bir yere sahip olmaları gerekir. İnsanlar burada parasız konaklarlar ve güven içinde olurlar.

Sömürü sermayesi her şeyi bozmuştur. Mescitleri mescit olmaktan çıkarmıştır. Kâbe hac yeri olmaktan çıkarılmış, halkı soyma yeri yapılmıştır. Hıristiyanların oraya girmesi yasaklanmış ama Kâbe’nin çevresinde Hilton ve benzeri oteller yükselmiştir! “Adil Düzen” iktidar olup oraları fethettiği zaman, yapacağı ilk iş, Hazreti Muhammed’in putları kırp döktüğü gibi Adil Düzenciler de o yüksek yüksek para getiren binaları yıkacaklardır. Orası tüm insanlar için masrafsız barınak yerleri hâline getirecek ve emin yerler yapacaktır.

Kervansaraylar ve imaretler tüm dünyada yeniden tesis edilecek... Hac yolları oluşturulacak ve bu yollarda insanlar ücretsiz konaklayacak... Yiyeceklerini ve yakıtlarını ücretsiz dolduracaklar... Tren yolları inşa edilecek ve halk bedelsiz trene binip Mekke’ye gidebilecek...

Kur’an Allah’ın sözüdür.

Kâfirler istemese de, Kur’an’ın dedikleri hep gerçekleşecektir.

Hazreti İbrahim’in vakfı olan Kâbe kimsenin sömürü aracı olmayacaktır. Böyle oluncaya kadar da yapılan haclar geçerli değildir. Üzerine hac farz olanlar, karzı hasen müessesesini kurmalı, hac paralarını oralarda biriktirmelidir. Mekke’de “Adil Düzen” tesis edildiği zaman, kendileri sağ ise kendileri o zaman hacca gitmeli, değilse, vârisleri onların adına hacılık yapmalıdır.

Bu şartlar altında orası nâs için mesabe ve emn olmadığı müddetçe, yapılacak ziyaretler geçerli olmadığı için ben hacca gitmedim. Vârislerime bırakabilirsem bırakacağım, ileride onlar benim adıma ziyaret yapacaklardır. ABD hakimiyeti bittiği zaman krallık da sona erer. Belki de hayatımda bile gitmem nasip olur...

وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى (VaitTaPiÜUv MiN MaQAvMı EiBRAvHIyMa MUÖalLAy) 

“İbrahim makamından musallâ ittihaz ediniz.”

Burada “Bi Makamı İbrahim” denmemiş, “Min Makamı İbrahim” denmiştir. Yani, durduğu mekandan musallâ ittihaz ediniz diyor. Demek ki, Hazreti İbrahim’in makam olarak durduğu yer daha geniştir.

Bu makam neresidir?

Bu hususta bizim içtihadımız şudur. Kur’an Mekke ve Yesrib’den bahsetmektedir. O halde Makamı İbrahim Mekke’dir, sınır da Mekke ile Medine’nin ortasıdır. Başka bir beyan yoksa, böyle belirlenir. Diğer kısmı da kıyasla, Mekke merkez olmak üzere çizilecek daire içinde kalan yerler Makamı İbrahim’dir. Makam izafetle marife olduğuna göre biz ancak böyle tanımlayabiliriz. Hazreti Peygamber’in mikatı kendi zamanına aittir. Bugün Kur’an’a göre ve uygarlık seviyesi ile orantılı olarak belirlenecektir. Fıkıhçılar Harem’de bir yer belirlemişler, bu Makam-ı İbrahim’dir demişlerdir.

Min Makamı” olmasaydı da, “Bi Makamı” olsaydı, biz de öyle anlardık.

Her ulusa bu Makam-ı İbrahim’den bir ilçelik yer verilmelidir. İlçe içinde her bölgenin bir bucağı, her ilin bir semti, her ilçenin bir ocağı olacaktır. Orada sakin olanlar, oraya gelen hacıları ağırlayacaklar, bir de Arapçadan kendi dillerine çeviriler yapacaklar; kendi dillerinden de Arapçaya çeviriler yapacaklardır. Bunlar ticaretle geçinecek ve Kureyş olacaklardır.

MUSALL” demek, toplanma yeri demektir. İnsanlık buralarda toplanmış olacaktır.

Adil Düzen” iktidar olunca, yapacağı ilk iş Mekke’yi Vatikan gibi bağımsız bir yönetime götürmektir. Medine Arapların olacak, sadece Mekke ili insanlığın olacaktır. Onların barınak yerleri olacaktır. Bu kentin dış güvenliğini tüm insanlar ilçelerinde bulunduracakları askerlerle sağlayacaklardır. Bütün devletlerin istedikleri kadar asker yerleştirme hakkı olacaktır. Emin olan yer ise Mekke ilçesi ve bucağıdır.

وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ (Va GaHiDNAy EiLAy İBraHİYMa Va EıSMAGIyLa)  

“Ve İbrahim ve İsmail’le ahid yaptık.”

Kâbe bir toplanma yeridir. Makam-ı İbrahim toplanma yeridir. Mabettir. Mabedin mütevellisi vardır. Mütevellinin görevleri sayılmaktadır. Burada yalnız Hazreti İbrahim ile ahitleşmiyor; Hazreti İsmail ile beraber ahitleşiyor. Mekke’nin mütevellisi Hazreti Muhammed’e kadar Kureyş olacak, yani Hazreti İsmail’in soyundan gelenler olacaktır. Hazreti İbrahim’in adı da zikrediliyor, çünkü Hazreti İsmail Hazreti İbrahim adına oranın mütevellisi olmaktadır. Yani, imtiyazında değildir. 

Bununla beraber Mekke’nin mütevelliliği Kur’an ehlinde olacaktır. Mekke tüm insanlara hizmete açıktır. Ama orasının temizliği ise mü’minlere yani Kur’an ehline verilmiş bir görevdir. Her dinin kendi kıblesi vardır. Mekke ise nâsın kıblesi değil, hac yeridir. Mü’minlerin ise aynı zamanda kıblesidir. Dolayısıyla oranın kıyamı da mü’minlere aittir.

İSMAİL” söz dinler anlamındadır. Babasının izinde olsun, Mekke’de yerleşmesinde olsun, onun sözlerini hep dinlemiştir.

أَنْ طَهِّرَا بَيْتِي (EaN TahHiRAy BaYTiYa)  “Beytimi tathir ediniz diye ahitleştik.”

Biz seneler önce Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy ile Almanya’ya gittik, yüz gün dolaştık. Millî Görüşçüler bizi misafir ettiler. Hemen her mescitte misafirhane vardı. Ama temiz olmadığı için bizi oralarda yatırmadılar, evlerine götürdüler. Süleymancıların da misafirhaneleri vardı. Sabaha kadar her taraf açıktı. Kaloriferli ve tertemizdi. Topluluğa ait yerler çok önemlidir. En büyük önemi, oraların temiz tutulmasıdır.

Kâbe’nin temizliği Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’e verilmiştir. Demek ki, kim mescitleri temiz tutarsa imam odur. Cumhurbaşkanı da olsanız, elinize süpürgeyi alıp toplantı yerini süpüreceksiniz. İlk göreviniz budur. Nöbetleşe temizlik yapmalıyız. Önce nöbetleşmeye alışmalıyız.

Yenibosna’da bir misafirhanemiz olabilir. Hattâ erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı misafirhanemiz olur. Bunu satın alma işi kolaydır. Hayır sahiplerine başvururuz, bunu satın alırlar. Ne var ki, oranın temizliği sorun olur. Sonra orada kalacak bekarlar bıkarlar, birbirlerinden bıkarlar. Konuklardan hiç hoşlanmazlar. Buna çözüm bulmamız gerekir. Bu iş Hazreti İbrahim’in ibadeti olarak anlaşıldığı zaman, işte o zaman bu sorunlar biter. Kooperatifin yazıhanesi temiz bulunmaktadır. Demek ki, bunu idrak edenler vardır.

لِلطَّائِفِينَ (Li elOAEviFIyNa)  “Tavaf edenler için.”

Buradaki metin evin kimler için olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tüm mabetler için geçerli tesbittir.

Bizim Yenibosna’da tesis edeceğimiz misafirhane de böyle olmalıdır.

Adil Düzen” iktidar olduğu zaman tüm mescitler ve mabetler böyle olmalıdır.

“Tavaf edenler için” temiz tutulmalıdır. Kimlerdir bunlar? Gelip ziyaret edip gidenlerdir. Belki birkaç gece kalanlardır. “Tavaf etmek” çevresini dolaşmak anlamındadır. Ancak, tavaftan maksat ziyaret etmek, oralara gitmektir. Bizim misafirhanemiz olsa, birçok insan gelip burada konaklayacak ve bizim faaliyetlerimizi yakından göreceklerdir. Kâbe sayesinde Mekke dünyanın merkezi olmuştur. Mescitler içinde yatıp uyuma yeri olmalıdır. Otellerde değil, mescitlerde yatılmalıdır. Ama mescit temiz tutulmalıdır. Orada yemek yenmelidir. Oturup sohbet edilmelidir. Hazreti Peygamber Ashâbı Suffa için böyle bir yer ayırtmıştı.

وَالْعَاكِفِينَ  (Va eLGAvKiPIyNa)  “Ve âkifler, itikaf yapanlar için.”

Bunlar oralarda kalanlardır. Suffa Ashâbı gibidir. Bekârların geçici olarak kaldığı yerler olacaktır. Kadınlar ve erkekler için böyle yerlerimiz olmalıdır. Bunlar orada ilim yaparlar yahut orada yaşarlar. Onlar için de temiz tutulmalıdır. Vakıf tesis edilmelidir. Buranın temizliği için o vakıftan fon ayrılmalıdır.

Yenibosna’da bir inşaat yapabilirsek, orada böyle bir beyt ayırırız. Marketin kira payını da ona harcayabiliriz. “Adil Düzen” böyle kurulabilir; Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in yaptığı gibi kurulabilir.

  “Ve secde yapan rükucular için.” وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ(125)

Bunlar da buraya gelip ibadet yapacak olanlardır. Bu âyet bize temizlik derecesini göstermektedir. Mescit o kadar temiz olacaktır ki, ayrıca bir şey sermeden insanlar onun üzerine secde etmelidirler. Yani, mescidin içinde masa ve sandalye olmamalıdır. İnsanlar oralara gelip yerlerde oturmalı, yerlerde yemek yemelidirler. Orada yatabilmeli ve oralarda secde edip başlarını koyabilmelidirler. İşte temizlik derecesi budur.

Yenibosna’da bu yönde gelişme olmamış ama, sandalye yönünde gelişme olmuştur. Masa, sandalye, koltuk ve sedir sayılı kimselerin gelebileceği yerlerdir. Oysa, mescitlerde yer sınırlanmamış olduğu için sıkışabildiğimiz nisbette katılma mümkün olmaktadır. Çağımızı nasıl aşacağız? Ayakkabıları ile gelen kişileri içeri nasıl alacağız? Onlarla nasıl sohbet edeceğiz? Bu sorunlar da çözülmelidir. Mesela, sandalyeli toplanma yeri, kuvveti üstün tutan ve herkese açık olmayan yer demektir. Oysa, mescitler kilitlenemez, 24 saat herkese açık olmalıdır. Bir şeyin çalınmaması için nöbet tutmalıyız. Madem ki mâbetler nâsa açıktır, madem ki mütevellilerin işi nâs için burasını açık tutmaktır; o halde bizim toplanma yerlerimizi buna göre ayarlamamız gerekiyor. Evet, “Adil Düzen”le dünya değişecek, kuvveti üstün tutan zihniyet beynimizden sökülüp atılacaktır.

Kuvveti üstün tutan zihniyet bunu bildiği için Kur’an kurslarında ve imam hatip liselerinde sıra ve sandalyeleri zorunlu kılmıştır. Mescitlerle medreseleri ayırmıştır. “Adil Düzen” cahiliye döneminin yani üstünlük iddiasının tamamının köküne kibrit suyu ekecektir. Hıristiyanlar secdeli rükuyu bu amaçla terk ettiler. Kiliseler de secde edilen mabetler olacak, kendileri bunu yapacaklardır.

***

  وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ (Va EiÜ QAvLa EiBRAHIyMu)  “Hani İbrahim kavletmişti.”

Hazreti İbrahim görevi aldıktan sonra, bizzat kendisi görevi ile ilgili proje yapmıştır. Artık her harekette ne yapayım diye Allah’a sormuyor. Görevli olan artık kendi içtihadı ile hareket eder. Gerekli olanlarını isteyebilir. Böylece eksikliklerini Rabb’ine arz etmektedir.

Bu nedir? Burası kamu evi, gelip geçenlerin evidir. Burada konaklayacaklar, ama, bunların masrafları nereden çıkacak, kaynak nereden sağlanacak? O hususta Allah’tan yardım istemekte, tahsisat istemektedir.

رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا (RabBi icGaL HAvÜAv BaLaDan EaMıNan) 

“Rabb’im, bunu amin beled ca’lett, emniyete alınan belde yap.”

Burada Hazreti İbrahim, evet diyor, biz evi temizleyeceğiz, bu iş bizim işimizdir.

Ancak, burasını emniyetli kılacak, emniyete alan yer yapmak bizim yapacağımız iş değildir. Bu da senin işindir, dua ediyorum, onu sen yap. O halde imamın işi basittir. Evi temiz tutmak. Mabetlerin güvenliğini sağlamak imamların işi değildir, o iş resullerin işidir.

Burada “BELED” nekiredir. Öyleyse bundan başka da emin beledler olacaktır. Tüm insanlara açık emin beledler bütün kıta merkezlerinde olacaktır. Bize göre; Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, Hint, Çin ve Avustralya’da, Mekke’ye benzeyen emin yerler olacaktır. Kıyas yoluyla ülkedeki bölge merkezleri o bölge halkı için, ilçe merkezlerinde o il halkı için harem yerler olacaktır. Buraların güvenliği uluslararası dayanışma ile sağlanacaktır. İnsanlığın imamının güvenlik kuvvetleri olmayacaktır.

وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنْ الثَّمَرَاتِ (Va uRZuQ EaHLaHUv MiNa eçÇaMaRAvTi)

“Ehlini semerât ile ırzak et.”

İmama yüklenen görev halkın geçimini sağlamak da değildir. O da Allah’a aittir.

Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’e yüklenen ise temiz tutmadan ibarettir. Allah buranın güvenliğini siyasi güçlerle sağlayacaktır. Irzak işini de meslekî dayanışma yapacaktır. Vakfın hizmetlileri var, mütevellileri var. Hizmetliler maddî işlerle uğraşmazlar, onlar sadece hizmet verirler. İmam da bunlardan olur.

Biz Yenibosna’da mescit yapar, orasını temiz tutarsak; oranın güvenliği de, geçimi de Allah tarafından görülecektir. Market işine giriştiğimizde Allah bize nasıl rızıklar gönderdi, görmüşsünüzdür. İşte, biz de dua etmeliyiz. Sıkılmadan dua etmeliyiz. Ama temizlik işi çok önemlidir. Sadece Meryem ile Hasan’a kalmamalıdır.

مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (MaN EAvMaNa MiNHuM Bi elLAHı Va eLYaVMı elEAPıRı) 

“Onlardan Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere.”

Baştan ‘Zürriyetimi de imam yapacak mısın?’ sorusuna menfi cevap alınca, şimdi duasının reddedilmemesi için yalnız inananlar için güven ve rızık istedi. Bu da bize bir şey anlatmaktadır.

Bir şeyi isterken dengeli istemek gerekir. Olmayacak şeyleri istemek, olacakların da reddidir. Allah bu sefer onların da bundan yararlanacağını bildiriyor. Hazreti İbrahim burada sadece Allah’a ve âhirete imanı yeterli görmektedir. Bütün dinlerin esası budur. Allah’a inanmak ve sorumlu olduğuna inanmak.

Bugün müsbet ilimler tek Tanrı’ya; Kur’an, Tevrat ve İncil’in tarif ettiği Tanrı’ya ulaşmışlardır. Tanrı tektir, yaratılmamıştır, zaman ve mekan dışıdır, bilendir, ölçülendir gibi özellikler, kâinatın özelliklerinden istihraç edilmektedir. İnsanın sorumlu olduğu hususunu da, anarşistler dışında her din ve felsefe kabul etmiştir.

O halde Allah’ı ve âhireti bilmeme diye bir şey yoktur. Sadece bilip de inanmama vardır. Şeytanın bile bile kâfir olması gibi küfür vardır. Meleklere, kitaplara, resullere inanmak ise bu ana inancın sonucudur. Onlara inanmak için bunlara inanmak gerekir. Hazreti İbrahim’in dini de Kur’an dinidir demektir.

قَالَ وَمَنْ كَفَرَ (QAvLa Va MaN KaFaRa)  “Ve küfredeni de, dedi.”

Yani, küfredeni emin kılacağım ve ona da rızık vereceğim. Bu İslâm şeriatında temel kuraldır.

Dünyevî hayatta insanlara ceza verilmez, yaptıklarına ceza verilir. Biri katil olabilir, biri zani olabilir. Onun diğer haklarına dokunulmaz, çalışma hakkı devam eder, hak ettiği krediyi alır. Çalıştığı ücreti tastamam alır. Yeryüzündeki kira payı olan zekâttan payını aynen alır. Diğer insanlardan farklı olmaksızın bütün haklara sahip olur. Katil ise katlin, zani ise zinanın cezasını çeker. Modern hukukta bu kural kanunilik ilkesiyle geçer. Kimseye kanunda yazılı olmayan fiilden dolayı ceza verilemez ve ceza kanunda yazılı olandan başkası olamaz diyorlar. Bu bizde şer’îlik ilkesine dayanır. Makul işlere dayanır. Meselâ, kısas ilkesine dayanır, af ilkesine dayanır. Zinada olduğu gibi kanunilik ilkesi de vardır.

فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلًا (Fa EuMatTıGaHUv QALIyLan)  “Onu da kalil olarak temti’ edeceğim.”

Bir kimse kâfir olsa da her zaman mü’min olma ihtimali vardır. Onun için onun yaşama hakkına dokunulmaz, çalışma hakkına dokunulmaz. Mü’min olmasa da gereken cezayı istihkak etmesi için günah işlemesi ve. zulmetmesi gerekir. Sadece kuru iman nasıl cenneti istihkak etmezse, ameli salih gerekiyorsa; sadece küfür de cehenneme girmek için yeterli değildir, ameli sû’ veya fısk işlemesi gerekir.

Hazreti İbrahim’in ifrat ve tefrit isteklerini Rabb’i düzeltmekte ve vasat yol tutulmaktadır. Kâfir imamlığı hak etmez, siyasi hakları yoktur. Ama kâfir yaşamayı hak eder, medeni hakları eksiksiz vardır.

Kur’an bir bütündür, hükümler hep birbirini teyid eder, tebyin eder.

ثُمَّ  (ÇümMa)  “Sonra”

Sonra, yani âhirette öldükten sonra. Küfür ile iman arasındaki fark orada görülecektir. “Fa”dan sonra az bir zaman yaşatma, sonra azab. Yani, temti’den sonra arada boşluk vardır. Bu da kabir dönemidir. Bu, bundan sonra gelen azabın âhiret azabı olduğuna kesin olarak delâlet eder.

أَضْطَرُّهُ  (EawOurRuHUv)  “Sonra onu iztırar ederim.”

İZTIRAR” zaruretten ismi faildir. Kendi kendine zaruret hâline getirmek demektir.

Bu bap lazım bir babdır. Bazen müteaddi de olabilir. Kendi amelleri onu azaba götürüyor. Ama ceza veren Allah’tır. Suçluyu mahkum eden hakimdir, ama kendi fiili mahkum olmuştur.

Âhirette de insanlar yaptıkları fiillerin karşılığı olarak azaba götürülecektir. Ama bunun son kararını Allah her kulu için kendisi karar verecektir. Melekler muhakeme edecek, dosyalar hazırlanacak, şahitler dinlenecek ama, son karar Allah’ın olacaktır. Allah affedeceğini affedecek, cezalandıracağını cezalandıracaktır.

Müteaddi olarak iftial bâbının kullanılması bunu ifade etmektedir.

إِلَى عَذَابِ النَّارِ (EiLAy GaÜaBı elNARı)  “Nâr azabına onu iztırar edeceğim, zorla götüreceğim.”

Cehennem azabı bu dünyadaki hapishaneler ile izah edilebilir. Ama nâr azabı bu dünyada yoktur.

Hiçbir hukukta ateşle cezalandırma sistemi mevcut değildir. “Fe” ve “Sümme”nin delâletleri ile kesinleşen âhiret azabı nâr azabı ile de teyit edilmektedir.

وَبِئْسَ الْمَصِيرُ(126) (Va BıESa elMAÖIyRu)  “Masir beis oldu.”

SÂRE” dönüşmek demektir, başkalaşım demektir. Suda yaşayan kurbağa başkalaşır ve karada ciğeri olan varlığa dönüşür. Kelebek kurt iken kozada başkalaşır ve uçar hâle gelir. İnsanlar da cehenneme gidince başkalaşacak, molekül yapılarından çekirdek yapılara dönüşeceklerdir. Yani, bir tür cüceleşeceklerdir.

Ne kötü dönüştür” denmektedir. Cüceleşen insan gibi bir şey. Bu geçiş devresi krizalit devresidir. “Lâ Yemutu Fîhâ VeLâ Yahyâ” yani, krizalit döneminde ne ölü ne de diridirler. Cehenneme giderken de bu durumu yaşayacaklar, cehennemden çıkarken de o dönemi yaşayacaklar, bu sayede ateşe dayanıklı hâle gelmiş olacaklardır. Bu konuda “Güneş’te Hayat” dosyamıza bakılabilir. O dosya da internette yayımlansın...

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-375   ADİL DÜZEN DERSLERİ-205   İstanbul, 23 Eylül 2006

LÜBNAN SORUNU VE TÜRKİYE NE YAPMALI?

Lübnan, Türkiye’nin sekizde biri büyüklüğünde, yerleşik nüfusu da Türkiye nüfusunun yirmide biri civarında olan bir yerdir. Din olarak Şiiler, Sünniler, Katolikler ve Ortodokslar eşit etkinlikte varlar. Irk olarak da Arapların dışında Dürziler ve Marunilerin yanında, Rum ve Ermeniler de yaşamaktadır. Ülkenin bu çeşitliliği coğrafi durumdan ileri gelmektedir.

Arkası dağlık olan Beyrut Limanı denizlere açılmaktadır. Lübnan tarih boyunca hep değişik ülkelerin işgaline uğramıştır. Bir ara serbest bölge olan Beyrut çok zenginleşti, sonra batırıldı...

Filistin Kurtuluş Örgütü ve Hamas gibi burada da Hizbullah grubu oluşturuldu. Bunların hangi kaynaktan beslendikleri belli değil. İran destekliyor gibi görünüyorsa da, asıl besleyen sömürü sermayesidir. Bu desteklemedeki amaçları şunlardır:

1.       Müslümanları hiziplere ayrıştırıp parçalamak ve İsrail’e kolay yem yapmak. Afganistan’da da aynısını yapmıştır. Afganistan istiklâl savaşını kazandı ama, Türkiye Cumhuriyeti gibi devletini kuramadı. Çünkü birleştirici lideri yoktu.

2.       İkinci amaç, gerçek İslâm direnişini kırmadır. Gerçek İslâm gelmesin diye; solcu, ırkçı yahut fanatik mezhepçi gruplar meydanlarda at oynatıp cirit atıyorlar!..

3.       İsrail devletine yardım toplayabilmek için onun tehlikede olması gerekmektedir. Bu sebeple karşısında zayıf da olsalar, çatışan gruplar olmalıdır.

4.       Dördüncü ve asıl amaç; Amerika’daki sömürü sermayesi, kendi merkezini İsrail’e kaptırmamak için bölgede sürekli savaş ve istikrarsızlık üretmektedir.

Bu durumda Müslümanların yapacakları işler nelerdir? 1) Önce, İsrail’in gücünü ulaştıramadığı yerlere kadar çekilmektir. Rusya tarih boyunca hep bu taktikle galip gelmiştir. 2) Sonra, kendilerine bir başkan seçmek ve savaşı itirazsız onun liderliğinde yürütmek. 3) Üçüncü olarak, “Adil Düzen”i aralarında tesis etmek ve iktidara hakim oldukları zaman Hıristiyan, Yahudi, Dürzi ve Marunilere nasıl muamele edeceklerini ortaya koymaları gerekir. 4) Dördüncü olarak, nüfuslarını artırarak otuz milyona ulaştıktan sonra, halkın istediği yerleri kurtarmaktır.

Türkiye için ise Lübnan’la ilgili teşhisler iyice ve net olarak ortaya konmalıdır.

a)       Lübnan, önce tarihte İsrail oğulları ile Fenikeliler (Filistinliler) arasında hep çatışma alanı olmuştur.

b)       Sonra Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çatışma kaynağı olmuştur: Haçlı orduları buralarda 200 yıl süren bir Hıristiyan devletini kurdular.

c)       Osmanlılarla Mısırlılar arasında da çatışma merkezi olmuştur.

d)       İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Fransızlarla İngilizler arasında çatışma merkezi olmuştur.

Lübnan bugün de:

a)       Beyrut Yahudilerle Hıristiyanlar arasında çatışma merkezidir.

b)       Beyrut, ABD ile AB arasında çatışma merkezidir.

c)       İsrail Yahudileri buraları işgal etmek istemektedir. Amerikan Yahudileri ise buraların kendi nüfuzları altında kalabilmesi için İsraillilerin buraları işgal etmelerine karşıdır.

d)       Müslümanların oralardan tasfiye edilmesi için Yahudiler ve Hıristiyanlar anlaşmış durumdadır. Müslümanların nüfusu artmaktadır. Müslümanların çatışma güçleri ve emelleri yoktur. Ancak kendiliğinden sorun olmaktadır.

Bu durumda Lübnan’a asker göndermek demek:

a)       Hıristiyanlarla Yahudiler arasında süregelen çatışmaya taraf olmak demektir.

b)       ABD ile AB arasındaki gizli boğuşmaya taraf olmak demektir.

c)       Amerikan Yahudileri ile İsrail Yahudileri arasındaki çatışmada taraf olmak demektir.

d)       Müslümanların Lübnan’dan tasfiye edilmesine Batı ile bir olmak demektir.

Türkiye bunları değerlendirerek, bilerek İsrail’e asker göndermemelidir. Unutmamak gerekir ki; atlar tepinir, eşekler ezilir!..

Son olayların tahlili hayli zordur.

a)  İsrail Hizbullah ile anlaştı ve iki askeri Hizbullah kaçırdı.

b) Bunu bahane ederek İsrail Lübnan’a saldırdı. İsrail askerleri kaçıran Hizbullah’a değil de; Lübnan halkına, kadınlara ve çocuklara saldırdı.

c)       Hizbullah da mukabele etmedi, sadece vururum kırarımlarla yetindi.

d)       Hizbullah muhacirlere kaynağı belli olmayan kira paraları dağıttı.

e)       Baştan bütün dünya devletleri ses çıkarmadılar! Bunu nasıl başardıkları bilinmiyor!

f)        Sonra Fransa devreye girmeye başladı. Avrupa ile ABD arasında korunan istikrarın bozulacağını gören ABD, Birleşmiş Milletler’i devreye sokarak şimdilik İsrail işgalini durdurdu.

Bundan sonra ne yapılmak isteniyor?

a)       Birleşmiş Milletler’in görevi buradaki halkı silahsızlandırmadır. Belki de Lübnan devletinin bile silahları alınacaktır.

b)       Ondan sonra kendilerinin silahlandırdıkları halk iktidara el koyacaktır.

c)       İsrail, program dahilinde silahsızlaştırılan Lübnan’ı ellerini sallayarak işgal edecektir. Diğer taraftan AB ise buraya kendi nüfuzunu yerleştirmeyi hedefliyor. ABD ise burasını işgal ettikten sonra üs olarak kullanıp tüm İsrail’i, İran’ı ve Türkiye’yi buradan işgal etmek istemektedir. Yani, nüfuzlar savaşına girişmedir.

d)       Burada Hıristiyanlarla Yahudiler arasında anlaştıkları bir konu vardır; Lübnan’dan Müslüman halkı çıkarmak. İşte Türkiye burada buna hizmet edecektir. Türkiye’nin rolü, katledilecek kimsenin kollarını tutmaktır! Bıçak saplama işini ise paralı ajanlara verebilirler. Türkiye güya böylece katil olmayacaktır!

Türkiye bu durumda ne yapmalıdır?

a)       Türkiye deniz kenarında bir yerde yerleşmeli, sayıları da bin kişiden aşağı olmamalıdır.

b)       Ayrıca bir filo deniz açıklarında onları korumalıdır.

c)        Birlik kendisine iltica eden herkesi -asker olsun sivil olsun herkesi- kabul etmeli, gelenleri Türkiye’ye sevk etmelidir.

d)       Hâsılı; Türkiye Hıristiyan ve Yahudilerin işbirliği yaptığı, Müslümanları Lübnan’dan uzaklaştırma projesinin kansız sonuçlanmasına yardım etmelidir. Müslümanların toprakları boldur, Beyrut’a ihtiyaçları yoktur. Sonra orası onların birbirleriyle boğuşma alanına dönüşür. Biz “Adil Düzen”i kurduğumuz zaman, oraları bize yalvararak teslim ederler...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-375   ADİL DÜZEN DERSLERİ-205   İstanbul, 23 Eylül 2006

 

MESCİTTE SALDIRI, CİNAYET VE LİNÇ

Her uygarlığın gelişme, duraklama ve çökme dönemleri vardır. Birinci Kur’an Uygarlığı’nın çökme döneminde tarikatlar büyük hizmet görmüş, onlar sayesinde uygarlık, II: Kur’an Uygarlığı’nı yeniden kurma gücünü korumuştur. Tarikatlar kapatılmış ama yasaklanmamış ve varlıklarını korumuştur. Medreseler ise kaldırılmış ve zamanla çöküp gitmiştir.

Cumhuriyet hükümetleri son çeyrek yüzyılda tarikatları istismar etmiştir. Onları meşrulaştırmamıştır ama, faaliyetlerini alttan desteklemişlerdir. CIA’nın paralelinde çalışan gizli güçler, Nurculuk gibi bazı dinî kuruluşları Millî Görüşe karşı kullanmak için desteklemiştir. Adıyaman tarikat ekolü de Kürtçülüğe karşı desteklenmiştir.

İsmail Ağa Camii cemaatini Millî Görüşe karşı kullanamamıştır. Ancak, onların da sakal, çarşaf, sarık, cübbe gibi konulardaki titizliklerinden yararlanarak Millî Görüşü İrancı gibi kılmak ve rejim düşmanı göstermek amacı ile istismar etmiştir. Şimdi Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendinin yerine geçecek kimseyi kendisinin ataması için cinayetler tertip etmektedir. Dış tertipler iç hesaplar kamuflajı içinde yapılmaktadır.

Bunlar Allah’a inanıyorlar, Allah’a inanan hiçbir kimse makam hırsı ile birini öldüremez. Ancak Kur’an’ın münafık dediği ajanlar insan öldürebilir.

Bu kısa açıklamadan sonra, sorunun fıkhî tarafını ele alalım. Bir saldırgan camiye giriyor ve bıçağını çekerek sabah duasını yaptıran imamı bıçaklıyor... Halk harekete geçiyor ve saldırganı linç ediyor... Polis geliyor… İfadelerinde halk diyor ki, mihraba başını vurarak kendi kendini öldürdü!.. Polis zaptına halkın bu ifadesi geçiyor... Otopsi raporunda ise elbette kendi kendini vurduğu ifade edilmiyor... 

Asıl sorun, hukuk düzeninin bu olayı adil olarak nasıl çözeceğidir.

a)       Mabede saldırılmış ve kamu görevi gören kişi öldürülmüştür. Bunun fıkıhtaki hükmü nedir? Saldırgan mürted sayılır, affedilmez, kısas ile cezalandırılır. Malları müsadere edilir. Kamuya kalır. Kamu maktulün diyetini vârislerine öder.

b)       Katil bu işi kendi iradesi ile değil, bir örgüt adına yapmıştır. Bu husus kasame yoluyla tesbit edilebilir. Bu takdirde maktulün ağır diyetini örgüt üyeleri bölüşerek öderler. Böylece örgüt dayanışma ilkesi içinde bunu öder.

c)       Örgüt bunu finanse etmiş olabilir. Bu takdirde finanse edenler ağır diyeti doğrudan öderler. Her halükarda maktulün vârislerine ağır diyet ödenir. Katil de öldürülür.

d)       Katil linç edilmiştir. Bu linç savunma sadedinde yahut karşılıklı boğuşma hâlinde olduğu, linç edilen de ölmeyi hak ettiği için linç edenlere ceza verilmez. Ama büsbütün cezasız da bırakılamaz. Linç edenler kasame ile yani soruşturma ile tesbit edilir. Linç edilen katilin vârislerine hafif diyet ödenir. Böylece kişiler savunma haklarını istismar etmezler.

e)       Linç edenlerin fiilleri savunmaya mı girer, yoksa korunmaya mı? Katil kaçmakta iken yakalanmışsa korumaya girer. Askerlik yapmış olanların bu korumayı yapma hakları vardır. Diyeti yine öderler. Askerlik yapmayanların bu koruma yetkileri yoktur. Katil elinde bıçak içeride dolaşıyorsa, savunmaya girer, çünkü onlara da saldırma ihtimali vardır. O zaman askerlik yapmayanlar da linçe katılma haklarına sahiptirler.

“Adil Düzen”e göre yargılama da öyle çok uzun sürmez. Bu tür olaylarda kasame uygulanır. Soruşturmacılar orada bulunanların teker teker ifadelerini alırlar. Bunlar Kur’an’ın şehit/şahit dediği askerlik yapmış adil kimselerden oluşur.

Bunların soruşturması sonucunda:

a)       İmamı öldüren katilin kimliği, ailesi ve âkilesi dört adil şahidin şehadeti ile o gün veya en geç bir hafta içinde tesbit edilir.

b)       Katili linç eden tek veya iki kişi ise onlar da tesbit edilir, diyet onların âkilesine ödetilir. Bunun için de dört şahit gerekir.

c)       Soruşturmacılar sadece orada olanları tesbit ederler. Bunun için iki soruşturmacının kanaati yeterlidir. Oların âkileleri öder.

d)       Soruşturma birkaç günü geçmez. Olay sıcağı sıcağına çözülür. Kati olarak sabit olmayanlar diyete dönüşür. Haksızlık giderilir. Çünkü diyet maktulün vârisleri için daha yararlıdır.

İşte bu “Adil Düzen”deki hukuktur ve “Adil Düzen”deki yargılamadır.

Yukarıdaki sorulara bugün nasıl cevap verilir?

Polis zanlıları ortaya koyar. Yıllarca soruşturma ve yargılama devam eder, sonra da delil yetersizliğinden beraat kararı verilir. Bu arada birçok insan karakola, savacılığa, mahkemelere gidip gelir. Topluluğa eziyet yapılır. Sonuçta bir şey yoktur. Yahut besele mabet düşmanı bir savcıya rastlayabilir. Hakim de solcu olabilir. Mabetteki kişiler idama da mahkum edilebilir. Bunu engelleyecek hiçbir mekanizma yoktur. Batı mantığında insanlar eşit değildir. Savcı ve hakim günah işlemezler, çünkü onlar melektir. Dolayısıyla haksızlık olmaz.

Adil Düzen mantığında insan insandır. Herkesin vicdanı vardır. Herkes suç işleyebilir.

Hakimler suç işlemez mi, soruşturmacılar suç işlemezler mi? “Adil Düzen”de bunun için iki tedbir alınmıştır.

a)       Hakemleri taraflar seçmektedir. Baş hakemi de hakemler seçmektedir. Böylece burada hata %90 azalmaktadır. Soruşturmacıların şehadetini hakemler kabul eder veya reddeder. Bu da yine hatayı çok azaltmaktadır.

b)       Yargının kararları kesindir. Temyiz edilemez ve bozulamaz. Af dışında cezaları durdurmaz. Ama hakemler ve soruşturmacılar aleyhine hakemlere gidilebilir. O takdirde hakem veya soruşturmacıların dayanışma ortakları karardan doğan haksızlığı tazmin ederek giderirler. Hakemlerin  aleyhine de dava ikame edilebilir. Böylece karar alan herkes, hakemler de dahil hakemlerin denetiminde olacağı için haksız karar son derece azalmaktadır.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bunlar yer almaktadır.

Bizim söylediklerimiz yanlış olabilir. Karşımıza otel odaları kararları ile değil, ilmî tartışmalarla çıkınız. Hatamızı anlattığınız takdirde, biz görüşlerimizi hemen değiştiririz; çünkü, bize göre hakkı gördüğü halde değiştirmeyen kâfirdir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2644 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2180 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1998 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2273 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2446 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2965 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5498 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4639 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7744 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4133 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4096 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9840 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler