Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 378
BAKARA SÛRESİ 135-138.-AYETLER TEFSİRİ
14.10.2006
1089 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

GELECEĞİN  II. KUR’AN  -  V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ  KURUYORUZ...

SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 378

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             14 Ekim 2006              Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 378. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

“ADİL DÜZEN”DE HERKESE EV

PAPA’NIN KONUŞMASI VE DEĞERLENDİRMEMİZ

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 40. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُوا قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ(135) قُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ(136) فَإِنْ آمَنُوا بِمِثْلِ مَا آمَنتُمْ بِهِ فَقَدْ اهْتَدَوا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمْ اللَّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(137) صِبْغَةَ اللَّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ(138)

 

وَقَالُوا (Va QAvLUv)  “Ve kavlettiler.”

Buradaki “Ve” harfi ile 113. âyetteki “Yahudiler ‘Nasara bir şeyde değil’, Nasara da ‘Yahudiler bir şeyde değil.’” ifadelerindeki âyete atfedilmektedir. Buradan anlaşılıyor ki, kimi öyle söyledi, kimi öyle söyledi. Eğer karine varsa bu tür ifadeler geçerlidir. “KâLû” kelimesi bu ifadenin oradaki “Kâle”ye atıf olduğunu gösterir. Biz ise bu atfı kabul etmekle beraber, ‘bu âyet şimdi bize hitap etmektedir’ diyoruz.

Son beşyüz yıldır Yahudilerle Hıristiyanlar birleştiler ve insanlığı Batı uygarlığına götürmeye çalışıyorlar. Yahudiler sermaye ile ülkeleri istilâ ederken, Hıristiyanlar da din olarak ülkelere giriyordu.

Yahudiler İsrail oğullarından olmayanları Yahudiliğe dâvet edemedikleri için Hıristiyanlığı istilâ aracı olarak kullanmışlardır. Buradaki “Kâlû” kelimesinin hem Hıristiyanları hem Yahudileri birleştirmesi bunu ifade eder. Hele bugün Yahudilerle Hıristiyanların nasıl birbirlerine kenetlenip Müslümanlara karşı ortak cephe aldığını düşünürsek, bu âyetin tam da III. bin yılın başlarına hitap ettiği çok açık bir şekilde anlaşılır.

كُونُوا هُودًا (QUvNUv HUvDan)  “Hud olunuz hidayete erersiniz.”

Burada “Hud” kelimesine artık yeni mânâ verebiliriz. Batı uygarlığı Yahudi sermayesine dayanmıştır. Haçlı seferlerinden sonra zenginleşen Avrupa Yahudileri sermayelerini bugünkü uygarlığın oluşmasında kullanmışlardır. Bugünkü uygarlık iki şeye dayanır; ilim ve teknoloji.

İlim Müslümanlardan alınmış ve sermaye ile desteklenerek geliştirilmiştir...

Sonra sanayi ilmileştirilmiştir. İlim teknolojiye, teknoloji ilme dayanarak büyük mesafeler alınmıştır...

Sömürü sermayesi bunu şöyle başarmıştır. Ham maddeyi dünyadan satın almış ve Avrupa Hıristiyanlarına işleterek dünyaya pazarlamıştır. Ne var ki Avrupa Hıristiyanları el sanayisini bilmiyordu. Doğudaki mallarla bundan dolayı rekabet edecek mal üretemiyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için makine sanayiine gidildi. İlme dayanan makine sanayii büyük başarılar elde etti.

Sömürü sermayesi bir sorunla karşılaştı, İsrail oğullarının nüfusları yetmedi. Bu eksikliği gidermek için Masonluğu icat etti. ‘Mason’ demek, Yahudi olmayan ama Yahudi sermayesinin taşeronu olan kimse demektir. Bu teşkilatın özellikleri vardır: a) Gizli cemiyettir, kapalıdır. b) Hiyerarşik yapıya sahiptir. Her derece bir sır halkasıdır. c) Dine karşı değildir, ama dindarlığa karşıdır. İnanacaksın ama dine değil Masonluğa bağlanacaksın. d) Masonların Mason olmayanları yönetmek hakkıdır. Başka yöneticiler etkisiz hâle getirilmelidir.

Hud olun” demek, Yahudi olun demek değildir. Çünkü onlar İsrail oğullarından olmayanı Yahudi dinine almazlar. “Yahudimsi olun” demek istemektedirler. Yani, Mason olunuz derler ama Yahudiliğe kabul etmedikleri gibi Masonluğa da herkesi kabul etmezler. Sermayelerine taşeronluk yapacak kimseler ile bunları destekleyecek sanat ve ilim adamlarını kabul ederler.

Son zamanlarda Masonlar iki bakımdan gözden düşmüştür. Birincisi, Masonlara ihtiyaç kalmamıştır. Bugünkü teknoloji ve iletişim araçları artık onlara ihtiyaç bırakmamıştır. İkincisi de, Masonlar da zengin olmuş ve kendi başlarına iş yapmaya başlamışlardır. Masonluğun üstünde Bilderbergciler ortaya çıkartılmıştır. Masonluğun altında Lions kulüpleri icat edilmiştir. Bunların hepsine onlar “Hud” diyorlar.

أَوْ نَصَارَى (EaV NaÖARAy)  “Ya da Nasara olunuz.”

Mason localarına alınanlara “Hud” denmektedir. Onlar seçkin kimselerdir. Oraya herkes giremez. Halkı da disipline etmek için bir dine gerek vardır. Bu din sözde bir din olmalıdır. İnsanlar o dinden olmalı ama ona samimi bir şekilde bağlanmamalıdırlar. Buna en uygun olanı Hıristiyanlıktır. Hıristiyanlık neden en uygunudur?

a) Hıristiyanlar Yahudi peygamberlerini de peygamber kabul ederler. Hazreti İsa peygamber de Yahudi’dir. b) Hıristiyanların şeriatı Tevrat’tır. Başka şeriat kitapları yoktur. Onu da atmışlardır. c) Hıristiyanlar bugünkü halleriyle şeriatı olmayan bir topluluktur. Bundan dolayı her tülü işlerde kolaylıkla istihdam edilirler. d) Din olarak da Tanrı’yı bırakmış, İsa’yı tanrılaştırarak bozmuşlardır. Bunların güçlü olmasında tehlike yoktur.

Sömürücü Yahudiler seçtikleri kimseleri Hud, diğerlerini de Hıristiyan yaparak dünyayı al gülüm-ver gülüm olarak yönetmek istemektedirler.

NASÂR” yardımcı demektir. Yani, Yahudilerin yardımcıları anlamında değerlendirilirlerse, onlar açısından sorunlar çözülmüş olmaktadır. İşte III. bin yılın başı böyle bir çağdır.

تَهْتَدُوا (TaHTaDUv)  “Hidayete erersiniz.”

Kabile döneminde bir kabile başkanı başka bir kabileyi ziyaret etmeden önce elçi gönderir, ona bir şeyler hediye ederdi. Buna “hediye” denirdi. Hediye gönderilen o hediyeyi kabul ederse, gelmesini de kabul ediyor demekti. “Had” kelimesi kılavuz anlamında kullanıldı.

İHTİDA ETMEK” demek, yol bulmak, yahut hediyeleri kabul edilmek demektir. Buradaki anlamı, Mason veya yardımcıları olunuz, kabul olunursunuz demektir. Sömürü sermayesi için bunların dışında iki topluluk daha vardır: Budistler ve Hindular. Sermaye onları nasıl çözeceğini henüz kararlaştırmış değildir…

Onlar için asıl sorun olanlar Müslümanlardır. Müslümanların sorun teşkil etmesinin sebepleri vardır.

a)      Müslümanlar bugünkü uygarlığın oluşmasında ilk etkin rolü oynamış, dünyayı onlar yönetmişlerdir. Bugünkü Batı uygarlığının alternatifi uygarlık da Müslümanların kuracakları Adil Düzen uygarlığıdır.

b)      Müslümanların elinde Tevrat’la yarışacak, hattâ ondan daha üstün bir kitap olarak Kur’an vardır. Bu durum da İbrani uygarlığını gölgelemektedir.

c)       Müslümanlar dünyanın her tarafına yayılmış olup, doğal kaynakları bol olan bir toplulukturlar. Bu bakımdan her zaman yine toparlanıp yeryüzüne hakim olma ihtimalleri vardır.

d)      En önemlisi, Müslümanların nüfusları artmaktadır. İnançları gereği doğum kontrolü onlar arasında diğer milletlerde olduğu gibi etkili olmamaktadır.

İşte bu sebeplerle Müslümanların sorunlarını çözmemesi veya çözememesi onlar açısından önemlidir.

Bunun gerçekleşmesi için neler yapmaktadırlar?

a)      Yeryüzünde dinsizliği ve ahlâksızlığı yaygınlaştırmak... Bunu daha çok İslâm âleminde yapıyorlar.

b)      Müslümanları birbirlerine düşürüp savaştırmak, böylece onları birbirlerine yok ettirmek...

c)       İslâm ülkelerini fakirleştirerek halkın ülkelerinden ayrılarak başka yerlerde eriyip gitmesini sağlamak...

d)      Müslümanların içinde teröristler yetiştirerek tüm insanlığa karşı saldırtmak; bunun ardından da AB, ABD, Rusya, Çin, Hint gibi ülkeleri de İslâmiyet’e ve Müslümanlara saldırtmak...

Sonunda ve bu şartların içinde “Hud veya Nasara olun, ihtida edersiniz!” diyorlar. Böylece insanlığı tek yönetime ulaştırmak, tekleştirerek birleştirmek istiyorlar.

Aslında beşyüz senelik bu çaba hep “Adil Düzen”in yeryüzüne gelmesi için hazırlık olmuştur. İnsanlık bugünkü teknolojiye ulaşmamış olsaydı “Adil Düzen” gelemez, insanlık demokrasi (şeriat), lâiklik (İslâm), liberallik (Adil Düzen) ve sosyallik (Hak düzen) ile tanışmamış, o kavramları bilememiş olurdu. Şimdi bunların hepsi -şimdilik sahteleri de olsa- mevcuttur. Halkın bu kavramları bilmesi ve bunların tartışılması büyük bir meseledir. Bütün bunlar beşyüz yıllık bir çabanın sonucudur.

قُلْ (QuvL)  “Kavlet. Söyle.”

Buradaki emir kime veya kimleredir?

Çağımızda Kur’an’ı okuyan her mü’min söyleyecek, II. Kur’an uygarlığını kurmakla görevli âlimler ve yarın “Adil Düzen” iktidar olunca başkanlar bunları muhatap alacak ve dâvette bulunacaklardır.

Kimleri dâvet edeceklerdir?.. Sömürü sermayesi sahiplerini dâvet edeceklerdir… Mason camiasını dâvet edeceklerdir... Hıristiyanları dâvet edeceklerdir... Çünkü “Adil Düzen”i yeryüzüne getireceklerdir…

بَلْ (BaL)  “Doğrusu.”

BeL” kelimesi, kendisinden önceki cümleyi iptal etmez, tasdik de etmez. Sonra gelenin doğru olduğunu ifade eder. Bir kimse Yahudi olsa hidayet etmez demiyor, Kur’an. Hıristiyan olanlar hidayette olmaz demek değildir. Hıristiyan olan hidayet eder. Mason olan da hidayette olabilir.

Burada eksiklik yalnız Hudlar veya Nasaralar değil, başkaları da hidayet eder demek olur.

Bir din toptan reddedilmez. Marksizmde bile doğrular vardır, yanlışlar vardır. Dolayısıyla biz rejimlerle ve dinlerle savaşmayız. Doğrusunun ne olduğunu söyleriz. İnsanları hidayete erdirecek olan ise Allah’tır.

مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا (MilLaTa İBRAHIyMa XaNIyFan)  “Hanif İbrahim’in milleti.”

Allah insanları halk etmiş ve onlara esmâyı öğretmişti. Hâssaten avcılık döneminde insanlar yeryüzünün pek çok yerine dağılmışlar ve tüm yeryüzünü doldurmuşlardır. Sonra Hazreti Nuh zamanında Fırat ve Dicle çevrelerinde toplanmışlar ve değişik dilleri konuşan halklar Nuh uygarlığını oluşturmuşlardır. Bu arada Mısır uygarlığının da Nuh uygarlığının uzantısı olarak geliştiği görülmüştür.

Uygarlığı dünyaya yayma görevi Hazreti İbrahim aleyhisselâma verilmiştir. Bugün kesin olarak şu ortaya çıkmıştır ki, ilk uygarlık Sümer uygarlığıdır. Diğer bütün uygarlıklar oradan esinlenerek yayılmıştır. Mısır uygarlığı hariç diğer bütün uygarlıklar Milattan Önce (M.Ö.) 2000 yılından sonra ortaya çıkmıştır.

Hepsi Hazreti İbrahim aleyhisselâmın ümmetidir.

Hazreti İbrahim aleyhisselâm bir taraftan uygarlığı yeryüzüne yayarken, diğer taraftan da yeryüzündeki tüm uygarlıkları birleştirmekle, yani sonunda tek bir insanlık uygarlığına ulaştırmakla da görevli idi. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık hep onun milleti içinde gelişmiştir. Takdir-i İlâhidir.

Bugün artık dünyanın bütün dinleri, Doğu dinleri dahil bütün dinler birleşme durumundadır. III. bin yıl uygarlığı böyle doğacaktır. Dinsizlik ancak böylece elbirliği ile ortadan kaldırılacaktır. Bu dinler ortadan kalkmayacak, müsbet ilmin verileri çevresinde birleşeceklerdir.

İBRAHİM” kelimesi “BURHAN” kelimesi ile akrabadır. Doğudaki “BRAHMANİZM” de “İBRAHİM adına izafeten gelişmiştir.

HANİF” “HALİF” kelimesiyle akrabadır. Yeminli anlamına gelir. Bugün milletvekillerine yemin ettirilmektedir. Doktorlara Hipokrat yemini yaptırılmaktadır. Nedir bu yemin?

Bir tür mü’min olmaktır. Kendisini bir iş yapmaya görevli hâle getirmektir.

Hazreti İbrahim Peygamber de Allah’ın kendisine verdiği talimata uyarak insan aklının almayacağı işler yapmıştır. Karısını ve oğlunu götürüp çöllerin ortasında bırakma fiilini ancak Hanif olan kimse yapabilir.

Bizim fıkıhta yararlanacağımız şey; bir mesleğe katılırken o mesleğin gereklerinin yerine getirileceğine dair kişinin söz vermesi, taahhütte bulunması ve vaat etmesi müessesesi işletilebilir.

وَمَا كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ(135)  (Va MAv KAvNa MıNa eLMuŞRiKIyNa)  “Ve müşriklerden olmadı.”

İnsanlar kabileler hâlinde yaşarken tek Tanrı’ya inandılar. Onlar içinde büyücüler oluştu, büyücülere Tanrı gibi baktılar. Ama büyücüler sadece şarlatanlık yapmış, kitleler oluşturamamışlardır.

Ondan sonra Fırat ve Dicle kenarlarında bir araya gelen kavimler şirk içine girmişlerdir.

Şirk nasıl doğdu?

a)   Bütün dinlerde Allah’ın melekleri ve resulleri, cinleri ve şeytanları vardır. Bunlar Allah’ın görevlileridir. Devlet memurları gibidirler. Zamanla halk bunları yüceltmiş ve tanrılaştırmıştır. Bunlar eski metinlerden tercüme edilirken kasden sömürü sermayesinin dinsizleştirme modası içinde ‘tanrı’ diye tercüme edilmiş ve hâlen de edilmektedir. Oysa, bu kelimeler Azrail, Mikâil ve Musa, İsa gibi Allah’ın görevlileri ve elçileridir.

b)   İkincisi; Allah’ın değişik isimleri vardır, sıfatları vardır. Her biri Allah’ın değişik bir yönünü gösterir. Zamanla aynı Tanrı’nın değişik isimleri ayrı tanrı olarak ortaya çıkmıştır. Tercümeler yaparken de bir Allah’ın değişik adlarını ayrı tercüme etmektedirler. Yer tanrısı, gök tanrısı, kış tanrısı, yaz tanrısı sanki ayrı tanrı imiş gibi gösterilmiştir, yahut böyle inanılmıştır.

c)    Eskiden harf yazısı yoktu. Tanrı birtakım resimlerle ve heykellerle gösteriliyordu. Daha yaygın şekli anne resmi ve heykeli olarak gösterilmesidir. Mesela, Kibele böyle bir semboldür, tek Tanrı’yı remzeder. Sonraları Tanrı’nın kendisini veya sıfatlarını gösteren bu heykeller ayrı tanrı olarak anlaşıldı.

d)   En büyük farklılık, Tanrı sözünün değişik kavimlerde değişik olması idi. Her kabile tek Tanrı’ya tapıyordu ama O kendilerinin Tanrı’sıdır. Onlara göre başka kavimlerin başka adlarla taptıkları Tanrı bâtıldır, yanlıştır. Bu anlayış uzlaşma ile sonuçlanmış, her kabile kendi Tanrı’sını temsil eden putu Kâbe’ye koymuş ve putlar ortaklaşa ortak tanrılara dönüşmüştür!

Peygamberler bu şirke karşı günümüze kadar mücadele etmişlerdir. Bugün de değişik tanrılar ortaya çıkmıştır. Enflasyonlu para bir tanrıdır. Değişik rejimler birer tanrıdır. Diktatörler birer tanrıdır. Ayrıca kutsallaştırılan resim ve heykeller de birer tanrıdır. Hazreti İbrahim aleyhisselâm bütün bunları reddetmiş ve insanlığı tek Tanrı’ya akıl yoluyla götürmüştür. Allah herkesin ayrı ayrı Rabbidir ama O bir olan Rab’dir.

***

قُولُوا (QUvLUv)  “Kavlediniz.”

Yukarıda, “Söyle, İbrahim milleti” demiş; her mü’mine, âlime, başkana “İbrahim milletinin gerçek hidayet olduğunu söyle” demiştir. Burada da “Ve” harfi getirilmeden “SÖYLEYİNİZ” denmektedir.

Tüm insanlığa söyleyin, kendinize söyleyin, birbirinize söyleyin demektir. Tekrar tekrar söylenenleri birlikte söze çevirmemizi istemektedir. Neyin üzerine yemin edileceğini bize öğretmektedir. İnsanlık tek millete çağrılmaktadır. İnsanlığa çağırmaktadır. Buna göre Hanif olmamız istenmektedir.

آمَنَّا بِاللَّهِ  (EaManNAv Bi elLAHi)  “Allah ile emniyete aldık.”

Allah ile güvenliği getirdik” demektir.

Allah ile emniyete almak” demek, O’nun şeriatı ile insanlık düzeni kurmak demektir. O’nun gönderdiği kitaplarla ve peygamberlerin sünneti ile şeriatlaşmaktadır. O Tanrı tek Tanrı’dır, o şeriat tek şeriattır, ama bize ayrı ayrı şeyleri emretmektedir. Dolayısıyla şeriatlarımız farklıdır. Bu farklılık ihtilaf kaynağı değil, tam tersine işbölümü ve dayanışma içinde birliğe götürmektedir. Birbirine benzemeyecek ki işe yarasın.

Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. O halde toplulukla kendimizi ve yeryüzünü güvene aldık anlamı çıkar. Aşiret (ocak), kabile (bucak), şa’b (il), kavm (devlet), millet (insanlık) Allah’ın halifesidirler ve biz kendimizi onlarla güven altına alıyoruz.

وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا (Va MAv EuNZiLa EiLaYNAv)  

“Ve bize ne inzâl olunmuşsa onunla kendimizi ve yeryüzünü emniyete aldık.”

Ve” harfi ile atfetmiştir. O halde Allah’a iman ile bunlara iman farklıdır. Ama “Bi” harfi ile getirilmemiştir. Demek ki biri olmazsa diğeri olmaz. Topluluk oluşturulacak, ama o topluluk da bunlara iman eden, birlikte iman eden topluluk olacaktır. Ayrı ayrı olabilseydi “Ve BiMâ” veya “Ve Âmennâ BiMâ” derdi.

Böylece Allah bizim şeriata göre örgütlenmemizi, insanlık olarak örgütlenmemizi istiyor. İbrahim milleti olmamızı istiyor.

Burada “” getirilmiştir, “Ellezî” getirilmemiştir. Kastedilen dört delille gelendir; Kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Çünkü hepsi Allah’tan münzeldir. Kur’an’ın dışındakilerde de eksiklik yoktur, zannilik vardır ama delildir. Bize münzeldir. İçtihatlarla amel etmek zorundayız. Kur’an en sonra gelmiştir. Oysa en başta onu zikrediyoruz. Çünkü biz onunla diğer kitap ve peygamberlere ulaşıyoruz.

وَمَا أُنزِلَ (Va MAv EuNZiLa)  “Ve inzâl olunan ile”

Bize inzâl olunandan bahsetmektedir.

Bir de Hazreti İbrahim ve oğullarına inzâl olunandan bahsetmektedir.

Ondan sonra gelenler için îtâ ile söz etmektedir. Hazreti İbrahim’in kitaplarında içtihat vardır. Henüz Tevrat gibi teferruatı içeren kitap gelmemiştir, yani “Men” gelmemiştir. Peygamberler onları kendi dilleri ile kaleme aldılar. Kur’an vahiy ile gelmiş ise de, Kur’an fer’î hükümleri içtihada bıraktığı için İbrahim şeriatına benzemektedir. Sonra Hazreti İbrahim’le başlayan millet olma Kur’an’la bitmektedir. Onun için inzâlden bahsetmektedir. İnzâl iade edilmiştir, çünkü bize inzâl edilenle Hazreti İbrahim ve oğullarına indirilmesi farklıdır.

إِلَى إِبْرَاهِيمَ (EiLAy EBRAvHIyMa)  “İbrahim’e inzâl olunana.”

Hazreti İbrahim” bir Azeri’dir. Mezopotamya’da doğmuş ve büyümüştür. Mısır’a gitmiş ve oraları ziyaret etmiştir. Mekke’ye gidip oğlunu bırakmıştır. İshak ise Filistin’de kalmıştır. Dört oğlunu da doğuya göndermiştir. Böylece o günkü tüm uygarlıkları görmüş ve kavramıştır.

Kendisi imtihan edilmiş ve görevlendirilmiştir. Ona sahifeler indirilmiştir. Bunlar Tevrat’ın sahifeleri içinde yer alır. Bu sahifeler Hazreti Nuh ve kendisinden önceki peygamberlerin anlatıldığı, Tevrat’tan Hazreti İbrahim peygambere kadar gelen sahifeler olmalıdır. Hazreti İbrahim ve çocuklarının kıssaları da orada yer almış olabilir. Bu sahifeler çocuklara da gönderilmiştir. Bir inzâlden bahsetmektedir. O halde sahifeler birdir.

وَإِسْمَاعِيلَ (Va EiSMAGIyLa)  “Ve İsmail’e.”

Hazreti İsmail” Hazreti İbrahim’in büyük oğludur. Annesi ile beraber Mekke’ye götürülmüş, zemzem kuyusunun yanında bırakılmış, orada Hazreti İbrahim’le beraber Kâbe’yi yapmışlar ve Mekke şehrinin oluşmasını sağlamışlardır.

Önce Hazreti İsmail’den bahsetmektedir. Çünkü son nebi onun neslinden gelmiştir. Kur’an Arapçasını onun nesli hazırlamıştır. Mekke’de kurulan kervan dinlenmesi sayesinde hem Mısır ve Mezopotamya uygarlığı birbirlerine etki etmiş, hem de Kur’an Arapçasının doğmasına vesile olmuştur.

وَإِسْحَاقَ (Va EiSXAQa)  “Ve İshak’a inzâl olunana.”

Hazreti İshak” Hazreti İbrahim’in ikinci oğludur. Kendi soyundan oluşmuştur. Hazreti İsmail’in annesi ise Mısırlı idi. Hazreti İsmail de Mısır’dan evlenmişti.

SEHK” “SEVK” kelimesi ile akrabadır. İshak, if’al bâbından süren demektir. Sürükleyen anlamındadır.

Hazreti İshak peygamber bugünkü Suriye, Lübnan ve Filistin olan ülkeye gelmiş ve orada yerleşmiştir. Hazreti Yakub orada doğup büyümüştür. Hazreti Yakup Mısır’a gitmiş, İshak’ın diğer çocukları buralarda kalmışlar ve vakti geldiğinde Hazreti Musa’nın gelmesine zemin hazırlamışlardır. Hazreti Musa çöllerde bu sayede dolaşmıştır

Kur’an’da Hititler’den söz eder. Hitit uygarlığının hazırlanmasında Hazreti İshak’ın görevi olabilir. Peygamberler birer kibrit çöpü gibidir. Onlar tutuştururlar, sonra o ateş olur. Çöp unutulup gidebilir.

Hazreti İshak, temizleyen ve ayıklayan anlamında buraları ileride İbrani uygarlığına hazırlamıştır.

وَيَعْقُوبَ (Va YAGQUvBa)  “Ve Yakub’a inzâl olunana.”

Hazreti Yakub” Hazreti İshak’ın oğludur. Hazreti İbrahim olmamakla beraber, başka yerde Yakub’dan da bahseder, “nafile” der. Hazreti Yakup oğlu Yusuf’u takip ederek Mısır’a gitmiştir. Onun oniki oğlu İsrail oğullarını oluşturmuştur. İbrani uygarlığını bunlar kuracaklardır. Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Zekeriyya, Hazreti Yahya, Hazreti Meryem ve Hazreti İsa bu zürriyetten türemiştir.

YAKUB” kelimesi torun olmakla beraber, oğullarının görevini yüklendiği için bu adı almış olabilir. Yahut oğlunu takip ettiği için bu adı almış olabilir. Hazreti Yakup İbrahim milleti içinde özel yer almış oluyor.

وَالْأَسْبَاطِ (Va EaLEaSBAOı)  “Ve sıbtlara da.”

SIBT” töreme demektir. Hazreti Musa’nın sıbtlarından da bahsedilmektedir. Buradaki sıbtlar oradakilerden farklıdır. Marife getirilmiştir. Belli kimselerdir. Tevrat’ta bunlar anlatılır.

Hazreti İbrahim peygamber Sara ve Hacer’den sonra Katura isminde bir kadınla evlenmiştir. Büyük bir ihtimalle bu kadın Hint-Avrupa ırkındandır. Böylece üç ırkın kadınlarından uygarlık oluşturmuştur. Bunlar dört tane olmakla beraber, çocukları ile beraber toplam on kişidirler.

Hazreti İbrahim peygamber çobanlıkla geçinen bir kimsedir. Bol sürüleri vardır. Allah’tan aldığı emirle bunların bir kısmını Hacer’e vererek Mekke’ye göndermiştir. O zamanki seyahat böyle idi. Sürü ile veya develerle beraber yola çıkılır. Sürüdeki hayvanların sütünden yararlanarak yolculuğa devam ederlerdi.

Hazreti İbrahim aleyhisselâm Katura’dan olan çocuklarına kendilerine düşen hayvanları vererek ‘Haydi buralardan gidin, buraları İsmail ile İshak’a aittir’ demiştir. Böylece bunlar doğuya gitmişler ve İran’da da kalmışlardır. Bunlar Hindistan’a gitmiş ve orada Brahmanizm’i tesis etmişlerdir. Gerek İbraniler, gerekse Brahmanlar dinlerini kendilerine hâs kılmışlar, çevredekilere bir zorluk yapmamışlardır. Zamanla bu ayrılık sınıflaşmayı getirmiş ve kast sistemi doğmuştur. Buda Sakyamuni (Sabi) sınıfları kaldırmış, Brahmanizm’i tüm halka yaymıştır. Hindistan’da Budizm yayılmışsa da, sonra halk tekrar kast sistemine dönmüş, ama Budizm de yayılmıştır. Hıristiyanlık da Avrupa’da yayılmıştır. İşte burada sözü edilen Sıbtlar bunlardır. Hazreti İbrahim’in oğulları ve torunları.

Bütün bu Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail, Hazreti İshak, Hazreti Yakub ve sıbtlara tek inzâl ile inzâl yapılmıştır. Bu âyetlerin iyice anlaşılması için bu dinler üzerinde ve onların kitaplarında araştırmaların yapılması gerekir. Mezopotamya’nın keşfi ile Tevrat ve Kur’an’da anlatılanlar tarihen sabit olmuştur. İleride Hint ve Çin dinleri üzerinde yapılacak araştırmalar onların da İbrahimî din olduğunu şeksiz şüphesiz ortaya çıkaracaktır.

وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى (Va MAv EuTiYa MUvSAy Va GIySAy)  

“Musa ve İsa’ya îtâ olunana da iman ettik.”

Burada inzâlden değil de îtâdan bahsedilmektedir. Çünkü bu dinlerde içtihat yoktur. Yeni bir olay olduğunda yeni vahiy gelir ve mesele çözülürdü; yani, peygamberler çözerdi. Zamanla yeni kitaplar gelirdi.

Buradaki “” icma ve kıyasları içermez, kitap ve sünnetleri içerir.

Hazreti İbrahim’de içtihat vardır, Kur’an’da icma vardır. Hazreti Musa İbranilere Tevrat’ı öğretmiştir. Hazreti İsa ise kendisine gelen İncil’i ve Hazreti Musa’ya gelen Tevrat’ı tüm insanlığa yaymıştır. Benzer işlemi doğuda Buda yapmıştır. Tevrat ve İncil birbirinin mütemmimi olduğu için “Mâ Ûtiye”den söz etmektedir.

وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ (Va MAv EUvTiYa elNaBiyYUvNa)  “Ve nebilere îtâ olunana.”

Burada tekrar “Ûtiye” getirilmiştir, “Ünzile” getirilmemiştir. Demek ki Brahmanizm ve Budizm’de de içtihat ve icma yoktur. Burada “Nebiler” müzekker cem ile getirilmiştir ve “el-Enbiya” denmemektedir. Bu da Kur’an’ın dışında birbirini tamamlayan Kitabı Mukaddes olmalıdır. Hindistan ve Çin’de gelen peygamberler demektir. İki kola ayrılır. Batı kolu bugün Yahudilik ve Hıristiyanlığı oluşturmuştur. Doğudakiler ise Brahmanizm ve Budizm’i oluşturmuştur. Onlar birbirlerinin kitaplarından yararlanmışlardır.

مِنْ رَبِّهِمْ  (MiN RabBiHiM)  “Rab’leri tarafından.”

Bu sadece “Ünzile” veya “Ûtiye”nin zarfı değildir, hepsinin zarfıdır. “Mine’r-Rab” denmemiş, “Minellah” denmemiş, çünkü Allah birdir. Ama Allah’ın mürebbiliği farklıdır.

Allah herkesin ayrı ayrı Rabbi’dir, herkesle ayrı ayrı ilgilenir. Herkesin durumu kendi amelleri ile ilgili olarak ayrıdır. Herkes bir çuvala konmamaktadır.

Bunu daha anlaşılır hâle getirmek için bir örnek verelim. Bir öğretmen vardır ki, gelir, sınıfta herkese birden ders anlatır ve gider. Sonra da ortak imtihanla öğrencilerin ne kadar anladığını tespit eder. Diğer öğretmen ise her öğrenciye ayrı ayrı ders verir ve onların her birini ayrı olarak imtihan eder.

Allah da böyle Rab’dir. Herkesin ayrı ayrı öğretmenidir. Öğretim birdir ama öğretmesi ayrı ayrıdır. Allah’ın Rab’liği işte böyledir. Kişilere ayrı ayrı öğretmen olduğu gibi cemaatlere de ayrı ayrı öğretmen olmaktadır. Onun için “Min Rabbihim” denmiştir. “Min Rabbike” veya “Min Rabbiküm” denmemiştir.

لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْهُمْ  (LAv NuFarRiQu BayNa EaXaDın MiNHuM)  

“Onlar arasında bir tefrika yapmayız.”

Burada “Beyne Şey’in Minhüm” yerine “Beyne Ehadin Minhüm” denmiştir.

Bütün bu peygamberler geldiler ve geçtiler; bize bugünkü uygarlığı getirdiler. Bunların hepsi bir Tanrı’dan gelen elçiler olup, birbirlerini tasdik eden kimselerdir. Mesela, cennet ve cehennemden yalnız batı grubu bahsetmez, doğu grubu da bahseder. Elçiyi reddetmek kendisini reddetmek anlamına gelir. Bir elçiyi reddetmek, aynı zamanda diğer bütün elçilerin de reddi olur. Çünkü elçinin birisi reddedilince diğerleri artık devam edemezler. Elçiler siyasi münasebet kurulduktan sonra atanırlar.

Bakınız, burada diplomatik ilişkilerin kanunları konmaktadır. Buradaki “onlar” bunları getiren peygamberler yani nebiler ve resullerdir. Bunları kabul veya reddetme lüksümüz yoktur. Aralarında yetki farkı olabilir. Biri kaymakam, biri validir ama, tanımayıp isyan ederseniz, valiye isyan ile polise isyan arasında fark yoktur. Çünkü isyan edilen kişi değil, devlettir. Hattâ siz valiyi vali olarak öldürseniz kısastaki af hükümleri geçerli olmaz, ama kişi olarak özel sebeplerden dolayı öldürseniz kısasta af geçerli olur.

Kitap bize gelen kitaptır. Onun için biz bizim kitapla amel ederiz, ama o peygamberlerin hepsi ölmüştür. Hepsini tasdik ederiz, hepsi bize üsvedir. Zaten Kur’an’daki kıssalar bunun için anlatılmıştır. Benzer şeyleri mezhepler için de söyleyebiliriz. Sahabeler siyasi savaş yaptılar. Savaşları dinî değildir ki biz de birini tutup diğerini bırakalım. Artık o siyasi çekişme bugün sona ermiştir. Artık Sünni-Şii ayırımı son bulmuştur. Mezhepler günümüz içtihat ve icmalarından doğmalıdır.

وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ(136)   (Va NaXNUu LaHUv MuSLiMUvNa)  “Ve biz O’na müslimiz.”

“Biz O’nun için barıştık.”

Arap kabileler arasında bir örf vardır. Kavgalı olan kimseler sözü geçen birinin dâveti ile barışır. Kişiler barışmayı zül kabul ederler. Hiçbirisi karşı tarafa barış teklifinde bulunmaz, çünkü o zaman aşağılanmış olur. Ama saygın kişiler araya girince onu saydıkları için barışırlar. Böylece kendi izzetlerini korumuş olurlar.

Biz de diyoruz ki; biz bütün insanlarla barışık haldeyiz, barış içindeyiz. Neden barış içindeyiz?

Çünkü elçilerin Rabbi bize böyle haber gönderdi. Yoksa biz kendimizi kimseden aşağı görüyor değiliz, kimseden korkuyor değiliz. Batılılar güçlüdür, onlarla barışığız demiyoruz. Bugün güçlü olan sömürü sermayesidir. Onun dışında bütün kavim ve din mensupları mağluptur, ezilmektedir. Biz tüm mağdur ve mazlum insanlara barış öneriyoruz. Onlar için bir şartımız yoktur. Ama sömürü sermayesine ise şartlı barış öneriyoruz; faizi bırakın, zinayı bırakın, fitneyi bırakın, zulmü bırakın… O zaman sizinle de uygarlık yarışında dayanışarak yarışalım. “Biz O’nun için müslimiz”in mânâsı budur. O istediği içi barışığız, yoksa biz kimseden korkmayız, yalnız O’ndan korkarız. Biz ölümden de korkmayız. Nasılsa öleceğiz. Şehit olarak ölmek, Allah’ın bize en büyük lütûflarından biri olur. Biz cemaat olarak onun için tüm insanlıkla barış içindeyiz.

***

فَإِنْ آمَنُوا بِمِثْلِ مَا آمَنتُمْ بِهِ (Fa EiN EAvMaNUv BiMiSLi MAv EAvMaNTuM BiHIy) 

“İman ettiğinizin misli iman ederlerse.”

Sizin kendisiyle emniyete aldığının misli ile emniyete alırlarsa, kendilerini ve insanlığı emniyete alırlarsa... O zaman ihtida etmiş olurlar. “Sizin iman ettiğinize iman eder gibi iman ederlerse” demiyor da; “Sizin iman ettiğinizin misli ile” diyor.

Genelde diğer insanlar da “Bütün peygamberlere inandık” derler, ama sonra aralarında tefrika yaparlar. Onu yapmamaları için “Sizin iman ettiğinizin benzerine iman ederlerse” denmiştir. Çünkü inandığımıza zaten inanıyorlar. Yahut mânâ tam tersinedir. Bu da şunu gerektirir.

Allah’a herkes kendi cephesinden bakar. Allah herkese ayrı ayrı tezahür eder. Ben biliyorum ki Allah’ı benim gördüğüm gibi görmüyor, çünkü o başka cepheden bakıyor. Oradaki tezahür farklıdır. Ama bir şey biliyorum ki, onlar da benim gördüğüm Allah’ın başka tarafını görmektedirler. Bu neyi sağlıyor? Bu bizim farklı amelleri yapmış olmamız ve farklı şekilde görmemiz birliğimizi sarsmıyor; tam tersine birliğimizi pekiştiriyor. Bu, bugünkü demokratik ve lâik düşüncenin baz noktasıdır.

فَقَدْ اهْتَدَوا (FaQaD iHTaDaV)  

“İhtida etmiş olurlar.” 

Yukarıda Yahudi veya Hıristiyan olunuz, ihtida edersiniz, demişlerdi.

Kur’an bunlara cevap veriyor; tam tersine müslim olurlarsa ihtida etmiş olurlar.

Sömürü sermayesi önce din ve mezhepler arasına nifak sokmuş ve insanları asırlardır savaştırıyor. Sonra Masonlukta bütün dinlerin iyi karşılandığını söylüyor. Sanki bu sistemi onlar getirmiş gibi kandırıyor.

Kur’an 1400 küsur yıldan beri bu kuralları koymuş, açık açık deliller göstermiş; bu da yetmemiş, fiilen değişlik dinleri barış içinde yaşatmıştır.

Masonlar önce sınıf teşkil ediyor, herkesi aralarına almıyorlar. Orada her din serbestmiş! O halde neden her dine mensup olan herkesi almıyorsunuz?!.  

İslâmiyet’te kim “Ben Müslümanım” derse, o kimse o anda Müslüman olur. Bir yerden vize ve pasaport almak zorunda değildir. Mustafa Kemal de “Ben Türküm” diyeni Türk kabul etmiştir. Sermayenin Mason olun veya Hıristiyan olun ifadesi bir şey ifade etmiyor. Çünkü bir adım atlasanız bile, sonra 33 engel daha çıkar!..

وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ (VaEiN TaValLvu FEinNaMAv HuM FIy ŞıQAQın) 

“Tevelli ederlerse onlar sadece şıkak içinde olurlar.”

İnsanlığın birleştirilerek tek ümmet hâline getirilmesi ve bunun sürdürülmesi İbrahimî dinlerin esasıdır. İbrahimî dinler de Yahudilik, Hıristiyanlık, Hindu ve Budizm ile Kur’an’ın taçlandırdığı İslâm dinidir. Her biri ayrı ayrı dinler olmakla beraber, aynı hedefe yönelmiş farklı yollar gibidir.

Bunu sağlamak için iki yol vardır.

Biri barış yoludur. Yani, birlik savaşla değil, barışla sağlanacaktır. Savaş sadece güvenlik içindir, barışı korumak içindir. Savaş barışı tesis etmez. Genel barışın sağlanması için ilâhi kitapların insanlar tarafından okunması, yorumlanması ve onların öğretilerine göre ameli salihin yapılması esas alınmıştır.

Barışı görüşmelerle ve dayanışma ile sağlayacağız. Silahla saldırgan defedilir ama barış sağlanamaz. Bunun en açık örneği Irak’tır. Saddam Irak’ta barışın sorunu idi. Ama bugün ABD kuvvetleri barış sorunu olmada Saddam’ı birkaç kat aşmıştır.

Dünya barışını sağlamak istiyorsak, ikinci olarak yapmamız gereken nedir?

Barışı sağlamanın ikinci yolu, İbrahimî dinlere saygı göstermek, onları göreve dâvet etmek ve onlar arasında ayrılıklar gözetmemekle olur. Spor kulüpleri oluşturacağımıza, ibadet kulüpleri oluşturmamız gerekir. Bütün sosyal olayların baskısız yürümesi için mabetlere ihtiyaç vardır. Okullar, kışlalar ve pazarlar hep mabetlerin etrafında oluşturulmalıdır. Baskısız düzen ancak dinî öğütlerin gölgesi altında oluşabilir.

Başka bir ifade ile; ilim tartışmaya, ekonomi çıkara, siyaset güce (korkutmaya) dayanırsa da, hepsinin temelinde sevgi olmalıdır. Onlar sevginin hizmetinde olmalıdır. Din bu sevgiyi yaşatan bir kurumdur. Kuvvetler ayrılığı değil, “kuvvetler dengesi” olmalıdır. Kuvvetler dört ayak olarak dayanışarak kamuyu denge içinde oluşturmalıdırlar. Bunlar bir yerde olmalılar.

Ocakta beş vakit namaz, bucakta cuma namazı bu dört gücü bir arada tutar.

Geçmişte hanedanlar vardı, diktatörler vardı. Dolayısıyla bucak yönetimi oluşturulamamıştı. Merkezî yönetimler onları eziyor, hattâ Türkiye’de olduğu gibi onları ortadan kaldırıyordu. Kendilerine göre haklı gerekçeleri vardı. Bugün ise yeryüzüne demokrasi hakim kılınıyor. Artık bağımsız bucakların oluşmasına mâni bir şey kalmamıştır.

“Adil Düzen”e karşı direnenler çıkmaz içindedir, bölücü olacaklardır. Demek ki bölücülük yapanlar dindarlar değil, dini özgürlüğü tanımayan, lâikliği dinsizliğin dindarlara baskısı şeklinde anlayan kimselerdir.

فَسَيَكْفِيكَهُمْ اللَّهُ (Fa Sa YaKFIyKaHuMU elLAHu)  

“Allah sana kifayet edecktir.”

Evet; tüm İbrahimî dinleri hak din olarak kabul etmeyip onlar arasında farklar ortaya koyarak, dinleri savaş aracı olarak kullananlar, cennete sadece bir kısım insanların gidebileceği ve Allah’a ve âhirete inansa ve salih ameller işlese de, kendi dinlerine mensup olmayanların cennete gidemeyeceği inancı o kadar yaygındır ki, bu fikri savunan insan olarak tek başına kalabilirsiniz...

İşte, Allah Kur’an’da diyor ki; sen bu görüşleri savun, sen buna iman et, Allah sana kâfidir, Allah sana yeter. Tek kişi olsan da sen bu davandan vazgeçme. Çünkü III. bin yıl uygarlığı böyle bir uygarlık olacaktır. O şıkak içinde olanlar, Allah’ın iradesi karşısında eriyip gidecekler. Onlara karşı size yeter demiyor; “sana yeter” diyor. Tek kişi olsan da zafer senindir, senin düşüncenindir, çünkü haktır.

Diğerlerine bir şey demiyorum, ama Kur’an’a inananların çoğu hâlâ sadece kendilerinin cennete gideceklerine inanıyor ve bizi sapıtmış olarak görüyor. Asıl Kur’an’dan sapan kim?. Ben de sapıyorum ama, Kur’an’a sapıyorum. İşte âyet. Yorumlayın bakalım, yorumlayabilirseniz. Biz onların arasında fark gözetmeyiz.

وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(137)   (VaHUVa elSaMIyGu elGaLIyMu)  

“Semi’ olan, alîm olan O’dur.”

Burada semi’ ve alîm marife gelmiştir. O’ndan başka semi’ ve alîm yoktur demektir.

“Allah sana yeter”deki Allah kâinatı var eden Allah’tır, O’nun yeryüzündeki halifesi topluluk değildir. Allah köşe taşları koymuştur. Duvarlar binalar arasında örülecektir. Kimse köşe taşlarını oynatamaz.

Allah duvarın nasıl yapılacağını öğretmiş, insana hangi taşı nereye isterse koymasını bırakmıştır. Yapının düzenini kimse bozmaz. Tarih köşe taşları ile kaderde belirlenmiştir. Biz aradaki duvarları örmekle görevli ve yetkiliyiz. Tarihin akışını kimse değiştiremez.

III Bin Yıl Adil Düzen Uygarlığı gelecektir.

Bunları biz getirmeyeceğiz. O takdir etmiştir, gelecektir. O alîm ve semî’dir. Yani, O ne olduğunu bilmekte ve ne söylendiğini de duymaktadır. Biz Adil Düzene sahip çıkarsak cennette sahabelerin mertebelerinde oluruz. Onlar ilk oldukları için; biz de peygambersiz olduğumuz için değerli olacağız.

Ama biz Adil Düzen Çalışmalarını ihmal edersek, Kur’an açıkça söylüyor; sizi başkalarıyla değiştiririz.

Akevler Ekolü dışında ‘resuller arasında biz tefrika yapmayız’ diye savunan kimselere biz ulaşamadık. Varsalar; lütfen bize bildirsinler de sevinelim...

***

صِبْغَةَ اللَّهِ (ÖıBĞaTa elLAHi)  “Allah’ın sıbgası”

Sıbga” boya demektir. Boya renkten farklıdır. Şeffaf olan boyalar vardır. Renkli değildir ama boyadır. Boyama eşyanın kaplanmasıdır. Paslanmaktan ve çürümekten korur. Bir de boya renk verir ve o renkle insanlar tanınır. Kiliselerde vaftiz yapılmakta, böylece de Hıristiyan oldukları saptanmaktadır. Belli kıyafetlerle de manastıra mensubiyet ifade edilmektedir.

Burada “Allah” kelimesi iade edilmiştir.

Buradaki “Allah” topluluk anlamındadır.

Topluluk kıyafetleri belirler, her biri için özel kıyafetler tespit edilir. Belli dine mensup olanlar, hangi din ve mezheplerde olduklarını belirlerler. Askerler de böyle elbiseler giyerler. Cephe belli olur.

Burada ifade edilmek istenen çeşitlilik ve bu çeşitliliğin imtiyazı değil, sadece farklılığı belirler.

Cumhuriyet’te kıyafet kanununun değiştirilmesi bu farklılığın kaldırılması şeklinde olmuştur. Türkiye devleti artık eski örgütlenmeyi bırakmıştır. Soya veya eski inanca dayanan renkler yasaklanmıştır. Yerine yeni örgütlenme ve yeni mezhepler ortaya çıkmıştır.

Türklüğü ifade den işaret, hangi ile ve hangi bucağa mensup olduğunu ifade eden işaret; ilmi, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarının hangisine mensup olduğunu gösteren işaret; temel, ilk, orta, yüksek ve üstün ehliyetlerden hangisine sahip olduğunu gösteren işaret, bedelli veya nöbetli olduğunu gösteren işaret, kadınlardan da evli veya kocası olduğunu gösteren işaret, İslâm nikâhını mı yoksa başka nikahı mı benimsediğini gösteren işaretler…

Topluluğun takdir ettiği özellikleri taşıyan elbiseye “kıyafet” diyoruz.

Bunlar topluluğun belirlediği kıyafet olacaktır. Dil ne ise topluluk da odur.

Topluluklar kendi kıyafetlerini kendileri belirlerler, ancak bu tescil edilir, başkaları o kıyafeti kullanamazlar. Devlet kıyafet yasağı getiremez, ama kıyafetleri korumakla yükümlüdür. Yani, bir topluluğun kıyafetini o topluluğa mensup olmayanlar kullanamazlar.

Türkiye’de bu resmi kıyafetler için geçerli sayılmıştır. Oysa bugün eşyada başkasının amblemini kullanamazsın, ama başkasının kıyafetini giyebilirsin. Kişiler kamu görevlerini görürken de kendi kimliklerini saklamayacaklardır. Bu sayede görevlerini tarafsız yapıp yapmadıklarını daha kolay kontrol edebiliriz.

وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ صِبْغَةً  (Va MaN EaXSaNu MiNa elLAHi ÖıBĞaTan) 

“Allah’tan başka kim bir sıbgayı ahsen yapabilir?”

Burada “Minhü” denmeyip tekrar “Allah” lafzının iadesiyle, buradaki “Allah” ile kâinatı halk eden Allahi’ın kastedildiği anlaşılıyor. Bu sıbganın şeriata uygun olması, akla uygun olması gerekir.

Herkes başkalarının anlayacağı ve bilebileceği kıyafet giyinmek zorundadır. Bayrak bugün ulusları temsil eder. Bu sıbgadır. Ama uluslararası bir uzlaşma ile bayraklar alınmamıştır. Bayraklar devletlerin yerlerini ve rejimlerini göstermektedir. Onların topraklarına girenler veya onlarla ilişki kuranlar, onların kim olduklarını bilmektedirler.

Kıyafet yalnız insanlar için değildir. Malların da, araçların da, binaların da kıyafetleri vardır. Tabelalar birer kıyafet yanı sıbgadır. Gelecekte sıbga dil kadar önemli bir anlaşma aracı olacaktır. Park yapılmaz işareti sıbgadır.

وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ(138) (Va NaXNu LaHUv GaBiDUvNa)  “Ve biz onun için ibadet ederiz.”

Fatiha Sûresi’nde “Sana ibadet ederiz” dendiği hâlde, burada “O’nun için ibadet ederiz” deniyor.

Abdin, kölenin işçiden farkı şudur. İşçi iş yaparken, işini bitirdikten sonra da başka işler yapabilir. Oysa abd/kul yalnız birinin işçisidir, başkasına iş yapamaz. Biz yalnız sana kulluk ederiz demek, bir başkasının işçiliğini yapmayız demektir. Başkasının işlerinde çalışmıyor muyuz, ücretle iş yapmıyor muyuz? Onlara geçici iş yapıyoruz, patronumuzun izni, hattâ emri ile yapıyoruz. Bu sebepledir ki alacağımız o kişinin üzerinde değil, topluluğun üzerinde doğar. O, topluluğa borçlanır. Biz ondan topluluğun alacağını talep ederiz. Böyle olmasaydı, mahkemeye baş vurup alacağımızı dava edemezdik.

Buradaki “HU” zamiri kâinatın hâlikı Allah’a gitmektedir. Yani, sıbga şeriatını teşri edene gitmektedir. Biz bütün bu kurallara ve kanunlara uyarken O’nun için uyuyoruz, O’nun rızası için uyuyoruz. Hizmet verdiğimiz halktır, insanlardır, topluluktur, ama biz O’nun buyruğuna uyarak, O’nun adına bu işleri yapıyoruz demek olur. Tüm insanlar, kavimler, mezhepler bu çizgiye geldikleri zaman büyük barış başlamış olur. Bir taraftan biz O’nun için barışa gireriz, diğer taraftan O’nun için işler yapmaya başlarız.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-378   ADİL DÜZEN DERSLERİ-208   İstanbul, 14 Ekim 2006

 

“Ben Adil Düzenciyim” demek ve “DEFTER”

Tarihte medeniyetler doğmuş, gelişmiş, yaşamış, yaşlanmış ve çökmüştür. Yeni medeniyet için yeni peygamber gelir, yeni kitap getirir, halk onun etrafında toplanır, böylece cemaat oluşur ve uygarlık geçekleşirdi.

I. Kur’an medeniyeti de böyle oldu.

Kur’an; yeni peygamberin gelmeyeceğini, peygamberlerin yerini ulemanın alacağını ve yeni kitabın gelmeyeceğini, onun yerine Kur’an’ın yeniden yorumları ile yeni uygarlığın doğacağını bildirmiştir.

Şimdiye kadar yapılan çalışmalarımıza ve eski bilgilerimize dayanarak insanların bir başkan etrafında toplanacağını ve bu yolla III. bin yıl uygarlığının doğacağını düşündük ve çalışmalarımızı hep bu yönde yönelttik. İnanmış on kişi bir araya gelemedik. Daha lisede, hattâ ortaokulda arkadaşlarla bu yönde adımlar atmaya başladık. O arkadaşlar samimi Müslüman oldular. Hep İslâm cihadı içinde oldular. Ne var ki herkes başka cemaate katılıp eriyip gittiler. Son İzmir Akevler denemesinde inanmış on kişi bir araya gelemedik.

Şimdi İstanbul Yenibosna çalışmaları vardır ama çok yavaş ve gevşek şekilde gitmektedir...

Bu durumda usûlümüzde hata vardır demektir. Oturup düşünmemiz gerekir. Neden başaramıyoruz?

Bana göre bunun sebebi, hâlâ kişilerin etrafında toplanmaya çalışmaktayız. Peygamberler ise namazla işe başladılar. Bizim benzer çalışmamız sonuç vermemektedir. Cemaatler artık toplanıyorlar, Kur’an’ın istediği toplantılar olmaktadır. Ama çökmüş I. uygarlığın ardından yeni II. Kur’an uygarlığına doğru etkin adımlar atılamamıştır. Bu durumda biz insanları “Adil Düzen”e götürmek için bir şey bulmalıyız. Kişi “Adil Düzen”e inandığını göstermelidir. Daha açık ifade edecek olursak; Hazreti Peygamber zamanında kişi “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın resuldür.” der ve cemaatle kılınan namazlara katılmakla Müslüman olurdu. Şimdi kişinin III. bin yıl uygarlığına katıldığını gösteren bir sloganımız olmalıdır. Kişi “Ben Adil Düzenciyim” dediği zaman, II. Kur’an uygarlık kervanına katıldığını kabul ederiz. Nasıl şehadet kelimesi getirmeden Müslüman olunmuyorsa, “Ben Adil Düzenciyim” demeyen de Adil Düzenci olamaz. Onun için açık söylüyorum, “Adil Düzen” kelimesini bırakan irtidat etmiştir. Onların başarıya ulaşması mümkün değildir. Bunda bir sorun yoktur. Hazreti Peygamber zamanında nasıl “şehadet” kelimesine düşmanlık var idiyse, bugün de “Adil Düzen” kelimesine saldırı vardır. Dolayısıyla, gerçekte çevresinde toplanacağımız bir kelime vardır.

Ama henüz namaz yerine geçecek bir şey bulmuş ve yerine koymuş değiliz. Namazları layıkıyla kılamadık ve istediğimiz hedefe ulaşamadık. Ne yapmalıyız? İşte ben bugün bir öneride bulunacağım. Bu önerim de; Kur’an’daki “Büyük olsun küçük olsun her şeyi yazın” emrine uymaya başlayın. Bunu yapmayanlar “Adil Düzen”e uymamış kabul edileceklerdir. Bunu yapmayan kimse namaza gelmeyen Müslim gibi olur.

Herkesin cebinde bir “DEFTER” bulunacaktır. Kime ne verirse, kimden ne alırsa, tarihle beraber yazacaktır. Görüştüğü kimseleri kaydeder. Özet bilgi verir. Sevindiği haber gelirse kaydeder, üzüntülü haber olursa kaydeder. Önemli olayı yazar yahut ses cihazına anlatır.

Defter tutamayışım benim tescilli günahımdır. Misvak kullanamıyordum. Bir dişçi vesile oldu, şimdi kullanıyorum. İnşaallah biri yardımcı olur da bu günahımdan tevbe etme imkanım doğar.

Defteri en az haftada bir gözden geçirecek, eski kayıtlara bakacak, toplulukla paylaşması gereken bir kooperatif merkezine verecektir. İstanbul Akevler Kooperatifleri bu kayıtlara başlamaktadır. Böylece Adil Düzen Cemaati oluşmaya başlamış olmaktadır.

BU defterin çok büyük yararı vardır. Olaylar oluyor, muhasebede hata oluyor. İzmir Akevler’de muhasebedeki birçok hataları kişilerin özel defterlerinden yararlanarak düzelttik.

AK Parti ne yapabilir? Kişiler bunları yazmıyor. Neden? Yarın devletin eline geçer ve bana saldırır diye düşünürler. Onun için basit bir kanun çıkarılacaktır.

a)       Herkes, kendisine özel sıralı ve tarihli tek defter tutabilir. Defterleri notere, kooperatife veya muhtara mühürletebilir. Kendisi tarih atarak imzalayabilir. Noterde ve diğer yerde harca tâbi değildir.

b)       Özel sıralı deftere yazılanların başkaları tarafından okunması, kopya edilmesi, çoğaltılması veya yargı önünde delil olarak çıkarılması yasaktır. Yasak ihlâl edilirse, tarafların seçeceği birer bilirkişi ile bilirkişilerin seçeceği baş bilirkişi tarafından tazminat miktarı belirlenir.

c)       Kişi özel sıralı defteri ticari defter gibi kendisi kanıt olarak gösterebilir. Karşı tarafın defterinde geçmesi gerekirken geçmemişse, geçeninki belge sayılır. Karşı taraf malı davacıdan aldığını kabul ediyorsa, bedel sıralı özel deftere geçmişse onunki kabul edilir. İhtilaflı ise ikisi de geçersiz olur.

d)       Defterin başına, kaybolması hâlinde bulanın nereye teslim edilmesi gerektiği yazılıdır. Ölümü hâlinde yakılmasını isteyebilir veya birisine verilmesini isteyebilir. Bu defteri sahibinin izni olmadan kimse açamaz, mahkeme açılması hususunda karar alamaz.

Böyle bir kanuni düzenleme yapılırsa, “Adil Düzen”e gidecek adımları insanlar daha güvenle atarlar.

Kayıt dışı dünyanın kurbanı bizzat devletin kendisidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-378   ADİL DÜZEN DERSLERİ-208   İstanbul, 14 Ekim 2006

ASKER, İRTİCA VE TARAFLARA TAVSİYELER

Son günlerde yüksek rütbeli askerler “irtica” üzerinde fazla durmaya başladılar. Biz irticanın olmadığını söylüyorsak da, onlar olduğunu söylüyorlar. ABD papalık gibi bir halifeliğin oluşturulması çabasındadır. Çünkü parça parça hükmetmek zordur. Oysa birleştirirsen ona hükmetmek kolaydır.

Osmanlıların hilafeti gibi bir hilafet söz konusu ise, İKÖ Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu gibi bir halife olacaksa, bu tam bir irticadır. Böyle bir düzenleme insanlık için de, İslâm âlemi için de tam bir hezimettir.

Yeryüzünde büyük dinler ve onların mezhepleri ile dini dayanışma ortaklıkları oluşmalıdır. Hıristiyanlık 4 veya 5, İslâmiyet 3 veya 4, Budistler ve Hindular 2 veya 3 mezhep hâlinde yani civarında dinî dayanışma ortaklıkları oluşturmalı ve örgütlenmelidirler. Bunun için şunlar olmalıdır.

Nüfusu 3 000 ile 10 000 arasında olan yerlerde (bucaklarda) 10 kadar din adamı bulunmalıdır. Halk bunlardan istedikleri kimseyi kendisine “dinî danışman” olarak seçebilir. Bu arada ateistler de kendileri dini (dinsizlik) cemaat oluşturabilirler; hattâ komünistler de oluşturabilirler. Nüfusu 300 000 ile 1 000 000 arasında olan yerler il statüsünde kabul edilerek, o ilde bucak danışmanı olanların en az yirmide biri dinî danışman yaparsa, o kimse “il dinî danışmanı” olur. Ülkede ise il danışmanlarının yirmide biri tarafından ülke danışmanı atananlar “devlet dinî danışmanı” olur. Ülke danışmanlarından yirmide biri onu insanlık danışmanı atarsa, o kimse “insanlık dinî danışmanı” yani o dinin başkanı olur.

Dinî cemaatler ilmî, siyasî ve meslekî kuruluşların ne emrinde olmalıdır, ne de bunları emirlerine almalıdırlar. Lâik bir örgütlenme olmalıdır. Lâikliğin dört şartı vardır.

a)       Dinî kuruluşlar diğer meslekî, siyasî ve ilmî örgütlenmelerin emrinde olmamalıdır, emirlerine de girmemelidir. Dinler yasaların kendilerine tanıdığı hizmetleri yapmalı ve kendileri yapmalıdır.

b)       Dinî kurulular ve mezhepler hayırda yarışmalı, birbirlerini baskı altına almamalıdırlar.

c)       Dinî kuruluşlar aşağıdan halkın biatı ile demokratik yoldan oluşmalıdırlar.

d)       Dinî kuruluşlar hakemlerden oluşan yargı denetiminde olmalıdır.

İslâm cemaatleri henüz beldelerde oluşmadan, illerde oluşmadan, ülkelerde oluşmadan; atanmış tek liderlerle din işleri yürütülürken, uluslararası hilafet kelimenin tam kastı ile irticadır.

ABD’nin siyasetine göre; başka ülkelerde, hattâ kendi ülkesinde güçlü bir iktidarlar değil de, zayıf dengede iktidarlar olsun ister. Çünkü zayıf iktidarlara kolay söz geçirebilirler. Türkiye’de de daima iktidarları parçalamayı hedeflemiştir. CHP’yi parçaladı. DP güçlüydü, onu parçaladı.. Refah Partisi’ni parçaladı. Şimdi AK Parti’yi parçalamak istiyor. Üç senedir bunu çeşitli yollardan deniyor. Başörtüsü krizleri, Şırnak olayları, Danıştay saldırıları ve benzerlerinin hepsi, AK Parti’yi parçalama provalarıdır. Şimdi yeni bir şey deniyor.Bir taraftan AK Parti’yi hilafet uyutmasıyla irtica benzeri hareketlere doğru götürürken, diğer taraftan da askerleri irticaya karşı uyanık olmaya itiyor. Askerler kandırılmış görünerek, AK Parti ise kandırılmış olarak taraflar oyun oynuyorlar. Açıkça ifade ediyorum ki; benim için AK Parti iktidarı olup ülke batacağına, askeri idare olup ülkemizin zulüm içinde olsa da yaşamasını tercih bile edebilirim. Benim korkum, hükümet ile orduyu çatıştırıp aradan Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan modeli benzeri Derviş iktidarı ortaya çıkmasın…

CIA bu hususta mahirdir. Askerlere başka kanaldan, hükümete başka kanaldan hulul eder ve sonunda Türk ordusu ile Türk hükümetini karşı karşıya getirir. Etkisiz hâle getirilmiş cumhurbaşkanı da Demirel’in yaptığı gibi orduya da teslim etmez ve iç karışıklık çıkar. Asıl dikkat edeceğimiz nokta bu noktadır.

Türk milletine bazı öğütlerim olacaktır.

Asker daima sağ göstermiş ama sola vurmuştur.

a)       1920’lerde inkılâplarla İslâm düşmanlığı yapmış, ama sonunda Türkiye’yi nüfusu %95’lerin üstünde saf İslâm ülkesi hâline getirmiştir.

b)       1930’larda daha büyük iş yapmışlar; Türkiye’yi muasır medeniyetin fevkine çıkarmaya yönlendirmiş, böylece Batı uygarlığını kökünden reddetmişlerdir.

c)       1940’larda Türkiye’ye demokrasi getirerek sağcıların sürekli iktidarda kalmasını sağlamışlardır.

d)       1950’lerde Demokrat Parti’yi iktidar etmiş ve başbakan “Türkiye Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır” diyerek Batı’nın dinsizleştirme hayallerini mezara gömmüştür.

e)       1960’larda çok partili sistem gelmiş ve Müslümanlar partiler kurmuştur.

f)        1970’lede Müslümanlar iktidara ortak olmuşlardır.

g)       1980’lerde Kenan Evren Kemalizm’in İslâmiyet’ten ayrı anlaşılmayacağını resmen askerin iç hizmetine yazdırmıştır. Özal hükümetinde bürokrasiye Müslümanlar hakim olmuştur.

h)       1990’larlda Müslümanlar iktidar olmuşlardır.

i)        2000’lerde ise anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular, ama...

Demek ki, Cumhuriyet kurulalıdan beri İslâmiyet hep daha kökleşmiştir. Bunların hepsini askerler desteklemişlerdir. Ama inkılâp yapmaya giriştikleri zaman hep sol ağzı ile irticaya karşı konuşmuşlardır. Bunu geç anlayan ABD şimdi orduyu yıpratmaya çalışıyor ama ordunun müdahalesine de izin vermiyor.

Türk halkına tavsiyem; ordunuza güvenin; söylediklerine değil, yaptıklarına bakın. Askerliğin kuralı budur. Askerlikte fiil önemlidir. Söz bir kulaktan girer, diğer kulaktan çıkar.

Orduya tavsiyem; ipi fazla germeyin, bir gün kopabilir. Artık başka taktik bulun.

Halkıma başka bir tavsiyem daha vardır. Bundan sonraki seçimde AK Parti’yi tekrar iktidar yapın ancak onlarla birlikte en az üç-dört partiyi daha meclise sokun…

AK Parti’ye tavsiyem; orduya danışmadan yarım adım bile atmayın. Dört senedir uyuyorsun, bir sene daha uykuda selametle seçim imkânı ver. Çünkü  ABD’nin bütün planı serbest seçimi yaptırmama; serbest adil seçim yapılsa bile seçimi hileli gösterip iktidara Kemal Dervişvari el koymaktır. Devlet başkanlığına da askerlerden başkasını getirme.

ABD’ye tavsiyem; bu tür pis işlerden elini çek. Sömürü sermayesinin insanlığı dinsizleştirme, ahlâksızlaştırma, tekelleştirme, çatıştırma siyasetine âlet olma. “Adil Düzen”in kurulması için tüm dinler arasında dayanışmayı sağlama yolunda ilmî araştırma yoluyla yapıcı olunuz. Bu hususta Akevler’in sizlere yardımı olur...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler