Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 382
BAKARA SÛRESİ 146-149.-AYETLER TEFSİRİ
18.11.2006
1646 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 382

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             11 Kasım 2006             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 382. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

Diller Vakfı, Diller Sitesi, Mala-Mal Marketleri, Market Mal Senetleri ve Ahşap Evler Projesi

ORGENERAL BÜYÜKANIT, BÜYÜK KOMUTAN!

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 44. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ وَإِنَّ فَرِيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ(146) الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُمْتَرِينَ(147) وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ أَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمْ اللَّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(148) وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(149)

 

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ (EalLaÜIyNa EaTaYNAvHuMu elKıTABa)  “Kendilerine kitap verilen kimseler.”

Kur’an Müslimleri iki kısma ayırmaktadır. Müslimler, cizye veren, dolayısıyla barış içinde olan ve güvenliğini bedelle sağlayan kimselerdir. Kâfirler, cizye de vermeyen ama kendi aralarında düzenleri olan kimselerdir. Müşrikler ise kitapsız kimselerdir.

“Kendilerine kitap verilenler” bugün beş dinin mensuplarıdır: Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindular, Budistler ve mü’minler. Bunlar Müslimlerdir.

Burada “ELLEZÎNE” marifedir. Bu ahd için geliyorsa, o zaman Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yahut istiğrak için gelmiştir, o zaman Budistler ve Hindular da bilirler. Bunu tesbit etmemiz için o dinleri de tetkik etmemiz gerekir. III. Bin Yıl Kur’an Uygarlığını kuracaklar, yani Adil Düzenciler, Kur’an ilimlerini öğrenecekler, bugünün müsbet ilimlerini öğrenecekler; ayrıca diğer büyük dinleri ve Tevrat’ı da öğrenmek zorundadırlar. O zaman insanlığı aydınlatma gücümüz doğar. Bunun için “Dil Vakfı” önerilmiştir.

KİTAB” burada cins isimdir. İlâhi kitaplardan herhangisi dahildir, yahut Tevrat ve İncil’dir.

يَعْرِفُونَهُ (YaGRiFUvNaHUv)  “Onu marifet ederler.”

Buradaki “O” kelimesi kime veya neye işaret etmektedir? İlme işaret etmiş olurlar, yani ilmi tanırlar.

İlmi tanımak ne demektir? Bir matematik veya fizik veya biyolojik sorun düşünelim. Mesela, dünyanın çapını ölçmek istiyoruz. Bunu bilmiyoruz. Ama bir âlim çıkıyor ve Hindistan’da güneyden kuzeye adımlatarak, Kutup Yıldızı’nın azalan derecesini bulmuş ve dünyanın çapını hesaplamıştır. Bunu bize tarif ettikten sonra, artık biz onun doğruluğunu inkâr etmez, doğru olduğunu kabul ederiz. İşte burada ilim sadece öğrenilmemiş oluyor, aynı zamanda onun doğruluğu da tarafımızdan tasdik edilmiş oluyor. Buna ilmin marifesi denmektedir. Bir problem çözüldüğünde eğer insan aklı onun doğruluğunu tasdik ediyorsa o da onun marifesidir.

Mü’minlere verilen Kur’an ilmi böyle bir ilimdir.

Demokrasi yalnız İslâmiyet’te vardır, lâiklik yalnız İslâmiyet’te vardır. Kur’an uygarlığında bu uygulanmıştır. Bunu onlara anlattıktan sonra açıkça anlarlar. Kıblenin farklılığı ve çoklu sistem onların bilmediği bir şey değildir. Kâbe’nin Hazreti İbrahim tarafından insanlık için bina edildiğini onlar da bilmektedirler.

كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ  (KaMAv YaGRiFUvNa EaBNAEaHuM)  “İbnlerini marifet ettikleri gibi bilirler.”

Biz doğan çocuğumuzu tanırız. Çocuk beşikten başlayarak büyümekte ve her gün değişmektedir ama anne babanın çocukları karıştırmadığı, tüm hayat boyunca hiç yanılmadan onları tanıdığı bilinmektedir. Hattâ yaşlılar veya hastalar bunarlar ama yine de çocuklarını tanımaya devam ederler. Acaba bu nasıl bilinmektedir?

Her varlığın bir matematiği vardır. Varlıkların ortak matematikleri vardır. Bu sayede gruplanmalar meydana gelir. Her varlığın kendine has matematiği de vardır. Onunla da onu diğerlerinden ayırırız. Allah insanlar tanınsın diye her kişiyi ayrı yüz matematiği ile yaratmış, keza her insanı ayrı parmak iziyle yaratmıştır. Herkesin DNA’sı farklıdır. Bu suretle bugün laboratuarlarda her kişi tanınmaktadır. Bilgisayar tanıyabilmektedir. Aynı şekilde insan da çevresindeki varlıkları tanıyabilmektedir. Her insanın matematiğini, bilhassa anne babası evladının matematiğini hemen beynine nakşeder, sonra hayat boyunca unutmaz.

Kendilerine kitap verilenlere böyle ayırt edici işaretler verilmiştir. Gelecek peygamberi, kitabı, getirdiği bilgileri, cereyan eden olayları ile onu yani ilmi tanımakta; Kur’an’ı tanımakta; Son Nebi’yi tanımaktadırlar; yahut tanıyabilirler. Yani, isterlerse ilmî metotlarla Kur’an’ın İlâhi söz olduğunu bilebilmektedirler.

Bugün Batılılar atomun içine inebilmişlerdir. Uzayın derinliklerine ulaştılar. Kâinatın yaratılışı tarihinden beri neler oldu, bilebilmektedirler. Geliştirdikleri ilimlerle bir saç telinden canlıyı bulabilmektedirler. Kur’an’ın İlâhi söz olduğunu mu bilemeyecekler, yahut Kur’an’ın getirdiklerinin Tevrat’ın ve İncil’in getirdikleri gibi Hak olduğunu mu bilemeyecekler? Matematik analizlerle bunları bilmek son derece kolay ve basittir. Bu hesabî analizi biraz daha açıklayalım.

Aynı fabrikadan çıkmış iki arabayı düşünün. İlk bakışta her şey aynı, çünkü her şey aynı kullanılmıştır. Oysa hiç de öyle değildir. İki kutu boya alsanız, renkler tamamen benzer yapılmaya çalışılmıştır. Ama öyle değildir. Boyaların renk analizi yapıldığında iki boya kutusunda fark vardır. Renkle ilgili maddeler farklı nisbette girmişlerdir. İşte o boya kutuların ayırt edici özelliğidir. Arabalar ayrı kutularla boyandığı için arabalardaki boyalar da farklıdır. O halde kopan bir parçanın hangi arabaya ait olduğunu bilebilmekteyiz.

İki kişi bilgisayarda ikişer sahifelik yazı yazsalar ve dört kâğıt olarak bize verseler. Matematik analizle hangi kâğıtların aynı yazardan çıktığını hemen anlarız. Çünkü herkes farklı kelimeleri çok kullanır. Dolayısıyla harf sayısının oranı, yan yana gelen harflerin oranları farklıdır. Bunun için olasılık hesaplarında basit kural geliştirilmiştir. Harf sayılarının arasındaki farklar alınır. Kareleri alınarak toplanır. Karekök alınır ve harf sayısına bölünür. Bu iki yazının arasındaki yabancılık derecesini verir. Tersleri alınırsa yakınlık derecesi bulunur. Böylece akraba yazılar yani aynı kalemden çıkan yazılar arasındaki yakınlık derece olarak bulunur.

İşte, kitap ehli Hıristiyan ve Yahudi alimleri bu metotla Kur’an’ın İlâhi söz olduğunu, Hazreti Muhammed’in sözleri olmadığını çok kolayca tesbit edebilirler. Yani, insan beynindeki çocuklarını tanıma metodu ile onu da kitabı da tanıyabilirler, bilebilirler.

Burada dikkat edilecek husus; “bildiler” demiyor, “bilecekler” yahut “bilebilirler” demektedir. Burada vukuu değil, istitaayı bildirmektedir. Yani, “bildiler” değil, “bilebilirler” yahut “bilecekler” şeklindedir.

Batılıların bu matematik analizle tanıma mekanizmasını bulmalarını haber vermesi ve bugün de bunu bilmeleri Kur’an’ın bir mucizesidir. Kur’an’ın haber verdiği husus bugün gerçekleşmiştir.

Burada bir hususa daha dikkat etmek gerekmektedir. Erkek kurallı çoğulla yapılan çoğullarda fertlerin ayrı ayrı bilmeleri gerekmez. Topluluk içinde bir kısmının bilmesi, diğerlerinin de bilenlerin bildiklerini bilmesi, tüm topluluğun bilmesi demektir. O halde, burada bilecek olan tüzel kişilerdir, yoksa tüm Hıristiyanlar veya Yahudiler değildir. Dilin kuralları bunu ifade eder.

وَإِنَّ فَرِيقًا مِنْهُمْ (Va EnNa FaRIQan MiNHuM)  “Onlardan bir fırka.”

Bu hususta onlar fırkalara ayrılacaktır. Halk bu ilimlere vâkıf olamayacağı için zaten bu marifete ulaşamayacaktır. Bunu bilebilecek seviyeye gelenler, yani bu ilmi bilenlerin bir kısmı susacak, bu bilgilerini bu konuda uygulayarak meseleyi ortaya çıkarmayacaklar. Bile bile kendi kendilerini cahil bırakırlar. Bir kısmı ise öğrenir ve gerçekleri ifade ederler, bir kısmı ise öğrenir ve gerçekleri anlar ama gizlerler.

Bunun için burada “BİR FIRKA” nekire yani belirsizdir. “Kendilerinden bir fırka” yani kitap verilenlerden bir fırka gerçekleri gizlerler. Kur’an’ın haber verdiği gibi Batı bugün ilimde çok büyük seviyeye ulaşmıştır. Büyük güruh nimetlerden yararlanıyor. Onlar Hıristiyanlığı da bırakmış ve zındıklaşmıştır. Büyük bir kısmı bu hususta düşünmemekte ve araştırmamakta, gerçeklerin ortaya çıkmasını istememektedir.

Her şeyin geçmişini öğrenirler. İslâmiyet’e gelinceye kadar en ilkel düşünceleri de naklederler. Sonra sıra Kur’an’a gelince ‘orta karanlık çağ’ deyip atlar ve 1500’lere gelip söze başlarlar. Aradaki 1000 seneden bahsetmemek artık onların doğal işleri hâline gelmiştir. Ne acıdır ki bizim üniversiteler de aynı atlamayı yapar, bin senelik bir tarihi -insanlığı bugünkü uygarlığa ulaştıran tarihi- geçiyor ve öğrenmek istemiyorlar.

Bir kısmı ise araştırıp öğrenir ve gerçekleri bilir ama onu gizler, ortaya koymazlar.

Çok az da olsa, bir kısım âlimler gerçekleri ortaya koyar ve hakkı itiraf ederler.

Kur’an bunları haber vermektedir.

لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ (La YaKTuMUvNa eLXaqQa)  “Hakkı ketmederler.”

Burada yine “hakkı ketmettiler” demiyor, “hakkı ketmederler” veya “hakkı ketmedecekler” diyor.

Bu âyetin verdiği bilgiler 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. 20. yüzyılda Kur’an’ın İlâhi kitap olduğu ve yeryüzünde çoklu sistemin düzen olarak kabul edildiği bilindiği halde, yine de hakkı ketmetmektedirler.

KETMETMEK” ketbetmekle akrabadır. Ketbetmek demek, deriyi çift dikişle deri sırımla dikmektir. Yani, tuluma koyar, onu diker ve kimsenin ne olduğunu görmesini istemezler.

HAK” ise hokkadan gelen kelimedir. Okka kelimesi de buradandır. Develere yemi bölüştüren çobanın adıdır. Herkesin payı demektir. Sonra anlam genişlemesiyle dört kavramı içine almıştır.

Doğru hak, yanlış bâtıldır. İyi hak, kötü bâtıldır. Yararlı hak, zararlı bâtıldır. Âdil hak, zülüm bâtıldır.

Burada “HAK” gerçek anlamında olduğu gibi, adil anlamında da olabilir.

Gerçekleri gizlemekte ve Kur’an ehline zulüm yapmakta, Ortaçağın bin yılına zulüm yapmaktadırlar.

وَهُمْ يَعْلَمُونَ(146)  (Va HuM YaGLaMUvNa)  “Onlar ilm eder oldukları halde iken.”

Yani, marifeden ilme ulaşılmıştır. Birini tanımak başkadır, onu bilmek başkadır. Tanımak demek, onu başkalarından ayırt edici özelliği bilmek demektir. Bilmek ise onun belli başlı esas özelliklerini bilmek demektir. Tanımakla ondan yararlanamazsın ama bilmekle ondan yararlanırsın.

Aşiret halkı, ocak halkı birbirlerini bilirler. Onun için oradaki bağlar sosyal değildir, psikaldir. Katı cisimler arasındaki bağlara benzer. Oysa bucaktaki halk birbirlerini tanır, birbirlerini bilmez. Onun için sosyal yapı bucaklarda oluşur. İl ve ülke halkı ne birbirlerini tanır, ne de bilirler. Onlar arasında ne psikal ne de sosyal yapı oluşur. Onların yapısı gazlara benzer. Oysa bucakta sıvı yapı vardır. İşte onlar sadece tanımakla kalmaz, onu ilmen bilir hâle geldikleri halde yine hakkı ketmetmektedirler, gizlemektedirler.

Şimdi kendi cemaatimize dönelim. İçimizde yanlış bilenler vardır. Ama bile bile gerçekleri gizleyen arkadaşımız yoktur. Siyasi tartışmalarda ciddiyet görmüyorum. Siyasilerde böyle bile bile gizleme vardır.

İleride Adil Düzen Partisi’ni kurduğunuzda bu hususa çok dikkat etmeniz gerekmektedir. Kendiniz haksız olduğunu gördüğünüz halde savunmak yahut karşı tarafın haklı tarafını görmemek en büyük zulümdür.

Bu tavrımızı AK Parti içinde kullanmalıyız. Ne bize göre yanlış olanları yaptığı zaman doğru yaptı demeliyiz, ne de doğru yaptığı zaman yanlış yaptın diyeceğiz. Biz orduya karşı da aynı tavrı takınıyoruz. Bize göre iyi yaptıklarına iyi yaptı diyoruz, hatalı yaptıklarına da hatalı diyoruz.

Aslında askerlerden hiç bahsetmememiz, onları yıpratmamamız ve uyarılarımızı özel olarak yapmamız gerekir. Ne var ki bu imkana sahip değiliz. Bile bile hakkı gizlemek ise çok büyük bir zulümdür.

***

الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ (eLXaqQu MiN RabBıKa)  “Hak Rabbi’ndendir.”

20. yüzyılda, daha önce kelamcıların ortaya koydukları bazı ilmî gerçekler ispatlanmıştır. Ayrıca Kur’an’ın verdiği bilgiler gerçekleşmiştir. Bunlardan birkaç tanesini sayalım.

a)      Kelamcılar, kâinatın başlangıcı vardır, kâinat ve insanlar sonradan yaratılmıştır diyorlardı. Oysa filozoflar, kâinatın ezelî olduğunu yani başlangıcı olmadığını söylüyorlardı. 20. yüzyıl ilimleri, kelamcıları kesin olarak doğruladı.

b)      Kelamcılar, kâinat fanidir, saat gelecek ve bu âlem bu hâliyle yok olacak diyordu. Filozoflar, kâinat ebedidir diyor, yani sonu yoktur diyorlardı. 20. yüzyıl ilimleri, kelamcıları kesin olarak doğruladı.

c)       Kelamcılar, mekanın mahluk olduğunu söylüyor ve tayyi mekânı kabul ettikleri gibi, Allah’ın mekân dışı olacağını savunuyorlardı. Filozoflar ise kâinatın rijit değişmez bir varlık olduğunu söylüyorlardı. Bugünkü müsbet ilimler kesin olarak kelamcıları haklı çıkardı.

d)      Kelamcılar, zamanın da mahluk ve izafi olduğunu söylüyorlar, yani, tayyi zaman vardır ve Allah zaman dışı idi. Zamanın kişilere göre uzayıp kısalacağını söylüyorlardı. Filozoflar ise zamanı mekân gibi rijit kabul etmişlerdir. 20. yüzyıl kelamcıları onaylamıştır. Einstein’ın izafiyet nazariyesi bunu açıklamıştır.

e)       Kelamcılar, kâinatın kuantumlardan oluştuğunu söylüyorlardı. Filozoflar ise suret ve heyuladan ibarettir diyorlardı. 20. yüzyıl ilmi kâinatın kuantumlardan/ parçacıklardan oluştuğunu kesin olarak ispatladı.

f)       Kelamcılar, insan aklının tek başına mutlak hakikatleri bilemeyeceğini, her zaman hata edebileceğini söylüyor, ancak icmalar için kesin bilgi diyorlardı. Filozoflar, aklın mutlak yeter olduğu iddiasında idiler. 20. yüzyılda matematikteki kesinliğin dahi ispatsız varsayımlar olduğunu bulmuşlardır.

g)       Kelamcılar, kâinatın cüzi hesaplara dayandığını ve Allah’ın cüzleri bildiğini iddia ediyorlardı. Filozoflar ise Allah’ın ancak külliyi bileceğini, cüziyi bilemeyeceğini iddia ediyorlardı. Oysa her canlının DNA’sını farklı kılan ve her insanın parmak izlerini farklılaştıran Allah’tır. Allah cüziyi bilmezse bu fark nasıl oluşacak ve bu fark nasıl sağlanacaktır?

h)      Kelamcılar, görünmeyen gayb varlıkların olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa filozoflar, görünmeyen yoktur demişler; içlerinden ruhu ve Tanrı’yı da yok sayanlar olmuştur. Oysa 20. yüzyılda hücre, kromozom, virüs, bakteri, DNA gibi varlıklar eskiden görülmediği halde görünür olmuştur. Atom, elektrik, çekim kuvveti görünmemekle beraber, şimdi varlıklarından kimse şüphe etmemektedir. Duyduğumuz sesler seslerin çok çok küçük parçasıdır. Gördüğümüz ışık ışıkların çok çok küçük parçasıdır. Radyo ve TV dalgaları görünür hâle getiriliyor.

i)        Kelamcılar, bu kâinatın dışında arş ve kürsi gibi mekânlar olduğunu ve başka mekânlarda da hayat olabileceğini ileri sürmüşler. Filozoflar ise kâinatımızın dışında bir mekân kabul etmemişlerdir. 20. yüzyılda dört ve beş boyutlu uzay keşfedilmiş, fiziki varlığı da ortaya konmuştur.

j)        Kelamcılar, mutlak hakkın olmadığı, ancak Tanrı’nın hak dediği şeyin hak olduğu, insan aklının Allah’ın neye hak dediğini bileceğini iddia etmişlerdir. Filozoflar ise hakkın aklın değişmez kuralları olduğunu savunmuşlardır. 20. yüzyıl bir sistemin ispatsız kabul edilen varsayımlara göre doğru veya yanlış olabileceğini, bu kâinatın ancak kendi varsayımları içinde doğru veya yanlış olabileceğini ortaya koymuştur. İlmimiz zannidir, takribidir, izafidir ve nisbidir. Zannidir, çünkü her şey ihtimaliyata dayanır. Takribidir, çünkü hiçbir şeyi kesin olarak ölçemeyiz, mutlaka hata vardır. İzafidir, yani kabul edilen varsayımlara ve birimlere göre ölçüp tartabiliyoruz. Metre yerine arşını kullanırsak başka bilgiler ortaya çıkar. Nisbidir, yani biz nereden bakarsak o yüzünü gösterir. Diğer yüzü farklı olabilir. O halde bize göre doğru olan başkaları için yanlış olabilir.

20. yüzyılda ayrıca daha önce kelamcıların da bilemediği birçok ilmî gerçekler ortaya konmuştur. Onlardan da birkaç örnek verelim.

a)      Kur’an kâinatın yuvarlak olduğunu, çapları bulunduğunu söylemiştir. Bugün bu çap hesaplanmış, 13.7 milyar ışık yılı çapında ölçülmüştür.

b)      Kur’an kâinatın büyüdüğünü söylemiş, bugünkü ilimler kâinatın ışık hızına yakın hızla büyüdüğünü ispatlamıştır.

c)       Kur’an kâinatın başlangıçta birbirine bitişik olduğunu, boşluk olmadığını söylemiş, sonradan patlayarak birbirinden ayrıldığını bildirmiştir. Bugün büyük big-bang olayı ile kesin olarak ispatlanmıştır.

d)      Kur’an kâinatın başlangıçta suyun yapısında yani sıvı olduğunu söylemiş ve bugün hidrojen denen suyun aslı olan maddenin birbirinden ayrılması ile olduğu ortaya çıkmıştır.

e)       Kur’an kâinatın iki eyyamda, yeryüzünün dört evkatta var edildiğini söylemiştir. Bugün hayat öncesi iki dönemin olduğu; kâinatın yaratılması ve sonra yerin düzenlenmesi, sonra da canlılarda birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü zaman içinde olduğu bütün âlimler tarafından kabul edilmiştir.

f)       Kur’an dağların birer kazık şeklinde olduğunu söylemiş ve bunların yüzdüğünü bildirmiştir. Bugünkü ilimler de dağların mağma tabakası içinde gömülü olduğunu ve rüzgarın bulutu sürüklediği gibi mağmanın da dağları sürüklediğini ortaya koymuştur. Böylece 24 saat olduğu ortaya çıkmıştır.

g)       Kur’an canlıların tek hücreden yaratıldığını bildirmiştir. Bugün müsbet ilim de DNA’larla bunu ispatlamıştır.

h)       Kur’an canlının erkekli-dişili olduğunu bildirmiştir. Bugün de bütün çok hücreli canlıların eşeyli olduğu ortaya konmuştur.

i)        Kur’an kâinatta her şeyin dengeli olduğunu, ne fazla ne de eksik olmadığını bildirmiştir. 20. yüzyılın araştırmaları bu büyük dengeyi ortaya koymuşlardır.

j)        Kur’an evrimi esas almış, son yaratılanın insan olduğunu bildirmiştir. Bugünkü jeoloji ilmi bunu kesinlikle onaylamıştır.

Görülüyor ki, Batı’nın müsbet ilmi Kur’an’ın haber verdiklerini ilim yoluyla ispatlayarak, nakil ile akıl arasındaki beraberliği ortaya koymuştur. 20. yüzyılda ulaşılan hiçbir adım Kur’an’ın bildirdiklerine asla aykırı bir nokta ihtiva etmez. Kur’an diyor ki, sen sanma ki Batılıların bu ilimleri bulmaları kendiliğinden olmuştur. Biz onlara öğrettik de öylece onlar buldular. Kur’an ehline değil, olmayanlara buldurduk ki, akıl ile nakil arasındaki paralellik ortaya çıksın ve insanlar taklidî değil tahkikî olarak inansınlar. Bu ilimlere kimse itiraz edemez, çünkü Kur’an’a inananlar tarafından ortaya konmamıştır.

فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُمْتَرِينَ(147)  (Fa Lav TaKUvNanNa MiNa eLMuMTaRIyNa)  “Sakın mümterilerden olmayasın.”

Bir mü’min Batı’nın ilimde bu kadar ileri gitmesini, teknolojideki başarılarını, inkârcı tavırları ve bizim mağlup olduğumuzu düşünerek, miryeye düşebilir. “Marve” yumuşak taş demektir. “İmtira etmek” demek, gelen baskılara direnmemek demek, etkisi altında kalıp moralini kaybetmek demektir.

Bugün AB’nin peşinde koşanlar, ABD’nin diktalarına boyun eğenler bu başarıların haşmeti karşısında ezilmektedirler. Sakın sen böyle olmayasın. Biz her şeyi takdir ettik, bilgimiz dahilinde olmaktadır.

Müsbet ilimleri biz Kur’an’la Müslümanlara öğrettik. Ama ondan yararlanarak gelişmelerini kendilerine kitap verilenlere verdik. Çünkü biz yeryüzünü dengeye dayandırarak birbirine dûle ederiz, döndürürüz. Bazen gece, bazen gündüz olur. Bazen yaz, bazen kış olur. Evrim böyle sağlanır. Batı sanayide ve ekonomide hamle yapacak, Doğu ise hukukta ve yönetimde hamle yapacaktır. Böylece aralarındaki yarışma evrimi sağlayacaktır.

Sen herhangi bir tereddüt içinde kalma, onları heyula görüp ümitsizliğe düşme.

***

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ  (Va LiKulLin VıCHaTun)  “Herkes için bir viche vardır.”

VECH” yüz, “VİCHE” ise yön demek, tarz demektir. Kur’an’da bu tarif dört şey için kullanılır.          * لكل جعلنا منكم شرعة و منهاجا  *  و لكل امة جعلنا منسكا  * Kıyas yoluyla dördüne aynı hükümleri yüklüyoruz. Her ümmet için denmiş olur. ŞİR’A ve MENHEC birleştirilmiştir. MENSEK ve VİCHE de birleştirilecektir.

Kur’an’da dayanışma ortaklıklarından “VELAYET” olarak bahseder. Aynı dayanışma içinde olanlara “EVLİYA” demektedir. Velayet, dayanışma demektir. Âkile ise bağlanma demektir. Kur’an velâyeti tercih eder.

Dayanışma ortaklıkları ilmî, dinî, meslekî ve siyasî olmak üzere dört çeşittir.

Şir’a ilmî, minhac dinî, mensek meslekî, viche siyasî dayanışmayı ifade eder. “O ona müvellidir” demekle, velâyetle siyasi olduğu anlaşılmaktadır. Dayanışma sorumlularından da bahsetmektedir. Bunlar da ahbar ilmî, ruhban dinî, rebban meslekî, kıssis siyasî dayanışma sorumlularıdır, âlimlerdir. Ayrıca bunların her birinin toplanma yerleri vardır. Savami’ ilmî, salavât dinî, biye’ iktisadî, mesacid de siyasî toplanma yerleridir.

İki türlü teşkilatlanma vardır. Dikey teşkilatlanma ocak, bucak, il, ülke ve insanlıktır. Bunların alt kuruluşları vardır; aile, semt, ilçe, bölge ve kıta. Kur’an’da bunların özel adları vardır. Yatay teşkilatlanma ocak dışındaki merkezlerde vardır. Bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta dayanışma ortaklıkları oluşturulmuştur.

İlmî dayanışma ortaklığı ilmî şurayı oluşturur. Yapılacakların nasıl yapılacağını ilmî şura belirler. Yasama gücünü o kullanır, doğruyu yanlıştan ayırır. Bilgisizlikten doğan zararları bu dayanışma ortaklığı öder. Neyin yapılması gerektiğine dinî şura karar verir, iyiyi kötüden ayırır. İhmalden doğan zararları tazmin eder. Meslekî dayanışma ortaklığı kimin yapacağına karar verir. Yararlıyı zararlıdan ayırır. Beceriksizlikten doğan zararları tazmin eder. Siyasi dayanışma ortaklığı ise adil olanı zulümden ayırır. Kasten yapılan zararları tazmin eder. Silahlı gücü oluşturur. Burada belirlenen çoklu sistemdir.

Orduda çoklu sistem nasıl uygulanacak, demokratik oluşum nasıl olacaktır?

İlmî şura sıralama usûlü ile başkanı seçer; yani bucak, il ve ülke başkanlarını seçer. Başkanlar ülkede bölge, ilde ilçe, bucakta semt komutanlarını atarlar. Bucak halkı kendi semtinin dışında, il halkı kendi ilçeleri dışında, bölge halkı kendi bölgeleri dışındaki komutanlardan birerlerini seçerler. Böylece ordu demokratik yoldan oluşur. Bir bölgeyi bütün ülkeden gelen askerler korurlar. Böylece bölünme olmaz. Ama herkes kendi komutanını kendisi seçtiği için de demokratik ordu olur. Askerlikte demokrasi yoktur ama teşkilatlanırken demokrasiye riayet edilir. Bir komutanda yeter sayıda asker olmazsa, başkan o komutanı görevden alır, onun yerine başka komutan atar.

هُوَ مُوَلِّيهَا  (HuVa MuValLIyHA)  “O onu yani vicheyi tevliye eder. O ona yönelir.”

Bunun anlamı, askerlerin komutanlarını, dolayısıyla ordularını kendilerinin seçeceğini ifade eder. Teşkilatlanmadaki demokratiklik buradan gelmektedir. Oysa askerlikte siz başkanınızı hakem yapmadıkça, onun için canınızı sıkılmadan vermedikçe mü’min olamazsınız denmektedir. Seçme kişinin elindedir ama seçtikten sonra ona mutlak bir şekilde itaat edecektir. Kıyas yoluyla bütün dayanışma ortaklıklarına da emredilmiş olduğu gibi; ocak, bucak, il ve ülkeden hicret etme de bir tevliyedir. Biz tümüne birden “hicret demokrasisi” diyoruz.

فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ (Fa ıSTaBıQUv elPaYRAvTı)  “Hayırda sıbak ediniz.”

HAYR” seçenek demektir. Seçeneklerde yarışın demektir. Seçeneklerin birbirini tamamlayıcı olması gerekmektedir. O halde icmaa aykırı partiler kurulamaz. Bir ülke içinde o ülkeyi yıkacak, dağıtacak bir parti kurulamaz. Yani, düzeni bozan ve fesada götüren gruplaşmalar yok, hayratta yarış vardır.

HAYRÂT” kelimesi seçeneğin çoğuludur. Çoğulculukta yarışın demektir. Burada Türkçedeki şer karşılığı hayrın mânâsı vardır. Bu “hayr” kökünden değil, “ahtar” sığasından gelmektedir.

“Sâbikû” denmemiş de “İSTABAKÛ” denmiştir.

İSTİBAK” kendi kendisiyle yarışmak demektir. Bir kimse zengin olmaya çalışırsa bu istibaktır. Başkalarından zengin olmaya çalışırsa o da müsabakadır. Kur’an müsabakayı değil, istibakı istemektedir.

Bir iş yaparken başkalarının işini bozmamak gerekir. Bundan dolayıdır ki biz bakkalları organize ederken süper marketler aleyhinde bir gelişmeyi önlüyoruz. Süper marketler varlıklarını sürdürecekler, ancak tekel olmayacak, hayratta yani çoklukta yarışacaklardır. Böylece görülüyor ki, bir taraftan insanlık İbrahim milletinde birleştirilirken, diğer taraftan çoklu sistem de önerilmektedir.

Bu sebepledir ki biz anayasamızın ikinci maddesini şöyle öneriyoruz: “Ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olan Türklerin Türkiye’de kurduğu, dili Türkçe, merkezi Ankara, marşı istiklâl şiiri, bayrağı al zemin üzerinde beyaz ay yıldız olan Türkiye Cumhuriyeti, insanlık camiası içinde, yerel kuruluşlara saygılı, hakemlere dayalı, demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir çoklu hukuk devletidir. Türk halkının oluşturduğu ordunun teminatı altındadır. Bu madde değiştirilemez. Bölünmez bütünlük, yerinden yönetimli çoklu sistemle sağlanmaktadır.”

أَيْنَ مَا تَكُونُوا (EaYNa MAv TaKUvNUv)  “Nerde olursanız.”

Buradaki “EYNE” yerden ziyade yönlenmiş taraftır. Yani, yeryüzünde ne tarafa dönmüş olursanız olun, yuvarlak içinde her tarafa yönelmiş olursunuz. Yani, seçenekler farklı olduğu için ayrı ayrı görürsünüz. Parça parça imişsiniz gibi gelir. Oysa, eğer bu ayrılık hayratta istibak ise ayırıcı değil birleştiricidir. Bu da Allah’tır, yani devlettir. Biz farklı partiler kuracak ilimde, dinde, meslekte ve siyasette başka başka cihetlere yöneleceğiz. Ama hepsini sonunda devlet birleştirecektir. Devletin bir dini yoktur, bir ideolojisi yoktur. Devlet bu çoklu grupların kendi istekleri ve serbestlikleri içinde yaşamalarını sağlayacaktır. Koruyacak ve altyapısını temin edecektir. Ne yapacağına, ne tarafa yöneleceğine herkes ve her grup kendisi karar verecektir. Yani, hangi anlayış üzerinde olursanız olun, siz sonunda devletin varlığı ve beraberliği içinde olacaksınız.

يَأْتِ بِكُمْ اللَّهُ (YaETı BıKuMu elLAHu)  “Allah sizinle ye’t eder.”

Yani, devletiniz sizi birleştirir. Ayrı istikametlerde yapılan yarışmaları sonunda tek yerde toplar.

Biz ülke savunmasını bölgelere ayırıyor, Türkiye’yi on iki bölgeye ayırıyoruz:

Samsun, İstanbul, Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Konya, Kayseri, Ankara ve Afyon. Buralara birer ordu koyuyoruz. Bu bölgelerden her birine başka bölgelerden kendi istekleri ile askerler gelmekte ve ülke bütün olarak savunulmaktadır. Ancak her orduya bir viche verilmiştir. Samsun Karadeniz’den, İstanbul Avrupa’dan, Bursa Boğazlar’dan, İzmir Ege’den, Adana Akdeniz’den, Diyarbakır Suriye ve Irak’tan, Van İran’dan, Erzurum Kafkaslar’dan gelecek saldırılara karşı korur. Konya güneyi, Eskişehir doğuyu, Afyon batıyı, Ankara da kuzeyi destekler. Yani, her ordu kendi vichesinde ülkeyi korur. Ama sonunda devlet korunmuş olur.

Hayvanlar kendilerini korumak amacıyla sırt sırta vererek istirahat ederler. Düşmanı herkes kendi ciheti ile gözetler. Tüm hayratta yarış böyledir. Budistler başka, Hindular başka, Hıristiyanlar başka, Kur’an ehli başka başka cihetlere yönelmişler ama hepsi insanlığın yücelmesinde nöbetçilik yapmaktadır.

جَمِيعًا  (CaMIGan)  “Birlikte.”

Hepsi bir aradadırlar. Bu birliği sağlayan da asker başkandır. Komutanları o atamakta, gerek gördüğünde değiştirmektedir. Ama ondan sonra her ordunun kendi bütçesi vardır. Bu ona anayasa tarafından sağlanmaktadır. Kimse onu eksiltemez, onu aynen alır. Bütçenin beşte biri orduya aittir. Gümrük gelirleri orduya aittir. Askerlik bedelleri orduya aittir. Askerlerin kendilerine tahsis edilen yerlerde yaptıkları üretim kendilerine aittir. Her ordu tamamen bağımsızdır. Hattâ gizliliği de kendisine aittir. Başkandan başkası bilemez. Kendi silahlarını kendisi üretebilir.

Görülüyor ki, biz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı tedvin ederken hep Kur’an’ın bize öğrettiklerine dayanmaya çalıştık. Gerçi burada “nerede olursanız olun âhirette sizi Allah bir araya getirecektir” şeklinde mânâ verilebilir. Tabii ki o da doğrudur, ama burada o mânâ yerine oturmuyor.

إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(148)  (EinNa ElLAvHa GaLAy KulLı ŞaYEin QaDIyRun) 

“Allah her şeye kâdirdir.”

Devlet, her şeyin üzerine gücü yetendir. İşte buna dayanarak aşağıdaki tedbirler alınmıştır.

a) Ordu komutanı olabilmek için orgeneral olmak gerekir. Bu rütbeyi devlet vermiştir. b) Ordu komutanı başkan tarafından resen atanmakta, her zaman görevden alınabilmekte, böylece bölünmez bütünlük korunmaktadır. c) Askerler komutanlarını kendileri seçmekte, barışta her zaman komutanlarını değiştirebilmektedirler. d) Her il ayrıca silahlıdır. Jandarma teşkilatı vardır. İç işlerinde bağımsızdırlar. Ordu onlara karışmaz. İşte bu da orduları bir merkezde toplamaktadır.

Burada “KADİRUN” kelimesi nekire gelmiştir. Dolayısıyla Allah’tan kasıt aynı zamanda O’nun halifesi olan devlettir.

***

وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ (Va MiN XaYÇu PaRaCTa)  “Nereye çıkarsan.”

Kur’an’da üç yerde “Mescidin şatrına dönülmesi” istenmektedir. Birincisi, “Razı olacağın kıbleye seni tevliye edeceğiz, Mescidi Haram’ın şatrına dön.” denmektedir. Burada da, “Nereye huruç edersen vechini Mescidi Haram’ın şatrına tevcih et.” diyor. Bundan sonra da aynı ifadeyi üçüncü defa tekrar etmektedir. Ayrıca mü’minlere doğrudan hitap ederek, “Nerede olursanız Mescidi Haram’a yüzünüzü tevcih ediniz.” denmektedir. Burada dikkat edilecek husus, başkana üç defa ayrı emir verilmiştir. Topluluğa iki defa ayrı olarak emir verilmiştir. Başkan için “Min Haysu Haraçta” denmiş, topluluk için “Haysü Mâ Küntüm” denmiştir.

Bu ayırımların hikmeti olarak şunları düşünebiliriz.

Ayrı ayrı hitap etmesi bize şunu öğretiyor. Başkana yapılan emir cemaate yapılmış değildir. Başkana başkan olduğu için ayrı emirler verilir, cemaate ayrı olarak verilir. Yine burada, “söyle yüzlerini çevirsinler” demiyor, doğrudan doğruya cemaate hitap ederek “size yüzünüzü çevirir” diyor. İçtihadın temel kuralı verilmektedir. Evet, başkan başkanlık görevini kendi içtihadı ile yapacaktır. Cemaat de kendi görevlerini kendi içtihatları ile yapacaklardır. Başkan cemaatin içtihadı ile hareket edemez, cemaat de başkanın içtihadı ile hareket edemez. Herkes şeriatı kendi yorumu ile uygulayacaktır. Uygulamadan doğan bir zarar olursa bunu herkes kendisi tazmin edecek, hesabı da başkana değil, hakemlere verecektir. İşte hukuk düzeninin temel kuralı budur.

Peki, ayrı ayrı içtihatlar nasıl birleşecek ve toplulukta nasıl bir bütün olacak, bölünmüşlükten nasıl kurtulunacaktır? İmam kendi kıblesine dönüp namaz kılacaktır. Kıblesi imamın kıblesine uyan kimse imamın arkasına düz sıra yapacaklar. Açılara göre sağdan ve soldan kırk dış bükey bir çokgen oluşturacak şekilde sıralanacaklardır. Böylece herkes kendi içtihadının kıblesine yönelecek ama birlik bozulmayacaktır.

Her bucakta ortak bir alanda mabetler yapılacaktır. Alanın Mescidi Haram’a yönelen tarafında Kur’an ehlinin kıblesi yer alacaktır. Diğer yönde de diğer kıbleler yer alacak, böylece aynı meydan bütün cemaatlerce kullanılabilecektir. Bu durumda gerek kişilerin içtihatları, gerekse toplulukların imamları ve mabetleri farklı olacaktır. Meydan bu insanları bir araya getirmiş olacaktır.

Başkan için “nereye çıkarsan” emri verilmektedir. Cemaat için ise “nerede olursanız” denmektedir.

Kıblenin önemli işlevlerinden biri, toplantılarda divanın belirlenmesidir. Yani, imam nerede duracak?

Başkan kıble tarafında yer alacak, gittiği yerde Kâbe’ye dönüp duracak, cemaati arkasına veya yanlarına almış olacaktır. Cemaate iki defa emrettiği halde, başkana üç defa emretmiş olması, durulacak yeri seçerken başkanın kıbleyi belirleyerek Kâbe tarafını imamın duracağı yer yapması içindir. Diğer iki emir;

Biri, yeryüzünde nerede olursanız olun kıbleniz Kâbe olsun, mescidinizin kıblesi Kâbe olsun. Diğeri de, geçici olarak nerede bulunursanız bulunun kıbleniz yine Kâbe olsun. Namaz kılınırken kıblenize göre yönelin ama, başkan konuşurken yüzünüz başkana dönmüş olsun. Nitekim onun yüzü de kıble tarafı olmayacaktır.

فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ (Fa ValLi VaCHaKa ŞaORa eLMaSCiDi elXaRAMı) 

“Vechini Mescidi Haram’a tevliye et.”

Bu âyetlerde emredilen çok önemli bir kısım daha vardır. Dün Alevilerin cem ayinlerini izledim. Dedeler mihrapta oturmakta, halka dönmektedir. Herkes secde ederken onlar secde etmemekte, kitaptan okumaktadır. İşte Kur’an bunu yasaklamıştır. Namaz kılınırken  başkan da cemaatine sırtını çevirecek ve kıbleye yönelecek, o da secde edecektir. İmam komuta etmeyecek, imam yapacak, cemaat uyacaktır.

Bugün Müslümanlar böyle yapmaktadır. Acaba yeryüzünde ayinleri bu şekilde yapan bir ibadet yeri var mıdır? Hıristiyanlar bugün secde yapmadığı için böyle bir durum yoktur. Yahudilerin bugün nasıl yaptığını bilmiyorum. Hindular ve Budistler de herhalde bunu yapmıyor. Bu husus araştırılmalıdır.

Kur’an’da sohbet esnasında başkan halka dönüktür. Ancak ayin esnasında o da kıbleye dönmekte ve o da halkla beraber secde etmektedir. Savaşta da böyle değil midir? Komutan ve askerler düşmana bakmaktadırlar.

İşte üç defa emredilmiş olması, başkana bunu ihtar etmektedir. İşte İslâmiyet’in yöneticilik ve yönetim anlayışı budur. Başkan yapar. Halk kendi içtihatlarıyla hareketlerini birleştirir. Başkan yenilik yapmaz, sadece bilinenleri ve mevzuatı uygular. Cemaat adına yorum da yapamaz. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Herkes Allah’a karşı, devlete karşı kendisi sorumludur. Kıble, başkanla cemaat arasındaki ilişkileri, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen bir müessesedir. Kıble müessesesi uygarlığımızın doğmasına sebep olmuştur. Kıbleyi bulalım diye trigonometri, astronomi ve pusula bulunmuştur. Buna dayanılarak aşırı denizlerde seyahat edilmiştir. Bunun çok özel macerası vardır. Kristof Kolomb İspanya kralından gemileri tedarik edebilmiş ve tayfasıyla batıya açılmıştı. Uzun yolculukta tayfa isyan edip geriye dönmelerini istemiş. Kristof Kolomb, Müslümanların dünyanın yuvarlak olduğuna dair haritalarını göstermiş, yarı çapların hesabını bildirmiş, “Müslümanlar bunu söylüyor, Müslümanlar yalan söylemez.” demiştir. İşte bu sayede Kristof Kolomb Amerika kıtasına varmış ve dönmüş, bunun Avrupa’daki etkisi çok büyük olmuştur. Haçlı Seferleri sayesinde İslâm dünyası ile tanışan Avrupa, İslâmiyet’in öğrettiği müsbet ilimlere inanmakta, kilise dünya düzdür iddiası içinde kendisini geriletmektedir. Ama Amerika’nın keşfi ile müsbet ilmin sonuçları gözle görülür hâle gelince, ondan sonra Avrupa halkı kiliseden soğumuş ve müsbet ilmin peşine düşmüş, böylece bugünkü uygarlık doğmuştur. Yani, kıblenin bugünkü uygarlıktaki rolü baştadır ve onun kadar etkili olan başka bir kurum herhalde yoktur.

وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ (Va EinNaHUv La elXaqQu MiN RabBiKa)  “Ve o Rabbi’nden bir haktır.”

Yine burada “HU” zamiri nereye gitmektedir? Rabbi’nden hak olan nedir?

Mescidi Haram olabilir. Yani, Mescidi Haram’ın insanlığın kıblesi olması gerçeği de Rabbi’nden haktır. Allah’ın emriyle Hazreti İbrahim bunu inşa etmiş ve insanlığın beyti olarak ortaya koymuştur. Bugünkü bu tevliye O’nun emridir, O’nun takdiridir. İleride de insanlığın merkezi olacaktır. Bugün yalnız Kur’an ehlinin kıblesidir. III. Bin Yıl Adil Düzen Uygarlığında Mekke bütün insanların ortak kıblesi olacaktır. Her dinin kendi kıblesi olacak ama bütün insanların ortak kıblesi Kâbe olacaktır. Kâbe’nin yönetimi Kur’an ehline ait olacaktır. Enlem ve boylamlar Mekke’ye göre ayarlanacak ve Mekke’den büyük elektriki sinyal yeryüzünün her tarafına yayılmış olacaktır. Ayrıca güney ve kuzeyi gösteren sinyal de mevcut olacaktır. Bu iki sinyal sayesinde insan her zaman nerede olduğunu çok kolayca bilebilecektir. Kolumuzdaki saat bize vakti gösterdiği gibi, enlem ve boylamları da gösterecektir. III. bin yıl, II. bin yılın ölçülerini standartlaştıracaktır. Saat ayarları da buradan verilecek ve kol saatleri veya telefon saatleri kendiliğinden bu saate göre ayarlanacaktır.

İnsanlık yani Birleşmiş Milletler uygarlaşmada Kâbe sayesinde işbirliği içine girecektir. Birleşmiş Milletler Kâbe sayesinde hakim güçlerin tasallutundan kurtulacaktır. Mekke bağımsız emin bir il hâline gelecek ve her ulusa burada bir ilçe kuracak yer verilecektir. Birleşmiş Milletler herhangi bir ülkenin toprakları içinde mahsur olmayacaktır. Yüze yakın ülkenin askeri güçleri buranın güvenliğini sağlayacaktır. Barışın merkezi olacak ve insanlık buradaki birlik sayesinde uygarlaşmaya devam edecektir.

وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(149) (Va MAv elLAHu Bi ĞAFiLin GanMAv TaGMaLUvNa)  

“Allah amel edeceklerinden gafil değildir.”

“AMİLTÜM” demiyor da, “TA’MALÛN” diyor. Yani, Allah kıbleyi emrederken, Kâbe’yi kıble yapıp oraya dönmeyi emrederken, bu emrin yerine getirilmesi için neleri yapacaklarınızdan gafil değildir.

Yani, bütün bunlar sayesinde trigonometriyi, coğrafyayı, astronomiyi öğrenecek, pusulayı yaygınlaştıracak, Amerika’yı keşfedecek ve bugünkü uygarlığa ulaşacağınızdan haberdar olduğu gibi; bundan sonra III. bin yıl içinde olacaklardan da haberdardır.

Böylece İsrail oğullarına hitap ettikten sonra, Kur’an ehline hitaba geçmiş ve kıble konusunda emirler vermiştir. Bu şekilde içtihat ve icmaları öğretmektedir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-382   ADİL DÜZEN DERSLERİ-212   İstanbul, 11 Kasım 2006

 

Diller Vakfı, Diller Sitesi, Mala-Mal Marketleri, Market Mal Senetleri ve Ahşap Evler Projesi

Selâmlar…

İster aynı mekân ve zamanda olsun, ister farklı zaman ve mekânlarda olsun, kişiler arasında yazı ile sağlanan irtibat, diğer vasıtalardan daha ciddi olduğu için önemlidir. Nitekim yazı yani kitap kalıcıdır, birçok kimselere ulaşır, istenildiği zaman başvurulabilir, değiştirilmez. Yazının bu özel yararları yanında, kitabın okuyucunun sorduklarına cevap vermemesi gibi bir dezavantajı vardır. Yani o, yazı ne diyorsa odur. Bir de, Kitap yazıldığı tarihteki sorunları anlatır ve çözer, sonraki olayları çözmez. Oysa, insan sorunlarına cevap arar ve kitabın aksine sorulanlara cevap verir ve sorulduğu zamanki durumu anlatır.

Tarihte peygamberler gelmiş ve beraberlerinde kitaplar da getirmişlerdir.

Peygamberler zamanlarının sorunlarına cevap verirlerken bu kitaplardan yararlanmışlardır. Kur’an ise Hazreti Peygamber aleyhisselâma birden verilen böyle bir kitap değildir. O, yirmi iki sene süren vahiy döneminde yazıya aktarılmış, Hazreti Peygamber aleyhisselâm tarafından ilk canlı örnek uygulaması verilmiş olan çağlar üstü özelliğe sahip bulunan bir kitaptır. Kendisinden sonra başka bir ilahî kitabın bulunmadığı ve ondan sonra nebinin de gelmediği son kitaptır. Böylece Kur’an, insan gibi sorulana cevap vermektedir.

Kur’an canlıdır; kim ona ne sorarsa onun cevabını alır. Kur’an bugün nâzil olmuş gibi sorulanlara cevap verir. Herkese ve her topluluğa ayrı hitap eder. Her asır, her yıl, hatta her gün yeni mânâların anlaşılmasına vesile olur.

Bu yönüyle bizzat Kur’an’ın peygamberlerin yerini aldığı görülmektedir.

Her çağın âlimleri Kur’an’ı okuyacak ve onlara her yeni okuyuşta yeni mânâlar vahyolunacak (icma vahiy kabul edilir) ve onları tüm insanlığa ulaştıracaklardır. Kur’an böylece insanlığı kıyamete kadar aydınlatacaktır.

Kur’an kıbleyi emretti, bugünkü uygarlık onun sayesinde doğdu. Kur’an tebliği emretti; kendi değerleri ile yani selem senedi ile bir iş yapılacak, onunla tebliğ sayesinde ikinci Kur’an uygarlığı kurulmuş olacaktır.

Kur’an Arapçadır. Her yıl yeniden yapılacak yorumlar dünya dillerine çevrilecek, halka kendi dilleri ile ulaştırılacak; Kur’an mânâ bakımından her an yeniden nâzil olduğu için her yıl yeni yorumlar yeniden ulaştırılacaktır. Ayrıca, insanların konuşma dilleri de her yıl değişmektedir. Dolayısıyla eskiden anlaşılmış ve değişmeyen mânâların dahi her yıl yeniden dünyanın bütün dillerine aktarılması gerekir.

Kur’an Hazreti Muhammed aleyhisselâma nâzil oldu. Sahabeler onu zaptettiler. Kur’an’ı yorumlayıp insanlığa ulaştırma görevi ondan sonra gelenlere intikal etti. Her asırdaki Müslümanlar kendi imkânlarını kullanarak bunları en iyi şekilde yapmış durumdalar.

Kur’an’ı günümüzde ve günümüzün ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlama ve tüm insanlığa ulaştırma görevi çağımızın mü’minlerine aittir. Bu görevi yapan varsa, farz-ı kifayedir. Birileri yaparsa, diğerlerinin bunu yapması gerekmeyebilir. Ama yapan yoksa, o zaman bütün “ben mü’minim” diyen kimselere ait bir vazifedir.

Çağımızın bilgi düzeyinden ve onun ortaya koyduğu imkânlardan yararlanarak Kur’an’ın her yıl yeniden yorumlanıp dünyanın bütün dillerine aktarılması gerekmektedir. Bu görev bugün farz-ı ayn olmuştur. Bu cemiyet bu farzı kifayeyi yerine getirmek üzere bir teşkilat oluşturabilir ve diğer mü’minleri de bu yükten kurtarmış olur.

Yalnız bu aktarma, aktarma yapılacak dili ana dil olarak kullananların kendilerinden olmalıdır. Çünkü konuşma dili anadildir, sonradan öğrenilemez. Bunun için yapılması gereken, her kavimden bir taife bir araya getirilerek onlara Arapça ve Kur’an’ı öğretmektir.

Bizden bir kısmımızın görevi bu organizeyi yapmak olmalıdır. Arapça ve Kur’an öğretilen bu kişiler ülkelerine dönecek ve kavimlerine Kur’an’ı iblağ edeceklerdir. Çünkü kendi yaşayan dillerini ve kültürlerini ancak kendileri bilirler.

-Bu görev nasıl yapılacak?

Bunun için şeriata başvurulması gerekir. Şeriat bu ve benzeri işleri “vakıflar” vasıtasıyla çözmektedir. Bunun için bir “DİLLER VAKFI” kurulmalıdır. Vakıf sökülüp taşınabilen ahşap evler inşa edip dünyaya pazarlayan bir galliye yani gelirlik tesislerine sahip olacaktır. Bu vakfın yönetimi ise vakfın yapacak olduğu işlere müşteri bulan yani ev siparişi alıp buraya veren kimselerin temsilcileri tarafından yapılmış olacaktır. Bu vakıf bir “DİLLER SİTESİ” oluşturmalıdır. Bu siteye her dilden bir taife/bir aşiret/on aile getirilerek yerleştirilecektir. Aynı dili konuşan on aile aynı yerde oturacaklardır. “AKEVLER” denemesinden bilinmektedir ki, on ailelik bir taife kendi ana dillerini korumakta, çocuklar o dilde konuşmaya devam etmektedirler.

Dünyada 2000’den az dil konuşulmaktadır. O halde kurulacak olan diller sitesi 20 bin hanelik olacaktır. 20 bin meskenin yapılması için (her biri 50’şer bin dolar olmak üzere) bir milyar dolar gerekmektedir. Bir de bunlara burada iş kurulması için de bir milyar dolar gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, projenin toplam maliyetinin iki milyar dolar olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yer olarak da 40 bin dönüm arazi yetmektedir.

Hangi devlet bunu verirse bu site orada kurulmalıdır. En uygun yer İstanbul’dur; ama Türkiye böyle bir sitenin oluşmasını ister mi; o bilinmemektedir.

Kur’an Sahabelere on yılda tedris ettirilmiştir. Suffa Ashabı o tarihler içinde oluşmuştur. O halde Dil Sitesine getirilecek aileler on yıl Kur’an Arapçasını öğreneceklerdir. On yıl sonra memleketlerine dönecek ve orada tebliğ faaliyetine devam edeceklerdir.

Bu taifeler kendi dillerinde ortaya çıkan yeni sorunları Kur’an Arapçasına çevireceklerdir. Böylece bütün dünya sorunları Arapçaya aktarılmış olacaktır. Bu sorunlar tasnif edildikten sonra internette Arapça olarak yayınlanacaktır.

Yeryüzünde Arapça bilen bütün ilim adamları bu sorunların çözümünü Kur’an ve o güne kadar elde edilen müsbet ilimlere dayanarak araştıracaklardır. Bunlar bu çözümleri kendi dillerinde yapacaklardır. Dil grubu bu çözümleri de Arapçaya tercüme edecektir.

Sonra tasnif edilip özetler hâlinde mezhepler olarak ortaya konunca bu çözümleri de kendi dillerine çevireceklerdir. Bunlar Kur’an’ın tefsiri içinde yer alacaktır. Böylece insanın beyni gibi dünyanın her tarafından haberdar olunacak ve her taraf haberdar edilecektir. Her yıl bu tercüme nabzı atacak veya soluğu alınacak.

Bu sitede bir “MALA-MAL MARKETİ” kurulacaktır. Her kavimden buraya gelen talebeler kendi ülkelerinde üretimi yapılan malları pazarlamak üzere numune getirecekler ve o numuneler burada teşhir edilecektir. Değerlendirme serbest rekabet içinde yapılacak ve bu öğrencilere “MARKET MAL SENETLERİ” verilecektir. Öğrenciler mallarını elektronik internet pazarında e-ticaret olarak satacaklardır. İstedikleri malları elektronik pazardan bu öğrenciler alacaklardır. Talimat vererek kargo ile malları satıcıdan alıcıya ulaştıracaklardır. Böylece burası insanlığın kalbi olacak, mallar buralardan pazarlanacaktır. Bu öğrenciler bu hizmetlerinden dolayı bir pay alacaklar ve bununla geçineceklerdir.

Böyle bir site sağlıklı olsun diye ormanlık alan içinde kurulmalıdır.

İnsan beyninin daha verimli çalışabilmesi için insanların ormanlık bir sahada oturması gerekmektedir. Bu yalnız oksijen için değildir. Değişik çiçeklerin ve yaprakların saldığı kokular ciğerler yoluyla insana her türlü vitamini ulaştırmaktadır.

Site yerleşim planı ya her dönüme bir ev -ki bu evler ahşap villalardan oluşacaktır- yahut yüz dönümlük bir alanda yüzer dairelik apartmanlar yapılacaktır. Her apartman on kattan oluşacak ve her katta on daire olacak, her kata bir dil grubu yerleştirilecektir.

Buraya gelip yerleşen kimselere ayrıca bir sanat/meslek öğretilecektir. Öğrenciler günün yarısını iş yerinde, yarısını da ilimde harcayacaklardır. Amelden kopmuş ilim bugün olduğu gibi hayattan kopar. Amel ile ilim birbirinden uzaklaşırsa ilim tarihe gömülür, amel de cahiliye devrine döner. Bu öğrenciler bu vesile ile bir meslek ve bir sanat da öğrenmiş olurlar.

Gerek kendileri gerekse aile fertlerinden çalışabilenler çalışırlar ve biriktirirler; sonra memleketlerine hem bilgi hem de sermayeleri ile dönerler. Orada iş kurar ve insanlığın duçar olduğu işsizlik hastalığından insanlığı kurtarırlar. Çağımızın mucizesi, herkese aş ve her çalışan iş bulma mekanizmasını getiren sistemi ortaya koymadır.

Biz bu amaçla “AHŞAP EVLER PROJESİ”ni geliştirmiş bulunuyoruz.

Bir odası ortalama 5 bin dolara mal olan, kolay sökülüp takılabilen, kolay taşınabilen, istenildiği sayıda oda eklenebilen, çevre kirliliği yapmayan, sağlıklı ahşap evler imal etmeye çalışıyoruz. Bu evlerin önemli özelliği, odaların deri gibi hava alması ve devamlı olarak oda içinin oksijenli kalmasının sağlanmasıdır.

İşte bu sitede bunun sanayisi kurulacak ve öğrenciler aynı zamanda burada işçi olacaklardır. Kentleşmiş dünyada böyle evlere şiddetle ihtiyaç vardır.

Her büyük kentin çevresinde dinlenme yerleri olmalı, halk dinlenebilecek ve işine isterse buradan gidip gelebilecektir.

Biz Akevler olarak her türlü bilgiyi, planı ve projeyi kırk yıllık çalışmalarımız sonunda hazırlamış bulunuyoruz. Odaları sipariş verenlerle Akevler arasında yapılacak pazarlıklarla gereken işler süratle yürütülecektir. On katlı bina için ayda bir kat döktüğümüzü kabul etsek, böyle bir siteyi bir sene içerisinde içine girilecek hâle getirebiliriz.

Dünyanın en iyi organize teşkilatı olan Millî Görüş Teşkilat vasıtasıyla her tarafa yapacağımız duyurularla, buraya gelecek Araştırmacı Kur’an Ehli İnsanlar bulunacaktır. Biz on yıl içinde sizlere her yıl yüz bin oda teslim etmek üzere taahhüt etmiş olacağız. Malzemeyi vakıf alacak, tesisleri vakıf kuracak; biz ise işçiliği taahhüt ediyoruz. Size oda teslim edildiği tarihte anlaştığımız karşılığı almış olacağız.

Sitedeki iş çalışmalarını biz Akevler olarak organize edeceğiz. İlmî çalışmalar ise kurulacak vakfın atayacağı yirmi kişilik ilim heyetinin program projeleri ile yürütülecektir.

MİLLÎ GÖRÜŞ TEŞKİLATINA ve SİZLERE ÖNERİMİZ:

a) Bu cemiyet böyle bir projenin tahakkuku için tavsiye kararını alsın.

b) Üyelerden her biri tahminen kaç oda sipariş vereceğini bildirsin. Böylece bu işin olup olmayacağına karar verebilelim.

c) Bu karar üzerine cemiyet iki kişiyi vazifelendirsin; iki kişiyi de Akevler görevlendirsin. Bunlar kendilerine bir başkan seçsinler. Bunlar bir vakfı kuracaklardır.

d) Bunlar değişik ülkelerle temas kurarak, 40 bin dönümlük boş bir yerin bu vakfa tahsis edilmesini sağlayacak devleti bulacaklar ve anlaşma yapmış olacaklardır.

Bu karar cemiyete iştirak eden üyelere dergi ile birlikte, CD ile de gösterilerek, böylece vakfa sipariş arayacaklardır. Bu siparişlerin temini için basın ve yayından da yararlanılacaktır.

EK; (Kur’an’ın çağımıza göre yorumuna bir örnek.)

KUR’AN CANLIDIR

Kur’an sadece bir kitap değildir, aynı zamanda canlı insan gibidir. İnsanların sorduklarına cevap verir ve tarihi olayları değil, günlük olayları da anlatır.

Bir örnek olmak üzere Tebbet Sûresi’ni ele alalım.

Metin anlamı:

1. Leheb babanın elleri tebab oldu, kendisi de tebab oldu. 2. Malları ve kesb ettikleri onu iğna edemedi. 3. Yakında lehebli nara sılıy edecektir. 4. Mer’esi de hatab hamalı olarak. 5. Fiy cidiha hablün min mesed.

Öztrükçe olarak anlamı:

1. Alev babanın elleri kurudu, kendisi de kurudu. 2. Yakında alevli ateşte pişecek. 4. Karısı da odun taşıyıcısı olarak. 5. Koynunda iplikten bir ip ile.

Bu âyetler, Kur’an indiği zaman, Ebu Leheb olarak Hazreti Muhammed aleyhisselâmın amcası anlaşıldı. Diğer cümleler onun fesadı olarak yorumlandı.

Bugün ise bizim böyle anlamamız gramer kurallarına aykırıdır.

Şöyle ki;

a) Burada leheb, eb, yedler nekiredir. Halbuki amca marife idi.

b) Alevli silahlar zamanımızda kullanılmıştır. O zaman alevli silah yoktur. Sadece fitneye leheb demek uzak benzetmedir.

c) Amcanın elleri kurumamıştır. Kendisi de kuruyarak ölmemiştir.

d) Kurudu diyor yani yakında ateşte pişirilecektir demektir. Onu da alevli olarak söylüyor. Buna göre amcası yakılarak yok edilmeliydi. Oysa böyle bir şey olmamıştır.

Görülüyor ki, bugünkü bilgilerimizle bizim Tebbet Sûresi’ni o zaman anlayanlar gibi anlamamız mümkün değildir. Dil kurallarına ve vakıalara aykırıdır.

Biz ise bu sûreyi bugün şöyle anlıyoruz.

LEHEB: Ateşli silahlardır. Yeryüzündeki savaşlar ve terör onları ifade eder. Yani, dünyada savaşlar ve terör olayları (PKK gibi) leheb ile ifade edilmiş, yani alevle ifade edilmiştir. Çünkü silahlıdırlar. Ateşli silahlara mâliktirler.

YEDÂ: İki el, mafya ve CIA’dır. Yeryüzünde savaş fitnesini çıkaran bu iki güçtür. Silahlı güçtür. Biri savaşları daha çok alevlendirir, diğeri ise terör olaylarını alevlendirir. Yeryüzünde bu iki silahlı yeraltı gücü dünyayı savaş ve terör alevinde boğmaktadırlar.

EBÎ: Baba tekdir. Yani, mafyanın da CIA’nın da örgütleyici ve finansörü birdir; sömürü sermayesi. Yani, baba deyince ABD’deki 200 İsrail kökenli aileden oluşan, Doları ellerinde bulunduran sömürü sermayesidir; onların başkanlarıdır. İşte burada kastedilen, dünyada silahlı karışıklıkları çıkaran CIA ve MAFYA’nın başı, sömürü sermayesinin başıdır.

TEBBE: Pişti demektir. Saklamak için kurutmaktır. III. bin yılın başlarında etkisiz hâle gelecekler. Artık mafya veya CIA hükmedemeyecekler, Mafya da CIA da tarih olacaktır. Ama ölmeyecek, kurutulmuş olarak kalacaklardır. Ne zaman ki mü’minler tekrar gevşer, bugünkü gibi gaflet ve dalâlette olursa, mikropların ortaya çıktığı gibi onlar tekrar ortaya çıkacak ve yine görevlerini yapacaklardır. Onun için ‘TEBBE’ diyor ‘MÂTE’ veya ‘HELEKE’ demiyor.

YESLÂ: Pişirtilecek yani kurutulacak. Yakında, III. bin yılın başlarında.

NÂREN: Ateşte, ateşle, savaşla. Yani, yakında ateşli savaşlarla bunlar kuruyup saklanmış olacaklardır. Bugün zaten gerçekleşmektedir. Mafya güçlenmiş, CIA ile ve diğer MAFYA’lar arasında işbirliği ortaya çıkmıştır. Sermaye patronu dinlenmemektedir. Çünkü kendi kendilerine finanse olacak seviyeye gelmişlerdir. Artık bunlar kanserli hücreler olmaya başlamıştır. Mafyanın tasfiyesine başlanmıştır. Gelecekte gizli örgütlerin de tasfiyesine başlanacaktır. Zaten eski etkileri kalmamıştır. Demokrasi geliştikçe gizli güçler sinecektir.

İMRAA: Karısı, bugünkü masonlardır. Masonlar, CIA’dan da Mafyadan da uzaktadırlar. Doğrudan ilişkileri yoktur. Ama sömürü sermayesinin desteği, dünya temsilcileridir. Bu da kuruyup saklanacaktır. Nitekim masonların etkinlikleri azalmaya başlamıştır. Sömürü sermayesi Rotari gibi kulüplerle alt kuruluş oluşturdu. Bilderberg de üst kuruluş oluşturdu. Bu gibi gelişmeler onların etkilerini yok ediyor. Çünkü onlar da bağımsız olmaya başladı ve onların halk üzerindeki etkinlikleri zayıfladı.

HAMAL: Taşıyan demektir. Dünyadan aldıkları hammaddeleri Avrupa’ya taşımışlar, onlardan aldıklarıı mamul maddeleri dünyaya pazarlamışlardır. Böylece dünya pazar, Avrupa da fabrika olmuştur. Buradan elde edilen gelirle dünyanın ateşli savaşları ve terör ile anarşiyi idare etmişlerdir.

HATAB: Odun demek, enerji demektir. Enerji savaşlarını bilmekteyiz. Aynı zamanda hammadde demektir. Masonların işi dünyadan merkeze onları taşımak, mamul maddeleri de merkezden dünyaya taşımak olmuştur.

“HATAB” burada marife gelmiştir. Çünkü bunlar yeraltı faaliyetleriyle yapılmıyor. Bilinen ve görünen faaliyetlerdir.

CIYD: Ciyd, “CEYD” kelimesi ve “CEVAD” kelimesi ile akrabadır. Bu da varlıktır, servettir. Sermayesinde demektir. Masonların iş hayatlarındaki kazançları da anlamı çıkar.

HABL: İp demektir. Yani masonların sermayeleriyle örülmüş ağlardır. İple merkeze bağlıdırlar. Ağabey leheb tarafından yönetilmektedir.

MESED: Lifler demektir. “FESAD” kelimesi de buradan gelmektedir. Varlıklarında fesat ipi vardır anlamı çıkar.

İşte sizlere Tebbet Sûresi’ni çağımızın olaylarını açıklamak için yorumladım.

Siz de başka türlü yorumlayabilirsiniz, ama çağımızı anlatmalıdır.

Sömürü sermayesinin bir gecelik ömrü vardır. Karşılıksız olan dolar bir gecede sıfırlanır. Çin dese ki, ‘ben dolarla değil kendi paramla alışveriş yapacağım’; İslâm âlemi de ‘biz altına kota edilmiş para ile alışveriş yapacağız’ deyiverse, o gece doların işi biter.

CIA ve MAFYA o dolarlara dayanarak dünyayı aleve vermektedir. Yani, “hablun min mesed” dolardır. Mesed içi boş ve karşılıksız olarak anlaşılabilir.

Sermaye eğer bu ateşte pişmek istemiyorsa;

a)          Faizli düzeni terk etmelidir.

b)          Karşılıksız parayı terk etmelidir.

c)          Tekeli terk etmeli; yani çoklu sermayeye geçmelidir.

d)         Mafyayı tasfiye etmeli, gizli örgütleri de tasfiye etmelidir.

e)          Gümrükleri ve vizeleri sona erdirmelidir.

 

 

 

Not: www.akevler.org’dan diğer çalışmalarımıza da ulaşabilirsiniz.

 

 

Yük. Müh. SÜLEYMAN KARAGÜLLE

AKEVLER Kooperatifleri Kurucularından

ADİL DÜZEN Çalışanlarından

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-382   ADİL DÜZEN DERSLERİ-212   İstanbul, 11 Kasım 2006

ORGENERAL BÜYÜKANIT, BÜYÜK KOMUTAN!

Sözler vardır; söylendiği an kurşun gibi saplanır, insanlar acı duyar. Ama o kurşun gelip geçer, sonra iz bırakmaz. Sözler vardır; söylediğiniz zaman fazla acıtmaz, ama beyne bir girdi mi, bir daha atamazsınız. Askerler acıtan ve delip geçen sözler kullanırlar. Çünkü onlar için savaş kazanmak önemlidir. Mesela, Mustafa Kemal, ‘gayemiz saltanatı ve hilafeti kurtarmaktır’ demiş, böylece Anadolu halkını yanına toplamış, daha sonra da hilafeti ve saltanatı kaldırmıştır. Kimse Mustafa Kemal’e, sen niye milleti kandırdın diyemez. Kandırdıysa da milleti kurtardı, hedefe ulaştı. Bu bakımdan askerlerin söylediklerine bakmayın; o gün o sözün söylenmesi gerekir, söyler; bir müddet sonra o sözün gereğinin tam tersini yapar.

Orgeneral Büyükanıt, halkın hoşuna gitmeyen sözler söyledi. Ama iki defa başka genelkurmay başkanlarının yapamadığı büyük iş yaptı. Birincisi, Meclis Lübnan’a asker göndermeye karar verdi. Cumhurbaşkanı karşı çıktı. Hükümet ile ters düştü. Cumhurbaşkanı başkomutandır. Ona muhalefet, devlete muhalefet demektir. Asker Başbakan’ı oyalayabilir, Başbakanın emrini yerine getirmezdi. Başbakan Anayasa’ya göre komutan değildir. Sadece ikmal işleri yapar ve kararlar alır. Ama kararı uygulayacak olan devlet başkanı yani başkomutandır. Büyükanıt buna çözüm getirdi; Meclis’in kararına uyarım dedi. Böylece Cumhuriyet tarihinin en büyük demokratik adımını attı. Şimdiye kadar Meclis’in adı var, kendi yoktu. Ama bundan sonra Meclis vardır. Çünkü ordusu vardır. Ordu Meclis’e itaat ediyor. Cumhurbaşkanı Meclis’le ters düşerse, Ordu Meclis’in dediğini yapmalıdır. Bunun önemi nerededir? Devlet başkanları Meclis’i takmazlık edemez. Çünkü yarın o Meclis o Cumhurbaşkanı’nı görevden alır, çünkü hukukçular kuralları böyle koydular. Beşir Atalay’ı attırtan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di; rektörlüğüne son verdi. O halde Cumhurbaşkanı da Meclis tarafından atandığı için görevden alabilir anlamı çıkar. Bu doğal hukuka ve fıkha aykırıdır ama hukukçular bu yolu açtılar. Demek ki, o zaman Ordu Meclis’i tutacaktır. İşte demokrasinin testi budur. Ordu başkanların yanında mı, meclisin yanında mıdır? Ona göre ülke dikta rejimiyle veya demokrasi ile yönetilmiş oluyor.

Orgeneral Büyükanıt Türk demokrasisini tescil etmiştir. Bunun sonucu nedir? Cumhurbaşkanı Meclis’in üstünde olmadığını bilir ve tüm davranışlarını ona göre yapar. Oysa şimdiye kadar askerler hep cumhurbaşkanına itaat etmişler, sonuç da demokrasi için hüsran olmuştur.

Bize göre Cumhurbaşkanı aynı zamanda Meclis’in de başkanı olmalıdır. Sorun öyle çözülür.

Ama bugünkü anayasaya uyulacaksa, Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesindedir. Cumhurbaşkanı onu Meclis adına kullanır. Bunun anlamı, Meclis Başkomutanını değiştirebilir demektir. İşte Orgeneral Büyükanıt Anayasa’nın bu hükmünün geçerli olduğunu fiilen gerçekleştirmiştir, çünkü Lübnan’a asker gönderilmiştir.

Mustafa Kemal İstiklâl Savaşı’nı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dayanarak kazanmıştır. Hiçbir zaman da Meclis’i tatil etmemiş ve devlet dışı bırakmamıştır. Bazen üyelerine tehdit veya zorla oy kullandırmıştır, ama tatil etmemiştir. Meclis’ten geçirmediği hiçbir uygulama yapmamıştır.

Askerler en büyük hatayı 1960’ta yaptılar. Meclis’in feshine gerek yokken, yeni seçimle değişebilecekken, Meclis’i feshettiler. 1980’de aynı hata tekrarlanmıştır. 1971’de ve 28 Şubat’ta Mustafa Kemal’in yaptığını yaptılar. Türkiye beş sene büyük ıstıraplar çekti ama sonunda AK Parti iktidarı çıktı.

Orgeneral Büyükanıt Başbakan’ın bayılması, balyozla arabasından çıkarılması ve hastahaneye götürülmesi üzerine, hastahaneye gelmiş ve ziyaret etmek istemiştir. Hastahane yetkilileri onu bırakmak istememişler ama o ‘burası da devlettir’ demiş ve askerce yürüyerek girmiş, Başbakan’ın durumunu öğrenmiştir. Durumun normal olduğunu görünce geri dönmüştür. Bu olay komutanı büyük komutan yapmıştır; çünkü:

a)       Komutan bizzat gitmiştir. Oysa çıkacak bir arbedede kendisi de gidebilirdi. Ama kurmayını gönderseydi, onun zorla girme yetkisi olmazdı.

b)       Komutan askerce zoru kullanmıştır. Savaşta kurallar geçerli değildir.

c)       Komutan Başbakan’ına sahip çıkmıştır; Tayyip Beyi sevdiği için değil, Başbakan olduğu için.

d)       ‘Burada devlet var’ diyerek, tüm insanlığa, yerli ve yabancı güçlere ‘biz meşru iktidarın koruyucusuyuz’ demiştir.

Bunun ne gibi yararı olmuştur?

Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike Gürcistan’da, Ukrayna’da, Kırgızistan’da olan olaylardır. Oralarda ne yapılmış? Önce meşru seçime hile karıştırıldı diye ajanlar harekete geçirilmiş, çapulcular onlara takılmış, meclis işgal edilmiştir. İşte burada ordu devreye girerek çapulcuları bertaraf etmesi gerekirken, ordu tarafsız kalmış ve olaylara seyirci olmuştur. Böylece meşru yönetim bertaraf edilmiş, yerine hileli seçimle kendi istedikleri yönetim getirilmiştir. Dördüncü denemeyi her zaman Türkiye’de yapabilirler.

Nitekim Danıştay olayında böyle olmuştur. Sabote olduğu belliydi. Hiçbir ilişkisi olmadığı halde, olayın irtica olayı ile ilişkilendirilmiştir. Bu yetmiyormuş gibi olaylar kışkırtılmıştır. Olayın tertip olduğu, Danıştay’ın öyle saçma karar almasından belliydi. Olay o tarihte başlamıştır. Basın ve birçok yetkili kuruluşlar halkı isyana kışkırtmışlar, bakanlara saldırtmışlardı. O gün 20 000 kişi toplandı. 200 000 kişiyi toplayabilselerdi, Meclis binası işgal edilecek ve Türkiye Gürcistan’a dönecekti. MİT onlarla beraber olmadı. Halk soğukkanlı davrandı. Sonunda olay sadece başarısız bir prova hâline geldi.

İşte Orgeneral Büyükanıt burada devlet var ifadesiyle dünyaya şunu ifade etti. Burası Türkiye’dir. Burada çapulculara geçit yoktur. Eğer oradaki denemeleri yapmaya kalkışırsanız, orduyu karşınızda bulursunuz. İşte zafer kazanan komutan büyük komutandır. Ama savaşı önleyen komutan daha büyük komutandır. Büyükanıt bu davranışı ile CIA’nın bu tür denemeleri yapmasını önlemiş olabilir.

AK Parti gaflet içindedir. Sömürü sermayesi güçlü iktidarı hiçbir zaman istemez, ne yapar yapar, büyük partileri böler, dengeye getirir, sonra da kendisi yönetir. Burada benim yazmayacağım tedbirleri alması gerekir. Sorarlarsa, kendilerine söylerim…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler