1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 519
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 18 Temmuz 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 519. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
ASKERİ YARGI VE …
ÇİN ve İSLÂM
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 69. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
ADİL DÜZENDE İNŞATIN HÜKÜMLERİ
***
Çin neymiş?!.
Çin ile sömürü sermayesinin ilişkisi
Çinliler ile Türkler ve sömürü sermayesi
Çin’deki “tesadüf”ler zinciri!
Reşat Nuri EROL
***
ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 7
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
حم(1)عسق(2) كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ(3) لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ((4تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ(5) وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَولِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ(6) وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ(7) وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(8) أَمْ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(9) وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمْ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ(10) فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنْ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ(11) لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(12) شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ(13) وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ(14) فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَقُلْ آمَنْتُ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنْ كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمْ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ(15) وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ(16) اللَّهُ الَّذِي أَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ(17) يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ(18) اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ(19)
مَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ نَصِيبٍ(20) أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنْ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(21) تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ(22)
مَنْ كَانَ يُرِيدُ (MaN KAvNa YUvRIyDu)
“Kim murat etmişse.”
Ra’d ve Şûrâ sûreleri III. bin yıl uygarlığının kuruluşunun nasıl olacağını anlatmaktadır. Bu sûrede bundan önce “Adil Düzen”e karşı cephe alıp zulüm yapanlardan bahsetmiş; sonra ise “Adil Düzen”e karşı çıkmamış, İslâmî hayatı yaşayan ama “Adil Düzen”den kuşkuda olanlardan söz etmiştir.
Şimdi nerdeyiz?
Henüz “Adil Düzen” iktidar olmamış, reyb içinde iktidar olmadıkları zamanda olanlardan bahsetmektedir. Bu, inanmayanları da kapsamına almak üzere hepimizi içine alan bir ifadedir. Bir yere mensup olurken, bir gruba katılırken insanların değişik amaçları olabilir. Daha doğrusu bütün topluluklarda insanlar, “Adil Düzen”de olanlar da dahil olmak üzere, dünyalık için çalışırlar. Hedefleri dünyada zengin olmak, mevki elde etmek, insanlar tarafından sayılmak ve bilgili olmaktır. “Adil Düzen” derslerine katılanlar içinde de elbette bunlar vardır. Diğer taraftan ikinci grup ise bu dünyanın hiçbir şeyinin işe yaramadığını bilirler. Bunlar da paraları olsun isterler ama bunu zengin olmak için değil, “Adil Düzen” için harcayalım da âhirette cennete gidelim derler. Bunlar da makam ve mevkiimiz olsun isterler, ama o makam sayesinde “Adil Düzen”i uygulayalım da cennete gidelim derler. Herkes tarafından sevilen ve sayılan insan olmak isterler; tâ ki bu sayede onlara etki edelim de “Adil Düzen” gelsin derler. İçtihattaki hatadan dolayı bunu böyle yaparlar.
Mesela, Şemsettin Günaltay Cumhuriyet Halk Partili idi ama Türkiye’ye demokrasiyi o getirdi. Ona göre İslâmiyet’e hizmet orada kalmak idi. Süleyman Demirel Mason localarında idi. Ona göre İslâmiyet’e hizmet ancak o yolla olabilirdi. Turgut Özal Mason değildi ama herkesle iyi geçinir ve böylece İslâmiyet’e hizmet ettiğine inanırdı. Necmettin Erbakan direkt onlara karşı cephe almış, İslâmiyet’e hizmetin böyle olduğuna inanmıştır. R. Tayyip Erdoğan ise Avrupa Birliği içinde İslâmiyet’e hizmet edileceğine kanidir.
Görülüyor ki herkesin muradı âhirettir. Bunlar dünyadan pay alsalar bile, âhirette de payları vardır. Ama öyle insanlar vardır ki, onların maksatları sadece dünyadır. Âhiretten bir beklentileri yoktur.
Bugünkü Türkiye ancak Allah’a inanan insanların değişik yollardaki cihatları ile elde edildi. İşte bu âyette onlardan bahsedilmektedir.
حَرْثَ الْآخِرَةِ (XaRÇa eLEAvPıRaTı)
“Âhiretin harsını isterler.”
“Hars” ekin demektir Ziraat ekmektir, ziraat yapmaktır. Hars ise ziraattan sonra biten buğday başaklarıdır. Hasat ise biçmedir.
Âhirete vardığımızda tarlamız olacaktır, bahçeniz olacaktır. İşte oradaki o tarlanın ve bahçenin büyüklüğü, dünyadaki çalışmalarının sonucu olacaktır. İnsanlar bu dünyada olduğu gibi farklı sitelerde oturacaklardır. Sitelerde farklı köşkler ve meyvelikler olacaktır. Orada da çalışma olacak ve insanlar mülklerini geliştireceklerdir. Orada ıstırap yoktur. Yani ‘bende bu niye yok’ diye kimse üzülmeyecek ama kendisinde olanlardan dolayı sevinecektir.
“Âhiret” kelimesi marifedir. Öldükten sonraki hayat olarak anlamamız öncelik taşır. Bununla beraber bu dünyadaki hayat da âhiretten sonraki hayat demektir.
Biz hayatımızda adımlar attık.
1- Önce Kur’an’dan çağımızın sorunlarını çözmek istedik. Başladığımız zaman fıkıhçıların söylediklerinin biraz daha ileri uygulaması olarak düşündük. Bugün ise o zaman hiç aklımızdan geçmeyen bir düzene ulaştık. Ben 1970’lerde de anayasa hazırlamış ve Erbakan’a takdim etmiştim; değerlendirmedi. Meğer külliyen yanlışmış. Ben Kırgızistan’a gitmeden önce İslâmiyet’te de demokrasi, lâiklik, liberallik ve sosyallik vardır diyordum. 1970’lerdeki “İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri” kitap çalışmamız bu anlayışı savunur. Şimdi diyorum ki; demokrasi, lâiklik, liberallik ve sosyallik yalnız İslâmiyet’te vardır; hukuk devleti yalnız Kur’an’da vardır.
2- Sonra seçimlere girdik, kendimiz aday olduk; sadece oyumuzu başkaları için ve yanlış kullanmayalım diye. Beklemediğimiz şeyler oldu. 1973’te Meclis’te 50 parlamenter ile temsil edildik. Birden şaşırdık. Daha ileri bir şey oldu. Hükümete ortak olduk. Bugün çok daha ileri bir şey olmuştur. Anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk.
İşte âhireti murat edenler yani geleceği düşünenler bu şekilde gelecekte beklediklerinden fazlasını elde ederler.
نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ (NaZiD LeHUv FIy XARÇiHIY)
“Harsında ziyade ederiz.”
Biz ne istiyoruz? Cennet istiyoruz. Açlık olmasın, hastalık olmasın, sıkıntı olmasın istiyoruz. Bu dünya hayatının en iyilerini istiyoruz Ölüm olmasın istiyoruz.
Halbuki âhirete vardığımız zaman bizim bugün bu dünyada tasavvur etmediğimiz ve düşünmediğimiz bir hayatla karşılaşılacaktır. Eski müfessirler bunu anne karnına benzetirler. Orada yaşayan kimseye, haydi seni dünyaya çıkarcağız, orada da burada olduğu gibi beslenecek, gelişecek ve yaşayacaksın. Orda burada görmediklerin olacaktır. O pek taraftar olmayacak ama zorla da olsa çıkaracaklardır. Orada neler neler görecektir. Işık görecek, mekân görecek, daha nice farklı şeyler görecektir.
İşte âhiret de böyledir. Üç boyuttan dört boyuta geçeceğiz. Zamanda ileri ve geri gideceğiz. Trene binen biri hep Ankara’ya doğru ilerler. Geri dönme şansı yoktur. Vagonu sürüp ileri götüremez. Ama otomobili olan kişi isterse gaza basar, trenden çok evvel istediği yere varır. Geri dönebilir. Tekrar treni istediği yerde geçebilir. İsterse daha da gerilere gidebilir. İşte âhiret böyledir.
Şimdi ben 81 yaşındayım. Yaşadığımı farz ediniz. 90 yaşıma gidip o günlerimi göremem. Geri dönüp de 60 yaşında yaşadıklarımı yaşayamam ama âhirette bunların hepsi olacaktır. İnsan âhireti hep bu dünyadan daha durgun olarak tasavvur etmektedir. Oysa orası daha ileri hayattır. “Ziyade olma, ziyade etme” o demektir.
Biz şimdi “Adil Düzen”i tasavvur ediyoruz, o nimetli hayatı düşünüyoruz. Ama düzen geldiği zaman ayrıca bizim bugün tasavvur edemediğimiz birçok nimetlerle karşılaşılmış olunacaktır. Nasıl 2000’li yılların hayatı tamamen farklıysa, bundan yüz sene evvel kimse bugünkü dünyayı tasavvur edememişse, bugün de “Adil Düzen”in sosyal hayatını tasavvur edemiyoruz. Mesela, bundan yüz, yüz elli sene evvel;
a) İnsanlar en çok 500 metre ötesine seslerini duyurabilirlerdi. Şimdi ayda da olsalar birbirleriyle konuşabiliyorlar, hattâ görüntülü olarak görüşebiliyorlar.
b) Bundan yüz elli sene evvel en çok saatte 30 kilometre koşan ata binebiliyorlardı. Şimdi belli hazırlıklardan sonra bir hafta sürmüyor, ayda olabiliyorlar.
c) Bundan yüz sene evvel fenerle birkaç 100 metreyi aydınlatıyorlardı. Şimdi geceler de gündüz olmuştur. Şehirde büyüyenler o günleri bilmezler. Ama biz yaşımız gereği her ikisini de yaşadık. Herkes bir müddet kampa gidip o ilkel hayatı yaşamalıdır.
d) Bugün bilgisayarla yazıyor, yazdıklarımızı istediğimiz yere mail ile ulaştırıyoruz. Geçmiş zamanda yazı makinesi bile yoktu. Kâğıda elle yazılır, Ankara’ya mektup bir ayda ulaşamazdı. Cevap üç ay sonra gelirdi. ABD için ise birkaç sene beklemek gerekirdi.
Teknikte gerçekleşen bu inkılâbı insanlar düşünmüş ve beklemiş değildi.
İşte “Adil Düzen” geldiğinde sadece teknolojide değil, yönetimde de durum böyle olacaktır, üretimde böyle olacaktır, sosyal hayatta böyle olacaktır. Durum tamamen değişecek ve bugün düşünmediğimiz ileri bir hayat ortaya çıkacaktır.
وَمَنْ كَانَ يُرِيدُ (Va MaN KAvNa YuRiDu)
“Kim murad ederse.”
Yukarıda âhiret hayatını murad ederek çalışanlar vardır demişti. Bunların gayesi “Adil Düzen”i getirmek, Allah’ın bu emrini yerine getirmek, insanlığı Kur’an nuruna kavuşturarak, bu sayede âhirette kendilerine cenneti hazırlamaktır.
Bizim muradımız budur. Biz “Adil Düzen”in gelmesi için çalışıyoruz ama “Adil Düzen”in bizim zamanımızda geleceğini sanmıyoruz. Biz nasılsa öleceğiz, bizim orada cennetimiz olsun diyoruz.
Ama insanların bir kısmı ise tamamen farklı düşünmektedirler. Adalet Partisi’nde siyaset yapamayanlar kapağı Millî Görüş partilerine attı. Ben nasıl belediye başkanı olabilirim niyetiyle geldiler. O partiye girerim, bu partiye girerim ve sonunda belediye başkanı olurum! Gayem “Adil Düzen”i getirmek değil, bu düzende mevki sahibi olarak para sahibi olmak ve şöhret elde etmektir. Bunun için çırpınanlar vardır. Bunun için başbakan olmak isteyenler vardır. Dolayısıyla bunlar rey kaybedeceğiz diye “Adil Düzen” kelimesini ağızlarına almak istemiyorlar. Bunlar şaşkın zavallılardır.
İktidar olup da ne yapacaksınız? Biraz sonra ölüp gideceksiniz. Adınız unutulacaktır. Unutulmasa da ne işe yarar ki, size ne faydası vardır. Mesela, ben Süleyman Karagülle olarak milletvekili olmadım; zengin olmadım; Şeyh olup çevremde cemaatleri toplamadım. Ama çalışma arkadaşlarımla hazırladığımız 20 bin sahifelik tamamen yeni yorumları ile Adil Düzen Çalışmalarını bırakıyorum. Bin sene sonraki insanlar bizi okuyacak ve bileceklerdir. Sokrat ve Ebu Hanife’yi bugün nasıl biliyorsak, bizim çalışmalarımız da işte öyle bilinecektir.
Kaldı ki, o bilinme de bana yaramayacaktır. Ben eğer âhiret için çalışmışsam, ancak o niyetle yaptıklarım bana yarayacaktır. Âhiret için çalışma demek, “Adil Düzen”i getirme yani insanları dünyada cennet hayatına yaklaştırmaya çalışma demektir.
Yüksek yüksek makamlar işgal eden genç arkadaşlarım vardır, zengin olan genç arkadaşlarım vardır. Genç diyorum; çünkü beraber çalışmaya başladığımız zaman onlar ya çocuk ya da gençti. Şimdi kendileriyle görüşmek istiyoruz; görüşmüyorlar! Yolda giderken yüzleri ileriye dönük, selam bile vermiyorlar! Ben onlardan bir şey istemiyorum. Tek amacım “Adil Düzen”e katkıda bulunmaları için onlara birkaç söz söylemek. O “Adil Düzen” ki, yaşım sebebiyle bana yaramayacak, bana yetişmeyecek ama onlara yetişecek ve yarayacaktır.
حَرْثَ الدُّنْيَ (XaRÇa elDuNYAy)
“Dünya harsını murat ediyorlar.”
Onlar ne istiyorlar?
a) Para kazanmak istiyorlar.
b) Makam elde etmek istiyorlar.
c) Kalabalık cemaat olmak istiyorlar.
d) Oy istiyorlar, böylece güçlü olmak istiyorlar.
Ama bu arada çok önemli bir şey istemiyorlar; okumak ve öğrenmek istemiyorlar!
Bunlar Allah’a inanmasalar yaptıklarını kolay anlarım ama bunlar Allah’a inanıyorlar, Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna da inanıyorlar. Ama sonra Allah bize ne dedi diye onu okuyup da öğrenmek istemiyorlar, merak etmiyorlar, Allah’ın ‘oku’ emrini yerine getirmiyorlar.
Gurbettesiniz, sevdiklerinizi özlemişsiniz. Annenizi ve babanızı çok seviyorsunuz. Onlara olan hasretinizden dolayı kıvranıyorsunuz. Telefon yok, başka haberleşme araçları yok, uçak yok. Tek ulaşma aracınız mektup. Babanız size 600 sahifelik mektup göndermiş ama açıp bakma ihtiyacını bile duymuyorsunuz?!.
Gerçekten de bu ilgisizliği ve vurdumduymazlığı anlamak bizi çok zorluyor.
İşte bunlar İslâm’a da Kur’an’a da aykırı olan şeyleri elde etmekle meşguller. İleride “Adil Düzen”i nasıl uygulayalım diye akıllarından bile geçirmiyorlar.
Kur’an işte bunlar için ne diyor?
Evet, diyor; madem ki dünyevi çıkarları için “Adil Düzen”e hizmet ediyorlar. Onları ücretsiz bırakacak değiliz, ücretlerini vereceğiz. Onları istedikleri makamlara, zenginliklere ve cemaatlere ulaştıracağız. Çünkü onlar da “Adil Düzen”e karşı olup saldırabilirlerdi. Ama onlar diğerleri gibi yapmadılar, bu cephede oldular, çalışıyorlar. “Adil Düzen”e hizmet ediyorlar. Bunun karşılığında istedikleri de sadece dünyalık, onu onlara vereceğiz.
نُؤتِهِ مِنْهَا (NUuETiHIy MıNHAv) “Onlardan vereceğiz.”
İşte bugünün Saadet Partilileri, AK Partilileri, Nurcuları ve tarikatçılarını gördüğümüzde durumları budur. İstediklerine ulaşmış bulunuyorlar.
Bunların durumu nedir?
a) Önce bunların hepsi istisnasız ahlâklı ve inanmış insan yetiştiriyorlar. Böylece Adil Düzen cemaati hazırlıyorlar. Allah onlardan razı olsun. Onların bu faaliyetleri olmasaydı gelecekte “Adil Düzen”i kim yaşayacaktı?
b) Teşkilat kurdular, tüm yeryüzünde Kur’an’ı ve İslâmiyet’i duyurdular. Nurcuların, Süleymancıların ve diğer tarikatların halk arasında yayılması sayesinde her yerde Türk Müslümanları yer alıyor. “Adil Düzen”in öncüleri oluyor. Onların bu faaliyeti olmasa, yarın biz kendi köyümüze kapanır kalırdık. Allah onlardan razı olsun.
c) Bunlar zalim yönetimle mücadele ederken biz bugün rahat nefes alıyoruz. Yoksa, arazi alıyorsunuz; bu ormandır, sit alanıdır, yol geçecek diye gasp ediyorlar. Kooperatif kuruyorsunuz; şeriatla yönetiyorsunuz diye el koyuyorlar. Bu mücadelede tek başımıza iktidar olduk ama daha haklarımız verilmedi. Ama yeni haklarımız gasp edilmiyor. Bu çalışmalarından dolayı da Allah onlardan razı olsun. Duacıyız...
d) Nihayet bunlar mevcut düzende adil uygulama yaparak insanlara şunu öğretmiş olacaktır; zalim düzende adil uygulama hiçbir işe yaramaz. Demokrat Parti yıkılıp gitti. Erbakan bir yıl dayanamadı. AK Parti ha gitti, ha gidecek. Bunlar kötü oldukları için değil, zalim düzende adil çalışma bir şeye yaramadığı için böyledir. İnsanlık “Adil Düzen”i öğrenecektir. Nitekim bu çalışmalar şimdi meyvelerini vermektedir.
İşte bunlar bu hizmetlerine karşılık da gerekli nimetlere ulaşmışlardır. Eğer bunların içinde ulaşmayanlar varsa, bilsinler ki onların âhirette büyük mükâfatları vardır. Sevinsinler, dua etsinler ve şükretsinler ki; Allah onların boğazlarından haram gelirleri geçirmemiştir.
Burada bir şeye işaret etmemiz gerekir. Âhiret için çalışanların dünyada hiç nasipleri olmayacaktır anlamında değildir. Âhiretteki nasipleri dünyadaki nasiplerinin ziyadesidir. Çünkü onlar dünyayı değil de âhireti istemişlerdir. Diğer taraftan dünya için çalışanlar, “Adil Düzen”e katkıları olanlar bunun karşılığını dünyada alacaklardır. Âhirette ise nasipleri olmayacaktır. Ama bu onlar cennete gitmeyecekler anlamında değildir. Başka amellerinden dolayı cennete giderler. Sadece “Adil Düzen” çalışmalarından nasipleri olmayacak demektir. Yani sevap işlemiş olmayacaklar ama günah da işlemiş olmayacaklar.
وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ نَصِيبٍ
(Va MAv LaHUv FIy elEAPiRaTi MiN NAÖIyBın)
“Âhirette onların bir nasibi olmayacaktır.”
“Adil Düzen”i getirmede payları olmayacaktır.
Bugün Adil Düzen Çalışanlarının yaptıkları, Hazreti Muhammed’in ve arkadaşlarının o gün yaptıkları iştir. Büyük iştir; çok, çok büyük iştir. Mükâfatı da o kadar büyüktür. Adil Düzen Çalışanlarının sırtına basarak yükselenler ve “Adil Düzen”e de ondan yararlanmak için hizmet edenler, onun ücretini bu dünyada alacaklardır. Âhirette ise payları olmayacaktır.
“Adil Düzen”de servet, makam ve şöhret için değil, sadece Allah’ın emrini yerine getirmek için çalışanların bir kısmı bu dünyada çok az karşılığını göreceklerdir. Ama âhirette büyük nasipleri olacaktır.
“Âhiret” kelimesi tekrar edilmiş, “Fîhâ” denmemiştir. Dünya ile karışmasın diye söylenmiş olmaktadır. Bu durum iki âhiret, yani bu dünya âhireti ile öbür dünya âhireti arasındaki farktan olmaktadır. “Adil Düzen”den onlar da elbette ileride yararlanacaklardır. Âhirette yani cennette onların bu hususta payları olmayacaktır.
Böylece bu âyet yine Adil Düzen Çalışanlarını ikiye ayırmış bulunmaktadır; çıkarları için iyi işler yapanlar ve âhiret için iyi işler yapanlar.
Bu âyet yukarıdaki âyeti açıklamış oluyor.
Yukarıdaki âyette toplu davranışlardan ve mükâfatlardan bahsedilmiştir.
Burada ise herkesin kendi maksadına göre nasıl karşılanacağı söz konusudur.
Demek ki, şimdi durumumuzu çok açık bir şekilde daha net olarak tesbit ediyoruz.
a) Kişi kendisi çalışıyor ve kendisi kazanıyor veya kaybediyor. Toplulukla ilgisi yoktur.
b) Kişi kendisi çalışıyor, mükafatı topluluk elde ediyor. Cezasını da topluluk çekiyor. Tabii ki o topluluk içinde olduğu için o da cezasını çekiyor.
c) Topluluk çalışıyor. Kişi de o topluluk içinde vardır ve çalışıyor. Sonradan kişiler ayrı, kendileri ayrı yararlanıyorlar.
d) Nihayet topluluk ortak iş yapıyor ve ortak yararlanılıyor. Kişiler ayrı ayrı yararlanamıyor. Ortak yol yaptılar, sonra ondan herkes yararlanıyor.
Burada “Men” ile ifade edildiği için her kişi ayrı ayrı kastedilmiştir. Ama topluluk da buna dahildir.
***
أَمْ (EM) “Yoksa”
“Em” bu sûrede iki defa geçmektedir. Biri bundan sonra gelir. “Em” atıf harfidir.
Eğer evin içinde Ahmet veya Mehmet’in birinin olduğu bilinmekte, sadece hangisinin olduğu bilinmezse, “E fi’d-dari Ahmedu em Mehmedu” dersin. “Ev” getirirseniz, “E fi’d-dari Ahmedu ev Mehmedu” dersiniz ikisi içeride olabilir. “Em” de olamaz. İşte “em”in bu özelliği bilindiği zaman “bel” gibi “em” de idrab için gelir. Misal verelim. “Kale Ahmedu ene saimun. Bel hüve fî leyletin.” O şimdi gecededir. Yani şimdi saim/oruçlu değildir. Ama gündüz olabilirdi dersin. Ama buna “Em hüve fî neharin” derseniz, yoksa o şimdi gündüz içinde midir. Yani değildir. O halde şimdi saim/oruçlu değildir demiş olursunuz.
Adil Düzenciler ile lâikler arasında büyük çatışma şurada vardır. Adil Düzenciler diyorlar ki, bu kâinat bir tek yaratıcının eseridir. O değişmez tabiî ve sosyal kanunlar vaz etmiştir. Yaratıcı onları değiştirmemektedir. Kimse de onları değiştiremez. Biz insanlar o kanunlardan yararlanır ve yaşarız. O kanunlara tav’an ve kerhen uyarız.
Biz o doğa ve sosyal kanunları nasıl öğreniriz?
İki yolumuz var.
Biri, bugün müşahede ederiz veya deneriz, müsbet ilimlerle öğreniriz. Diğeri, insanlık on binlerce senedir denemeler yapmaktadır. Bize nesiller yoluyla veya göstererek anlatmaktadırlar. O sayede biliriz. Kâinatı var eden bizi başıboş bırakmamıştır.
Lâikçiler ise; bizim aklımız var, bizim sizi sömürecek gücümüz de var. Biz sömürmeye devam edeceğiz. Al sana Avrupa Birliği kanunları. İşte bunları kabul ederseniz size hayat hakkı vardır. Yoksa biz sizi yeriz ve yok ederiz diyorlar. İşte Türkiye’ye Meclis’te okunmadan aktarılan kanunlar bunlardır.
لَهُمْ شُرَكَاءُ (LeHuM ŞuRaKAUn)
“Onların şerikleri”
Yoksa o lâiklerin ve onların peşine takılıp gidenlerin her gün saçma sapan kanunları yürürlüğe koyarken bir ortakları mı vardır? Yani Avrupa müktesebatı nedir? Kim buldu, kim icat etti? Neye dayanıyor?
Dünyayı sömürmek için Amerika’daki 200 kadar İsrail oğlu Siyonist Yahudi bu kanunları hazırlıyor. Sonra “Avrupa insan hakları” diye bize yutturuyor. Onlar da güya kendileri bulmuş gibi bize “Avrupa müktesebatı” veya “Avrupa kriterleri” diye dayatıyorlar.
Bunların arkasında insanın dışında kim vardır da bu kanunları yapıyorlar?
Eğer ortakları insan iseler, biz de insanız. Onların kanun yapma hakkı vardır da, bizim niye yoktur. Bizim yoktur, çünkü bugün için güya onlar galiptir.
Şaşılacak şey, biz galibiz diyorlar da nerede galip geldiklerini de söyleyemiyorlar.
Sakarya’da biz galip gelmedik mi? Dumlupınar’da biz galip gelmedik mi? Kore’de biz galip gelmedik mi? Kıbrıs’ta biz galip gelmedik mi?
Bunlar bizi nerde yendiler de bize kendi saçmalıklarını dayatıyorlar? Bizim içimizdeki Allah’a inanıp da O’nun gücüne inanmayanlar da, hangi akılları ile onlara takılmışlar ve onların kuyruğu olmayı kabul etmişlerdir?
شَرَعُوا لَهُمْ مِنْ الدِّينِ
(ŞaRaGUv LaHuM MiNa eLdDIyNı)
“Onlar için dinden şeriat koydu.”
Tarihte onların icat ettiği hangi şeriat vardır? Roma hukuku tamamen Tevrat şeriatının bozulmuş şeklidir. Bugünkü Avrupa hukuku tamamen İslâm şeriatının bozulmuş şeklidir. Bunları laf ebeliği ve edebiyat olsun diye söylemiyoruz.
Bugünkü Avrupa uygarlığı ne diyor?
Efendim, işte ben insan haklarını icat ettim; hem de Avrupa insan hakları!
Sizi gidi sahtekârlar. Bugünkü Avrupa hukuku nasıl doğdu?
Önce unutmamak gerekir ki, Roma hukuku Kıbrıslı Zenon’un Tevrat’ı laikleştirmesi ile doğmuştur. On iki levha kanunları Tevrat’ın on iki emrinin tercümesidir. Sonra Jüstinyen sayesinde Roma hukuku bir Hıristiyan hukuku olmuştur. Bu arada İslâmiyet’in Pirene dağlarına ve Viyana’lara dayanması sonunda, Avrupa İslâm hukukunu alarak bugünkü hukuku oluşturmuştur. Ne var ki hukukun ruhunu anlayamamış ve bozmuşlardır.
Avrupa neleri almış, neleri alamamıştır?
Hukukun temeli olan sözleşmeyi, serbest sözleşmeyi alamamıştır. Yani kanun düzeninin yerine sözleşme düzenini hâlâ alamamıştır. Hâlâ meclisler kanun üretiyor. Serbest sözleşme ilkelerini İslâmiyet’ten alarak bugünkü Avrupa hukukunu oluşturamamıştır.
Batı İslâm’ın hukukun üstünlüğü ilkesini almağa uğraşmaktadır. Ama henüz bunu başaramamıştır. İslâm’ın hakemlik sistemi yerine hakimlik sistemini sürdürmektedir. Dolayısıyla atanmış bir hakimin kararı nasıl üstün olacaktır? Batı daha bunu bile anlamamaktadır. Hukuk düzeni diye uğraşıp durmaktadır.
Başak bir kural da, beraatı zimmetin asıl olmasıdır. Bu hususta Avrupa saçmalamaya devam etmektedir. Bilhassa vergide ve kamuda tersini uygulamaktadır. Memur vergiyi tarh etmekte, mükellefe sen aksini ispat et denmektedir. Kuralı öğreniyor ama uygulamada saçmalıyorlar. Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşırıyor. İşte Batı hukuku bu karakol örneğindeki gibi dayakla doğruları yaşatmak istiyor.
Onların şeriatı koyduğunu iddia ettikleri bir kişi vardır; o da Marx’tır. Oysa Marx’ın Kapital’i bir ekonomi kitabıdır. Onun ortaya koyduğu ilkelerin ütopik olduğu bugün bütün dünyaca kabul edilmektedir. Bugünkü solcular bile Marksist değildirler.
O halde bunlar “Avrupa müktesebatı” diyerek İslâmiyet’te olmayan neyi gösteriyorlar. Zina serbestliği, idamın kaldırılması, tek evlilik, vs. İşte bunlar bu saçmalıkları insan hakları diye yutturuyorlar. Zina serbest, çok evlilik yasak! Bu ne biçim iştir? Bu mantık hangi mantıktır? Bu mantıkla ancak Batı’da olduğu gibi aile müessesesi çöker, nüfus azalır ve…
İslâmiyet’e göre biyolojik kanunlar gereği bir kadının iki veya daha fazla erkekle cinsi ilişki kurması yasaktır. Ama moda olsun diye erkek için böyle bir şey yoktur. Çünkü bunun biyolojide bir yeri yoktur. Yine İslâmiyet’e göre akrabaların cinsi ilişki kurmaları yasaktır. Çünkü doğacak çocuk sakat doğmaktadır. Bu iki yasağı denetleyebilmek için de gizli cinsi ilişki kurmak yasaktır. Çünkü o zaman kim kimin kardeşidir, bilinemez.
İşte zinanın tarifi budur. Zararlı olduğu için böyledir.
Başka ve önemli bir şey daha; yine biyolojik, psikolojik ve sosyolojik kanunlara uyularak evlilik müessesesi getirilmiştir. Kadınla cinsi ilişki kuran erkek, o kadından doğacak çocuğun büyütülmesinde o kadın kadar görevlidir. Nafakayı erkek temin eder, savunmayı erkek yapar. Çocuğu kadın doğurur, sonra çocuğa süt vererek kadın büyütür.
Çok evlilik bütün kadınların koca bulması içindir. Kadını erkeksiz bırakmamaktır. Çünkü kadın erkeksiz kalırsa ekilmemiş tarla gibi olur. Ama erkek kadınsız kalırsa hiçbir sosyal eksiklik olmaz. Çok evlilik kadına rahmet, erkeğe zulümdür; kadın bulamayan erkeğe zulümdür. Böylece zaten normal zamanlarda bir kişi iki kadın bulamaz; çünkü kadın evli olmayan erkek varken evli olana ne diye gitsin ki? Boşanma serbesttir. İlk kadın da mihrini bol bol alarak bulabiliyorsa yeni kocaya gider; hiç karısı olmayan kocaya gider.
Sonuç olarak bu durumda zulüm gören kadınlar değil erkeklerdir.
مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ (MAv LaM YaEÜaN BiHi elLAvHu)
“Allah’ın izin vermediği bir şeyi mi onlara şeriat yaptılar?”
Şunu kesin olarak bilmemiz gerekir ki, eğer bir şey olmuşsa Allah ona izin vermiştir. Onu öyle yapması gerektiği için izin vermiştir.
Avrupalıların ve sosyalizmin oluşmasına Allah izin vermiştir. Bunların hepsi evrim gereğidir. Yeryüzünde evrimin olması için kötülerle iyilerin çatışması gerekir. Mikroplar olmasa sağlık olmaz. Kış olmazsa yazın mânâsı olmaz. Gece olmasa gündüz işe yaramaz.
Topluluk içinde de olaylar böyledir. İyilikle kötülük karşılıklı oynayacak, müsabaka yapacaktır. Kimi zaman onlar, kimi zaman bunlar galip gelecek ve böylece evrim devam edecektir. Kâinattaki denge işte böyle bir şeydir. Bu dönem bile bir gün bitecek ve yeni âlem başlayacaktır; bundan daha ileri olan bir âlem başlayacaktır.
Kur’an açıkça onların çıkardıkları saçma kanunların hata olduğunu ifade etmektedir.
Onların Türkiye’ye aktarılması da Allah’ın izniyle olmuştur.
Bu yapılanlar ne işe yarayacaktır?
Bu kanunlar hiçbir işe yaramayacak, ülke uçuruma doğru gitmeye devam edecektir.
İnsanlık için dört tür âfet vardır; çevre kirliliği, silahlanma, terör ve neslin dejenerasyonu. Bu kanunlar bu âfetlerden herhangi birisine deva oluyor mu?
Türkiye’nin dört temel sorunu vardır; işsizlik, dış borç, sermayenin sömürü aracı basın ve bağımlı yargı. Bu kanunlar bunlara çare oldu mu? Hayır, hayır, hayır, hayır...
İşte Allah bunları insanlığa göstermek için bu kanunların çıkmasına izin vermektedir.
وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ
(Va LaV LAv KaLİMaTu eLFAÖLı)
“Fasl kelimesi olmasaydı.”
“Kelime” burada marifedir. İzafetle marife olmuştur. Nekreden sonra marife gelirse aynı kelime olur. Buna ahd-i harici denir. Kelime plan anlamında idi.
Fasl planı olmasaydı.
Bu ne demektir?
Farz edelim ki “Adil Düzen” kurulacak.
Bu düzeni kim kuracak?
İşte o kuracakların seçilmesi için bir plan gerekiyor.
İşte o plan bu plandır.
Önce Müslümanlar ezilmekte idi. İster istemez hepsi bir olup ezenlere karşı cephe almışlardır. 1969’da bağımsız adaylığımızı koyduğumuzda bütün Müslümanlar başlangıçta bizim yanımızda yer aldılar. Komünizmle Mücadele Derneği’nde toplantı yaptık. Tanımadığım insanlar geldiler ve bize katıldılar. Nurcular, Süleymancılar, tarikatçılar hep yanımızda yer aldılar. Sonra teker teker bizden uzaklaşmaya başladılar. Bu uzaklaşma hâlâ devam ediyor. Nasıl uzaklaştılar? Ezilen Müslümanlar Süleyman Demirel araclığı ile avlanmaya başlandılar, onlara imkanlar sağladılar. Onlar da ‘hurra’ onların yanında yer aldılar. Biz ayakta ve açıkta kaldık. Bu akış bugün de devan ediyor. Çok az kimse vardır ki bu akışa aldırmadan Akevler’in yanında olmaya devam etmektedir.
Allah’a inandıklarına şüphe etmediğim arkadaşlarımız, ülkemize Allah’ın şeriatını getireceklerine, Avrupa Birliği kanunlarını Türkiye’ye aktarmaya devam ediyorlar! Allah ona da izin vermiştir. Kanunsuz devlet mi istiyorsunuz? O zaman çok kanun çıkarırsınız. Böylece kanunun etkisi yok olur. Kimse o kadar kanunu okuyup öğrenemez ve o iş biter. Cilt cilt kanunların ne gibi bir yararı var ki; kimse açıp okumadıktan sonra?!.
Bundan önce benzer âyet geçmişti. Orada kelime nekre idi. Çükü yerine göre ayrı plan ortaya çıkar. Burada fasla izafe edilerek hem daha önce geçen kelimenin mahiyeti anlatılmış, hem de marife yapılarak o kelime olduğu ifade edilmiştir. Demek ki bütün bu olaylar ve gelişmeler hep insanları ayırmak içindir. Her şeyden önce bu dünyada “Adil Düzen”in yüklenicileri kim olacak, o belirlenmektedir.
Bir bakkal açarsınız. Biri heveslenir ve yanınızda bir tane daha açar. Ancak o bakkalı idare edemez, kazanamaz. Eğer Adil Düzen sistemi içinde açmışsanız siz galip geleceksiniz.
O başaramayan bakkal ne yapar?
Önce bakkalı sabit kira ile kiralar. Sonra iki tane çırak tutar. Sonra bankadan faizle para çeker ve o faizli krediyle malı doldurur. Kiradan dolayı devlete vergi öder. Ücretten dolayı devlete vergi öder. Faizden dolayı devlete vergi öder. Bu kadar sabit gider/ler sebebiyle eğer cirosu belli bir rakamı, mesela günlük beş bin lirayı bulmazsa, gittikçe zarar etmeye devam eder. Bir müddet sonra ana sermayesi biter ve bakkalı kapatmak zorunda kalır.
Sen ise bakkalı Adil Düzene göre açtın. Kirayı cirodan veriyorsun. Çalıştırdığın kimselere de cirodan pay veya ücret veriyorsun. Malları konsinye koyuyor ve satıyorsun. Bir zararın var, o da yeteri kadar kazanamıyorsun, yeteri kadar kâr edemiyorsun; ama zarar da etmiyorsun.
Bu şekilde zamanla faizli sistem kendiliğinden tasfiye olur.
İşte, Allah bir plan kuruyor ve o plana göre faizli sistem ile faizsiz sistemi çatıştırıyor. Çok güçlü faizli sistem cılız faizsiz Adil Düzene karşı yeniliyor. Ekonomide yenemeyince siyasi saldırıya geçiyor. Ama sonunda orada da mağlup oluyor.
İşte fasl kelimesi burada “Adil Düzen” ile diğer düzenler arasındaki farkı gösterme anlamındadır.
لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ (La QuWıYa BaYNaHuM)
“Aralarında kaza olunurdu.”
Daha önceki âyette de aynı tabir geçmişti. İşleri çoktan bitirilirdi denmektedir. Kaza olunmadı. Çünkü fasıl kelimesi geçmiştir. İnsanlık evrim geçirmiştir.
İnsanlığın evrimi ne demektir?
Bir taraftan tüm insanlık bir düzene gelmekte, tüm insanlık bir millet olmaktadır. Yani birbirine daha çok yaklaşmakta ve aralarında işbölümü doğmaktadır. Bir taraftan bu evrim gerçekleşirken, diğer taraftan kişiler de daha hür hâle gelmektedir. Kendi iradelerini daha çok kullanmakta, daha çok mesut olmaktadırlar. Refah da artıyor, saadet de artıyor. Birlik artıyor ama kişilerin hürriyetleri de artıyor.
Bu nasıl olmaktadır?
Teknoloji ve teknolojinin kullanılması ile refah artıyor. Diğer taraftan hukuk da gelişiyor. Hukukun demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenine daha çok yaklaşma ile de insanın hürriyeti yani saadeti artıyor. Batı teknoloji ile refahı getirmiştir. Ama onlarda hukuk olmadığı için saadeti getirememiştir. “Adil Düzen” getireceği yeni şeriatla insanlığa bu refah içinde saadeti getirecektir.
İşte, Allah, yeni fıkhın gelmesi için onlara zulüm yaptırmaktadır. Yoksa durup dururken insanlar “Adil Düzen”i kabul etmezler.
Nitekim biz İzmir’de Adil Düzen Çalışmalarını yaparken Erbakan bizimle olmuş ama biraz sonra tüm Müslümanlar bir olup bize karşı cephe aldılar. Baştan bizi destekledikleri halde, daha sonra Süleymancılar, Nurcular, Tarikatçılar, İlâhiyatçılar, Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim bize karşı cephe aldılar; Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirmek için uğraştılar. Onlara göre “Adil Düzen” ne ilmî imiş, ne de İslâmî imiş! Koca koca ilim ve siyaset adamları aylarca toplantılar yapıp rapor hazırladılar! Bu rapor insanlık tarafından binlerce yıl ağıza alınıp istihza ile eleştirilecektir. “Adil Düzen” İslâmî değilmiş, çünkü faizsiz sistemdir; ilmî değilmiş, çünkü demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir düzendir.
Evet, onlar muratlarına erdiler. Erbakan devre dışı oldu. Saadet Partisi “Adil Düzen”i terk etti. AK Parti bırakınız “Adil Düzen”i, Millî Görüş gömleğini bile çıkardı. Ama Allah onlara anayasa ekseriyetini verdi, tek başlarına iktidar etti. Gelinen durumdan memnunsalar, sorunlarımızı çözdük diyorlarsa, diyeceğimiz yoktur.
-İşsizlik devam ediyor mu?
-Dış borç, eksilmek bir yana artıyor mu?
-Basın, dıştan aldığı emirlerle saldırıya devam ediyor mu?
-Yargı, kırk yıl devam eden davaları çözüme kavuşturmadan sürüyor mu?
Evet, işte bunlar görülsün ve insanlar günü geldiğinde “Adil Düzen”in sorunları nasıl bıçakla keser gibi çözdüğünü anlasınlar diye Allah onların bu zulümlerine izin vermektedir.
وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(21)
(Va EinNa elJAvLiMIyNa LaHUM GaŞAvBun ELİyMun)
“Zalimlerin için elim azap vardır.”
Burada “Ve” harfi ile atıf yapılması demek, zalim olanlar yukarda bahsedilen kimseler değildir demektir. Yani CHP’den başlayıp AKP’ye kadar bütün partiler zalim oldukları için “Adil Düzen”e muhalefet etmektedirler. Bilmedikleri, anlayamadıkları ve inanmadıkları için muhalefet ediyorlar. Onların cezaları “Adil Düzen”de görev almamalarından ibarettir. Yoksa onlara zulüm yapılmayacak, onlara ceza verilmeyecektir.
Ama bunların içinde zalim olanlar vardır. Zevkle İslâm düşmanlığı, hak düşmanlığı, halk düşmanlığı yapmakta, ellerine fırsat geçerse de zulmetmektedirler. İşte onlar yarın zulümlerine devam etmek isterlerse, onlara çok acıklı ceza verilecektir.
Şimdi Ergenekoncuları izah edebiliriz. Zulüm döneminde görev yapanlar, o günkü akış içinde davrananlar, eğer kendi çıkarları için değil de, içtihatları gereği memleketi kurtarmak için bunu yapmışlarsa, onlara ceza vermeyiz. Ama kendi çıkarları, kendi iktidarları, kendi sömürüleri veya dışarıdan desteklenerek onların emellerine hizmet etmişlerse, o zaman suçlu olup cezalandırılacaklardır.
Bugünlerde gündemde olan Albay Çiçek bu belgeyi tanzim etmiş olsun; bakarıb, acaba ne gibi bir amaçla tanzim etmiştir? AK Parti ve Gülen cemaati bir olup ordu düşmanlığı yapmaktadırlar. Bunların ileri gitmesi hâlinde, bunlar Türk ordusunu başka ordu kuramadan tasfiye edeceklerdir. Çünkü bunlar kuş beyinli yabancıların dolduruşuna geliyorlar. Başka ordu kurmadan bu ordunun tasfiyesi demek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne son vermek demektir. İşte bu tehlikeyi gören albay görevini yapıyor. O tehlikeyi ben de görüyorum. Bazıları maalesef gaflet ve dalalet içindedirler. Ordu da elbette buna çare aramalıdır.
Şimdi, bu durumda gerçek nedir?
Ordu AK Partilileri ve Gülencileri eziyor. AK Partililer de ona kişisel kin kusuyor.
Bu durumda bizim yapacağımız nedir?
Bizim yapacağımız buna çare bulmadır.
a) Ordu kışlasına çekilmeli, kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmamalıdır. İnkılâp kanunları derhal kalkmalıdır. Tarikatlar serbest olmalıdır. Medreseler tekrar harıl harıl Kur’an öğretmelidirler. Diyanet İşleri Başkanlığı sadece dini kuruluşlara hizmet veren bir kuruluş hâline dönüştürülmelidir. Bu yasakları Mustafa Kemal o zamanın siyaseti gereği olarak şifahi antlaşmalarla koydu, kanun bile çıkarmadı. İşte bu ordu gerekli görerek anayasalara taşıdı.
b) Ak Parti ve Gülenciler de artık bu orduya saygılı olmalılar, ona güven ve sevgi duymalılar. Türk ordusunun elbette eksikleri ve kusurları vardır. Ama İstiklâl Savaşı’nı kazanan Türk ordusu değil midir? Bugüne kadar Türkiye kaç defa anarşiye gitti. Sivil yönetim anarşiyi önleyemedi. Askerler müdahale ettiği için şimdi varız. Daha dün Anayasa Mahkemesi iktidar partisini kapatarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmaya çalışırken; asker müdahale edip kapatmasını önlemeseydi, bugün kim bilir biz nerelerde olurduk. Bir devlet televizyonu orduyu savunan ama yanlış yaptığı yerde de onu uyaran tarafsız bir yayın organı hâline getirilmelidir. Bunu da ancak Akevler Adil Düzen Ekibi yapabilir.
Bütün bunlar Allah’ın takdiri ile olmaktadır. Böylece Allah insanlığa “Adil Düzen”i öğretmektedir. Biz Akevler olarak her zaman Türk ordusunun yanında olduk ve biz haksızlık da görmedik. Şimdi de ordunun yanındayız. Ona karşı olanlarla mücadeleye devam edeceğiz. Ümidimiz, ordunun “Adil Düzen”i benimsemesi, kendisini ve devletini kurtarmasıdır. Bunu yapmazsa bizim desteğimiz yetmez. Hem kendilerini Allah yok eder, hem de devletimiz yıkılır. Yeni cumhuriyeti kurmak zorunda kalırız.
***
تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا
(TaRay elJAvLIMIyNa MuŞFıQIyNa MimMAv KaSaBUv)
“Zalimleri kesb ettiklerinden dolayı müşfik olarak rey edersin”
Burada atıf olmadan “görürsün” diyor. Çünkü başka kimseler o “zalimler”dir. Bununla beraber “terahum” denmemiş de “zalimler” kelimesi tekrar edilmiştir. Demek ki zalimlerin içinde bazıları anlamına gelmektedir. Zulmedenlerin bir kısmı kendilerinden emindirler. Nasılsa Adil Düzenciler iktidar olamayacaklardır. Olsalar bile, ellerinden zulmetmek gelmez, dolayısıyla bize bir şey olmaz. Onlar cezalandırmayı beceremezler.
Beşir Atalay’ı üniversitede rektörken haksız ve gayri hukuki yoldan uzaklaştırdılar. Sonra kendisi Millî Eğitim Bakanı olup onların canına okuması gerekirken, o zamanki cumhurbaşkanı A. N. Sezeri’in de baskısı ile bakan olamadı; hâlâ da olmuyor. Zalimlerin yaptıkları hep yanlarına kâr kalıyor.
Müdahaleyi başaran askerler için bu doğrudur. Çünkü onlar zulüm yapmadılar, sadece savunmanın gereği bazı haksızlıklar oldu. Ama sivil yöneticiler asılmadı. Mesela, 1960’ta kurulan Yassıada mahkemelerinin hakimlerinden sivil olanlar şimdi bile muhakeme edilip asılmalıdırlar. Mallarına el konmalı, mirasçılardan diyet alınmalıdır. Askerlerden ise biz adalet bekleyemeyiz. 28 Şubat’ın suçlusu varsa o suçlulardan biri ve en önemlisi Süleyman Demirel’dir. Başörtüsü yasağının ana sanığı Ecevit’tir. Ne hikmetse, kimler ne yaparlarsa yapsınlar hepsini orduya yüklüyorlar ve Müslümanları orduya düşman ediyorlar.
Şimdi bize diyorlar ki, biz sizin başınızı zorla açtık. Şimdi de ordu bizi korumazsa siz bizim başımızı zorla açtırırsınız. 2002 yılına kadar ordu bize karşı idi. O zaman ordu mukaddesti, dokunulmazdı. Ağzımızı açmazdık. Şimdi ordu bizim tarafımıza geçince tu kaka oldu. Herkes onu tenkit etme ve ona saldırma cesaretini göstermektedir. Şaşılacak şey, birileri kendi taraflarına geçen orduyu koruyacaklarına, ona saldırıyorlar!
Allah birilerini helâk edeceği zaman onların akıllarını başlarından alır, onlar saçma sapan hareket ederler.
Bir ülke düşünün, halk ile ordu arasında düşmanlık var; o devlet hiç yaşar mı?
Dua edelim de askerler içinde aklı başında subaylar olsun; kendilerine düşman olsalar da bunlar millettir, onlarsız devlet olamayacaktır diye düşünsünler. Onlara karşı sabredip düzelmeleri için çaba gösterirler. Yine dua edelim ki, Ak Parti ve Gülencilere Allah akıl versin, kendi bindikleri dalı kesmesinler. Onu yaşatmağa çalışsınlar.
Bununla beraber biz Adil Düzencilerin fazla endişeleri yoktur. Öyle veya böyle, bir gün ordu “Adil Düzen”e sahip çıkacaktır. Ya cumhuriyet yıkılmadan önce veya yıkıldıktan sonra. İnşaallah bu değişim cumhuriyet yıkılmadan önce gerçekleşir.
Tekrar ediyor ve tekrar hatırlatıyorum: “Adil Düzen” düşmanlığı yapan veya “Adil Düzen”e karşı sırtını çevireni Allah helâk edecektir; Adil Düzen Çalışanları değil, Allah helâk edecektir. Bunu ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor. Bizim görevimiz sizi düzeltmek değildir. Bizim görevimiz “Adil Düzen”i ortaya koyup size sunmak olacaktır.
وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ (VaHUVa VaQıGun BiHiM)
“Evet ona çarpılacaklardır.”
Bizim kısas hakkımız yok mu? Siz bize 60 senedir kan kusturuyorsunuz. Böyle devam ederseniz, biz iktidar olduğumuzda elbette bize yaptığınızı size yapacağız. Eğer tevbe eder, biz zalimdik, artık tevbe ettik derseniz sorun biter. Hayır, hâlâ ısrar eder, şimdi olduğu gibi yayın organlarınızda kin ve pislik kusarsanız; hakemlere gider, hakkımızı alırız ve onlar karar verirlerse hiç acımayız. Kaldı ki, biz “Adil Düzen” olarak iktidar olmadan evvel, İran İslâm anlayışlı birileri gelir ve size kan kusturur, siz ses çıkaramazsınız. İran’da çıkarılabiliyor mu?
İnkılâpta genel kural şudur. İnkılâp başarı ile sonuçlanınca genel af ilan edilir, eskiden işlenen suçlar sorulmaz. Çünkü herkes iktidara itaat etmekle yükümlüdür. O günkü iktidar ne istiyorsa o yapılıyordu. İktidar ikili değildi.
Mustafa Kemal bir Osmanlı Paşası iken başka türlü hareket ediyordu, Anadolu’da sorumluluk yüklendiği zaman başka türlü hareket ediyordu. 2002’den önce Türkiye başka siyaset içinde idi, ondan sonra başka siyaset içinde olmuştur. Dolayısıyla Ergenekoncuların 2002’den önce işledikleri hiçbir fiil suç olmaz. Eğer inkılâptan sonra eskiye dönüş çabasını gösteren olursa çok ağır şekilde cezalandırılır. Evren yönetiminin 1980’deki hatası böyle bir genel af ilan etmeden, eskiden işlenen suçları muhakeme etmeleridir. 1960’da da durum böyledir. Menderes’i anayasayı çiğnedin diye idam ettiler. Kendileri aynı anayasayı kökten usulsüz olarak değiştirdiler.
Gelecekte de askerler müdahale etmek zorunda kalabilirler. Yahut biz Adil Düzenciler seçimi kazanıp ekseriyetle meclise girdiğimizde, diğer partilerle koalisyon kurmak istediğimizde, bu ülkenin “Adil Düzen”e kavuşmasını istemeyenler isyan edebilir, meclisi basabilirler. İşte o zaman bizim emaneti müdafaa görevimiz ortaya çıkar ve galip geldiğimizde onlara zerre kadar acımayacağız. Ama biz iktidara gelmeden işlenmiş tüm suçlar affedilecektir. Çünkü o suçlar kişilerin zalim olmasından değil, düzenin zulüm düzeni olmasından dolayı işlenmiştir.
Biz İstiklâl Savaşı’nı kazandığımızda ne yaptık?
En çok birkaç kişiyi yurt dışına gönderdik ama sonra isyan edenleri sehpalara gönderdik. Kur’an’a göre; iktidarı ele geçiren ister zalim ister adil olsun, iktidarda olana itaat edilir. Ya gerekli uyarılar yapılır veya oradan hicret edilir. Hiçbir zaman asla karşı gelinmez.
İktidara her halükârda itaat farzdır. İktidar olduğunuzda karşı gelenlerin gözyaşına bakmayacaksınız. Bu sizin hakkınız değil, iktidarın hakkıdır.
Türkiye’de 1950’den beri iktidar olanlar hep böyle acziyet gösterdiler. Ordudan korktular, sivil yönetim kuramadılar. Bugün de aynı hastalık vardır.
Halbuki yapılacak iş çok basittir.
Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Erdoğan’ın yapacakları tek bir şey vardı.
Millî Güvenlik Kurulu’nda diyeceklerdi ki; Beyler! Başbakan ben isem ben idare edeceğim; siz iseniz söyleyin, ben meclise gidiyorum. Siz kendinize başbakan bulun.
Ancak bunu diyebilmek için kendilerine saldıran basını susturma gücünü hukuk düzeni içinde bulabilmeli idiler. Ordunun sırtına dayanarak iktidar olunmaz. O zaman ordu kendisi yapar, iktidarı ne diye size versin. Ordunun talimatı ile de iktidar olunmaz. İktidarı siz hukuk düzeni içinde kendiniz sağlarsanız ve ordunun işlerine karışmazsanız, hiç kimse size müdahale etmez, hiç kimse size karışmaz, karoşamaz.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
(Va elLaÜIyNa EavMaNUv Va GaMİLUv wlÖAvLIXATı
“Ve iman edip ameli salih işleyenlere gelinirse.”
Yukarıda zalimlerden bahsedildi. Zalimler kendi yaptıkları zulümlerin karşılığını görecekler diye savunmaya geçerler ve ondan sonra da suç işlemeye devam ederler. Böylece oraya düşerler. Yani eğer inkılâptan sonra korkmadan inkılâplara intibak etseler, eski suçlardan cezalanmayacaklardır. Ama bizi nasılsa cezalandıracaklar diye suç işlemeye devam ederlerse, işte o zaman o korktukları başlarına gelir.
Bugün Ergenekoncular için durum budur, affedilmelidirler. Ama aftan sonra yine aynı şekilde devam ederlerse, o zaman idam dahil onlara her çeşit ceza verilmelidir.
Buna karşı güvende kalıp amel-i salih işleyenler yani “Adil Düzen”i getirenler için âhirette cennetin ravdaları vardır.
Burada işaret edeceğimiz husus; iman etme yetmez, aynı zamanda amel-i salih işlenmesi gerekir. “Ve” ile atfedilmiştir.
“Sâlihât” burada birbirine uygun işler demektir, yani işbölümü içinde birbirini tamamlayan işler demektir.
فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ (Fı RaVWAvTı elCeNAvTı)
“Cennetlerin ravdalarındadırlar.”
“Cennet” ağaçların kapattığı bahçedir. Meyveler yerde değil, dallardadır. Bununla beraber bazı bitkiler yerde olurlar. Mesela, çilek, domates, biber vs böyledir. Bunların olduğu yere “bostan” denir. Meyve bahçelerinin içinde bostanlık yerler vardır. Orada da bitkiler yetişir, sebzeler yetişir. Yıllık bitkiler burada yetiştirilir.
Bugünkü hayatın kaynağı nedir?
Güneşte hidrojen helyuma dönüşür. Işık çıkar. O ışık yeryüzüne gelir ve bitkiler tarafından emilip depolanır. Sonra biz onu kullanırız. Bu moleküller hayattır.
Benzer hayat güneşte vardır. Benzer hayat güneşte çekirdek kimyası ile sağlanmaktadır.
Âhirette de bu hayattan başka hayat olmayacaktır. Cehennemde güneşe benzer hayat olacaktır. Cennette de dünyaya benzer hayat olacaktır. Yani doğa kanunları orada da değişmeyecektir. Su yine 100 derecede kaynayacaktır. Demir olacaktır. Bakır olacaktır. İnsanlar da bu bahçelerde var olacaklardır.
Eğer bundan sonraki cümlede “ve” harfi getirseydi, o zaman buradaki bahçeleri dünyevi bahçe olarak mânâlandırırdık. Ama “lehum” harfi tarifsiz getirdiğinden bu bahçe de âhiret bahçesidir. Çünkü bu dünyada her istediğimiz bize verilmiyor.
لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ
(LaHuM MAv YaŞAEUvNa GıNDa RabBiHiM)
“Onlar için her istedikleri Rablerinin yanında vardır.”
Burada mü’minlerin âhirette mükâfatlandırılacağı bildirilmektedir. Çünkü “Adil Düzen”in nimetlerinden Adil Düzen Çalışanlarından çok onların çocukları yararlanacaklardır.
ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ(22)
(ÜaLiKa HuVa eLFaWLu elKaBiRu)
“İşte büyük fadl budur.”
Bu bize şunu ifade ediyor; mü’minler de “Adil Düzen”in nimetlerinden bu dünyada yararlanacaklardır. Ama âhirette daha fazlasını alacaklardır.
Bu “fadl” bundan sonraki âyetlerde anlatılacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-519/ADİL DÜZEN DERSLERİ-349 18 Temmuz 2009
ASKERİ YARGI VE …
1- a) Askeri yargıda, ben bunu üstten aldığım emir gereği yaptım derse ve üst onu tekzib etmezse veya ast yazılı belge ibraz ederse, orada onun sorumluluğu biter. Asker amire itaatle yükümlüdür.
b) Sivil sanığın benzer mazereti kabul olunmaz. Çünkü hukuk düzeninde insanlar üstlerine değil mevzuata uyarlar. Dolayısıyla suçunu itiraf eden sanık eksiksiz mahkum olur.
2- a) Asker yargılanırken; ‘bana bu görevi verdiler, ben de bu görevi yerine getirmek için başka çare bulamadım, başka imkanım yoktu, görevi yerine getirmem ve lastiği bulmam için sahte çek tanzim etmek zorunda kaldım’ derse ve mahkeme de gerçekten başka çare bulamadığına kanaat getirirse, o askeri beraat ettirir. Sahte çekin karşılığını devlet öder ve memleket kurtulur.
b) Hukuk düzeninde kişiler davranışlardan sorumludurlar. Mazeretleri ne olursa olsun onları suçtan kurtaramaz. Sahte çek tanzim etmenin cezasını yüklenir. Çünkü hukuk düzeninde insanlar davranışlardan sorumludurlar. Sonuç onlara ait değildir.
3- a) Askerlikte birlik suç işlemişse, hepsi işlemiş kabul edilir. Mükafat olursa hepsi mükafatlanır. Birlik içinde hain bile olsa o da payını alır. Hainliğin cezası ayrıdır.
b) Hukuk düzeninde ise herkes kendi fiilinden sorumludur. Ortağı veya akrabası da olsa başka kimsenin suçunu yüklenemez. Kime başkasının yaptıklarından sorumlu olmaz.
4- a) Askerlikte galip geldiniz mi siz haklısınız. Haksız veya usulsüz savaş yapsan bile, galipsen galipsin, düşmana sen istediğini yaparsın. Haksızsın diye masa başında kimse sana buyuramaz. Gelir, savaşır, yener ve bu sefer de o haklı olur. ABD Irak’a haksız girdi demeğe kimsenin hakkı yok. İran ile birleşip ABD’yi Irak’tan kovarsın, o zaman sen haklı olursun. Dünyada devletler üstünde bir askeri güç olmadığı için haklı ile haksızı yalnız savaş belirler. Böyle olmasa bizim şimdi Anadolu’da olmamamız gerekir. Amerikalıların da orada olmamaları gerekir.
b) Hukuk düzeni ise tam tersine haklı kim ise onu galip getirmeyi hedefler. Kuvvetli de olsa haksızı mağlup etmeyi hedef edinir.
Görülüyor ki, askeri yargı ile sivil yargı tam farklı mantığa dayanır. Bu sebepledir ki askerler sivil mahkemelerde, siviller de askeri mahkemelerde yargılanamaz. Bunun bir istisnası vardır. Savaşta sivil halk da askeri mahkemelerde yargılanır. Çünkü o gün herkes askerdir. Asker her zaman askeri mahkemede yargılanır. Siviller ise barışta sivil mahkemelerde, savaşta askeri mahkemelerde yargılanır.
Başka önemli bir husus da şudur. Suç nerde işlenmişse oranın hükümleri uygulanır. Savaş zamanında savaş alanlarında işlenen suçlar askeri mahkemelerde uygulanır. Bir de askeri mıntıkalarda işlenen suçlar askeri mahkemelerde yargılanır. Suçu ister sivil ister asker işlesin, değişmez. Barış zamanında askeri mıntıka dışında işlenen suçlar sivil mahkemelerde yargılanır. Suç işleyen asker veya sivil olsa da durum değişmez. Bugün Türkiye’de böyle değildir. Bu değişmemiştir.
İnfaz ise siviller askeri mahkemede mahkum edilse bile barışta sivil yönetim infaz eder. Asker dışarıda işlediği bir suçtan dolayı sivil mahkemede mahkum olsa bile, infaz askeri yönetimce yapılır.
Bir asker suç işlediği zaman Genelkurmay Başkanı işlemiş olur. Biz ancak onu mahkum ederiz. Eğer suçlu subayı bize teslim ederse eder. Sorun kalmaz. Ama teslim etmezse biz ordudan tazminat alırız; yani diyet alırız. Bugün diyet müessesesi olmadığı için bugünkü cari hukukta çözümü yoktur. Savaş burada başlar.
İslâmiyet’te cinayetlerin karşılığı kısastır. Öldüren öldürülür. Ancak bunların istisnaları vardır.
a) Kastı aşan cinayetlerde kısas yapılmaz. Kızgınlığından tokat attı ama adam öldü. Burada katilin kastı kişiyi öldürme olmadığı için kısas yapılmaz.
b) Hatalarda da kısas yapılmaz, çünkü asla kasıt yoktur.
c) Kısas imkanı yoksa kısas yapılmaz. Mesela, gözü kör olanın gözü kör edilemeyeceği için kısas yapılmaz.
d) Suç suçlu tarafından işlenmemişse kısas yapılmaz. Tetikçi adam öldürmüşse kısas tetikçiye uygulanır. Yahut asta emredilmiş, ast da öldürmüşse; asta kısas uygulayamadığınız gibi üste de kısas uygulanamaz.
e) Af hâlinde kısas uygulanmaz.
f) Kişi firar ederse kısas uygulanmaz.
g) Nefsi müdafaada da kısas uygulanmaz.
İşte bütün bu hallerde kısas kalkar, onun yerine diyet gelir. Diyet mesela 100 otomobil gibi bir değerdir. Sigortası öder.
Demek ki albay sokakta bir adam öldürdü. Suçlu Genelkurmay Başkanıdır. İsterse albayı bize teslim eder, biz kısas yaparız veya başka yollardan diyete dönüşür. Yok, albayı alıp korursa o zaman bize 1000 Mercedes’i diyet olarak verir, biz de onu vârislerine dağıtırız.
Aslında diyet daha kârlıdır. Ama genel güvenlik için kısas da meşru olmalıdır.
Şimdi işte Batı’nın çıkmazı buradadır. Diyet müessesesi olmadığı için cezaları hafifletme yoluyla bu sorunları çözememektedir.
B u durumda ya “Adil Düzen, tabiî düzen, ilâhi düzen; ya da helâk...
Tercih sizin.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-519/ADİL DÜZEN DERSLERİ-349 18 Temmuz 2009
ÇİN ve İSLÂM
Çinliler İslâmiyet’le hicretin beşinci yılında karşılaştılar. Arap tüccarları Çin’e gitmiş, Arabistan dışındaki dünyada ilk defa Çin’de mescit yapmışlardır. O mescit hâlâ durmaktadır.
Türklerle Çinliler arasında tarihi çatışma vardır. Tarihî Çin Seddi Türklere karşı yapılmıştır. Bununla beraber Türkler Çin’in içlerine girmiş ve orasını asırlarca yönetmişlerdir. Bunlardan biri de Tabgaçlardır. Bununla beraber Tabgaçlar hakim idiler ama Çin uygarlığına yenilmişlerdir. Zamanla ailelerini unuttular ve Çinlileştiler.
Saltuk Buğra Han İslâmiyet’i kabul edip bütün Türkler Müslüman olunca, bunlar da Çin’de Müslüman oldular. İşte bunlar Çin Müslümanlarını oluşturdular. Asılları Türktür. Bugün Çince konuşuyorlar. Bunların sayısı genel Çin nüfusu içinde beşte bir civarındadır, yani 300 milyon kadardır. Bunlar Çin Seddi’nin içinde yaşarlar ve Çinlidirler. Ayrıca Çin Seddi’nin dışında olan Uygurlar gibi Türk Müslümanları vardır. Bunların sayısı 20-30 milyon kadardır.
Her uygarlık gibi İslâm uygarlığı da yaşlanmış ve son üç asırda çökme dönemine girmiştir.
Bunun sonucunda dünyadaki tüm Müslümanlar esaret içine girmişlerdir. Türkiye ve İran bu durumdan istisna edilebilir. Ancak onlar da kültürleriyle esir olmuşlardır.
Sömürü sermayesi 500 sene Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırmış, kendi hakimiyet dengesini öyle kurmuştur. 1897 Basel Kongresi’nde din savaşlarının sona erdirmesini ve rejim savaşlarına gidilmesini kararlaştırdılar. Bir de Tevrat’ın rakibi olan Kur’an hükümlerini ortadan kaldırmak için Müslümanların dinsizleştirilmesini veya imhasını kararlaştırdılar. ABD, Çin, Rusya ve Hindistan Müslüman avına çıktı.
Sömürü sermayesi halkları kışkırtır. Dünyanın her yerinde Müslümanları birer terörist gibi gösterir. Devletler de onları kanlı şekilde bastırır. Hepsinde aynı illet olduğu için birbirlerine ses çıkarmazlar.
Mesela, ABD Irak’a mı saldıracak? Önce Rusya’da ve Çin’de isyan çıkartır. Oradaki isyanlar kanlı şekilde bastırılır. Sonra kendisi de ondan beterini yapar ama bunlar ses çıkaramaz. Bu plan ABD tarafından hazırlanmaz. Bunu tekel sömürü sermayesi yaptırır. Basın ve faizli provokasyonu ile yapar. Devletler zorunlu olarak müdahale eder ve dünyanın her yerinde Müslümanların soyunu kurutma operasyonları devam eder.
Abdullah Gül Çin’i ziyaret eder. Bu ziyareti hazırlayan sermayedir. Arkasından Urumçi’de kan gövdeyi götürür. Burada Çin ve Türk düşmanlığı yoktur. Devletin ezmesi yoktur. Hepsi sermayenin provokatörleri tarafından işlenir. Türk görünenler Çinlileri, Çinli görünenler Türkleri öldürür. Böylece iki halk birbirine düşman edilmektedir. Müslümanlar öldürülmektedir. Yakında benzer isyan Rusya’da görülecektir. Benzer isyan belki de Hindistan’da görülecektir. Hattâ AB de boş bırakılmaz.
Türkiye’ye gelince; en zor çözülecek ülke Türkiye’dir...
Sonra ne olacak?
Türkiye’den başaramazsa Irak’tan ve İran’dan saldıracaktır.
Bu sermayenin planıdır ve Çin olaylarının iç yüzü de budur.
Sermaye bugün bunu tek başına işlemektedir. Dünya devletleri bu fitnenin karşısındalar. Ama elbette devletlerini isyancılara teslim etmezler.
Bizim tavsiyemiz.
a) Dünya Müslümanları ve diğer mensupları bu provokatör isyancılar katılmamaktadır. Bugün demokrasi vardır. Artık bütün halklar devlet içinde eşittir.
b) Dünya devletlerine de söyleyeceğimiz şunlardır. Ülkenize gerçek demokrasi ve laikliği getirdiğiniz gün bu provokatörler hiçbir şey yapamaz. Kısa zamanda yakalanır ve idam edilirler. Bugünkü ekseriyet sistemine son vermelisiniz. Dinleri dışlama yerine, dinleri adalet içinde kamu düzenine katma ile bunlar başarılır. Bizans ve Osmanlılar iki bin yıla yakın yönetimi böyle sürdürdüler. Gerçek demokrasi ve gerçek lâikliğe geçmelisiniz. “Adil Düzen”in yolunu tutmalısınız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92