Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 385
BAKARA SÛRESİ 159-163.-AYETLER TEFSİRİ
2.12.2006
2109 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 385

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             02 Aralık 2006             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 385. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

PAPA TÜRKİYE’YE NEDEN GELİYOR?

“ADİL DÜZEN”DE SOSYAL GÜVENLİK

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 47. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

ِانَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنْ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُوْلَئِكَ يَلْعَنُهُمْ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمْ اللَّاعِنُونَ(159) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُوْلَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ(160) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ(161) خَالِدِينَ فِيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ(162) وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ(163)

 

ِانَّ  (EinNa) 

Arapçada vurgu ile mânâ vermek yoktur. Vurgunun yerini kelimeler almıştır. Böyle olmasaydı Arapçayı kitaptan okuyamazdık, Kur’an ile kitap birbirine uymaz olurdu.

İNNE” ile vurgulanan ondan sonra gelen cümlenin mânâsıdır. Muhatap münkir ise o zaman cümleye “İNNE” ile başlarsın. “Ketmeden kimseler lânetlenecektir” ifadesini insanların kabul etmeyeceklerini, basit bir cümle olduğunu sanmaktadırlar. Tüm insanlar böyle sanıyor. Ketmedenler mutlaka lânetlenirler. Bunun için başa “İNNE” gelmiştir. Bundan mü’minler de istisna edilmemiştir. Çünkü onlar da her zaman gizleyenlerin gizlemeleri kalacaktır sanırlar.

Âyet “Ve” harfi ile yukarıya bağlanmamıştır. Çünkü Safa ve Merve âyeti ile kemali infisal vardır. Geçen âyetlerde sabırdan bahsedilmişti: “Sabır ve salâtla istiane edin, Allah yolunda öldürülenlere ölüdürler demeyin. Onlar hayattadır. Siz şuurunda değilsiniz. Allah sizi korku, açlık, mal, can ve gelirlerin azalması ile imtihan eder. Sabredenleri müjdele, onlara musibet isabet ettiğinde, biz Allah’a aitiz ve Allah’a döneceğiz derler. Onlar üzerine Rablerinden salavât ve rahmet vardır. Ve onlar ihtida etmişlerdir.” denmişti.

Bu âyeti geçen hafta tefsir ederken -bugün 17 Kasım 2006 Cuma- bundan bir Cuma önce idi. Ondan önceki Çarşamba eşim Zülfiye Karagülle hastahaneye yatmıştı. Pazartesi ameliyat olacaktı. O zaman bu âyet bana bir şey söylemedi. Pazartesi ameliyat oldu ve ameliyat çok iyi geçti. Salı günü iyi idi. Çarşamba günü vefat etti. Son derece acı hissettim. Kolunuzu kestikleri zaman sabredersiniz, ama acı duyarsınız. İşte ben de hiç beklemediğim şiddette acı duydum. Dün Perşembe günü oyalanmak için bugün yapacağım tefsir âyetini açtım. Daha önce ne yazmışım diye baktım. Gördüm ki sabır âyetini tefsir etmişim…

İşte Kur’an size bu şekilde hitap eder, bugün size inmiş olur diye daha önce beyan ettiğimizin bir misalidir bu. Bunları tesadüflerle açıklayamayız.

الَّذِينَ (elLaÜIyNa) 

“Ellezine”den sonra fiil gelir, ismi fail veya ismi mef’ul olur. Dört çeşit ismi fail ve ismi mef’ul vardır.

a)      Hem fail veya mef’ul tarif edilmiş, hem de fiil tarif edilmiştir. Yani, burada hem ketmedilen bellidir, hem de fail yani ketmeden bellidir.

b)      “Len Yef’alu” olsaydı fiil belli olur, fail nekire olurdu.

c)       Elfailun olsaydı fail belli olur, fiil nekire olurdu.

d)      Failun olsaydı her ikisi nekire olurdu.

Buradaki belirlilik, ketmedenler bellidir. Bugün kimler ne ketmediyor? Bunu düşünmemiz ve bulmamız gerekir. Kur’an’ın güncel tefsiri budur. 1400 sene öncesine gidip o zaman orada kimlerin ne sakladıklarını değil, bugün kimler neyi ketmediyor, onu bulmamız gerekir. Çünkü Kur’an bize şimdi nâzil olmuştur.

يَكْتُمُونَ (YaKTuMUvNa) 

“Ketmediyorlar. Saklıyorlar. Gizliyorlar.”

“Ketmetmek” ketbetmekle akraba kelimedir. Çift dikiş atmak demektir. İçindekilerin sızmaması için kapatmak, gerçekleri ortaya çıkartmamak demektir. Bugün birileri bir şeyler gizliyor. Kimler acaba ve bu gizleyenler ne gizliyorlar? Bunu doğru anlamamız için günümüz uygarlığına bir bakalım.

Birinci Kur’an uygarlığı, İslâm uygarlığı bundan beşyüz sene önce en yüksek seviyede idi. İstanbul fethedilmiş, Avrupa’ya gidilmiş, Avrupa’da Rönesans doğmaya başlamıştır. Sermayeyi ele geçiren Yahudiler İslâmiyet’i Avrupa’ya lâik bir düşünce olarak aktarmaya başladılar. Takip ettikleri yol ateizm idi. Din yerine ilmi ikame ediyorlar. Ayrıca kâinat kendiliğinden oluş teorisine götürülüyor. Bütün felsefeyi bunun üzerine oturtuyorlar. Kopernik Müslümanlardan öğrendiği güneş merkezli sistemi krala izah etmiş, kral da peki demiş, ‘Allah nerede’ demiş, o da ‘bir meçhulü başka bir meçhulle açıklamak’ diyorlar. Hikâye doğru olmayabilir ama mantık bu. 19. yüzyıla vardıklarında her şeyi fizik kimya kanunları ile açıkladılar. Evrim teorisi ile de canlılığı açıkladılar. Ruha bir açıklama getiremedilerse de, ona da ruh yoktur diyerek işin tepesine vardılar. Yani, Tanrı’yı inkâr edebilmek için ruhu da inkâr etmeye kalkıştılar. Oysa ruh yoksa ruhun olmadığını kim iddia edebilirdi. Ama insanlığı ateist yapabilmek için böyle saçma iddia ileri sürdüler. 1897’de Basel’de Yahudilerin yaptığı kongrede dinler arası savaş sona ermişti. Artık yetmiş seneye varmaz, yeryüzünde kimse Tanrı’ya inanmaz olur. Çünkü ilim bunları ispat etmiştir. Bir de eğitim seferberliği yapar ve inananları tamamen yok ederiz.

a)       Önce ilkokullar mecburi hâle getirilecek, herkes dinsizlik eğitiminden geçirilecektir. Okuyanlar ateizm üzerinde oturacaktır.

b)       Gerek kamuda görev almak, gerekse genel amaçlarla orta ve yüksek tahsil yaptırmak ve böylece kişileri bilinçsiz olarak dinsiz hâle getirmek.

c)       Kredileri yalnız ateistlere vermek suretiyle onları zengin edip inananları yoksul ve fakir bırakarak sermayenin çıkarları sebebiyle halkı ateizme sürüklemek.

d)       En önemlisi gazete, dergi, kitap, radyo benzeri araçları seferber ederek ateizmi ve ahlâksızlığı yaymak, boşanmayı zorlaştırarak aile müessesesini yıkmak gibi tedbirler.

Bunun felsefesini Marks yapmış, aileyi, milliyeti, devleti ve mülkiyeti inkâr etmiş, sermayeye dayalı sürü psikolojisi ve felsefesiyle halkı yönetme felsefesini getirmiştir.

20. yüzyıla gelindiğinde hiç beklemedikleri şeylerle karşılaştılar.

a)         Önce şu anlaşıldı ki, ilim demek meçhulü meçhulle izah etmektir. İspatsız varsayımları kabul edecek, ondan sonra tümdengelim yoluyla sonuçlara ulaşacak, onları da uygulayarak sonuçları kontrol edeceksiniz. Böylece varsayım olarak doğru kabul ettiğiniz meçhulün doğru anlaşıldığını anlarsınız. Öyleyse ruhsal olayları açıklamak için ruhu varsayım olarak kabul etmek, onu tanımlayıp tümdengelim yaparak sonuçlara varmak ve ona göre olayları açıklamak müsbet ilmin metodu olması gerekir. İşte bunu gizliyorlar. Kim gizliyor? Sermayenin sömürüsündeki tüm Batı uygarlığı, üniversiteleriyle, basın yayınıyla bunları gizliyorlar. Tanrı’yı varsayım olarak kabul edip tüm olayları ona göre açıklamak gerekir. Ancak Tanrı’yı gelişigüzel istediği zaman istediği şeyler yapan bir kimse olarak değil de, İslâm kelamcıların varsayımları tanımlanmış bir Tanrı’yı varsayarak olayları açıklamak gerekir.

b)         Müsbet ilmin getirdikleri kesin bilgilere göre kendiliğinden oluş teorisi iflas etmiştir. Artık ilim dünyasında bundan söz etmek mümkün değildir. Çünkü kâinatın ömrü hesaplanmış, bundan 13.7 milyar yıl önce büyük patlamayla ortaya çıkmıştır. Yer tabakalarının kazılarından canlıların evrimleşerek sonradan bugünkü hâle geldikleri ve onlar için de başlangıcın üç milyar yılı geçmediği kanıtlanmıştır. Darvin’in evrim nazariyesi Tevrat ve Kur’an’ın söylediklerini kanıtlar. Onlar el çabukluğu ile kendilerine delil gösteriyorlar.

c)          İnsanlık tarihine bakıldığı zaman uygarlıkların Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve İslâmiyet ile doğdukları ve geliştikleri artık tamamen anlaşılmış, Tevrat ve İncil’in bildirdikleri ispatlanmış iken, hâlâ bunu gizlemek, ortaya çıkan tarihi gerçekleri saptırarak anlatmaktadırlar. Mısır, Yunan, Roma ve Batı uygarlık olarak ele alınıyor; Hazreti Nuh, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed’in (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) getirdikleri kısımlar okutulmayıp gizleniyor.

d)         Dördüncü olarak Hazreti Nuh peygamberden beri başlayıp gelişen şeriat düzeni insanlığa 5000 yıldır saadet getirmiş, bunların son 500 yıldır oluşturmaya çalıştıkları sahte lâik ve demokratik düzen insanlığı yok oluşa götürmektedir. Toprak, su, hava ve canlı kirlenmekte, ölüm saçmaktadır. Biyolojik, kimyasal, atomik ve tahrip edici silahlar insanlığı barut fıçısına dönüştürmüştür. Tedavi tababeti, zehir tedavisi, kitle imha savaşları, zina serbestliği insan neslini dejenere etmektedir. Yolsuzluk, rüşvet, senet ve silah mafyaları ile yeryüzü yaşanmaz hâle gelmektedir. Bugün artık herkes anlamıştır ki, insanlık doğal hukuk olan şeriat hükümleri dışında, müsbet ilim dışında ortalığı aydınlatacak bir meşale yoktur. Bunu da insanlara İlâhi vahye dayalı kitaplar öğretmiştir. Ama bunlar ketmedilmektedir.

O halde soruların cevabı çok açıktır. “Tebbet Yeda”daki elleri kuruyacak olan sömürü sermayesi, “Ellezîne Yektumuna”da fail olanlardır. Ketmettikleri müsbet ilimlerin Tevrat ve Kur’an’ın getirdiklerini teyit eden delillerdir. Bin sene öncekilere Kur’an başka gizleyenleri göstermiştir. Kur’an onlara onu söylemiştir. Şimdi bize bunu söylüyor, bin sene sonra geleceklere başka şeyler söyleyecektir. Burada önemli olan husus ketmettiler demiyor, ketmederler diyor, geçmişteki ketmedileni de hâl ve gelecekteki ketmedileni bildiriyor. Yani, çağımızı da içine alan bir ifadedir. Bizim için çağımızdaki ketmi haber vermiş oluyor.

مَا أَنزَلْنَا (MAv EaNZaLNAv) 

“İnzâl ettiğimizi ketmederler.”

“Ellezi enzelnâ” demiyor. Marife değil de nekire kullanmaktadır. Yani, inzâl edilen Kur’an veya Tevrat değildir, onun dışında inzâl edilendir. Burada inzâl edilenler nekiredir ama inzâl marifedir. İnzâlin bir türünden bahsedilmektedir. “İNZÂL” nedir? İnzâl, yukarıdan aşağıya inme değildir; bir yere koymadır, yerleştirmedir. “Menzil” konak demektir, gidilen mesafe demektir. İnsanın beynine yerleştirilenlere Kur’an inzâl demektedir.

Eğer bu söz veya yazı ise ona vahiy diyoruz. Eğer mânâ ise ilham diyoruz. Burada yapılan inzâl insanlara verilen bilgidir. Keşiflerdir, bilgilerdir, buluşlardır. Amerika’yı keşfetmemiz onun bize inzâlidir. Televizyonu bulmamız onun bize inzâlidir. Yeraltını kazıyıp oradan tabletler çıkarmamız bize inzâldir. Her türlü bilgi bize inzâl olduğu gibi demiri filizlerden ayırıp onunla silah yapmamız da bize inzâldir.

مِنْ الْبَيِّنَاتِ (MiNa eLBayYiNAvTı) 

“Beyyinelerden ketmediyorlar.”

BEYYİNELER” ilimdir, müsbet ilimdir. Burada dişi kurallı cem/çoğul getirilmiştir.

Bir konuda ilim yaparken takip edilen yol şudur. Önce parça parça bilgiler topluyorsunuz. Bunlar malumat yığınıdır. Önce bunların tasnifi gerekir. Tasnif demek, bilgileri gerekli yerine koymak ve düzenlemek demektir. İşte bu çoğul kalıbı bunu ifade eder. Erkek kurallı çoğul topluluğu ifade eder. Sonra ne yapılır?

Bu kuralları birleştirip tanımlayan ortak kurallar oluşturulur. Bu işleme tümevarım denir. Bunu fıkıhçılar yapmışlardır. Sonra varsayımlara dayanılarak sistem açıklanır. Buna tümdengelim denir. Bilinenleri açıklar, bilinmeyenleri de keşfeder. Siz onlara dayanarak proje hazırlarsınız. Uygularsınız ve beklediğiniz sonuçları elde edersiniz. İşte buna da müsbet ilim denir.

BEYYİNÂT” denmiş olması, tasnifi ve tümevarmak, varsayımları ortaya koymak, tümdengelim yaparak bilinmeyenleri de içeren sistematik bilgiye sahip olmaktır. İşte 20. asırda beyyinâtın bu olduğu bulunmuş, bu usul artık tüm ilim çevrelerinde bilinir hâl almıştır. Şimdi bir konuda araştırma yapılırken böyle varsayımlara varılır. Sistem kurulur. Sonra aynı alanda, mesela fizikte, fıkıhta böyle sistem oluşturulur. Bütün ilimler sonunda birkaç varsayıma dayanarak kâinat açıklanır.

İşte beyyinât, harfi tarifle tanımlanan beyyinât bütün ilimleri topluca ele almadır. Buna felsefe veya hikmet denmektedir. Bunu kelamcılar yapmışlardır. İşte bugün gizledikleri budur. Yani, Allah’a ve âhirete götüren varsayımlarla tüm kâinatı izah edebildiğimiz halde, bu varsayımları bugün kanıtlanmış bulunduğu halde ketmediyorlar ve açıklamıyorlar. Bunu bile bile gizliyorlar.

Birinci varsayım: Her şeyi bilen ve yapabilen şuurlu ve iradesi olan bir varlık vardır, buna Allah diyoruz. Bu zaman ve mekan dışıdır. Vacibul vücuttur. Hep vardır, yok edilemez. Kendiliğinden vardır, O’nu kimse var etmemiştir.

İkinci varsayım: O kendisine muhatap olan varlığının ve gücünün sonucu insanı ve diğer şuurlu varlıkları var etmiştir. Onların var olması, bilmeleri ve yaşamaları için kâinatı var etmiştir. Kâinatı insanlar onu bilebilsinler ve ondan yararlanabilsinler diye var etmiştir, ona göre var etmiştir. İnsan yeni bir şeyi yaratamaz, yaratılanlara yeni bir özellik kazandıramaz, ama yaratılmış olanların özelliklerinden yararlanarak onları kullanır ve yaşar, gelişir.

Üçüncü varsayım: Allah kendisi için bir şeyi yaratmamıştır. Yarattığı şuurlu varlıkların yararlanmaları için var etmiştir. O halde yerde insanlar var olduğu gibi güneşte de canlılar olmalıdır. Ayrıca kâinatta asıl olan bozulmadır. Oysa kâinatta canlılar insanların yaptıkları gibi yapılmış olarak ortaya çıkıyorlar. Demek ki insanların dışında yeryüzünde işler yapan görmediğimiz varlıklar da vardır. Canlılardaki düzenlemeleri onlar yaptılar.

Dördüncü varsayım: Kâinatta boşu boşuna yapılan bir şey yoktur. Her şey bir gayeye matuftur ve düzen içindedir. Ölüm yok olma değildir. Yeni bir hayatın başlaması ve ileri bir hayat için ölüm vardır. Kâinat da ölüme gidiyor. O halde yok olmayacak, aksine daha ileri yeni hayatın düzenlemesine sebep olacaktır.

İşte bu varsayımları kabul ettikten sonra kâinatımızı bütün alanları ve konuları ile çelişkisiz açıklamak mümkün olabilmektedir. İşte bu varsayımlarla kâinat izah edilebildiği halde, sömürücü sermaye bu varsayımları gizlemekte ve Tanrı yoktur, ruh yoktur, öldükten sonra hayat yoktur, insan için çalışıp ölünceye kadar yaşamın dışında bir şey yoktur diyorlar. Baştan çelişki içindedirler. Yokluklar varsayım olamaz, yokluklar tasnif edilemez. Demek ki beyyinâtı gizlemektedirler.

وَالْهُدَى (Va eLHuDAy)  

“Ve hüdayı gizlemektedirler.”

Beyyinât ilimdir, hüda da keşiflerdir, âletlerdir.

İşte sermaye bunu da ‘telif hakkı’ veya ‘patent hakkı’ gibi uydurmalarla ortaya atmakta, insanlığın sanayileşmesini istememektedirler.

Dünyayı sömürmek için kullandıkları araçlar şunlardır.

a) Önce bilgileri gizlemektedirler, bilinenleri telif hakları ile kullandırmamaktadırlar. Böylece insanlığın sömürülmesini sürdürmektedirler.

b) İlkokuldan üniversiteye kadar her tarafta sadece analiz ve tetkikler yapılmakta, tümevarım ve projelendirme işini ise kendi imtiyazında tutmaktadır. Böylece insanlığın gelişmesini önlemeye çalışmaktadır. Kendisi görecek, kendisi bilecek, insanlar ise onun uşağı olacaktır. Projeyi o yapacak, o imal ettirip piyasaya sürecek, insanlar ilkokuldan üniversiteye kadar sadece makineyi kullanacak, parçaları imal edecek şekilde bilgilendiriliyor. Proje üretme sanatı gizli tutuluyor.

c) Bütün sahalarda tekel oluşturmuştur, gümrükler ve vizelerle yeryüzünü paramparça etmiş ve insanların bildiklerini kullandırmamaktadırlar.

d) Sermayeleri ile tüm basın ve yayını tekellerine almakta, insanları işçi durumuna sokarak gereksiz bilgilerle oyalayarak spor, sinema, konser gibi araçlarla insanları uyuşturmaktadırlar.

Hâsılı, sermaye bir taraftan ilmi istismar etmekte, diğer taraftan fiilen insanları dalâlete götürme çabasındadır.

مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ (Min BaGDi MAv BayYanNAVHu) 

“Açıkladığımızın arkasından bunu yaptılar.”

Kur’an şimdi müsbet ilimlerle keşifleri inzâl ile ifade etmektedir. Kur’an için ise “beyan ettiklerimiz” denmektedir. Bu da fıkıh ile yani usûlü fıkha göre oluşmuş açıklamalar ile bilinmedir.

Her ikisi için “biz indirdik, biz beyan ettik” diyor. Demek ki insanların müsbet ilimde yaptıkları ilimler ve teknolojik keşifler kendiliğinden olmamaktadır. Allah onu günü gelince insanlığa bildirmektedir. Ayrıca kitabın usûlüne göre istidlâli ile çözümleri ortaya koymadır. Bunu da Allah yapmış oluyor, bizim içtihat ve icmalarımız bizim icad ettiğimiz değil, Allah’ın bize ilham ettikleridir. Bir bakıma mânâsının vahyidir. Vahiyden farkı, vahiyde hata yoktur. Oysa içtihatta vardır. Hata insanın kendisindendir. Doğrular ise Allah tarafından bildirilmiştir.

Kimse ‘ben bunu keşfettim, ben buldum’ diyemez. Herkes her türlü ilmi doğrudan öğretmek zorundadır. İlim satılamaz. Öğrettiği için kimseye para verilemez. Sadece bilim edindiği için ona müellefeden pay verilebilir. Müşavirlik yaptığı için de bütçeden amilîn faslından pay verilebilir. Patent ve telif hakları yoktur. Bilen kimse bildiğini gizleyemez.

لِلنَّاسِ  (LilNAsSı)  

“Nâs için beyan ettiğimizi gizlerler.”

Burada “nâs için” denmiştir. Yani, fıkıh sadece mü’minleri ilgilendiren hükümleri içermez, bütün insanlığın huzur ve saadetini ilgilendiren hususları içerir. Bütün insanlar için düzen ne olmalıdır?

1.       Düzen İslâmî yani lâik olmalıdır. Kişilerin düşünce ve yaşayışlarına karışmamamız gerekir. Kimse kimseye ‘sen böyle yapacaksın’ diyemez. Anlaşanlar bir araya gelerek ocak ve bucak oluşturur ve yaşarlar. Merkezi yönetimler onların iç işlerine karışamazlar. Kimse başkasının inanç ve düşüncelerine karışamaz, bâtıl da olsa karışamaz, hakaret edemez. Çıkan ihtilaflar hakemler yoluyla çözülür.

2.       Düzen şer’î yani demokrat olmalıdır. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder, kişilerin veya yönetimin baskı yapma yetkisi yoktur. Halk kendi kendisini yönetir.

3.       Düzen hak yani sosyal düzen olmalıdır. Yeryüzü bütün insanların malıdır. Eğer bir yerde bir üretim varsa, buranın kirası insanlığa verilmelidir. Çalışmayanlar bu kiraların payları ile yaşayacaklardır. Buna hakları vardır. Bu düzene ‘hak düzen’ diyoruz. Batılılar bunu ‘sosyal haklar’ olarak ifade etmektedirler.

4.       Adil Düzen yani liberal düzen demektir. Liberallik dengede kalmadır. Dalgalanma olacak, herkes istediği işi yapacak, ürettiği kendisinin olacak, ama tekel oluşturmayacaktır. Denge hep korunacaktır.

İşte Allah insanlar için bu dört esası koymuştur. Bunun korunmasını da hakemlere bırakmıştır. Taraflar birer hakem seçecek ve hakemler baş hakem seçecek, hakemlerin verdiği kararlara uyulacak. Hakem kararlarına uymayanlara karşı ise dayanışma ortaklıkları gerekeni yapacaktır.

 

فِي الْكِتَابِ (FIy elKıTABı) 

“Kitap içinde.”

Burada “KİTAB” marifedir, kastedilen Kur’an’dır. Kitapta açıkladığımız diyor. O da nedir? Kur’an’ın bugün anlaşılan mânâlarıdır. Bu mânâların böyle anlaşılması için Allah şimdi açıklıyor. Kur’an ilk nâzil olduğu zaman Araplara bir şeyler hitap etti. Sonra bir-iki asır geçtikten sonra Kur’an yeniden beyan edildi. Bu beyan fıkıhçıların beyanıdır. Sonra bize âyetle bu beyan tasdik edildi. O zaman üç mezhep doğdu.

Zahiriye Mezhebi: Kur’an Kureyş Arapçası diliyle nâzil olmuştur. Kur’an’dan Kureyşliler ne anlamışlarsa biz de öyle anlayacağız. Dünya düzdür ve duruyor. Bizim başka türlü anlayışımız Kur’an’ı tahriftir.

Batıniye Mezhebi: Bunlar da, Kur’an Allah’ın kelamıdır, Kureyş diliyle olsa da Kureyşliler değil tüm insanlara hitap etmiştir, insanlar ne anlarlarsa Kur’an onu söylemektedir, bu hususta mânâ verecek de velilerdir, ilhamdır diyorlar.

Ehli İçtihat Mezhebi: Bunlar iki görüşü de reddettiler. Kur’an Arapça inmiştir. O halde o günkü Arapçayı bilmemiz gerekir. Bunun için sadece cahiliye şiirlerini, halkın deyimlerini ve Kur’an’ı esas alarak lugat oluşturdular, dil bilgisi oluşturdular. Usûlü Fıkhı oluşturdular. Sünneti de örnek aldılar ve içtihat yaptılar.

Evet, Kur’an her asırda yeniden anlaşılacaktır. Ama Kureyş dilinde ve sünnete muvafık olarak tesbit edilmiş usule göre yorumlanacaktır. Bugün biz de bizim asrımızda Arap dili ve fıkıh usulüne göre müsbet ilmin verilerine dayanarak yeniden yorumlamamız gerekir. Ehli Sünnetin ve Şiilerin görüşü budur. Bu beyan Kur’an’daki beyandır. Şimdi elimizde iki çeşit beyan vardır. Biri müsbet ilimlerle sabit gerçekler. İkincisi Kur’an’ın usûlü fıkıh metodu ile sabit olan hususlar. Bunların ikisini de Allah inzâl etmiş ve beyan etmektedir.

Şimdi dört çeşit sonuçlara vardım.

a)      Muhkem: Müsbet ilimler ile muhkem Kur’anî ilimlerle sabit olanlar. Bunlar kesindir. Muhkem müsbet ilim veya muhkem Kur’anî olamaz. İlmin muhkemlerine aykırı yorum muhkem olamaz. Çünkü Kur’an’daki muhkem âyetlerin neler olduğunu belirlemek işi ilme verilmiştir. Muhkemlik icma ile sabit olur. Böyle birbirini çelen muhkemler olamaz. Yani, Kur’an’ın muhkemleri ile ilmin muhkemleri arasında çelişki olamaz. Kur’an’ın âyet olması da buradan gelmektedir.

b)      Kur’an’da muhkem olanlar, ilimde muhtelif olanlar varsa, Kur’an’daki muhkemler kabul edilir, müsbet ilmin muhkem olmayan sonuçları reddedilir. Kendiliğinden oluş nazariyesi bunun için kabul edilemez.

c)       Kur’an’da ihtilaflı ama müsbet ilimde muhkem hükümler varsa, müsbet ilmin muhkemi ile yapılacak yorum Kur’an için de kesin yorumdur. Dolayısıyla ilmin verilerine uyan içtihatlar benimsenir.

d)      Her ikisinde de ihtilaflı olan yerlerde müçtehidin kendi içtihatları kendisi için delil olur. Zanni hükümlerdir. Hatalı olsa da ameli me’cur olur. Biz samimi isek, araştırmamızda hata yapıyorsak bundan biz değil de bize hata yaptıran sorumlu olmalıdır. O da sorumlu olamayacağına göre hatada sorumluluk yoktur.

أُوْلَئِكَ يَلْعَنُهُمْ اللَّهُ (EuLAEıKa YaLGaNuHuMu elLAvHu)  

“Onlar Allah’ın lânet ettikleridir.”

Lânet etmek” dışlamaktır. Allah onları dışlar. Allah’ın halifesi olan topluluklar onları dışlar. Yani, artık bunların yaptığı içtihatlar yürürlükte olmaz. Mü’minler onları korumazlar. Devletin himayesinde değildirler. Bunların içtihatları resmi gazetelerde yayınlanmaz. Bunların içtihatları ile yapılan sözleşmeler mahkemelerce mesmu’ olmaz (yani dinlenmez).

Mesela, eğer Türkiye Fransa’yı tanımışsa, Fransız kanunlarına göre yapılan sözleşmeleri korur; ama tanımamışsa, Kıbrıs Rum kesiminin kararlarına göre yapılan sözleşmeleri Türk mahkemeleri meşru saymaz. Allah’ın lâneti budur.

وَيَلْعَنُهُمْ اللَّاعِنُونَ(159)  (Va YaLGaNuHuMu elLAGIyNUNa) 

“Ve lânet edenler de onlara lânet edeceklerdir (yahut ederler).”

Allah’ın lâneti insanlığın lânetidir. Bu şekilde hakkı gizleyenler Allah tarafından dışlanmıştır. Onların içtihatları geçerli olmaz. Bunu şöyle açıklayacağız.

Amelî içtihatlar kişiler tarafından yapılır ve uygulanır. Sorumluluk da dünyada mahkemelere karşıdır, âhirette ise Allah’a karşıdır. Aşirette amelî ve istişarî içtihatlar vardır. İcma ise bucakta başlar. Ehli zikr olanlar yani orta ehliyetli olanlar içtihat ehlidir. Yani, her orta ehliyetli içtihatlarını yapar ve kendisine göre bir fıkıh oluşturur, bir hukuk oluşturur. Oluşturulan bu fıkıh veya hukuk bucak başkanı tarafından ilân edilir. Resmen yayınlanır. İnternette yayınlaması bile yeterlidir. Sonra bucak halkından isteyenler bu ehli zikirden birisine tâbi olur, onun içtihatları ile amel eder. Ehli zikir olmayanlar bunlara tâbi olmak durumundadır.

Aynı ehli zikre tâbi olanlar dayanışma ortaklığını da kurmuş demektir. İçtihat hatasından bir zarar doğarsa, bunlar aralarında bölüşerek öderler. Sonra bir bucakta ehli zikir olanların ittifak ettiği içtihatlar o bucağın icması hâline gelir. O bucakta o konuda artık aksi içtihatlar geçersizdir. Kişiler kendi yeni içtihatlarına değil, kendilerinden daha önce yapılan içtihatlara uymak zorundadırlar.

İçtihat ehli olanlar aynı zamanda icma ehlidirler.

Lânetlenmek” yani dışlanmak demek, bucakta içtihat ehli olarak kabul edilmemek demektir. Yani, onların içtihatları artık resmi gazetelerde veya internette yayınlanmaz, içtihatlarına uyanlar dayanışma içinde olamazlar. İcmaa dahil değildirler. Onların muhalefeti icmanın oluşmasını önlemez. Başka bir ifade ile onlardan ehli zikir ehliyeti alınmış olur. Bu da iki şekilde yapılır.

1) Böyle bile bile gizlediği sabit olan bir kimse aleyhine dava açılır. Hakemler kararı ile onun gerçekleri gizlediği sabit olur. Bu Allah’ın lânetidir.

2) Ondan sonra, diğer ehli zikir olanlar mahkemenin bu kararını adil bulup uyarlar. Böylece artık lânet edilmiş olur. Hakemlerin kararlarına karşı hakemlere gidilebilir. Ancak oranın ehli zikir olanları da onun mel’un olduğunda ittifak ederlerse, artık onun mel’unluğunun iadesi için hakemlere gidilemez.

İlin merkez bucağında ehli zikir yerine oraya temsilen gelmiş olan yüze yakın fakihlerin yüksek ehliyetli olanların icma ve ittifakları geçerlidir. Ehli zikir olanlar bunların ittifaklarına muhalefet edemezler. Ama ettikleri takdirde yerinden yönetim olduğu için merkez karışamaz. Ancak bucak icmalarına karşı il hakemlerine gidilerek bucak icmalarının il icmalarına aykırı olmaması için dava açılabilir. Bu bucak icmasının lânetlenmesi için il fakihleri ittifak ederlerse, artık hakem kararlarına karşı hakemlere gidilemez. Yani, bucaklardaki ehli zikrin kararları il icmalarına muhalif olabilir. Ama bucakların icmaları il icmalarına aykırı olamaz.

Benzer şekilde hükümler devlet icmaları için de geçerlidir. Ülke müçtehitleri rasihlerdir. Bunlar devlet merkez bucağını oluştururlar. İl icmaları ülke icmalarına muhalif olamaz. Ama ilde fakih içtihatları il icma etmemişse ülke icmalarına muhalif olabilir. Bu da illerin bağımsızlığından doğmaktadır. İnsanlık meclisi Mekke’deki meclistir. Bunlar ülke dayanışma ortaklık başkanlarının atadıkları ilim adamlarından oluşur. Bunların icmaları sadece insanlık merkez bucaklarını bağlar. Ülke icmaları bunların icmalarına muhalif olabilir.

Eğer tüm ülkelerin rasihleri ittifak ederlerse o bütün insanlığı bağlar ve ancak böyle bir ittifakla bu icma icmalıktan çıkar. Demek ki Allah’ın lâneti hakemlerin kararıdır. Lânet edenler ise icma ile sabit olan lânettir. “Ve” harfi ile geldiği için kesinlikle ikisinin birlikte olması gerekmektedir.   

Bu husus “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer almamıştır. Geçirmelisiniz.

İlçelerdeki hakem kararlarında, bilhassa örfün tesbitinde bu usul geçerli olmalıdır.

إِلَّا (EilLAv)  

“Ancak”

İstisna edatıdır. Dışlamanın usulünü koyduktan sonra şimdi de dışlamanın nasıl kaldırılacağını da koymaktadır. İstisnaya kıyas yapılamaz. Yani, ancak aşağıdaki şartlarla lânetlik kalkabilir. Eğer “Fa” ile getirseydi istisna olmaz, genel hüküm olurdu. Eğer “Va” ile gelseydi kıyas yapılabilen istisna olurdu. İlk usulcüler tarafından belirtilmeyen, usul kitaplarına geçmeyen kurallar vardır. Müstesna aleyhe kıyas olmaz demişlerdir. Ama “İLL”nın usuldeki yerinde bunu tasrih etmemişlerdir. Biz bu tefsirde böyle bazı kaideleri kullandık. Bunlardan birkaç tanesini saymamda yarar vardır.

a)      Erkek kurallı çoğullar topluluğu, dişi kurallı çoğullar sistemi ifade eder. Erkek çoğulların en azı 10’dur. Dişi kurallı çoğulların en azı iki çifttir. 8, 16 olabilir.

b)      Allah’ın sıfatları nekire gelirse bu hükümler devleti de bağlar.

c)       İstisnaya kıyas yapılmaz, “Va”de kıyasla genişler, “Fa”de ise genel hüküm nassla sabit olur.

d)      Harfi tarifle gelen isimler bir emri içeriyorsa onun sosyal bir kurumunu insanlar kendi icma ve içtihatları ile kurmalıdırlar. “Va Tudlû Bihâ İle’l-Hukkami” derken, burada bir hakemler heyeti olduğu anlaşılıyor. “Hukkamin” olsaydı bu mânâ verilemezdi.

Bizim tefsirlerde buna benzer kurallar kullandık. Sizler bunları bir araya getirip usul kitaplarına yerleştirebilirsiniz. Bu kurallar ileride tartışılır, yanlışlıkları ayıklanır, eksiklikleri tamamlanır.

***

الَّذِينَ تَابُوا (elLaÜIyNa TAvBUu)  

“Sadece tevbe etmiş olan kimseler.”

“Men Tâbe” demiyor da, “Ellezîne Tâbû” deniyor.

Gizleyenler bir topluluktur. Tevbe edecekler de bir topluluktur. Yani, topluluk içinde bir kimsenin tevbe etmesi yeterli değildir. O topluluktan ayrılmadıkça, o topluluğun bu gizlemesine müsaade ettikçe, onun da tevbesi kabul olunmaz. Yani, o da içtihat ehli olmaz. Toplulukların icma ehli olmasının mânâsı nedir?

Mezhepler içinde de icma vardır. Her dayanışma ortaklığı içindeki ulema bir konuda ittifak etmişlerse, o mezhebe mensup olanlar onun dışında içtihatta bulunamazlar. Dayanışma ortaklığı yani mezhep her zaman değiştirilebilir. Ama mezhep icmalarına o mezhep içinde muhalefet edilemez. Bunun anlamı nedir?

Sözleşmeler bir bütündür. Siz bir sözleşme yaptığınız zaman içinde her şeyi yazmazsınız. Sonunda bir hüküm koyarsınız. “Bu mukavelede geçmeyen hususlarda kooperatif ana sözleşmesi geçerlidir.” dersiniz. “Kooperatif ana sözleşmesinde, bu sözleşmede geçerli olmayan hususlardaki hüküm Kooperatifler Kanunu hükümleri uygulanır. Kooperatifler kanununda da bu kanunda geçmeyen hususlarda Türk Ticaret Kanunu geçerlidir.” denir. Türk Ticaret Kanunu’nda da yazılıdır. Ticaret Kanunu Medeni Kanun’a atıf yapar. Medeni Kanun anayasanın kuralları içinde geçerlidir. Anayasa hükümleri hukuk ilminin sonuçları içinde geçerlidir.

Görülüyor ki, sözleşmeler bir bütündür. Eğer bir toplulukta bütün mezheplerin icmaları da birleşirse, o topluluğun icmaı olur. Bunun gibi bir ilin bucaklarının icmaları icma etmişse, o ilin icmaı olur. İllerin icmaları birleşmişse,o ülke icmaı olur. Ülkelerin icmalar birleşmişse, insanlık icmaları olur. İl içinde bir bucak lânetlenmiş yani dışlanmış olabilir. O zaman onun tevbesi de aksi icmaları olacaktır. “Tevbe ederlerse” diyor.

 

وَأَصْلَحُوا (Va EaÖLaXUv)  

“Ve ıslah ederlerse.”

Yani, kendi içtihat ve icmalarını topluluğun icma ve içtihatlarına uygun hâle getirirlerse.

Burada içtihat ve icmalara karşı açılacak davalarda, hükümlerin topluluğun hükümlerine aykırı olduğu, düzeni bozucu olduğu da sabit olursa, icma olmasa da onlar dışlanabilir.

Bir misal verecek olursak, diyelim ki bir bucakta zinanın suç olduğu kabul edilmiyor, zina serbest bırakılıyor. Bu hususta her ülke veya il çapında icma da oluşmamış. Ama zina yalnız o bucak halkının ailesini bozmaz, o bucağa gelecek diğer bucak halklarının da zani olmasına imkan vereceği için diğer bucakların aile müessesesini de ifsat eder. O halde bu hususta açılacak davaya hakemler zina serbestliğini içeren hükümleri iptal ederler. Israr eden bucak lânetlenmiş olur. Ama tevbe ederse ve kendi mevzuatını ıslah ederse, o zaman lânetlik kaldırılır. Bu sebepledir ki “ESLİHÛ” deniyor. Yani, mevzuatı ıslah edip salih hâle getirirlerse demek olur.

 

وَبَيَّنُوا (Va BayYaNUv) 

“Ve beyan ederlerse.”

Yani, lânetlenme mevzuatın salih olmayışından, icmalara aykırı oluşundan olabildiği gibi; gerçekleri gizlemek, ilme karşı inat etmek için de dışlanma mümkün olacaktır.

Tevbe ise hakemler kararı ile olacaktır; hem salih icmaları ortaya koymalıdırlar, hem de ilmî gerçekleri göre göre inkâr etmemelidirler. Tevbenin şartı olarak gerçekleri beyan etmeleri olacaktır.

 

فَأُوْلَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ (Fa EuLAEıKa EaTUvBu GaLayHiM)  

“İşte ben onlara tevbe ederim.”

Yani, hakemler onların tevbelerini kabul edip üzerlerinden lânet hükmünü kaldırıp tekrar ehli içtihat ve ehli icma hâline gelirler. Şimdi Allah’ın tevbeyi kabul etmesi veya cezalandırması üç şekilde olur.

a)         Mahkemelerin karar almaları, ceza verilmesi veya cezanın kaldırılması Allah’ın cezalandırması veya affıdır. Mahkemeler hakemlerden oluşmalıdır. Hukuki bakımdan Allah’ın hükmü budur.

b)         Allah bir de insanı dünyada kendi kanunları içinde cezalandırır veya mükafatlandırır. Sigara içen hasta olur. Saldırana mukabele edilir. İbadet eden sağlıklı olur. Bunlar Allah’ın dünyadaki cezalarıdır. Mükafatlardır.

c)         Bir de Allah âhirette insanları bir araya getirip amel defterlerine göre muhakeme ederek onları cezalandırması veya mükafatlandırması şeklinde olur.

Kur’an’a sosyal bakımdan mânâ verirken birinci gruptaki cezalandırma veya mükafatlandırma esas alınır. Bizim tefsirimizin konusu budur. Diğer tefsirler ise tasavvufun veya kelamın konusudur. Şüphesiz ki onların yorumları en az bizim yorumlar kadar doğrudur. Belki öncelik onlardadır. Çünkü daha evvelinde müfessirler öyle yorumladılar. Demek onların önceliği vardır. Bunun bilinmesi ve unutulmaması gerekir. Yoksa dünyaya dalar ve âhireti unuturuz, sonra hesap veremeyiz.  

 

وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (Va EaNa elTaVVABu elRAXIYMi) 

“Rahim olan tevvab benim.”

RAHİM” sıfatı kullanılmıştır. Cezada ve lânette gaye intikam değildir, caydırmadır. Böyle olunca da af tarafı galiptir. Yani, hakemler karar verirken tevbe tarafını daima tercih etmeye çalışırlar. Beraatı zimmet asıldır hükmü bu âyetten istidlâl edilir. “Ben de tevvabım” demekle, artık lânet edenlerin tevbelere karışma yetkileri yoktur. Lânetlenmek için mahkeme kararı gerekir ve onların alimlerinin ittifakı gerekir. Ama tevbede yalnız hakem kararı yeterlidir. Ayrıca diğer müçtehitlerin icmaına gerek yoktur. Bu da önemli bir kuraldır. Bunun başka bir hükmü de icmalara karşı da hakemlere gidilebileceğidir. Yani, anayasanın hükümlerine karşı da dava açılabilir. Ancak dava hakemlerin nezdinde açılmalıdır. Yoksa hakimler devleti oluşur. Biz icmalara karşı davanın açılıp açılamayacağı hususunda tereddüt etmiş, kısas ile bunu anayasamızda geçerli hüküm yapmıştık.

Görülüyor ki, kıyasımız burada nassla teyid ediliyor. Siz de bir sözleşme hazırlarken kıyas ve istihsanlara dayanacaksınız, ama sonra Kur’an’da sizi teyit eden hükümler bulacaksınız. Bazen de kendinizi düzeltmeniz gerekir. Kendinizin içtihat ehli olup olmadığınızı kendiniz kontrol edersiniz. Eğer kıyas ve istihsanlarınız Kur’an’la teyit ediliyorsa, demek ki artık siz içtihat ehli oldunuz demektir. Ama teyid eden âyetler yoksa veya aksi âyetler sıralanıyorsa, işte o zaman daha çalışmanız gerekir demek olur.

 

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا (EinNa elLAÜIyNa KaFARUv) 

“Küfretmiş olan kimseler.”

Burada ilmin ve kitabın ortaya koyduğu ispatlanmış hükümleri göz göre göre saklayanların ve izleyenlerin kâfir oldukları ifade edilmektedir. Bunun için “Ve” harfi getirilmemiştir. Çünkü önceki âyetin bir yorumudur ve kemali ittisal vardır. Zaten küfrü bile bile hakkı gizlemek şeklinde tanımlamış oluyordu.

Cizye vermeyenlere hukukta kâfir diyoruz. Saldırmıyoruz ama onları korumuyoruz. İmandan irtidat edeni göç etmezse öldürürüz, ama İslâm’dan irtidat edeni yani cizye vermekten kaçınanı öldürmüyoruz, kendi hâlinde bırakıyoruz, sadece mallarını korumuyoruz. Yani, bir şeyi çalınsa biz onun davasını dinlemeyiz. Ama ona birisi saldırsa biz onu koruruz. Ülkemizdeki kâfirlerin de can emniyetleri vardır.

Bunlar da “Adil Düzen Anayasası”nda tasrih edilmemiştir. Bu âyetlerden istidlâl ediyoruz.

وَمَاتُوا  (VaMAvTUv)  “Ve mevt ettiler.”

Yani, kâfir olarak öldüler. Bu ölme kişiler için geçerli olduğu gibi topluluklar için de geçerlidir.

Bir sitenin işgal edilip dağıtılması o sitenin ölümüdür. Dayanışma ortaklıklarının dağılması da o topluluğun ölümüdür. Sayıları yeter sayıdan aşağı düştüğü zaman artık o topluluk ölmüştür.

وَهُمْ كُفَّارٌ  (Va HuM KufFARun)  “Onlar kâfirler iken ölmüşlerdir.”

Yani, hakikatleri bile bile gizlerken ölmüşlerdir.

Batı uygarlığını elinde tutan, dünyayı bile bile ifsat eden sömürü sermayesi sahipleri tasvir edilmektedir. Bucak, il ve ülkeler için, âkileler için de bu hükümler geçerlidir.

Sömürü sermayesi dağılacaktır. Masonlar teşkilatı dağılacaktır. CIA ve bunlarla işbirlikçi olan gizli istihbarat örgütleri dağılacaktır. Mafyanın ve terörün kökü kurutulacaktır. Sovyetler nasıl dağılmışsa, ABD de aynı şekilde dağılacaktır. Çin de sosyalizmdir ama onlar devam ettiriyorlar. Çünkü onların dünyayı istila etmeleri yoktur. Kendi içlerinde sosyalisttirler.

أُوْلَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ (EuLAvEiKa GaLayHiM LaGNaTu elLAHi)  

“Allah’ın lâneti onların üzerindedir.”

Bunlar hakemler tarafından lânetleneceklerdir. Yani, mahkemelerde bunların davaları dinlenmeyecektir.

Bu sömürü sermayesi ve masonlar ıslah olmaz, kâfir olarak dağılırlarsa, onların hakları dinlenmeyecektir. Mahkemelerde dava açamayacaklar. Onların vârisleri hiçbir şey iddia edemeyecekler. Yani, bunların malları ganimet olacaktır. Saltanatları yıkılacak ve korunmayacaktır. Tevbe etmişlerse, faizden vazgeçmiş, zinadan tevbe etmiş iseler onların malları korunacaktır.

Böylece Yahudilerin ABD’deki sermaye merkezine haber veriyoruz. Dünyada ve Türkiye’deki mason merkezlerine haber veriyoruz. Mafya teşkilatına haber veriyoruz. Gizli örgütlere haber veriyoruz: “Adil Düzen” iktidara geldiğinde sizin canlarınıza dokunulmayacaktır. Ama mallarınızın korunmasını istiyorsanız, şimdiden tevbe ediniz, insanlığın fitnesine onları kullanmayınız, o şebekeden çözülünüz.

وَالْمَلَائِكَةِ (Va eLMaLAEıKaTü)  “Meleklerin de lâneti vardır.”

Yani, kamu görevlileri de lânet etmektedirler. Yani, bu kâfirler hakemlere başvurup haklarını isteyemeyecekleri gibi, yani dava açamayacakları gibi, bunlar görevlilere başvurup haklarını talep edemezler. Ancak bu lânetlenme mallardaki hukuk üzerindedir.

Canlarının hususunda ise her zaman başvurarak kendilerinin korunmasını isteyebilirler. Ancak müşriklerin canları da korunmaz. Fakat ülke içinde iseler, müşrikliklerine mahkememizin karar vermesi gerekir. Bu kararın geçerliliği de ikinci kararla durdurulabilir. Her yıl yenilenmesi gerekir.

وَالنَّاسِ (Va elNAvSı)  “Nâsın da lâneti vardır.”

Mahkemeler dışlayacak, görevliler dışlayacak, halk da dışlayacak. Onlara uygulanacak ceza bu olacaktır. İnkılâp olunca devri sabık yaratılacak mıdır?

Adnan Menderes ‘devri sabık yaratmayacağız’ dedi. Ama ondan sonra Halk Partisi’nden mallarını aldı. Bu hatalı idi. Çünkü Halk Partisi tevbe etmiş ve iktidarı devretmişti. Dolayısıyla malları da korunacaktı. Ama Demokrat Parti için aynı şey söylenemez. Onlar devretmediler, zorla ellerinden alındı. Onların mal varlıklarına el konabilirdi. Canları emniyette olmalı idi. Oysa onların canlarına da dokundular.

Bu âyet bize “Adil Düzen” geldiği zaman ne yapacağımızı ortaya koymaktadır.

İktidar olmadan önce bizim yanımıza geçenlerin hukukunu koruyacağız. Eskiden haksız da olsa kazandıklarını ellerine bırakacağız, tevbe edip ıslah olur ve beyanda bulunurlarsa, eski müktesebatlarına dokunmayacağız. Hattâ, işlenmiş bütün suçları beyan ederlerse, onların cezası da verilmeyecektir.

Mesela, gizli istihbarat örgütü Susurluk’ta olduğu gibi suç işlemiş olabilir. Doğru beyan vermeleri şartı ile o suçların cezası verilemez. Sivas olayları ve diğer faili meçhul cinayetler için durum budur. PKK destekçileri için bile söylenebilir. Beyan doğru olmalıdır.

Abdullah Öcalan bu işlere nasıl başladığını, ne yaptığını, kimlerden destek aldığını ortaya koyarsa, biz bilsek ki bu hangi gizli örgütün desteğidir, onu cezalandırmayız. Çünkü suç zulüm düzeninde işlenmiştir. Gizlerse, tevbe etmezse, müruru zaman geçmiş olduğu için cezalandırtamayız. Onları dışlarız.

أَجْمَعِينَ (EaCMaGıYNa)  “Cem olarak. Birlikte.”

Buradaki ecmain sıfatı nâsın olabilir. Yani, bütün insanlar birlikte veya mahkemeler, görevliler ve nâs birlikte anlamı çıkmaktadır. O zaman nâstaki harfi tarif istiğrak için değil de ahd için olur. Yani, dışlamalar birlikte olacak, mahkeme kararlarına dayanacak, görevliler ve insanlar birlikte bu kararlara uyacaklardır.

خَالِدِينَ فِيهَا (PavLıDIyNa FıyHAv)  “Orada hâliddirler.”

Yukarıda vermiş olduğumuz mânâyı bu dünyada olan olaylar için geçerli saydık. Çünkü bütün nâsın âhiretteki lânetini mânâlandırmak zor, orada lânetlerin uygulamasını açıklamak zordur. Âyet müteşabih olarak kalır. Buradaki bu kaydı “HÂLİD” kelimesi ile yorumladığımız zaman âhireti düşünmemiz gerekmektedir. 

Sonra burada “” zamiri gönderilmiştir. Bu zamirle lânet içinde kalırlar deniyor. Yani, böyle ölmüş olan kimselerin itibarları iade edilemez. Vârisler için tevbe ve ibra kabul edilemez. Küffar olarak ölenler artık lânet içinde olacaklardır. Bu açıklama uzak bir açıklama değildir.

لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ الْعَذَابُ  (LAv YuPafFaFu GaNHUMu eLGaJAvBu)  

“Onlardan azab tahfif edilmez.”

Ölülere azap bu dünyada olamayacağına göre burada kastedilen âhiret azabı olacaktır. Bunların bu dünyadaki azapları bitmeyecektir. Öldükten sonra da azap çekecekler anlamı çıkar.

وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ (Va LAv HuM YuNJaRUNa)  “Onlara mühlet de verilmez.”

Kur’an’da âhirette mühletin verilmeyeceği belirtilmektedir. Biz şimdi bu hususları yorumlamıyoruz. Cehennemde mühlet de verilmez deniyor. Bundan çıkaracağımız çok dersler vardır. Suçlunun muhakemesi hemen yapılır ve infaz da gerçekleşir. Sürüncemede bırakılamaz. Çünkü suçlu dolaşmak da  bir azaptır ve zulümdür. Allah cehennemde mühlet vermeyecek, azabını uzatmayacaktır.

Birden cezalarını çektirip oradan çıkarmak veya orada  azapsız hayata başlatma edası burada bildiriliyor. Ceza uygulamasında da bu hususlara dikkat edilmelidir.

وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ  (Va EıLAHuKuM EiLAvHun VAPıDun)  “Ve ilâhınız vahid ilâhtır.”

VAHİD” demek bir mânâsındadır. Aynı zamanda birleştirici demektir.

Yani, şunu bilmeliyiz ki Allah tek ilâhtır. Kötülerin de, iyilerin de ilâhıdır, sermayenin de ilâhıdır, sosyalistlerin de ilâhıdır, dinsizlerin de ilâhıdır. İnsanları birleştiren bir ilâhtır.

Cennet ve cehennemdeki insanlar arasında bile birlik sözkonusudur. Cennettekiler ile cehennemdekiler de görüşeceklerdir. Sonra âhiretin âhiretinde birleşeceklerdir. Onlar oranın cennetine geleceklerdir. İnsanların saadeti birlik içinde olacaktır. Dünyada cemaatleşme vardır. Âhiretteki de bu cemaatleşmedir.

لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ (LAv ELAHa EiLAv  HuVa)  “Kendisinden başka ilâh yoktur.”

Yani, bütün  bunların tek tanrısıdır.

Sermaye sömürüsü diyoruz, ancak sermaye sömürüsü olmasaydı, sermaye terakümü olmazdı. Sermaye terakümü olmayınca da bugünkü uygarlık doğmazdı. Bugün cep telefonumuzla uzaklardakilerle görüşüyoruz. İşte bilgisayarda yazıyoruz. İnternetle her türlü bilgi alabiliyoruz. Birkaç saat sonra Amerika’da oluyoruz. Gecemiz aydınlanmış, gündüz gibi olmuş. Bu nimetlere sömürü sayesinde ulaşılmıştır.

Allah böyle takdir etmiş, şimdi sermaye terakümüne gerek kalmamıştır. Çünkü kâğıt para bulunmuştur.

Devlet oldunuz mu sermayeniz kendiliğinden vardır. Eskiden sermaye ile devlet olunuyordu. Şimdi devlet olunca paranız oluyor. Sermayeniz kendiliğinden var oluyor. Şimdi sömürme ve sömürülme artık zulüm hâline gelmiştir. İhtiyaç yoktur. Bununla beraber kimsenin kimseyi suçlamaya yetkisi yoktur.

Başkalarına düşmanlık yapacağımıza kendimiz Allah’ın rızasını kazanarak cehenneme gitmeden cennete gidelim. Milyarları bulacak yılların acısını çekmeyelim.

الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ(163) (elRaXMAvNu elRaXIyMu) 

“Rahmân ve Rahîm Allah’tan başka ilâh yoktur.”

Burada “RAHMÂN” ve “RAHÎM” sıfatları ile zikretti. Allah’ın azabı da rahmettir. Sömürülmemiz de rahmettir. O sömürme sayesinde birçok nimetlerin içinde yaşıyoruz. Dünyada çektiğimiz azap bizim derecemizi yükseltmiştir. Sabrımızla O’na daha çok yaklaşıyoruz. Âhiret azabı da rahmettir. Onların da dereceleri yükselecektir. Böylece Kur’an İsrail oğullarını anlattıktan sonra İsrail oğullarının bugünkü ileri gelenlerinin durumları hakkında da bilgi vermiştir. “Adil Düzen”e katılanların yüceliklerini koruyacaklarını ama katılmayanların ise lânetleneceklerini bildirmiştir. Âhirette de azap içinde olacaklarını anlatmıştır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-385 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-215  İstanbul, 02 Aralık 2006

 

PAPA TÜRKİYE’YE NEDEN GELİYOR?

İnsanlar başlangıçta göçebe hayatı yaşıyor, peygamberler kitap getirmiyor, kabileler sünnetle yönetiliyor. Sonra, bundan 5300 sene önce Hazreti Nuh Peygamber geldi ve insanlara sünneti yazılı hâle getirdi. Uygarlık doğdu. Bu uygarlığın etkisiyle Mısır’da Firavunların uygarlığı doğdu. Hazreti Musa geldi, Allah’tan aldığı kitabı insanlara tebliğ etti. Artık anayasa düzeni doğmuştu. Bundan yararlanan Yunanlılar kendi lâik uygarlıklarını kurdular. Kıbrıslı bir Yahudi olan Zenon bunlara Tevrat’ı lâikleştirerek öğretti. Romalılar bundan çok yararlandılar ve tüm Akdeniz’e hakim oldular.

Hazreti İsa işte bunların zamanında dünyaya geldi. Onun görevi Tevrat’ı beşerileştirmek ve tüm dünyaya yamaktı. Hıristiyanlar başlangıçta 300 yıl çok zulüm gördüler. Yeraltında yaşamak zorunda kaldılar. Sonunda Roma Hıristiyanlığı devlet dini yaptı. Bizans’ta devlete bağlı din modeli sürüp gitti. Sonra Osmanlılar, daha sonra da Cumhuriyet dönemi o metodu benimsediğinde sistem devam etti.

Batı Roma İmparatorluğu’nda ise beklenmedik bir olay oldu. Cermenler Roma’ya girdiler ve imparatorluğu yıktılar ama kendileri Hıristiyan oldular. Böylece yeni bir yönetim modeli doğdu. Siyasi bakımdan imparatorluk parçalandı ama dini bakımdan çoğalarak gelişti. Yaklaşık olarak Papalık 1000 yıl Avrupa’yı yönetti. Doğu ve batı imparatorluklarının gücü ile tüm Akdeniz havzasını Hıristiyan yapmışlardır.

Doğu Roma imparatorluğu yıkıldı ama Ortodoks kilisesi Cumhuriyete kadar haşmetiyle devam etti. Batıda ise sermaye kiliseye karşı savaş açtı. Önce kilise ile bir olan derebeylerini yıktı. Ulusal dinler icat etti. Sonra krallıkları yıktı. Sonra demokrasiyi yıktı, diktatörlükler icat etti. Şimdi onlar da yıkıldılar. Düzen boşluktadır.

Buhar gemilerinin bulunması ve barutun yaygınlaşması ile sermaye denizaşırı ülkelere yayıldı. Katoliklik zayıfladı. Avrupa dinsizliğe gitti. Ama sermaye dünyaya bir şey götürmek zorunda olduğu için alternatif olarak Protestanlığı dünyaya yaydı. Bu sayede Hıristiyanlık iki defa büyük genişlemeye uğradı. Birincisinde imparatorlar, diğerinde sömürü sermayesi bunu geçekleştirdi.

Bununla beraber tarihi birikimi ile Papalık varlığını korudu. II Jean Paul ömrü ve sabrı ile kiliseyi yine etkin hâle getirdi. Bugün kilise fiilen dünyanın en etkin kuruluşudur. Gittikçe etkisini artırmaktadır. Kur’an’da Hazreti İsa’ya tâbi olanların kıyamete kadar galip gelecekleri yazılıdır. Ona tâbi olanlar Hıristiyanlarla Müslümanlardır. Kur’an’ın bu buyruğu hep geçerli olmuştur.

Bizim temennimiz nedir?

a)       Hıristiyanlar ve diğer dinler artık kitaplarını müsbet ilmin verilerine göre yorumlasınlar. Müsbet ilme aykırı sonradan uydurma görüşlerini terk etsinler.

b)      Diğer İbrahimî dinlerle yani Yahudilik, Müslümanlık, Budistlik ve Brahmanizm ile diyalogları ileri götürsünler.

c)       Dinlerarası diyalogla bütün dinler arasında dayanışma oluşsun. Beş yüz senedir dinlere musallat olan dinsizlik ve ahlâksızlıkla birlikte mücadele etsinler. Kendi aralarında barış, düşmanlara karşı dayanışma; artık bunun günü gelmiştir. Bunu başlatmak Papa’ya düşer. Çünkü Hıristiyan âlemi hem güçlüdür, hem de kalabalıktır.

d)      En önemlisi, dinler arası diyalog ile oluşacak ilmî heyet insanlığı bugünkü çıkmazdan kurtaracak bir düzen geliştirmelidir. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” üzerinde Papa durmalıdır.

Papa Türkiye’ye neden geliyor? Papalık şu hedefleri istihdaf etmektedir.

a)      Tüm Hıristiyanları Papalık şemsiyesi altında toplamayı istihdaf ediyor. Almanya’ya giderek Protestanları bu şemsiye altına çağırdı. Şimdi Türkiye’ye geliyor, Ortodoksları çağırıyor.

b)      Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalogu tesis etmek istiyor. Bunun birkaç nedeni vardır? Bin yıllık tarih İslâm-Hıristiyan savaşları ile yazıldı. Bunu ortadan kaldırmak istiyor. Müslümanlar Hıristiyanlardan sonra en çok nüfusa sahiptir. Asrımızın sorunları yalnız Kur’an’la çözülür, Papalık bunu bilmektedir.

c)      Avrupa Birliği demek, Katolik Birliği demektir. Türkiye’yi Protestanlar yani ABD’liler yanına alırsa, İslamiyet’le diyalogu o mezhep kurar ve bu da Katolikliğin kabuğuna çekilmesini doğurur.

d)      Papa’nın başka bir hedefi de, Türkiye’yi Bizans’ın vârisi olarak görmesidir. Roma ve İstanbul el ele vererek insanlığı hidayete erdirebilir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-385 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-215  İstanbul, 02 Aralık 2006

 

“ADİL DÜZEN”DE SOSYAL GÜVENLİK

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu konu anlatılmıştır, ancak bazı eksik noktaları vardır. Tamamlanması için bugün bu konuyu ele alıyorum.

1-     “Adil Düzen”de kadın olsun, erkek olsun, çocuk olsun, yaşlı olsun herkesin yaşama hakkı vardır. Bu hak insan olmaktan doğar ve yeryüzündeki ortaklığın kira payı olarak bu ona verilir. Önce bu pay çalışamayan veya çalışmayanlara verilir. Çalışanlara kredi verilir. Onlar paylarını işyerlerinden almış olurlar. Bu maaş iki çeşittir.

a)          Küçüklere veya küçüklükten sakat olanlara verilir. Devlet içinde ve il içinde eşit olarak bölüştürülüp dağıtılır. Bunlara bakmayı tekeffül eden kimselere verilir. Onlar bunları yetimlere harcarlar.

b)          Yaşlılara veya sonradan sakat kalanlara, hasta olanlara veya çalışmak istemeyenlere bölüştürülür. Bedeni hizmete ihtiyaçları yoksa kendilerine, varsa bakan kimselere verilir.

2-     “Adil Düzen”de kadın olsun erkek olsun herkesin faizsiz çalışma kredisi vardır. Bu para işçiye ödenir ve işveren borçlandırılır. Bu kredi alanlar o gün için yaşlılık payını almazlar. Böylece çalışanların ikinci sosyal paraları vardır. Buna “çalışma sosyal payı” diyoruz. Çalışma sosyal payının hesabı aşağıdaki kriterlere göre yapılır.

a)          Kişinin mesleki derecesine göre kredi verilir ve bununla emekli yapılır.

b)          Çalıştığı saatlere göre, daha doğrusu yaşama sosyal güvenlik payını almadığı günlere göre değerlendirilir.

Bu kredi kadın ve erkekler için aynıdır. Ancak kadın çalışmadığı zaman bu krediyi ancak evli ise alabilir. Evli olmayan kadınlar bu krediyi alamazlar. Eğer bir kadının evli iken kocası ölmüşse, bir daha evlenmese de bu payı alır.

“Adil Düzen”de sosyal güvenlik iki bakımdan ele alınır.

a)                      Bedeni hizmete ihtiyacı olanlara bu hizmeti vermek gerekir. Bu hizmeti yüklenmek kadınlara aittir. Kadınlara bu hizmeti kadın yakınları verir. Çocuklara anneleri, yoksa anneanneleri, yoksa ablaları, yoksa teyzeleri, hâsılı kadının kadından akrabaları verirler. Yaşlı kadınlara ise kızları, yoksa torunları, yoksa kız kardeşleri, yoksa kız kardeşlerinin kızları verirler. Buna hizmet verirken emekli maaşları da onlara verilir. Bakılan kimsenin başkalarına dağıtma yetkisi yoktur.

b)                      Erkeklere hizmet vermek eşlerine aittir. Emeklilik maaşlarını onlar alırlar. Bu sebepledir ki bu tür bakılmaya muhtaç yaşlılar evlendirilir. Onların emeklilik maaşlarını onlar alır, öldüklerinde de bu maaşı almaya devam ederler. İkinci kocaya varsa, o da onun elinde ölse, onun maaşı da ona kalır. İki, üç, dört maaş alabilir.

Çocukların ve yaşlıların nafakaları, yani maddi ihtiyaçlarını gidermek erkeklere aittir. Çocukların babaları, dedeleri, erkek kardeşleri, amcaları karışırlar. Yaşlıların ise oğulları, oğulların oğulları, erkek kardeşleri, babadan erkek kardeşin çocukları karışırılar. Aidatsız bağlanan maaşlar bu mükellefin yanında toplanır. Yetmezse kendi imkanları ile tamamlar, imkanları da yetmezse âkilesi (dayanışma ortaklığı) tamamlar. Bu gelir ve giderler, kendi katkıları hususu tamamen muhasebe denetimindedir. Diğer yakınları muhasebeleri alır ve gerekirse aleyhinde baba da olsa dava açabilirler. Ona olan velayet hakkını veya hıdane hakkını düşürürler.

Evli olmayan kadınlara çalışma emekliliği verilmiyor. Faizsiz kredi veriliyor ama çalışma sigortası yapılmıyor, buna karşılık kocasının çalışma sigortası kadar sigortayı o da almış oluyor. Yaşam sigortasını her zaman alabiliyor. Böylece yaşlı erkeklere onlara bakacak eş bulunmaya zorlanıyor. Evlilik teşvik ediliyor. Mirasta kızların yarım pay alması da bundandır. Böylece kadınlar ev işlerine, erkekler ise kazanca götürülüyor.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler