Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 386
BAKARA SÛRESİ 164-165.-AYETLER TEFSİRİ
9.12.2006
2507 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 386

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             09 Aralık 2006             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 386. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ  

İMAN

KIBRIS, SÜPER GÜÇ TÜRKİYE VE “ADİL DÜZEN”

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 48. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنْ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ(164)

وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَندَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ(165)

 

إِنَّ فِي خَلْقِ (EinNa FIy PaLQın)  “Hilkatte”

Kur’an’da âyetlerin yerleştirilmesinde konu insicamı yoktur. Nasıl ormanda bulunan ağaçlar gelişigüzel dağılmışlarsa; Kur’an da görünürde gelişigüzel dağılmış görünür. Birbirleri ile ilgisi olmadığını zannettiğimiz âyetler yan yana gelir. Oysa bu dağılışta çok derin ve ince bir insicam vardır. Bunu anlayabilmemiz için temsili iyi bilmek gerekir. Kâinatta her şey birbirinin benzeridir. Aynı matematiği kullanır ve aynı sisteme tâbidir.

Mesela, insanın ağzı vardır onunla yer, ağacın da kökleri vardır onunla topraktan besin alır. İnsanda kan damarları vardır, ağaçta da damarlar vardır. İnsanda ciğer vardır, ağaçta yaprak vardır.

Kur’an bize kıyası öğretmiştir, birbirine benzeyen şeyleri karşılaştırın ve ona göre öğrenin diyor. Kur’an bunu bize “mesel” kelimesi ile, “emsal” kelimesi ile öğretmektedir. Usulcüler benzetilene asıl, benzeyene füru’ demişlerdir. Kur’an asılları verir, diğerlerinin onlara kıyas edilmesini ister.

Ancak canlıyı anlatırken bir örneği insandan alır, başka bir örneği de ağaçtan alır. İnsanın gözünden bahsederken ağacın da kökünden bahseder. İlk bakışta burada bir ilgi yokmuş gibi görünür. Oysa bunlar yan yana zikredildiğinde bize şunu anlatır, insan ağzına bir şeyi alırken onu önce gözü ile muayene eder, ondan sonra ağzına alır. Kök de topraktan besini alırken onu kontrol eder de öyle emer.

Müsbet ilimler geliştikçe Kur’an’daki bu yan yana gelmenin sırrı da zamanla çözülecektir.

Bundan önceki âyetlerde Allah’ın inzâl ettiğini gizleyenlerden bahsetmişti. Şimdi de yerlerin ve göklerin yaratılışından bahsediyor. Görünürde ilişki yok gibi olur. Bu sebeple “Ve” harfi getirilmemiştir. Gerçekte ise büyük ilişki vardır.

Orada gizleyenlerden sonra kâfir olarak onlardan bahsetmiş ve onların cehenneme lânetlediğini bildirmişti. Bununla beraber “Ve” harfi getirilerek İlâhımızın tek olduğu anlatılmıştı.

İşte o tekliği tefsir anlamında bu âyet getirilmiştir. Nasıl oluyor da İlâhımız tektir?

Bunun ispatını yapmaktadır. Yukarıda konu değişmesi vardır, onun için “Ve” harfi getirilmemiştir dedim. Oysa şimdi tam tersine konunun iç içeliği vardır da ondan dolayı “Ve” harfi getirilmemiştir.

Böylece burada tefsirden bir usul daha öğreniyoruz. Âyetlerde “Ve” harfi gelmezse kural olarak ya konu ayrılığı vardır, ya da konu iç içeliği vardır. Bu Arapça için doğrudur. Kur’an’da ise her ikisi bir aradadır. Görünürde konu ayrılığı, gerçekte ise konu iç içeliği vardır.

HALK” yaratılış demektir. Elbiseyi baştan ölçümlendirerek biçmekten gelir. Varlıklara başlangıçta verilen özelliklerdir: İnsan için buna “hulk/halk” diyoruz.

Kâinat kademe kademe var edilmişti. İlkin zerreleri var etti. Bunlar ışık hızıyla uçuşan varlıklardır. Kâinat genişledi ve bunların bir kısmının hızları düştü ve ikişer parçacık oldular. Bunlara öyle bir hulk özelliği verildi ki, bunlar bugünkü gökleri ve yeri oluşturdular. Oradaki düzenin oluşmasına yaradılar. Yerin düzeni kuruldu. Bu bir planlamadır. Öyle taşlar yontalım ki çalkaladığımız zaman ev olsun. İşte ilk parçacıklara verilen özellik bunlardır. “TAKDİR” ölçümlendirmedir. “HALK” da o ölçümlendirmeye göre elbiseyi biçme veya çamura şeklini vermedir. “TAKDİR” planlamadır, “HİLKAT” da uygulamadır.

Burada şuna işaret etmemiz gerekir. Doğa kanunlarında evrim yoktur. İlk yaratıldıklarında parçacıklar ne özellik taşıyorlarsa şimdi de o özelliği taşıyorlar. Sadece Kâinat genişlemektedir. Bundan dolayı parçacıklar değişik özelliklerini göstermektedir. Tabii ki bunlar asla değişmemektedir, onların davranışları değişmektedir. İşte “HALK” kelimesi bunu ifade eder. Oysa bu özellikleri olan zerrelerin oluşturduğu Kâinat her an değişmekte ve evrimleşmektedir Bu rebvettir. Hilkatte değişmemezlik, rebvette ise değişme ve gelişme vardır.

السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (elSaMAvVAvTı Va elEaRWı)  “Semâvât ve arzın hilkatinde.”

SEMA” hayvanın sırtıdır. “ARZ” da yere bakan tarafıdır. Sema, yukarıda olanlardır. Arz da aşağıda olanları gösterir. Sema, yağmurun indiği yıldızların bulunduğu yerdir. Arz ise yer küresidir.

Gökler yedi kadardır; yağmur seması, hava seması, sabah seması, Ay seması, Güneş seması, yıldızlar seması, kümeler seması. Bunlar iç içe bir bütünlük oluşturduğu için dişi kurallı çoğulla gelmiştir.

Yer ile bir olarak zikredildiğinde bizim gördüğümüz üç boyutlu uzay anlaşılır. Onun özel adıdır. Kâinatımız diyebiliriz. Bu üç boyutludur; ön ve arkamız, sağ ve solumuz, üst ve altımız. Sonsuz değil yuvarlaktır. Bu yuvarlak ışık hızı ile büyümektedir. Büyüyebilmesi için kendisinden büyük dört boyutlu uzaya gerek vardır. Kur’an buna “kürsi” diyor. İradeli hareket yapabilmemiz için dört boyutu içeren beş boyutlu uzay gerekir. Kur’an buna “arş” diyor. İşte “semâvât ve arz” beş boyut içinde bulunan bir uzayda, üç boyutlu uzayımızda hareket etmekte ve zamanı çizmektedir. Hilkat bu dört boyutlu uzaydır. Bunların yaratılışı çok önemlidir. İki safha geçirmiştir. Birinci safhada yıldızlar ve gezegenler oluşmuştur. İkinci safhada yeryüzü düzenlenmiştir. Bu diğer yıldızlardaki yerlerin düzenlenmesini de içerir. Sonra canlı dört devrede üretilmiştir. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü zaman geçmiş ve canlılar bugünkü hâle gelmişlerdir. O da DNA zincirleri ile oluşmuştur. Değişmemiştir. Böylece dört zaman ve iki devir Kur’an’da altı yevm olarak ifade edilmiştir.

وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ (Va EiPTiLAFı elLaYLı Va elNaHARı)  “Leyl ve neharın ihtilafında.”

HALF” arka demektir. “EMAM” ön demektir. “İHTİLAF ETMEK” demek, arka arkaya gelmek demektir. Gece gündüzü, gündüz de geceyi takip etmektedir. Bu değişme canlıların oluşmasına ve yaşamalarına imkan sağlamaktadır. Yani, Kâinatın yaratılışında mevcut olan iki devri anlatmaktadır.

Birinci dönemde yıldız ve gezegenler oluşuyor. İkinci düzenlemede de yerin ekseni, dönüş hızları, atmosferi öyle dönemlenmiş ki, gece ile gündüz öyle peş peşe gelmiş ki, yeryüzü canlıların yaşayabileceği şekil almış. Bu ikinci oluşumdur.

LEYL” durgun suda yere çöken tortudur. “NEHAR” ise suda erimiş maddelerdir, sürüklenen maddelerdir. Bunların ihtilafı da birbirine dönüşmesidir. Işık atomdaki elektrona çarpar, onu hızlandırır ama artık madde olmuştur. Atom dışarıya ışık salar. Bu ihtilaf dalga kanunları ve Kâinatın büyümesi ile açıklanmıştır.

Kâinat büyümektedir. Maddenin duruşuna dik dalgası vardır. C Kâinatın genişleme hızıdır. V maddenin hızıdır. U maddenin dalgasıdır. Geometriden   U * V = C * C   bilinmektedir.

Schroedinger bunu dalga formülüyle koymuş, bir de hız parçacıklarının da parçalanmadığını kabul ederek elektronların davranış formüllerini bulmuştur. Bizim gözümüze gelen ışık, güneşin neşrettiği ışık bu leyl ve neharın ihtilafından oluşmaktadır. Yani, ışık enerjisi madde enerjisine, madde enerjisi hız enerjisine dönüşmekte, Kâinat böylece canlı durmaktadır. Bu da maddeye verilen bir özellik olmaktadır. Hilkat özelliği bulunmaktadır.

 

 

 

وَالْفُلْكِ (Va eLFuLKi)  “Fulk”

FULK” hem tekil olarak gemi demektir, hem de çoğul olarak donanma demektir. Burada “ELLETΔ geldiğine göre çoğul anlamındadır, gemiler anlamındadır.

FULK” aynı zamanda elektron demektir, gezegen demektir. Gezegenin yeri demektir. Yani, denizlerde nasıl gemiler bir iş yapmak için dolaşırsa, atomlarda da elektronlar aynı amaçlarla dolaşır. Sonuçta insanların çıkarları için hareket ederler. Merkezde çekirdek vardır. Pozitif yük yüklüdür. Elektronlar vardır, onun etrafında dolaşır. Bu sayede atomlar molekül olurlar ve biz insanlar varediliriz. Gemileri yapar ve denizlerde yüzdürürüz. Gemi denizde nasıl yüzüyorsa, uçak da aynı şekilde uçar. Ay dünyanın etrafında benzer şekilde dolaşır. Yer güneşin etrafında dolaşır. Güneş samanyolu içinde dolaşır. Atomlarda da elektronlar yedi tabaka içinde benzer şekilde dolaşır. Buna işaret etmek için gemilerin denizde akmasını/ yüzmesini örnek vermiştir.

الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ (elLaTIy TaCRIy FIy eLBaXRi)  “Bahrda cereyan eden fulk.”

Denizde cereyan eden, denizde akan. Denizde seyreden değil de denizde akan.

Irmakların akması ile geminin gitmesini aynı kelime ile ifade etmiştir. Aynı hidrodinamik kanunlara tâbidir. Sudaki bir su molekülü ne ise, denizdeki gemi de odur.

BAHR” deniz demektir. “BERR” yani kara karşılığı getirilmektedir. BERR, kara demektir. Sularla kaplı yerlere “BAHR” denir. Hava ile doğrudan temas eden yerlere “BERR” denir. Kur’an’da gölden ayrıca bahsetmemektedir. Nehir ve bahr geçmektedir. Bahr gölleri de içermektedir.

“Ala’l-Bahri” demeyip de “Fi’l-Bahri” denmiş olması, deniz altlarını da içermektedir. Kıyas yoluyla atmosfere de bahr hükmünü veririz ve bu suretle atmosfer içinde uçan uçakları da içermiş olur. Uzayın enginlikleri de bir bahrdır. Kur’an buna “Cevvi’s-Sema” demektedir. Her cismin hareket ettiği serbestlik alanı vardır. Onun içinde hareket eder. Gemiler karalara çıkamazlar. Elektronların da böyle hareket alanları vardır.

بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ (BiMAv YaNFaGu elNASa)  “Nâsa menfaat veren ile cereyan ederler.”

İnsanlara yarayan şeylerle dolaşırlar. Burada “NÂS” cins isim olarak alınabilir. Ama istiğrak için alırsak özel gemileri olan filoyu tarif etmektedir. Nedir bu filo?

Bu filo III. bin yıl uygarlığının belki de belkemiğini oluşturacaktır. Herkese açık gemiler. Vakıf gemilerden bahsetmektedir. Bugünkü ulaşım makineleri icat edilmeden önce insanlar develerle, atlarla ve yelkenli gemilerle seyahat ederlerdi. Persler zamanından beri bilinen bir ulaşım ağı vardı. İslâmiyet’te çok ileri safhaya ulaşılmıştır, bu da kervansaraylar ağıdır. Toprakları güvenlik altına alan devlet ülkesinde ve ülkeler arasında yollar ağını kurar. Bu ağda daha çok develerle seyahat yapılır. 30 ile 50 kilometrede bir kervansaray yapılır. Bunu devlet yapar. Onu birisine işletmeye verir. Civardaki öşrü o toplar ve kervansarayı o işletir.

Kervansaray kıyam mülkiyetiyle temlik edilmiştir. Yani, vasiyetle çocuklara intikal eder, satarak da devredebilir. Topladıkları vergi karşılığı ve bu kervansarayda belirlenen sayıda, mesela 100 kişilik yolcuyu konaklatmakla mükelleftir. Gerek kendilerinin gerekse devletlilerin kalacağı yerler bu saray tarafından sağlanır. Gerek yolcuların gerekse bineklerin yemeleri ve içmeleri de burada karşılanır. İnsanlar ve hayvanlar hasta olursa buradaki doktor ve baytar tedavi eder. Atların nallarını bunlar çakar. Bozulan arabayı bunlar tamir eder. Bütün bunlar o civarda toplanan öşürle karşılanır. Yolcudan bütün bunlar için bir kuruş alınmaz.

Bugünü düşünürseniz, karayolları bedavadır. Garajlarda konaklama yerleri var, bedavadır. Lokantalar vardır, bedavadır. Arabanın bakımı bedavadır. Benzin bedavadır. İşte “Adil Düzen”in istediği dünya budur. Marks bunları İslâmiyet’ten öğrendi ve önerdi. Bunu karayollarından sonra demiryollarına teşmil edebiliriz. Daha da ileri giderek havayollarına da götürürüz. Havaalanları bedavadır. Havaalanlarında uçak bakımları bedavadır. Benzin bedavadır. Uçağı olan herkes bu alanlara konabilir, kalkabilir, ikmalini yapabilir. Denizlerde de böyledir. Limanlar bedavadır. Yakıt ikmali ve gemi bakımı bedavadır.

‘Bunlar nasıl karşılanacak?’ sorusunun cevabı hazırdır. Mallar üretildiği zaman onların üzerine taşıma masrafları da konur. Ona göre piyasaya çıkar. Satıldıkça bu pay taşıma vakfına verilir, taşıma vakfı da bunları yapar. İşte burada “el-NÂS” kelimesi istiğrak ile anlaşıldığında bu mânâları veririz. Tarihteki uygulama örneği ile günümüzde uygularız. Kur’an’ı asrın idrakine söyletmek işte budur. Gemiler hareketlerini güven içinde yapar, rıhtımlara gelir, masrafsız otururlar. İnsanlar da bu araçlar üzerinde bedava seyahat edebilirler. Canlılardaki kan dolaşımı göz önüne alınırsa bütün bunlar doğal olur.

Şimdi bunları duyanlar ütopik bir dünyadan bahsederler.

O zaman yeryüzünü dolaşsınlar da hâlâ ayakta duran hanları ve kervansarayları gözleri ile görsünler.

وَمَا أَنزَلَ اللَّه مِنْ السَّمَاءِ  (Va MAv EaNZaLa elLAHu MiNa elSaMAvEı)  

“Allah’ın semadan inzâl ettiğinde de.”

Semadan inzâl etme” gökten indirme anlamındadır. İnzâl kondurmadır. Ama semâ yukarısını ifade ettiği için indirme anlamındadır. Nitekim “harace mine’l-erdi” dediğimizde, yerden çıkardı anlamında olmakla beraber, yer aşağısını gösterdiği için yerden yükselttiği mânâsına gelmiş olur. Havanın içine dağılmış olan su hava soğuyunca damlalara dönüşür ve yere iner. Yerdekiler de kendilerine göre ondan yararlanırlar.

Gemilerin denizde seyrinin arkasından, burada yağmurdan bahsetmektedir. Çünkü yağmur denizlerden oluşmaktadır. Denizlerin çok yönlü yararlarından söz etmektedir. Allah’ın inzâlinden söz etmektedir.

Devletin de, kamunun da buna benzer işleri vardır. Herkesin yararlanmasına açık olan kervansaray ve yol misali müesseseler gökten inen yağmura benzerler. Herkes onlardan serbestçe yararlanır. Kervansaraylar altı saatlik mesafelerde konuşlanmıştır. Ama eğer yer bulunmazsa devam edilir ve ikinci konaklama yerinde kalınır. Kamu imkanları ihtiyacı olanlarca kendi iradeleri ile paylaşılır. Bahrda/denizde cereyan eden gemilerden yararlanma ile yollardan yararlanma aynı mahiyettedir ama biçimleri farklıdır. Gemide gezen kervansaraylar vardır. Karada ise konaklanan kervansaraylar vardır. Allah’ın inzâli karadaki kervansaraylara benzer. Herkes yağan yerde yararlanır. Sular borulara alınınca artık memlük hâle gelir.

مِنْ مَاءٍ (MiN MAvEin)  “Sudan”

Semadan yalnız su gelmemektedir, güneş ışığı da gelmektedir. Ancak burada “su”dan bahsedilmektedir. Çünkü denize dönen sudur. Deniz ile suyun ilgisi vardır. Güneş gelir, yararlanılır, artan kaybolur.

Bitkiler su ve ışık ile canlılık kazanmaktadır. Güneşin etkisi kıyas yoluyla belirlenmektedir. Çimlenme yağmurla olmaktadır. Çiçek açma ışıkla olmaktadır. Ama sosyal yapıda petrol olarak düşünülebilir. Taşıma araçlarının yakıtını devlet temin eder. Trafik sıklığının düzenlenmesi onunla yapılır. Arabaları sınırlamak kamunun yetkisinde değildir, gerek de yoktur. Çünkü trafiğe çıkmayan arabanın kimseye zararı yoktur.

Burada “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda yazamadığımız bir şeyi daha öğreniyoruz. O da şudur; trafik tıkanıklığını düzenlemek için yağmurun canlılığı düzenlemesi benzeri iş yapacağız.

Petrolün miktarını öyle ayarlarız ki yollar arabalara yetsin. Biz kişilere seyahat ve taşıma haklarını karşılamak üzere kupon dağıtırız. Bu bedava dağıtılan kupondur. Yahut yarısı bedava, diğer yarısı iki misli fiyatla satılır. Kişiler bu kuponlarını kendileri arabalarına benzin koyarak harcayabilecekleri gibi istedikleri fiyatla satabilirler. Böylece benzin serbest arz ve talebe göre bir değer elde eder. Ne var ki toplam benzin ve mazot miktarı artmamış olur. Böylece trafik sıklığı ile ayarlı olarak yollardaki vasıtalar ayarlanmış olur.

Mevzi tıkanıklık için toplu taşımacılık sistemi geliştirilecektir.

فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ (Fa EaXYAv BiHIy elEaRWa) 

“Arzı onunla ihya eder.”

Hayat canlılık demektir. Türkçede hayvanların hayatına “hayat” diyoruz da, bitkilerin hayatına “canlı” diyoruz. Kur’an’a göre hayat bitki ve hayvanları içerir. Canlı ise canı olan bilinçli varlıkları içerir.

Hayvanlara “dâbbe” denmektedir. Bitkilerin yapısı ile hayvanların yapısında hiçbir fark yoktur. Her ikisinde DNA’lar vardır, aminoasitler vardır. Tek fark, hayvanlarda sinir sistemi vardır. Onun sayesinde özel hareket sistemi gelişmiştir. Onun için ona “dâbbe” denmektedir. Hayat dâbbe ile nebatın ortak vasfıdır.

Toprağın yeşermesini “İHYA” ile ifade etmektedir. Doğrudur. Susuz hayat olmaz ilkesi bugün tamamen kabul edilmiştir. Güneş enerjisi olmadan hayat olmaz.

بَعْدَ مَوْتِهَا (BaGDa MaVTıHav)  “Mevtinin ba’dinde.”

“HAY” uyanık yılandır, “MEYYİT” ise kış uykusunda olan yılandır.

İlkbaharda yağmur yağar, uykuda olan kökler, uykuda olan tohumlar uyanırlar. Yılanın kış uykusu ile bitkilerin kök uykusu veya dal uykusu arasında biyolojik bakımdan bir fark yoktur. 

وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ (Va BaçÇa FIyHAv MıN KulLi DAbBaTın) 

“Va onun içinde her dâbbeden bessetti.”

Onun içinde her türlü hayvandan yaydı. Bitkiler yerinde yetiştirilmektedir. Civarında tohumlar saçmaktadır. Oysa hayvanlar dünyanın her tarafına çeşitli imkanlarla yayılmış bulunmaktadır. Hattâ bitkiler de onlar sayesinde değişik yerlere tohumlar götürmektedir. Kuşlar zeytini yer ve etini sindirirler, çekirdek ise karnında kalır, erimez. Sonra pisledikleri yerde zeytin ağacı oluşur. Hayvanların  yayılması önemli olaydır.

Bunun son hizmetini insan yapmaktadır. Hayvanlar değişik yerlerden değişik yerlere götürülüp üretilmektedir. Bugün tohum sanayisi geliştirilmiştir.

Gelecekte birçok yerlerde yeni bitkiler taşınarak üretilecek ve yeryüzü daha canlı hâle geçecektir.

Burada “her dâbbe”den denmektedir. Şu anlaşılıyor ki, yeryüzünde oluşacak her canlı oluşmuş, eksik tür kalmamıştır. Bugün gökyüzüne baktığımız zaman yıldızlarda ancak bizde olan atomlar vardır. Yeryüzünde olmayan bir atoma gökyüzünde rastlanmamıştır. Esasen periyodik cetvel dolmuştur. Gökyüzünde hayat olduğu Kur’an’da söylenmektedir. Olmaması için bir neden bulamayız. Yeryüzündeki bütün canlıların DNA’ları aynıdır. Acaba göklerde de hayat aynen yerdeki DNA’lardan mı oluşur?

Cevap ‘evet’ olmalıdır. Çünkü bu maddeden bunlar yapılabilir. Bu âyetten öğreniyoruz ki, gökyüzünde ne kadar hayvan türü varsa, yerde de onların hepsi mevcuttur. Atomlara kıyasla bunu ilmen istidlal edebiliriz ama Kur’an bunu açıkça söylemektedir. “İlâh’ınız tek ilâhtır” âyetinin ispatı sadedinde bunlardan bahsetmektedir. Eğer ilâhlar olsaydı bu benzerlik ve uyum olur muydu? 

وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ (Va TaÖRIyFı elRiYAXı)  “Riyahın tasrifinde de.”

“Rüzgarın esmesinde de.” Önce rüzgar eser, sonra yağmur yağar. Burada önce yağmurdan, sonra rüzgarın esmesinden bahsediliyor. Başka yerlerde rüzgarın yüklü bulutları taşıdığından bahsetmektedir.

O halde Kur’an’da önce rüzgarın olduğunda sarahat vardır. Burada ise sıra değiştirilmiştir. Çünkü yağmurun rüzgarların oluşmasında da etkisi vardır. Buhar su damlaları hâline dönüşünce çevreyi ısıtır.

Böylece yağmurun indiği yerde ısı meydana gelir. Çevresindeki soğuk havayı kendine çeker. Gökte rüzgar oluşur. Yere inen yağmur ve kar da oraları soğutur. Asgari güneş ışığını kestiği için soğur. Böylece orada da soğuktan ağırlaşan hava uzaklaşmaya başlar, aksine rüzgar oluşturur. Bu yağan yağmurun çevresinde bir hava döngüsünü meydana getirir. Bu sebeple rüzgar yağmura sebep olmakta ama yağmur da rüzgara sebep olmaktadır. Bundan dolayı burada sıra değişmiştir.

وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ (Va eLSaMAvEi eL MuApPaRı BayNa esSaMAEi Va eLEaRWı) 

“Ve sema ile yer arasında müsahhar olan sehab da.”

Yağmur, rüzgar ve bulut. Gökten gelen güneş ışığı denizleri ısıtmakta, buharlaşan ve buğulaşan su yükselmekte, havanın içinde tanecikler olarak dağılıp kalmaktadır. Bulut su buharından farklıdır, çünkü su moleküllerden oluşur. Bulut ise damlacıklardan oluşur. Buhar ışığı soğutmaz, oysa bulut ışığı soğutur, yansıtır.

Bu durum çok önemlidir. Böyle olmasaydı su buharı her tarafa dağılır, bir işlem olmazdı. Belki sadece buharlaşan yerde yağardı. Böylece bulutlar rüzgarlarla sürüklenmekte, dağlara çarptığı zaman daha çok soğuduğu için su damlacıkları büyümektedir. Havanın tutma kuvveti yetersiz hâle gelince yere inmektedir. Buna “yağmur” diyoruz. Buralarda toprak altında ve üstünde yayılan su bitkilerce alınıp yine havaya verilmektedir. Büyük kısmı ise ırmaklarla tekrar denizlere dönmektedir. İşte böylece su dolaşımı sağlanmaktadır.

Burada iki şey olmaktadır. Bir taraftan su kan gibi yeryüzünde canlılara gerekli olan maddeleri taşımakta, diğer taraftan da kirlenen kan nasıl ciğerlerde temizlenmekte ise hava da temizlenmektedir. Böylece hayat mümkün olmaktadır. Yeryüzünde denizlerin suyu biraz az olsaydı atmosfer doymayacağı için karalar kupkuru kalacaktı, fazla olsaydı bu sefer de yeryüzüne hiç güneş inmeyecekti.

Allah her şeyi bir düzen içinde yapmış ve belli ölçülerde yerleştirmiştir. Kâinat tek bir makine gibidir. Bütün parçaları birbirine uymaktadır. Mükemmeldir. Bu da İlâh’ın bir olduğunu göstermektedir.

Demek ki bu âyet yukarıdaki “İlâhun vahidun” âyetinin bir açıklamasıdır.

لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ(164)  (Lı QaVMın YaGQıLUvNa) 

“Akleden kavim için âyetler vardır.”

Yer ve göklerin yaratılmasında, gece ve gündüzün ihtilafında, denizlerde insanların yararına akan gemilerde, Allah’ın gökten yağmur indirmesinde, rüzgarların esmesinde, arz ve sema arasında müsahhar bulutlarda akleden kavim için kanıtlar vardır.

Akletmek, zincirleme cümleler kurmak demektir. “UKL” develeri kazıklara bağlayan kulptur. Akletmek demek, cümleleri bir kulpla birbirine bağlayarak cümleler zincirini oluşturmaktır. Halkanız bir koparsa zincir de kopar. Her halka bir âyettir, kanıttır. Bu sebeple dişi kurallı çoğul getirilmiştir.

KAVM” için demektedir; kişi için dememektedir, nâs/insanlar için de dememektedir.

KAVM” deyince, aynı dili konuşan kimseler olarak anlıyoruz. Her dilde bu zincir farklı kelimelerle ifade edilir. İlim kavimde oluşur. Parçalanarak il ve bucaklara indirilir. Birleştirilerek insanlığa ulaştırılır.

Bunu şöyle açıklayalım. Her ocak halkı kendi ocağı için içtihat yapar. Birleşince ocak icması olur. Bucak icması ocak icmalarının icması değil, bucak halkının icmasıdır. İl icması da bucakların icması değildir, il alimlerinin icmasıdır. Ülke icması da il icmalarının icması değildir, ülke rasihlerinin icmasıdır. Oysa insanlık icması kavimlerin icmasıdır, insanlık âlimlerinin icması değildir. Bu nedenledir ki “Li’n-nâs” denmiyor da, “Li-Kavmin” deniyor. Ülke icmaları illeri bağlar, illerin icmaları bucakları bağlar. Bucak icmaları ocakları bağlar. Ama insanlık icmaları devletleri bağlamaz. Burada şunu bildirelim ki, sükuti icmalar bağlamadığı gibi istişari kararlar da taşrayı bağlamaz. Burada “Li-Kavmin” denmesi bunlara delâlet eder.

***

وَمِنْ النَّاسِ (Va MiNa elNASı)  

“Nâsdan şöyleleri de vardır.”

Farklı olmanıza, kiminiz kâfir kiminiz mü’min olmanıza rağmen İlâh’ınız tek ilâhtır. Bunun delili de Kâinatın tek düzen içinde uyumlu olmasından bilinmektedir. Ayrı ayrı atölyelerde elde proje olmadan bir makinenin parçaları üretilse, sonra bu parçalar bir araya getirilip monte edilse, makine çalışır mı? Eğer bir makine varsa, bu makineyi imal eden bir tek merkez vardır. Birisinin beyninden çıkmıştır. Kâinat da uyumlu büyük tek fabrikadır. Bunun çok ilâhla yapılması mümkün değildir. Sizin İlâh’ınız birdir. Böyle olmakla beraber, insanların bir kısmı ise bu tekliğe inanmamakta, tek Tanrı ile boğuşan birileri var kabul etmektedir.

مَنْ يَتَّخِذُ (MaN YatTaPıÜu)  “İttihaz eden vardır.”

AHZ” avuçla almak veya tutmak demektir. İftial bâbı ittihaz, tutunma, yapışma anlamındadır.

İnsanlar içinde tutunanlar vardır: Kime? Allah’tan başkasına. Tek İlâh yerine çok ilâh varmış gibi düşünürler, birinden yüz görmeyince öbürüne sığınmaya kalkışırlar. Her topluluk tek Tanrı’ya inansa bile, o Tanrı’nın ayrıcalıklı olarak onun tanrısı olduğunu sanır. Kendi topluluğunun Tanrı’sının rızasını kazanamayınca öbür toplulukta başka tanrı arar. Tam Tanrı olarak düşünmese bile, Tanrı’nın dışında güçler olduğunu vehmeder.

مِنْ دُونِ اللَّهِ (MiN DUvNı elLAHi)  “Allah’ın dununda/dışında.”

DÛN” kelimesi dane  kelimesinden türemiştir. Kendisi değil de, yakını anlamında dışında Tanrı arar. Bir şeyin içine girmeden çevresinde dolaşır ve yararlanılacağını sanır. Oysa onun dışındaki her şeyi O var etmiştir, O’nun dışında Tanrı yoktur. İnsan bulunduğu ocakta, bucakta, ilde ve insanlıkta tek güç kabul etmelidir. İktidarı parçalamamıştır. Uyumlu ise orada kalsın, değilse ayrılsın ama orada yaşıyorsa tüm kurallara uysun ve yetkilileri saysın. Tevhidin mânâsı budur.

أَندَادًا (EaNDAvDan) 

“Nidleri ittihaz ettiler.”

NED” sürüden ayrı olan deve anlamındadır. “NİD” ise Tanrı’nın parçası anlamındadır.

ENDÂD” da Tanrı’nın parçaları, küçük parçaları demektir. Ona karşı durulabilen bir parça demektir.

Doğa kanunlarını ayrı ayrı tanrı olarak görmek isteyenler vardır. Yunan felsefesine göre Kâinat zıtların çatışmasıdır. Peygamberlere göre eşlerin dengelenmesidir. Yani, ayrı ayrı tanrıların oluşturduğu zıt güçler yoktur, aynı Tanrı’nın kurduğu karşı takımlar vardır. Oyunda yenen olur, yenilen olur. Ama takımların ikisi de federasyonun takımıdır. Yenmiş olan takım her zaman yenilebilir. Yenilen de her zaman yenebilir.

Mü’min olanlar her zaman kâfir olabilir, kâfir olanlar da her zaman mü’min olabilir. Sahayı Allah herkese açık tutmuştur. İsteyen istediği zaman oynar. Birbirinin düşmanı olan canavarlar nasıl oluyor da aynı Tanrı’nın eseridir? Düzen böyle kurulmuştur. Bu dünya yarışma dünyasıdır. Kazananlar yücelecekler, kaybedenler eleneceklerdir. İslam’ın temel felsefesi budur. İlim Kâinatın nasıl olduğunu ve nasıl çalıştığını anlatır. Felsefe ise Kâinat neden böyledir sorusuna cevap verir.

İslâm’a göre Kâinat okuldur. Her davranışında kendisine not verilmekte ve böylece elde ettiği başarıya göre kedisine âhirette yer verilecektir. Bu felsefeye dayalı olarak tüm nazariyeler açıklanmaktadır. Zıtlıklar tanrıların oluşundan değil de dengenin oluşması için kurulmuştur.

يُحِبُّونَهُمْ (YuXıbBUvNaHuM)  

“Onlara hubbederler.”

Haber, suyu kaynattığımızda çıkan kabarcıklardır. Tane anlamında kullanılmaktadır. “MUHABBET” insanda mevcut bir duygudur. Senin içinde onu koruma arzusu doğar. Eğer onun istediğini yapmazsan üzülürsün.

Şimdi muhabbeti yani sevmeyi biraz tahlil etmeye çalışalım.

a)      Onun üzüldüğünü ve kırıldığını gördüğünde sen de üzülüyorsan onu seviyorsun demektir. Sevindiğini görürsen sen de sevinirsin.

b)      Öyle hareketler yaparsın ki onu memnun etsin ve onun yararına olsun. Kendini düşündüğün gibi onu da düşünürsün. Annenin çocuğu için düşünmesi böyle değil midir?

c)       Ondan ayrılmayı istemezsin. O senin yanında olsun, sen onun yanında olasın. Ayrıldığın zaman, nasıl acıktığın veya susadığın zaman bir sıkıntı duyarsan, uzakta olduğun zaman da öyle bir duygu oluşur.

d)      Muhabbetin ileri safhasında kendini onun için feda edersin, yani kendi zararını göze alırsın.

Allah’ın sevilmesi de budur.

a)      Allah’ın farzlarını yerine getirmek, haramları işlememek. Allah’ı sevmek bu demektir.

b)      Allah’ı sevenleri sevmek, sevmeyenlere karşı sevgi duymamak.

c)       O’ndan ayrılmak istememek demek, daima O’nu zihninde tutmak, O’nu anmaktır, O’nun kitabını okumaktır, O kitabı okumaktan zevk almaktır.

d)      Sonunda O’nun için cihat yapmaktır. Gerekirse O’nun için ölmeyi göze alarak şehit olmaktır.

Demek ki sevginin iki yanı vardır. O beyinde doğan bir duygudur. İnsanın elinde değildir. Ama bir de sevginin tezahürü vardır, o da amellerdir. O insanın elindedir. Ancak burada bir doğa kanunu belirtelim. Sevginin gerekleri olan amelleri yapan kimselerin beyninde ruhsal olarak da sevgi doğar, yapmayanlarda Allah sevgisi gittikçe kaybolur. Allah sevgisini oluşturan toplu ibadetlerdir. Namaz, zekât, oruç ve Hac Allah’ın muhabbetini oluşturur. Kiminle diyaloğun olursa onu seversin. Endad ile diyaloğun olursa onu seversin.

كَحُبِّ اللَّهِ (Ka XubBi elLAHı)  

“Allah’ın hubbu gibi.”

SEVMEK” iradi bir olay değildir. Mesela, bilmek iradidir. Bildikten sonra unutmak iradi değildir. Sevmekte iki taraf dengededir. Birini seviyorsanız kolay kolay onu unutamazsınız. Karı koca genellikle tartışırlar. Bu onların birbirlerini sevmediği değil, daha çok sevdiği içindir. Birbirini seven insanlar birbirini sevdiklerini ifade etmeye ihtiyaç duymazlar. Onlar zaten sevdiklerinden ve sevildiklerinden emindirler. Tartışmaları da sevgiden gelmektedir. Allah karı-koca arasında böyle bir sevgi var etmiştir. Anneler çocuklarını severler. Çocukları onları sevmese de onlar çocuklarını severler, onlara karşı buğuz duymazlar. Gelin kaynana arasında da böyle sevgi oluşabilir. Bazen sevgi birden aynı şiddette nefrete dönüşür. Sabır duyguları dönüştürür.

Allah’ı sevebilmek için farzları yerine getireceksiniz. Haramları yapmayacaksınız. O’nu sevecek, onların cemaatlerine katılacaksınız. Her zaman O’nu anacak ve O’nun kitabını okuyacaksınız. Gerektiğinde O’nun uğrunda fedakârlık yapacaksınız. Nâstan böyleleri vardır denmekte ise de, kâfirler denmemektedir.

وَالَّذِينَ آمَنُوا (Va elLAÜIyNa EAvMaNUv)  “İman etmiş olan kimseler ise.”

Yukarıda nâstan bazısının Allah’ın dışında olanları Allah’ı sevdikleri gibi sevdiklerini belirtmişti. Oysa mü’minler Allah’ı en çok severler demektedir. İman etmiş olan kimseler diyerek mü’minleri de yukarı gruba sokmuştur. Yani, Allah’ı her şeyden fazla sevmeyi Allah mü’minlerden istemektedir, insanlardan istememektedir. Çünkü bu zor bir olaydır. Herkes bu mertebeye yükselemez. Mü’min olmak isteyen Allah’ı başka şeylerden daha çok sevecektir. “İlâh’ınız tek İlâh’tır” dedikten sonra müslimler ile mü’minlerin de farkını bu âyette belirtiyor; müşrik, kâfir, müslim ve mü’min. Bunlar derece derecedirler.

İman edenler yani mü’minler mallarını ve canlarını Allah’a cennet karşılığı satanlardır.

Kur’an’da her kelime ayrı mânâda kullanılır. Kelimeleri karşılıklı veya yan yana kullanır. Böylece Kâinatı anlatmış olur. Kur’an kelimelerin tarif ve tasniflerini doğrudan yapmaz, cümlelerde kullanır. Siz ona göre tanımlar ve tasnif edersiniz. Böylece sizin için yepyeni dünya ortaya çıkar.

Geçmişte Maturidi ve kelamcılar burada hata yaptılar. Bu hataları şunlardır.

a)      İman ile İslâm’ı bir saydılar. Oysa ne Kur’an’da ne de hadiste bu böyledir.

b)      Kendisine kitap verilenlerle kitabı olanları kâfir saydılar. Ne Kur’an’da ne de hadiste böyle bir şey vardır. Bunlar müslimlerdir. Fıkıhçılar bunlara zimmi dediler. Oysa Kur’an’da zimmi kelimesi yoktur.

c)       Müşrik ile kâfirin tanımlarını yapamadılar. Aynı hükümlere tâbi tuttular. Oysa müşrikler kitap ehli olmayanlardır. Kâfirler ise kitap ehlidir ama bize cizye vermeyenlerdir. Müşrikler hakem kararlarını tanımaz anarşistlerdir. Kâfirler ise hakem kararlarına rıza gösterir ama askerlik yapmazlar, bedel yani cizye de ödemezler.

d)      İslâm dini ile İslâm devletini karıştırdılar. İslâm dini İslâm düzenidir. Tüm hakemleri kabul eden ve cizye veren insanları içerir. İslâm devleti ise ulusal güçtür. İslâm düzeninin o ülkede korunmasını, güvenin sağlanmasını yapan teşkilattır. Tek İslâm devleti yoktur, İslâm devletleri vardır. Bunlar hakemlerden oluşan yargının kararları ile barış içinde yaşamaktadırlar.

İslâm’da tek siyasi güç yoktur. Tek devlet anlayışı yoktur. Yargı üstünlüğü vardır. Devletlerin üstünde de yargı vardır. Hakemlerden oluşan yargı vardır. Devlet silahlı güçtür. Bu tek olursa yargı üstülüğü sağlanamaz. Ama adil devlet ise hakemlere saygılı olacağı için galip gelecektir.

İşte Allah’a iman etmek demek, hakemlere teslim olanların galip geleceğine inanmak demektir.

أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ (EaŞadDu XubBan LilLAHi)  “Allah için sevmede eşittirler deniyor.”

“Eşeddu Hubbellahi” denmiyor da, “Eşeddu Hubben Lillâhi” deniyor.

Allah’ı sevmek değil, Allah için sevmek. Yani, yukarıda saydığımız dört yükümlülük yerine getirilir. Allah’ı sevmek demek, onu temsil edenleri sevmek demektir. Bunlar nelerdir?

a)       Seni sevmeyenleri de sevmek. Onlar sevmese de sen seveceksin. Çünkü her insan Allah’ın yeryüzünde halifesidir, Allah’a açılan penceredir. Cihadı kötülerle değil kötülükle yapacaksın.

b)       Allah’ın yeryüzünde halifesi olan mensup olduğun topluluğu sevmek, cemaate katılmak, cemaatte olmaktan zevk almaktır. Toplantılardan alınan zevk Allah’ı sevmekten gelir. Bunu başarabilmemiz için toplantılara tüm ailece katılmaya çalışmalıyız.

c)       Allah’ı sevmek, Allah’ı sevenleri sevmektir. Dolayısıyla sizin günlük ve haftalık cemaatlerinizden olmasalar bile, zaman zaman Allah yolunda cihad yapanları veya zühtte olanları ziyaret ederek  onları da sevindirmek. Sabreden fakirleri, hayır yapan zenginleri sevmek de sevenleri sevmek gibidir.

d)       Allah’ı sevmek, O’nun kitabını, elçilerini yani başkanları sevmektir. Bu çok önemlidir. Bir ocakta veya bucakta bulunmayacaksın, ama eğer orada isen oranın başkanını seveceksin. Başkanını da tüm cemaati de seveceksin. “Resule itaat eden Allah’a itaat eder” deniyor, kıyasla resulü seven Allah’ı sevmiş olur.

وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا  (Va LaV YaRay elLaÜINa JaLaMUv)  “Zulmedenler bir rey etseler.”

Kur’an’ı yorumlarken bazı varsayımlarınız olur. Eğer bu varsayımlar isabetli ise her okudukça sizi doğrulayan âyetlerle karşılaşırsınız. Bizim varsayımımız şudur. İnsan cezalandırılırken ameline göre cezalandırılacaktır. Mükâfatlandırılırken mü’min olmak şart olabilir. Ama ceza niyetlere verilmez.

Burada da yukarıda “endadı severler” diyor. Ama ceza kısmına gelince kâfirlere müşrikler demiyor, “zulmedenler” diyor. Açık misal verelim, Türkiye’de Mustafa Kemal’e tapmaktadırlar. Onu Allah’tan çok seviyorlar. Birçok tarikat ehli şeyhlerini Allah’tan çok seviyor. Peki, bunlar cezalanacak mı, cennete gidecek mi?

Eğer onu zulüm aracı olması için seviyorsa, inanmış insanları ezmek için yapıyorsa, o zaman o zalimdir. Nitekim daha dün akşam bir CHP milletvekili Atatürk ilkelerine inanmayan, lâik olmayan, orada yani cumhurbaşkanlığı makamında oturamaz diyor. Şimdi bu kişi Mustafa Kemal’i Allah’tan çok seviyor ama bunu Tayyip’e zulmetmek için seviyor, yahut bu sevgi onu mü’minlere zulmetmeye götürüyor.

İşte bunların cezalandırılacağını bildirmiş oluyor. Siz de bir görüşü savunurken onu zulüm aracı yapmayacaksınız. Allah’ı sevmek bile eğer zulüm aracınız oluyorsa, o zaman Allah’ın azabını bekleyiniz.

إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ (EiÜ YaRaVNa elGaÜABa)  “Azabı rey ettiklerinde.”

Zulmedenler azabı gördüklerinde. Azabı görmek ne demektir? “Başkalarına azap yapıldığını gördüklerinde” anlamı çıkabildiği gibi, görmek mecazi mânâda yaşadıklarında anlamına da gelir. Azap nedir?

AZAP” insan ruhunda uyanan acıdır, sıkıntıdır. Parmağınıza iğne battığı zaman acı duyarsınız. Çünkü parmaktaki sinirler beyne haber gönderir. Beyin de ruha iletir. Gönderilen 0 ve 1’lerden oluşan sayılardır. Gerek bilgisayarda, gerekse beyinde bütün işlemler bu iki sayının peş peşe dizilmesiyle oluşmaktadır. Sinir ucunu uyuşturduğunuz zaman sinyaller beyne gitmeyeceği için acı da duymazsın. Bu acı her zaman bedene yapılan etki ile doğmuyor. Beyinde oluşan acı sinyalleri de insana aynı acıyı duyurabilir. Yakının öldüğü zaman duyduğun acı parmak kesmeden daha fazla olabilir. O halde cehennemde duyulacak acının da bedenî olması gerekmez. Gördüğün bir manzara acı sinyallerini beyne iletir ve o da o acıyı duyabilir. İlaçlarla sinirler uyuşturulur. Ruh ile ilişki kesilir ve acı duymaz olursunuz. Hâsılı, acı duyan beden değildir, acı duyan ruhtur. Ruh için görme, işitme, yahut yararlanma aynı şeydir. “Azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu görselerdi.” deniyor.

İnsanlar bu dünyada azap görürler. Yaptıkları yanlışlıkların azabını çekerler. O zaman akılları başlarına gelmeli ve anlamalıdırlar ki başımıza gelenler bizim yanlış değerlendirmemizden ileri gelmektedir. Ne yazık ki bunu anlamazlar.

Refah-Yol Hükümeti’nin başına gelen kendi hataları idi. “Adil Düzen”i bırakıp faizli düzende iyi işler yapacaklarını sandılar. Allah’ın da Kur’an’da dediği gibi, beklemedikleri yerden onları vurdu. “Adil Düzen”i bıraktırmakla öğünen Çiller şimdi kenara itilmiş durumda. Ama bunlar bunun bu sebeple olduğunu görmüyor ve anlamıyorlar. Eğer Refah-Yol Hükümeti’nin kurucuları bu gerçeği görseler, 2007 seçimleri onların olur. Ama bunu görecek liderler kenarda, artık bunları söyleyemiyorlar bile. Partileri ise mağlubiyetin azabını çekmektedir.

أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا (EanNa eLQuvVaTa LilLAHi CaMIyGAn) 

“Kuvvetin cemian Allah’ın olduğunu rey etselerdi.”

Yeryüzünde hiçbir şey Allah’ın kuvveti dışında olmaz. Kur’an’da “kuvvet” ve “kudret” geçmektedir.

“Kudret” ölçülü miktardır. Batılılar buna enerji diyorlar. “KUVVET” ise kudretin etkisidir, zamana yayılmış etkisidir, mekâna yayılmış etkisidir. Kuvvetle değişmeler olur. Kuvvet ile kudret bir yerden başka yere intikal eder. Toplulukta siyasi kuvvet vardır, o toplulukları bir taraftan diğer tarafa götürür. Tarihte olmuş olanlar hep Allah’ın kuvveti ile olmaktadır. Ben bir taşı kaldırdığım zaman ben kaldırmam, benim isteğimin üzerine Allah kaldırır. Çünkü kuvvet O’ndadır. Tarihte cereyan eden olayların hepsi Allah’ın iradesiyle ve kuvvetiyle olmuştur. İnsanlık için hayırdır. Kimse tarihin akışını değiştiremez. Takdiri İlâhi ne ise o olmuştur, bundan sonra da o olacaktır. Biz istesek de istemesek de, çalışsak da çalışmasak da “Adil Düzen” gelecektir. Çünkü O’nun dini kâfirler istemese de galip gelecektir. Terör bitecek ve yeryüzünde barış olacaktır.

Kur’an nâzil olduğu zaman Araplar arasında yağmacılık meşru kazanç sayılıyor, insanlar yağma yaparak yani başkalarını soyarak geçiniyorlardı. Yağma geçinme aracı idi. Ama Kur’an düzeni oluştuktan sonra ne oldu biliyor musunuz? Her taraf barış ve huzur ülkesi oldu. Kudüs fethedileceği zaman Kudüs’ün yöneticileri, “Bize Ömer gelsin, biz anahtarları ona vereceğiz.” demişlerdi. Hazreti Ömer Kudüs’ü teslim alacak. Hazreti Ömer büyük bir devletin başkanı, Bizans’ı yenen kimse. Yola çıkıyor; deve ile yola çıkıyor. Bir deve ve iki kişi. Biri kendisi, bir diğeri de kölesi. Gittikleri yol 1000 kilometre civarında. Günde 30 kilometre yol alsalar gidecekleri yere bir ayda varılabilir. Devlet başkanı bir köle ile bir ay yaya yolculuk yapabiliyor. Düşünün; Başbakan Tayyip Erdoğan yanındaki bir arkadaşı ile Erzurum’dan İstanbul’a korkmadan seyahat edebiliyor. Bugünkü Irak’ta Kuveyt’ten Musul’a gelebiliyor. İşte İlâhi kuvvet budur. Tarih insana masal gibi geliyor.

Adil Düzen” geldiğinde Türkiye böyle olacak, insanlar eşkıyalık yapmak zorunda kalmayacaklardır. Tüm halk başkanlarına saygı duyacak, onlar her yerde başkanlarını koruyacaklardır. Allah istediği zaman da bir köle onu namazda öldürecektir. Çünkü bütün kuvvet O’nundur. Hazreti Ali şehit edilir. Niçin? Çünkü insanların zihninde saltanat kavramı sürmektedir. Hazreti Ali kalsaydı oğlu gelecek, günümüze kadar onlar gelecek ve cumhuriyet unutulacaktı. Adil halifeler devam etseydi, halk halifelerin fetvaları ile yaşayacak, fıkıh doğmayacak, İslâm uygarlığı olmayacak, şimdi biz III. Bin Yıl Uygarlığını “Adil Düzen”e göre kuramayacaktık. Demek ki Hazreti Ali’nin şehadeti insanlık için hayırlı olmuştur.

وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ(165) (Va EanNa EalLAHa ŞaDIyDu elGaÜABı)  

“Allah’ın azabının şiddetli olduğunu görselerdi.”

Zalim olanlar azabı görünce bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının şiddetli olduğunu görselerdi. Burada başka bir mânâ da PKK’cılara mesaj olarak gönderilebilir. Bütün kuvvet devletindir ve devletin cezası şiddetlidir. Bunu kendilerine yapılan ilk cezalandırmada görselerdi.

Abdullah Öcalan yakalanmıştır. Ceza verilmektedir. Bundan diğer PKK’lılar ders almalı ve devleti yenmenin mümkün olmadığını görselerdi de teslim olsalardı. Böyle devam edilirse ne yapılacaktır? Askeri harekât yapılacak ve artık hapislere değil de mezarlara gönderilecek, daha şiddetli azaba duçar kılınacaklardır.

Ermeniler ve Rumlar görselerdi. İstiklâl Savaşı’nı gördükten sonra artık Türkiye ile uğraşmamaları gerekir. Onları Türkiye’ye karşı kışkırtanlar sonra onlara yardım edemediler. Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Şimdi yeniden onların fitneleri ile Türkiye’ye saldırmak istiyorlar. Bunun sonucu İstiklâl Savaşı’ndaki sonuçtan daha şiddetli olacaktır. Mübadele yetmeyecek, asimile edileceklerdir. Şimdi iftira ettikleri soykırıma o zaman gerçekten uğrayacak ve soybitimine varacaklardır. Yeryüzünde Ermeni ve Rum kalmayabilir. Türkiye’de ve dünyada Müslümanları ortadan kaldırmak isteyenler kendileri ortadan kalkacaklardır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-386 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-216  İstanbul, 09 Aralık 2006

 

İMAN

Ebu Hanife’ye göre iman artmaz, eksilmez; varsa var, yoksa yoktur; yarım iman yoktur. Bu Kur’an’ın zahirî lafızlarına aykırıdır.

Yine Matüridi’ye göre insanda iman varsa, ameli ne kadar kötü olursa olsun, cehennemde yansa da, sonunda çıkar ve cennete gider. İmanı yoksa, ne kadar iyi işler işlerse işlesin cehenneme gider ve orada ebedi kalır. Bu da Kur’an’ın zahirî ifadelerine aykırıdır.

Ben bugün bunları tartışmayacağım. Biri buna böyle inansa ama imanla ameli salih işlese cennete gidecektir. Bunda ihtilaf yoktur. Adil Düzen Çalışanları bunlardan olacağına göre cennete gideceklerdir demektir. İtikatlarını tashih etmem için bir gayrete gerek görmem.

Ancak Ehli Sünnetin ittifak ettiği, benim de katıldığım bazı imana dair hususları hatırlatmayı gerekli görüyorum. Ehli Sünnete göre küfür veya şirk, insanı ebedi cehennemde bırakır. Ben küfür ve şirk hususuna bir şey demiyorum, bunlara böyle inanmak İslâm’ın şartıdır. İslâm da imanın şartıdır.

Adil Düzen Çalışanları bunları bilmeli ve ona göre iman etmelidirler.

1-    Allah vardır. Birdir. O’ndan başka Tanrı yoktur. Bunun anlamı şudur. Kâinatta ne varsa, iyi de kötü de, yani hayır da şer de O’nun halk ettiğidir, O’nun eseridir, O’nun takdiridir. Başka bir hâlik olmadığı gibi kendi yarattıkları dışında kimse yoktur, dolayısıyla O’nun karışanı kimse yoktur. Yılan da O’nun zehir de O’nun, yaz da O’nun kış da O’nun, sağlık da O’nun hastalık da O’nun, doğum da O’nun ölüm de O’nun, zafer de O’nun mağlubiyet de O’nun işidir. Bir başka güç tanımak şirktir.

2-     Allah’tan başka kimseye ibadet edilmeyecek, başkasına yalvarılmayacak, başkasından lütuf istenmeyecektir. Allah’tan başka herkes, her insan O’nun halifesidir, yani görevlisidir. Birinden bir şey isterken değil, onun aracılığı ile Allah’tan istiyorsun. Verirse Allah vermiş olur, vermezse Allah vermemiş olur. İnsandan insana gelen iyilik Allah’tan gelmiştir. O’na şükretmelisin. Sana gelen kötülük de O’nun izni ile gelmiştir. Sabretmelisin. Kendini düzeltmelisin. Düşmanı düşman bileceksin ama, Allah’ın ‘düşmanı düşman bilin’ demiş olmasından dolayı bileceksin. Savaşı Allah’ın halifesi olarak yapacaksın.

3-    Allah’tan başkasına ibadet etmeme şu şekilde sıralanabilir.

a)       Ayakta saygılı olarak durmak, insanın karşısında böyle durmak günah değildir. Ama bu duruşu yaparken ona olan saygın onun Allah’ın halifesi olmasından dolayıdır. Yetkiliye itaat Allah’a itaattir. Saygı duruşu itaati remzeder. Ancak bu saygı duruşu onun karşısında o sağken yapılabilir. Ölüye veya gaipte olana saygı duruşu yapmak caiz değildir. Çünkü o artık O’nun halifesi değildir. Ölmekle halifelik görevi sona ermiştir. Ölünün dünyevi kişiliği sona erer. Artık davalı ve davacı olamaz. Ona yapılan hakaret ona yapılmış olmaz, vârislerine ve haleflerine yapılmış olur. Ölülere hitap edilemez. Çünkü onlar duymazlar. Kur’an çok açık bir şekilde bunu ifade eder. Bu bakımdan Hıristiyanların Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’i, Alevilerin Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali’yi doğrudan muhatap almaları caiz değildir. Ehli Sünnet gaipte olanlara veya ölenlere hitap etmeyi şirk sayar. Bu sebepledir ki dua ederken okuduğumuz Kur’an’ı filanın ruhuna hediye ettik, sen vâsıl eyle Yarab diye dua ederler. Şefaate inanırlar ama sen şefaat eyle demezler, sen şefaatine nail eyle derler. Ehli Sünnette ölülere ve gaiplere dua küfürdür. Bu sebepten dolayı tahiyyatta “esselâmu aleyke eyyuhennebiyyu” tabirini yani “Ke”yi imama gönderirler, yahut “aleyke eyyuhannebiyyu” derler.

b)       Ehli Sünnete göre sağ olan ve karşısında olan kimseye eğilmek günahtır, el öpme günahtır. Ama şirk değildir. Türklerde ve şimdi tüm insanlarda el öpme ve karşısında eğilme âdeti vardır. Adil Düzen Çalışanları el öpmemeli ve eğilmemelidir. Gelen kimseye kalkmak, uğurlamak için kalkmak kıyam olduğu için günah sayılmaz. Ama ölünün adı anılınca veya gaipte olanın adı zikredilince kalkmak günahtır, caiz değildir.  Mevlitte Hazreti Peygamber’in doğumunu ayakta kutlamak veya ibadetlerde onların anışı için ayağa kalkmak caiz değildir. Asgari rüku mesabesinde günahtır.

c)       Secde etmek ise Kur’an’da açık bir şekilde nehy edilmiştir. Gerçi meleklere ‘Adem’e secde edin’ denmiştir. Ancak buradaki secde saygı duruşu secdesi değildir, onun hizmetine girin şeklindedir. Yahut bizim Kâbe tarafı dönüp secde ettiğimiz gibi secde etmeleri emrolunmuştur. Ona taraf secde edin olmuştur. Kur’an’da insanlara bir şey emredilmişse bize emirdir. Ama meleklere emredilen bize emir değildir. Cevazı da içermez. Ehli Sünnetin usûlü budur. Allah’tan başkasına secde şirk kabul edilmiştir. Yani, böyle yapan dinden irtidat etmiş sayılır. Allah’a secde etmek de imandan sayılır. Biri namaz kılarsa biz onu müslim sayarız.

d)       Mezarların ziyareti başlangıçta men edilmiş. Çünkü ölülerden medet umuluyor, onlara dua ediliyordu. Sonra mü’minler artık ölülerden imdat olunmayacağını öğrendiklerinde Hazreti Peygamber, ben mezarları ziyaret etmeyin demiştim, artık edebilirsiniz demiştir. Çünkü mü’minler mezarları ziyaret ederken ona dua ederler, ondan yardım istemezler. Diriler ölülere yardım edebilir, ama ölüler dirilere yardım edemezler. Oysa atalara tapma şeklinde oluşan bâtıl inanç İslâmiyet’i bilmeyen kimseler tarafından hâlâ sürdürülmektedir. Mezarların yapılması da bundan dolayı abes kabul edilmiştir. Hazreti Peygamberden de bir şey istenmez. Çünkü o da ölü bir insandır. Ona dua edilir ve ona yardım edilir. Mü’minlere, peygamberlere ve onun elçilerine dua edilmesi emredilmiştir. Ondan yardım istemek şirktir. Şefaati kabul etsek bile şefaati ondan dileyemeyiz. Rabbimiz onun hürmetine bizi bağışla diye yine Rabbe dua edilmektedir.

4-    Allah her yerde ve her zaman hazır ve nâzırdır. O’ndan hiçbir şey gizlenemez. Hesap gününün sahibi O’dur, O’na hesap verilecektir. O’ndan başkası hiçbir zaman hazır ve nâzır değildir. Mesela, melekler vardır. Melekler insanların amel defterlerini tutarlar ama onlar insanın beyninden geçenleri bilmezler. Onlar her zaman yanında olmayabilirler. Sonra nasıl biz unutursak onlar da unutabilirler. Allah istediği günahı setreder, mağfiret eder, affeder. Kimse onu bilmemiş olur, insan işlememiş hâle gelir.

5-    İnsan öldükten sonra dirilecektir. Bütün insanlar birlikte bir araya geleceğiz. Herkesin yanında birer savcısı ve avukatı vardır. Bunlar tanıklık edecekler. Üçüncü kişi bunların arasındaki ihtilaflarda doğrusunu söyleyecek. Bu dünyada olduğu gibi dosya tutulmuş olarak gelecek. Hakimin huzuruna çıkarılacak, iyilikler ve kötülükler sıralanacak. Sağda olanlar yaptığı iyilikleri değerleri ile kaydetmiş olacak, solda olanlar kötülükleri değerleri ile kaydetmiş olacaktır. Bir günah yalnız bir günah olarak yazılacak. Bir sevap ise on sevap olarak yazılacak. Defter böyle bağlanacak ve Allah’a arz edilecek. Son kararı Allah verecektir. Affedebilir. Af O’nundur. Eğer aftan sonra da defterin borçları çoksa kişi sol kapıdan çağrılacak, defter de soldan verilerek cehenneme yollanacaktır. Sağdan alanlar sağ kapıdan çağrılacak, defter sağdan verilecek ve cennete gönderileceklerdir. Cehennemde yaptığı kötülükler nisbetinde azap edilecek, cennette de yaptıkları iyilikler nisbetinde nimet verilecek. Bütün bunlar dünyadaki bedenimize benzer bedenlerle olacaktır. Parmak izleri bile değişmeyecek. Sadece ölüm ortadan kalkacak, hastalık olmayacaktır. Yani, Hazreti İsa orada da burada olduğu gibi bir insandır. Başka herhangi bir gücü yoktur. Hazreti Muhammed aleyhisselâm da böyledir. Şefaat ancak dünyada birbirini seven insanları ayırmamak için Allah’ın günahkâr olanı affetmesi şeklinde düşünülür. Cennete gitmeden önce bu dünya hayatına benzer hayat vardır. İnsana her istediği verilmez. Ama bazı istedikleri verilmek istenir. Dünyada sevdiği kişiden ayrılmak istemediği zaman Allah’tan ‘bizi ayırma’ diye talepte bulunur, Allah da talebini kabul edebilir. Bu birlikte yaşayan kimseler içindir. Ama mesela bir hilafet eksilmeden hep iyiler tarafından devam etmişse, yani sen öyle bir kimseye biat ettin ki, onun biat ettikleri Hazreti Peygamber’e kadar ulaşırsa, o ağacı Allah affederek hepsini cennete götürebilir.

Bu imanın esasları babalarımızdan bize intikal etmiştir. Ehli Sünnetin icması ile sabittir.

Adil Düzen Çalışanlarına aktarıyorum.

İleride “Adil Düzen Kelamı” yazılacaktır. O kelamda olanlar ve ona inananlar Adil Düzenci olacaklardır. Atalarınızın yaptığı gibi siz de şirkten bir şeyi sokmayın. Diğer din, mezhep ve tarikatlarla bu konularda tartışmayın. Saygı gösterin ama doğrusunu söylemeyerek taviz vermeyin.

Tekrar taviz ile ülfet arasındaki farkı tarif edelim.

Ülfet, karşı taraf ne yaparsa yapsın onunla ilişkiyi sürdürmedir.

Allah bunu yapmamızı emretmiştir.

Taviz ise başkasının hatırı için kendi hayatını değiştirmedir.

Bu inançta olursa şirktir.

Bazı ameller vardır ki onlar da olursa şirktir.

Adam öldüren, faizi veya zinayı helal görenin durumu böyledir. 

Allah cümlemizi imandan ayırmasın.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-386 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-216  İstanbul, 09 Aralık 2006

 

KIBRIS, SÜPER GÜÇ TÜRKİYE VE “ADİL DÜZEN”

İki kişi arkadaş olup bir araya gelince, içgüdü ile biri diğerine tâbi olur, biri önder olur. Artık adımlarını bile birlikte atmaya başlarlar. Bu durum küçük ve büyük topluluklarda böyledir.

Kalabalık içinde ilk çifti oluşturanlar merkez olmaya başlar. Bunlara ikinci çift de katılınca artık o topluluk örgütlenmiştir. Kalabalık sayı olarak yüzleri aşınca, önder gruba karşı bir muhalif güç oluşur. Mıknatısın nasıl iki kutbu varsa, topluluğun da böyle iki kutbu olacaktır.

Bu kutuplar %5 ile %10 arasındadır. Kalan %80-90 tarafsızdır, hangi taraf güçlü ise onun çevresinde kümeleşir. O kutup iktidar olur, diğeri ise muhalefet yapar. İktidar tecezzi etmez, yani parçalanmaz, mutlaka bir kutupta olur. Kalabalık onun yönünde kümeleşir.

Bu durum bir bucakta, bir ilde, bir ülkede ve tüm insanlıkta böyledir.

Bu düzen hemen kurulmaz, belli bir zaman süreci içinde oluşur.

Tüm insanlık tarihinde hep böyle olmuştur. Her uygarlıkta daima iki kutup olmuş; biri hakim olmuş, diğeri ise ona teslim olmamış ama çevreyi de kendisine uyduramamıştır.

Son 500 yılın süper gücü Osmanlılar olmuştur. Başlangıçta ikinci kutup Persler/İranlılar olmuşlar ama iktidar hep Osmanlılarda olmuştur.  Osmanlılar çökmeye başlayınca önce Napolyon ile Fransızlar süper güç oldular. Sonra İngilizler dünyanın süper gücü oldular. Daha sonra Almanlar dünyayı kasıp kavurmaya başladılar. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra ABD süper güç olurken; ABD’ye de Yahudi sermayesi hakim oldu. Dengeyi korumak için muhalif güç olarak Sovyetleri organize ettiler. Gorbaçov ve Şevarnadze ikilisi Sovyetleri kutup olmaktan çıkarınca onu yıktılar.

Günümüzde ABD’ye karşı muhalif kutup oluşturulamamıştır.

***

Rejimlerin yerine tekrar din savaşları üzerinde denge kurmak isteyen tekel sömürü sermayesi günümüzde dinlerarası savaşları körüklemektedir. Bunun için çeşitli oyunlar tezgâhlanmaktadır…

Karikatür oyunu, Papa’nın beyanatı oyunu hep tekel sömürü sermayesinin tezgahlarıdır…

Kulelerin yıkılması, Hizbullah, Taliban ve benzeri tezgahlar hep muhalif kutup arayışlarıdır…

İran ve Suriye’ye karşı yapılan saldırılar da bu kutup arama faaliyetleridir…

Çin ve Hint denemeleri de benzer arayış çalışmalarıdır ama henüz başarı sonucu bulamamışlardır.

Yani, günümüzde bir taraftan ABD’nin süper güçlülüğü elinden uçmakta, diğer taraftan muhalif kutup ise daha doğmadan yok olmuş bulunmaktadır.

Sonuç olarak, bugünkü insanlık süper gücünü ve onun muhalifini aramaktadır.

***

İnsanlar karada yaşayacak şekilde yaratılmışlardır. Denizleri karadan kullanacaklardır. Gezegenlere gidecek, orada tarım yapacaklar ama merkezleri yine karalar olacaktır. Uzaya açılsalar bile, merkezleri yine yeryüzünün karaları olacaktır.

Dünyadaki karaların merkezi Ortadoğu’dur. Karalar Ortadoğu ile doğu ve batıya bölünmüş, iç denizleri ile de kuzeyden güneye bölünmüştür. Allah yeryüzünü böyle planlayarak var etmiştir.

Eğer bir süper güç buraya yani Ortadoğu’ya hakim olursa, o güç en az bin yıl süper güç olur. Buraya hakim olamayanların süper güçlülüğü Fransa, Almanya ve İngiltere gibi belki bir asır kadar bile sürmez. ABD’nin süper güçlülüğü elli yıldır vardır ve sallanmaktadır. Bu sebeple süper güç olmak isteyen ülke daima Ortadoğu’ya göz koyar. “Ortadoğu Projesi” ABD için aleni proje olmuştur.

Ortadoğu’ya hakim olmak için Basra Körfezi ile Kıbrıs’a hakim olmak gerekir.

ABD günümüzde Basra Körfezi’ni işgal etmiş durumdadır. Şimdi gözü Kıbrıs’tadır.

Kıbrıs daha önce Osmanlıların ilgi alanı idi. Cumhuriyet’ten sonra Türkiye süper güç olma davasından vazgeçince, Kıbrıs İngilizlerin ilgi alanı oldu. İngilizler Türklerle Yunanlıları savaştırarak Kıbrıs’a hakim olmak istediler. Biz Kıbrıs’ı fethederken aslında İngiltere’nin çıkarlarını koruyorduk.

Kıbrıs günümüzde ABD ile AB arasında çekişme alanıdır. Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları bunun için birbirlerine saldırıyorlar, Türkiye ile Yunanistan’ın arasında bunun için sorun vardır.

AB günümüzdeki mücadelede Kıbrıs’ı ABD’ye kaptırmamak için alelacele Rumları birliğe aldı. AB Türkiye’yi birliğe alacaksa Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünde ne zarar vardır? Rumlar Yunanlıların, Tükler de Türkiye’nin birer vilayeti olur ve mesele biter. Bir ilçeyi şu vilayete, mesela Yalova’yı İstanbul’a bağlamadan ibarettir.

AB ne yapıyor? AB Türkiye’yi oyalıyor, birliğe almayacaktır. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu çözülmüyor. Türkiye de gerçekten AB’ye girecekse o zaman Kıbrıs’ı AB’ye teslim etmelidir. Ama Türkiye AB’ye girmeyeceğine göre AB buradan ümidini kesmelidir. Zaten Türkiye de Avrupa Birliği’ne girmeyi düşünmüyor, Avrupa’yı oyalıyor.

İngiltere ve ABD de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini destekler görünüyorlar. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’tan çekilmesini istemiyorlar. Türkiye oradan çekilirse Kıbrıs’taki kendi hakimiyetleri sona ermiş olacaktır. Bundan dolayı görüntüdeki bu destekleme içten ve samimi bir destekleme değildir. Bu destekleme sadece Türkleri Kıbrıs’ta tutma taktiğinin desteğidir.

Bütün bunları bir yana bırakalım. Ben size asıl gelecekten haber vereceğim.

GELECEKTE NELER OLACAK VE TÜRKİYE NASIL SÜPER GÜÇ OLACAKTIR?

a)      Türkiye’ye “Adil Düzen” gelecek ve üç ay içinde işsizlik, altı ay içinde yargı, bir sene içinde basın ve iki yıl içinde dış borçlar sorunlarını çözecektir. 1) Türk ordularının sayıları on ikiye çıkarılacak ve bu ordular saldırı değil savunma orduları hâline getirilecektir. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesinin orduları olacaktır. Ordular üretici hâle getirilip hem daha güçlü yapılacak, hem de bütçeye yük olmaktan çıkarılacaktır. 2) Ayrıca okullar (yani eğitim) de üretici hâle getirilip (sadece sekiz yıllık zorunlu eğitim değil, değil seksen yıllık eğitimle) beşikten mezara kadar yapılacak ve bütçeye yük olmayacaktır. 3) Genel aidatsız sigorta ile devlet görevlileri görevden ayrılsalar da sigortalı olacaklardır. Kendilerine kredi verilecek, serbest iş yapmaları sağlanacak, böylece bürokratlar devlete yük olmayacaklardır. 4) Kamu hizmetleri serbest meslek erbabı tarafından yapılacaktır. Yani, devlet memuru hem resmi iş yapacak, hem de dışarıda çalışabilecektir. Böylece devlet bütçesinden ağır yük kalkacaktır. Bu uygulamalar sayesinde iki sene gibi kısa zamanda Türkiye saldırı bakımından çok zayıf ama savunma bakımından ise kimsenin yenemeyeceği bir süper güç hâline getirilecektir.

b)     Gümrükler ve vizeler kalkacak, Türkiye dünyanın serbest bölgesi hâline gelecek, tüm insanlık için açık pazar hâline getirilecektir. Vergi üretimden alınacak, gelip geçenler harca tâbi tutulmayacaktır. Dünyanın ve Ortadoğu’nun merkezinde olmanın zorunluluğudur bu. Dünyanın merkezi olan ülke dünyanın ortak yeridir. Siz ona ben sahibim deyip başkalarını sömüremezsiniz. Zaten merkez olmanın avantajı ile siz süper güç olursunuz.

c)      Türkiye komşularıyla saldırmazlık paktı imzalayacak ve kendisini güven altına alacaktır. Komşularda “Adil Düzen”in oluşması için onlarla işbirliğine gidecektir. İran, Afganistan, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Irak, Suriye, Arabistan, Filistin ve İsrail gibi komşularıyla bir “Adil Düzen Birliği”ni kuracaktır. Bunlar saldıran değil, savunan ordulara sahip olacaktır. İşte bu duruma gelindiğinde Türkiye Süper Güç olacaktır. Büyük olasılıkla karşı kutup da ABD olacaktır.

d)     İşte böyle bir hedefimiz olduğu için Kıbrıs’ın şimdilik böyle çözümsüz kalmasında yarar vardır. Böyle bir Ortadoğu’da Kıbrıs’a şiddetle ihtiyacımız olacaktır. Çünkü Kıbrıs Ortadoğu’nun ana savunma merkezidir. Bu oyalamayı sürdürebilmemiz için Rumlarla iyi geçinmemiz, ayrıca Avrupalılarla da iyi geçinmemiz gerekir.

***

Avrupa Birliği’ne getireceğimiz öneriler nelerdir?

1-      Türkiye Avrupa Birliği’ne alınmadan AB Kuzey Kıbrıs üzerindeki iddialarını askıya alacaktır.

2-      Buna karşılık Türkiye Kıbrıs’taki Rum devletini sadece Güney Kıbrıs hakimi olarak tanıyacak ve limanlarını açacaktır.

3-      Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı bağımsız devlet olarak değil, Türkiye AB’ye girinceye kadar kendisinin bir vilayeti olarak, yani bağımsız bir il olarak yönetecektir.

4-      Türkiye Avrupa Birliği’ne alınmazsa veya alınırsa, Kıbrıs’ın statüsü o zaman yeniden görüşülecektir. Kıbrıs’ın statüsü  o günkü yeni statüye çevrilmiş olarak bu görüşme yapılacaktır.

Şimdiye kadar ‘Türkiye süper güç olmaktan vazgeçmiştir’ diyorduk.

Ama “Adil Düzen” kendiliğinden Türkiye merkezli Ortadoğu’yu süper güç yapacaktır. Dolayısıyla Kıbrıs üzerindeki siyasetin bu şekilde yürütülmesi önerisini getiriyoruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler