Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 387
BAKARA SÛRESİ 166-169.-AYETLER TEFSİRİ
16.12.2006
1275 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 387

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             16 Aralık 2006             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 387. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

AYASOFYA

YANLIŞ ATA OYNAMAK!

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 49. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنْ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوْا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمْ الْأَسْبَابُ(166) وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمْ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنْ النَّارِ(167) يَاأَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ(168) إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ(169)

 

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا  (EiÜ TaBarRaEa elLaÜINa utTüBiGUv)  

“Tâbi olunanlar teberri ettiğinde.”

“Lav Terahu İz Gadibe/ Onu kızdığında bir görseydin” dendiğinde; geçmişte o kişi kızmıştır, kızmanın şiddetini anlatmak için öyle söylersin. “LaV” fiil mazi olsun, muzari olsun geçmişi ifade eder.

İZ” de böyledir. Bu olay geçmişte değil de gelecekte olsaydı “Lav Tarahu İza Gadibe” denmesi gerekir. Kızacağı zaman onu bir de şimdi görebilseydin anlamı çıkardı.

Burada âhirette olacak bir olayı geçmişte olmuş gibi anlatmaktadır. Gelecek geçmiş olmaktadır. Kur’an’da zamanların böyle ters çevrildiği çok olmaktadır. “Saat yaklaştı Ay inşikak etti” deniyor. Birisine kızdığın zaman ‘Sen öldün!’ dersin. Kesin olacak şeyi olmuş gibi gösterirsin. Bu bütün dillerde böyledir.

Tâbi olunanlar” yani kendilerine uyulanlar kesin olarak “teberri edecekler”dir anlamı çıkar.

Teberri etmek” demek, kendini aklamak demektir.

Beri olmak” yani benim alakam yoktur, ben karışmıyorum demektir.

Tâbi olmak” peşinden gitmek demektir. Hiç kimse başka bir kimseyi kurtaramaz. Herkes kendi içtihadına göre hareket edecektir. Tâbi olan sorumludur, tâbi olunan sorumlu değildir. Kimse de ‘bana tâbi olun’ diyemez. ‘Kendiniz takdir edin, ben doğru yoldaysam bana tâbi olun’ diyebilir.

Tâbi olmak iki şekilde olur. Önce ayrı ayrı içtihat ederiz. Bir şeyi yapmamız gerektiğinde ittifak ederiz. Sonra onu birlikte yapmamız gerekir. Aramızdan birini imamlığa seçeriz. Biz hareketlerde ona uyarız.

Burada içtihatta tabiiyet yoktur, içtihadın icrası esnasında tabiiyet vardır. Namazın imamı buna örnektir. İmam halka dönük değildir, kıbleye dönüktür. Allah’a ibadet etmektedir. Kişiler de hareketlerinde birlik sağlamak için imama uymaktadır. Oysa Alevilerde ve Hıristiyanlarda imam cemaate dönmektedir. Böyle olunca buradaki tabiiyet kişiye ait değildir. Kişi sadece harekette birlik sağlamaktadır.

Papa 16. Benedikt Sultan Ahmet Camii’ni ziyaret ederken İstanbul Müftüsü ‘isterseniz huzura duralım’ dedi. Papa hemen kıbleye döndü ve durdu. Müftü de ona uymak zorunda kaldı. Buradaki tabiiyet Allah’adır. Birleşebildik. Halbuki bu kilisede olsaydı Papa’nın öne geçip cemaate dönmesi ve ‘huzuruma dönün’ demiş olması gerekirdi. Bu da müftünün Hıristiyan veya papanın Müslüman olması demek olurdu.

İslâm’da namazın ne kadar birleştirici olduğu burada görülmektedir.

İkinci tâbiiyet ise içtihatta tabiiyettir. Siz delilleri ile sonuca varamazsanız, eğer sizden daha iyi bilen birisi varsa ona tâbi olursunuz. Burada da tâbi olduğunuz kimse size emretmemektedir. Bana tâbi olun dememektedir. Siz kendiniz onun içtihadını benimsiyorsunuz. Burada da sorumluluğunuz tamamen size aittir. Tâbi olunan sorumlu değildir.

İçtihat yaparken ya kendiniz içtihat yapıyorsunuz, ya da içtihat yapana uyuyorsunuz. O da içtihattır. Çünkü müçtehidinizi kendiniz içtihatla seçiyorsunuz. Burada bahsedilen bu ittibalar değildir. Burada bahsedilen içtihat yapmayan birini körü körüne taklittir. Allah’tan başkasını Allah’tan daha fazla sevenlere uymadır.

مِنْ الَّذِينَ اتَّبَعُوا (MiNe elLaÜIyNa itTaBaGUv)  “Tâbi olanlardan teberri edince.”

Tâbi olunanlar tâbi olanlara teberri edince zalim olanlar şimdi rey edebilseydiler de zulümde tâbi olmasalardı. Bu âyet bundan önceki âyetteki ‘zulmedenler rey etselerdi’ cümlesine bağlıdır. Azabın sadece zulümden olacağı belirtilmiş olmaktadır. Tâbi olma, zalimlere zulümde tâbi olmak demektir.

ABD Irak’a girmektedir. Zulüm yapmak için biz de ona tâbi olursak işte bu tabiiyetten bahsedilmektedir. Avrupa Birliği’nin gayesi nedir? İyi tahlil etmek gerekir. Avrupa dünyaya hakim iken, II. Cihan Savaşı’ndan sonra bu hakimiyetini kaybetti. Sömürüye ve zulme devam edebilmesi için birleşmek zorunda kaldı. İşte biz de onlara tâbi olursak burada Allah’ın vaat ettiği zulme uğrarız. İkinci olarak, Avrupa sömürürken şimdi ABD onu sömürüyor. Avrupa bu sömürüden kurtulmak için Avrupa Birliği’ne ihtiyaç hâsıl olmuştur. İşte bu zamanda Avrupalılarla birleşir ve Avrupa’nın sömürülmesini önleriz. Burada birleşme meşrudur. Ne var ki Avrupa güçlenince ne olur? Bu sefer tekrar dünyayı sömürmeye yönelir. Bunun olmaması için Avrupalıların “Adil Düzen”i kabul etmeleri gerekir. Biz Avrupa’ya “Adil Düzen”i kabul ettikleri takdirde girmeliyiz. Avrupa kendi anayasasını yapamamıştır. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı kabul etmeleri şartı ile AB’ye girebiliriz. Ekseriyet sistemli, gümrük sistemli, faizci ve zinacı Avrupa’ya girmemiz bizi yarın kötü durumlara düşürür. Kopenhag kriterlerinin yanında Kur’an’ın kriterlerini koymamız gerekir.

Akevler’de olsun, Yenibosna’da olsun, bizim faaliyetlerimizde de böyle zalimlerin zulümleri sürdürebilmeleri için teklifler gelecektir. Şimdi zayıfız, o sebeple bizimle ilgilenmiyorlar, ama güçlenince cazip teklifler alacaksınız. Yüz market oluşturun, o zaman size ne tekel sömürücü teklifler gelecektir. İşte onlara uyarsanız sonra onlar sizden teberri eder, ah vah edersiniz ama artık iş işten geçmiştir.

وَرَأَوْا الْعَذَابَ (Va RaEaVuv eLGaÜAvBa)  “Ve azabı rey ettiklerinde.”

Tâbi olunanlar azabı görür ve tâbi olanlardan teberri eder. Yahut tâbi olunanlar teberri eder ve tâbi olanlar azabı rey ederler. Burada azap görenler her iki taraf olabilir. Zalim olanlar bir gün mazlum duruma düşerler. Bunun çok açık örneği Saddam’dır. Dün ne zulümler yapmıştı. Ama bugün mazlum durumdadır. Geçmişteki zulmü unuttuk da nerede ise ona acıma durumunda olduk. Dün Saddam’a zulümde tâbi olanlar da artık Saddam’ı kurtaramıyor, hattâ onların tarafı bile olamıyor.

İnsan kendisi dört delile dayanarak içtihat edecek. İçtihat edemiyorsa, içtihat edeni içtihadıyla bulacak ve ona göre hareket edecektir. Bu kişi Allah’a tâbi olmuş olur, dünyada ve âhirette saadete erer. Bunlar hatalarının günahlarını dünyada çekerler ve âhirete aklanmış olarak giderler. Günahları yoksa âhirette bu dünyadaki sabra karşılık dereceleri yükselir. Zalimlere ortak olanlar için azap görmek mukadderdir.

وَتَقَطَّعَتْ بِهِمْ الْأَسْبَابُ(166) (Va TaQaoOaGaT BiHiMu eLEaSBAvBu)  

“Onlarla esbab takattu’ etmiştir.”

Onlarla olan yollar kesilmiştir. Tâbi olanlar tâbi olunanlara ulaşamamakta, dertlerini anlatacak kimseleri bulamamaktadırlar. Allah’ın insanlardan istediği, kişinin içtihat etmesi ve içtihadına göre amel etmesidir. İçtihadında hata olmuş olabilir. Ondan sorumlu değildir. Eğer kendisi içtihat edemiyorsa, içtihadı ile bir müçtehidi bulup onun içtihatları ile amel etmelidir. İçtihat yapmadan veya içtihatla müçtehidini belirlemeden amel etmek caiz değildir. Zulme âlet olunduğu takdirde artık koruyucun yoktur. Buna kul hakkı denmektedir. Zulüm Allah’ın halifeleri olan insanların haklarına karışmaktır. Yani, onların görev alanlarına girmek demektir.

Nasıl bir polis tapu memuruna tapu işlerinde karışamazsa, tapu memuru da nüfus işlerinde nüfus memuruna karışamazsa, insanlar da başka insanların işlerine karışamazlar. Çünkü her insan Allah’ın kendi bedeninde ve mülkünde görevlidir. Burada önemli olan husus, insanın kendi kendisine de zulmetme yetkisi yoktur. Çünkü insan kendi kendisini yaratmamıştır. Dolayısıyla göz benim değil mi, istersem çıkarırım diyemezsiniz. Çünkü göz sana emanettir. Sahibi sen değilsin. Sen var etmedin, seni var eden onu sana verdi.  

Demokrasinin temeli de, lâikliğin temeli de burada yani içtihat ve içtihatla amel müessesesinde yatmaktadır. Kimse kimseye hesap vermez, herkes Allah’a hesap verir. Bu dünyada ise hakemlerden oluşan bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın yargıya hesap verir. Hakemini kendisi seçmiştir, onun kararına uyacaktır.

***

وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا (Va QAvLa elLaÜIyNa itTaBaGUv)  “Tâbi olan kimseler kavlettiler.”

Tâbi olunanlar teberri edince tâbi olanlar şöyle dediler, yani demiş olacaklar. Tâbi olanlar diyecekler.

Kime diyecekler? Kendi kendilerine diyecekler. İnsanlar hayrı ve şerri Allah’tan bilmezler. Şerri diğer insanlardan bilirler, hayrı da diğer insanlardan beklerler. Yani, insanlar devamlı şirk içindedirler.

Bunlara birkaç misal vereceğim.

a)       1950’lerde Tük halkı Halk Partisi’nin zulmünden kurtulmak için Demokrat Parti’ye sığındı. Oysa Halk Partisi’nin zulmü Halk Partililerden gelmemekteydi; mevcut düzenin şerri idi. Türk halkı bu zulme neden düştüğünü araştırıp “Adil Düzen”i bulacağına, Demokrat Parti’ye sığındı. Sonunda ne oldu? Daha kötü azaba uğradı.

b)       28 Şubat’ın zulmüne uğrayan halkımız bunu Allah’tan değil de, o günün yöneticilerinden bildi ve kurtuluş için AK Parti’ye sığındı. Ne oldu? Esbabı buldu. Oysa 28 Şubat DYP’nin “Adil Düzeni bırak seninle koalisyon yaparım” önerisinde bulunması ve Refah Partisi’nin de bunu kabul etmesi nedeniyle olmuştur. Yani, “Adil Düzen”i bırakıp zalim düzen içinde adalet yapacaklarını sanmaları idi. Onlar gittiler ama halkımız yine uslanmadı; “Adil Düzen”e cephe alan ve zalim düzeni kerhen de olsa kabul eden AK Parti’ye gitti!

c)       Türkiye’de yine Batılıların tezgahı ile zulüm yapılmaktadır. YÖK gibi kimlerin yönettiği bilinmeyen kurumlar insanımıza zulüm yapmaktadır. Bu Allah’tandır. Allah istemese bu zulmü yapamazlar. Yapacağımız iş “Adil Düzen”e yani şeriat düzenine gitmedir. Bunu yapacaklarına sokakta başörtüsü mücadelesini vermekte, “Adil Düzen”e de cephe almaktadırlar. AK Parti ise kurtuluşu faizci ve zinacı Avrupa Birliği’nde bulmaktadır. Oysa bütün bunlar Allah’ın bizi uyarmak için verdiği belalardır. Bizim yapacağımız iş Kur’an’a dönüp ‘ne yapalım’ sorusunu sormaktır. Kur’an bize yol gösterecektir. Bu soruyu müsbet ilmin verileri içinde sormamız gerekir. İşte “Adil Düzen” budur.

d)       Akevler’de ve Yenibosna’daki başarısızlıkları da kendimizde aramaz, başkalarında arar; çözümü de kendi içtihadımızla anlayacağımız Kur’an’da değil de sağda solda görürsek, bizim başımıza gelecek olan da farklı olmayacaktır.

لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً (LaV EanNa LaNAv KarRaTan)  “Bize kerre olsaydı. Bizim için tekrarlansaydı.”

Fırsatlar her zaman ele geçmez, sonraki pişmanlıklar da para etmez.

Cumhuriyet Halk Partisi ile Millî Selâmet Partisi 1973 yılında koalisyon yapmıştı. Kıbrıs’ı fethedecek kadar bir güçle işler iyi gidiyor, terör olaylarına rastlanmıyordu. Sermaye Ecevit’i kandırdı ve koalisyonu bozdurdu. CIA’nın etkisiyle CHP iktidar oldu. Sonra iktidardan düşürüldü. O zaman CHP’ye oy verenler, ‘ellerimizi kesseydik de CHP’ye oy vermeseydik’ dediler.

Halkımız beş sene zulmünü çektikten sonra DSP’nin oyunu % 22’leden % 1’lere indirdi.

Bugünkü AK Parti büyük imkanlara sahiptir. Anayasa ekseriyetini elde etmiştir. Bu ekseriyetini bundan sonraki seçimlerde de koruyabilecektir. Ama ekseriyet elde etmek bir şey ifade etmiyor. Başörtüsünü kendisine namus borcu olarak yaptığı halde çözmedi. Bunu çözmek için anayasa değil, kanun değil, tüzük değil, hükümet kararı da gerekmez. Mesele eski başbakanlardan Bülent Ulusu’nun yetkisiz tamiminden ibarettir. Yapılacak iş, başbakanın kamu görevlilerinin kıyafetleri ile ilgili bir tamim yayınlamasıdır. Kanunda resmi kıyafetlerle ilgili hüküm bulunmayan yerlerde kıyafet serbesttir denecek. Sokakta ne giyilebilirse kamu görevinde de o giyilir denip yayınlayacak. Ondan sonra da içişleri, jandarma ve polise bir genelge yayınlayarak, kıyafet hususunda rahatsız edilenlere yardım edilmesini, saldıranların yakalanarak yargıya teslim edilmesini isteyecektir.

O halde AK Parti’nin yapacağı işler nelerdir?

a)      Önce devlet başkanını askerden seçerek orduyu arkasına alması gerekir. Orduya dayanmayan yasa, yasa değildir. Başbakan genelkurmay başkanına danışmayacak, devlet başkanından talimat alacaktır.

b)      Ondan sonra siyasi partilerin aldıkları oy nisbetinde gönderecekleri ilim adamlarından oluşan bir anayasa kurulunu kurmalıdır. Cemal Gürsel ve Kenan Evren’in yaptığını asker cumhurbaşkanının desteği ile siyasi partiler yapacaktır. Bunlar “Adil Düzen Anayasası”nı hazırlayacak ve ordunun da onayını alarak seçime gideceklerdir.

c)       Seçimi kazanır kazanmaz ilk yapacakları iş, bu anayasanın yürürlüğe girmesine başlanması için bir kanun çıkaracak ve yeni anayasa kurumlarını kurmaya başlayacaklardır. Beş sene sonra kurumlar tamamlanmış, sonunda yeni anayasa kabul edilmiş ve ona göre seçimlere gidilmiş olacaktır.

d)      Yeni anayasa ile III. Bin Yıl Uygarlığının örnek devleti kurulmuş olacaktır. Ondan sonra Türkiye “Adil Düzen”e göre komşularıyla ittifaklara girecektir.

Bu AK Parti’nin eline Allah’ın verdiği en büyük fırsattır. Ama o bunu yapmayacak, iş yapmaz anayasa ekseriyetinin yanına bir de güçsüz cumhurbaşkanı koyacak ve devrilecek. Allah devirecek. Sonra ah vah edecek ama fayda etmeyecektir. Bugün onu Çankaya’ya taşımak için körükleyenler yarın teberri edeceklerdir.

AK Parti Cumhurbaşkanını bahane ederek sorunları çözmüyor. Oysa devlet başkanı yurt dışına gitmekte, Bülent Arınç da vekalet etmektedir. Bir günde o güne kadar geçmeyen bütün kanunları geçirir, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini de kısıtlar ve iş biter. Öyle değil de, AK Parti orduyu ikna edemediği için bunu yapmamaktadır. Bunda da haklıdır. Orduyu ikna yolu asker cumhurbaşkanından geçer.

فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ (Fa NaTaBarRAEu MiNHuM)  “Biz de teberri etsek.”

Onlar bizimle ilgiyi kestikleri gibi biz de onlarla ilgiyi kessek diyecekler. Allah’ın gösterdiği yoldan başka yol tutanlar sonunda bunu demek zorunda kalacaklar. Oysa, bizim yapacağımız iş, bu Kâinatı var eden Allah’ın emirlerine uyarak iş yapmak ve O’na teslim olmaktır. Sonra O ne takdir etmişse ona rıza göstermektir. Sonuçlar bizi ilgilendirmez. O ne isterse onu yapar, işler O’nundur.

Yenibosna’da toplanan kardeşlerimiz bu teslimiyet içindedirler. Onlar kendi içtihatları ile ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaktadırlar. Ondan sonra geleceklere de razıdırlar. Market kuruyorlar. Ama sonucu Allah’tan bekliyorlar. Bu sabır ve sebat onları başarıya götürecektir. Şimdiden başarıdadırlar. Çünkü onlar Kur’an’ı tefsirleri ile okuyor ve tartışıyorlar. Kur’an’ın söyledikleri bir bir çıkınca onların imanları artıyor.

Kur’an ne diyor? “Size en yakın olarak biz Hıristiyanız diyenleri bulursun.” diyor. Kur’an ne diyor? “Hazreti İsa’ya tâbi olanlar kıyamete kadar kâfirlerin fevkinde olacak.” diyor. Biz ne demiştik? III. Bin Yıl Uygarlığı Hıristiyanlarla Müslümanların işbirliği ile doğacaktır demiştik. Sömürü sermayesinin tüm karşı faaliyetleri sonuç vermemiş, Papa’nın ziyareti İslâmiyet-Hıristiyanlık yakınlaşması ile sonuçlanmıştır.

كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا (Ka MAv TaBarRaEUu MınNAv)  “Bizden teberi ettikleri gibi.”

Allah’tan başkasına bağlananları sonunda onları terk etmiş olarak görürsün.

Bir dernek kuruyorsunuz ama o derneğin sözleşmesi İslâmî değil. Siz sözleşmeye değil, oradaki iyi insana tâbi oluyorsunuz. İşler baştan iyi gidiyor. Dernek büyüyor. İşte şeytan taifesi bu merhalede geliyor, o zalim sözleşmede rahatça hareket ediyor ve bir de bakıyorsunuz ki, sizin çok sevip beğendiğiniz insan karşı tarafa geçmiş; ya da o gitmiş ve onun yerine başkası gelmiş!

Bu ikisine en açık örnek Erbakan ile Tayyip’tir. Erbakan başbakan oluyor ama o gidiyor ve onun yerine Tayyip geliyor. Tayyip gitmiyor ama Tayyip artık başka Tayyip’tir. Hâsılı, her iki halde de serap ile karşı karşıyasınız. Oysa Akevler’dekiler Allah’a teslim oldular, bir şey istemeden Allah yolunda amel ettiler.

Şimdi bakıyorlar, ne değişti? 1960’larda Müslümanların adları bile anılmazken, şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar. Dünyanın her yerinde müsbet ilimle uzlaşmış çağdaş örgütler Allah’ın dinini yaymaktadırlar. Halk ekonomisine dayanan holdingler oluşmuş ve “Adil Düzen” de artık ilimde kendisini ortaya koymuş bulunmaktadır. Gelecekte neler olacağını bilmeden Allah’a hamd etmektedirler. Kişiler olarak bu dünyada değil, âhirette cenneti istemektedirler.

كَذَلِكَ يُرِيهِمْ اللَّهُ (KaÜaLiKa YuRIyHıMu elLAHu)  “Böylece Allah onları irae edecektir.”

Bu ifade çok açık olarak gösteriyor ki, yukarıda geçen “İZ”le geçmişte değil gelecekte azabı göreceklerdir. Yukarıda “İZ” kullanılması olmasının kesinliği sebebiyledir. Yahut “İZ” ile “İZA” birbirinin yerine kullanılmaktadır. Müfessirler “İza Cae”deki “İza”yı geçmiş için mânâlandırmaktadır. Sûrenin fetihten sonra geldiğini ileri sürerler. Bize göre ise sûre fetihten önce gelmiş ve fethi haber vermiştir.

Biz bu tür birbirinin yerine kullanılması yolunda mânâ vermeyiz. Ama burada görülüyor ki, âyetin delâleti ile “İZ” gelecek anlamında getirilmiştir. Kesinliğe işaret içindir.

أَعْمَالَهُمْ  (EaGMAvLaHuM)  “Amellerini.”

Amellerini” demektedir; “imanlarını” veya “kavillerini” dememektedir. Zulümlü ameller yaptıkları zaman Allah onu gösterecektir. Her şey ameli salih içindir. Bu dünyada ameli salih ile yaşanır ve diğer insanların yaşamasına imkan verilir. Böyle hareket etmeyenler imtihanı kaybetmiş olurlar. Bu dünyaya gelişlerini mânâlandıramazlar. Aksi halde Allah onları yaratmakla abes işler yapmış olur. Zalim olmama, adil olma bunun için gerekmektedir. Devlet sadece adalet için vardır. Bir yerde haksızlık olduğu yani zulüm yapıldığı zaman mahkemeye başvurulur. Mahkeme şahitleri dinler ve adilane hükmeder. İcra da mahkemenin kararını icra eder.

Bu konuda bugünkü durum nasıldır?

a)      Mahkemeye verdiğiniz zaman mahkeme senelerce sürer. En kısa davalar iki senede biter. On sene, yirmi sene süren davalar vardır. Böylece zalim zulmüne yirmi sene devam eder.

b)      Yirmi sene içinde olayların çoğu unutulur, şahitler ortadan kalkar, taraflar ölür. Sonunda dava içinden çıkılmaz hal alır. Ya müruru zamandan dosya kapanır, ya da usulde bir hata olur, biri bir gün itirazı geciktirmiş olur, dosya karara bağlanır. Dosyanın adil karara bağlanması ihtimali % 10’ların içindedir. Suçlu yoktur, ama zaman gerçeğin ortaya çıkmasını geciktirmiştir. Bu dava sistemini sömürü sermayesi insanlığa eziyet etmesi için icat etmiştir.

c)       Seneler sonra sonuca bağlanan kararın icra kabiliyeti kalmamıştır. Çünkü bu esnada mahkum olacak kişi icra imkanını vermemek için gerekli tedbirleri almıştır. Sizin elinize sadece boş bir karar geçmektedir. Davayı kazandınız, çuval sizin oldu ama çuvalın içi saman dolu.

d)      Bunun dışında avukatlar para kazanmak için davaları uzatır. Şahitler ve hakimler savunmasız olduğu için daima karar vermekten kaçınırlar. Çünkü onların güvenceleri sağlanmamıştır. Bir de temyiz sözkonusudur. Bu sebeple dosyalar gerçeklere göre değil, Yargıtay’ın onaylayacağı şekilde hazırlanır. Olaylara kanun uydurulmaz, olaylar kanunlara uydurulur. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi olduğu gibi kayıt dışı yargı da mevcuttur. Avukatların yazdığı senaryolar muhakeme edilir.

İşte bu zulümdür. Kötü tarafı, zalim yoktur ama zulüm vardır. Sistem zulüm yapmaktadır.

Adil Düzen” bu zulmü ortadan kaldırma çabasıdır. Bu ekolden gelenler şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar ve bu zulmü bizzat yaşamışlardır. Ama bu düzeni değiştirmeyi düşünmemektedirler.

حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ (XaSaRAvTin GaLaYHiM)  “Onlara hasarat olarak irae edecektir.

Allah onlara amellerini hasarat içinde irae edecektir.”

Noktalı “H” ile olan “HASAR” hasır kelimesinden gelir. Zarara uğrama, hurdahaş olma demektir. Noktasız “H” ile “HASAR” hasar esnasında duyulan sıkıntıdır. Türkçede özlemek anlamında kullanırız.

Geçmişte olan bir olayda sıkıntı duymak, bunu neden böyle yapmadım veya neden olmadı demek hasrettir. Kur’an’da tekil olarak hasret kelimesi geçmektedir. Ama buradaki kurallı dişi çoğul olarak “HASARÂT” kelimesi de iki yerde geçmektedir. Bir iş yaparsınız, onun sonucu bir kötülük olur, onunla hasarat duyarsınız. Ama bir iş yaparsınız, onun sonucunda zincirleme yanlışlar oluşur ve ömür boyunca o yanlışlıklardan kurtulamazsınız, o da hasarat olur. Birbirini destekleyen zulmedenlerin hâli budur. Yahut kendi çıkarları için zalimlerle işbirliği yapanların hâli budur. Zincirleme pişmanlıktır.

Biz insanların refah ve saadet içinde yaşamaları için çalışmalıyız. Refah, maddî zenginliktir. Saadet ise insanların sosyal rahatlığıdır. Bizim asıl işimiz “Adil Düzen”dir. “Adil Düzen” dengeli düzendir. Sokakta yürüyen insan şundan emin olmalıdır. Bana kimse zulmedemez, haksızlık yapamaz, çünkü arkamda devlet var diyecektir. Yine sokakta yürüyen insan şunu diyecektir. Ben bir suç işleyemem, çünkü işlesem karşımda devlet var. Eğer halk sokakta bu anlayışla yürüyorsa yüzde doksanı-doksan beşi bu anlayışta ise o devlet adil devlettir. Ama, bana bir şey olsa, beni koruyan kimse yoktur, dolayısıyla ben kendimi korumalıyım, ben bir şey yaparsam kim görecek, kim bilecek diyebiliyorsa, işte orada zulüm yönetimi vardır. İktidarda olanlar bu zulmü kaldırmakla yükümlüdürler. Kendilerinin zalim olmaması yeterli değildir. Çünkü devlet demek zulmü sona erdirme kuruluşudur demektir. Halk vergiyi bunun için verir. Yol yapma, halkı zengin etme işi devletin asıl işi değildir.

Tayyip çıkıp da diyebiliyor mu ki; “Artık ülkemde zulüm yoktur, faili meçhul cinayetler yoktur, yıllarca süren davalar yoktur, rüşvet yoktur, yolsuzluk yoktur, hortum yoktur…”

Diyebiliyorsa, işte o zaman iktidarı hak etsin. Zalimlerin zulüm için kullanacakları yol onun olsun, fabrika onun olsun. Bütün bunlar hasarat olacaktır.

‘Ben bunu Avrupa Birliği ile yapacağım’ diyenler daha çok zavallıdırlar. O Avrupa ki, kendisi muhtacı himmet bir dede, nerde kaldı başkasına himmet ede. Siz Avrupa sokaklarında kurtuluş arayacağınıza; Akevler’e gelin, “Adil Düzen”e gelin, size Kur’an’ın yolunu gösterelim. Orada her çeşit çözümü bulursunuz.

وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنْ النَّارِ(167)  (Va MAv HuM PaRıCIyNa MiNa elNAvRi) 

“Onlar nârdan huruc edecek değildirler.”

Bu âyet gösteriyor ki, buradaki hasarat âhiretteki hasarattır. Bununla beraber bu dünyada da küçüğü olacaktır. O zaman bu nâr mecazi mânâda olur. Savaştan ve terörden bu akılları ile çıkamazlar demek olur.

Burada “NÂR” kelimesi üzerinde biraz duralım. Kur’an’da deveden bahsedilir, hurmadan bahsedilir, ateşten bahsedilir. Yani, Arabistan’da mevcut olanlardan bahsedilir. Kimileri şöyle yorum yapmaktadırlar.

Arabistan’da soğuk değil sıcak beladır. Bundan dolayı cehennemden bahsetmektedir. Ama eğer Sibirya’da olsaydık orada cehennemden değil de, buzhanelerden bahsedecekti. O halde Kur’an gerçeklerden değil de, o topluluğun psikolojisine uygun olanlardan söz eder. Bunların gerçekle ilgisi yoktur. Orta Asya’da olsaydı hurmadan değil de elmadan bahsedecekti. Amerika’da olsaydı deveden değil de inekten bahsedecekti.

Kur’an’ı böylece genelleştirip mânâ vermek yanlıştır.

Ateşten maksat bir azaptır diyorlar. Bunlara burada bu vesileyle gerçekleri anlatalım.

Kur’an’da “HADİD” kelimesi geçmektedir. Bu demirin atom numarasını, periyodik cetveldeki satır ve sütununu, hattâ atom ağırlığını da vermektedir. Bu nasıl olmaktadır? Olmaktadır çünkü Allah Arapçayı Kur’an’ı anlatacak şekilde bir dil olarak hazırladı. Kur’an’ın inzâli için bir dile ihtiyaç vardı. O dil Arapça olarak planlandı. Sonra Arabistan yaratıldı, Araplar yaratıldı. Onlara Arapça öğretildi. Dolayısıyla Kur’an Arabistan’a göre nâzil olmadı, Arabistan Kur’an’a göre oluşturuldu.

NÂR” kelimesi bu bakımdan gerçekleri ifade eder. Buz maddenin donmasıdır. Cisimde fiziksel yapı değişmez. Madde gene molekül olarak kalır. “NÂR”da ise yüksek sıcak nedeniyle atomlar çevrelerindeki elektronları atarlar. Artık onlar düzgün yörüngelerde hareket etmezler. Çevrelerinde gelişigüzel bulunurlar. Atomlar çekirdek bağları ile birbirine bağlanıp cisimler olurlar. Güneşte de su vardır, kömür vardır, azot vardır, DNA’lar vardır, karalar vardır, denizler vardır. Ancak burada moleküllerde kimyasal bağlar değil çekirdek bağları vardır. Cinler böyle yaratılmıştır. Oysa donmuş buzda sadece durgun moleküller vardır. Onun için cehennemin buzdan değil ateşten olması gerekir. Allah Arabistan’ı bunun için sıcak yapmıştır. Bu da Kur’an’ın bir mucizesidir. Cehennemi donmuş bir alan olarak tanımlasaydı orada hayat olmayacak ve anlatılanlar ütopik olacaktı.

***

يَاأَيُّهَا النَّاسُ (YAv EayYuHav elNASu)  “Ey insanlar.”

Bakara Sûresi’ndeki bu “Ey nâs” hitabı ikinci hitaptır. Kur’an önce kendisini tanıtmış, ona karşı tavır alanları anlatmış ve ondan sonra “Ey nâs” diye iman bahsine geçilmiştir. Hazreti Adem’den, İsrail oğullarından, Hazreti İbrahim’den haberler vererek insanlığın İbrahim milletine gelmeleri konusunu ele almıştır.

Bu arada kıblede dinler için bir farklılık alameti olduğu belirtilmiştir.

Şimdi de “Ey nâs” diyerek imandan ameli kısmına geçmektedir. Bundan sonra insanların amelleri ile ilgili hükümleri getirecektir. Burası 24’üncü sayfanın sonudur. Bakara 48 sayfadır. Yani, Bakara’nın yarısı imandan bahsetmektedir. Geri kalan yarısında amelden bahsetmektedir. İkinci “nâs” ile bu ayırımı yapmaktadır.

Bu sûrede başka “Ya Eyyuhe’n-Nâs” da yoktur. İşte Kur’an’ın her tarafı böyle sayılarla takviye edilmiştir. Hiçbir şey tesadüfen yerleştirilmemiştir. Mânâsı kadar sözleri de yerli yerine konmuştur. 

كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ (KuLUv MinMAv FIy eLEaRWı) 

“Arzda olandan ekledin.”

İnsanlara ilk emir ekl etmeyi emretmesidir. “Yeyin” deniyor. Arapçada bu “yiyebilirsiniz” mânâsına da gelir. Ancak bu emirdir. “Et’imû” denmiyor da “KÛLÛ/EKLEDİN” deniyor. Böylece bu ekl yiyecek olduğu gibi giyecek de girmektedir. İnsanlar için neler ihtiyaçtır? İhtiyaçları şöyle sıralayabiliriz.

a)      Yiyecek ihtiyaçtır. Su da yiyecek içinde sayılabilir. Kıyas yoluyla hava da yiyecek içindedir. Yani dışarıdan alınıp bedene ithal edilenlerin hepsi taamdır, yiyecektir.

b)      Libas giyecektir. Libasın iki fonksiyonu vardır. Biri, bedeni dışarıdan gelecek zararlı şeylerden korur ve vücut içinde oluşan sıcaklığın dengelenmesini sağlar. Bu sağlık fonksiyonudur. İkinci fonksiyon da tanınma ve bilinme fonksiyonudur. Karşı tarafa mesaj vermedir, yahut kendini kamufle etmedir. Böylece giymenin iki çeşit fonksiyonu bulunmaktadır. Giyinmek de doğal ihtiyaçtır. Hayvanlarda bu ihtiyaç doğal olarak yerine getirilir. İnsan ise çıplak yaratılmıştır, bu ihtiyacını ürettiği libas ürünleriyle yapmaktadır.

c)       Mesken, barınılacak yer demektir. Hayvanların çoğu yuvalarını yaparlar. İnsanlar için de meskenlere ihtiyaç vardır. Meskenler sakinlerini sıcaktan ve soğuktan, canavarlardan ve haşerelerden korurlar. Meskenlerde aydınlanma, temizlik, ısınma, dışkılıkları uzaklara götürme de temel ihtiyaçlardandır. Telefon, televizyon, buzdolabı, koltuk, sandalye, dolap hep bu ihtiyaçlar içindedir. Meskenlerin mesken olabilmesi için altyapıya ihtiyaç vardır. Su, elektrik, gaz gibi her çeşit yollar mesken ihtiyacı içindedir. Toplu mabetler ve alanlar da meskenin uzantısıdır.

d)      Bir başka ihtiyaç da araçlardır. Telefon, internet, ulaşım ve diğer her türlü araçlar dördüncü ihtiyaçtır. İnsanların ulaşım ve iletişim ihtiyaçlarını giderir. Bunları kullanmanın hepsi “ekl” içine girer ve “ihtiyaçlarınızı giderin” denmiş olur.

Bu maddi ihtiyaçların dışında insanın hislerine, fikirlerine, iradesine, sosyal yönsemelerine hitap eden ve üretim yapabilmesi için birtakım araçlara da ihtiyacı vardır.

Emir yalnız mü’minlere verilmemiştir. Tüm insanlığa yani müslimlere verilmiştir. İnsanların nasıl yaşamaları gerektiğini insanlara öğretmektedir. “Ben müslimim, ben barışçıyım” demek ne demektir?

Tüm hayatı kurallar içinde ve hakkına razı olarak geçirmektir.

Arzda olanlardan” denmektedir. Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. İnsanlara yaramayan hiçbir şey yoktur. Bazı şeyler yenmez ama başka yararı olur. Nitekim bugün insanların bu bir işe yaramaz, gereksizdir diye attıkları bir şey yoktur. Her şeyden bir yanıyla yararlanılmaktadır. Böyle bir yararı olacağını düşünerek sıtma mikrobunu yaşatmaya çalışmaktadırlar. Burada “arzda olanlardan ekl edin” denmesinden, gökte olanlar haramdır anlamı çıkmaz. “Gökte sizin için rızık vardır” âyeti başka ekl edilecek şeylerin olduğunu bildirir. Bu da muhalif mefhumla istidlalin yapılamayacağını ispat eder.

حَلَالًا (XaLALan)  “Helal olarak ekledin.”

Helal olmak” çözülmek demektir. Yani, sindirilecek şekilde yeyin denmektedir.

Bu bize zararlı olan şeyleri yemememizi ifade eder. Bir başka haramlık da başkalarının hakkını yememektir. Zulmetmek demek, başkalarının hakkını yemek demektir.

“Zalimler görselerdi” ayetinden sonra bunun gelmesinden anlaşılıyor ki, yiyecek şeylerin helal olması gerekmektedir. Böylece barışın temini sağlanmış olmaktadır. Barış demek, insanların birbirlerinin haklarını çiğnememeleri ve hakem kararlarına uymaları demektir.

طَيِّبًا (OayYıBan)  “Tayyib olarak.” 

TAYYİBAN” kelimesi ya helalin sıfatıdır, ya da halden sonra haldir.

Buradan iki mânâ çıkarırız.

a)       Bir şeyin helal olması yeterli değildir, onun helal olarak kullanılması da gerekir. Yeteri kadarı kullanıldığı zaman faydalı olan aşırı olunca zararlı olur. İsraf ve tebzir haram kılınmıştır. Her şeyi uygun kullanmak gerekir. Helaldir diye onu işe yaramayacak şekilde kullanmamak gerekir. O halde burada helal “M”nın sıfatı olur, bu da sıfat olur. Yani, kendisi helal olmalıdır, kullanılması da helal olmalıdır.

b)       Yahut ikisi de hâl olabilir. Helal olanı yani başkasının olmayanı ekl ediniz. Tayyib olanı da, habis olmayanı, zararlı olmayanı da ekl ediniz demek olur.

Demek ki iki kelime bize iki şeyi öğretmektedir. Biri, bir canlı olarak o şey bize yaramalıdır. İkincisi de o meşru yoldan kazanılmalıdır. Biri dinî, diğeri hukukidir. Hangisi hangisidir hususu tartışılabilir.

وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ (Va LAv TatTaBIGUv PuOuVAvTı elŞaYOANı) 

“Şeytanın hatvelerine tâbi olmayınız.”

ŞEYTAN” özel bir yılandır. Sinsi bir avlama metodu olmalıdır. Canlılar genellikle avlarını ağızları ile avlarlar. Oysa yılan önce yüz yüze gelir, siz onu yüz ile karşılayıp uğraşırken o birden kuyruğu ile zehrini akıtarak avını öldürür. Şeytan bu isimle adlandırılmıştır. Seni gereksiz şeylerle meşgul eder, arkadan seni zehirler. Belki de o yılan bazı hayvanlara farklı yüzle görünür. Avlanacaklar onun düşmanlığını bilemezler. Çünkü yüz ile saldırmamakta ve sevimli görülmektedir. Şeytan günlük olayları yararlı gösterir, kandırır, acısı sonra ortaya çıkar. İçki, sigara, zina, kumar benzeri fiiller önce hoş görünür ama sonunda zehir olur.

Sonu kötü olan hatalar şeytanın hatalarıdır. Borç alarak israf etmek de böyledir. Banka kartları sebebiyle nice insanlar intihar etmektedir. Helal ve tayyib olanları kullanmamak sonunda insanı helâke götürür.

إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ(168)  (EinNaHUv LaKuM GaDuvVun MuBıYNun)  

“O sizin için mübin aduvdur.”

UDVE” yaka demektir, vadinin yakası demektir. Savaşta karşı cephe demektir.

İnsanlar önce  cephelere ayrılır, sonra birbirlerine saldırırlar. Bununla beraber adavet her zaman savaşı gerektirmez. Karşı tarafı yenmek için oluşturulmuş taraflar aduvdur. Futbol takımları birbirinin aduvvudur.

Allah şeytanı da bize aduv yapmıştır. Bizim karşı cephemize yerleştirmiş, bizim onunla maç yapmamızı emretmiştir. Maçı kazanırsak cennete gideceğiz, kaybedersek cehenneme gideceğiz.

O sizin aduvvunuzdur” derken, oyun oynayacağınız karşı takımdır demektir. İnsanlar arasında da karşı cephede yer alanlar olacak, şeytanın takımına geçecekler bulunacaktır. Ama burada hitap bütün insanlara olduğuna göre, isterlerse şeytanın takımına kimse katılmaz. Maçın kurallarını değiştirebiliriz.

1- Maçta kadro sınırlaması yoktur. Her gelen oyuna katılabilir. Hattâ maçta oynayanlar dışında seyirci bile bırakılmayabilir.

2- Oyuncu maçta istediği tarafta yer alır. Oyuncu kendi takımında oynayabildiği gibi karşı takıma da katılabilir. Maç oynayanlar ne kadar oyuncu bulurlarsa o kadar oyuncu ile oynarlar.

3- Maç sona ermiyor. Maçın öyle kuralları vardır ki, orada oynayanlar kaybetmekte veya kazanmaktadır. Maç belki hiç bitmiyor. Katılırsın ve karşı cepheye top atarsın. Kalelerden birine attın mı sen gol kazanırsın. Sen belli zaman içinde oynamayabilirsin. O zaman içinde attığın gol kadar kazançlı olursun.

4- Şeytanın takımında kazananlar cehenneme, peygamberlerin takımında gol atanlar cennete giderler. Kişiler böyle katıldığı takıma göre mükafat gördükleri gibi, bir de peygamberler takımında oynayanlar da farkına varmadan şeytan takımının oyununa düşebilirler. “Hutuvât” burada kurallı çoğul kullanılmıştır. Çünkü şeytan tuzağını bir düzende kurar ve adım adım sizi ateşe götürür.

İki komşu vardır. Birincisinin parası, ikincisinin toprağı, mülkü, fabrikası var ama nakdi yoktur. Zengin komşu parayı ne yapsın? Yer, içer, bitirir, aç kalır. Komşusunun toprağında gözü var. Komşusuna borç vererek onu zevk ve eğlenceye, lükse ve israfa alıştırır. Baştan borç verir ve çok kolaylık gösterir. Borç gittikçe artar. Sonunda alacağını talep eder. Komşu tarlasını ona satmak zorunda kalır. Bu merhalede borç da vermez. Komşusu çalışıp yaşayacak toprağı da kalmadığı için oradan ayrılıp gitmek zorunda kalır. Sürünerek ölür.

İşte Osmanlılara böyle yaptılar. Osmanlılar güya İslâm devleti idi, güya faizli işler yapmıyordu.

Faizle borç aldılar ve saraylar yaptılar, israflı hayat sürdüler ve sonunda aç kalıp helâk oldular.

‘Osmanlı niçin yıkıldı?’ diyen varsa, gerçekten aklına şaşarım. Allah’ın haram ettiği faizli borçlarla devleti yaşatmak istediler. Batılılar önce borç veriyor, sonra savaştırıyordu. Böylece savaşan imparatorlukları bu şekilde yıktılar. Şimdi de 1950’den beri hükümetlerin yaptığı bundan başka bir şey değildir. AK Parti de aynı yolu izliyor. İşte şeytanın hatveleri/adımları bunlardır. Yapılacak iş bundan kurtulmaktır.

Eskiden borç almak zorunda idik, çünkü tesislerimiz yoktu. Eskiden borç almak zorunda idik, çünkü kâğıt para bilinmiyordu. Şimdi ne var? İş yerlerimiz boş duruyor. TL de dolar kadar kıymetli hâle gelmiştir. Satın al, dolar borcunu öde. Bankaya gelen 60 milyar doları ne tutuyorsun? Buna karşılık on milyar dolar faizi ödüyorsun! Bunu vermekle bankaya on milyar zaten geri gelmiş olur. Ama şeytanın hatvelerini takip edecekler!

Unutmayın ki Yenibosna’da da şeytanın hatveleri vardır, adımları vardır. Dikkat etmeliyiz. Her an uyanık ve nöbette olmalıyız, birbirimizi uyarmalıyız.

***

إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ (EinNAMAv YaEMUvRuKuM Bi elsSUvEi) 

“O size sadece sûi emreder.”

İNNEM” Tükçedeki sadece veya yalnız anlamındadır. “İNNE” hatayı düzeltmek içindir, “M” da cümleyi isme çevirir. “İnne” cümleye gelmez. “İnnemâ Câe Ahmed” dediğimiz zaman, ‘sadece Ahmet geldi, arkadaşı gelmedi’ anlamındadır. “İnnemâ Ahmedü Câe” dediğimizde ‘Ahmet sadece geldi’ demek olup, başka bir iş yapmadı anlamını taşır. Bununla beraber gelen yalnız Ahmet’tir ve Ahmet yalnız gelmiş, başka bir iş yapmamış mânâsını da içerir. Türkçedeki yerlerden farklıdır. ‘Yalnız Ahmet geldi’, ‘Ahmet sadece geldi’ deyimleri açıktır. Arapçada ise “İNNEM” cümlenin başına gelir, dolayısıyla bu ayırım yapılamaz.

Burada ‘size kötülüğü yalnız şeytan emreder’ mânâsını mı vereceğiz, yoksa ‘size şeytan yalnız kötülüğü emreder’ mi diyeceğiz? Eğer birinci tahsisi yapacak olursak, ‘şeytandan başka size kötülüğü emreden yoktur’ mânâsı çıkar. Kötülüğü emreden insan yoktur demek olur. Bu takdirde mânâsı, ‘kötülüğü emreden herkes şeytandır’ çıkar. Biz bu mânâyı vermeyeceğiz.

İkinci mânâ verdiğimizde ‘şeytan sadece sûü ve fahşayı emreder’ denmiş olur. 

Başka bir âyette fahşa ile birlikte münker ve bağyden de nehy eder denmektedir. Şeytan onları emretmez mi? O zaman sû’ kelimesini münker ve bağy ile tefsir etmiş olur. Başka bir söz ile söylersek, fahşa ve sû’ vardır, başka kötülük yoktur. Fahşa olmayan bütün kötülükler sû’dür. Dil kurallarına göre önce hafif olan söylenir, sonra ağır olan söylenir. Öyleyse sû’ fahşadan daha hafif olanlardır. Şeytan önce sûü emreder. Hafiften alıştırmaya başlar. Önce tadımlık içki içirir, sonra gittikçe artırır. Sonra onunla da yetinmez, esrar içirmeye başlar ve dozu da gittikçe artırır. Önce haram gözle baktırır, sonra elle ilişki kurar, ondan sonra zinaya gider. Onunla da yetinmez, zinayı meslek hâline getiri ve fuhşa götürür.

Fıkıhçılar bunun için mekruhlarda ısrar haramdır, haramlarda ısrar ise küfürdür derler.

Biz bunun için diyoruz ki, eğer bira veya sigara alışkanlık hâline gelmişse ve artık onu bırakamıyorsan haram olur. Şeytanın bu tedricilik taktiği mafyanın oluşmasında ana araçtır.

Masum birisi ellerine düştü mü, önce yasak olan basit bir maddeyi şuraya götür ver, mesela tabancayı falana ver sana şu kadar lira derler. Sonra kendisine silah taşıtırlar. Sonra birini ona saldırtırlar, o da kendisini savunur ve o kişiyi öldürür. Artık o mafya elemanı olmuştur. Bundan sonra ben bunu yapamam diyemez. Çünkü polise ihbar edeceklerini bildirirler. Sonra belli dereceye gelince işlediği suçlar çok büyük olursa, mafyaya karşı da suç işletilmişse, o zaman ona şu vaatte bulunurlar: ‘Seni öldüreceğiz. Bundan kurtuluşun yoktur. Ama eğer intihar bombası ile ölürsen, yakınlarına şu kadar dolar vereceğiz!’ derler. Her halükârda öleceğine ama intihar bombası ile ölürse yakınlarına büyük meblağ verileceğine inandırılır. Buna anlatılan hikâyelerle inandırırlar.

İşte ondan sonra gider ve canlı bomba olur.

Devlet dairelerindeki memurlara da aynı tuzaklar kurulur ve suç işletilir. Sonra yetkiler verilir. Bundan sonra artık o memur hep suç işlemeye devam etmek zorundadır. Akıllı müdürlerin taktiği hep budur.

Önce basit yolsuzluk yaptırmak, ondan sonra onu istediği gibi kullanmak.

وَالْفَحْشَاءِ  (Va eLFaXŞAEi) 

“Ve fahşayı emreder.”

FAHŞA” iki türlü yorumlanır. Biri sû’ cinsinden olmayan kötülüktür. Diğeri ise kötülüğün şiddetli olanıdır. Kur’an zinadan bahsetmektedir. Buna yüz sopa vurulur. Bir de fahişeden bahseder. Onun cezası daha fazladır. Kadınlar için müebbet hapis ve köleleştirmedir. Erkeklerin daha başkadır. Kanunlarımızda da zina serbest hâle getirilmiştir ama fuhuş suçtur. Demek ki fahşa sû’ gibi kötülüklerin ağır olanıdır.

Bu şekilde yorumladığımız zaman fahşayı mesela örgütlü suç olarak sayabiliriz. Yahut bir suç meslek hâline getirilmiştir. Mesela, tetikçi katlin fahşasını işlemekte, suçu kazanç vasıtası yapmaktadır. Buna uygulayacağımız ceza adi katlden farklıdır. Adi katl kısasa tâbidir. Diyetle affedilir. Hattâ suç ilçesinden hicrette de affa dönüşebilir. Diyeti ödenirse takip edilmez. Tetikçi affedilmez, öldürülür. Ayrıca tetikçiyi kullanan diyeti de öder. Biz bunu “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”na istihsan ile yazmıştık. Bu âyet istihsanımızı teyit etmektedir. Zinanın fuhşu da böyledir. Meslek hâline getirenlere ağır ceza verilir.

Tevrat’ta recm vardır. Fıkıhçılar recm cezasını da uygularlar. Herhangi bir suç örgütlenerek işlenirse, bu takdirde örgütün yöneticilerine fahşa cezası verilir. Örgüte katılarak emir-komuta zinciri içinde suç işlerlerse onlara adi ceza verilir. PKK teşkilatını ele alalım. Eğer bu teşkilata katılmış ve emretmemiş ama emir almış ve dolayısıyla suç işlemişse, buna işlediği suçun kanunda yazılı cezası verilir. Ama emredenler eğer sadece emretmiş ve zorlamamışsa, o zaman onlara sadece diyet ödetilir. Ama zor kullanmış ve itaat etmeyeni bertaraf etmişlerse, bunlar fahiş suç işlemiştir. Artık onların cezası kısasa tâbi suç değildir. Kur’an’da sayılan katl, salb, el ve ayak kesme ile sürgündür. Bunların affedilmesi de caiz değildir.

Demek ki PKK elemanlarını ikiye ayırmamız gerekir.

Zor kullanarak suç işleyenler hemen öldürülmelidir. Öcalan’ın cezası ölümdür.

Ama emir alarak suç işleyenler kısasa tâbidir. Devlet ailelerine bedel ödeyerek affettirebilir.

وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ (Va EaN TaQUvLUv GaLay elLAHi) 

“Ve Allah’ın üzerinde kavletmenizi.”

Allah üzerinde kavletmek” Allah’ın yaptıkları üzerinde kavletmedir.

Kâinatı ve insanı var eden Allah’ın üzerinde bilmeden konuşmadır. Kâinatı beğenmemedir. ‘Allah niçin Himalayaları yarattı? Neden yılanı, kaplanı yarattı? Neden şeytanı yarattı? Bana neden günah işletiyor? Niçin insanlara eziyet ederek zulüm yapıyor?’ gibi bir takım bilmeden konuşmalar yapmadır.

Oysa bugünkü ölümlü Kâinatın en iyi yaratılış şekli budur.

Müsbet ilimlerle konuya eğildiğimizde, boş yere gereksiz hiçbir şey yaratılmamıştır. Kâinatın düzeninde bir eksiklik ve yanlışlık yoktur. İnsan günah işleyebiliyorsa, sevap işlesin de derecesini yükseltsin diye işliyor. Bu imtihanlardan geçirmeden de insanları cennete koyabilirdi.

‘Neden koymadı?’ gibi bir soru soran akıl düşünmelidir ki, o soruyu sorduran da O’dur.

İşte şeytan sizlere bunları söylemenizi vesvese verir. Amele intikal etmedikçe bunların cezası yoktur. Ama böyle sözler sonunda fahşaya ve sû’a götürür, yahut sû’ ve fahşayı insana böyle söyletir.

ALLAH” kelimesinden Allah’ın halifesi olan topluluk, devlet, il, belediye anlaşılırsa, şeytan bulunduğu topluluk aleyhine konuşturur.

Şimdi en basitinden Yenibosna cemaatini ele alalım.

Buraya katılan arkadaşların şunları bilmeleri gerekir.

a)      Bu topluluk ya iyidir ya da kötüdür. Kötü ise bu topluluktan uzak durmanız gerekir. İyi ise de bu topluluğu kötüleyecek bir kelime söylememeniz gerekir. İçinde bulunduğun topluluk daima iyidir. Yenibosna Akevler cemaati iyidir. Bahçelievler Belediyesi iyidir. İstanbul şehri iyidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti iyidir. Nihayet insanlık iyidir. İyi değildir diyorsan; ayrıl ve çekip git, katılma.

b)      İkinci olarak ise topluluk kimsenin değildir. Herkes eşit olarak topluluğun ferdidir: Topluluğa katıldıktan sonra artık hukuk bakımından kimsenin diğerinden üstünlüğü yoktur. Kimse ikinci sınıf üye değildir. Başkan da, kurucu da, sonradan katılan da eşit haklara sahiptir. Bunun anlamı şudur ki, başkan da olsa, yönetici de olsa, kurucu da olsa, işlediği hatadan dolayı topluluğu suçlayamazsın. Suçlu varsa, hatalı varsa, o fiili yapandır. Topluluk içinde bulunduğun takdirde, orada kaldığın müddetçe asla o topluluk hakkında tenkitte bulunamazsın. Hatalı olanları tenkit edebilir veya onlardan davacı olursun.

c)       Kişiler aleyhinde gıybet etmek yoktur. Kişinin yüzüne söyleyeceksin. Hakkı tavsiye edeceksin, sabrı tavsiye edeceksin, arkasından konuşmayacaksın. Bir mecliste oturduğunuz zaman herkese söz verilir, kişiler başkalarına yaptıklarını orada söyleyebilirler. Bunun dereceleri şöyledir. Önce kişiye başkasının yanında değil, baş başayken söyleyecek, topluluk içinde uyarmayacaksın. Baktın olmadı, o takdirde toplantıda cemaatin içinde ama kendisi de var iken söyleyeceksin. O söyleme de işe yaramadıysa, o zaman hakemlere gidecek ve ona uygulanacak müeyyideyi talep edeceksin. Hakem kararlarına kayıtsız şartsız uyma zorunluluğu vardır.

d)      Hakem kararlarına da uymazsa, o zaman açıkça her yerde konuşma hakkın vardır. O takdirde sizin aleyhinize gıybet ediyor diye o dava açabilir, haksızsan mahkum olursun. Cezayı çekebilirsin. Mensup olduğun topluluklara karşı bulunmak, Allah’a karşı bulunmaktır. Şeytan ise topluluğu bozmak için onu kötületir. Topluluk kötü ise neden ayrılıp gitmiyorsun?

مَا لَا تَعْلَمُونَ(169) (MAv LAv TaGLaMUvNa) 

“İlmetmediklerinizi söylemenizi emreder.”

İlim zandan farklıdır. Zan içtihatla sabit olur, ilim ise içtihatla sabit olmaz; ya icmalarla sabit olur, ya da hakem kararları ile sabit olur. Bir konuda eğer kabahatin varsa hakemlere gidersin, tesbit davasını açarsın, mahkemece sabit olmuşsa o zaman onun öyle olduğunu söylersin. Yoksa, ben böyle düşünüyorum, böyle biliyorum diye iddia edemezsin. Yöneticilerin yaptıkları hareketleri tenkit edersin.

Mesela, AK Parti’nin zinacı Avrupa Birliği’ne katılmak için taviz vermesini söyleyebilirsin, ama Tayyip Erdoğan’ın kötü niyetli olduğunu söyleyemezsin. İşbirlikçi, satılmış diyemezsin. O onun içtihadıdır, öyle hareket eder. Öyle olduğunu ancak mahkeme kararı ile ispatlayabilirsin. Niyetinin kötü olduğunu göstermek için bu işten onun şahsen binlerce dolar alıp servet edinmesi olabilir. Yoksa tüm yaptıklarını ülke için yaptığını kabul etmek zorundasın. Fiil hatalıdır. Bunu söylemek serbesttir. Ama kötü şeyler okumak serbest değildir.

Benzer muhakeme Mustafa Kemal için söylenebilir. Onun yaptığı bir işin hatalı olduğunu söyleyebilirsin ama onun kötü niyetli olduğunu söyleyip hakaret edemezsin. Bu millet onu kendisine baş yapmış ve onun başkanlığında bu devleti kurmuştur.

Biz bu nedenle diyoruz ki, bir kimse orgeneral olmuşsa, bakan olmuşsa, başbakan olmuşsa, Anayasa Mahkemesi üyesi olmuşsa, artık onu kararlarından dolayı, yolsuzluktan dolayı muhakeme edemezsiniz. O zaman yapmasaydınız. Madem yaptınız, kişilere verdiği zararlar hariç, kamuyu zarara soktu diye muhakeme edemezsiniz. Hortumlamışsa da edemezsiniz. Topluluk ona kendi malını bağışlamıştır; kim ne karışır.

Şeytan böyle dedikoduları dava hâline getirir, hattâ yüksek görevliler mahkum edilir. Ondan sonra da komutan veya bakan ileride beni muhakeme ederler diye eli kolu bağlı oturur ve sonuçta cephe çöker, devlet yıkılır. Bu tür dedikodular şeytan işidir. Bunun sonu diktatörlüğe gider.

Büyükanıt Paşa’ya karşı söylenenler hatırlanmalıdır. Biz o zaman dedik ki, bu tür davalar derhal durdurulmalıdır. Hilmi Özkök Paşa öyle yaptı. Bugün huzur içindeyiz. Aksini düşünelim. Kara Kuvvetleri Komutanı olan insan suçlu olacaktı. Yeni gelen Genelkurmay Başkanı da korku içinde orduya komuta edecekti.

Şeytan işte böyle yapmamızı emreder.

Bir hakimin rüşvet aldığını görsen ve bilsen bile, onu ispat etmedikçe söylemeyeceksin. Çünkü halkın hakime karşı olan saygısı kaybolur. Yaptığı gerçek olsa bile ona saygı gösterilmelidir. Bu mümkün olmadığı için İslâmiyet’te hakemlik sistemi getirilmiş, hakimlik kaldırılmıştır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-387 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-217  İstanbul, 16 Aralık 2006

 

AYASOFYA

Ayasofya bir İslâm mabedidir. Ayasofya’nın yapıldığı tarihlerde son din Hıristiyanlıktı, tüm insanlığa hitap eden tek din idi. Ayasofya aynı zamanda Hazreti Adem’den beri gelen İslâm dininin hâmisi olan bir hükümdarın mabedi idi. İstanbul fethedilince, tüm kiliseler kilise olarak kaldı. İstanbul halkı kendi dinlerinde tam serbestliğe kavuştular. O zaman verilen fermanla Fener Patriği hâlâ ekümenik bir din adamı olarak devam ediyor. Bu vasfı ona Bizans’tan kalmadır ve Fatih Sultan Mehmet tarafından onaylanmıştır. Anlamı, devlet onu bu mezhebe mensup olanların başı kabul eder. Tüm dünyadaki o dine mensup olanların ruhani reisidir. Hükümdara sadıktır ama hükümdar da onun hamisidir.

Ayasofya siyasi hüviyet taşımaktadır, imparatorun mabedidir. İmparator değiştiğine göre yeni imparatorun mabedi olmuştur. Onun için Hıristiyanlar camiye dönüşmesinden şikayetçi olmamışlardır.

Ayasofya mabettir. Onun müze yapılması hiçbir yönü ile tasvip edilemez.

Mustafa Kemal Katolik Batı’yı susturmak için onu müze yapmıştır. Rumlara verilmesini Katolikler de istememiştir. Cami olmasına da razı değillerdir. O zamanlar ateist sermayenin hedefleri içinde tüm mabetleri müze yapmak vardı. Mustafa Kemal burasını müze yaparak ateist sömürü sermayesinin fitnesinden cumhuriyet hükümetini korumuştur.

Sömürü sermayesi tüm dünyanın mabetlerini müze yapıyordu. Yeryüzündeki tek dini devlet İsrail’deki Yahudi devleti olacak; orada havalar açık olacak., ancak orada ibadet yapılacak, yeryüzünde başka mabetler kalmayacaktı. Tüm insanlar sermayenin hayvanlaşmış işçileri olacaktı.

İşte bu hedefe gitmek için nerede  imkan bulunursa o mabet müze yapılıyordu.

Mustafa Kemal sermayenin bu hedefini biliyordu. Onun için sermayenin Türkiye’deki din ile ilgili taleplerini yerine getirdi. Çünkü on iki milyon nüfusla o azgın gücün karşısında duramazdı. Şöyle düşündü. Allah varsa elbette bu azgın güç bir gün dizginlenecek ve mabetler yeniden açılacak, medreseler yeniden canlanacaktı. O zaman milletim dinsiz ve mabetsiz kalmamalıdır. Allah yoksa da zaten yeryüzünde mabet kalmayacak, onun savaşını biz veremeyiz. İşte Mustafa Kemal lâikliği böyle anladı. Dini faaliyetleri asgari seviyeye indirdi ama asla din düşmanlığı yapmadı.

21. yüzyıla girerken sömürü sermayesinin insanlığı dinsizleştirme projesinin tutmadığını herkes gördü. Artık gerçek lâikliğin zamanıdır. Yani, dine dönülecek ama zorla halkın kendi arzusu ile isteyen istediği dine dönecek. Kimse Kur’an kursuna zorla götürülmeyecek, ama kimsenin Kur’an kursuna çocuğunu göndermesine de mâni olunmayacak. 28 Şubat sermayenin son savleti olmuştur. Artık bir daha böyle bir girişimde bulunacağını sanmıyorum.

Demek ki Allah varmış. Türkiye’nin fanatik lâikleri yırtınıp dursalar da Allah vardır. Ölen Papa’nın cenazesi, yeni Papa’nın Almanya ve Türkiye ziyaretleri Allah’ın varlığını kanıtlamıştır.

Adil Düzen Çalışanları geleceğe ait projelerini hazır bulundurmalıdır. Çok yakında “Adil Düzen” iktidardadır. Ekseriyetle değil, Medine ittifakı gibi sonunda bütün partilerin katılması ile iktidar olacaktır.

O halde kapanan mabetler ne olacaktır? Evet, kapanan mabetler elbette açılacaktır.

Bugün tüm mabetler kapalıdır. Devre dışı edilmiş ve dünyadan uzaklaştırılmış, basit ayinlerden ibaret hâline getirilen mabetler açılacak. Camiler açılacak, havralar açılacak, kiliseler açılacak, Budistlerin ve Hinduların mabetleri açılacak. İsteyen ateistlerin mabetleri de açılacak. Yeryüzündeki her aşirette, her ocakta her gün göklerin ve yerin yaratıcısına dua edilecek. Doya doya, hu çeke çeke dua edilecek. Onlara dokunacak eller kırılacak. Kimse zorlanmayacak ama isteyen kimseye de mâni olunmayacak. Ne mektep, ne sermaye, ne de siyaset dinlere ve mabetlere karışamayacak, onlara ellerini uzatamayacak. Din de bunların işlerine karışamayacak. Dinler insanları yetiştirecek, değişik mabetlerde yetişmiş değişik yapıdaki insanlar partilerini kuracak, işyerlerini açacak, okullarını kuracaklardır. Onlarda da çoğulculuk olacak. Hiçbir din de diğer dinlerden farklı muamele görmeyecek. Hanefi mezhebi ile ateistlerin mezhebi kanun karşısında eşit olacak. Müntesipleri sayısınca kamu bütçesinden pay alacaklar ve kendi sahalarında söz sahibi olacaklardır.

İşte “Adil Düzen”in anladığı lâiklik budur.

Bunların içinde İslâm mabetlerinin özelliği vardır.

İslâm mabedi demek sadece cami değildir. Eğer bir mabet bütün insanlara kapılarını açmış ve orada kamu hizmeti görülebiliyorsa, bu mabet İslâm mabedidir. Önce ocak mabetleri vardır. 10’a yakın aile buralarda günlük toplantılarını yaparlar. Bir de bucak mabetleri vardır. Bunlara Cuma mabetleri denir. Bu mabetler bütün gün ve saatlerde açıktır. Bucak halkı buranın temizliği ve korunması için nöbet tutarlar. Mabet gece gündüz kapanmaz. Burası bucak halkının birbirleri ile ve bucağa gelen misafirlerle buluştuğu, görüştüğü, anlaştığı ve sosyal faaliyetlerini yaptığı yerdir.

25 adet kamu ve genel hizmet burada yapılır. Herkes buraya gelir ve burada ortak işlerini görür.

a)       Tüm yazışmalar buralarda yapılır. Evraklar buraya verilir ve buradan gönderilir.

b)      Muhasipler muhasebelerini burada tutar, faturalarını muhasiplere burada verirler.

c)       Malların teslim ve tesellümü burada yapılır.

d)      Taşınmazların tapu kayıtları, alış ve satışları bu mabetlerde yapılır. Kayıtlar burada muhafaza edilir.

e)       Mabedin içinde rahleler vardır. İsteyen buraya gelir, mabedin bir köşesinde rahlesini açar, bir kitabını da ortaya koyar ve ders yapar. Başka okul yoktur. Kişi kimin yanında isterse onun dersini dinler, tartışır ve öğrenir. İmtihanı ise kamu yapar, devlet yapar ve bilene ehliyetini verir. Diplomada vahdet vardır, tedriste ise serbestlik vardır.

f)       İsteyenler kendilerine tahsis edilen saatlerde mabetlere gelip zikir yaparlar, dini ayin icra ederler, hu çekerler, ilahiler söylerler.

g)      Pazarlar buralarda kurulur. Pazarlıklar mabet içinde yapılır. İşçiler burada iş ararlar, işverenler de burada işçi ararlar. Krediler buralarda bölüştürülür.

h)      Partiler siyasi faaliyetlerini buralarda yaparlar. Yönetim kurulları bir köşede toplanıp karar alırlar, kongrelerini burada yaparlar.

i)        Tebliğ ve takipler burada yapılır. Arşivler burada tutulur. Ortak ambar bura, ortak kasa buradadır.

j)        Gazete ve dergi burada basılır, burada okunur. Kaset ve CD’ler burada doldurulur. Sanat gösterileri ve yarışmaları burada yapılır. Hattâ top yani oyunlar da burada mabedin içinde oynanır. Araçların garajı buradadır. Biletler burada alınır, burada satılır. Her türlü posta ve haberleşme merkezi buradadır.

k)      Plan ve projeler burada yapılır. Ruhsatlar burada verilir. Araçların bakımı burada yapılır. Doktorlar burada muayene yapar ve ilaçlarını verirler. Eczane de buradadır. Karakol buradadır. Kişilerin ifadesi açıkta alınır. Mabedin içinde soruşturma yapılır.

l)        Noter buradadır, kontrol buradadır, soruşturma buradadır, mahkeme mabedin içinde kurulur ve davalar aleni olarak yürütülür.

Demek ki, “mabet” dendiği zaman, sosyal hücrenin çekirdeği demektir. Biyoloji okuyanlar bilirler. Hücre tek başına canlıdır. İçinde bir de merkezi vardır. İslâm dışındaki mabetler başka din mensuplarına kapalıdır. Onlar yalnız kendi mezheplerindekilerden oluşan cemaatler oluşturur, ocak veya bucak kurarlar.

İslâm mabetleri ise değişik mezheplerin birlikte yaşadıkları ocak ve bucakların mabedidir. Bir İslâm bucağında yaşamak için belli bir dine veya mezhebe mensup olmak gerekmez. Ortak şûraya bağlanmak yeterlidir. Medine tipi bir sitedir. Mekke statüsünde bir sitedir. Kim girerse emin olur. Herkes hakemlerden oluşmuş yargının denetimindedir. Merkez bucaklar vardır. İlçe, il, bölge ve devlet merkezlerinde bulunur. Kıta merkezlerinde ve Mekke’de bulunan İslâm bucakları tüm insanlığa açıktır.

İşte, mabetlerin açılması demek, mabetlerin bu statüye getirilmesi, böylece bürokratik yönetimin sona ermesi demektir. Silahlı güçlerin oluşturduğu birlikler bu statünün dışındadır. Merkez bucaklar da benzer şekilde çalışırlar, ancak işleri daha fazladır ve dolayısıyla buralardaki mabetler daha büyüktür.

Bugün yeryüzündeki bütün mabetler kapalıdır. İsrail’deki havralar da kapalıdır. Çünkü onlar da sadece ibadet için kullanılmaktadır. Sosyal kuruluşlar küçülecek, kamu görevleri ve genel hizmetleri yer bakımından tekleşecek, hizmet bakımından çoklu sistem uygulanacak. Ben imamımı seçemiyorsam, ben mabedime kendim istediğim zaman giremiyor ve orada istediğim ibadeti yapamıyorsam, camiler açık değildir ve ziyaret saatleri vardır demektir. Bu anlamda hapishaneler de açıktır.

“Adil Düzen” iktidar olduğu zaman ne yapacaktır?

1) İlk işi Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı gibi Ayasofya mabedini İslâm mabedi olarak açacaktır. Cuma günü Müslümanlar, Pazar günü Hıristiyanlar, Cumartesi günü Yahudiler haftalık ayinlerini yapacaklardır. Birkaç saat süren bu ayinlerin dışında burası tüm insanlığın hizmet merkezi olarak açık olacaktır. 2) İkinci yapacağı iş de Taksim’de böyle bir İslâm mabedini inşa etmektir. 3) Üçüncü yapacağı iş Hac yolculuğuna getirilen her türlü kısıtlamaları kaldıracaktır. 4) Dördüncü yapacağı iş ise herkesin kendisini anlatan kıyafeti giyebilmesini sağlayacaktır. Kimse sömürü sermayesinin kalıpları içinde dolaşmak zorunda olmayacaktır.

AK Parti bunları yaparsa iktidar onun, yapmazsa akıbeti geçmişteki partilerin akıbeti gibi olacaktır.

İnsanlık demokratlaşıyor, yani şeriatçı oluyor; lâikleşiyor, yani İslâm oluyor; liberalleşiyor, yani adil oluyor ve sosyalleşiyor, yani hak düzenini kuruyor demektir.

Allah’ın dini budur. Kâfirler istemese de bu böyle olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-387 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-217  İstanbul, 16 Aralık 2006

 

YANLIŞ ATA OYNAMAK!

Peygamber, en çok bileniniz imam olsun, sonra da en yaşlınız imam olsun diyor. İlim o konuda çalışmakla elde edilir, yaş ise takdiri ilâhidir. Bizden 10, hattâ 20 yaş genç olan eski arkadaşlarımız, onların kendi günlük siyasetlerine uymadığımız için bize nasihat ediyorlar. O konulardaki 70 senelik çalışmalarımıza bakmayarak bize ders veriyorlar. Günümüzün sorunlarını müsbet ilme dayanarak yorumlanan Kur’an üzerinden çözme yoluna koyulunuz, 80 yaşına geliniz ve o zaman bize nasihatlerde bulununuz. Oysa ben size nasihat etmiyorum, sadece delillere dayanarak olayları tahlil ediyorum. Bana ‘konuşmayın’ demeyin, siz de konuşun. Yanlışımız varsa düzeltin.

At yarışlarına katılmak kumar oynamaktır, haramdır. Şayet doğru ata oynarsanız günah işler ama dünyevi kazanç elde edersiniz. Yanlış ata oynarsanız hem günah işler, hem de dünyevi zararda olursunuz.

Papa’nın gelişine karşı olanlar hem Kur’an’ın emirlerine uymadıkları için günah işlediler, hem de yanlış ata oynamakta oldukları için dünyevi zarardadırlar. Ne demek istediğimi açıklayayım.

Önce niçin yanlış ata oynadılar?

Bin yıldan fazladır Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında savaş vardır. Bu savaş Yahudi fitnesinden körüklenmiştir. Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırır, kendileri böylece gelişirler.

Bugünkü sömürü sermayesi gücünü böyle elde etti.

1997’e kadar İslâm-Hıristiyanlık savaşları dengesi içinde yaşadılar ve geliştiler. İslâm devletleri zulüm yapmadıkları için barış zamanlarında siyasette Müslümanları desteklerdi.

1897 Basel Konferansı’nda siyasetlerini değiştirdiler. Kilise artık yenilmiş ve sinmiş, Hıristiyanlar tehlike olmaktan çıkmıştı. Dinler de ilim karşısında yenilmiş, Müslümanlar da çökmüştü. Yeni denge dinler arası değil, rejimler arası kurulmalı idi. İslâmiyet ortadan kalkacak, insanlar kapitalizm ve sosyalizm çekişmesi içinde oyalanacaktı. 20. yüzyılın ilk yarısı bu istikamette gelişti.

Ancak, ondan sonra beklenmeyen ve istenmeyen gelişmeler oldu.

a)  Dine karşı kullanılan müsbet ilim 20. yüzyılın buluşları ile tersine döndü ve dinlerin söylediklerini bir bir tasdik etmeye başladı, müsbet ilim dinlerin yanına geçti.

b)  Sovyetler dağıldı ve siyasi rejim olarak da artık alternatif olmaktan çıktı.

c)  İslâmiyet tüm baskılara rağmen yok edilemedi, aksine yeniden müsbet ilme dayanarak gelişmeye başladı.

d)  Hıristiyanlarla Müslümanlar arası çatışma sona erdi, dinler arası diyalog doğmaya başladı.

 

Şimdi sömürü sermayesi şaşkın bir şekilde yeni dengeler peşinde. Yeni plan şudur.

a)      Ortadoğu’da on milyondan yukarı nüfusa sahip devlet bırakmamak, yani devletleri küçülmek, bunları da silahtan tecrit ederek atom bombası ile silahlanmış İsrail devletinin hakimiyetinde bir Ortadoğu devletler birliğini kurmak.

b)     Dünyayı Ortadoğu, Afganistan, Orta Asya ve Sibirya çizgisi ile ikiye ayırmak. Batısında Protestanların hakimiyetinde Hıristiyan birliğini kurmak, buna karşı doğuda Çin, Hint ve Müslümanlardan oluşan karşı cepheyi tesis etmek. Bunlar arasındaki kin ve nefret savaşları ile dengeyi tesis etmek.

c)      Bunun için Batı’da papalığın etkisini sıfırlamak gerekmektedir. Ortadoğu’da da Türkiye’nin parçalanması gerekmektedir. Bunun için bu ülkenin yoksullaştırılması ve dağıtılması gerekiyor. Bunları savaştırma projeleri tutmamıştır.

d)     Avrupa Birliği ve Ortadoğu ülkelerini yola getirmek için yeni ekonomik savaş açmıştır. Çin’de yatırım yaparak ucuz emekle ürettikleri malları Batı’ya ihraç etmektedir. Batı’nın bunu alması için doları borç vermektedir. Böylece Türkiye ile Avrupa borçlanmak suretiyle Çin mallarını tüketerek yaşamaktadır. Bunun en büyük zararı borçlanma değildir. Borçlanarak ucuz mal ithalatı yaptığı için Batı’nın sanayisi çökmektedir. Tarım bitirilmektedir. Birkaç sene sonra Batı’nın fabrikaları kapanmış, tarlaları çalılıklara dönmüş olacaktır. Borçla yaşamaya alışmış halk artık sanayiyi unutmuş, tarım ise artık yapılamaz olmuştur. Birden krediyi kesecektir. Aç kalan halk artık isyan edecek, devletlerini yıkacak, sermayenin emrine girecektir. Sömürü sermayesi istediğini yaşatacak, istediğini öldürecektir.

Papalık bunu bilmektedir. İşte bu sebepledir ki Papalık Hıristiyanlık ve İslâm birliği siyasetini güdüyor. Bundan önceki Papa bunun için öldürülmek istendi. Bu Papa’ya olan hasımlık da buradan geliyor. Amerika Birleşik Devletleri, Papa’ya karşı birleştirmek için bugün İran ve Suriye’ye yaklaşmaktadır. Türkiye’deki Müslümanları da Papa’ya karşı organize etmiş, saldırtmaktadır.

Türkiye’de birbiriyle görüşmeyen gruplar ittifakla Papa’ya karşı çıkmaktadırlar. Kendilerine göre bunlardan yararlanarak İslâmiyet’in canlanmasını sağlayacaklardır. Ama yanlış ata oynuyorlar. Sömürü sermayesi can çekişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sömürü sermayesi gücünü kaybetmiştir. Bunun çeşitli emareleri vardır.

a)      Sömürü sermayesi ile CIA’nın arası açıktır. Sermaye artık darbeler yaptıramamaktadır.

b)     Sömürü sermayesinin mafya ile arası açıktır, çünkü artık mafya güçlenmiş ve kendi kendine işler yapmaya başlamıştır.

c)      Sömürü sermayesinin partilerle arası açıktır, çünkü partilere artık söz geçirememektedir. Partiler kendi başlarına hareket eder olmuşlardır.

d)     Sömürü sermayesi artık Amerikan halkı tarafından istenmez hal almıştır. Seçimlerde sermayenin istemediği partilere oy verilmektedir.

 

Papalık güçlenmektedir.

a)      Papalık müsbet ilme karşı aldığı cepheden vazgeçmiş, dinini sessizce müsbet ilme göre reforme etmektedir.

b)     Papalık tüm Hıristiyanlarla diyalog içine girmiştir. Papa hakimiyeti yerine Hıristiyanlık birliğine gitmektedir. Ortodoks ve Protestanlık kiliseleri sıkı yakınlaşma içindedir.

c)      Papalık Müslümanları da Hıristiyanlık gibi meşru din görmekte ve İbrahimî dinde birleşilmesini istemektedir.

d)     Papalık Avrupa Birliği içinde eski gücünü kazanmaktadır. Ölen Papa’nın cenazesi ve bu Papa’nın Almanya seyahati bunu açıkça kanıtlamaktadır. Sömürü sermayesi göçüp gitmektedir; o ata binenler de onlarla göçüp gideceklerdir.

 

Papa’ya karşı olanlar günah işliyorlar, çünkü yaptıkları Kur’an’ âyetlerine tamamen aykırıdır.

a)      Kur’an’da; “Selâm verene ‘sen mü’min değilsin’ deme.” diyor. Kur’an’da; “Sizinle barış isteyenlerle siz de barışın, hile yaparlarsa Allah sizi korur.” diyor. Dün papa çok kötü olabilir, ama bugün barış isterse her şey biter. Öyle olmasaydı Hazreti Ömer kâfir kalırdı. Özür dileme isteği ise saçmadır. Türkiye’deki ateistlerden mi özür dileyecek? Allah’a istiğfar eder. Kıbleye dönerek dua etmesi istiğfar değil midir?

b)     Kur’an’da; “Size düşman olarak Yahudilerle müşrikleri bulursun.” deniyor. Bu da alenen gerçekleşmiştir. İslâmiyet’e en büyük düşmanlığı dinsizler ve komünistler yapmıştır. Bunları finanse eden ve kışkırtan da sömürü sermayesidir. Çünkü onlara göre tüm insanlar dinsiz olmalı, sadece İsrail oğulları arzı mev’udda dindar olmalı. Bu âyet mucize değil midir? O halde nasıl oluyor da dünyayı dinsizleştirmek isteyen sömürü sermayesinin doğrultusunda birkaç dolar karşılığı papaya cephe alınıyor. Kim kurtaracak sizleri?

c)      Kur’an diyor ki: “Size dost olarak biz Nasarayız diyenleri bulursun.” Bu âyet de papaların davranışları ile gerçekleşmiyor mu? Bu da bir mucize değil midir? Kur’an’ın bize dost olarak bildirdiği Hıristiyanlara karşı nasıl cephe alıp da Siyonistlerin peşine düşeriz?

d)     Yine Kur’an diyor ki: “Biz Meryem oğlu İsa’ya bildirdik. Sana tâbi olanları kıyamete kadar kâfirlerin fevkinde tutacağız.” Ona tâbi olanlar kimlerdir? Hıristiyanlar ve Müslümanlar. O halde nasıl olur da biz Hıristiyanları bırakır da lâiklik istismarı ile Türkiye’de ve Avrupa’da başörtüsüne karşı kanunlar çıkaran, Kur’an kurslarını kapattıran, otel odalarında hükümetleri iktidardan indiren zalimlerin yanında yer alabiliriz?

Bunlar benim kendiliğinden uydurduğum sözler değildir. Kur’an’dan ve ilimden öğrendiklerimi aktardım. Doğrular Allah’ın, hatalar benim. Dediklerini kabul edemiyorum diyorsanız, oturup düşünün; bir daha düşünün…

Yanlışım varsa beni susturmayın, yanlışımı gösterin. Bu konuyu tartışmaya açın. Gerçeklerden kaçmayın. Sömürü sermayesinin dalgaları sizi batırıp boğmasın.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler