1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2004...2005...2006
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 389
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 30 Aralık 2006 Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 389. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
FAİZSİZ KÂĞIT, HAZİNE VE BANKALAR
ERKEN SEÇİM VE PARTİLERE TAVSİYELER
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 51. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنْ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا أُوْلَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمْ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(174) أُوْلَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ فَمَا أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ(175) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ(176)
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ (EınNa elLaÜIyNa YaKTuMUvNa) “Ketm etmiş olan kimseler.”
Nuh aleyhisselâmdan beri Allah’ın yeryüzüne gönderdiği kitaplar vardır.
Bunlardan elimizde bulunlar şunlardır.
a) Tevrat: İçinde Hazreti İbrahim’in sahifeleri de vardır. Sümer tabletlerinde Tevrat’ta anlatılan hikâyeler mevcuttur. Ancak henüz tam olarak incelenmiş değildir. Tevrat’a mensup olanların dışında o kitabelere müntesip kimse kalmamıştır. Bununla beraber gelecekte çok şey aydınlanacaktır.
b) Vedalar: Hazret İbrahim’in doğuya giden dört oğlunun Hindistan’da oluşturduğu Brahmanizm’in kitaplarıdır. Hâlâ Hinduların dini kaynağıdır.
c) Purkan: Brahmanizm’in dini kaynaklarıdır. Vedalara dayanır. Bunların batı kolu Avestalar vardır. Hâlen varolan müntesipleri Mecusiler olabilir.
d) İncil: Hıristiyanların kitabıdır.
Bu dört kaynağın asılları yoktur, elimize kadar gelenleri de yoktur, onlardan yapılan tercümeler vardır. Tercüme ve yorum hatalarından dolayı bu kaynakların yeniden ele alınıp yorumlanmasını gerektirmektedir. Asıllarına ulaşmak için şu yollar kullanılacaktır.
a) Bu kitaplarda bulunan çelişkileri makul varsayımlarla yorumlayarak gerçeğe ulaşılacaktır. Bir şey hem bir hem de üç olamayacağına göre, teslis akidesini tevil etmek zorundadırlar. Mesela, peder Rab’dir, Ruhu’l-Kudüs O’nun rahmetidir gibi yorumlar yapılabilir.
b) Bugünkü müsbet ilimlerin ulaştığı bilgiler ışığında metinler yorumlanmalıdır. Mesela, Allah güzel olduğunu gördün Kâinata yalnız fonksiyon yüklemedi, onu aynı zamanda estetik kurallar içinde var etti. Asıl olan fonksiyon olduğu için böyle gördü denmektedir.
c) Bütün dinler birlikte mütalaa edilerek onların birlikte anlaşılması hakkında uygun yorumlar getirilmelidir. Mesela Hinduların tenasühü, cennet ve cehennemdeki Allah’a rücu kavramı ile tevil edilmelidir.
d) Son kitap olan Kur’an ise lafzıyla ve diliyle değişmeden bize kadar gelmiş ve ilmî delillerle Allah’ın kitabı olduğu teyit edilmiştir. O halde onunla karşılaştırılarak tevil yapılmalıdır.
Kur’an lafzıyla ve diliyle değiştirilmemiştir. Ancak çağın anlayışı etkisinde kalarak yorumlar yapılmıştır. Böylece Kur’an değil ama İslâmiyet nerede ise diğer dinler kadar bugün muharref bulunmaktadır. Bunlardan birkaçına temas etmede yarar vardır.
a) Kur’an’da, iman edip ameli salih işleyenleri cennete, küfredip zulüm edenlerin cehenneme gidecekleri defalarca ifade edildiği halde; Kur’an’a inananlar cennete, inanmayanlar cehenneme gidecekler şeklinde hatalı itikat yerleşmiş bulunmaktadır.
b) Hazreti Muhammed’in resul olma dışında insanüstü hiçbir özelliği olmadığı halde, ona beşer üstü güç verilmektedir.
c) Saltanata dayalı bir hilafet olmadığı halde, bin seneden fazla meşru sayılmıştır.
d) Mescitler birlikte toplanıp muamele ve müşavere etme merkezleri olduğu halde, dünya kelamı konuşulamaz olmuş!
“Adil Düzen” ne zaman gelmiştir, biliyor musunuz? “Adil Düzen Dersleri”ni Yenibosna’da masalar üzerinde değil, bir gün gelir de Mevlana Camii içine gidip rahlelerin üzerinde bu derslere başlanırsa, o zaman “Adil Düzen” gelmiştir demektir. Sizin yanınızda Risale-i Nurları tedris eden rahle olacaktır. Onun yanında Uşşakiler aleni olarak zikir yapabilecekler. Onun yanında Mevlana’nın Mesnevi’si okunacak, onun yanında fizik dersi tedris edilecek, onun yanında Marksizm anlatılacak...
Adil Düzen Çalışanları bunların yanına katılıp Kur’an’a göre onları kritik edebilecekler; onlar da “Adil Düzen Dersleri”ne katılıp Kur’an’ı kritik edebilecekler.
Böyle bir mescidiniz var mı? İşte böyle bir mescidin bulunmayışı tahriftir.
Kur’an ketmetmeyi büyük günah saymıştır.
“KETM” ketb kelimesiyle akrabadır. Bir şeyi torbaya koyup onun ağzını dikip içindekini göstermemek yahut avuç içine alıp saklamaktır. Kur’an’ı, Tevrat’ı veya diğer kitapların mânâlarını gizleyip saklamak ketmetmektir. Burada muzari olarak getirilmiştir. Ketmetmiş olanlar, ketmedenler ve ketmedecekler anlamı verilmektedir.
مَا أَنزَلَ اللَّهُ (MAv EaNZaLa elLAHu) “Allah’ın inzâl ettiğini ketmeden kimseler.”
“İNZÂL ETMEK” demek, kondurmak ve yerleştirmek, insanların kullanacağı hâle getirmek demektir. “Demiri indirdi” deniyor; demiri insanların kullanacağı hâle getirdi demektir. İnsanların bilgisini ona ulaştırdı demektir. Allah’ın indirdiği, Allah’ın insanlara ulaştırdığı bilgiler demektir. Bunları dört grupta toplayabiliriz.
a) Kur’an’ın sahifeleri gibi Allah’ın gönderdiği ve yazılı hâle gelen bilgilerdir.
b) Bu metinleri yorumlayarak ondan anlaşılan şeyler demektir.
c) Aklın düşünerek anladığı şeyler demektir.
d) İnsanın planlayarak yapabildiği ve ürettiği şeyler demektir.
İnsan bunlara dayanarak bilgi sahibi olmaktadır. İnsan bunları başkalarından öğrenir. Sonra bu öğrendiklerini başkalarına aktarır. Böylece Allah’ın inzâli nesilden nesile intikal ederek devam eder. Bunlara yani aklî ve naklî delillere dayanarak ilmi çalışmalar yapmak demektir.
Bunları ketmetme demek, varılan gerçekleri saklayıp başkalarına intikal ettirmemek demektir. Bu da ya hiç söylememek, ya da özel kimselere söyleyip başkalarına söylememek demektir. Daha çok böyle olmaktadır. Allah bunu haram kılmıştır. İnsan öğrenmek isteyen kimselere öğretmek durumundadır. Kur’an’a göre telif hakları sözkonusu olmadığı gibi, ticari sır da yoktur. Müslümanların da bilgileri sır olarak ocaktan ocağa intikal ettirmeleri haramdır. İlim Allah’ın lütfüdür ve onun zekâtı da başkalarına öğretmedir.
مِنْ الْكِتَابِ (MıNa eLKıTABı) “Kitap’tan inzâl ettiği.”
“KİTAP” cins için olur. Kitap’tan ne indirdi ise onun bir kısmını gizlerler anlamı çıkar. Sayfalarını gizlemiş yahut mânâlarını gizlemiş olur; yahut “MİN” teb’iz için gelir, kitaptan elde edilen mânâların bazılarını gizlemiş olurlar. Burada “MİN”in gelmesi, Kitab’ın sahifelerinden çok anlamlarını gizlerler mânâsı çıkar.
Bunu Kur’an ehli de yapmaktadır. Kur’an’ı okurken bazı gerçekleri çok açık olarak gördükleri halde, bunu söylemek fitne yaratır diye onu söylemezler, gizlerler. Bir yazı yazarsınız, her yayın organında CIA talimatlı şeytanın refiki olan yazı işleri sorumlusu veya yayın sorumlusu var, o yazıyı eler ve yayına sokmaz. Kendisiyle tartıştığınızda size şunu der; yazdığın doğru ama bu söylenmez ve yazılmaz! Niçin? Onu o da bilemez! O kendisini trafik memuru sanmaktadır. Kimin görevlisi olduğu da bilinmemektedir, kendisi de bilmemektedir. Ama modaya uyarak işine gelmeyen fikirlere sansür uygulamaktadır. Böyle bir neşriyatı tedvin eden sömürü sermayesidir. Her şeyi kontrol altına almak için her yayın organının başına böyle fahri bekçiler koymaktadır. Sömürü sermayesinin söylediklerinden başka hiçbir düşünce ve görüş yayında yer alamaz.
“Adil Düzen Anayasası”nda buna çare bulup şeytanın bize tasallutunu önlemek için şu sistem geliştirilmiştir. Bir derginin vergiden muaf olması ve dağıtımın bedava yapılabilmesi için on kadar ehliyetli değişik görüşe sahip yazara yazdırmak zorundadır. Bu yazarları yayın organı seçer ama bunların maaşları ortak bütçeden verilir. Yazarın yazısını kimse sansür edemez. Yazarın yazısını sansür etmek demek, Allah’ın inzâl ettiğini ketmetmek demektir. Onlar karınlarında ateş yemektedirler.
Yazar hatalı veya yanlış yapıyorsa, mağdur olanlar hakemlere gider, hakemlerin kararı ile yazarın elinden yazma yetkisi alınabilir. Ama Tanrı’nın atadığı bir halifeymiş gibi bir yazı veya yayın sorumlusunun sansür etmesi Allah’ın lânetini kendilerine çeker. Yazar olmayanlar, yazılarını bunlardan herhangi birine gönderir ve onların yayınlamalarını isterler. Çoğulcu sistem olduğu için halkın yazı yazmada önü açılmış olur.
وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا (Va YaŞTaRUvNa BiHIy ÇaMaNan QaLıyLan)
“Onunla kalil semeni iştira ederler.”
“ELLEZÎNE” erkek kurallı çoğuldur. Topluluğu içermektedir.
Yeryüzündeki bugünkü basın-yayın organize olmuş, gerçekleri ketmetmektedir. Bu organizasyon sömürü sermayesi tarafından yapılmaktadır.
a) Önce, basın ve yayın araçları çok pahalı hâle getirilmekte, ancak kendilerinin desteklediği basın ve yayın faaliyet gösterebilmektedir.
b) Sonra, dağıtımı tekelleri altında bulundurmaktadır. Siz bir kitap bassanız bile satamazsınız. Kitap satanlarda da yayın organlarına benzer bekçiler vardır; nâr ehli bekçiler vardır.
c) Ayrıca, yasaklarla dolu kanunları uygulamakla görevli savcılar vardır. Eğer siz onların istemediği bir yazı yazacak olsanız, yahut bir yerde yayınlasanız, ihbar mekanizması ile savcılar faaliyete geçerler. Seneler süren davalarda kahrolup gidersiniz.
d) Basın-yayında kendilerinin yetiştirdiği kişiler vardır. Onlar konuşmadan siz konuşamazsınız. Onların onaylamadığı kitabı siz yazamazsınız. Yazarsanız, Atilla Yayla gibi kendinizi kapı dışında bulursunuz.
Buradaki asıl sorun da, basın-yayında yazarlar karın tokluğuna çalışmaktadırlar. Kalil bir semen yani az bir ücret karşılığı bunu yapmaktadırlar. Ekonomik bozukluklar insanları karın tokluğuna çalıştırmakta, hem de gerçekleri ketmettirmektedir. Ne yapılması gerekir?
Yazarların “Adil Düzen”e göre organize olmaları gerekir.
a) Bir dergi çıkarmalı ve burada yazı yazarak fikirlerini açıkça ifade edebilmelidirler.
b) Dergi yalnız abonelere satılmalıdır. Aboneler bilinçli olarak bu dergiyi alıp okumalıdırlar. Okuyucu kooperatife üye olmalıdır.
c) Abonelere ulaştırma işi için özel organizasyon yapılmalıdır.
d) Derginin kâğıt ve matbaa parası ortak iş adamları tarafından karşılanmalıdır. Dergi yalnız bunların mallarını tanıtmalı, başka reklam almamalıdır.
e) Bu iş yerlerinin zekâtları ile bu yazarlar finanse edilip kalil semenle çalışma zorunda bırakılmamalıdır.
f) Marketler zincirini oluşturduğumuz zaman, bu marketlerde yalnız bu şekilde kooperatifleşmiş yayın organlarının neşriyatını satacağız.
g) Televizyon ve radyo bu dergi kooperatifleri tarafından kurulmalı ve işletilmelidir.
أُوْلَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ(EuLAEiKa MAv YaEKuLUvNa) “Onlar eklediyorlar.”
İştira ettikleri kalil bir semen yani yedikleri şey ateşten başkası değildir.
Burada yazarlara ve yayıncılara önemli ihtarlar vardır. Genel olarak denmektedir ki, söylediğin doğru olacak ama her doğruyu söylemeyeceksin. Bu âyet bu kuralı reddeder. Söylenmesi gereken yerde söylememek de yalan söylemek kadar günahtır. Mahkemeye çağırıldığın zaman bazı şeyleri gizlersen, o da yalancılıkla şehadettir. Yazarlar söylemeleri gerekenleri söylemek zorundadır. Gerçekler gizlenmemelidir. Bugün sömürü sermayesinin kurduğu tezgah içinde gerçekleri söyleyemiyoruz. Biz yazarsak da o zebaniler yayınlamıyor.
O halde yapacağınız iş “Adil Düzen”e göre önce dergi/ler çıkarmak, sonra televizyon/lar kurmaktır.
Bize saldıracaklar, ama Allah bizi koruyacak ve bir gün bu ketmedenlerin yanında, her şeyin açıkça söylendiği -şeytanların yayını yanında- Allah’ın yayını da ortaya çıkacaktır.
فِي بُطُونِهِمْ (FIy BuOUvNıHıM) “Kendi batınlarında ekletmiyorlar.”
“BATN” kelimesini niçin kullanmıştır. Buradaki yenen yemeğin ateş olmasını mecazi mânâda değil de, gerçek anlamda anlamamız gerektiğini ifade etmektedir.
Bu şekilde çalışan insanların âhirette azaba uğrayacaklarını bildirmektedir.
Adil Düzen Çalışanlarının ne büyük sorumluluklar yüklendikleri burada ortaya çıkmaktadır. Zaruretler haramları helal kılar. Biz Adil Düzen müesseselerini kuramadıkça, onların günahları da “Adil Düzen”i öğrenmiş ama kurmaya çalışmayanların üzerinde olacaktır. Adil Düzen Çalışanı olmak, Hazreti Resul’ün muasırı olmayan sahabesi olmaktır; cennetin en yükseklerinde yer almak demektir. Ama o derece aynı zamanda sorumluluğu da içerir. Artık geceleri yatıp rahat rahat uyumak bize helal değildir.
إِلَّا النَّارَ (İlLa elNAVRı) “Yalnız nâr ekletmektedirler.”
Allah’ın kitaptan inzâl ettiklerini ketmeden cemaat, batınlarında nârdan başka bir şeyi ekletmiyorlar.
Burada ekl eden kişi değildir, topluluktur. Böyle yayın organlarında yer alan kimselerdir. Biz orada çalışmasınlar, bıraksınlar, yazmasınlar demiyoruz. Orada yanlışı yazmasınlar. Ama gerçekleri de yazdırmazlar. Yazarlarsa orada yazamaz olurlar. Öyleyse oralarda şimdi olduğu gibi yazabildikleri kadar yazacaklardır. Onlardan istediğimiz ne olacaktır? Dergiyi çıkaracağız, bizim dergimizde yazı yazmaya başlayacaklar. Ancak bizden sabit ücret istemeyecekler. Dergi satıldıkça gelirden sözleşmemize göre pay alacaklardır.
Böyle bir yayın organını çıkarmak üzerimizde farzdır. Buraya katılanlar ateş yemekten kurtulacaklardır. İnternet yayınlarını da abone yayınlarına çevirmeliyiz. Sadece abone olanların okuyabileceği bir sahifemiz olmalıdır. Onlardan cüz’i de olsa bir karşılık alıp bir fonda toplamalıyız. Sonra o fon ile dergimizi çıkarabiliriz.
Burada yenen bu dünyadaki ateş midir, yoksa âhiretteki ateş midir? Bu dünyadaki ateş ise bu paranın haram olduğu ifade edilmiştir. Gerçekler gizlenmemelidir.
وَلَا يُكَلِّمُهُمْ اللَّهُ (Va LAv YuKalLıMUHUMu elLAHu) “Allah onlarla tekellüm etmez.”
Allah onlarla tekellüm etmez, onlarla konuşmama cezasını verir demektir. Madem ki Allah’ın onlara söylediklerini gizlediler, artık onlara bundan sonra tekellüm yoktur. Bizim de böyle söylenenleri çarpıtanlara vereceğimiz ceza, onları muhatap almamaktır. “Allah tekellüm etmez” deyince, öylelerini topluluk muhatap almaz demektir. Sermaye günümüzde tekelini oluşturmuş, kendi anlatmak istediklerinin dışında kimseye bir şey anlattırmıyor. Sosyalistler kendilerini anlatacaklarına, kapitalistleri kötülemekle meşguldürler. Kapitalistler de kendilerini anlatacaklarına sosyalistleri kötülemektedir. Onları dinerseniz Kâinat zulüm ve karanlıklar içindedir, hiç iyilik yoktur. Bu hastalığı dinlerin içine de sokmuşlar; karşı tarafı tekfir edip cehennem göndermekle cennete gideceklerini sanıyorlar. Oysa başkalarının kötülükleri ile değil, ancak kendi iyilikleri ile cennete gidebilirler.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ (YaVMa eLQıYAMaTi) “Kıyamet Yevmi’nde onlarla tekellüm etmeyecektir.”
Bir arkadaşınız sizi arar da konuşursa hoşunuza gider. Makamı yücelmiş bir kimse ile sohbetten zevk alırsınız. Allah’la konuştular diye peygamberlere ne kadar saygı gösteriyoruz. Âhirete vardığımızda cennet ehli olursak, Allah bizimle peygamberlerle kelam ettiği gibi kelam edecektir. Bu bizim için en zevkli anlar olacaktır. Hem de yüz yüze konuşur gibi olacağız, Allah’ın vechini müşahede edeceğiz.
İşte, Âhiret Günü’nde bu gerçekleri gizleyenler, olanı olduğu gibi söylemeyenler, Kitap’tan gizleyenleri muhatap almayacaktır. Bugün sermaye fitnesinde kalarak din adamlarını unuttur. Onlar da mabetlerde, kilisede, , camide Kitap’tan anladıklarını ve öğrendiklerini değil de; halk arasında yaygın olup şeytan hizbinin oluşturduğu hurafeleri din olarak anlatmaktadırlar. Artık herkes Kur’an’a dönmelidir. Diğer kitapları da okumalıdır ama Kur’an’ı anlamak için okumalıdır. Bu ne yapar? Bu bizi birliğe götürür. Farklı farklı anlasak bile yine de kelimeler bizi birleştirir. Zaten bir şeyin yanlışını düşünmeden doğrusunu düşünemezsin. Matematikte olmayana ergi metodu denmektedir. Dolayısıyla filan adam yanlış söylüyor diye onu susturmak asla caiz değildir. Yanlışı söyleyecek ki bizim doğrunun kıymeti olsun. Bizim düşündüğümüzün doğru olduğu yanlışı yenmesiyle ortaya çıkacaktır. Hak gelecek, bâtıl gidecektir; bâtıl olmayacaktır değil. Bundan dolayı mü’minler her söze kulak verirler ama en iyisine uyarlar. Demek ki her sözde bir iyi taraf varmış.
Buradaki “Kıyamet Yevmi” kaydı yalnız konuşmaza dahildir. Karınlarındaki ateşi ise burada yemekte, haram olanı yemektedirler. Din adamlarına da çoklu sistem olacaktır. Biz bucakta on kadar din adamı bulunacaktır. Zaten bugün her köyde bir imam vardır. Biz bunu köyde değil, bucak merkezinde toplanmalarını öneriyoruz. Cuma namazı köylerde değil, nüfusları 3000 ile 10000 arasında olan bucak merkezinde olmalıdır. Artık köylerde dağınık evlere son verilmelidir. Bugünkü ulaşım ve haberleşme araçlarından sonra bucak merkezinde bütün bucak halkı toplanacaktır. Herkes kendi dini danışmanının rahlesine oturup vaaz ve nasihati dinleyecektir. Ezan okununca herkes birlikte saf olup Cuma imamının arkasında namazlarını kılacaklardır.
İşte böyle herkesin dini önderi olunca, bu sefer onu seçenler sorumlu olurlar. Gizleyeni seçen kendisi sorumlu olur. Ama serbest olmazsa o zaman kişilerin seçme imkanı olmadığı için sorumluluk kişiden kalkar. Nasıl ekonomide anlaşıp tekel oluşturuyorlarsa, çoğu zaman din adamları veya ilim adamları birbirlerine baskı yaparak tekel oluşturur ve kişi istediğini söyleyemez duruma düşer.
Allah burada fikir tekeli veya kartelini oluşturan gruplara hitap edip onları inzâr etmektedir. Kişinin kendine göre takdir ettiği bazı şeyleri şimdilik söylemek ayrı şeydir, ilmi ve fikri tekel altına almak ayrı şeydir.
وَلَا يُزَكِّيهِمْ (Va LAv YuZakKIyHıM) “Onları tezkiye etmez.”
İslâmiyet’te tezkiye müessesesi vardır. Tezkiye, dayanışma ortaklığında teminat vermektedir. Bu tezkiye, bu işi yapabilir demektir. Allah âhirette mü’minlerle konuşacak, herkesle ayrı ayrı ilgilenecektir. Mahkemeler kurulacak, soruşturmalar yapılacak, şahitlikler yapılacaktır. Şehadet yapacakları da Allah tezkiye edecek, şehadetini kabul edin diyecektir. Defterle böyle yargılama olacaktır. İşte burada tanıklık yapacakların tezkiye edilmeleri gerekir. Allah bu gerçekleri gizleyenleri tezkiye etmeyecektir.
Bir kimse yalandan şahitlik yaparsa o bir daha şahitlik yapamaz. Davet olunduğunda bildiklerini gizleyen kimsenin de şahitliği kabul edilmez. Burada yeni müessese ortaya çıkmaktadır. Bir topluluk da tezkiye edilecektir. Eğer bir topluluk, mesela bir basın kuruluşu yazarlarına gerçekleri yazdırmıyorsa, baskı yapıyorsa, ona karşı uygulanacak en etkin ve adil müeyyide yayın haklarından yararlanmamasıdır. Ne yapılmaz? Oradaki yazarların ücretleri kamuca ödenmez, o derginin dağıtımı yapılmaz.
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(174) (VaLŞaHUM GaABun ELIyMun) “Onlara elim azap vardır.”
Onlara acıtıcı azap vardır. Kur’an bugün bize nâzil oluyor kabul edecek ve ona göre mânâlandıracağız. Kur’an’ın “ONLAR” diye bahsettiği kimseler bugünkü yaşayan insanlar olmalıdır. Tarihte yaşamış kimseler bizim muhatabımız değildir.
Elim azaba uğrayacak bugünkü insanlar kimlerdir:
a) “Adil Düzen”i kabul etmeyip ona cephe alan tüm ehli kitap onlardır. Adil Düzen, Allah’ın inzâl ettiklerini bugün müsbet ilmin verileri içinde yorumlayıp tüm sorunlarımızı çözmek demektir. Kitaba dayanmadan, dört delile dayanmadan sorunları çözmek, lâik mantıkla sorunları çözmek, gerçekleri gizlemektir.
b) Bugünkü dünya üniversiteleri ve okulları, Allah’ın insanlara müsbet olarak indirdiklerini inkâr edip ateist bir dünyayı, zulüm dünyasını, kapitalizmi ve sosyalizmi dayatmakta, ilmî gerçekleri gizlemektedirler. Bunlara elim azap vardır.
c) Bugünkü basın ve yayın organize olmuş bir şekilde hakka ve dine saldırmakta, “Adil Düzen”in duyulmasını ve yayılmasını önlemektedir. Bunlara acıklı azap vardır.
d) Tüm yönetin siyasi düzene karşı dikilip hortumcuların aracı olmaktadır. Devlet televizyonlarının ve imkanlarının zulme araç olmasını sürdürmelerine izin vermektedir. Devlet adaleti tesis için vardır. Devlet lâikliğin tesisi için vardır. Yani, herkesin istediğini istediği gibi söylemesi ve sorunların tartışılması için vardır. Devlet bir saplantının hamisi değildir. Devlet yöneticilerin çiftliği değildir. Herkes onların istediği şeyleri okumak zorunda bırakılamaz, herkes onların istediği gibi ibadet etmeye bırakılamaz.
Sonuç olarak şunu tesbit etmiş bulunuyoruz ki, “İNNELLEZÎNE YEKTUMUNE/ Ketm etmiş olan kimseler.” demek, örgütlenerek kendi düşüncelerinden başka düşüncelere, kendi ibadetlerinden başka ibadetlere yer vermeyen zihniyetler veya iktidarlar, bu azaba müstahak olanlardır.
İktidar dediğimiz zaman siyasi iktidarı anlamamalıyız. İktidar siyasi olur, dinî olur, mâlî olur, ilmî olur. Eğer tek düşünceyi empoze eder de tekelciliğe giderseniz, diğer görüşlere imkan vermezseniz, o zaman o Allah’ın inzâl ettiğini gizlemek olur. Ama tüm görüşler ortaya çıkar, herkes o görüşler içinde istediğini seçme özgürlüğüne sahip olursa, o zaman Allah’ın indirdiklerini gizlememiş oluruz.
***
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى (EuLAvEıKa elLaÜIyNa iŞTaRaVUv elwWaLALaTa Bi eLHUVWAv)
“İşte onlar hüda ile dalaleti satın almışlardır.”
Topluluk içinde baskı yaratarak karşı düşünceleri sindirmek “DALALET”tir. Oysa herkes her görüşü, kendisine gelen içtihattaki ilhamı ortaya koyar, insanlar da onlardan istediklerini seçerse bu “HİDAYET” olur.
Allah yeryüzünü insanları imtihan etmek için yaratmıştır. İmtihanda sorular sorulur, ondan sonra istediğini yaz denir. Doğru yazanlar sınıflarını geçerler, yanlış yapanlar kalırlar. Allah da insanları imtihan etmektedir. Nasıl test imtihanlarında doğru-yanlışlar soruluyor, sonra istediğini işaretle deniyorsa, Allah da insanlara doğruları ve yanlışları göstermekte, sen şimdi hangisini istiyorsan o şıkkı seç demektedir. Doğru şıkkı seçenler cennete, diğerleri ise cehenneme gidiyor. Şimdi öyle imtihan yapıyorsun ki sadece doğru şıkkı yazıyor, diğer şıkları yazmıyorsun. Haydı şimdi sen bu A şıkkını işaretle de cennete git diyorsun, sınıfı geç diyorsun.
Bu ne kadar saçmaysa, yanlış şıkları gizlemek de o kadar yanlıştır. Kaldı ki bunu sen öğrenci yapıyorsun. Diğer öğrencilere diyorsun ki, hepiniz “C”yi işaretleyeceksiniz; sonra hepsi sınıfta kalıyor!
Bir şeye tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Burada kendilerine başka imkan verilmeyen öğrenciler değil, bu imkanı vermeyen teşkilat ve burada aktif rol alan kimseler sorumludur. Yazısı sansür edilen kimse değil, yazıyı sansür eden sorumludur. Bugünkü tabirle sermeyenin gönüllü temsilcileri sorumludur.
“HİDAYET” nerede vardır? Her düşüncenin ve çözümün ortaya konması ve onların içinden kişilerin istedikleri çözümü seçme hürriyetidir. Herkes kendi seçiminin doğru olduğunu, diğer görüşlerin hatalı olduğunu savunacak. Burada asıl olan karşılıklı tartışmanın yasaklığı değildir. Tam tersine, karşı tarafı susturup yalnız benim görüşlerim dile getirilecektir demek azabı müstelzimdir. Yoksa karşılıklı tebliğ ve inzar, müzakere ve mübahase elbette olacaktır. Şimdi benim kitaplarımı okuyanlar bunun için karşı çıkıyorlar.
Ben din adamı olarak Kur’an’ı yorumlamıyorum, ben düzeni açıklamak için Kur’an’ı yorumluyorum. Benim için Kur’an ehli ile Tevrat ehli birbirine eşittir. Ama eğer bir mü’min olarak insanlara gidip Kur’an’ı tebliğ ile işe başlasaydım, onlara teslisin şirk olduğunu anlatmaya başlardım, Sünniliğin Şiilikten daha iyi olduğunu söylemeye çalışırdım. Ama onlara da aksini söylemede aynı derecede söz hakkı verirdim.
وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ (Va eLGaÜABa Bı eLMaĞFıRaTi) “Azabı da mağfiretle iştira etmişlerdir.”
Burada “AZAB” “MAĞFİRET” karşılığı getirilmiştir. Bu çok önemli bir karşılaştırmadır.
“MAĞFİRET” demek, işlenmiş hataların cezasının çekilmesidir. “AZAB” ise yapılan bir hatanın cezasının çekilmesi demektir. Bir insan veya cemaat içtihatlarını yaparken, varsayımlarını koyarken hata yapar. Hata yapmayacak insan yoktur. ‘Hatasız kul olmaz’ derler. Hata yapmayan yalnız Allah’tır. Ben hata yapmam diyen tanrılık taslamış olur. Şimdi siz bir içtihadı ortaya koydunuz, başka içtihatlara yer vermediniz. O zaman o içtihadınızdaki hatadan dolayı sorumlusunuz. Yalnız kendi yaptıklarınızdan değil, tüm sizin içtihadınızla amel edenlerin yaptıklarından sorumlusunuz. Demek ki çoklu olmayan sistemde hata affedilmez hal alır.
Oysa başka kimselerin de içtihatlarına imkan verir, onların da yayınlanmasını sağlarsanız. Sansürle fikir ve görüş cellatlığını yapmazsanız, insanlara tercih imkânı sağlamış olursunuz, sizi tercih edenler kendi iradeleri ile tercih edeceklerinden dolayı siz sorumluluktan kurtulursunuz. Siz kendiniz de içtihattaki hatadan kurtulursunuz. Çünkü içtihadınızda samimisiniz demektir. İçtihatta baskı demek, siz samimi değilsiniz demektir.
Siz başkalarına söz söyletmediğiniz zaman zaten içtihat yapmamış, bütün delilleri değerlendirmemiş olursunuz. O zaman da içtihattaki hatanızdan dolayı değil içtihat yapmadığınızdan dolayı sorumlu olmaktasınız.
فَمَا أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ(175) (Fa MAv EaÖBaRaHuM GaLA elNAVRı)
“Nâra onları esbar eden nedir?”
Burada gelen “Fa” harfi yukarıdaki hükümlerin tamimi içindir. Yani, yalnız kitaptan elde ettiklerini ketmedenler değil, ilim yoluyla elde edilenleri de ketmedenler aynı azaba duçar olacaklardır. Müsbet ilimle Allah’ın inzâl ettiklerini ketmedenler de esbar değildirler. Sünnet yoluyla inzâl ettiğini ketmedenler de esbar değildirler. İcma yoluyla inzâl ettiklerine de esbar değildirler. Kıyas yokuyla içtihatla inzâl ettiğini ketmedenler de esbar değildirler. Buradaki “Fa” böylece yukarıdaki ifadenin illetini tamim etmiştir.
Buradaki “Mâ Esbarahum” taaccüb fiilidir. Emsileyi okuyanlar bilirler, isimlerden sonra fiili taaccüp olarak iki fiil zikredilir. “Ensir Bihi” ve “Mâ Ensarahu”. Kur’an’da bu fiil birkaç yerde geçer.
“Mâ” Mâ-i nafiye olabilir. Ateş onları en çok dayanıklı yapmadı anlamı çıkar. Böylece böyle yapmalarına karşı taaccübü ifade eder. Taaccüb mecazen verilmiş olur. Veya istifham “Mâ”sı olur.
Onları bu kadar sabırlı kılan nedir? Seni bu kadar ateşe dayanıklı yapan nedir? Nasıl oluyor da sen bu kadar ateşe dayanıklı oluyorsun? demek olur. Tabii soru da cevap almak için değil de, taaccübü bildirmek içindir. Buradaki taaccüp kelime mânâsındaki taaccüp değildir. Ben sizin bu davranışınıza mânâ veremiyorum demek olur. Sabretmek dayanmaktır, ateşe dayanmaktır.
Tekrar Kur’an düzenini baştan gözden geçirelim. İnsan eksik yaratılmıştır. Vehbi ilim yeterli değildir. İnsan ne yapacağını doğuştan genetik olarak bilmemektedir, onun için ona öğrenme melekesi verilmiştir. Başkaları ona sorunları çözer, bildirir ve o da ona göre hareket eder. Bu başkalarını seçme özelliği eski şeriatlarda verilmiştir. Akıl yoluyla kimin sorunları en çok çözdüğünü kişi düşünür ve ona göre yolunu seçerdi. Yine de özgürlük vardı. Kur’an’dan sonra bu seçme halk için yine böyle kaldı. Ama fakih ve rasihler için yani alimler için içtihat yapma hükümleri getirildi, vahyin yerini içtihat aldı. Kişilerin ayrı ayrı yaptığı içtihatlarla varılan sonuçlara göre amel edilir. Hata ma’fuvdur. İçtihatlarda icma olursa onda artık hata yok kabul edilir. İcmaya gidebilmek için herkesin önce bağımsız içtihat yapması ve değişik yollardan sonra çözülmesi gerekir. Kendiliğinden birikim olursa ona icma demiyoruz, ittifak diyoruz. İşte bir kısım fikirlerin açıkça söylenmesini önleyen kimseler bu icmaya imkan vermez. Bâtıl üzerinde icma varmış gibi göstermiş olurlar. İcma âyet gibidir, inkâr eden kâfir olur. İcma olmayanı da âyet gibi saymak da küfürdür. Demek ki muhalif fikirleri söyletmek günah değil küfürdür. Kur’an bunun için kıtal yapılabileceğini söylemektedir. Savaşı meşru kılan sebeplerden biri de insanların dinde zorlanmasıdır. Ben bir televizyona Ehli Sünnetin mezheplerini anlatan bir kitabın tercümesini verdim, bunun tartışılmasını istedim. Kendilerini Ehli Sünnetin temsilcisi kabul eden bu zavallılar, elim azabın müstahakları, ‘bu şimdilik fitne olur’ dediler ve programa alınmayabilir diye değerlendirdiler.
Adil Düzen Çalışanları bilsinler ki kendilerinden olmayan hiçbir şey onlara yaramaz.
Sömürü sermayesi dünyada kendi görüşünden başka görüşlerin dile getirilmesini istememektedir. Onun ekonomik ve reklam baskısı ile tüm insanlık hidayeti satmış, dalaleti almış; mağfireti satmış, azabı satın almıştır. Bunların cezası ateştir ve bu ateşe de en çok dayanacak kimseler değildir. Siz onları bırakınız. Siz çalışırken herkesin fikirlerine saçma sapan da olsa fikirlerine saygı gösterin. Onların muhalefet etmesinden dolayı Allah’a hamdediniz. Onların konuşmasını ilâhi lütuf kabul ediniz. Bunu toplantılarda böyle yapınız; yarın dergi çıkarırsanız böyle yapınız; yarın televizyon olursa böyle yapınızı, her fikre yer veriniz. Dikkat edin, her fikre yer vereceğiz diye hak olan fikirleri kovalayın yahut bâtıl fikirler içinde yok olup gitmeye imkan vermeyiniz. Bunu nasıl yaparsınız? Bâtıl fikirler karanlıktaki el yordamı ile bulunan fikirlerdir. Gerçekler ise mum ile aydınlanmış olan bilgilerdir. Mum ile görülme mümkün olunca, karanlıkların yanlış bilgileri yok olup gider.
***
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ (ÜAvLıKa Bı EnNa elLAHa NazZALa elKİTAvBa Bi el XaqQı)
“Bu Allah’ın Kitab’ı hak ile inzâl etmesinden dolayıdır.”
Yani, Allah’ın kitapları, bütün kitapları hak ile inzâl etmesinden dolayıdır. Bütün kitaplarda hak vardır. Doğruların hepsi Allah’tandır, yanlışları ise insanlar sokmuşlardır. Böyle olunca insanlara düşen görev bâtılı haktan ayıklamaktır. Hak ile bâtıl yan yana gelecek, insanlar o bâtılları ayıklayıp hak üzerine sebat edeceklerdir.
Neyin hak ve neyin bâtıl olduğunu gösterecek ilim olacaktır. İlmin bu işi başarması için hak ile bâtıl yan yana olacaktır. Onların karşılaştırılması ile hak bulunacaktır.
“Allah Kur’an’ı hak ile tenzil etti” ne demektir? “HAK” ne demektir?
“HUKKA” develere yem verilen kovadır. Onunla her devenin payı belirlenir. “KİTAB” da hakkı bâtıldan ayırma aracıdır, herkese hakkını vermedir. Kur’an’ı okuyanlar onda kendi paylarını alırlar.
“Nezele Bihi” dediğimizde “Nezele Fîhi” olur. “Nezzele Bihi” oraya indirdi olur. Kitabı hakkın içine indirdi anlamı çıkar. Bunun anlamı şudur. Kur’an müsbet ilmin içine inmiştir. Orasını aydınlatmak için inmiştir.
Müsbet ilmin nasıl yapılacağını gösterir, ne yapılacağını göstermez. Ona ne yapması gerektiğini öğreten Kur’an olacaktır. İnsanda dört meleke vardır.
HİS melekesi insana ne yapacağını öğretir; bu sanatla ifade edilir ve toplulukta DİN olur. İnsanda FİKİR melekesi doğruyu yanlıştan ayırır; dil ile sosyalleşir ve İLİM olur. İnsanda İRADE melekesi vardır, yararlıyı zararlıdan ayırır, teknikle sosyalleşir ve EKONOMİ olur. İnsanda ünsiyet yani sosyal yönseme melekesi vardır, hukuk ile sosyalleşir ve YÖNETİM olur.
Hâsılı, din ne yapılması gerektiğini, ilim nasıl yapılabileceğini, ekonomi kimin yapacağını, yönetim de ürünün kime ait olduğunu belirler. Kur’an ve diğer kitaplar insana ne yapması gerektiğini öğretmektedir. İlim ise bu yapılacakların nasıl yapılacağını öğretmektedir. Kitab da ilim de Allah’ın inzâl ettikleridir. Münzel kitaplar da yanlış anlaşılmaktadır. Kâinat kitabı da yanlış anlaşılabilmektedir. Yani, içtihatta her iki tarafta hata olabilmektedir. Dolayısıyla iki tarafta da serbestlik ve çoğulculuk olmaktadır.
Bu âyet bize başka bir gerçeği de göstermektedir. Kitapsız ilim ve ilimsiz kitap olmaz. Bunlar bir kumaşın iki yüzüdür. Birlikte olduğu zaman ancak kumaş olur. İlim demek tartışma demektir. Ancak tartışma ile gerçekler ortaya çıkar. Bu metodu Hazreti İbrahim Peygamber tedvin etmiştir. Karşı tarafı susturmak ve söyletmemek demek cehalete gömülme demektir.
“Hak ile inzâl ettik” demenin başka mânâsı olup, ilmi delillerle ve âyetlerle inzâl ettik. Onun Allah sözü olduğu kendisinde vardır. Mucizeleri ile inzâl ettik demek olur. Bu mucizeleri de sekiz yüzlü üzerinde yerleştirdik. Açıklamaları yapmaya başladık. Allah izin verirse bitirmeye çalışacağız.
وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ (Va EıNa elLaÜIyNa iPTaLaFUv FIy el KiTAvBı)
“Kitap’ta ihtilaf eden kimseler.”
Burada bazı hususlara dikkat etmektedir.
a) “Man İhtalafa Fi’l-Kitabi” demiyor, “Ellezîne İhtelefû Fi’l-Kitabi” diyor. Yani, “Kitab’a muhalefet ettiler” demiyor da, “Kitap’ta ihtilaf ettiler” diyor. Cemaat olarak Kitap’ta ihtilafı esas kabul ettiler diyor. Kitab’ın icma ile sabit olan hükümlerinde ihtilafa düştüler demektir. Yahut Kitap’ta icma ile sabit olmayan hususlarda Kitap’tandır diye birbirlerini zorladılar demek olur. “ELLEZÎNE”nin getirilmiş olması ancak böyle anlaşılmasını sağlar.
b) “Halefû” değil de “İhtelefû” getirilmiştir. Biri doğru yoldadır, diğerleri ona muhalefet etmiyor. Hepsi birden Kur’an’ın kendisinde ihtilaf ediyor. Bu nasıl olur? Bunları şöyle sıralayabiliriz.
1- Kur’an’ı yorumlarken birbirlerine danışmayan ve birbirlerinin görüşlerini almayan kimseler Kur’an’ı farklı yorumlar, kısmî icmalar hâsıl olur ve ihtilafa düşerler. Oysa, eğer yorumlamada birbirlerini dinleselerdi icma tüm Kur’an ehli içinde olmuş olurdu. İcmada ihtilaf olmazdı. Adil Düzendekiler bütün mezheplerin görüşlerini dinlemeli, dinleri ve mezhepleri öğrenmeli, kulak vermelidirler. Onlarla birleştiğimiz noktalarda icma olmuş olur.
2- Kur’an’ı müsbet ilme dayalı olarak değil de kendi varsayımlarıyla yorumlarsak ihtilafa düşeriz. Ayrı varsayımlar bizi farklı sistemlere götürür. Oysa müsbet ilimlerle yorumlarsak sistemde farklılık olmaz, fer’de farklılık olur. Herkes kendi içtihadı ile sistemin dışına çıkmadan yaşama imkanını bulur.
3- Eğer biz bazı kimseleri konuşturmaz ve onları devre dışı bırakır isek, konuşamayanlar kendi aralarında birleşir ve muhalif mezhepler oluştururlar. Türkiye’deki Alevilerin durumu budur. Tarih boyunca hep dışlanmışlar, onlar da kendi aralarında ayrı bir din oluşturmuşlardır.
4- ‘Sen benim gibi Kur’an’ı anlayacak, benim gibi amel edeceksin’ dersek, onun muhalefetini elde ederiz. Ama icmalarda bir olalım, yani ittifak ettiğimiz hususlarda birleşelim. İhtilafta herkes kendi mezhebinde hareket ettik dersek, o zaman ihtilaf olmaz, Kur’an’a değişik taraftan bakmış oluruz. Farklı görmemiz ihtilaf değil, ittifak olur, işbölümü olur.
c) “FîMâ el-Kitabi” demiyor da, “Fi’l-Kitabi” diyor. Yani, Kitap’ta olanlarda ihtilaf ettiler mânâsında ihtilaf ettiler demiyor, Kitab’ın kendisinde ihtilaf ettiler. Herkes Kitab’ı yorumlamanın kendi imtiyazlarında olduğunu ileri sürdü ve kendi görüşlerini kitap olarak sunmaya çalıştı. Oysa herkes ancak bunlar benim Kitab’ı anlayışımdır. Sizin anlayışınız da sizin anlayışınızdır. Ben benim anlayışımla amel ederim, siz sizin anlayışınızla amel edersiniz. Ben benim hak olduğunu iddia edip sizi mezhebime körü körüne uymayı isteyemem, siz de benim size uymasını isteyemezsiniz.
لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ(176) (La FIy ŞıQAvQın BAGIyDin) “Baid şikak içindedirler.”
“Uzak ayrılık içindedirler.” “ŞIK” kopan kaya parçasıdır. Birbirinden uzak kalmışlardır. Bizim bu duruma düşmememiz için onların görüşlerini ve düşüncelerini sabırla dinlememiz, Kur’an’ı onların görüşlerine göre de değerlendirmemiz gerekir. Bizimki doğrudur, onlarınki yanlıştır değil de; bizimki de doğru olabilir diyeceğiz. Bunun için -tekrar söylüyorum- muhalif fikirli kardeşlerimiz bize katılmalıdırlar. Kendi görüşlerini, hatta başkalarının görüşlerini de getirmelidirler. Dengeli bir yönetim olmalıdır. Sıra gelmeden kimse konuşmamalıdır. Sonra sıra gelince de birden aklına bir şey gelmediği için kişiler konuşmamaktadırlar. Allah kalemle öğretmiştir. Konuşurken şuna dikkat etmek gerekir.
a) İstişarede en az konuşacaklar imamın sağında oturacaklardır. Bunlar kendilerine düşen zamandan azını kullanacaklar demektir. Sola doğru konuşmalar ilerlerken gittikçe zaman artacağı için konuşan kendisine düşen zamanı ayarlamalı ve o kadar uzunlukta konuşmalıdır. İlerde bunlar bilgisayara bağlanarak, sırası gelen kaç dakika düştüğü bildirilir. Ona göre konuşmanızı ayarlarsınız.
b) Herkes konuşacaklarını daha önce belirlemeli ve not almalıdır. Kendisinden önce gelenler de bu sıraya ilaveler yapabilir. Konuşacakları sıraya koymalı, vaktini ona göre kullanmalıdır.
c) Zamanı geldiğinde ihtara gerek kalmadan konuşmasını bitirmeli, eksik kalanlarını gelecek zamana ayırmalıdır.
d) Çok önemli husus, eğer arada bir şey söyleyecekse elini kaldırıp söz istemelidir. Konuşan kendi zamanı içinde ona söz verebilir. Başkan da zamanın beşte birini kendisi kullanabilir. Konuşan sözünü bitirdikten sonra, başkan o beşte bir zamanını kendisi kullanır veya istediğine kullandırır.
Bunun programını Dr. Lütfi ve Taha yaparlarsa, cihazını ben yaptırabilirim. Söz verilenden başka kimse konuşmamalıdır. Namazda konuşma ne ise, izin almadan konuşma da budur.
Kur’an’ın âyetlerini gösteren sekiz yüzlüyü veriyorum.
Seçkin Sayılar : Düzgün Yeterli Görkemli Anlamlı
Yaratılış Sayıları : Sözü Dili Kaynağı Yorumu
Özü Kanıt : Barışçı Özgürlükçü Dayanışmalı Dengeli
Eşsiz : Çağ Kişi Konu Yer
Uyumlu : Evren Geçmiş Gelecek Kişi
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-389 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-219 İstanbul, 30 Aralık 2006
FAİZSİZ KÂĞIT, HAZİNE VE BANKALAR
Dünya Ekonomi Gazetesi’nin yazdıklarına göre; Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz, topladıkları fonların büyük kısmını reel sektöre kanalize etmelerine rağmen, ciddi tutarda likit fazlasına sahip olduklarını söyledi. Bunu kanalize edebilecek adres aradıklarını ifade eden Akyüz, faizsiz enstrümanlar çıkarması hâlinde bu kaynakları Hazine’ye aktarabileceklerini vurguladı.
Faizli ekonomide devlet tahvil çıkarır, halktan aldığı borca faizi öder. Bunu niçin yapar?
Merkez Bankası devletin elinde olduğu halde, devlet bunu niçin yapar?
Oysa devletin paraya ihtiyacı yoktur. Buna rağmen faizle para toplamaktadır.
a) İlkbahar gibi bazı mevsimlerde üretim olmaz. Fiyatlar aşırı derecede artar, para piyasadan çekilir. Böylece fiyatların dengede olması sağlanır. Tüketici korunmuş olur.
b) Sonbahar gibi bazı mevsimlerde üretim fazla olur. Para yetmez, fiyatlar aşırı düşer. Bunu önlemek için tahvillerin itfa tarihleri bu mevsime rastlatılır. Böylece fiyatların fazla düşmesi önlenir. Üretici korunmuş olur.
c) Millî hasıladaki artış kadar fazla paranın piyasaya sürülmesi gerekir. Bu da tahvile ödenen faizle sağlanır.
d) Tahville toplanan paralar yatırım yapanlara kredi olarak verilir, faizler oradan tahvillere aktarılır. Tasarruf teşvik edilmiş, böylelikle yatırım dengesi kurulmuş olur.
Türkiye’de ise tahvilin bu anlattıklarımla hiçbir ilişkisi yoktur.
a) Devletin dış borcu vardır. Halktan topladığı para ile dış borcun faizi ödenir. Devlet durmadan halka borçlanır. Sonunda enflasyonla dış ülkelere olan faizler ödenmiş olur.
b) Devletin cari harcamalar için paraya ihtiyacı vardır. Para basıp bu ihtiyacı karşılayacağına, devleti batırabilmek için borçlanmaktadır.
c) Ülkede devleti hortumlayan sektörler vardır. Onlar bürokrat ve siyasilere baskı yapmakta, bu yolla hazine hortumlanmaktadır.
d) İktidarın yandaşlara ihtiyacı vardır. Onlara hazineden nakit aktarabilmek için tahvil araç olarak kullanılmaktadır.
İşte Osman Akyüz bu hazine yağmacılığına kendilerinin de ortak edilmesini istemektedir.
Oysa “Adil Ekonomik Düzen” böyle bir kazancı -yolu ne olursa olsun- haram saymaktadır.
“Adil Ekonomik Düzen”de hazine yukarıdaki işlemleri şöyle karşılamaktadır.
a) Selem senedi çıkararak üreticilere kredi olarak vermekte, üreticiler bunları satarak nakit temin etmekte ve üretim yapmaktadırlar. Tüketiciler ellerindeki para ile hazır malları almaktansa, gelecekte üretilecek mallara sipariş vermeyi tercih eder. Böylece ilkbaharda fiyatların yükselmesi sözkonusu olmayacaktır.
b) Üretici malları sipariş üzerine ürettiği için ve parasını çok önce aldığı için artık sonbaharda fiyat düşmesi olamaz.
c) “Adil Ekonomik Düzen”de nakit bankaya verilen mal senetleri karşılığı çıkarıldığı için millî hasılada artış kadar para her an kendiliğinden artar. Azalırsa da o nisbette azalır.
d) “Adil Ekonomik Düzen”de yatırım kredisi çalışana verilen çalışma kredisi ile sağlanmaktadır. İnşaattaki ücretler resmi ücretlerdir. Bununla yatırım dengesi kurulur. Kredi faizsizdir. Resmi ücretle işçi bulan herkese faizsiz inşaat kredisi verilir.
Katılım Bankaları hazineyi soyma hevesine kapılacaklarına, kendi imkanları ile yatırım yapsınlar.
KATILIM BANKALARI NELER YAPABİLİRLER?
a) Kredileşme hesaplarını açacaklardır. Yani, bankaya para yatıranın para değeri altın cinsinden korunur, ayrıca yatırdığı miktar ve zamanla orantılı olarak kendisine faizsiz kredi tanınır. Bunun faizsiz ve masrafsız yaparlar. Kendileri karz-ı hasan olarak bu paradan kullanabilirler.
b) İşletmelerin hisse senetlerini alıp satarlar. Böylece işletmelerin taşınmazlarına likidite kazandırırlar. Buna karşılık işletmelerin cirosundan % 2 gibi bir pay alırlar.
c) Selem senedi çıkararak üreticiye kredi olarak verirler, buna karşılık üretimden bir pay alırlar. Yani, kendileri bu şekilde yine üretime katılmış ve üretimden pay almış olurlar.
d) Komisyonculara taşınmazları alıp satma kredisini verirler ve satıştan % 2 gibi bir kâr alırlar.
Banka bu gelirleri ile işletmeyi yapar, rizikoları karşılar. Halk ise hisse senetleri veya selem senetleri alarak kazanmış olur. Bu hususlarda daha fazla bilgi istiyorlarsa, bendenizin yayına hazırlamış bulunduğu, Süleyman Karagülle Hocamın “ALTERNATİF FAİZSİZ BANKA” kitabımızı okusunlar.
İsterlerse, biz de ayrıca yardımcı oluruz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-389 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-219 İstanbul, 30 Aralık 2006
ERKEN SEÇİM VE PARTİLERE TAVSİYELER
Refahyol Hükümeti zamanında faizli düzende de olsa devletin nasıl idare edilebileceğini gören halk, beş sene bu hükümet ve Millî Görüş dışındaki partilerin ne zulümler yapabileceğini de öğrendi. AK Parti iktidara geldi. Hiçbir şey yapmadı ama 28 Şubat sonrası hükümetlerin zulmünü de yapmadı. Zulüm etmeyince işler de iyiye doğru meyletti. Halk açtır, borçlar içinde boğulmaktadır. Medya her gün halka saldırmaktadır.Mahkemeler onlarca sene sürmektedir. Ama beterin beteri vardır diye halk yine de şikayet etmemektedir. Çünkü yakın geçmişindeki ateşten yeni çıktı.
Bugün seçim olsa halkoyunu yine Millî Görüşe verecektir. Herkes biliyor ki, Millî Görüş’ün oyu artmamışsa anayasa ekseriyeti yine AK Parti’nindir. CHP barajın altına düşerse, onun yerine ANAP, DYP veya MHP barajı aşarak Meclis’e girebilirler. Her ne olursa olsun, mutlak ekseriyet AK Parti’nin olacaktır. Görünen köye kılavuz istemez. Genel durum böyle olunca, Meclis’in dışında kalmış partiler hangi akla hizmet ederek erken seçim istemektedirler. Erken seçim olsa cumhurbaşkanını yine AK Parti seçmeyecek mi? Kimler erken seçim istiyor? CHP ve MHP gibi iki zıt gurup. Demokratik yoldan iktidar olamayacağını bilen grup ve kaçamak olarak iktidara talip olan grup.
ABD 20. yüzyılda askeri darbelerle iktidarları indirdi ve askerlerle ülkeleri yönetti. Bu deneme başarılı olmadı. Çünkü askerler iktidara el koyunca ABD’yi dinlemez oldular. Türkiye’dekiler hemen seçime gittiler ve daha demokratik anayasalar yaptılar. Darbeler netice vermeyince, şimdi başka bir yol aramaktadırlar. Orduyu devre dışına iterek halkı harekete geçirmek, meclisleri işgal etmek ve yeni seçimlerle istedikleri hükümetleri oturtmak. Bunu da son derece ahlâk dışı kurallarla yapmaktadır. Erken seçime gidilir. O seçimde kendileri tarafından bir-iki sandıkta hile yaptırılır. Sonra basın-yayın bunu bahane ederek tüm seçimin hileli olduğunu beyan eder. Halk heyecanlandırılır, galeyana getirilir, dolarlar saçılarak sokağa dökülür. Meclis basılır. Asker sessiz kalır. Meşru yoldan doğru seçimle iktidara gelen hükümet indirilir. Güya seçime gidilir. Halk ya seçime katılmaz ya da uğraşmamak için ABD’nin ajanına oy verir. Böylece o ülke güya demokratik yoldan ve savaşsız sömürü sermayesinin bir vilayeti hâline gelir. Ukrayna’da, Gürcistan’da, Kırgızistan’da bu yol denendi ve başarılı oldu. Özbekistan gibi bazı ülkelerde ise deneme sonuç vermedi. İşte, Baykal ve Bahçeli bu tür bir ihanete göz kırpmaktadırlar. Sanıyorlar ki bize bir şey düşecek. Oysa ABD’nin Derviş’leri var, iktidar size kadar düşmez. CHP ile MHP iktidar için uzlaşamazlar, ama iktidarı devirmek için uzlaşabilirler. Yapılacak bir erken seçimle, cumhurbaşkanını da yanlarına alarak sokak hareketlerine girişebilirler. İki parti, devlet başkanı ve ABD’nin dolarları birleşince bu hareket son derece kolay olur. Ordu da bu harekete karşı duramaz. Olan olur. Türkiye, Mustafa Kemal’in dediği gibi; iktidarda olanların gaflet ev dalâleti, hattâ hıyaneti ile orduları dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, memleket işgal edilmiş olarak harap ve bitap hâle gelebilir. Türkiye yeniden ikinci İstiklâl Savaşı yapmak zorunda kalabilir. Bu durumda ne yapılmalıdır? İktidar partisi yeni hamleler yapmalıdır.
a) İktidar partisi bütün partilerin katılacağı bir anayasa hazırlığına girişmeli, “Millî Mutabakat Anayasası” hazırlanmalı, ordunun da mutabakatı sağlanmalıdır. Böyle bir çalışmaya hemen başlanmalıdır.
b) Seçim maddesi en başta değiştirilmeli ve seçim nisbî sistemle yapılmalı. Baraj % 5’e indirilmeli. Barajın altında kalan oylar da barajın üstündeki partilere aktarılarak onlara da milletvekili verilmeli, Meclis’te temsil edilmeyen bir vatandaş kalmamalıdır.
c) Cumhurbaşkanı adayları en az % 5 oy alan partiler tarafından gösterilmeli. Meclis’teki seçim sıralama usûlü ile olmalı. Adaylar orgenerallerden gösterilmeli.
d) Yüce Divan ise Meclis içinden seçilecek hakemler arasından tarafların ataması ile oluşmalı. Dokunulmazlıklar Yüce Divan’da yargılama şekline dönüştürülmelidir. Her türlü dokunulmazlıklar bu şartlarla kaldırılmalıdır.
İşte AK Parti bu çabaya girerse Allah onu korur ve zalimlerin oyunları havaya gider.
DYP ve ANAP erken seçime karşı çıkmalı ve seçime karşı saygılı olduklarını halka ilan etmeli, AK Parti’nin demokratik çabalarına destek vermelidirler. Bu siyasetleri ile bu iki parti de barajı geçer. Ama onlar da CIA tezgahına kapılır da erken seçimci ve darbeci cepheye katılırlarsa barajın altına düşerler. Onlar hileden yararlanamazlar.
CHP ile MHP’ye bir tavsiyem vardır. Anlaşın, ortak bir adayı çıkarın, onun lehine faaliyet gösterin. Eğer adayınız halkın benimsediği kimse olursa halk sizin yanınızda yer alır, CIA da peşinizi bırakır. Çünkü o kendi adayı için sizi kullanmaktadır. Yıkmakta değil, yapmakta birleşin. Muhalefet edin ama alternatif çözümle muhalefet edin. Bu politika sizleri barajın üstüne çıkarır.
Saadet Partisi dışında kalan diğer partiler, sizler de Saadet Partisi çevresinde birleşin. İl il milletvekillerini bölüşün ve seçime tek güç olarak girin. Barajı geçin ve Meclis’te denge unsuru olun.
Asıl söyleyeceklerim Türk ordusuna olacaktır. İyi bilin ki, Türkiye ne Gürcistan ne de Ukrayna’dır. Türkiye bin yıllık mazisi ile kendisini ortadan kaldırmada anlaşmış dünya ile çevrilidir. Türkiye varlığını ne parasına ne de kültürüne borçludur. Türkiye’nin tek dayanağı ordusudur. Düşmanlar bunu bildikleri için ilk hedefleri Türk ordusunu çökertmektir. Türkiye devletine karşı halk harekatı başladığı zaman, bu hareket sadece orduya karşı harekattır. Kanla bastıramazsınız. Şimdiden akıllı olun. İndiririz çığırtkanlarının kulağını çekin yahut siz bağırttırmayın.
Ordudan evvel asıl hedef Müslümanlardır. İslâm’ın koruyucusu vardır ve O koruyucuyu şimdiye kadar hiç kimse yenememiştir. Bizim bu hususta tasamız yoktur. Bizim tasamız Türkiye’nin ikinci defa İstiklâl Savaşı yapma zorunda bırakılmasıdır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92