Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 390
BAKARA SÛRESİ 177.-AYETLER TEFSİRİ
6.01.2007
2136 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 390

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             06 Ocak 2007             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 390. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

YENİ YILDA YENİBOSNA VE İŞLERİMİZ

İSTİŞARE

***

 

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 52. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُتَّقُونَ(177)

 

لَيْسَ الْبِرَّ  (LaYSa eLBirRa)  “Birr değildir.”

“BERR” kara (deniz karşıtı sert ortam) demektir. “Beraat etmek” demek, karaya çıkmak demektir. Bahrdan yani denizden karaya çıkmak, aklanmak, kurtulmak mânâsındadır.

BİRR” lazım fiil olarak insanın iyilik içinde olmasıdır. Muteaddi olursa iyilik etmek olur.

LEYSE” ismini ref’, haberini nasb eder. Demek ki birr burada haberdir, müpteda değildir.

Birr olmayan nedir? Vechinizi maşrık veya magribe tevcih etmeniz birr değildir, iyilik değildir, iyilik içinde olma değildir. Kerem var, nimet var, hüsn var, birr var. Bunların Türkçe karşılıklarını iyilik olarak çeviriyoruz. Bunları birbirinden ayırmak için her birinin etimolojisine gitmemiz gerekir.

Kurm (koruk), yeni çıkmış üzümdür. Daha çok beslenmemizle ilgilidir.

Na’m, deve ve diğer hayvanlardır. Nimet, onların sağladığı iyiliktir. Hayvanların etinden, sütünden, yününden yararlanırız. Bizi taşırlar. Demek ki günlük işlerimizde rahat olmaya nimet diyoruz.

Hüsn, gözle bakıldığı zaman insanı mesrur eden güzelliktir. Dağın hoş ve heybetli görünüşüdür. Bu daha çok ruhi süruru ifade eder.

BİRR” de karada olmak, tehlikeden ve sıkıntıdan uzak  bulunmaktır.

Bunları şöyle tanımlayabiliriz. İnsanın bedeni ihtiyaçları vardır, bunlar “nimet”tir; ruhi ihtiyaçları vardır, bunlar “ihsan”dır; sosyal ihtiyaçları vardır, bunlar “ikram”dır; çevre ihtiyaçları vardır, bunlar da “birr”dir.

Kur’an değişik kelimeleri cümlelerde kullanır. Siz bunları tarif ve tasnif edersiniz. Yorum budur. Değişik şekilde tarif ve tasnifler yapılabilir. Bunlar da yorum farklarıdır.

Türkiye’yi vilayetlere bölersiniz. Değişik şekilde böler ve ona göre düzen kurabilirsiniz.

Kur’an’ın yorumları da böyledir. 

Sonuçlara göre bu tanımların ve tasniflerin daha başarılı olduğunu görürüz.

أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ (EaN TuValLUv VuCUHAKuM) 

“Vecihlerinizi tevliye etmek birr değildir.”

115’inci âyette, “Maşrık da magrib de Allah’ındır. Nereye tevliye ederseniz orada Allah’ın vechini bulursunuz.” denmiştir. Burada ise “Yüzünüzü maşrık veya magribe çevirmenizde birr yoktur.” denmektedir. Allah’ı orada buluruz demek, orada iyilik veya kötülüğün karşılığı vardır demektir.

Bu iki ifadedeki tearuzun giderilmesi şöyledir. İbadetlerdeki şeklî emirler bizi iyiliğe götürürse mânâsı vardır. Yoksa mânâsız eğilip bükülme, mânâsız aç kalma, mânâsız paraları sağa sola savurma veya gidip dolaşmanın bir yararı yoktur. Onlar bir işe yarıyorsa o birrdir. Şeklî hareketlere gerek vardır ama yeterli değildir. O hareket bir işe yaramalıdır. Yüzü çevirmek hakiki mânâda olabilir. Kıbleye durmak gibi bir anlamı olabilir. Mecazi mânâsı da verilir. “Yüz vermedi, yüzüstü bıraktı” dediğimiz gibi; bir tarafa yönelmek yani beynini o tarafa yöneltmek demek de olur.

Tevliye etmek” sırtını çevirmek anlamına geldiği gibi, arkasından gitmek anlamında da olur. Yüzünü doğuya çevirip o tarafa gitmek yahut batıya çevirip o tarafa gitmek birr değildir.

Dünya yuvarlaktır. Kutuplar soğuktur ve uygarlık yoktur. İnsanlar orta kuşakta yerleşmektedir.

Uygarlıklar oluşmuştur. Çin uygarlığı uzakdoğu uygarlığıdır. Hint uygarlığı ortadoğu uygarlığıdır (yanlışlıkla yakındoğu denmektedir). Yakındoğu uygarlığı bizim bulunduğumuz yerlerdir. Batı uygarlığı Avrupa uygarlığıdır, Afrika buraya dahildir. Uzakbatı uygarlığı Kuzey Amerika uygarlığıdır, Güney Amerika buraya dahildir. Her uygarlığın kendine göre doğu uygarlığı ve batı uygarlığı vardır.

Allah nasıl içtihatta herkese kendi içtihadı ile amel etmesini emretmişse, her topluluğa da kendi icmaları ile hareket etmelerini emretmiştir. Başka ülkeleri taklit yoktur. Bizim için doğru olan, bizim kendi içtihat ve icmalarımızla hareket etmemizdir. Ne doğudakilerin ne de batıdakilerin peşine gitmek birr değildir.

قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ (QıBaLa eLMaŞRıQı Va eLMaĞRiBi) 

“Maşrık veya magrib kıbeline tevliye etmek birr değildir.”

115’inci âyetteki kıble ile ilgili bir hatırlatma idi. Her uygarlığın kendi kıblesinin olduğu bildiriliyordu.

Varlığın anlamı farklılıktır. Gözümüz de kulak gibi olsaydı işitir ama göremezdik. Farklılaşarak varlıklar oluşur. O halde esas olan farklılaşmaktır. Eller ile ayaklar farklı olacak ki yürüyelim ve iş yapalım. Ancak bunun anlamı ayrı olacak değildir. Göz ve kulak, el ve ayak uyum içinde olurlarsa işe yararlar. Yoksa birbirine karşı olurlarsa bir işe yaramaz.

Uygarlıklar da böyledir. Farklı olacaklar ama uyum içinde bulunacaklardır. Her uygarlık kendi özgün vasıflarını korumalıdır. Biz, biz olmalı; ne batılı ne doğulu olmamalı ama onlarla uyum içinde bulunmalıyız.

Avrupa Birliği’ne koşanlar hata ediyor, Avrupa düşmanlığı yapanlar da hata ediyor. Avrupa Birliği’ne koşmakla İslâm birliğine koşmak arasında fark yoktur. Biz yakındoğuluyuz.  Kendimize özgü uygarlığımız vardır ve olacaktır. Batılılarla iyi geçineceğiz. Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika bizim dostlarımızdır ama biz onlar değiliz. Çin, Hint, Rusya ve Okyanus Adaları bizim dostlarımızdır ama biz onlar değiliz. Kendi yerlerimize göre siyaset üretmek zorundayız. Halka değil kurallara uymak zorundayız. Tarafsız olmalıyız. İşte Kur’an’a danışmak budur. O bize gereken cevabı verir. Tüm insanlık eşitlik içinde Hakka koşmalıdır; birbirlerine değil Hakka koşmalıdır. Biri diğerini sömürmemeli, biri diğerine düşman olmamalıdır.

وَلَكِنَّ الْبِرَّ  (Va LAvKıN eLBirRa)  “Velakin birr”

BİRR, batıcı veya doğucu olmak da değildir.

Yer yuvarlağının neresinde olursanız olun, birrin merkezi yoktur. Tüm yeryüzü birrdir. Her toplulukta ve uygarlıkta iyilikler de vardır, kötülükler de vardır. İyilikler birdir ve onlar da; iman, malı îtâ, salât, zekâtı ifa, ahdi ifa ve sabırdır. Bunları yapanlar sadıklar ve muttakilerdir. Bu âyet birrin tamamını içine almaktadır. Beş şeye iman edilecek, altı kimseye verilecek, namaz kılınacak ve zekât verilecek. Bunlar münferiden de olsa yapılacak. Sonra topluluk olarak ahdi yerine getirenler ve sabredenler birrdedirler.

BİRR, iyilik etmek masdarı anlamına geldiği gibi, iyilik eden anlamına da gelir.

Birr, böyle olan kimse ve kimselerdir.

Birr, buna göre tek kimse için de çok olanlar için de kullanılır, kavm gibidir.

مَنْ آمَنَ (MaN EAvMaNa) 

“İman etmiş olan kimsedir.”

İman etmek” güven altına almak  demektir. Kendini güven altına almak veya başkasını güven altına almak demektir. Güveni tesis etmek demektir. Güven nasıl tesis edilir?

Bir kimse eğer başkasının hukukuna taşmadıkça kendi hukukunu da koruyorsa, bu güvendir.

Güveni tesis etme işi birrdir. Hakemlerden oluşan mahkemeler kuruluyor. Hakemleri taraflar seçiyor, baş hakemi hakemler seçiyor. İnsanlar arasında çıkan her türlü nizalar hakemlerce çözülüyor. Hak sınırları belirtiliyor. Bu hakem kararlarına uymayanlara da zorla uyduruluyor.

İşte bu zorlamada katkıda bulunan kimse iman etmiş, başkalarını güven altına almış olur.

Birr sahibi olmak için bu güvenin tesis edilmesine katılınacak ve katkıda bulunulacaktır.

بِاللَّهِ  (Bi elLAHi)  “Allah’a iman edenler.”  

Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına uymakla güven tesis edilmiş olur. Bunun bu mânâsı olduğu gibi; Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan topluluk ile de güven tesis edilmiş olur.

-İnsanlar ocaklarını kuracaklar ve orada barış içinde birlikte yaşayacaklar. -İnsanlar bucaklarını kuracaklar ve oralarda barış içinde çalışıp kazanacaklar. -İnsanlar illerini kuracaklar ve orada iç güvenliği sağlayacaklar. -İnsanlar devletlerini kuracaklar ve orada dış savunmalarını yapacaklar. -İnsanlar insanlık içinde uygarlaşacaklar. Bu kuruluşlar yoksa onları kurmak gerekir, varsa bunlara katılan Allah ile güveni tesis etmiş olur. Birr olan, böyle topluluklar kurmak veya var olanlara katılmaktır.

وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (Va eLYaVMi eL EaPiRi)  “Âhiret Yevmi’ne”

Âhiret Yevmi” ile bu dünyada güven tesis etmek.

Bu nasıl olacaktır?

Bu dünya imtihan dünyasıdır. İnsan zulme de uğrayabilir. Âhiret Günü’ne inanarak bu dünyada kötülük yapmamak ve insanların güvenini sağlamada cihat etmek gerekir. Bunun karşılığı âhirette Allah’tan istenecektir.

Allah’a inanmayan kimseler bu dünyada düzen sağlayamaz, güven getiremezler.

Sosyalizm uygulaması bunun açık misalidir. Irak savaşları bunun açık örneğidir.

Allah’a inanmayan kitleler için güven getirmek mümkün değildir. Herkesi ve âhirette her hareketinin hesabını vereceğini düşünen her topluluk güvendedir. Dolaysıyla kişi davranışlarını âhireti hesaba katarak yapacaktır. Bu sûrenin sonunda iman edilecekler sayılırken “Âhiret Yevmi” de sayılmaktadır.

وَالْمَلَائِكَةِ (Va eLMaLAEiKATı)  “Meleklere”

Allah Kâinatı yarattı. Kâinat üç boyutlu uzaydır. Bir uzayda hareket olması için bir üst boyutlu uzaya gerek vardır. Bu dördüncü boyut uzaydır. Kur’an buna “KÜRSİ” demektedir. Bir uzayda iradeli yani alternatif hareketin olabilmesi için iki boyut daha büyük uzaya ihtiyaç vardır. Kur’an’da bu da “ARŞ” olarak gösterilmektedir. Uzayın kendi kendine yeterli olması yani dışarıdan bir şey almaya veya dışarıya bir şey vermeye ihtiyacı olmaması için her boyutun bir de bâtını olmalıdır. Batılılar buna “imajiner boyut” diyorlar. Türkçeye “hayali” veya “sanal” olarak geçmiştir. Kur’an buna “bâtın” diyor.

Allah Kâinatı yarattı ve içte şuursuz varlıklar koydu. Bunlar dördüncü boyut içinde hareket ederler, beşinci boyuta çıkamazlar. Oysa Allah şuurlu varlıkları var etti, bunlar dört boyut yolculuğunda değişik yolları tercih edebilirler. Bunlar da dört tür varlıklardır: İnsan, melek, cin ve ruh.

1)      Melekler bâtıni âlemde ve sıcaklık içinde vardırlar.

2)      Ruhlar bâtıni âlemde soğuk içinde yaşarlar.

3)      Cinler zahir âlemde sıcak yerlerde yaşarlar.

4)      İnsanlar zahir âlemde soğuk yerlerde yaşarlar.

MELEKLER” Allah’ın memurları, Allah’ın görevlileridir. Geçmişteki bütün düzenlemeleri onlar yaptı. Yerin bugünkü duruma gelmesini onlar sağladı. Canlıların DNA’larını onlar dizdi. Bunu nerden biliyoruz?

Çünkü ihtimaliyat kanunlarına göre bunların tesadüfen olması sözkonusu değildir. Madem ki bu yapı var, o halde burada çalışan işçiler de var, ustalar da var demektir. Piramitlerin kendi kendilerine yükseldiğini kabul eden bir akıllı var mıdır? Ama Himalayalar’ın kendi kendine yükseldiğini iddia eden kâfirler çoktur.

İnsanlar meleklerin varlığına inanır, her yaptıkları işlerin yazıldığına kani olurlarsa, o zaman o toplulukta herkes yaptığı hiçbir iyiliğin zayi olmayacağına, yapılan her kötülüğün kaydedildiğine inanır ve davranışlarını ona göre ayarlar. Bunun dışında kamu görevlileri de melektirler. Topluluk içinde meleklerin Kâinatta yaptıklarını yaparlar. O halde onların güveni tesis etmelerine inanmak ve ona göre onlara saygılı olmakla da güven sağlanmış olur.

وَالْكِتَابِ (Va eLKıTABı)  “Ve Kitap ile güveni sağladılar.”

KİTAP” yazılı kurallardır. Kâinatın böyle değişmez kuralları vardır. Bunlar sünnetullahtır.

İnsanlar bunları değiştiremezler, ancak bunlardan yararlanarak iş yaparlar. Su deniz seviyesinde yüz derecede kaynar, bu atomun yapısından gelmektedir. Kıyamete kadar bu kanun değişmeyecektir.

Âhirette bile bu kanunların büyük kısmı aynen kalacaktır. Sadece eskime ve ölme olmayacaktır. Sosyal kanunlar da vardır. Allah bu kanunları gönderdiği kitaplarla bildirmiştir. İnsanlar kendi aralarında da sözleşmeler yapar ve yazarlar, bunlar kitap olur. Düzen böyle sağlanır, güven böyle elde edilir.

وَالنَّبِيِّينَ  (Va elNaBıyYIyNa)  “Nebiler ile.”

NEBİLER” haber getirenlerdir.

Kur’an ve öncesinde nebiler Allah’tan melekler vasıtasıyla vahiy alırlar ve onu halka ulaştırırlardı. Bu anlamdaki nebilik sona ermiş, onun yerine içtihat müessesesi gelmiştir. Vahyin yerini ilim almıştır.

Kişinin imanından bahsetmektedir, kişinin kendisini güven atına almasından bahsetmektedir. Bunun sûrenin sonundaki imandan farkı vardır. Orada âhiretten bahsetmemekte, orada resullerden bahsetmekte, burada nebilerden bahsetmektedir. Orada resuller mükesser cem ile gelmiş, burada nebiler salim cem ile gelmiştir.

Bunu şöyle açıklayabiliriz. Burada bir müslimin iman şartlarını anlatmaktadır, orada ise mü’min topluluğun imanını anlatmaktadır. Düzen Tevrat’ta olduğu gibi bir düşünce ile kurulur. İnansın inanmasın herkese hitap ettiği için orada âhiretten bahsetmiyor. Tevrat’ta böyle yapıyor. Burada ise müslim kişiye hitap ettiği için onun âhirete inanmasını istiyor. Orada başkan var, dünyevi örgüt var, dolayısıyla resulden bahsediyor, burada ise başkan yok, nebilerin yerine geçen âlimler vardır. Âlimi kişi kendisi seçer. Ama alimlerin icmasına da tâbi olur. Orada rusül (resuller) kırık çoğulla çoğaltılmıştır. Çünkü başkanlar teker teker ve ayrı ayrı başkanlardır. Oysa nebilerin yerini alan âlimler şûra oluşturup bir topluluk olmaktadırlar.

İmanın şartları olarak altı şeyi sayarlar, bu beş şeye altıncısı ilave edilmiştir. Hayır ve şer Allah’tandır denmektedir. Bunlara böyle bir madde eklenmemiştir. Ne var ki Allah’a iman onu da içerir. İmanın şartını eş olarak tesbitte bir hata olmaz. Şerrin hâlikı Allah’tır, her şey O’nun küllî iradesi ile olmaktadır. Ama eğer o hayır değilse O’nun rızası ile değildir.

Beş imanla ilgili kısım sayılmıştır. Birbiri içinde sayılarak bu imanın bir bütün olduğu, tecezzi olmadığı ifade edilmiştir. Kur’an’da imanın ziyadeleşeceği bildirilmekte ise de; Ebu Hanife, iman artmaz ve eksilmez demiştir. Bize göre de dünyevi hükümlerde iman artmaz ve eksilmez. Mü’min olan mü’mindir. Günahı varsa cezasını çeker ama iman kişilikle ilgilidir. Derecesi yoktur. Bütün mü’minler eşittirler. Bütün müslimler de kendi aralarında eşittirler. Tam kişiliğe sahiptirler. Köleler bile müslim veya mü’min olurlar. Köle olmakla müslim veya mü’min olmak bir eksiklik olmaz.

 وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ (Va EAvTay eLMAvLa GaLAv XubBiHIy) 

“Malı hubbu üzerine îtâ etmek.”

İslâm devleti olsun olmasın, devlet öncesi aşamasında olabiliriz, devletin yıkıldığı zaman içinde gelmiş olabiliriz, yahut devletimiz İslâm devleti olmayabilir. Her insan kendisine düşen insani vazifeleri yapmalıdır. O vazifelerden imanla ilgili olanlar sayılmıştır

El-MÂL” harfi tarifle gelmiştir. Yani, bu hususta verilecek miktar belli olmalıdır. Bu ne kadardır? Nisbeti nedir? Kur’an’da bildirilmemiştir. Kişiye ait olduğu için şûra da bu hususta karar veremez. Kişi kendi gelirlerinden uygun olanı ayırıp bunlara harcamalıdır. Birr olan budur. Ancak bu emir değil, hayırdır. Dolayısıyla nisbeti kişinin belirlemesi gerekir.. Birr olan odur.

AL HUBBİHΔ demek, kendi isteği ile ve sevinerek vermektir. İnsan iyilik ettiği zaman memnun olur, bundan ferahlık duyar. Size yolu sorana gösterirsiniz. Size de yol gösterirler. Çünkü insan iyilik etmeyi sevmektedir. Öyle insanlar vardır ki, kötülük etmekten hoşlanır, kötülükten zevk alır. Birr olan iyilikten zevk almaktır, sevmeyeni sevmektir.

Şimdi burada sayılanları saymaya başlamıştır. Bunları zekât dışı verirse birr işlenmiş olur.

ذَوِي الْقُرْبَى  (ZaVıy elQuRBa) 

“Karibi olanlara, yakınları olanlara.”

Bu fasla peygamberlerin yakınlarına anlamı verilmiştir. Bu anlamı vermek için hiçbir kural mevcut değildir. Kimdir akrabası olanlar? Bunlar yetimlerle beraber zikredildiğinden, ona göre benzeterek mânâ vereceğiz. Yetimler, büyümeden babaları ölmüş olan kimselerdir. “Zi’l-Kurbâ” da yaşlanmadan çocukları olanlardır veya hiç çocukları olmayanlardır. Küçük çocuklara anne babaları bakmak zorundadır. Yaşlı anne babalarına da çocukları bakmak zorundadır. Bunlara yaşlılar faslından maaş verilmez. Ancak çalışma kredisi bunlara göre artırılır. Ayrıca fakir veya yoksul iseler, fakirlik veya yoksulluk sebebiyle alacakları paylar artırılır. Eğer bakacak çocukları sağ değilse veya yoksa bunlar akrabalarının yanına verilir, bunlara onlar bakarlar.

İşte bunlar yakın kimselerdir. Çalışmayan kimselere yoksulluk ve fakirlik payları verilir.

Hâsılı, yanında bakmakla mükellef olduğu yakınlısı olana yardım etmek, malından destek çıkmak, akrabalara ve komşulara farzdır. “Mal” kelimesinin marife olmasından anlaşılıyor ki, bu hususta aşiret başkanları gerekli düzenlemeleri yapma yetkisindedir. Zi’l-kurbaya humustan yani devlet gelirlerinden verilmektedir. Kabile gelirlerinden bunlara pay ayrılmaktadır.

وَالْيَتَامَى (Va eLYaTAMAv) 

“Ve yetimlere vermektir.”

YETİM” büyümeden anne babası ölen kimsedir. Yetim yakınlarına verilir, onlar büyütürler.

Bir insanın mâli ihtiyaçlarını giderecek olan baba ve oğuldur. Hizmetle ihtiyaçlarını giderecek olan anne ve kızlardır. Bunlar yoksa veya güçleri yetmiyorsa, annenin görevleri anadan kadın yakınlarına, babanın görevleri babanın erkek yakınlarına verilir. İşte bu yakınlar bu hizmetleri yaparken komşuları bunları desteklemelidir. Onlara mâlen iyilik etmek durumundadırlar. Kıyas yoluyla bedeni hizmeti de birrden sayarız. Yetimlere de devlet gelirlerinden pay verilmekte, bucak gelirlerinden pay verilmektedir.

Sakatlar da bu fasıldan pay alırlar. Doğuştan sakat olanlar yahut hiç iş yapamayanlar yetim faslından, sonradan bir iş yaptıktan sonra sakat olanlar zi’l-kurba faslından pay alırlar. Kur’an’a göre sigorta böyledir. Temelde akrabalığa dayanır. Ama devlet ve il bütçelerinden bunlara pay ayrılır. Akrabalar bunlara akrabalık hisleri ile bakarken, maddi destek de aldıkları için daha fazla sevinerek ve güçleri yeterek bakmış olurlar. Bunlar bunlara bakarken kendi işlerini aksatacakları için desteğe ihtiyaçları vardır.

وَالْمَسَاكِينَ (VaelMaSAKIyNa)  “Miskinlere de.”

MİSKİNLER” geliri vasat gelirin altında olanlardır. “Fakirler” ise vasat servetin altında serveti olanlardır. Benzer şekilde ilde ve benzer şekilde ülkede tanımlanır. Bütçeden bunlara kendi payları dağıtılır. Bu onların haklarıdır. Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. Çalışmayan kimselerin de oradaki üretilenlerde payları vardır. İşte bunu vermektesiniz. Bir miskin bucakta miskin iken ilde olmayabilir yahut ilde olur da ülkede ve ocağında olmayabilir. Miskine bütün bütçelerden pay gelebilir. Bucaktan, ilden veya ülkeden pay gelebilir. Bucak ve ilden, il ve ülkeden, ülke ve bucaktan gelebilir yahut her üçünden gelebilir.

Demek ki yedi sınıf yoksul olacaktır.

Burada fakirlerden bahsedilmemekte, müllefei kulubdan bahsedilmemekte, âmilinden bahsedilmemekte, gariminden de bahsedilmemektedir. Aç kalan kimsenin komşuların mallarını gasp ederek veya çalarak yaşamaya hakkı vardır. Çünkü komşular bunu onun da hissedar olduğu yerlerden kazanmışlardır. Dolayısıyla geçinemez hâle düşmüş olan kimselere çevresindeki insanların yardım etmesi gerekir.

وَابْنَ السَّبِيلِ (Va EıBNe elSaBIyLı)  “Sebil ibnine de.”

Kur’an’da sebil ibni ile miskinler hem sadakada yani belde gelirlerinde hem de feyde yani devlet gelirlerinde geçer. Burada da zikredilmektedir. Bunun iki mânâsı vardır. Sebil vakıf demektir. ‘Sebil oldu’ dediğimiz zaman vakıf oldu demiş oluruz. Vakıfta çalışanlara ‘sebil ibni’ denmektedir. Sadakada geçen bu anlamdadır. İkincisi ise devlet gelirlerinin harcanmasında geçer. Bunlardan kastedilen yolculardır.

Devlet ve il kervansaraylar yapar ve buralardan gelip geçenler konaklarlar; bir bedel ödemeden buralarda konaklarlar. Bugünkü oto garları, teren istasyonları, hava alanları ve deniz limanları yolcular için de araçlar için de tamamen parasızdır. Bunların bakımı ve beslenmesi, sağlıkları ve yakıtları bedelsiz karşılanır. Vakıf gelirlerinden karşılanır. İzmir Limanı’nı düşünelim. Ege Bölgesi’nin tarım ürünlerinden alınan öşürler veya hidrolik santrallerden alınan vergilerle bu limanın masrafları karşılanmakta, buraya giren gemilerden bir ücret alınmadığı gibi tüm masraf ve ikmalleri de bedava yapılmaktadır. Buraya ne kadar gemi gelir ve İzmir’e ne kadar gelir sağlar bir hesap ediniz. Buradaki gelir mübadeleden doğan ranttan ileri gelmektedir.

Böyle yapıldığında nakliye çok ucuza gelecek, dolayısıyla limanımızdan çıkacak mallar pahalı satılacak, limanımıza gelen mallar ucuz olacaktır. Bu da mübadeleyi artıracak, tam istihdamı sağlayacak ve refah getirecektir. Devlet aşamasında devlet bunları yapmaktadır. Ama devlet aşamasına gelmemiş veya devlet bunu yapmamış ise herkesin bir misafirhanesi olacak ve onlar gelen geçenleri konaklayacaklardır.

Türkiye’de bu anlayış vardır ve devam etmektedir. İstanbul’a günde birkaç milyon insan gelir ve gider. Bunun ancak yüzde biri otellerde kalır. Kalan yüzde doksan dokuzu bir tanıdığa, bir eski komşusuna veya yakınlısına misafir olur. Eğer bu böyle olmasa İstanbul’a gelenlerin sayısı onda bire düşerdi ve İstanbul ölü şehir olurdu. Bu yalnız Türkiye’de böyle değildir. Avrupa’ya gittiğinizde de aynı şekilde sizi misafir ederler. Biz Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy, Özdemir Çelik Döküm Fabrikası’na ortak aramak için Almanya’da yüz gün dolaşıp “Adil Düzen”i anlattık. Gittiğimiz yerlerde bizi hep misafir ettiler, oralarda öyle dolaştık. Millî Görüştekiler bizi ağırladılar. Süleyman Tunahan cemaatinin mescitleri de vardı, kalorifer ve sıcak suları ile 24 saat açıktı. Bazen oralarda kalıyorduk. Ayrıca misafir odaları da vardı. Otel gibiydi ama bizi misafir ediyorlardı.

İşte bu âyet bize buna katılmamızı emretmektedir. Bu hayırlı müesseseyi yaşattığımız içindir ki İslâm âlemi en büyük krizlerde bile gidip gelme imkânını bulmuştur. Köyünüzde birisine arkadaş olur da evin önünden geçtiğinde onu yemeğe çağırmazsanız çok ayıp bir iş yapmış olursunuz. İran’da otobüse bindim. Bir Azeri ile koltuk arkadaşı olduk. Kalktı, ineceği yere geldiğini söyledi; ‘bana konuk olasınız’ dedi. Bu durum tekerrür etti.

Vakıf arabalar kurmamız gerekir. Basit ama temiz arabalar. Bu arabalarla yolcuları bedava taşımalıyız. Bu âyet bizden bunu istiyor. Bugün bu sayede birçok öğrenci okuma imkânını bulmuştur.

Burada “Sebil İbni” marife gelmiştir. Misafir edeceğimiz kimseler belirli kimseler olacaktır. “Miskin” de marifedir, onu da tarif ettik. Anadolu’da misafir odaları vardır, yabancılar orada misafir edilir ve misafirlere sıra ile yemek verilir. Bizim her apartmanın bir mescit dairesi olacak, orada misafir odası bulunacak, gelen misafirler orada konuklanacaklardır. Yemek vaktinde evde kimin fazla yemeği varsa onlar getirecektir. Bugün bu işi tanıdıkların evleri yapmaktadır. Siyaset yaparken de hiç otelde yatmadım. Gittiğimiz arkadaşlarla bizi hep bölüştüler ve evlerine konuk yaptılar. Bu sayede masrafsız siyaset yapabildik. Diş kirası olarak da arabamıza benzin koyuyorlardı. Diş kirası nedir? ‘Misafir oldun, yedin içtin, dişlerin aşındı, al sana harçlık!’ derlerdi. Bu fakirlere değil, herkese yapılan ikram idi. Millî Görüş partileri böyle oluşabildi. Bunları para babaları finanse etmedi. Sonra bozuldular, lüks otel ve lokantaları mesken edindiler. İnsan halkımızın bu fedakârlığını görünce onları seviyor ve onların içinde yaşamaktan zevk alıyor. Korkumuz, bu durumun zenginlerde ve okumuşlarda azalmakta olduğudur. Böyle olacaksak, dua edelim de zengin olmayalım…

وَالسَّائِلِينَ (Va elSAvEiLIyNa)  “Ve saillere vermektir.”

Burada ve başka yerlerde “sail” marife olarak geçmektedir, “mahrum” olarak geçmektedir. “Mallarında sailin ve mahrumun hakkı vardır” deniyor. Her ikisi de marife olarak geçmektedir. Demek ki bunlar dilenciler değildir, gelişigüzel mahrumlar değildir. Sebil ibninin yanında zikretmekle onlarla ilişkisi vardır. Bunlar vakıf kurucularıdır. Bugün Türkiye’de cami yapılmakta, okullar inşa edilmekte, öğrenciler barındırılmaktadır…

Bunların hepsi vakıflarla yapılmaktadır. Vakıf kurucuları bunları halktan istemekte, halk da bunları vermektedir. İşte vakıflar hayır toplayan saildirler. Burada mahrumlardan bahsetmemektedir. Bu sailler istismar edilmektedir. Kötü amaçlarla vakıflar kullanılabilmektedir. Toplanan paraların bir kısmı çarçur edilmektedir.

Bunu önlemenin yolları şunlardır.

a)      Vakıflardan önce kooperatifler kurulacaktır. Paralar kooperatife toplanacaktır. Ortaklık defterleri teşkil edilecek, alınan paralar kooperatifte kayıtlı ve mühürlü defterlere geçilecektir. Kişiler ve gruplardan toplanan paraların tamamı gerçek veya kod adları ile internete girilecektir. Parayı veren her zaman kendi adını orada bulabilecektir.

b)      Kooperatif taşınmazları inşa edecek ve vakıflara kullandıracaktır. Vakıf kapatılırsa kooperatif bu meblağları ve bu yapıları başka vakıflara kullandıracaktır. Kooperatif de kapanırsa mallar ortaklara iade edilecektir.

c)       Kooperatifin ve vakfın yönetimi ortakların temsilcileri tarafından yapılacaktır. Yirmide bir ortağın temsilcisi olan yönetici olacaktır. Beşte birinden fazlasının da temsilcisi olmayacaktır. Kooperatif ve hizmetler hakemlik sistemi ile denetlenecektir.

d)      Yapılan harcamaların toplamını gösteren maliyet defterleri olacak ve toplanan paraların nerelere harcandığı belirtilecektir. İnsanlar taşınmazların o değerde olup olmadığını her zaman kontrol etmelidir. Toplayıcılara pay verilebilir. Ancak buna katılan o payı bilmelidir. Burada “sail” kurallı erkek çoğul olarak gelmiştir. O halde herkes para toplamayacak, ancak bir kurul toplayabilecektir. Camilerin çıkışında diyanet teşkilatı toplama yererlini verir. Toplamaya yetkili olanları o kontrol eder. Toplanan paralar bir hesaba yatırılır ve sözleşmeye göre bölüşülür. Caminin giderleri de buradan alınacak paylarla karşılanır. Devlet Bakanı Mehmet Aydın’a bunu önerdim, görüşmek istedim. Görüşemedik. Buradaki bu âyette bize sailin yani para toplayan bir organizasyonun kurulması emredilmektedir.

وَفِي الرِّقَابِ (Va FIy elRıQABı)  “Rikaba da, kölelere de vermektir.”

İslâmiyet savaşı özel şartlarda meşru görmüştür. Sonunda gerekli olduğu zaman insanlar köleleştirilmektedir. Ancak köleler vatandaşlık vasfını ihraz edince hür hâle getirilmektedir. İşte bu amaçla Kur’an bucak yani belde gelirlerinden altıda birini bunlara ayırmaktadır. En çok kişiyi hürriyete kavuşturacak şekilde bu fasıl harcanır. Bazı keffaret cezalarında köle azat etme konmuştur. Burada da bu fasılda harcama yapılması emredilmektedir. Harfi tarifle gelmiştir. O halde belli köleler azat edilecek. Bunlar da mükatebler yani sözleşmeli kölelerdir. Bedellerini ödedikleri takdirde hür olurlar. Onlardan en az borcu olanlara yardım yapılır. Sadakanın bölüştürülmesinde rikabın yanında garimini de zikretmiştir. Burada zikretmemiştir. Şimdi bu âyette birrin neler olduğunu anlatmıştır. Dört çeşit ihsan vardır.

a)      Bucak gelirlerinin harcanması. Bunlar sayılırken fakir, yoksul, müellefei kulub ve amil ile rikab ve garimin, sebil ve sebil ibni olmak üzere sekiz sınıftır. İl gelirlerinin yarısı buna göre harcanır.

b)      Devlet gelirlerinin harcanma yerleri olarak da müessese şeklinde yetimler, yaşlılar, yoksular ve yolcular olarak bahsedilmiş ve buna hükümete ve şuraya verilen fonlar eklenmiştir.

c)       Birr olanlar için yaşlılar, yetimler, yoksullar, yolcular, toplayıcılar ve köleler için harcamak olarak gösterilmiştir.

d)      Bunların dışında burada bahsedilmeyen mahrum olanlar ile anne baba ve çocukların haklarından söz etmektedir.

Bu âyet bizlere çok önemli bir yol göstermektedir. Devlet aşamasına gelinmemişse, gelinmiş ama devlet halkın bu ihtiyaçlarını gidermiyorsa halk kuruluşları oluşturulmalı, vakıflar kurulmalıdır. Halk bu vakıflar aracılığı ile bu ihtiyaçları gidermelidir.

Biz Akevler’in kuruluşunda şu hikmete dayandık.

Türkiye Cumhuriyeti vergiler almakta ve belli hizmetler yapmaktadır. Bu vergilerin bir kısmı Kur’an’da da vardır, yapılan işlerin bir kısmı da Kur’an’da vardır. Ama İslâmî olmayan devlet Kur’an’da emredilen bazı vergileri almamakta, Kur’an’da emredilen bazı hizmetleri de yapmamaktadır. O halde biz kooperatifler kuralım, anayasaya göre de ayrı kamu kuruluşu olan kooperatifler bu devletin yapmadığı ama Kur’an’a göre yapılması gereken hizmetleri yapsın, bu devletin almadığı ama Kur’an’da emredilen zekâtın bir kısmını buraya versin.

İşte Akevler budur. Bu âyetin emrine uygun sivil toplum kuruluşudur.

Kur’an burada sivil toplum kuruluşlarının yapacaklarını anlatmış olmaktadır.

وَأَقَامَ الصَّلَاةَ  (Va EaQAvMa elÖaLAvTa)  “Ve salâtı ikame eden kimsedir.”

SALÂT” burada marife gelmiştir. Bu beş vakit namazdır. Devlet aşamasından önce insanlar beş vakit namazlarını ezan okuyarak kılarlar. Aşiret topluluğudur, ocak topluluğudur.

Hazreti Adem’den beri bu topluluk vardır. Bu sivil kuruluştan farklıdır. Sivil kuruluşların merkezleri vardır ama faaliyet sahaları sınırlı değildir. Oysa aşiretlerin kendi toprakları vardır. Oraya maliktirler ve oraya bağlıdırlar. Bunların günde beş defa toplantı yapmaları emredilmiş olmaktadır. Devlet aşamasına gelmeden önce de bucak teşkilatları olmuştur. Burada da insanlar Cuma günleri toplanacaklardır.

Kur’an’dan önce Mekke ve Medine böyle kuruluşlar idi. Organize olmuş orduları ve mahkemeleri yoktu. Bu âyet bize böyle oluşacak kabileler hakkında da bilgi vermektedir.

وَآتَى الزَّكَاةَ (Va EAvTay elZaKAvTa)  “Ve zekâtı îtâ ederler.”

Malları hubb üzerinde vermekle zekât arasında ne fark vardır?

Zekât zorunlu borçtur. Topluluğun alacağıdır. Topluluk genel hizmetleri ve kamu görevleri ile katılmaktadır. Bunu ödemeyenler genel hizmetlerden ve kamu görevlerinden mahrum edilirler.

Devlet aşamasına gelinmeyen yerlerde kamu görevi yoktur ama genel hizmet vardır. İşte Allah sivil toplum kuruluşlarına bu görevi vermektedir. Genel hizmet yapılacak ve karşılığında pay alınacaktır.

Demek ki, beş vakit namaz devlet aşamasından önce farzdır. Genel hizmetler de devlet aşamasından önce farzdır. Kur’an’a inananlar, “Adil Düzen”e inananlar, iktidar olup zalim düzende adalet getirmeye uğraşacaklarına, sivil toplulukları oluşturup orada genel hizmetleri yapmaları gerekir.

Apartman kooperatifleşecektir ve kooperatif günlük toplantılarını yapacaktır. Adil Düzen siteleri kurulacak ve burada genel hizmet verilecektir. Kamu görevini ise Türkiye Cumhuriyeti yapacaktır.

Bizim aklımıza bir şey geldi mi onu Kur’an’a danışmalıyız. Onaylarsa onu yapmaya devam edeceğiz. Akevler kooperatiflerini ve sözleşmesini danışmış oluyoruz, o da bu âyetlerle bize izin vermektedir.

وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ  (Va eLMUvFuNa Bi GAHDiHiM)  “Ahitlerini îfa ederler.”

AHD” ile “AKD” arasında benzerlik vardır. Akd, düğümeden gelmektedir. Sözleşme yapma akit yapmadır. İpi düğümlemektir. İki tarafın rızası ile olmaktadır. AHD ise tek taraflı sözleşmedir. Sözleşmeli iki taraf bir araya gelip akdi ortadan kaldırabilir. Ahd ise topluluğa yapılmış olur. Kaldırılması şartlara bağlıdır.

AHD” Allah’a yani topluluğa yapılmış olur ve onu kaldırmak her zaman kolay olmamaktadır. Mesela bir başkanı seçmekle ahitleşilmiş olur. Artık bu ahitten ne seçenler ne seçilenler vazgeçemezler. Kamu görevleri de böyledir. Ahitten vazgeçmek için o topluluğu terk etmek gerekir. Başkanları şûra seçer. Şûra yeni başkanı atayıncaya kadar başkan başkanlığı terk edip gidemez.

Biz Akevler’de bunu 63 yaşımıza kadar sürdürdük. Şûraya yeni başkanları seçtirerek 1991 yılında Akevler başkanlığından ayrıldık.

Ahitlere riayet etmek gerekir. Şimdi biz Adil Düzen çalışmasına karar verdik. Bu ahittir. Bundan vazgeçmek de ahde riayet etmemektir.

Bundan öncekiler tekil sigası ile getirildiği halde, burada kurallı çoğul sigası ile getirilmiştir. Bunun anlamı şudur ki, eğer topluluk siz ayrıldığınızda da devam ediyorsa, o zaman ahd yerine gelmiştir. Sizin ayrılmanızda mahzur olmayabilir. Ama sizin ayrılmanız ahitte bir sarsıntı meydana getiriyorsa ayrılmanızı bir müddet durdurur. 

Buradaki ahitleşmeden maksat topluluk oluşturmadır. Bunu yerine getirmek de birrdendir.

Topluluk tek başına oluşamayacağı için kurallı çoğul sigası ile getirilmiştir. Emredilen aşiret ve kabile yani ocak ve bucak toplulukları kurmaktır.

Biz “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı yazdık. İçinde ocak ve bucak hükümleri vardır.

Bir de bir ocak sözleşmesini yazmalı ve onu sürekli okuyup iyice beynimize yerleştirmeliyiz.

Bir apartmanı yapıp oraya taşınmalıyız. Yine bir bucak sözleşmesini yazmalıyız. Onu da değişik ocaklarda öğrenmeliyiz. Sonra o siteye hicret etmeliyiz. İşimiz de orada olmalıdır. Adil Düzen sitesi, III. bin yıl uygarlığının Medine’si olmalıdır.

İşte burada işaret edilen ahit bu ahittir.

HiM” zamiri ile marife hâlinde ifade edilmiştir.

Ahitlerini” demekle, sözleşmeyi baştan bizim yazmamızı gerektirmektedir. Yani, bu sözleşmeyi yazmak da birrdir. Burada ahit tekil, izafet ise çoğuldur. Eğer herkes kendi ahdini kendisi yerine getirsin anlamı olsaydı ahdin çoğul olarak gelmesi gerekirdi. Tekil gelmiştir. Çok olanların tek ahitleri vardır. Bu da topluluk sözleşmesidir. Sivil toplum kurmak, kooperatif kurmak, vakıf kurmak birr olarak sayılmıştır.

إِذَا عَاهَدُوا (EiÜAv GAHaDUu)  “Ahidleştiklerinde ahitlerini yerine getirirler.”

Burada “ahidleştiklerinde” denmesi neden gerekmiştir? Yukarıdaki sigalar sülasidir.

Ahd etmek, riayet etmek demektir. Burada mufa’ele bâbından getirilmiştir. Karşılıklı ahitten söz etmekte, hem de ikili ahitten söz etmektedir. Çünkü ahit Allah’la yani toplulukla yapılmaktadır. Cemaat başkanla ahitleşince bu ahit yerine gelmiş bulunmaktadır.

Buradaki “İZ” ile muahede getirilmiş bulunuyor.

Topluluklar arası akit de böyledir. Uluslararası hukuk karşılıklı sözleşmelerle oluşur. Yani, sivil kuruluş oluşturma yahut ocak veya bucak kurma şeklinde bu birr ifa edilmiş olacaktır.

وَالصَّابِرِينَ (Va elÖAvBiRIyNa)  “Ve sabredenler.”

Topluluğu oluşturmak kolay değildir. Birr kolay değildir. Çünkü insanlar bir araya geliyorlar. Her insanın başka insana karşı dikenleri vardır. Taşlar yontulmadıkça duvar olunmaz. İnsanlar yontulunca acıtır.

İşte bu sebeple “sabredenler” ahitlere riayet etmenin arkasından getirilmiştir. Bu iç oluşmalara karşı sabırdır. Bir de oluşmaya başladığınız zaman dışarıdan gelen saldırılar vardır. O saldırılarla dağılmalar meydana gelir. İşte bunlara karşı sabredip dağılmadan yollarına devam edenler ahitlerini yerine getirirler.

Parti kuruyorsunuz; içeride ne olaylar oluyor, dışarıdan ne saldırılar oluyor? Ama ahitlere riayet ediyorsunuz. “Adil Düzen”i bırakmadan ilerliyorsunuz...

Benzer olaylarla Akevler’de de karşılaşılıyor. Bunları aşmak büyük sabır işidir.

فِي الْبَأْسَاءِ (FIy eLBaESAEi)  “Be’slerde.”

BE’SÂ’ VE DARRÂ’” birlikte kullanılmıştır. Darrâ’, katarakt körlüğüdür. Acıtmayan ama zarar veren demektir. Mâlen gelen eksiklikler zarardır. Be’sâ’ ise bedeni acıtan demektir. Kavgalar, çatışmalar, saldırılardır.

Sıkıntılı durumda sabırlı olmak gerekir. Bu be’sâ’ yukarıda söylediğim gibi dıştan gelebilir, içten de olabilir. Birbirimize kötülük yapmış olabiliriz, kötü sözler söylemiş olabiliriz.

Ne söylerseler söylesinler sabret. Senin sabrın âlemlerin Rabbi içindir. Âyeti hatırlayıp devam ederiz. Arkadaşın bize yaptığı be’si topluluğun yaptığını kabul etmeyeceğiz. Onun kötülüğünü iyilikle def edeceğiz.

a)      Kötülüğe karşı iyilik etme.

b)      Yüzüne söyleme, arkasından gıybet etmeme.

c)       Sabredip meselenin zamanla düzeleceğini bekleme.

d)      Hakemlere giderek hakemlerden hakkını isteme, doğrudan karşılık vermeme.

İşte bu davranışlar sabırdır.

Dıştan gelecek be’salâra da birlikte mukabele etme, onlara karşı da benzer davranışlarda bulunma.

İstanbul Akevler’i kurarken karşılaştığımız sıkıntılar bizi kimseye düşman yapmamıştır. Allah’ın imtihanıdır diye bu sıkıntılara sabretmeliyiz.

وَالضَّرَّاءِ (Va elWarRAEi)  “Zararda da sabretme.”

Yeni bir topluluk oluştururken zamanından ve malından vermek gerekecektir. Bu da sizi zarara sokar, sıkıntılı günler yaşatır. Buna karşı da sabretmek gerekir.

Sahabelerin hayatı bunun örneğidir. Hendek Savaşı’nda Hazreti Peygamber ve sahabeler karınlarına taş bağlayarak açlık içinde hendek kazdılar. Ama kazandıkları zafer bugün bizi de kurtarıyor.

وَحِينَ الْبَأْسِ (Va XIyNa eLBaESi)  “Be’s hîninde.”

Zarar insanı yavaş yavaş sıkıntıya sokar. “BE’S” ise insana birden gelir ve fevri hareketlere sürükler. Asıl o zaman sabretmek önemlidir. Taraflar hemen uzaklaşmalı, kızgınlıkları bitince aracılar vasıtasıyla sorunlarını çözmelidirler. Yukarıda “Fi’l-be’sâi” dendi; kötülükler içinde sabretmek.

Burada ise “kötülük anında sabretmek” diyor. En sonunda bunu söyledi. Demek ki zarar be’sden daha kötüdür. Ama be’s anı ise zarardan kötüdür. Burada farklı oluşlar açıklanmaktadır. Bazı olaylar vardır ki yükselmeye başlar ve en yüksek dereceye çıkınca orada durur. Zarar böyledir. Sıkıntı yavaş yavaş artar. Belli bir yere gelince sıkıntı artmaz. Artmalı değişme diyoruz. Bazı oluşlar vardır ki ilkin çok büyük etki yapar, sıçrama yapar, sonra azalır, belli yere gelir, orada durur, daha fazla azalmaz. Buna darbeli değişme veya dalgalı değişme diyoruz. Demek ki be’s de darbeli veya dalgalı değişmedir. Her iki halde de sabır gerekmektedir.

Sabır demek, olayı körüklememek demektir. Giderilmesini makul şekilde teenni ile yapmak demektir. İster sivil veya sosyal kuruluş kuralım, ister ocak veya bucak kuralım, karşılaşacağımız be’sâ’ ve darralarda sabırlı olmalıyız. “Adil Düzen”i getirmede gevşeklik göstermemeliyiz. Birr budur.

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا (EuLAEiKa elLeÜIyNa ÖaDaQUv)  “onlar Sadık olanlardır.”

Burada işaret çoğul gelmiştir. O halde işaret edilen ahitlerine riayet edip sabredenlerdir. Daha önce tekil sigası ile sayılanlar, bu duruma gelmek için şarttır.

Sadık oldular” demek, ihanet etmediler demektir. Evliler birbirlerine sadık kalırlar, birbirlerini ihmal etmezler. Bunu teyit etmek için mihir vardır.

SADAKÛ” denmektedir. Bir başkana bağlananlar da zekâtlarını ona verirler, ona da “sadaka” denmektedir. Sabredip söz verenler sözlerinde durmuş olurlar. Bunlar vaatlerini de yerine getirmiş olurlar.

Yani; “Adil Düzen” gelecektir dedikleri zaman bunda doğru çıkarlar. Kapanacağız diye “Adil Düzen”i bırakanlar ise baştan yalan söylemiş olurlar. Çünkü böyle korkaklar eliyle “Adil Düzen” gelmez. “Adil Düzen”i vaat edenlerin sadık olmaları için ahitlerine riayet etmeleri ve sabretmeleri gerekir.

وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُتَّقُونَ(177) (VaEuLAEiKa HuMu eLMutTAQUvNa)  “onlar Muttakilerdir.”

Sûrenin başında “Kur’an’ın muttakilere hidayet olduğunu” bildirmiştir.

Şimdi burada “muttakiler”in kim olduklarını anlatmış oluyor.

İman eden, mallarını harcayan, toplantılara katılan, ortak fon oluşturan, sözleşmelerine riayet eden ve sabredenlerdir. Böylece Kur’an ayetleri hep birbirini açıklayan bir kitaptır, bunun için mübîn denmektedir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-390 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-220  İstanbul, 06 Ocak 2006

YENİ YILDA YENİBOSNA VE İŞLERİMİZ

İnsanlara bakarsanız, hemen herkes Allah’a inanıyor. En din dışı davranan kişiler bile büyük bir samimiyetle Allah’ı ve âhiretlerini düşünmektedirler. Bu duruma bakarsanız cehennem bomboş, ağlıyor; Kur’an’ın deyimi ile biraz daha biraz daha diyor.

Başka bir yönden bakarsanız, insan kendisinden başka kimseyi cennete koyamıyor, kendisini de dışarıda bırakabiliyor. Cennet bu durumda adeta bedava yani boşu boşuna yaratılmış oluyor. Çünkü kimse cennete girmek için çaba göstermiyor.

Cennete gitmek için her şeyden önce insanın Allah’a inanması ve O’na başka güçleri ortak etmemesi gerekiyor. Bu da ancak Allah’ın emrettiklerini yapmaya çalışmakla olur. Bunun ilk şartı da O’nun emirlerini çiğnememektir.

O’nun emirlerini öğrenmenin dört yolu vardır:

1)       Allah’ın gönderdiği Kitab’ı/ Kur’an’ı okumak ve ona sorular sorarak sorunları ona göre çözmek.

2)       Kur’an’ı onu getiren Hazreti Peygamber’in (s.a.v) anladığı gibi anlamak, O’nun sünnetlerini öğrenmek.

3)       Kur’an’ı bize intikal ettiren ulemanın geliştirdiği usûlü fıkıh içinde anlamak ve onların ittifak ettikleri hususlardan ayrılmamak.

4)       En kısa ifadesiyle, sorunları çözülmüş sorunlara benzeterek çözmek.

Bunlara ‘dört delil’ denmektedir.

Bundan elli sene evvelinde Kur’an’ı meali ve tefsiri ile okumak sevap sayılmıyordu. Arapça Kur’an ezberleniyor ve okunuyor ama kimse mânâsını öğrenmek bile istemiyordu. Bugün bu safha aşılmıştır. Artık günümüzdeki insanlar Kur’an’la meşguldürler. Şimdi artık yeniden içtihat dönemine girme zamanına gelinmiştir.

Her sorunumuzu Kur’an’a sorup çözeceğiz.

Bizim yapmakta olduğumuz işleri özetleyebiliriz.

1-      Kur’an’ın tefsirine devam ediyoruz. Kur’an’ın büyük kısmı bitmiş olacaktır. İzmir’deki meal tefsir çalışmalarına son şekli verilip kitap hâlinde Adil Düzen Çalışanlarına sunulur hâle gelmiştir. Bu hususta başarılı olduğumuzu söyleyebilirim.

2-      “Adil Düzen”in temeli muhasebedir. Kur’an’ın emrettiği ve verdiği imkanlarla faydalı bir muhasebe kurulmadıkça “Adil Düzen”in temeli atılmış olmaz. III. bin yılın imanı “Adil Düzen Muhasebesi”ne katılıp katılmamadır. Çünkü bunu Kur’an emretmiştir ve gelecekte onsuz hayat mümkün olmayacaktır. Bu hususta yaptığımız çalışmalar henüz ümit verici değildir.

3-      Market çalışmaları ikinci önemli çalışmadır. Çünkü “Adil Düzen Ekonomisi” mala-mal marketlerine dayanacaktır. Bunun başarılı bir örneğini kurmak çok zordur. Ama bir defa oluştu mu, ondan sonra artık o kendiliğinden gelişir ve tüm dünyayı kaplar. Nasıl zor olan bir tohum bulmaksa, bir tohum bulduktan sonra artık onu yetiştirme sadece bir emek işiyse, ama tohum yoksa hiçbir şey elde edilemezse, sosyal olaylar da böyledir. Önemli merhale tohum olacak siteyi kurmadır. Sonrası artık çok basittir. Hazreti Muhammed bir site oluşturdu, insanlık hâlâ onun yolunda. Kur’an günümüzde Medine Sitesi yani devleti ile vardır. Biz de eğer mala-mal marketlerini işler hâle getirirsek, III. bin yıl uygarlığını kurduk demektir.

4-      Son olarak bizim en önemli işimiz, önce ortak apartmanı yapmak, sonra da ortak siteyi kurmaktır. Bunun için ahşap evler projemizi gerçekleştirmeye çalışacağız. Belki on yıldır uğraştığımız beş yıllık proje artık 2007 yılında semere versin duası ile Süleyman Karagülle İstanbul’a taşınıyor...

-Nasıl başaracağız?

5000 YTL’lik bir ortaklık kuracak, buraya 200 kişiyi ortak olarak alacak, bir milyon YTL’miz olacaktır.

Bahşayış Köyü’nde şimdi 7 parselimiz vardır. Yarısı Akevler İstanbul Konut Yapı Kooperatifi’nin ortaklarına aittir. Süleyman Akdemir, Osman Yumakoğulları, Abdüssamed Temel, Mustafa Baykal finanse ettiler. Üç arsa eski ortakların kurucuları emrine verilecektir; Osman Güner, Hasan Şimşek, Veysel Gün, İsa Gök, Hasan Özket, Hasan Dalkıran. 100 HDÇ’lik 25 ortak bulana verilecektir. İzmir Akevler ortaklarının da payı olan bir arsa Hilmi Altın’ın sorumluluğuna verilecektir. Üç arsa ise “Ahşap Evler Ortaklığı”na konmuş olacaktır.

Birinci parsel 100 000, ikinci parsel 125 000, üçüncü parsel 150 000 YTL’ye satılacaktır.

5 000 YTL’lik “Akevler Ahşap Evler Ortaklığı” oluşturulacaktır. Bir milyon dolarla ahşap evler imalat yeri tesis edilecektir. Hilmi Altın’ın sorumluluğundaki kooperatif arsası üzerine “Ahşap Evler Tesisleri” kurulacaktır. İşçiler buraya yerleştirilecek ve faaliyete geçilecektir.

Buradan elde edilen imkanlarla MİLAD Market desteklenecektir. Kira alınmayacak; elektrik, su, telefon vs. masrafları buradan karşılanacaktır. Alışveriş için kullanılan araba ile desteklenecektir. Muhasebe masrafları yüklenmeyecektir. MİLAD Market’in faaliyeti için nöbetleşe devreye girmek gerekir.

Bu yılın yılbaşı kameri takvimin yılbaşı ayı ile birleşiyor.

İnşaallah yeni yıllarımız mübarek olur.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-390 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-220  İstanbul, 06 Ocak 2006

İSTİŞARE

Hazreti Adem’den Kur’an’ın tamamlandığı 632 tarihine kadar insanlık Allah’tan alınan vahiyle idare ediliyordu. Kitaplar peygamberlere gelen sözlü vahiylerle yorumlanıyordu. Gerçi Saba kraliçesinin istişare ile karar verdiği Kur’an’da bildiriliyor. Demek ki krallar istişareye dayanıyorlardı. Ne var ki onların istişaresi kendi seçtikleri kimselerle istişareye dayanıyordu.

Kur’an’ın tamamlanmasından sonra artık vahiy son bulmuş, vahyin yerini müsbet ilim almış; müsbet ilme dayanan istişare ve icmalar almıştır. Kitaplar artık vahiy ile değil de ilimle yorumlanmış, bunu Kur’an öğretmiştir. Bununla beraber ilim her zaman yeterli değildir. Birçok durumlarda sezilerle yani ilhamlarla karar veririz. Sezilerimizin sağlıklı olması için çevreye danışmak gerekmektedir.

İstişare bir kişi ile değil, bir toplulukla yapılır. Kişi kendi konusuna göre kişileri seçer ve meclis oluşturur. Mecliste olanlara sıra ile sorar. Kendi görüşünü de soru şeklinde ortaya koyabilir. Sonunda aldığı kararı orada beyan eder. İnsanlar Allah’a açılmış birer penceredir. Onlardan gelen sözler kişinin kendi kararına etkili olur. İstişarenin bazı şartları vardır.

a)      Karar baştan verilmişse istişare sadece kararı duyurmak için yapılır. Buna ‘istişare’ değil de ‘işaret’ diyebiliriz. Yararı, karara olan tepkiler ölçülür, onlara öğretilmiş olur.

b)      İstişare konu ile ilgilenenlerle yapılır. İlgisi olmayanlarla istişare yapılmaz.

c)       Karar orada o esnada gelen ilhama göre alınır. Meclis dağıldıktan sonra alınan karar istişare edilmemiş olur.

d)      İstişare ile alınan kararlar yine istişare ile değiştirilebilir. İstişare ile alınan karar alanları bağlar. İstişare ile karar değiştirilmedikçe aksi harekette bulunulamaz. Oysa kâfirler istişare yaparlar ve aksi sonuç çıkarsa meclis dağıldıktan sonra haber salar, karar değişti derler ve kimse de itiraz etmez, kabullenir.

Bir mecliste istişare edecek kimselerin sayısı beşten az olmamalı, yirmiden fazla da olmamalıdır. Az olursa kişinin etkisinde kalınır, çok olursa zaman yetmez ve sonuç alınamaz.

Toplulukta alınacak kararlar ittifakla alınır. İttifak edilmezse karar alınmamış olur. Bazı durumlarda ise kararın alınmasında ittifak olur ama kararda uyuşma olmaz. Örnek olarak sağdan veya soldan yürünmesinde ittifak edilir de birinde ittifak edilemez. Haftada bir toplanma konusunda ittifak olur da, hangi gün toplanılacağında ittifak olmayabilir. Resmi dil birliğinde ittifak edilir de, hangi dilin resmi dil olmasında ittifak edilmeyebilir. O zaman ilgililer kendilerine ortak vekil seçerler. Ortak vekil sıralama usûlü ile seçilebilir. Ortak vekil ilgililerle istişare eder ve onlar adına vekâleten karar alır. Buna ‘istişarî karar’ diyoruz.

İstişarî kararın özel şartları şunlardır:

a)      Ortak vekil bütün müvekkillerle istişare etmelidir.

b)      Ortak vekil bu istişareyi bir mecliste yapmalıdır.

c)       Ortakların sayısı yirmiden fazla ise ortakların vekilleri ile istişare etmeli ama istişare bütün müvekkillere açık olmalıdır.

d)      Ortak vekilin aldığı karara karşı müvekkiller hakemlere gidebilir ve karar makul değilse veya maksadını aşmışsa iptal ettirebilirler.

Kur’an, “Onların işleri aralarında meşveretledir.” (   ) diyerek, ortak işlerin meşveretle yapılması gerektiğini emretmiştir.

“Onlarla istişare et.” (   ) emriyle de bütün ilgililerle istişareyi emretmiştir.

Bu istişare emrinin yerine getirilmesi için büyük topluluklarda şöyle hareket edilir.

1)      Başkan bölge sorumlularını atar. Bölge sorumluları da ilçe sorumlularını atar. İlçe sorumluları semt sorumlularını atar. Başkan istişare edilecek konuları sorumlular aracılığı ile üyelerine ulaştırır.

2)      Üyeler bucak içinde kendilerine birer temsilci seçerler. Bunlar onların vekilleridir. Bucak temsilcileri kendilerine birer il temsilcileri seçerler. İl temsilcileri kendilerine birer merkez temsilcileri seçerler. Böylece üyeler çoklu sistemle merkeze görüşlerini ulaştırırlar.

3)      Merkez temsilcilerinin sayısı 5 ile 20 arasındadır. Bunlar başkanın başkanlığını onaylarlar. Onaylamayanın temsilciliği sona erer. İşte başkan istişare edeceği konuları sorumlular aracılığı ile üyelere ulaştırır. Üyeler de görüşlerini temsilciler aracılığı ile merkeze ulaştırırlar. Burada önemli olan, giden kanal ile gelen kanal ayrı ayrıdır. İnsan bedenindeki atar damarlarla toplar damarlar nasıl ayrı ise, motor sinirleri ile duyu yani haber sinirleri nasıl ayrı ise, istişaredeki gidiş dönüş de farklıdır. Gidiş tekli kanal, dönüş ise çoklu kanal olacaktır.

4)      Bucak temsilcileri kendi başkanlarını kendileri seçerler ve semt sorumluları ile çalışırlar. İl temsilcileri kendi başkanlarını kendileri seçerler ve ilçe sorumluları ile çalışırlar. İl ve bucak teşkilatı bağımsızdır. Yerel işleri kendileri çözerler. Çözemedikleri konular merkeze intikal eder. Orası çözüm merkezidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler