1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 392
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 20 Ocak 2007 Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 392. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
İSTANBUL ÇALIŞMALARI VE DERGİ
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ [Konferans Notları]
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 54. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمْ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ(180) فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(181) فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا أَوْ إِثْمًا فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(182)
كُتِبَ عَلَيْكُمْ (KüTiBa GaLaYKuM) “Size yazıldı.”
“KİTABET” deriyi deriden çıkarılmış sırımla çift dikişle dikme demektir. Hazreti Nuh aleyhisselâma kadar insanlar sözlü emirlerle yönetildiler. Nuh aleyhisselâmdan sonra emir yerine şeriat ikame edildi.
Şeriat demek, artık alınan özel emirlerle değil de, yazılan kurallarla yönetilmesi demektir. İnsanlar kurallara uyacaklardır. Kuralları uygulayanlar insanlar olacaktır.
Kur’an’da borç ve vasiyetten sonra mirasçılara pay dağıtılmakta, bunları yapacak kimseden bahsetmemektedir. Bu işi kimler yapabilir? Mirasçılar kendileri pay alacaklarına göre bu işi kendileri yapamazlar. Bunun için şunlar yapılabilir.
a) Ölen kendisine bir vasi tayin eder. Onun adına tayin edilmiş vasi taksimi yapar.
b) Ölenin mirasçı olmayan yani kısas hakkını elinde bulunduran kimse vasiyeti yerine getirir. Bu şıkları doğru kabul ettiğimiz zaman ölünün cenaze masrafları da terekeden karşılanmaktadır. Oysa Kur’an cenaze masraflarından söz etmemektedir. Bu bakımdan mirasın taksiminin kamuya bırakılması görüşünü tercih ediyoruz. Vârislerin veya yakınların ölü üzerinde hiçbir tasarruf hakları yoktur. Sadece miras alırlar ve kısas haklarını kullanırlar.
c) Cenaze masraflarını karşılamak dayanışma ortaklıklarına yüklenebilir. O takdirde mirası taksim etme de onlara düşer. Bunlar dinî dayanışma ortaklıkları veya meslekî dayanışma ortaklıkları olabilir. Biz dinî dayanışmayı tercih ediyoruz. Çünkü âhirete intikal eden kimseye en yakın olan dinî dayanışmadır.
d) Üçüncü olarak buna yetkili olan aşiret veya kabile başkanları olabilir. Belediye günümüzde bu hizmetleri görmektedir. O halde bucak başkanlarının bu hizmeti yapmaları uygun düşer.
Burada bir sorun daha ortaya çıkmaktadır. Defin masrafları kime aitse mezar da onun topraklarında olacaktır. Her aşiret kendisine bir mezarlık yapabilir. Ortalama ömür 50 yıl kabul edilirse, 50 kişilik bir aşirette/ocakta ortalama her yıl bir cenaze çıkacaktır demektir. Bir mezara 100 yıl sonra ikinci cenazeyi koyacak olursak, 200 metrekarelik bir bahçe yeterlidir demektir. Apartmanların bahçelerinde 50 metrekarelik bir mezarlık yeri bırakılır. Burası ağaçlandırılır. Meyve ağaçları dikilir. Hem yeşillik hem de mezarlık olur.
Yahut kabile/bucak mezarlığı yapılır. Bunun 100 misli daha büyük bir yere ihtiyacımız var demektir. Bu da 20 000 metrekare eder. Demek ki 20 dönümlük bir alan her bucağa ayrılacaktır. Bu da bucakların aynı zamanda ormanlık saha içinde kalmalarını sağlar. Buralar meyve ağaçlarıyla veya yaprakları yem için kullanılan ağaçlarla ağaçlandırılır ve bu yolla ekonomik değeri de korunur. Mermer taşlarla mezarlığı doldurmak meşru değildir. Şehrin ortak mezarlığının olmasını da biz doğru bulmuyoruz. Bu şekildeki uygulamayla bucakların ve ocakların kişilikleri gider. Bucak mezarlığı olsa bile her aşirete ayrı yer ayrılmalıdır.
“KÜTİBE” kurallar koyma olduğu gibi plan ve proje yapma anlamına da gelir.
O halde mezarlar kent planlaması içinde yer almalıdır.
إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمْ (EiÜAv XaWaRa EaPaDaKuM)
“Sizden birinize hazır olursa.”
Burada “İZ” gelmiştir. İnsan ölüme hazır hâle gelir. Genellikle insanlar öleceklerini anlarlar. O zaman vasiyet yapmaları gerekmektedir. Daha önce vasiyet yapılması caizdir. Nasıl namaz kılmadan önce abdest alınırsa, ölüme hazır olmadan da vasiyet yapılabilir. Ancak hayat her an değişmektedir. Ek vasiyet yapma zorunluluğu ortaya çıkabilir. Bunun için asıl olan ölüme hazır iken vasiyet yapılmasıdır.
Burada hazır olan ölümdür. Kişi ölüme değil, ölüm kişiye hazır olmuştur. Gayb Allah’ın ilmindedir. Ne zaman yağmur yağacağı bilinmez ama yağmur yağmadan önce hava soğur, bulutlar meydana gelir. İnsanlar yağmur yağmadan önce yağacağını bilirler ve tedbir alırlar. Ne zaman ölüneceği bilinmez. Ama hastalık yahut tehlikeler insana ölümün gelmekte olduğunu haber verir. İşte o zaman vasiyet etmek farz olur.
Kurallar illetlerle emirlere dönüşür. Güneş batınca namaz kıl sözü şeriattır. Güneşin batması ise namaz kıl emridir. O kuralı emre dönüştürür. Vasiyet etme kuralı ölümün hazır olması ile emre dönüşür. Buna da ‘vücubun edasına sebep’ denir.
الْمَوْتُ (eLMaVTu) “Mevt hazır olunca.”
İnsanın varlığı döllenme ile başlar. Erkekten gelen spermanın kadından gelen yumurta ile birleşmesi ile kişilik başlar. O andan itibaren çocuğun hakları doğar. Şöyle ki, karı koca istese de artık onun hayatına son veremezler. Onun ihtiyaçlarını gidermekle yükümlüdürler. Çocuk dünyaya gelmekle, bu da ciğerlerine hava alarak genişlemesi ile sabit olmaktadır. Görevleri de başlar. Doğmadan önce ölen çocuk vâris olmaz, kendisine de vâris olunmaz. Çünkü miras sadece hak değildir, aynı zamanda o mülkü muhafaza görevidir. O halde çocuk sağ doğarsa, doğmadan önce ölen kimseye vâris olur. Dolayısıyla cenin de hak sahibidir. Ama ölü doğarsa vâris olmaz. Hayat boyunca kişi borçlu ve alacaklı olur. Hakları var, görevleri vardır. Ölümü ile hakları biter. Artık ona bir yerden miras gelmez. Ölüm de kalbin bir daha çalışmamak üzere durmasıdır.
Burada önemli bir sorunla karşılaşıyoruz. Bitkisel hayata giren bir kimseyi yaşatmakla mükellef miyiz? Cemal Gürsel ve Bülent Ecevit aylarca bitkisel hayatta yaşatıldılar. Tekrar sağlığa kavuşma ümidi yüzde birden azsa, artık onun tedavisinden vazgeçer, kendi hâline bırakırız. Ağzına yemek veririz; yutuyorsa devam ederiz. Ama böyle olan hastayı artık serumla yaşatmayız. Odanın havasını temiz tutarız ama solunum cihazına bağlamayız. Ölüm kalbin durması veya solumaması ile sona erer.
إِنْ تَرَكَ خَيْرًا (EiN TaRaKa PaYRan)
“Eğer bir hayır terk ederse.”
Kur’an’ın bazı âyetleri geleceğe hitap eder. O tarihte mevcut olmayan müesseseler hakkında hükümler koyar. İnsanlar o tarihte onları anlayamazlar. Bu takdirde çelişki var gibi görürler.
Vasiyete ait hükümler de böyledir. Kur’an’da bir taraftan mirasın Allah tarafından taksim edildiği, insanların kime ne verilmesi gerektiğini bilemediğini söylemekte, diğer taraftan da mirasın taksiminin vasiyetten ve borçtan sonra olacağını bildirmektedir. Burada vasiyet yapılmasını emretmektedir.
Bu âyetler arasındaki çatışmayı çözmekte zorluk çekmişler, birçok yorumlar yapmışlardır. Hattâ bu âyetleri nesh için delil yapmışlardır. Oysa âyetler birbirini tamamen tamamlamaktadır.
Önce batıda kişi ölür ölmez tereke vârislere intikal eder. Onlar borçları öder, vasiyeti yerine getirirler ve kalan olursa kendilerine kalır. Eksik gelirse kendi keselerinden öderler, yahut baştan mirası reddederler.
Kur’an ise bu hükmü kaldırmıştır. Tereke önce kamuya kalır. Kamu onun borçlarını öder, vasiyeti yerine getirir ve kalanı vârislerine taksim eder. Bunu bildirmek için vasiyet veya borçtan sonra denmiştir.
Vasiyet mirasçıların payından yapılmaktadır. Daha önce ölmüş anne babanın hakları üzerinde kişiye vasiyet hakkı tanınmış bulunmaktadır. Bu da terekenin üçte biri etmektedir. Sünnet ve icma bunu teyit etmektedir. Bize göre eksik olan anne ve baba da sağ iken vasiyeti meşru saymalarıdır.
Burada emredilen vasiyet ise tamamen farklıdır.
İnsanlar baştan üretim mallarına mâlik değildiler. Birlikte üretip birlikte tüketiyorlardı. Mülkiyet çobanlık ve tarım dönemlerinde başladı. Sanayi döneminde yeni tip mülkiyet de ortaya çıktı, bu da işletme mülkiyetidir. Bir kimsenin başkasının kirasında bir evi varsa hemen çıkaramamaktadır. Bir dükkanı kiralamışsa istediği zaman çıkaramamaktadır. Bu durum sanayi döneminde yirminci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Nüfus çoğaldıkça tarlalar belli bir yere kadar bölünüyor, artık bölünemiyor. Bu sebeple kat mülkiyeti ortaya çıkıyor. İşte Kur’an bu sorunları kıyam mülkiyeti ile çözmektedir.
Kur’an’a göre iki çeşit mülkiyet vardır.
1. Birincisi intifa mülkiyeti, yani yararlanma mülkiyetidir. Bu mülkiyetin hükümleri şunlardır.
a) Herkes bu mülkiyete sahip olur. İnsan olan herkesin böyle bir mülkü olabilir.
b) Bu mülkiyet tecezzi eder. Hisselere bölünerek ortaklara dağıtılabilir.
c) Bu mülkiyet vasiyet yoluyla intikal etmez. Miras hükümlerine göre taksim olunur.
d) Sadece bu mülkiyete konu olan mallar aylık ve yıllık ücretlerle kiraya verilebilir. Meskenler böyledir.
2. İkinci mülkiyet ise kıyam mülkiyeti, işletme mülkiyetidir.
a) İşletme mülkiyetine herkes mâlik olamaz, ancak ehliyeti olanlar mâlik olur. Ehliyeti kaybedenler bu mülkiyeti devretmek zorundadırlar. Etmezlerse kamu istimlak eder, el koyar. Yeter gelir getiremeyenlerin elinden alınır.
b) Bu mülkiyet tecezzi etmez. Bir işletmeye bir kişi, ehil olan kişi mâlik olur. Bu ehliyet ehil ekiple elde edilebilir. Bu sebepledir ki miras yoluyla intikal etmez.
c) Bu mülkiyet vasiyet yoluyla intikal eder. İşte burada emredilen budur. Hayır da bu demektir.
d) İşletme mülkiyetine konu olan mallar sabit kira bedeliyle kiralanmazlar; kiralanırsa faiz olur. Ancak üretilen miktardan veya tüketilen miktardan bir pay olarak kiralanabilir.
“HAYIR” kelimesi işletme demek, gelir getiren yer demektir. Bunun farklı mal olduğu müfessirlerce bilinmiş ama tarifi yapılamamıştır. İşletme diyenler vardır.
a) Bir tesis vardır ve onun ortak olduğu bir altyapı vakıf kuruluş vardır.
b) Bir de emek ve onun yardım aldığı bir bakım işçiliği vardır.
c) Bir ham madde vardır, biz buna sermaye diyoruz, bir de bunun da ortak olduğu elektrik ve su gibi yardımcı maddeler vardır.
d) Nihayet genel hizmet vardır, bir de bunun da içinde dayanışma kefalet müessesesi vardır.
Demek ki her işletme bu dört tür girdilerle oluşmaktadır. Buna muamele ortaklığı denmektedir. Muamele ortaklığı muzaraa, musakat, musanaa ve müdaraba ortaklıkları şeklinde kurulur. Dört çift girdinin her biri birer ortak durumundadırlar. Bunlar da şirketi mülk, şirketi emval, şirketi amal ve şirketi vücuh olarak belirtilmiştir. İşte bunlar işletmedir ve burada mülkiyete kıyam mülkiyeti ile mâlik olunmaktadır. Bir işletmenin sorumlusu olan kimse hayrın mâliki sayılır. Ölmeden evvel vasiyet yapıp işletmenin dağılmasını ve parçalanmasını önlemelidir.
الْوَصِيَّةُ (eLVaÖıyYaTu) “Vasiyet size yazılmıştır.”
“VASİYET” teşri kılınmıştır, yani vasiyetin yapılması kural olarak konmuştur. Bu yazılı kuraldır. Bir kelimenin tanımlanması ve benzerlerinden ayırt edilebilmesi için takip edeceğimiz kurallar şunlardır.
a) Kelimenin etimolojisini bulmak. Her zaman bulunmayabilir. Bulunsa onunla kastedilen mânâya ulaşamayabiliriz.
b) İkinci başvuracağımız araç akraba kelimelerdir. Akraba kelimeler bulunur ve o sayede o kelimenin mânâsı ortaya konabilir.
c) Kur’an’da kullanılan yerlere ve onunla kurulan cümlelerle kelimeye bir mânâ kazandırabiliriz.
d) Dördüncü olarak, hadis ve fıkıhtaki istimallerine başvurur, orada yapılmış tariflerden yararlanabiliriz.
“VASİYET” kelimesi üzerindeki araştırmayı bu yönde yapmalıyız.
Biz sondan başlayarak gerisin geriye gidelim.
Fıkıhçılar vasiyeti kişinin ölümü ile yapılacak işler şeklinde tanımlamışlardır. Türkçeye de bu anlamda geçmiştir. Burada da bu anlamda olduğu açıktır. Miras âyetindeki vasiyet de böyledir.
“VASİYET” kelimesi Kur’an’da sekiz defa geçer. Allah’tan vasiyet dışında vasiyet hep ölümlü insanın hayatta iken yapılan tasarruflarıdır. Allah vasiyet eder. Allah’ın vasiyeti ile insanın vasiyeti arasında çelişki olursa ne yapacağız? Müçtehitler Allah’ın tavsiyesini daha üstün görmüşlerdir. Bazı hakların uluslararası olması gerekmektedir. Biz eğer ülke farklılığı mirasa mâni teşkil etmeyecekse, o zaman miras hükümleri tüm insanlığın olmalıdır. Bu bakımdan fıkıhçıların bu görüşlerine katılmak gerekmektedir.
“VASİYET” kelimesine akraba kelimeleri ele alalım. VASF ve VASL kelimeleri vardır. Ölüme bitiştirme anlamıyla bir yakınlığı olabilir. Yani ölüme bitişecek tasarruf anlamında bir bağ kurulabilir. Vasfetme, yapılacakları tavsif etme şeklinde bir ilişki kurabiliriz. Sonuç olarak vasiyet, ölüme taalluk etmiş tasarruflardır.
لِلْوَالِدَيْنِ (Li ELVAvLıDaYNı) “Valideyn için”
Kişinin kendisinden sonra kalan işletmelerdeki gelirleri vârislerine kalacaktır. Bunlar valideyn ve akrabindir. İnsan kendi mülkünü işleterek yaşar. Öldüğü zaman da işletme sona erer. İşletmedeki değerler taksim edilerek son bulur. Buranın yararlanma mülkiyetine sahip olanlar paylarını alır, başka işletmelere aktarırlar veya tüketirler. Küçük işletmeler için bu şekildeki taksim uygundur.
Büyük işletmeler için durum böyle değildir. O işletmelerin tasfiye edilmesi anne babayı ve diğer mirasçıları zarardide eder. Elde ettikleri payları değerlendiremezler. İşte o zaman işletmenin devamı gerekmektedir. Bunun için anne baba ve diğer akrabalar, mirasçı akrabalar lehine onların çıkarı için işletmenin devamına karar verir. Mirasçılar işletmeyi tasfiye edemezler. Sadece yararlanma mülkiyetinden yararlanırlar.
İşletmeyi yapacak kimseyi ve ekibi ise ölmeye hazırlanmış kimse belirler.
Burada hayrı terk ederse vasiyet yapma zorunluluğu vardır. Şöyle diyelim. Küçük işletmeler on kişiden az çalışanı olan işletmelerdir. Bunun sorumlusu ölünce bu işletme tasfiye olunur. On ile yüz arasında sahibi olan işletmenin vasiyet yoluyla devam etmesi gerekir. Ama yüzden fazla çalışan ortağı olanların mutlaka vasiyet ile devam etmelidir. Bu rakamla beş - elli olarak ele alabiliriz.
وَالْأَقْرَبِينَ (Va eLEaQRaBIyNa) “Akrabîn içindir.”
Burada “AKRABÎN” kurallı çoğulla getirilmiştir. Yani, işletme devam edince onların topluluğu da tüzel kişiliği olan bir varlık olduğunu göstermektedir. Onlara şirketi mufavada ile ortaklık tesis ederler. Şirketi mufavada hükümleri ile ortak kalırlar. Onların lehine vasiyet yapılacaktır. Vasiyet yapılırken bunların haklarını koruyacak bir sistem ortaya konmalıdır.
Bu konuların tam olarak anlaşılması için uygulamaya başlanması gerekmektedir. Sorunlar çıkacaktır. Kur’an yeniden ve yeniden okunacaktır. Bu sayede gelecekte şu sorunlar çözülecektir.
1- Kendi başına yaşayamayan kimselerin sorunları şirketi mufavada yoluyla çözülecektir.
2- İşletmeler işletme mülkiyeti ile çözülmektedir.
Fer’î hükümlere gelince, bunarı doğru olarak çözebilmemiz için uygulayarak yaşamamız gerekir. Bu âyetleri o takdirde daha iyi anlarız. Bu âyette geçen hayır kelimesi bize kıyam mülkiyetinin hükmünü ortaya koyduğu gibi vasiyetin hedef olarak mufavada şirketini tesis etmek şeklinde teşri ettiği anlaşılmaktadır.
بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRUvFi) “Maruf ile”
“Maruf ile vasiyet etme” şeklinde ifade edilmektedir. “Maruf” demek, mevzuata uygun olarak konmuş kurallarla demektir. Maruf mevzuat demektir. Bu maruf nasıl ortaya çıkar?
a) İçtihatlar mezhepleri oluşturur. Mezheplere göre oluşmuş fıkıh kuralları mevzuat olur. Ölen hangi mezhebe mensup ise o mezhebin hükümleri uygulanır, ona göre vasiyet yapılır.
b) İkinci kısım ise bucakların kendi özel hukukları vardır. Bu istişarî yoldan veya icma ile sabit olur. O halde özel hukukta mezhepler ama kamu hukukunda ise bucak hükümleri uygulanacaktır.
İşte bu yolla sabit olan mevzuata maruf diyoruz. Sözleşmeler de maruftur. Dolayısıyla “Bİ’L-MARUF” dediğimizde sözleşme içinde vasiyet yapılmalıdır. Yani işletmenin sözleşmesi dahilinde vasiyet yapılmalıdır. Sözleşmesi yoksa sözleşme yapılmalıdır. Sözleşme varsa o sözleşmedeki eksik hükümler tamamlanmalıdır.
حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ(180) (XaqQan GaLay elMutTAQIyNa)
“Muttakiler üzerine haktır.”
“HAK” kelimesi Arapçada borç ve alacağı birlikte ifade eder. “Li” ile kullanılırsa hak, “aleyh” ile kullanılırsa görev anlamındadır. Yani, bu vasiyet muttaki olanlara farzdır, vaciptir anlamındadır. Muttakilere yüklenen bir görevdir denmektedir.
“MUTTAKİ” kurallı çoğulla getirilmiştir. O halde kişinin tek başına bir sorununun olmasının da ötesinde bir olaydır. Bu durumda vasiyet yapmasını çevre teşvik edecektir. Yapmadan ölürse bu durumlarda dayanışma ortaklıkları ve bucak yönetimi bu görevi yerine getirebilir. Eksik öylece tamamlanır. Her bucak ve her mezhep kıyam mülkiyeti ve mufavada şirketleri ile ilgili hükümler koymak zorundadır.
***
فَمَنْ بَدَّلَهُ (Fa MaN BadDALaHUv)
“Kim onu tebdil ederse.”
Burada “Fa” harfi gelmiştir. Bunun anlamı şudur ki aşağıda söylenenler genel kaidedir. O kaideden dolayı vasiyette tebdil haram olmuştur. “Fa”dan önce gelen hüküm sonra gelenin bir cüzüdür. Burada zamir müzekkerdir, yani vasiyete gitmemektedir, hakka gitmektedir; “Hakkı kim tebdil ederse” demektir.
“Hakkın tebdili” hukukun tebdili anlamına gelmiştir, yanı birinin hakkını başka birine aktarırsa demek olur. Yukarıda belirtilen hak aynı zamanda vasiyetin tespiti ve onun icrasıdır. Muttakilere bu görev olarak böyledir dendiğinde, kamuya vasiyet hükümlerini yerine getirmek bir görevdir mânâsı çıkar. Vasiyetin kamuyu ilgilendirdiğini de ifade etmiş olur.
بَعْدَمَا سَمِعَهُ (BaGDa MAv SaMıGaHUv)
“Onu sem’ ettikten sonra.”
Buradaki ismi mevsul haktır. İşittikten sonra anlamındadır. Bu ifade ile şunu da öğreniyoruz, hak sem’a/işitmeye dayanır, yani haklar sözle ortaya çıkar. Hakların temeli sözleşmelerdir, yahut sözlü tasarruflardır.
Hakların kaynağı dörttür; yakınlık, komşuluk, emek ve sözleşmeler.
Ama bütün bunlar ancak dille ifade edildiği zaman hak olmuş olur. Muhasebede borçlu ve alacaklı satırlarına geçtiği anda hak olmaya başlar. Hattâ bütün ilimler de böyledir.
Bir şeyi gözlersiniz, onu bilirsiniz ama o ilim değildir, malumat da değildir. Ne zaman ki siz onu dille ifade edersiniz, ondan sonra o bilgi malumat olmuştur. Çünkü ancak ondan sonra onu diğer cümlelerle birleştirip yeni bilgilere ulaşabilirsiniz, ondan sonra onu başkasına aktarabilirsiniz. Bu sebeple burada “Ba’damâ Alimehu” denmesi gerekirken, bu ilmî gerçeği bize anlatmak için “Ba’damâ Semiahu” demektedir. Bir kelime bir düzenin temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla birinin yerine başka kelimeyi koymamız mümkün değildir.
فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ (Fa EiNaMAv EiÇMuHUv GaLay elLaÜIyNa YuBadDiLUvNaHUv)
“İsmi onu tebdil edenler üzerindedir.”
Burada yine çok önemli bir kural ortaya çıkmaktadır. Eğer bir kimse bir vasiyeti değiştirir, ona göre taksim yapıldıktan sonra onun değiştirildiği sabit olursa, eski karar bozulmaz. O karar o hâliyle kalır. Bu haksızlığa sebebiyet veren kimse mahkum olur, o veya âkilesi çözer. Başkanların geçici kararları dışında alınan karar ve uygulamalar geri döndürülmez, onun tazminatı hata yapana yüklenir. Bir şahit şahitlik yapar ve onun şehadeti ile hatalı karar verilirse şahit zararı tazmin eder. Hakim bir karar verirse o karar kesin olarak uygulanır. Zarar doğmuşsa hakimin âkilesi zararı tazmin eder.
Sem’ ettikten sonra tebdil eden ceremesini çeker.
Burada “İsmuhu Aleyhim” denmemiş de, tebdil eden kimseler olarak ifade edilmiş olmaktadır. Tebdil eden kimselerin tebdil ettikleri ancak mahkeme kararı ile tesbit edilecektir. Hakemler kararı ile tesbit edilebilir.
Sonra “ALEYHİ” denmemiş de “ALELLEZÎNE” denmiştir. Bu da kişinin kendisinden ziyade âkilesinin bu ceremeyi çekeceğinin ifade edilmesidir. Hata varsa âkilesi ona rücu edemez. Ona yardım etmiş olur. Kasıt varsa önce tazmin eder, sonra suçluya rücu eder.
Dayanışma ortaklıkları şöyle tarif edilmektedir. Birimizin alacağı hepimizin alacağıdır, borcu da hepimizin borcudur. Bunun başka mânâsı, dayanışma ortaklıkları ile anlaşmış kimselerden biri bir suç işlerse dayanışma ile suç işleyenlerin hepsi işlemiş olurlar. Bedenî cezalar ortaklaşa giderilemez. Ama tazminat birlikte ortaklığa yapılabilir.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(181) (EnNA elLAvHa SaMIyGun GaLIyMun) “Allah semidir, alimdir.”
Burada “semi’ ve alim” nekire gelmiştir, yani devlet semi’dir ve alimdir denmektedir.
Demek ki devlet kayıtları tutacaktır.
Bu kayıtlar değerlendirilerek bilgi hâline gelecek, muhasebeye girecek ve kaydolacaktır; bu “sem’”dir.
Ondan sonra da kişinin istediği bilgiler muhasebeden alınacaktır; bu da “alim”dir.
Devletin semi’ ve alim olması için muhasebenin Adil Düzene göre tutulması gerekmektedir. Bu kayıtlar üzerinde yapılan incelemeler tebdilleri ortaya koyar. İnsanlık bugün sanayi dönemine ulaşmıştır. Allah insanlara Kur’an’ın uygulanması için gerekli imkanlar sağlamıştır. Cep telefonuna benzer araçlarla borçlu ve alacalı olma sağlanmalıdır. Ben karşımdakinin numarasını yazıp ona benim telefonumdan havale yapmalıyım, o da aldığını teyit etmelidir. Bu muhasebeye geçmelidir. O zaman devamlı olarak bilgisayar kayıtları semi’ ve alim yapar.
***
فَمَنْ خَافَ (FaMaN PAvFa) “Kim havf ederse.”
Buradaki Fa Fa-i tafsiliye olur. Şöyle ki, hakkı sem’ eder ve ilmederse, onu tebdil ederse, ama vasiyetin hakka uygun olmadığını gören olursa, o zaman o hak olmayacağı için hak olarak sem’etmiş ve ilmetmiş olmaz.
Burada şöyle bir sorun vardır. İki türlü şehadet vardır. Biri, gözle gördüklerin ve kulakla işittiklerindir. Mesela, güneş doğuyor ve batıyor. Diğeri de, düşünerek gördüğünü tasdik eder durumdur.
Bugün biliyoruz ki aslında güneş doğmuyor biz güneşe doğru gidiyoruz.
Şehadet ederken veya hüküm verirken sadece gördüğünü mü anlatacaksın, yoksa doğru olduğunu tasdik ettiğini mi anlatacaksın. İşte Kur’an “Fa” harfi ile getirerek yalnız vasiyette veya yalnız şehadette değil, tüm karar verirken görünene göre değil, gerçek olana göre konuşulması gerekir. Bir kanunu, hattâ Kur’an’ı yorumlarken de durum böyledir. Bir görünen lugat ve sade usul kaideleri ile Kur’an’ı yorumlama vardır, bir de o kurallara uyulsa bile tam için rahat ederek o mânâyı vermek vardır. Maksat ne ise hüküm ona göredir. “Yorum yaparken eğer hata yapıldığından endişe edecek olursan” diyor Kur’an.
مِنْ مُوصٍ (MiN MUvÖın) “Vasiyet edenlerden”
“Vasiyet edenin hata edeceğinden korkarsa” bu kişi kim olursa olsun biri korkarsa, o zaman onun devreye girmesi ve yanlışlığın giderilmesi için çalışması gerekir.
“MUSİ” vasiyet edendir. Vasiyet edenin hata yapmış olabileceğinden endişe ederse devreye girip ıslah etmesi gerekmektedir. Devlet aşamasına gelmemiş topluluklarda bu araya girme işi fazlasıyla yapılmaktadır. Anadolu köylerinde devletin yargısı hâlâ girmemiştir. Devletin adaletine kimse inanmaz. Bu sebeple mahkemelere başvurma ayıp kabul edilir. Kardeşini öldürürler, sorunca bilmem derler.
İzmir Akevler’de ben de öyle yaptım. Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencileri ile çok iyi bir durumda idik. Matbaa kurmuş ve dini eserleri basıyorduk. Aramızı açmak isteyen derin güçler faaliyete geçtiler. Doğrama atölyesini yaktılar ve bunu bir öğrenciye atmak istediler. Böylece aramızda kavga çıkaracaklardı. Yangın olunca karakola gittim. Bana ‘şüphelendiğin biri var mı’ dediler. Benim elbette şüphelendiğim vardı ama ben bunu söylersem zaten gerilmiş durumda olan ortalık iyice karışacaktı. ‘Yoktur’ dedim ve şüphelileri bildirmedim. Bunun üzerine beni suçlu yaptılar ve benim aleyhime zabıt tutmaya başladılar. Allah’tan işyeri sigortalı değildi. Benim bir çıkarım olmazdı. Ne var ki komiser ifadeyi alırken bunu sonlara doğru öğrendi. Bu sefer tuttu benim beraat etmem için ne gerekiyorsa onları yazdı, bana imzalattı. Ben itiraz etmedim. Savcı mahkemeye verdi. Delil yetersizliğinden beraat ettim.
İşte bizim yargı sistemimiz böylesine komedyadır.
Kimseyi suçlamadım, çünkü hiç kimsenin yapacağı bir şey yoktu. Olayı çıkaran devletin başka bir kolu.
İşte halkımız bunu bildiği için mahkemelere gitmez. Ama köyde çok az olay olur.
İşleyen mekanizma şudur.
Bir olay olduğu zaman suç işleyenle mağdurun arası gerilir, iş ölüme kadar gider. Bu arada önce köyün hocası ilmiye sınıfı devreye girer, tarafları dinler ve gidip gelerek barıştırır. Kimin ne cezası varsa kendi bildikleri kurallar içinde çözerler. Genellikle asıl kimseler bu kararlara uyarlar. Böylece beladan kurtulurlar.
Birçok kere de taraflardan biri, bazen ikisi bu din vekili adamları dinlemezler. Onlar geri çekilir. Ondan sonra devreye köyün ağaları girer. Bunlar güçlü kimselerdir, maddi zarar verebilirler. Bunlardan korkanlar barışmak zorunda kalırlar. Barışmayanlar dışlanırlar ve köyden göç etmek zorunda kalırlar.
İşte Kur’an bu müesseseyi devlet aşamasında da yürütmektedir. Usule göre ortaya çıkan yargı zaman zaman yanılabilir. Şahitler hata yapmış olabilir. Bu takdirde bunu hisseden kimseler devreye girmeli, tarafları uzlaştırmalıdır. Yani devletin ve yargının ulaşamadığı konularda halk taraf olup uzlaşmalıdır.
جَنَفًا (CaNAFan) “Canafan”
“CENB” yan demektir. “CANAFAN” yanlanarak, kararın veya vasiyetin tarafsız olduğu hususunda havf ortaya çıkarsa, bu da çok önemlidir.
Kararlar eskiden kabile içinde alınırdı. Hakim, şahit, bilirkişi, soruşturmacı, davalı ve davacı tanınan kişi idi. Yalan söylemek, taraf olmak kolay bir şey değildi.
Şimdi ise bu sosyal baskıdan tamamen uzak senelerce süren davalarla yargılama yapılıyor. Kâğıtta yazılanlarla karara bağlanıyor. Yazılanlar o kadar çok ki, hakimin onu okuyup kavraması için bir yılını ayırması gerekiyor. Oysa o hakim bir günde otuz davaya bakıyor!
İşte bütün bunlarda cenef vardır ama ism yoktur. Kimse suçlu olmaz, herkes adil ve iyi insan olabilir. Ama olay öyle cereyan eder ki sonunda karar adil olmayabilir.
Bugün dünyada ve hassaten Türkiye’deki kararlar böyledir. Kazara karar verenlerin çok azı kötü niyetlidir. Ama karar adil değildir. Bir gün bir belgeyi eksik tanzim etseniz davayı kaybedersiniz ama herkes sizin haklı olduğunuzu bilir. Ülkemizde çoğu usulden hükme bağlanır, işte bu resmen cenefen olan davalardır.
أَوْ إِثْمًا (EaV EiÇMan) “Veya ismen”
Yani kasten günah işleyerek haksızlığın doğduğuna hükmediyorsunuz. Vasiyet eden kötü niyetlidir.
Burada dikkat edeceğimiz bir husus vardır. Önce cenef sonra ism getirilmiştir. Yani çoğu zaman suçlu olmadan haksızlık yapılmış olur. Mahkeme kararları değiştirilemez. İslâmiyet’te temyiz de yoktur. Bu takdirde yargı yoluyla yapılacak bir iş kalmaz. İşte o zaman bunu hisseden kimse devreye girebilir. Bunu yapmakla bir günah işlemiş olmaz. Girmelidir, girmesi sevaptır. Ortada vasiyetçinin hatası nedeniyle çıkan bir haksızlık vardır. Vasiyet eden günahkâr olsa bile artık ölmüştür, onunla yapabileceğimiz bir şey yoktur. Bu sefer sivil örgüt veya kişiler devreye girmelidir. Beynlerini/aralarını ıslah etmelidir.
فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ (FaEaÖLaXa BaYNaHuM) “Aralarını ıslah ederse.”
Bir haksızlık olduğunu hissetmiş olan kimse devreye giriyor ve aralarını ıslah ediyor.
Burada “HUM” zamiri gelmiştir. Vasiyet edenin vasiyetini ıslah etmiyor. Vasiyet edilmiş olan kimselerin arasını ıslah ediyor, barıştırıyor. Sulh da tarafların uymaları gerekmektedir. Yargı zor kullanarak kararları kabul ettirir. Oysa ıslahta taraflar ikna edilir. Bu ikna sosyal baskıyı oluşturur. Deliller ortaya konmuş, çevre talebe kani olmuş hâle gelir. Kişiler de bunların kararlarına uymak zorunda kalırlar. Böylece devlet görevini yapmadığı zaman sosyal kanunlar devreye girecek ve sorunlar öyle çözülecektir. Bundan dolayıdır ki Allah insanlara emaneti ehline vermelerini ve hükmettikleri zaman adil bir şekilde hükmetmelerini emretmiştir.
Bizim bir dergimiz olmalıdır. Bu dergide işte böyle cenef veya ism olursa o düzeltilmelidir.
Bir örnek vereyim. Mevcut kuvveti üstün tutan anayasamıza göre verilen oyların yarısı Meclis’te temsil edilmiyor. % 35 oy % 70 oya sahip oluyor, onu da ekseriyete göre kullanıyor. Burada elbette AK Parti’nin bir ismi/günahı yoktur ama cenef vardır. Biz bu cenefi düzeltmesi için çözüm ürettik. AK Parti’ye anlatacaktık. Ancak selam bile vermedikleri için anlatmamız mümkün olmadı. Oysa AK Parti bu cenefi şöyle giderebilir.
a) Hükümetin bakanlarını azaltmaz, kırka kadar çıkarabilirdi. Meclis dışında kalan partilere bakanlıkları bölüştürerek hiç olmazsa hükümette temsil edilmelerini sağlayabilirdi.
b) Meclis Başkanı Meclis danışma kurulunu oluşturur, siyasi partilerden buraya ilim adamlarını göndermelerini isteyebilirdi. Hükümetten gelen kanunlar önce burada görüşülür ve burada uzlaşma ile son şekli verilirdi. Komisyona bu kurulda görüşüldükten sonra sevk edebilirdi.
c) Devlet atamalarında partilere aldıkları oy nisbetinde adam yerleştirme yetkileri tanıyabilirdi.
d) Çıkaracağı kanunla partilere aldıkları oy nisbetinde kamu adına dava açma yetkisini verebilirdi.
فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ (Fa LAv EiÇMa GaLaYHi) “Onun üzerinde ism yoktur.”
Vasiyet âyetlerine başlarken “size vasiyet yazıldı” denmekte; “Sizden biri ölüme hazırlandığı zaman” denmektedir. Vasiyet yapma ölmekte olan kişiye farz kılınmıştır. Ama bunun icrası cemaate farz kılınmıştır. Bucak yönetimine farz kılınmıştır. Yani burada emrolunan vasiyeti getirecek cemaattir.
Her mü’min Allah’ın halifesi, devletin görevlisi ve yetkilisidir.
Kamu işlerinin düzgün yürümesi için ne gerekiyorsa yapmalıdır.
Ne var ki bu kamu yetkililerinin yetkilerine bir müdahale şeklinde olmamalı, yani muhalefet şeklinde olmamalıdır. İktidarda olanın yaptıklarını tenkit etme, aldığı kararların icrasını zorlaştırma şeklinde olmamalı, tersine onun eksik bıraktığını tamamlamak şeklinde olmalıdır.
Benzer uygulama Yenibosna’daki faaliyet için de doğrudur. Birinin yaptığını engellemek yahut onun yaptığını zorlaştırmak yerine onun eksik bıraktığını tamamlamak olmalıdır.
Biz şimdi Market uygulamasını yapıyoruz. Çetin bir işin içindeyiz. Kışın fırtınalı gününde fidan dikiyor ve onu yetiştirmeye çalışıyoruz. Bu seradaki çalışmadır. Biz biliyoruz ki bahar gelecek ve havalar ısınacaktır. Bu fideler o zaman işe yarayacak, o zaman meyve verecektir. Şimdi meyve vermesini istememiz hatalıdır. Ümidimizi kesip de işi bırakmamız da hatalıdır. Israrla kendimizi yetiştirmeliyiz. Havalar açınca ne yapacağımızı şimdi öğrenmeliyiz.
İşte buraya giderken herkes elinden gelen katkısını yapacak, elinden ne geliyorsa onu yapacaktır. Burada denge sağlanmalıdır. Müdahale edilmeyecek ama eksiklikler de tamamlanacaktır.
İşte bunun için “Lâ İsme Aleyh/ Onun üzerinde ism yoktur” diyor da, “Lâ Cunaha Aleyhi” demiyor.
“Lâ Cunaha” dendiği zaman, yan yatmak yoktur, o işi yapmak gerekir demektir.
“Lâ İsme”de ise yaparken dikkatli olun, kaş yaparken göz çıkarmayın demektir.
إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(182) (EinNA elLAHa ĞaFUvRun RaXIyMun)
“Allah gafurdur, rahimdir.”
Burada “GAFUR” ve “RAHİM” nekire gelmiştir. Yani devletin böyle yapması gerekmektedir. Kurallar içinde alınmış kararlar, mahkeme kararları da olsa, eğer mağduriyet varsa, haksızlık varsa, halkın bu mağduriyeti gidermek için faaliyette bulunması meşrudur. Bu faaliyet resmi kararları çürütmek, onları bozmak şeklinde değil de, onları tamamlama şeklinde anlamalıyız.
Bugün iktidarda olanlar bazı sorunları çözemiyorlar. Nedir bu sorunlar?
a) İşsizliğe çare bulamıyorlar. O halde biz halk olarak örgütlenip işsizliğe kendimiz çare bulmalıyız. Mala-Mal Market çalışmamız bunu sağlamak içindir.
b) Dış borçları artırıyor, eksiltemiyorlar. Biz halk olarak dış borçları tasfiye edecek yollar aramalıyız. Mala-Mal Marketlerinde senetler para olarak geçecektir. Eğer ülke içinde zinciri tamamlarsak, ülke içinde dolarlara ihtiyacımız olmayacak, ithalat için de ihtiyaç olmayacaktır. Çünkü dışarıya mal verecek ve mal alacağız. İşte bu parayı dış borcu ödemek için kullanırız.
c) Millî basın oluşturulmamıştır. Millî basın demek, ulusun çıkarlarına uygun sosyal baskı yapmak demektir. Bugünkü basın aksini yapıyor. O halde “Adil Düzen Dergisi”ni çıkarıp Türk halkına okutmalıyız. Halkımız bu basına karşı bilinçlenmelidir. Basının kendisi ıslah için baskı yapan bir kurum hâline gelmelidir.
d) Bağımsız, tarafsız, saygın ve etkin yargı sistemi kuramamış bulunuyoruz. Cenef var. Yani suçlu yok ama haksızlık vardır. On sene sonra biten davalar ve bittikten sonra da icra kabiliyeti olmayan davalar. Bunu da hakemlik sistemi ile çözmeliyiz.
İşte biz bu işleri yaparken devlet bunu kendi aleyhine iktidara karşı yahut yargıya karşı bir faaliyet şeklinde algılamamalı, bu faaliyet esnasında bazı hatalar olsa da devlet onu kapatmalı, üzerine yürümemelidir.
Biz Akevler’de rüşvetle ve yolsuzlukla mücadele ederken devlet yetkilileri şebeke ile bir olmuş, bizim üzerimize yürümüşlerdir. Adil Düzen iktidarı böyle yapmayacaktır.
Devlet köstek olmak bir yana, ayrıca destek de çıkmalıdır.
Millî istihbarat kötülerin peşinde koşup onları yok etme çabasında olmamalıdır. Bunun iki mahzuru vardır. Birincisi, böyle bir şey kötüleri birleştirip cephe kurmalarına sebep olur, yani kötülüğü teşvik eder. Hattâ millî istihbarat elemanları bile kötülerle işbirliği içine girerler. İkincisi, kötülükte bilerek veya bilmeyerek iyiler de kötüler kabına konur ve onlarla savaşmaya başlarlar.
Akevler işte böyleleri ile karşı karşıya gelmiştir. Oysa Akevler kapalı toplantıları yapmayacak kadar açık çalışmış ve devletin meşruluğu savaşını vermiş, ortaklarını yeraltı faaliyetlerinden uzak tutmuştur.
O halde millî istihbarat ne yapmalıdır?
İşte böyle cenef veya ismden dolayı doğan eksiklikleri tamamlamak, kötülüklerin etkisini azaltmak için faaliyette bulunanları tesbit edip onlara yardımcı olmalıdır. Devlet onları bulup desteklenmesine hizmet etmelidir. Bu istihbaratçıları da iyilik yapan insan hâline sokar, saldırgan değil yardım eden kuruluş hâline getirir. Düşmanlık yerine sevgiyi aşılar. Devlet nefret ve korku üzerine değil, sevgi ve ümit üzerine oturmuş olur. İşte devletin bu vasfı rahimdir.
Devlet ortaya çıkmamış, kapalı kalmış suçları görmezlikten gelir, onları eşelemez, affeder. Gafurdur. Kenarda köşede kalmış iyi faaliyetleri keşfeder ve onlara destek verir.
İşte “Adil Düzen”de istihbarat teşkilatının nasıl kullanılacağını bu iki kelime bize öğretmektedir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-392 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-222 İstanbul, 20 Ocak 2006
İSTANBUL ÇALIŞMALARI VE DERGİ
Ankara ESAM’da Cumhurbaşkanlığı Seçimi ile ilgili bir konuşma yaptım. Konuşmanın özü dinleyiciler tarafından anlaşılmadığı izlenimini aldım. Hele Millî Gazete’de çıkan habere çok üzüldüm. Böyle tahrif edilmiş ve benim söylemediğim cümleleri söyleyen gazetelere alışığız. Onları okumuyorum bile. Millî Gazete’nin de aynı üslupla haber vermesi, bana Akevler çalışması dışında yapılacak hiçbir işin bir sonuç vermeyeceği kanaatimi pekiştirdi.
Ankara’dan İstanbul’a döndüm. Şimdilik Hakan Kandal’ın konuğu olarak buradayım. Yenibosna’da ev tutacağım, İstanbul’da kalacağım ve Yenibosna’daki çalışmalara katkıda bulunacağım.
1) Lütfi Hocaoğlu ve Taha Özket’in başlattıkları muhasebenin gelişmesi için fıkhî katkılarda bulunmaya çalışacağım.
2) Özketler’in kurup çalıştırdıkları Market’in gelişmesi ve yaşaması için gerekli desteğin yapılması için arkadaşlarımı teşvik edeceğim.
3) Süleyman Akdemir ve ortaklarının faaliyete geçirdikleri Çatalca’daki Camililer’in yerlerindeki faaliyetin tamamlanması için katkıda bulunacağım.
4) Çok evvel başladığımız ve denemelerle bilgi sahibi olduğumuz “Ahşap Evler”in Çatalca’daki bir parselde faaliyete geçmesi için katkıda bulunacağım.
5) Ben kendime asıl iş olarak bir dergi çıkarmak için faaliyete geçecek ve esas işim o olacaktır.
Dergi şöyle çıkarılcaktır.
1) YAZILARIN HAZIRLANMASI
a) Derginin sahibi Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi olacaktır.
b) Genel Yayın Yöneticisi ve Yazı İşleri Sorumlusu Süleyman Karagülle olacaktır.
c) Dergi 32 sahifeden oluşacak ve her sahifenin bir sorumlusu bulunacaktır. Benim işim bu sorumluları bulmak olacaktır.
d) 32 sorumlu gruplar hâlinde oluşturulacaktır. Her grup kendi içinde hanım yazarları bulunduracak, ayrıca öğrenci seviyesinde genç yazarlar da olacaktır. Onların da yazmaları ve yetiştirilmeleri sağlanacaktır.
e) Yazarlar ortak edilecek ve satışın beşte biri yazarlara bölüştürülecektir.
2) DERGİNİN BASTIRILMASI
Dergi şimdilik 5 000 (beşbin) tane basılacaktır. 500 dolar temin edilecektir.
a) Ayda 40 dolar veren 50 kişi bulunacak, bunlardan alınan 2000 doların 500’er doları ilk 5000 adet olarak bedava basılacaktır.
b) Ondan sonra dergi beş misli değerle satılmış olacak, beşte biri ile baskı parası karşılanacaktır.
c) Dergiye ayda bir defa katılanlara dergide yer verilecektir. Her yılın başında kendilerinin hazırladıkları tanıtım yaprağı derginin içine konacaktır. Böylece onların tanıtımını yapmış olacaktır.
d) Bunun dışında derginin her sayısında adları, adresleri, yaptıkları işleri ve telefonları yazılacak, kaçıncı sayfada tanıtıldıkları bildirilecektir. Böylece dergi basılmaya devam edecek; hiç satılmasa da dergi basılmış olacaktır.
3) DERGİNİN DAĞITIMI
1- Derginin dağıtımına % 50 verilecektir. Bunun yarısı dergiyi ortağa ulaştırana verilecek, yarısı derginin parasını tahsil edene verilecektir.
2- Dağıtım dergiyi parasız evlere verecek, derginin okunması istenecektir. İçinde bir de halk yoklaması yapılacak, günlük olaylar hakkında soru sorulacak ve cevaplar tasnif edilerek dergide yayınlanacaktır.
3- Bir hafta sonra başka arkadaş varacak, derginin parasını veya dergiyi isteyecektir. Parayı veren dergiye ortak edilecek, vermeyen bir daha rahatsız edilmeyecektir.
4- Ortaklar formlarda yazarları sıralayacaklardır. Sıralamada başta yazılan kooperatifte yazanın temsilcisi olacaktır. Yazar temsil ettiği ortak sayısınca yetkili olacak ve telif hakkında ortak olacaktır.
Diğer bütün faaliyetlerimiz bu dergiye dayanmış olacaktır. Nerede en çok ortak olursa Market’i oralarda açacağız. Yenibosna marketini bir başka yerde açmak şartıyla kapatabiliriz.
a) Bu amaçla İstanbul’da olacak, bu konuda görüşmeler yapmak üzere her gün 09.00’dan 11.00’e kadar Kooperatif yazıhanesinde olacağım.
b) Ayrıca her hafta bir gün kooperatiflerin ve işletmelerin ortak toplantılarını yapacağız ve ortak karar defterine geçireceğiz.
c) Ayrıca benimle özel çalışmak isteyen olursa, günün belli saatinde veya haftanın belli yarım gününde benimle çalışma imkanı bulacaktır.
d) İstanbul’da değişik çevrelerle temas edip bu projeyi anlatmam gerek. Arabamız vardır. Ehliyeti olan arkadaş gününü bana tahsis ederse onunla dolaşmayı düşünüyorum.
Bunlar benim 2007 yılı planımdır. Yıl sonunda bakalım Allah bizi nerelere getirecektir?
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-392 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-222 İstanbul, 20 Ocak 2006
CUMHURBAŞKANI
S E Ç İ M İ
[EASAM ANKARA KONFERANSI NOTLARI]
10 Ocak 2007
(BİR)
(KEHF 18/27) بسم الله الرحمن الرحيم |
Rabbinin Kitabı’ndan sana vahyolunanı tilavet et. Yetiştiricinin yazıtından sana bildirilene uy. | وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّك |
Kelimatını tebdil edecek yoktur. Sözlerini değiştirecek yoktur. | لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ |
Onun dununda bir multahat vecd edemezsin. Onun dışında bir tutamak bulamazsın. | وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا |
İKRA’ değil, UTLU | Kıraat toplamak, Tilavet uymaktır. |
ELLEZİ değil, MÂ | Ellezi Kur’an’dır, Ma içtihattır. |
ÜNZİLE değil, UHİYE | İnzal Cebrail’in getirdiğidir, Vahiy ilhamdır. |
Kitabe değil, Min Kitabi | Kitap Kur’an’dır, Min Kitab ondan anlaşılandır. |
İleyküm değil, İleyke | Ke farzı ayndır, Küm farzı kifayedir. |
Rabbiküm değil, Rabbike | Ortak Rab değil, Allah herkese ayrı Rabdir. Doğrudan hitap. |
Mübeddilün değil, Mübeddile | Mübeddil genel olarak, Mübeddile asla. |
Kelimihi değil, Kelimatihi | Kelim basit çoğul, Kelimât sistem çoğuludur. |
Lâ Tecidu değil, v Lan Tecide | Tecidu genel olarak, Len Tecide hiçbir zaman. |
Muhteda değil, Mültehada | Mühteda uyulacak kimse, Mültehada tutunulacak daldır. |
| | |
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
(İKİ a)
DÜZEN |
ASKERÎ | HUKUKÎ |
1- Kuvvetli olan haklıdır 2- Merkezî emir komuta 3- Sonuçtan sorumlu 4- Ortak sorumluluk | 1- Haklı ola kuvvetlidir 2- Yerinden kurallar 3- Davranıştan sorumlu 4- Kişisel sorumluluk |
(İKİ b)
DAR-I |
HARB | İSLÂM |
1- Askeri alan 2 - Sıkıyönetim 3- Savaştığımız ülke 4- Çıkışa izin vermeyen ülke | 1- Bucak 2- İller 3- Ülkeler 4- Yeryüzü |
(İKİ c)
DÖNEM |
MEKKE | MEDİNE |
1- Öğrenme 2 - Tebliğ 3- Tarikat 4- Haramlar haram | 1- Uygulama 2- Cihat 3- Şeriat 4- Ve helaller helal |
(İKİ d)
FIKIH |
USUL | FURU |
1- Aklîdir 2 - Def’idir 3- Değişmez 4- İstihsan | 1- Naklîdir 2- Da’vidir 3- Değişiktir 4- Kıyas |
1- Başkan askerin amiridir, idarenin hakemidir. |
2- Başkan askerliği bilmek zorundadır, idareyi değil. |
3- İdarede yerinden yönetim var. Herkes kendi içtihadına göre amel eder. |
4- İdare başkana değil yargıya karşı sorumludur. |
(DÖRT a)
BAŞKAN |
Aşiret, | Birlikte yaşama | 42/ 26 | وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِين |
Kabile | Birlikte çalışma | 49/12 | وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا |
Şa’b | İç güvenlik | 49/12 | وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا |
Kavm | Dış savunma | 13/7 | إِنَّمَا أَنْتَ مُنذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ |
Nâs | Uygarlaşma (Hakemlik) | 16/123 | ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنْ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا |
(DÖRT b)
DEVLET BAŞKANI |
Ehline vermek | Savaş ehli olsun | 4/58 | إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا |
İlim ve cisim sahibi | Orgeneral olsun | 2/247 | وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ |
Sizden biri olsun | Uzlaşarak seçim | 4/59 | أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُم |
Nizada hakemlere | Hakemlerde uzlaşma | 4/59 | فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ |
(BEŞ)
TÜRKİYE GÜÇLÜ BAŞKANI SEÇMELİDİR |
Türkiye AB’yi veya ABD’yi seçecek yahut tarafsız kalacak. |
Türkiye işsizlik, dış borç, yargı ve basın sorunları ile karşı karşıyadır. |
Türkiye’nin PKK sorunu vardır. Bu ancak millî mutabakatla çözülebilir. |
Mevcut Anayasa, sorunları çözmüyor . Uzlaşma yoluyla anayasa hazırlanmalıdır. |
Kur’an uzlaşmayı emrediyor, millî zaruretler de buna zorluyor.
AK PARTİ askerlerle uzlaşırsa NECMETTİN ERBAKAN’ı aday göstermeli.
(BEŞ a)
ERBAKAN |
TÜRKİYE’DE | DÜNYADA |
Sanayiyi Anadolu’ya taşıdı | Halk Ekonomisini kurdu |
Halka siyaseti öğretti | İlim ile din çatışmasını bitirdi |
Halka ekonomiyi öğretti | Sağ ile sol arasındaki kavgayı bitirdi |
Türkiye’yi dünyada saygın ülke yaptı | “Adil Düzen”i insanlığa anlattı |
Askerler Erbakan’ı desteklemezlerse AK Parti asker bir adayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu kendisi önermelidir.
(BEŞ b)
KIVRIKOĞLU |
AK Parti’den önce son Genelkurmay Başkanıdır. |
Seçimde; seçim olacaktır, halk daima en doğru oy vermiştir demiştir. |
Kenan Evren; O bana bezer, işi bitince lambayı söndürür demiştir. |
Kıbrıs’ta ona karşı kurşun sıktılar. Allah öldürmedi. Demek yapacakları var. |
(ALTI)
YAPACAKLARIMIZ |
1- ESAM bu konuda tartışmaları sürdürmeli. Gelecek haftalarda değişik kişiler konuşmalı. |
2- ESAM TV 5’te her gün bir saate yakın bu konuda program yapmalı. |
3- ESAM üyeleri bu konuları milletvekillerine ayrı ayrı işbölümü içinde anlatmalı. |
4- ESAM Erbakan’ı ve Kıvrıkoğlu’nu milletimize tanıtmalı. |