Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 393
BAKARA SÛRESİ 183-184.-AYETLER TEFSİRİ
27.01.2007
3485 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 393

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             27 Ocak 2007             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 393. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

ANADOLU’YU NASIL KORURUZ?

DERİN GÜÇ VE FAAL İKTİDAR

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 55. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ(183)

أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ(184)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (YAv EyYuHAv elLaÜINa EAvMaNUv)  “Ey iman etmiş olan kimseler.”

“Ey insanların mallarını ve canlarını güven altına alan kimseler.”

Kur’an “Ey nâs” diyerek, bütün insanlara hitap ederek onların barış içinde yaşamalarını hükme bağlamıştır. İnsanlar barışa kendi istekleri ile katılacaklar, aralarında çıkan ihtilafları hakemler yoluyla çözeceklerdir. Hakemlerin kararlarına uyanlar müslimdir. Ne var ki insanların bir kısmı hakem kararlarını kabul etmez, kendi güçlerini kullanır, yani güçlü olunca artık hak hukuk dinlemez olurlar.

Haklının kuvvetli olması gerekir. Bunun için topluluktan bir grup çıkar, başkanın emrinde toplanırlar. Bunlar güç oluştururlar. Bu gücün görevi hakem kararlarına uymayanları yola getirmektir. Bunlara mü’min denir. Müslimler cizye yani bedelle bu güce katılırlar, mü’minler ise canları ile bu cihadı yaparlar. Kur’an “Ey nâs” diye hitap ederek insanların nasıl müslim olarak yaşayacaklarını öğretir ve anlatır.

Bunun yanında Kur’an “Ey iman edenler” diyerek güvenliği sağlayanlara da ayrıca hitap eder. Böylece Kur’an bir barış kitabıdır. Ama Kur’an aynı zamanda barışın korunmasını sağlayan bir cihad kitabıdır.

Dünya üzerinde barışı sağlama görevi bir zamanlar İsrail oğullarına verilmişti. Bugün de Allah’ın kendilerine vermiş olduğu ilim ve servet sayesinde dünyanın barışını sağlamakla görevli olduklarını iddia ediyorlar. Ne var ki bunu savaşlarla ve kanla sağlayacaklarını sanıyorlar. Kur’an’la İsrail oğullarının yeryüzü barışını sağlama görevi onlardan alınmış, onların yerine “iman edenler” yani “Kur’an ehli” ikame edilmiştir.

İsrail oğullarında bu görev bir kavme, bir ırka ait olduğu halde, şimdi bu görev iman etmiş olanlara, isteyen herkese verilmiş, yani artık demokrasi gelmiştir. Burada erkek kurallı çoğul kullanılmıştır.

“AMENTUNNE” denmemiş de “AMENÛ” denmiştir. Kimi bu siganın müzekker olması nedeniyle kadınları muhatap almamış, Kur’an erkeklere hitap eder demiştir. Oysa, eğer öyle olsaydı orucun kadınlara farz olmaması gerekirdi. İcma ile -hem de tüm Kur’an ehlinin icması ile- kadınlar da oruç tutmaktadırlar. Fiilen ümmetin icması vardır. Şimdiye kadar biri çıkıp da kadına oruç farz değildir dememiştir. Demek ki “Ey iman edenler” hitabı Arapçada hem kadınları hem de erkekleri içine almaktadır. Kur’an yalnız erkeklere değil, erkek ve kadınlara hitap etmektedir. Çünkü erkek sigası aynı zamanda müşterek olarak kadınları da içine alır.

كُتِبَ عَلَيْكُمْ الصِّيَامُ (KuTiBa GaLaYKuM elÖıYAvMu)  “Size savmler kitabet edildi.”

Bundan önce “vasiyet kitabet olunmuştur” denmişti. Şimdi de “sıyam kitabet olundu” deniyor.

Şu sorulabilir. “KÜTİBE ALEYKÜM” denen yerlerde yahut “KİTABEN MEVKUTA” denen yerde, bu emirlere uymazlarsa ne olacaktır? Eğer bu uymayanlar müslimler ise bizim onlara uygulayacağımız müeyyide yoktur. Onlar isterlerse bu emirlere uyarlar ve yararlanırlar, isterlerse uymazlar ve yararlanmazlar. İbadet olarak emredilmekle onlar için de geçerlidir. Katılma ve yapma hakkına sahiptirler. Dünya ve âhirette mükâfatlanırlar. Ama katılmadıkları zaman dünyevi cezalara maruz kalmazlar. Âhirette de diğer amelleri iyi ise bundan ceza görmezler. Ama mü’minlerin bu emirlere uymaları gerekir. Uymayanlara uygulanacak ceza tazir cezasıdır.

Tazir cezası şöyledir. Bu cezalar bucak içinde bucak şuraları tarafından konur. Bu yasakları işleyenler isterlerse bu tazir cezalarına razı olurlar ve bucakta kalırlar, isterlerse bucaklarını terk eder ve istedikleri bucaklarda yerleşirler. Bunlar o ilçenin bucaklarında yerleşebilirler. Bunlar misafir olarak eski bucaklarına girip çıkarlar. Ama kısasa tâbi veya ukubata tâbi bir kimse hicret ederse, ilçe dışında bir bucağa gitmelidir. Çünkü aynı ilçede olan hakemler tarafından yargılanmaktadır. Bir daha o ilçeye dönemezler. Döndükleri takdirde öldürülürler. Namaz kılmayan, zekât vermeyen, oruç tutmayan kimselere bu tazir cezaları uygulanır. Hacca gitmeyenlere ise bu ceza uygulanmaz. Çünkü Kur’an’da hac mü’minlere değil insanlara emredilmiştir.

ALEYKÜM” size kitabet olundu denmektedir, yani topluluğa emredilmiş bulunmaktadır. Mü’minler orucu birlikte tutacaklardır. Gerçi orucu herkes tutacak ama aynı zamanda imsak yapacak, aynı zamanda iftar yapacak ve aynı günlerde tutacaklardır. Onun için “ALEYKÜM” denmektedir.

Bu emre uyarak diyoruz ki, her bucak başkanı kendi bucağının mesai saatlerini tesbit eder. Orucun tutulacağı gün ve saatleri belirler. Onun fetvaları ile imsak ve iftar yapılır.

“Ey iman edenler” hitabı başka karine yoksa Cuma cemaatinedir, insanlığa değildir. Dolayısıyla bu hususta karar alma yetkisi bucaklara verilmiştir.

SIYAM” “SAVM”ın çoğuludur. Savm, saimeye akraba bir kelimedir. Saime, ahırda beslenmek amacıyla meraya salınmış hayvanların adıdır. “Sin” “Sad”a dönüşmüş, insanların belli saatlerde yemeleri ve içmeleri anlamına gelen bir fiildir. İnsanlara emredilen önce okuma ve öğrenmedir. Bu eğitim için dört müessese getirilmiştir; namaz, zekât, oruç ve hac. Namaz, zekât ve hac fıtrî müesseselerdir. Allah tarafından emredilmiş olmasa bile, insanlar kendi sezileri ile benzerini yani toplantılar yaparlar, ortak fon oluştururlar, seyahat eder ve panayırlar kurarlar. Nitekim bugün bütün devletlerde bunlar vardır. Hattâ hayvanlar içinde de bu müesseseler mevcuttur. Toplantılar yaparlar, sürü hâlinde gezerler. Arılar gibi ortak mal biriktirirler yahut kendilerine yuva yaparlar. Kutuplar arası seyahat gibi hac müesseselerini aralarında yaşatırlar.

ORUÇ” ise fıtrî bir müessese değildir. Hayvanlarda yoktur. Sadece insanlara emredilmiştir. Çünkü canlılar arasında irade sahibi olan yalnız insandır. Burada irade terbiye edilmektedir. “SAVM” insanın yapmaya gücü yettiği ve hisleri de onu yapmaya ittiği halde kişinin onu yapmamasıdır. Acıkmıştır, önünde yiyecek vardır ama akşamı beklemekte ve onu yememektedir. İşte bu durum yalnız insana mahsus bir özelliktir.

İnsanı faal hâle getiren ve onu harekete geçiren iki duygu vardır.

Biri hislerdir. İnsan ya zevk alır ve onu yapmak ister ya da acı duyar ve onu yapmak istemez. İnsanın iradesi karşısına dikilir ve ‘yapma’ der, o da yapmaz. Yahut ‘acı çeksen de onu yap’ der ve o da yapar.

İnsana etki eden bir duygu da ünsiyettir, sosyal yönsemedir. Toplulukta yapılması gerekeni yapma diye bir baskı ortaya çıkar, sen iradenle onu yaparsın yahut topluluk sana yapmayacağın şeyi emreder ve sen de onu yapmazsın. İnsan bunu iradesi ile yapmaktadır. İşte bu iradenin eğitimi oruçla yapılmaktadır. Yalnız kötü hisleri yenmek iyi hislerin ikamesi ile kolaylaşır. Kötü sosyal baskıyı yenmek de iyi sosyal baskılarla kolaylaşır. Yani, karşı topluluk oluşturmakla olur. Onun için oruç birlikte emredilmiştir, “size yazıldı” denmektedir.

SIYAM” marife mükesser çoğul gelmiştir. Bunu birkaç şekilde yorumlayabiliriz.

a)      Çoğul gelmiştir, çünkü her insanın kendi savmı yani kendi orucu vardır. Topluca yapacağız, hepimizin savmı ayrı ayrı olacaktır. Oysa namaz tek namazdır, zekât tek bütçedir. Bu sebeple burada çoğul gelmiştir. Namaz ve oruçta tekil gelmiştir.

b)      Oruç bir gün değil otuz gün tutulmaktadır. Tek gün olmadığı için çoğul gelmiştir. Marife gelerek o günlerin belli günler olduğu bildirilmiştir. Kur’an’da başka bir işaret olmasaydı, bu belli günleri istihsanla bulmamız gerekirdi. Önce onlu sistem ile onda bir gün oruç tutmalıyız diyebilirdik. Hangi günler dediğimizde; ya hilâl ya da bedir günlerinde istidlâl eder yahut başka bir istidlalle senede bir ay oruç tutarsak on ikide bir tutmuş oluruz. Bu da on civarındadır. İkili ve üçlü sistemin içindedir. Kur’an da böyle yapıyor.

c)       Yalnız bir sene oruç tutmuyoruz, her sene tutuyoruz. Bu sebeple bu emir çoğul gelmiştir. Namaz için de “salavât” kelimesi vardır, zekât için “sadakât” kelimesi vardır.

كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ (Ka MAv KuTiBa GALay elLaÜIyNa MiN QaBLiKUM) 

“Sizden kablinizde olan kimselere kitabet edildiği gibi.”

İnsan diğer canlılardan farklıdır. Diğer canlılara muhtaç oldukları her şey verilmiştir. Gerek kromozomlarda gerek beyinde her şey yerleştirilmiştir.

Canlıların çoğunda eğitim safhası hiç yoktur. Bitkilerde eğitim müessesesi hiç yoktur. Kuşlar ve memeliler dışında da eğitim müessesesi yani yetiştirme müessesesi yoktur. Yumurtadan çıkan yavru yaşamasını bilmektedir. Kuşlarda ve memelilerde yavruları besleme ve emzirme vardır. Ancak bu hem kısa sürmekte hem de öğrenecekleri şeyler bellidir. Milyonlarca sene yavrularına aynı şeyleri öğretirler.

Oysa insan için bu tamamen farklıdır. İnsanın ergin olanları da ne yapacaklarını bilmezler. Her gün beklenmedik olaylarla karşı karşıya kalmaktadırlar, beşikten mezara kadar öğrenme ve öğretme durumundadırlar. İlimde benim bugün karşı karşıya olduğum durum geçen seneden farklıdır. Bugün yeniden düşünmek ve öğrenmek durumundayım. Yaşımın seksene varması bu durumu değiştirmiyor.

İşte beşikten mezara kadar eğitime tâbi insan bunu belli müesseselerle yapmaktadır. Bunun başında geleni birlikte belli kitapları okuma şeklinde ortaya çıkar. Bu yaşama eğitimi namazla, çalışma eğitimi zekâtla, toplanma eğitimi hacla ve irade eğitimi de oruçla yapılmaktadır. İnsan beşikte iken öğrenmeye başlar, sonra öğretmeye geçer, ömrünün sonuna kadar öğrenir ve öğretir. Başkalarından öğrenir, başkalarına öğretir. Akarsu misali uygarlık böyle sürüp gider. Ne var ki insan yalnız öğrenmekle kalmaz, iradesi ile öğrendiklerine katkıda bulunur. Bunu yaparak da gösterir. Böylece uygarlık insanlığın deneyimleri ile gittikçe gelişir ve sosyal evrim olur. Oysa diğer hayvanlardan hiçbirinde sosyal evrim yoktur. Demek ki oruç bir eğitim aracıdır, hem de uygarlığın yakıtı olan iradenin eğitilmesi aracıdır. Oruç uygarlıktır diyebiliriz.

Bu eğitim müessesesi insanlıkla başlamıştır. Oruç da insanlıkla başlamıştır. İbadetler dediğimiz eğitim müesseseleri olmasaydı insanlık bu seviyeye ulaşamazdı. İbadetler sayesinde bugünkü seviyeye ulaştı yani uygarlık eğitimi getirmedi, eğitim uygarlığı getirdi.

Bugün de eğitim yapılmaktadır. Hattâ Türkiye’de bütçedeki en büyük pay eğitime ayrılmaktadır. Halk okullarda ilk yaşlarda eğitilmektedir. Sonra askerlikte eğitilmektedir. Bir işe başlarken staj yaptırılmak suretiyle eğitilmektedir. Ayrıca basın yayın yoluyla insanlar sıkı eğitime tâbi tutulmaktadır. Bugünkü eğitim müessesesinde irade eğitimi yer almamaktadır. İnsanlar hayvani eğitimle iktifa etmektedir. Askerlikte ise irade eğitimi de yapılmaktadır.

Kur’an ise eğitim müesseselerini belirlemiştir.

Bugünkü eğitim müesseselerinden farklı olarak bazı esaslar getirilmiştir.

a)      Beşikten mezara kadar eğitim.

b)      Serbest eğitim. Yani, insanların ne öğrenmelerine yine kendileri karar verir. Ne isterlerse onu yaparlar. Tecziye değil teşvik.

c)       Yaygın eğitim. Beşikten mezara kadar herkes için her zaman eğitim vardır.

d)      En önemlisi üretimde eğitim. Yani eğitim yapılırken aynı zamanda üretim yapılmalı, insan hem çalışıp hem okumalı, sorunlarını çözerken öğrenmelidir. Başka türlü beşikten mezara kadar eğitim olmaz.

Sonra eğitim değerlendirilmelidir. Yani insanın kimin ne olduğunu bilmesi ve ehliyete sahip olması gerekir. Bunun için de şu ilkeler kabul edilmiştir.

a)      Eğitim serbesttir ama imtihanlar ortaktır, kamu tarafından yapılır. Herkese topluluk içinde ilmî, dinî, meslekî ve siyasî ehliyet tevcih edilir.

b)      Ehliyeti dayanışma ortaklıkları verirler, ehliyet teminatlıdır. İnsan bilgisizlikten dolayı hata yaparsa ilmî, beceriksizlikten hata yaparsa meslekî, ihmalden dolayı zarar verirse dinî ve kasten iras edilen zararlar siyasî dayanışma ortaklıklarınca tazmin olunur.

c)       Bir işi yapmak için teminatlı ehliyete sahip olmak yetmez, ilgililerce o işin talep edilmesi gerekir. Böylece ehliyetlilerin seçilmesi sözkonusudur. Sadece ehliyet yeterli değildir, sadece seçilmiş olmak yeterli değildir. İkisi bir arada olmalıdır. Mesela, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girebilmek için akademik kariyer yapmış olmak ve -en az diyelim ki- 50 000 kişinin vekâletini almış olmak gerekir.

d)      Görevli olmak için belli yaşlar arasında olmak şarttır. Parlamentoya girmek için 40 yaş şart koşulabilir. 63 yaştan sonra fahri üye olur.

Kur’an’ı yeniden ele alıp bunun için yorumlamamız gerekmektedir. Eğitim, ehliyet, görevlendirme ve sorumluluk müesseseleri ne durumdadır? Kur’an ne diyor, lâikler ne diyor? Hangisi daha üstündür? Onu araştırmamız gerekir. Ama onlar tartışamazlar, çünkü bâtıl üzerinde oturduklarını bilmektedirler.

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ(183)  (LaGalLaKuM TatTaQUvNa)  “İttika edesiniz diye.”

“Li Tattaqû” olsaydı emir olurdu, yani ittika ediniz olurdu “Li Tattakûn” olsaydı, ittika etmeniz için bunları yaptık denmiş olurdu. “LEALLE”yi ise edesiniz diye tercüme ediyorsunuz. Etmeniz gerekir anlamı çıkar. Emir değildir ama yapılması istenen şeydir.

Orucun kendisi gaye değildir, insanları aç bırakma değildir. Hele kişinin aç kalması ne Allah’ın ne de topluluğun yararınadır. Ama oruçla irade eğitimi alınmakta, kişiler o sayede yasaklara riayet etmekte, hayırlı işleri yapmakta, böylece topluluk takva üzerinde olmaktadır. Evde aile fertleri kurallara uyarsa, topluluk şuur altında kurallara uyma eğitimini almış olur. Köyümüzdeki her türlü davranış namazla ayarlanmıştır. Önce her türlü temizliğe titizlikle riayet olunur çünkü namaz geçmez. Kişiler temiz olur, ev temiz olur, çevre temiz olur. Çünkü pislik olursa namaz fasit olur. Giyim de öyledir. Öyle giyinilmelidir ki namaz fasit olmasın. Çocuk böylece tüm hayatının ibadetlere odaklandığını görünce kendisi de ona göre yetişir. Hele aşiret içinde bu ibadetler birlikte yapılınca çocuklar da cemaate katılırlar. Evde herkes kitap okursa çocuk da kitap okur.

“Oruç size yazıldı” çünkü onunla iradenizi terbiye edecek, böylece topluluğunuz ittika etmiş olacaktır.

***

أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ (EayYAMan MaGDUDAvTin)  “Ma’dut yevmler olarak.”

“SIYAM” kelimesi burada açıklanmaktadır. Sıyam merfudur yani ötrelidir, bu ise mensuptur. O halde sıyamın ne sıfatı ne de bedeli olabilir, ancak hâli olabilir. Oruç sayılı günler olarak farz edilmiştir. Bu sayılı günler çoğul olduğu için en az üç gündür. Üç gün olarak emrolunuyor. Tekerrür ettiği için bunu yıllık veya haftalık olarak da alabiliriz. Haftalık alırsak senenin yarısını tutmamız gerekir. Bu çoktur. Senelik alırsak o zaman da yüzde birden az zaman almış olacağız ki bu da çok azdır. En uygun olanı ayda üç gün olarak tutarsak, bu ayın onda biri olur ki bu da uygun düşer. Nitekim bu âyet nâzil olunca ayda üç gün oruç tutulmaya başlanır. Dolunay günlerinde tutuluyordu.

YEVM” müzekker bir kelimedir. Çoğulu “Ma’dudet” olarak gelmesi gerekirken “MA’DUDÂT” olarak gelmiştir. Kurallı dişi çoğuldur. Bu günlerin birbirlerini tamamladığını ifade eder ki, bunun da bir arada tutulması gerekir. Çünkü ancak o takdirde fonksiyon icra edebilir. Gündüzleri yemek yemeyince bedende düzen değişir ve yeni duruma göre ayarlamalar başlar. Canlılarda biyolojik saat vardır. Yemek saati yaklaşınca o saat çalar ve insanlara ‘yemek vakti geliyor hazırlıklı olun’ denir. Vücuttaki bütün hormonlar buna göre hazırlıklı hâle gelir, o saatte acıkma olur. Böyle bir duruma alışmış iken vücutta belli saatlerde acıkma olur ama yemek yenmez. Eğer bu durum devam ederse vücut yeni duruma göre vaziyet alır. Artık öğleyin acıkmazsınız. İşte bedenin böyle bir alışkanlığı elde etmesi için peş peşe oruç tutulması gerekir. Acıkma vücuda salınan bir hormon sonucu olmaktadır. O hormonu ölçmek suretiyle acıkma saati ve derecesi ortaya çıkabilir.

Şöyle bir deneme yapılır. Bir kimseye bir yıl muntazaman öğleyin yemek verilir. O saatte acıkma derecesi ölçülür. Sonra birden öğle yemeği kesilir. Vücutta acıkma meydana gelir. Bu devam ederse gittikçe acıkma derecesi azalır. Belli sayıdan sonra artık eski alışkanlık bırakılmış ve yeni alışkanlığa geçilmiş olur. Üç günde neler olur, onun da belirtilmesi gerekir. Sayılı günlerde oruç tutulması gerektiği hususu belirtilmiş oluyor.

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا (Fa MaN KAvNa MinKuM MaRIyWan) 

“Sizden kim merid olursa.”

Burada “Fa” harfi ile sistem yapılmıştır. “Fa” ile yapılmasıyla genel kural getirilmektedir. Her zorluğun bir kolaylığı vardır, “Elem Neşrah” sûresinin getirdiği kuraldır. Genel olarak zorluk kolaylığı davet eder.

Kolaylık iki şekilde olmaktadır.

Biri, tahfif suretiyle kolaylık gelmektedir. Namazın kısaltılması, teyemmümün yapılması gibi. Bunlar tahfif misalleridir.

İkinci kolaylık yüsr ise tehir suretiyle yapılan yüsrdür. Oruçta tehir suretiyle kolaylık getirilmektedir. İşte “Fa” harfi böylece kuralı genelleştirmektedir. “Elem Neşrah”a te’kiden her zorluğun yalnız bir kolaylığı var demektir. O halde ya tahfif yapılacak ya da tehir. İkisi birden olmaz. O sebepledir ki namazın kazası yoktur. Unutma ve uyku hallerinde kaza değil vaktin ertelenmesi sözkonusudur. Halbuki oruçta vakit ertelenmemiştir. Öyle olsaydı iyileşir iyileşmez hemen tutması gerekecekti. Oysa kaza istendiği zaman yapılmaktadır.

Kur’an’da hastalık olarak maraz, sakim, eza ve a’rec kelimeleri geçmektedir. Kör, dilsiz ve sağır kelimeleri de vardır. Bir kimseye ne zaman hasta diyeceğiz? Doktorlar bir kimsenin hasta olduğunu nasıl bilirler? Bugünkü bilgiler içinde hastalık insanın vücudunda hareket eden tek hücreli yabancı varlıklar ve virüslerin çoğalması ile bilinmektedir. Yaralı birisi de hastadır. Onda mikrop yoktur ama hayat fonksiyonları doğru çalışmamaktadır. Ayağı burkulmuş yahut darbe almış kişinin de hastalığı sözkonusu olabilir. Eti yenmeyen hayvanlar sayıldığında orada ölüm sebepleri sayılmıştır. Mesela boğulmuş veya dövülmüş denmektedir. Hastayı şöyle de tarif edebiliriz. Tedavi edilmediği takdirde kişiyi ölüme götüren insandaki hal diyebiliriz. Buna göre kör, sağır ve sakat gibi durumlar maraz değildir. Körüm, bu sebeple oruç tutmam diyemez.

Bunun illeti nedir?

Bunun illeti orucun o kişiye zarar vermesidir. Orucun zarar vermediği hastalık yok mudur? İllet bu ise orucun zarar vermediği hallerde hasta orucu erteleyemez mi? Hanefilerde eğer maraz kelimesi o durumda olanı da kapsıyorsa ve hastaya zarar vermeme hâli varsa o illet kabul edilemez. Böyle illete illeti kasıra denmektedir. Kelimenin kapsamında olan bazı fertler kapsama dışına çıkarılmaktadır. Bu nassın illetle tahsisidir. Caiz değildir. Şafiilere göre ise böyle bir tahsis caizdir. Hanefilere göre “MARAZ” şöyle tarif edilebilir. Açlığın kişiye zarar vermesi durumunda olanlar marazdır.

Bizim görüşümüz şudur. Orucun hastaya farz olmaması veya yasaklanması hastanın oruçtan zarar görmesi değil, oruçtan yararlanamamasıdır. Sağlıklı iken oruç tutulursa orucun faydası olur. Ama hasta iken oruç tutulduğunda zarar vermese de yararı olmayacağı için hasta oruç tutmaz. Köre yarayacağı için oruç tutmaktadır. Ezası olan kimse de oruç tutmaz. Bundan dolayıdır ki hayızlı kadınlar oruç tutmazlar. Çünkü hayızlı iken oruç tutmaları onlara fayda vermez. Namaz için aynı şeyi söyleyemeyiz. Namazda yüsr tahfif ile olduğu için hayızlı olan kadın teyemmüm edip namazını kılmalıdır. Bu uygulama sünnete aykırıdır. Hazreti Peygamber hayızlı olanların tavaf etmemeleri ve namaz kılmamaları şeklinde talimat verdi rivayetlerde vardır.

Kur’an’ın hükümlerine aykırı olarak gelen bu rivayetlere biz uymak durumunda mıyız? Kur’an’la hadis arasında tearuz varsa ne yapacağız? Bunun için mezhepler arasında ihtilaf vardır. Ebu Hanife’ye göre;

a)      Bu tür hadisler eğer tevatüren bize gelmişse ona uyarız. Hangisi daha açıksa yani âyet daha açıksa âyetin hükmüne, hadis daha açıksa hadisin hükmüne uyarız. Ebu Hanife’nin bu görüşünü o devir için doğrularız. O devir sünnet devridir. Zaman ve mekan değişmemiştir. Hazreti Peygamber öyle uygulama yapmışsa kendisine göre bir dayanağı vardır. Ama artık çağ değişmiştir. Dolayısıyla biz mütevatir olsa da, eğer Kur’an’ı o doğrultuda yorumlayamıyorsak, yani bizi usulde o tarafa götürmüyorsa, biz Kur’an’ı uygularız, mütevatir olsa da durum değişmez.

b)      Eğer sahabelerin veya ümmetin uygulaması hadis yönünde ise icma olduğu için ona uyarız, diyor Ebu Hanife. Çünkü o sükuti icmayı da icma kabul ediyor. Bize göre ise iki türlü icma vardır. Biri, Kur’an’ın âyetlerine mânâ verme bakımından icma. Zekât hakkında, namaz hakkında yapılan birçok icma böyledir. Biz bu icmalara uymak zorundayız. Yoksa Kur’an’ı tahrif etmiş oluruz. Ama Kur’an’a dayanmayan icmalar kendi zamanlarının icmasıdır. Zaman ve mekan değişmiştir. Bugün uymak zorunda değiliz. Dolayısıyla biz Kur’an’ın hükümlerine uyarız.

c)       Ebu Hanife’ye göre mütevatir hadis önce âyet sonra gelmişse âyete, hadis sonra ise yani âyet nâzil olduktan sonra amel etmişse biz hadise uyarız. Kur’an’da nesih vardır. O zaman için öyledir. Uygulamada son uygulama ne ise ona göre amel edilir. Bizim için ise Kur’an cümleten vahide olarak inmiştir. Çünkü Kur’an’ın iniş sırası belli değildir, bilinmemektedir. Tahminlerle sıralama yapılmaktadır. Hattâ birçok sûrenin Mekkî mi Medenî mi olduğu da belli değildir. Kur’an ise mütevatiren bize gelmiştir. O halde biz Kur’an’ı birden gelmiş kabul edeceğiz. Kur’an’ın ne yazılış sırasını ne de geliş sırasını göz önüne almayacağız.

d)      Ebu Hanife Şafii’nin hilafına tahsis ve takyidi nesh kabul eder, beyan kabul etmez, yani açıklamadır der, değiştirme değildir der. Oruç tutsun, hasta tutmasın ifadeleri istisna ile değilse, aynı zamanda gelmişse tahsistir. Mesela Kur’an’da madud eyyam ayda üç gün oruç iken, sonra Ramazan ayı gelmiştir. Şafii’ye göre bu nesh değildir. Sırası önemli olmadan hangisi açıksa ona uyulur. Ebu Hanife’ye göre neshtir. Biz usul olarak Ebu Hanife’nin usulünü benimseriz. Ama bize göre bu âyetler aynı zamanda indiği için birbirini nesh etmez, birbirini açıklar. Çoğul nekire olduğu takdirde üçe delâlet eder ama çoğa da delâlet eder. Açıklama yapılmışsa ona delâlet etmiş olur.

Konumuza gelinirse, Hazreti Peygamber’in bu hadisleri mütevatir değildir, meşhur olabilir. Mütevatir olsa da Kur’an’ın hükümlerine uymamaktadır. Teyemmüm âyetinden sonra olduğu da kesin değildir. Bütün bunlar doğru olsa da o günkü zaruretten dolayı Hazreti Peygamber bu ruhsatı vermiştir. Kadınlar namaza gelmiyorlardı, çünkü kendilerini koruyamıyorlardı. Onun için zaruretten dolayı onlar cemaate gelmekten ve tavaf etmekten muaf tutulmuştur. Evlerinizde de kılmayın şeklinde bir rivayet mevcut değildir.

Fıkıhçıların ittifaklarından ayrıldığım birkaç husus vardır, biri budur. Bir diğeri de üç talakın birden olmasıdır. Miras taksiminde de mirasın üçte birinde biraz farklı görüşümüz vardır.

Bir yıl içinde yaptıklarını bile değiştirme ihtiyacını duyan bugünkü insanların şunu düşünmeleri gerekir. Bin yıldan öncesinde yaptıkları içtihatlarda ittifak eden müçtehitlerde ancak üç dört yanlış bulabiliyoruz. Bu ne büyük başarıdır.

أَوْ عَلَى سَفَرٍ (EaV GaLAy SaFaRin)  “Yahut sefer üzerinde iseniz.”

SEFER” sabah aydınlığıdır. FECR, kısmen gökteki aydınlıktır. FER ise güneş doğmadan göğün tam aydınlanmasıdır. Mukim olanlar genellikle evlerde veya çadırlarda yaşarlar ama yolcular gece dışarıda yatarlar ve göğün aydınlanmasını bizzat uyanarak yaşarlardı. Böylece gece dışarıda kalacak yolculuğa çıkanları misafir ederlerdi. Yola çıkmayı da “SEFER” kelimesiyle ifade ederlerdi. Burada ise “sefer üzerinde iseniz” diyor. Böylece kısa yolculukların seferini kastetmiyor. Hazreti Peygamber de kendi uygulamasında yakın yolculuklarda namazları kısaltmazdı, uzun yolculuklarda kısaltırdı. Uzun yolculuğun fıkhına göre misafir olunacağında ittifak vardır. Ne var ki bu uzun yolculuk üzerinde ihtilaf vardır.

Ben bu ihtilaflara onlardan farklı bir yaklaşımla katılacağım. Önce, sefer uzak yolculuktur. Bu hususta onlarla aynı görüşteyim. Onlardan ayrıldığım konu, seferde oruca ruhsat verilmesinin illeti üzerindedir. Bu da yine meriddeki benzer şekildedir. Merid/hasta için oruç zararlı olmasa da yararlı olmayacağı için oruç tutulamaz. Ağır hasta için tutsa da geçersizdir. Burada Ramazan’da tutmada bir yarar yoktur. Çünkü orucun topluca tutulması istendiği için Ramazan ayında tutulması emredilmiştir. Yoksa toplu tutulma sözkonusu olmadığı için artık ne zaman tutulursa tutulsun tutulmuş olunacaktır. Onun için serbest bırakılmıştır. Ama yararı olduğu için hastalığın aksine burada ruhsat vardır. Fakihler bunun illetinin meşakkat olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Biz bu ittifaklarına uymuyoruz. Seferde orucun tutulması meşakkat olduğu için değil, o günlerde tutulmasının onun için bir yararı olmadığından dolaydır. Ramazan’da tutulmasının illeti birlik sağlamak amacıyladır. Burada illet kalktığı için hüküm de kalkmaktadır. Ağır işte çalışan için neden ruhsat olmadığı hususunda hep zorlanmışlardır. Bizim için ise zorlama yoktur. Kur’an’da bir hüküm için sadece bir örnek gösterilir. Hamr veya hınzırdan başkası zikredilmez. Oysa burada iki örnek verilmiştir. Bunlardan biri sefer biri maraddır. Bu nasıl olmaktadır? Bunun cevabı çok açıktır. Çünkü birinde illet faydasız olmasıdır, diğerindeki illet ise Ramazan’da tutmanın zorunlu olmasıdır. İlletler farklı olduğu gibi hükümler de farklıdır. Birinde ertelemek zorunludur. Tutulsa geçersiz olur. Diğerinde ise ertelenebilir. Acelesi olmayandır. Dolayısıyla ister hüküm ister illet bakımından farklı olduklarından ikisine de örnek verilmesi gerekir.

Şimdi sefer için yeni illeti tesbit ettikten sonra artık seferin uzaklığı hakkında da hüküm verebiliriz.

Seferde olmak demek, kişinin gecesini kendi bucağı dışında geçirmesi demektir. Demek ki bucağından ayrılan kimse kısa yolculuğuna çıkmıştır. Bunun uzak olanı da ilinden ayrılmış olması olmalıdır. Demek ki ilin dışına çıkmaya niyet eden kimse, kendi bucağından ve beldesinden ayrıldığında sefer üzerinde olmuş olur.

Bu hüküm namaz için de geçerlidir. Seferde olanın sefer hükümlerine tâbi olduğunu hatırlamış olur. Misafirler kendi aralarında misafir namazlarını kılarlar. Garaj mescitlerinde imam olan kimse misafir namazını kıldıracak, misafir değilse imam olmayacak. İkamet yerlerinde imam ikamet namazını kıldıracaktır. Mukim değilse imam olmayacaktır. Hazreti Peygamber aleyhisselâmın böyle bir hadisi vardır. Mukim misafir mescidinde imama uyarsa tamamlar. Misafir mukim mescidinde uyarsa o da tamamlar.

فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ (FaGıdDaTun MiN EayYAMin EuPaRa) 

“Başka günlerde oruç tutar.”

Fakihler bu başka günleri serbest bırakmışlar, istediği zaman tutar demişlerdir. Hattâ seneler sonra da tutabilir diyorlar. “EYYÂM”ın nekire olması dolayısıyla başka günlerde tutmanın serbestlik olmasını ifade eder.

Ancak burada “UHARA” kelimesi gelmiştir “Fa İddetün Min Eyyamin Misluhu” diyebilirdi.

UHARA” deyince Ramazan ayı dışındaki günler, ona karşı gelen günler demektir. Her Ramazan’ın uharı bellidir. O ayın dışında kalan o yılın on bir ayıdır.

Bize göre, bu o yılın günleri içinde olmalıdır. Daha sonraki yıllara bırakılması meşru değildir. Çünkü orucun faydası yıl içinde tutulmasıdır. Her yıl tutulması gerekir. Erteleme yıl içindedir. Bu bize başka bir hükmü getirmektedir. Erteleme ile yapılan kolaylıkta kazanın mânâsının kaybedilmemiş olması gerekir. Makul bir zamana kadar ertelenir. Yoksa tehir vardır diye tehir ilanihaye değildir.

EYYÂM” mutlak zikredildiği için yıl içinde parça parça da tutulur. “Fa Ma’dudatun Min Eyyamin Uhar” denseydi o zaman beraber tutulması gerekirdi.

وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ (Va GALay elLaÜIyNa YUvOIyQUvNaHuv)  

“Ona takati yeten kimseler üzerine.”

Buradaki zamir nereye gitmektedir? Önce bunu çözmemiz gerekir. Ona göre mânâsı üzerinde düşünmeliyiz. Bu zamir sıyama gitmez çünkü müfrettir, savm ise müzekkerdir. Onun çoğuluna zamir “Ha” olarak gider; “Yutîkûnehâ” denmesi gerekirdi, oysa “Yutîkûnehu” denmiş olmaktadır. Bu ancak “Ma’dûdât”a gidebilir. Çünkü müennes çoğula zamir müzekker müfret gidebilir. O halde orucu günlerinde tutmaya gücü yeten kimseler yani hasta veya misafir olmayan kimseler denmiş olur, fidye farz olur. 

TAKAT” ip örülürken önce lifler bir araya getirilerek iplik yapılır. Sonra iplikler birleştirilerek ip yapılır, yani bir ip daha ince iplerden oluşur. İşte bu ilk ipliğe veya ipe “TAKAT” denir. İpte takatlardan biri kopunca onun yükü de diğerlerine biner ve diğerleri zorlanırlar. Böylece takat güç anlamındadır. Zora dayanma veya zorlanma anlamına gelir. Arapçada mastar meçhul ve malum için aynı olduğundan takat getirmek iki anlama gelir. Gücü yeten veya zorlanan anlamındadır. Türkçedeki güç de böyledir.

ELLEZÎNE” kelimesi müzekker kurallı çoğuldur. Topluluğa emredilmektedir. Burada emredilen şey Ramazan Bayramı ziyafetidir. Herkes bir günlük yiyeceğini fitre olarak birleştirecektir. Zengin kendisinin mutfak masrafını, fakir de kendisinin mutfak masrafını bucak başkanına verecektir. Böylece toplanan fon ile bayramlık yemek pişirilecektir. Bütün bucak halkı, büyüğü küçüğü ile herkes sabah namazına gelecekler, bayram namazlarını kıldıktan sonra ortak sofrada birlikte yemek yiyeceklerdir.

Burada ne olmuştur?

Fakirler zenginlerin yediği yemeğe yakın yemek yiyecek, zenginler de fakirlerin yediği yemekten yiyeceklerdir. Bu bütün bucak halkını eşitlik içine getirmiş olacaktır. Bunun için müzekker kurallı çoğul kullanılmıştır. Aynı ziyafet Kurban Bayramında da kurbanlık et için yapılır. Kurban etleri üçe ayrılır. Üçte biri eve getirilip buzdolabına konur. Üçte biri kurban kesmeyenlere dağıtılır ve evlerine götürürler. Üçte biri de o gün akşama kadar orada pişirilerek birlikte yenir. Bu üçte biri yerine şu şekilde fetva verebiliriz.

Kurban kesildikten sonra bütün etler birleştirilir. Örnek olarak kavurma yapılır ve bütün kurban etleri birbirlerine karıştırılır. Sonra o kıymadan aileler istedikleri kadar alır, ayrıca orada pişirir ve yerler. Akşama kadar doyasıya herkes et yer. Artan kısım ikiye ayrılır. Biri kurban kesenlere evlerine götürmeleri için bölüştürülür. Diğeri ise kurban kesmeyenlere yine evlerine götürmeleri için bölüştürülür. Bu et buzdolabına konur ve yıl içinde şifa olsun diye yenir.

Bu hükümleri Kur’an âyetlerinden ve bu âyete kıyas yaparak çıkarıyoruz.

فِدْيَةٌ (FiDYaTün)  “Fidye vardır.”

FİDYE” esir düşen birini kurtarmak için verilen maldır. “Diyet” ise ölen bir kimsenin tazminatı olarak verilen değerdir. Fidye pazarlığa tâbidir. Oysa diyet şer’an belirlenmiştir. Gücü yeten kimselere yani birlikte oruç tutanlara, sayılı günlerde Ramazan ayında oruç tutanlara fidye vardır. Neyin fidyesi vardır? Neyi kurtarmak için fidye vereceklerdir? Fidye burada mastardır. Onun için tekildir. Feda emirleri vardır. Çünkü zenginler miskinlerin haklarını almışlar, onların hakları ile zengin olmuşlardır. Onların mallarında fakirlerin hakkı vardır.

Orucu tutarken bunu hatırlayacaklar, aç kalmanın ne olduğunu anlayacaklardır. Miskinlerin yıl içinde ne durumda olduklarını hatırlayacaklardır. Dolayısıyla onların feda etmeleri gerekir, yani onların haklarını vererek kendi mallarını kurtarmaları gerekir. Gerçi zekât vererek bu işi yapmaktadırlar ama zekâtı ancak zenginler vermektedir. Burada fakirlere de iş düşmekte, herkes vermeye ve almaya alıştırılmaktadır.

طَعَامُ مِسْكِينٍ (OaGAMu MiSKiYNin)  “Bir miskinin it’amı vardır.”

Kendisinden başkasını it’am edecektir. Bunu sağlamak için şöyle yapıyoruz. Bir miskini doyuracak ama herkes o miskini kendi yediği ile doyuracak.

Buradaki fidyenin ikinci mânâsı ise, oruç tutmaya gücü yetmeyene karşı fidye gücü yetenlere yüklenmiş bulunmaktadır. Fidyenin mânâsı şu oluyor, o eğer o yıl ertelenen orucu tutmazsa, o zaman her gün için bir fidye verilecektir. Bu fidyeyi kimler verecektir? Gücü yetenler vereceklerdir. Neye gücü yetenler? Oruç tutmaya gücü yetenler vereceklerdir. Bunu da biz şöyle anlıyoruz.

Bir aşiret içinde olanlar, eğer bir hasta iyileşemez ve oruç tutamazsa, o zaman hasta olmayan kimseler onun adına tutamadığı günlerin fitresini vereceklerdir. Her gün için bir fitre verilecektir.

Bizim fakihlerden ayrıldığımız husus şudur. Oruç tutamayanların fitre verecekleri hususunda mutabıkız. Ancak onlar fitreyi hastanın kendisinin vermesi gerektiği görüşündedirler. Benim görüşüm ise, hastanın yerine aşiretteki oruç tutan kimselerin paylaşarak vermeleri gerektiği yönündedir. Oruç tutmaması gerektiğine de onlar karar verirler, doktora onlar danışırlar. Aşiret başkanı karar verir.

Bunun miktarı başka âyetlerde tarif edilmiştir. Ehlinin yediğinin orta değeri kadardır.

فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ (Fa MaN TaOavVaGA PAYRan Fa HuVa PaYrUn LaHUv) 

“Kim hayır tatavvu’ ederse o ona hayır olur.”

Fa” harfi ile ifade etmesiyle bunu tatavvu’ kabul etmiştir.

TATAVVU’” itaatten gelen bir kelimedir. Ne var ki kendi isteğiyle uyarsa demektir. O halde fitrede emir vardır ama zorlama yoktur. Herkes kendisi neyi takdir ederse onu getirir. Az getirdin, çok getirdin tartışması yapılmaz. Bu bayram fitresi için de böyledir, bu hasta fidyesi için de aynıdır. Ne gelirse o pişirilir, ne gelirse o dağıtılır. Kim tatavvu’ ederse kendisine tatavvu’ etmiş olur, âhirette sevabını alır. Bu dünyada da kendisi için bu yararı olur, o topluluktan kopmamış olur.

Bayram yemekleri yerine iftar yemekleri sözkonusu olmaktadır. Belediyelerin iftar çadırları kurmaları kıyasen hasen bir bid’at olmaktadır. Burada önemli olan husus, herkese aynı yemeğin verilmesi, isteyenlerin de buraya katkıda bulunmasıdır. Para toplayıp yoksulları bulup dağıtacağımıza, asıl yapacağımız iş şudur:

Böyle parasız yemek veren yerlerin her semtte açılması. Hayır yapmak isteyen kimse pişmiş hazır yemek getirebilir. Böylece evlerde artan yemekler heder olmaz. Günü dolmakta olan yiyecek malzemesini getirebilir, böylece onların israfı da önlenebilir. Bazı hayırseverler doğrudan nakit yardımında bulunabilir. Bunlar buzhanelerde veya başka uygun yerlerde muhafaza edilir. Gelenler burada yerler. Böylece kim muhtaçsa onlar gelirler. Gelmeyenlere de komşuları götürür.

Bu sayede dengeli bir it’amı miskin olur.

“Elezîne Yutîkûnehu” deyip kurallı çoğul getirilmesinin hikmetleri bunlardır.

وَأَنْ تَصُومُوا (Va EaN TaÖUvMUv)  “Savm etmeniz.”

Oruç tutmanız, bir arada birlikte oruç tutmanız size hayırdır. Tek başına kişilerin ayrı ayrı oruç tutmalarının kişilerden her birine ayrı ayrı hayrı vardır; bir de bir arada oruç tutmanız size hayırdır.

“Savmukum Hayrun Lekum” denmemiş de, “EN TESÛMÛ” denmiş, birlikte savm etmeniz denmiştir. Yani misafirlerin ve hastaların ayrı zamanlarda kaza etmelerine ruhsat verilmiştir, ancak birlikte oruç tutmada yarar vardır. Birlikte oruç tutma ne demektir?

Herkes kendisi oruç tutacağına göre, ayrı ayrı olarak tutulan oruç nasıl birlikte tutulan oruç olmaktadır?

1-      Herkes aynı günlerde oruç tutmaktadır. Böylece topluluk tarih bilincini yaşamaktadır. Gökteki ay takip edilmektedir. Herkes belli aylarda belli işlerini yapmaktadır. Bu ay takvimine göre yapıldığı için güneş takvimi ile karşılaştırılmaktadır. Tarih bilincinde olmanın sağlayacağı yarar, herkesin yaptıklarını ve yapacaklarını günleri ile karşı tarafa bildirmiş olmakla, karşı tarafın da kendisini ona göre ayarlaması topluluk için hayır olmaktadır.

2-      İmsakin aynı saatte yapılması. Bunun için imsak vaktinin ortak olarak belirlenmesi, herkesin fecirden önce kalkması ve ortak hareketi. Takvim belirlendiği gibi burada günün saatleri de belirlenmektedir. Gerçi bu namazlarla da yapılmakta ise de, burada gece kalkıp sahur yemek suretiyle halkın önemli bir eğitimi yapılmaktadır. Buna neden gerek vardır? Gerek vardır çünkü yangın, sel, zelzele, saldırı gibi tabiî ve doğal afetler böyle saatlerde ortaya çıkar. Halkın bu anda birlikte uyanıp harekete geçmeleri gerekmektedir. İşte birlikte oruç halka bunun eğitimini vermektedir. Ocaklarda yani apartmanlarda geceleri erkekler, gündüzleri kadınlar tarafından nöbet tutulur. Böyle bir afet olduğunda halk uyarılır. Halk birden kalkar ve hazır hâle gelir. Ortak savunmaya geçer. Zarar asgariye indirilmiş olur. İşte birlikte sahura kalkma ve bu sahur vaktinin tespiti orucun birlikte tutulması anlamına gelir.

3-      Gündüz herkes oruçlu, kimse yemiyor içmiyor. İnsanlar açlıkla birlikte mücadele etmekte, aynı şartları birlikte yaşamaktadırlar. Bu durum insanları birbirlerine yaklaştırmaktadır. Bütün canlılarda sıkıntılı zamanlarda birbirine yaklaşma ve dayanışma içgüdüsü vardır. Bunun için sürüler hâlinde dolaşırlar. Oruçlu olduklarında insanların hepsi açlıkla karşı karşıya geldikleri için birbirlerine yaklaşma ihtiyacı duyar ve dayanışma içine girerler.

4-      Birlikte iftar yapma da aynı zevki verecektir. Herkes akşam yemeğine hazırlanmaktadır. Komşular pişirdikleri yemekleri birbirlerine ikram etmektedirler. Birlikte namaz kılınacak ve akşam sohbeti doymuş olmanın sevinci içinde kutlanacaktır.

İşte, birlikte oruç tutma demek, böylece sahura kalkma demek; aynı günlerde birlikte sahura kalkma, gündüzün birlikte yemeyi tatil etme ve aynı zamanda iftar açma demektir. Bu vakitlerin tespiti ve yiyeceklerin hazırlanması birlikte yapılmakta, ortak davranma eğitimi gerçekleştirilmektedir.

خَيْرٌ لَكُمْ  (PaYRun LaKuM)  “Sizin için hayırdır.”

HAYIR” kelimesi ismi tafdildir. Özel olarak bu şekli almıştır. Daha iyidir. Yani, ayrı ayrı oruç tutmanızdan, birlikte oruç tutmanız sizin için hayırlıdır. “Va” harfi ile getirilmiştir. Yani, birlikte oruç tutmanızda, ayrı ayrı oruç tutmanızda size yani topluluğa hayır vardır. Bu sebepledir ki hasta veya yolcu değilseniz orucu Ramazan ayında tutmanız gerekmektedir. Daha iyidir demekle; tek başına tutulan oruçta da iyilik vardır ama birlikte tutulan oruç daha iyidir.

Bu ifadeden anlıyoruz ki tek başına tutulan oruç yararlıdır ama birlikte tutulan oruç daha yararlıdır. Biri bir kişiye yararlıdır, diğeri ise topluluğa da yararlıdır.

Şimdi orucun yararlarını saymaya çalışalım.

Orucun kişiye olan yararları ikiye ayrılır; bedene olan yararları, ruha olan yararları.

Bedene olan yararları da ikiye ayrılır; vücuttaki depoları temizleme ve aşı görevini görme.

Ruha olan yararları da ikiye ayrılır; insanın iradesini terbiye etmesi ve insana diğer insanlarla dayanışması ile merhamet duygularını aşılaması. Kişilerin sağlığı topluluğun da sağlığı olduğu için elbette bu hususlar topluluğa da yarar sağlamaktadır.

a)      Kişinin bedeninde olan depoları yenileme yararı. Hepimizin evinde dolaplar vardır. Kullanmadığımız eşyaları ve yiyecekleri o dolaplara koyarız. Gerektiğinde alıp kullanırız. Çoğumuzun bir toplantıya katılmak için ayrı elbisemiz olur. Gezdirmemek için İstanbul’a bir takım elbise getirmiş ve dolaba asmıştık. Uzun zaman kullanmadım. Sonra İstanbul’a bir gelişimde bir yerde konuşma yapacaktım, onu giymek istedim. Arkadaşlar gördüler ki güve yemiş, giyemedim. İşte insan vücudunda da kullanılan birçok maddeler vardır. Bunlar depolanır ve gerektiğinde kullanılır. Karaciğer bu maddeler deposu olduğu gibi yağlar da böyledir. Eğer bunlar uzun zaman kullanılmazsa o zaman benim takım elbisem gibi bozulur ve bir daha kullanılamaz hal alır. Vücut bunları kolay kolay temizleyemez. Bu sefer zarar vermemesi için ağızlarını kapatır ve orasını muattal hâle getirir. Oruç tutan insan şişman olunca yağlar işine yaradığı için uzun zaman açlığa rahatlıkla dayanır. Ama oruç tutmayan şişmanların yağları bozulduğu için artık kullanılamaz, deposu olmadığı için de bu sefer dayanamaz hal alır. İşte bu yönüyle oruç zayıfları şişmanlatan, şişmanları zayıflatan yani insanın kilosunu yerinde tutan bir denge mekanizmasıdır. Ne var ki insanın buna çocukluğundan itibaren başlayıp devamlı olarak senede bir ay oruç tutması gerekir. Bu yalnız yağlar için değildir. İnsanda mevcut pek çok madde vardır, bu konu her madde için sözkonusudur. Oruç zamanlarında bu depolar temizlenir, eskiler atılır yahut kullanılır. Bir yıl depolar temiz olarak kalır. Vücudun zindeliği ve sağlığı için buna gerek vardır.

b)      İnsanın vücudunda hücreler vardır, bunlar bedeni yaşatırlar. Bazı yabancı hücreler vardır, onlar da vücudun sağlığına katkıda bulunurlar. Hücrelerde kromozomlar vardır, hayatı onlar düzenlerler. Ancak her vücutta vücut işe yaramaz hâle geldiği zaman vücudu hasta edip öldürecek ve onu çürütecek yabancı hücreler ve mikroplar vardır. Kromozomlar gibi hücrelerde yaşayan virüsler vardır. Vücut bunların kökünü kurutamaz. Ancak ürettiği bazı maddelerle bunları sindirir ve etkisiz hâle getirir. Vücutta zayıflık olunca bunlar çoğalmaya başlar. Bu hastalıktır. Buna karşı vücut hücreleri harekete geçirir ve bunlarla savaşırlar. Vücut hücreleri galip gelirlerse hasta iyileşmiş olur, mağlup olurlarsa hasta ölür. Vücut hücrelerinin galip gelmeleri için hazırlıklı ve eğitimli olmaları gerekir. Vücut eğer uzun zaman böyle tehlikelerle karşı karşıya kalmışsa hazırlıklı ve eğitimli olmaz, birden baskına uğrar veya ağır hastalık geçirir ya da ölür. Bunu önlemek için vücudun zaman zaman aç bırakılıp zayıflatılması gerekir. Bu esnada sinmiş bulunan mikrop ve virüsler faaliyete geçerler. Vücut sağlamken, mikroplar ve virüsler de henüz zayıf iken bu alarmı alırsa onları kolayca bertaraf eder. İşte bu esnada vücut tatbikat yapmış ve kendisini eğitmiş olur. Tıp bugün aşıyı keşfetmiştir. Aşı ne demektir? Aşı, zayıf veya az mikrobu vücuda sokup vücudu uyarmak ve ona hazırlıklı hâle getirmektir. Oruç doğal aşıdır, hem de bütün hastalıklara karşı aşıdır. Bilmediğimiz ilaçları da üretmektedir. İşte orucun bedene ve onun sağlığına ikinci faydası budur. Açlık üzerinde ilmî araştırmalar yapılmalıdır. Değişik insanlarda aç kalınca neler olmaktadır? Vücut açlığa karşı ne tür reaksiyonlar vermektedir? Hastalıklar ve reaksiyonlar tesbit edilerek ilaç türleri geliştirilebilir.

c)       İnsan psikolojisinde şüphesiz en önemli etki iradesini terbiye etmedir. Toplulukta birçok yasaklar vardır. O yasaklara uymak zorundayız. Kişiler oruç tutarak tarikatçıların ‘nefis terbiyesi’ dedikleri eğitimi alırlarsa yasaklara uyma melekesini kazanırlar, yapılacak işleri üşenseler de yapma güçleri elde ederler. Bu bakımdan oruç insan için yararlı olduğu gibi topluluk için de yararlıdır. Oruç topluluğa uyan kişiler kazandırır. 1970’lerde okullarda olaylar olmuştu. Dış güçler Türkiye’yi yıkmak için profesörleri bile harekete geçirmişti. Okullar ve üniversiteler terör yatağı olmuştu. Rektörler bunları koruyordu. Bunlardan biri de Erdal İnönü idi. İmam-Hatip Okulları ve Yüksek İslâm Enstitüleri bu olaylardan uzak kalmıştı. Kenan Evren 12 Eylül 1980’de müdahale edince, ilk işi liselere mecburi din derslerini anayasaya koymak olmuştu. Kur’an kurslarını da resmileştirdi ve meşrulaştırdı. İmam-Hatip Okullarını lise seviyesine çıkardı; artık her fakülteye girebiliyorlardı. Yüksek İslâm Enstitülerini fakülteler hâline getirdi. Kenan Evren bunları yaparken dindar olduğu için yapmadı, ülkeyi anarşiden kurtarmanın tek yolunun dindar insan yetiştirmek olduğunu bildiği için yaptı. Şimdi onun bu yaptıklarını tersine çevirerek Türkiye’yi yıkmak isteyenler vardır. Bunlar 28 Şubatçılardır. Hüseyin Kıvrıkoğlu grubu 28 Şubat müdahalesinin kötülüklerini kendi askeri metotlarıyla ters çevirmekle meşguldür. Bugünkü AK Parti iktidarı bu mücadelenin Evrenciler tarafından zafere ulaşmasının sonucudur.

d)      İnsan normal nefes alırken hiçbir şey hissetmez. Ama insanın nefes almasında küçük bir arıza ortaya çıkarsa, o zaman en büyük acıyı duyar. Her insanın acı duyacağı ama öldürmeyen şey, geçici açlık ve susuzluktur. Zengin fakir herkes oruç tutmakta ve sıkıntıya girmektedir. O zaman insan beyni bu sıkıntıya çareler aramaya başlar. Tüm beyin harekete geçerek vücutta ortaya çıkan arazlar üzerinde düşünür. İnsan beyni bu sayede eğitim yapmış olur. O halde oruç tutan kimseler yalnız irade sahibi ve çalışkan olmakla kalmazlar, beyinleri de iyi çalışır ve başarılı olurlar. Bunun en basit delili İmam-Hatip Okullarında veya Fethullah Gülen’in kolejlerinde okuyanların daha başarılı olmalarıdır. İmam-Hatip Okullarında çocuklara yeteri kadar dersler verilmemekte, bazı dersler hiç konmamakta, buna rağmen not almada başarılı olmaktadırlar. Orucun başarılı insanlar yetiştirdiği buradan ilmen kanıtlanmış bulunmaktadır. Türkiye düşmanları ile gaflet ve dalâlet, hattâ hıyanet içinde olanlar, başarılı olsalar da İmam-Hatip mezunlarını fakültelere almamaktadırlar. Çok iyi eğitim aldığı, hattâ imtiyazlı eğitim aldığı halde, yani onların okudukları derslerden yarış düzenlendiği halde, onların yerine başaramayanlar fakültelere alınmaktadır. Böylece ulusun kültür seviyesi düşürülmekte, aydın kadro cahil kadroya dönüştürülmektedir.

İşte oruç böylesine kişilerin zihnî melekelerini açmaktadır.

Bunlar üzerinde denemeler yapılabilir.

İmtihanlar Ramazan’dan bir ay önce başlar ve bir ay sonrasına kadar sürdürülür. Başarı grafiği orucun zekâ üzerindeki etkisini ortaya koyar. Bunun gibi oruçlu kimseler değişik saatlerde imtihan yapılarak orucun insan zihni üzerindeki başarı veya başarısızlığı grafiklendirilebilir.

إِنْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ(184) (EiN KuNTuM TaGLAMUvNa) 

“Eğer bilirseniz.”

“Oruç sizin için hayır olur, eğer onun ne olduğunu bilir ve yararlanırsanız.”

Demek ki orucun üzerinde durmamız ve incelemeler yapmamız gerekmektedir. Orucun etkilerini ilmen tesbit edip ondan nasıl yararlanacağımızı bilmemiz gerekir. Hasta ve yolculuk örneğinde olduğu gibi eğer orucun etkilerini bilmezsek yararlı olan oruç zararlı olabilir. Bu husus bütün konular için böyledir.

Ateşin ne olduğunu bilirsek ondan yararlanır ve zararlarından korunuruz. Ama onun ne olduğunu bilmezsek sadece zarar görürüz. Bu sebepledir ki her şeyi öğrenmemiz gerekir. Ondan yararlanmak ve zararlarından korunmak böylece mümkün olur. Türkiye düşmanları Türk halkına bazı şeylerin öğrenilmesini yasak ederek onlardan yararlanmayı ve zararlarından korunmayı önlemektedirler.

İşte Kur’an kurslarının kapatılmasının nedeni budur.

Gaflet ve dalâlet içinde olanlar, hattâ ihanet edenler bunlara çanak tutmaktadırlar.

Komünizmi bilmek demek, komünist olmak demek değildir. Tam tersine onu bilmek demek, ondan korunmayı sağlamak demektir.

Komünistler kapitalizmi öğretmedikleri için çöküp gittiler.

Kapitalistler sosyalistlerden daha kötü oldukları halde, hiçbir öğrenimi yasaklamadıkları için ayaktadırlar. Çünkü onlar aşılıdırlar. Orucun yaptığını o konuda onlar da yaptılar.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-393 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-223  İstanbul, 27 Ocak 2007

ANADOLU’YU NASIL KORURUZ?

İstiklâl Savaşı’nda Yahudiler bizi desteklediler. Neden desteklediler? Anadolu’da dinsiz bir Türk devleti kurmak, Anadolu’daki Hıristiyanları onlara kovdurmak, böylece 1997’de kurulacak İsrail imparatorluğuna boş alan hazırlamayı istemekte idiler. Bugünkü planları da Ortadoğu’yu ve Anadolu’yu on milyondan aşağı devletçiklere bölmek ve onları da silahsızlandırmak; İsrail devletini ise atom dahil her türlü silahlarla donatmak, sonunda Ortadoğu, hattâ Ortadoğu Birliği olarak bir İsrail imparatorluğu kurmak, onun sayesinde dünyayı tek devlet hâline getirmek. Bu amaca ulaşmak için Türkiye’ye inşaat kredisin veriyor, Türk halkına inşaatlarda evler yaptırıyor. Çinlileri çalıştırarak ucuz malları dolarla Türkiye’ye satıyor. Bu arada Türk halkına tarımı ve sanayiyi unutturuyor. Böylece, on veya yirmi yıl sonra Türkiye belki sadece faizlerini bile ödeyemeyeceği, lüks evlerde yaşamaya alışmış borçlu bir ülke halkı olarak tarımı ve sanayiyi unutmuş zavallı bir yığın hâline gelmiş bir durumda birbirini yemekle meşgul bir duruma getirmek istemektedirler.

Bu durum karşısında acaba neler yapabiliriz?

Sanayi tesislerini en son yıkacaklardır. Şimdi tarıma saldırmaktadırlar. Anadolu köyleri boşalmış ve tarlalar mera veya orman hâline dönüşmektedir. Çıkarttıkları kanunlarla ormanlaşan yerlere Devlet el koymakta, halkın elinden gasp ederek almaktadır. Bir de mera kanunları vardır; yine onlara dayanarak halkın elinden tarlaları mera diye alma imkanları vardır. Böylece şimdi devletleştirilen topraklar sonra ‘özelleştireceğiz’ diye küresel sermayeye peşkeş çekilmektedir. Eski Sovyet ülkelerinde böyle yaptılar. Sosyalizmle halktan zorla aldıkları toprak ve tesisleri şimdi ‘özelleştireceğiz’ diyerek sömürü sermayesine aktarmak istemektedirler. Eski Sovyet halkı uyanmış durumda satmamaktadır. Bizdeki özelleştirme furyası da aynı hedefleri gütmektedir.

Anadolu’muzu korumamız gerekir. Bunu da ancak tarlalarımızı, bahçelerimizi, otlaklarımızı kullanmaya devam etmekle sağlayabiliriz. Böylece tarımı unutmayız. Yarın kredileri kesip bizi aç bıraktıkları zaman tarlalarımız ekilir biçilir durumda olur, biz de onları işleyebilir durumda olabiliriz.

Bunun için şunlar yapılmalıdır.

a)      Anadolu halkı “Kırsal Toprakları Koruma Kooperatifleri” kurmalıdır. On civarında köy birleşip “Kırsal Toprakları Koruma ve Kalkındırma Kooperatifleri” kumralıdır.

b)      Halk kendi topraklarını bu kooperatiflere mahsule ortak olmak üzere kiralamalıdır. Boş duran topraklardan yüzde on alsa bile yeter. Hattâ hiçbir şey almasın, yeter ki topraklar çalılıklara ve ormanlıklara dönüşmesin, ekilemez ve kullanılamaz hal almasın.

c)       Kooperatifler toprakların önce kadastro ve tapusunu yaptırmalı, herkesin toprağı resmi kayıtlara alınmalı, çaplı tapular halkın eline verilmelidir. Böylece halk güven içinde topraklarını kooperatiflerine kiralayabilir.

d)      Kooperatifler bundan sonra kullanma bakımından toprakları birleştirip çiftlikler hâline dönüştürmeli, böylece ilkel tarımdan sanayi tarımına geçilmeli artık makinelerle ziraat yapılmalıdır. Bu durum hem buradaki emek gücünü çok azaltır, hem de çalışanların çalışmalarını kolaylaştırır ve gelirlerini de artırır. Böylece tarım işçisini bulma imkanı doğar. Öyle bir tarım yapmalıyız ki, ülkemize dışarıdan sübvanse edilerek gelen yiyeceklerden daha ucuza mâl etmeliyiz. Ama çalışanlarımızın ücretleri Avrupa işçileri seviyesinde olmalıdır.

e)       Maliyetlerimizi düşürmek için yabancı işçi çalıştırmalıyız. Eski Sovyetlerde ve Çin’de işçilerin ücretleri 20-30 dolar civarındadır. Normalin üstünde ücret yüz dolar civarındadır. Oradaki işsizlere Türkiye’deki tarım kooperatiflerinde çalışma izni verilir. Batı’nın baskısı ile bu yapılamazsa o zaman kaçak çalıştırılmalarına göz yumulur. Böylece Anadolu’muz mamur halde tutulur, hattâ daha da mamur hâle getirilir. Anadolu dört yüz milyon insanı besleyecek topraklara sahiptir. Onları çalıştırır onlara satarız.

f)       Biliyorum; gaflet ve dalâlette olanlar, -hattâ ihanet içindeki satılmışlar,- bizim bu düşüncelerimizi hoş karşılamayacaklardır. Ancak, Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının dediği gibi; içinde bulunduğun ahval ve şeraiti düşünmeden Türk aydını, işçisi, iş adamı, ziraatçısı, ormancısı, köylüsü, şehirlisi harekete geçmelidir. Memleket siyasi bakımdan işgalde değildir. Şimdiki savaş ekonomik savaştır. Biz de ekonomiye dayalı kuvvayı milliyeyi kurmak zorundayız. Bunları birleştirip iktisadi ordular oluşturmak zorundayız. Sadece siyasette değil, ekonomide de vahdeti kuvvaya ihtiyacımız vardır.

Ben, benim ata bucağım olan Artvin’in Borçka İlçesi Camili Bucağına Tarım Bakanlığı’ndan beş milyon dolar kredi alıp örnek sanayi tarımı bucağı oluşturacaktım. Batum’dan gelecek işçilerle burayı takviye edecektim. Gaflet ve dalâlet içinde olan, ki bilir belki de ihanet içinde olanlar âlet oldular ve sömürü sermayesi elini oraya kadar uzattı, halkı tehdit etti ve halkım ‘biz istiyoruz’ diye raporlara muhtarları ile birlikte imza koydular! Bu satırların yazarlarından biri Borçkalı, diğeri Bosnalı ve Kosovalı; işte görüyorsunuz onların memleketleri ne haldedir? Artvin Borçka’daki baskı ve zalimliği bildiğim için bu projemden vazgeçtim. Ama İstanbul’da yaşayanlar bu cesareti göstermeli, bu kooperatifleri burada kurmalıyız.

Haydi, daha ne bekliyorsunuz?!.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-393 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-223  İstanbul, 27 Ocak 2007

DERİN GÜÇ VE FAAL İKTİDAR

Anayasamıza göre hakimiyet milletindir, hem de kayıtsız şartsız milletindir; ama gerçek durum öyle midir?

Milletin yegane mümessili “Türkiye Büyük Millet Meclisi”dir. Meclis “Cumhurbaşkanı”nı atar. Cumhurbaşkanı “Başbakan”ı atar, “Hükümet”i onaylar, Hükümetin atadığı “Genelkurmay Başkanı”nı onaylar. Ayrıca yüksek yargıçları ve üniversite yöneticilerini atar. Devlet bunlar tarafından yönetilir.

Bunlara “anayasal kuruluşlar” denmektedir.

Bunun dışında “sivil kuruluşlar” dediğimiz “meslekî kuruluşlar” yani dernekler, odalar, sendikalar, barolar vardır. Bunlar da anayasada yer alan kuruluşlardır. Ne var ki bunlar meslekî kuruluşlar oldukları için kamu adına bir yetkiye sahip değildirler. Bağımsız kuruluşlardır.

Bunların yanında bir de “mahalli idareler” vardır. Bunlar da seçimle gelirler, ancak devlet yönetiminde herhangi bir yetkileri yoktur. Diğer tüm bürokratlar hükümete bağlıdır.

Bunlara “anayasal kuruluşlar” diyoruz.

Bunların dışında Türkiye’ye musallat olan “derin güçler” vardır. Bunların başta geleni “yabancı sermaye organizasyonu”dur. Masonlar ve onarlın emrindeki TÜSİAD gibi dernekler. İllegal mafya teşkilatları. Bir de devletin bunlara karşı oluşturduğu gizli istihbarat örgütleri. Bunlar yeraltı faaliyeti gösterdikleri için kanuni olsalar da derin güç içinde yer alırlar. Çünkü ulustan gizli yapılan faaliyet daima ulusun aleyhine olmaktadır. Ben bunların hepsine “derin güç” diyorum.

Bunlar memleketi yönetmiyorlar ama bunlar memleketin yönetimini yönlendiriyorlar.

Ülkenin çok önemli sorunları olduğu halde bunlar başörtüsü, meslek liseleri, PKK, irtica, bölücülük, lâiklik gibi gereksiz sorunlar çıkararak devleti meşgul etmektedirler.

Devlet derin güçlerle mücadele ile ömrünü tüketiyor. Devletin anayasal güçleri fiilen çalışmıyor.

Sadece iki güç fiilen iktidardadır ve faaldir. Bunlardan biri Başbakana bağlı hükümet, diğeri de Genel Kurmaya bağlı ordudur. Türk milleti asker millet olduğu için her iki kurumun başkanlarına sıkı olarak bağlıdır. Başbakan ne derse idare onu yapar, Genel Kurmay Başkanı ne derse ordu onu yapar. Türkiye’yi fiilen bu iki kişi idare etmektedir. Diğer anayasal kuruluşlar devre dışıdır. İşte derin güç de bundan dolayı faaliyettedir ve devleti çok zor durumlara sokmaktadır.

Eğer Başbakan ile Genel Kurmay Başkanlarının arası açılsa, işte o zaman Türkiye yıkılmaya gidiyor demektir. Hilmi Özkök ve R. Tayyip Erdoğan çok iyi geçindikleri için Türkiye’de dört yıldır istikrar sağlanmıştır. Büyükanıt ile Erdoğan arasında şimdilik bir sorun yoktur. Ama henüz birliğin sağlanıp sağlanmadığı konusunda kuşkumuz giderilmiş değildir.

Türkiye’nin bu kuşkulardan kurtulması için devre dışı bırakılmış diğer anayasal kuruluşlar, meclis, yargı, üniversite ve başta devlet başkanı etkin hâle getirilmelidir. Devlet yönetiminde devreye girmelidirler. Bu işi sağlayacak olanlar da iki kişidir; Erdoğan ve Büyükanıt. Bunlar karar alırsa akan sular durur.

Maalesef fiili durum budur. Tarihe karşı sorumludurlar. Bu kurumları devreye sokmazlarsa, dünyada kıyamete kadar lânetlenirler, âhirette de cehennem azabı içinde olurlar.

a)           Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışıdır. Başkan Bülent Arınç’ın yaptığı iş evrak havale etmekten ibarettir. Meclis’in yaptığı iş ise Avrupa’da hazırlanan ve Türkiye’yi yıkmak için düzenlenen kanunları Meclis’ten okumadan geçirip halkımızı itaate mecbur etme senaryosunu oynamaktır. Maalesef bu durum acı bir gerçektir. Oysa yapılacak iş çok basittir. Bu oyun Meclis iç tüzüğünden ileri gelmektedir. Meclis’te önce hükümetten gelen kanunlar görüşülmektedir. Onlar da bitmediği için ne milletvekillerinin ne de partilerin önerileri görüşülmemektedir. Bu durumda yapılması gereken çok basittir. Meclis siyasi partilerin kanunlarını öncelikle görüşür. Aldıkları oy nisbetinde önerilen kanunları görüşürler. Böylece yasama ve yürütme birbirinden ayrılır. Meclis yasamada bağımsız hâle gelir. Meclis faal ve etkin olur. Şimdiki durumda Başbakan askeri birlikten daha beter Meclis’e hakimdir. Bu durum anayasanın kuvvetler ilkesine aykırıdır. Yapılacak şey iç tüzükte kısa bir maddeyi değiştirmekten ibarettir. Büyükanıt buna zorlamalıdır. Erdoğan bunu sevinerek yapmalıdır. Başbakan/Hükümet bugünkü durumda Meclis’in yetkilerini gasp etmektedir. Bunun sonucu olarak hem kendisini hem de devletini uçuruma sürüklemektedir.

b)           Devlet başkanı faal hâle getirilmelidir. Devlet başkanlarını başbakanlar atamaktadır. Sonra o başbakanın dayandığı partiler meclise bile giremez olunca başkan güçsüz hâle gelmekte ve kenara itilmektedir. Böylece etkisiz hâle gelen başkan kurumlar arası dengeyi sağlayamamaktadır. Bu boşluk da Genel Kurmay Başkanı tarafından doldurulmakta, bu durumda asker anayasayı çiğnemek zorunda kalmaktadır. Bunun çözümü de çok basittir. Devlet başkanı partilerin göstereceği orgeneral adaylardan seçilirse sorun biter. Çünkü orduya dayanacağı için devlet başkanı daima güçlü olacaktır. Yine Erdoğan ve Büyükanıt’a burada da tarihi sorumluluk düşmektedir. 2007’deki seçimde mutlaka bir askeri cumhurbaşkanı yapmalıdırlar.

c)           Yargıçları devlet başkanları atamaktadır. Güçsüz olan devlet başkanının atadığı yargıçlar da güçsüz halde bulunmaktadır. Bağımsız ve etkin karar alamamaktadır. Böylece yargıya karşı güven bulunmamaktadır. Dokunulmazlıklar da bundan dolayı kalkmamaktadır. Bunun çözümü de çok basittir. Yüksek yargıçlar “hakim” değil “hakem” olsunlar, yani yüksek yargıçları yine devlet başkanı atasın, eskisi gibi antsın ama yargıçlar “hakem” olarak çalışsınlar. Taraflar bütün yüksek yargıçlardan birini hakem olarak atasın, atanan hakemler baş hakemi atasınlar, bunların verdiği karar kesin olsun. Böylece yargıya güven doğar ve etkin hâle gelir, saygın yargı devreye girer.

d)           Üniversite ise tamamen bağımsız hâle gelsin. Üniversite rektör ve dekanları, öğrenci ve öğretmenler seçsin, tamamen bağımsız olsunlar. Onların görevi çözüm üretmek olmalıdır. Uygulayıcılar istedikleri çözümler seçer ve uygularlar. Çoklu sistem uygulayınca hem aralarında yarış olur hem de halkın ve diğer anayasal kuruluşların saygısını kazanır. Devlet başkanının seçilenlere veto hakkı olsun. Böylece üniversitelerin derin güçlerin etkisinde kalmamaları sağlansın. Alimler ise adil yargı denetimi dışında bağımsız olsunlar.

Fiili iktidarı ellerinde tutan Erdoğan ve Büyükanıt’tan bu önerilerimi değerlendirmelerini ümit ederim.

Tabii ki bu önerilerimi okuyup da onlara ulaştıran olursa. “Derin güç” öyle çemberler kurmuş ki, onlara ulaşmak adeta imkansız hâle gelmiştir. Biz yazdık, böylece görevimizi yaptık. Bundan sonrası bize ait değildir...

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2628 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2527 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1985 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2985 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2746 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3138 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3547 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3863 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3016 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3835 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3951 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7717 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5604 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4742 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4664 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4549 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5174 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5149 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3691 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4592 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9819 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4646 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3704 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3748 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5703 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler