Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 395
BAKARA SÛRESİ 187.-AYETLER TEFSİRİ
10.02.2007
2887 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 395

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi             10 Şubat 2007             Fiyatı: www.akevler.org veya www.adilduzen.com’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 395. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

TEKELSİZ BİR EKONOMİK DÜNYA DÜZENİ

HÜKÜMET SUÇLARI ÖNLEMEZ, CEZALARI İNFAZ EDER

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 57. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَى نِسَائِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَأَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتَانُونَ أَنفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنْ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنْ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ(187)

أُحِلَّ لَكُمْ (EuXılLa LaKuM)  “Size helal kılındı.”

Buradaki “KÜM/SİZ” kimdir? Kur’an bize bugün nâzil olmuş gibidir. Kur’an’ın bugünkü muhatabı bugün yaşayan insanlardır. Kur’an bize yani bugün yaşayan mü’minlere hitap etmektedir. Kur’an tüm insanlığa hitap eder ve “Ey nâs!” der, bütün Müslümanlara farz olan şeyleri söyler. Bunlar barış ehlidir. Kur’an bir de “Ey iman edenler” diye hitap eder; bunlar mü’minlerdir. Bunlar barışı güven altına almayı taahhüt etmiş kimselerdir.

Kur’an diğer insanlardan, nâstan, müslimlerden iyi insan olmalarını ister. Hacca gitmelerini ister. Cizye vermelerini ister. Ama onlardan namaz kılmalarını, oruç tutmalarını istemez. Onlar bunları yaparlarsa sevap alırlar ama yapmazlarsa cehenneme gitmezler. İyi insan iseler cennete giderler. Onlardan iman etmeleri değil, İslâm olmaları istenir.

Müslim olarak kadın-erkek arasında fark yoktur. İnsan olarak eşittirler.

Mü’min olarak güven altına alma işi kadınların hakkı olarak görülürse de zorunlu mükellef tutulmazlar. Ailede işbölümü vardır. Kadınlar çocuk doğurup büyütürler, erkekler savunma yapıp geçimi temin ederler.

Erkeklerin bu işleri yapabilmeleri için örgütlenmeleri yani askeri birliklerini kurmaları gerekir. İşte bu teşkilatın adı “iman eden kimseler”dir. Kadınlar burada hak olarak dahildirler, görev de yapabilirler ama yapmak zorunda değildirler. Bu sebepledir ki Kur’an muhatap olarak erkekleri alır, kadınları gaip olarak getirir.

Erkekleri kadınların kayyumu/hizmetçisi olarak gördükten sonra, buradaki muhatabın erkek olması kadınları aşağılamak değil, tam tersine onları yüceltmektir. Orduya ‘kralınızı iyi koruyun’ diye emir vermesi; ‘ona iyi hizmet edin’ emrini vermesi gibidir.

Burada kralın yani kadının aşağılanması değil, yüceltilmesi sözkonusudur. Ama siz devleti hizmet eden ve koruyan bir kuruluş olarak değil de, hükmeden bir kuruluş olarak anlarsanız, o zaman aşağılayıcı olur.

“Size helal kılındı” demek, yapabilirsiniz demektir.

“MAHLUL” suda eriyen tuzdur. “HALADA” demek, çözüldü demektir. İnsan eğer bir şeyi hazmediyorsa o ona helaldir demektir. “HAREM” de yabancılara karşı korunmuş çevre demektir. Çadırların çevresi çıtalarla çevrilir, orası harem olurdu. Orada adam öldürülürse ora halkı tazmin ederdi.

“Size helal kılındı” demek, yasaklığı kalktı demektir.

لَيْلَةَ الصِّيَامِ (LaYLaTa elÖıYAMı)  “Sıyamın leylinde, oruçların gecesinde.”

LEYL” akan durgun suda dibe çöken tortudur. Gürcücede “lila” kum demektir. “NEHAR” ise akan suda erimiş denize karışan maddedir. Her ikisi de bol hücreli besinleri taşırlar. Kuşlardan bir kısmı leylde çöken maddeleri karıştırarak geçinirler, kimileri de yüzen canlıları avlayarak geçinirler.

Bu kuşların adları da “leyl” ve “nehar”dır. “Nehar” kelimesinden akan anlamında “nehir” denmiştir. Bir de nehar kuşları gündüz avlanır, leyl kuşları gece avlanırlar. O sebeple leyl ve nehar gece ve gündüz anlamına gelmektedir. Ayrıca leyl madde, nehar enerji anlamına da gelmektedir. Arapçada hayvan isimleri sürülere verilir. “Bakara” derseniz sığır sürüsü anlamına gelir. Eğer “bakaratün” olarak kullanırsanız bir sığır demek olur. Bunun gibi “leyl” gece avlanan kuş sürüsü, “leyletün” de gece avlanan kuşun bir tanesi demek olmuş olur. “Nehar” ve “neharetün” için de aynı şey söylenebilir. Ne var ki böyle bir tabiri Araplar kullanmamaktadırlar.

Bazen isim ile mastarlar, mesela nehar kelimesi nehire yenheru şeklinde mastar olabilir. Nehar ismen mastara dönüşmüş olur. Leyl de lâle yeliylu şeklinde gece avlanmak anlamında bir fiil olarak düşünülebilir.

O zaman buradaki “T” mastar “T”si olur. Mastarların tekilleri ile çoğullarının aynı olmasından dolayı hem “Sıyamun Leyleten”de olduğu gibi tekil hâlinde gelebilir, hem de “Leylete’s-Siyami”de olduğu gibi çoğul anlamında izafet olmuş olur.

“Nehar”ın müennesi olmadığı halde, “leyl”in müennesinin olması ve onu Kur’an’ın getirmiş olması da ilmî hikmete dayanmaktadır. Tabiatta her şeyin iki hızı vardır, kendi hızı ve dalgasının hızı. Bu iki hızın çarpımı sabittir. Buna ışık hızı denir. Cismin Hızı x Dalgasının Hızı = Işık Hızının Karesi. Düşük hızda olanlar leyldir. Çifttir, pozitif ve negatiftir, yani leylesi vardır. Oysa ışık parçacığında iki hız çakışmıştır, artık müsbet ve menfi yükler kaybolmuştur. Onun için neharın müennesi yoktur.

Türkçeye tercüme ederken oruçların gecesinde dememiz gerekir ama fasih Türkçe için oruçların gecelerinde dememiz gerekir. Tabii bu tam tercüme olmaz. Neharın çoğulu eyyamdır.

Kur’an’ın her kelimesi bir doktora konusudur. Adil Düzenciler kendilerine bir kelime seçip ömür boyunca onun üzerinde çalışmalıdırlar. Doktoralarını da onun üzerine vermelidirler.

Harun Özdemir arkadaşımız “Şeriat” kelimesi üzerinde çalışmış ve böyle bir kitap yazmıştır.

الرَّفَثُ (elRaFaÇu)  “Rafes”

RAFESE” doldurulmuş anlamındadır. Bir kaptan başka kaba aktarılmış şeydir, sudur veya sıvıdır. Boşaltma anlamında da kullanılır, doldurma anlamında da kullanılır. “Ramazan” da buna akraba kelimedir.

Sevapların doldurulduğu anlamında veya günahların boşaltıldığı anlamında yorumlarlar. Oysa Kur’an bunu Kur’an’ın insanların beyinlerine doldurulduğu ay olarak açıklamaktadır.

RAFESE, bu anlamıyla erkeğin kadına menisini aktarması anlamına gelmektedir. Bilhassa burada vat’ veya mübaşeret gibi başka kelime kullanmayıp RAFESE kelimesinin kullanılması, en ileri safhadaki ilişkinin kastedilmesi sebebiyledir. Duhul, vat’, mübaşeret ve rafes kelimeleri kullanılmaktadır.

إِلَى نِسَائِكُمْ (ELAy NiSAEiKuM)  “Kadınlarınıza”

Araplar bu kelimeyi “Bi” harfi ile kullanırlar ve kadını bir kap olarak deyimlerler. Kur’an ise “İL” diyerek belagat getirmiş, kişiyi muhatap almıştır. Burada havale vardır. Hedef gözetme topluluğundur, Allah’ındır. Taşıdığı rahmim yarısının tasarrufu kendisine aittir. Diğer yarısının tasarrufunu da bir erkekle paylaşmak zorundadır. Nikah, rahimdeki tasarruf yetkisinin erkekle paylaşılması akdidir. Dolayısıyla ortak rahme aktarılmaktadır. Bu rahim kadında olduğu için cihet itibariyle kadın zikredilmiş olmaktadır. “İL” “MİN” gibi sadece hedef gösterir. Etki etmez. Demek ki buradaki “İL” kelimesi bir evlilik müessesesinin hikmetlerini içermektedir.

Değiştirin bakalım bu kelimeyi, değiştirebilirseniz.

Tercüme edin bu kelimeyi bakalım, tercüme edebilecekseniz.

NİSAİKÜM” kadınlarınıza anlamındadır. Çoğuldur. Çoğul çoğula izafe edildiği zaman her birinin kendisine ait olanı bildirilmiş olur. ‘Evleriniz’ deyince, herkesin kendi evi anlaşılır. Eğer çok kimsenin çok evleri kastedilecekse, o zaman ‘Nisaun Lekum’ olurdu. Bütün kadınlar bütün erkeklerin ortak eşleri olurlardı. Burada Arapçanın açık delâleti ile erkek kendi eşiyle birleşecektir.

Hacda iken kadınla ilişki kurmak haramdır. Haccı iptal eder. Hacda nikâhlanan erkek henüz ihramdan çıkmadan önce vefat etse ve bu kadın sekiz ay sonra çocuk doğursa, bu çocuk onun vârisi olur mu? Olmaz. Çünkü hacda duhul caiz değildir.

İşte Ramazan’da da eğer geceleyin duhul haram olsaydı böyle bir durumla karşı karşıya kalınırdı. Çoğul sigası ile kullanılmasının sebebi, siz bugünlerde duhulü meşru sayacaksanız ve ona göre hükmedeceksiniz demektir. Olay sosyal olaydır. Rahim topluluğa ait olduğu için topluluğun bilgisi ve izni ile yani şeriatın izni ile kullanılacaktır ve dolayısıyla hükümler de topluluğa aittir. Kişiler burada topluluğun halifesi olarak hareket etmektedirler.

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ (HunNa LiBaSun LaKuM)  “Onlar size libastır.”

Allah kadını ve erkeği birbirini tamamlayacak şekilde farklı yaratmıştır. Kadın çocuk doğuracak ve büyütecek şekilde yaratılmıştır. Erkek çocuk doğuramaz, çocuğa süt veremez. Ayrıca erkeğin zavallılığı burada bitmiyor. Erkek kendi temizliğini yapamaz, evi perişan ve pejmürdelik içinde sefil hayat yaşamak zorunda kalır. Üstüne ve başına dikkat edemez. Yemeklerini doğru dürüst pişiremez, hele bulaşıklarını hiç yıkayamaz. Çamaşırlarını yıkamak bir yana, çamaşırları makinesine bile doğru dürüst koymaktan acizdir.

Erkeğin kendi özel hayatındaki bu dağınıklıkları toplulukta da kendisini gösterir ve orada başarısız olur, hattâ zararlı olmaya başlar. İşte kadın kocasının, anne oğlunun, bacı kardeşinin bir libasıdır. Onları bu dağınıklıktan korurlar. Onlara yemek pişirir ve yedirirler, çamaşırlarını yıkarlar, onların temiz giyinmelerini ve pejmürde bir şekilde dolaşmamalarını sağlarlar. Eve geldiklerinde kendilerine temiz ev ortamı bulurlar, sıcak çorbalarını hazırlarlar. Kadınların libas olması bundan ibaret değildir.

Kadınlar erkeklerin adeta kıyafetidir. Ev hayatı, ev hayatının düzeni, gelen misafirleri karşılama tarzları ve samimiyeti erkekler için bir kıyafet mahiyetindedir. İnsanlar aile durumları ile takdir görürler. Sefahate düşmüş devirlerde evdeki mobilya ile libas sağlanıyor. Yani lüks eşya alanlar bunu sağladıklarını zannediyorlar.

Kur’an bunu evdeki hanımın durumu ile ifade etmektedir. Kur’an kadınlardan ne istiyor?

a) Birincisi, kocalarının topluluktaki konumlarını yüksek tutmadır. Bu da koca eve misafir getirdiği zaman ona yüzünü asmamasıdır. Bazı kadınlar kendileri yeteri kadar ikramperver görünemeyeceklerini zannederek misafir istemezler. Oysa gelenler hiçbir şey istemezler, sadece güler yüz bile yeterlidir. Konuk Allah’ın halifesidir, konuk eve gelince Allah gelmiş olur. Onu saygı ile karşılamak tüm ikramların çok çok ötesindedir. Oturması, rahat sohbet etmesi, tuvalete gitmesi, su içmesi yeter de artar bile. Burası önemli olduğu için biraz daha açmak isterim. Bir gün Hazreti Peygamberi birisi evine misafir olarak davet etmiştir. Hazreti Peygamber iki şartla davetine icabet etmiştir. Bir, demiştir, evde benim için fazla bir şey yapmayacaksınız. Her gün ne yiyorsanız bana da onu yedireceksiniz. İkincisi, demiştir, soframıza herkes katılacak, çocukları ayırmayacaksınız. Şunu herkes iyi bilsin ki, böyle misafirlikler erkekler için libastır. Koca bu sayede çevresini ailece genişletir. Çevre aileleri birleştirir, aynı zamanda denetler. Eğer çocuğunuz tanınmış çevrede dolaşıyorsa başında bekçi var demektir. Karı koca da hep birbirine gözcü koyuyorlar demektir. Bunu bilen aile fertleri kendilerini korumak zorunda kalırlar. Aile facialarına sebep olan şüphelenmeler böylece ortadan kalkar.

b) Kadın kocası iş yaparak kazanırken, onu müşkül duruma düşürecek bir baskı altına almamalıdır. Evdeki masrafları dengelemelidir. Kocasının çok para kazandığından değil, helal para kazandığından gurur duymalıdır. Kadın evindeki yorganın yamalı olmasından dolayı değil, yorgandaki haram katkıdan rahatsız olmalıdır. Kendisi servetle değil iffetle öğünmelidir. Koca da bunu bildiği için dışarıda ona göre helalinden kazanmaya gayret eder. Demek ki kadın kocasının helal para kazanması bakımından da libastır.

c) Kadın kocasının başarısını kendi başarısından daha üstün tutar. Örnek olarak ele alalım. Tansu Çiller başbakan olmuştur. Elbette bu başarı onu mesut etmiştir. Ama Semra hanımın kocası Turgut Özal başbakan olduğu zamanki saadeti bulamamıştır. Çünkü kadın öyle yaratılmıştır ki, kendi başarısından çok kocasının başarısını istemektedir. Bundan zevk almaktadır. Dolayısıyla onun başarısına yardımcı olmaktadır. Başarı nedir? Başarı cumhurbaşkanı olmak, başbakan olmak, general olmak mıdır? Hayır. Başarı zengin olmak mıdır? Hayır. Bunlar başarı değildir. Bir anne için başarı, doğurduğu ve büyüttüğü çocuk sayısı ile ölçülür. Anne bir de bu çocukların ahlâklı yetişmelerinden sorumludur. Bir koca için başarı ise çocukların yetiştirilmesi için gerekli ihtiyaçları temin etmektir. Bu da ailenin nafakasını sağlamakla ve korumakla ölçülür. Çocuklara bir ev ve geçinebilecekleri bir iş temin etmekle yükümlüdür. Başarılı koca budur. Burada da kadın baş rolü oynar. Doğmayan çocuğun yetiştirilmesi sözkonusu olamaz.

d) Demek ki “kadın erkeğin libasıdır” demek, libasın fonksiyonlarını görür demektir. Erkek çıplaktır, kadın onun açık yerlerini kapatır. Bedeni sıcaktan, soğuktan ve zararlı etkilerden korur. “Libasıdır” demek, onun kıyafetidir demek, kişiyi topluluğa karşı tanıtır, kim olduğunu gösterir demektir. “Libasıdır” demek, çalışılan yere göre elbisedir demektir.

وَأَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ (Va EaNTuM LiBaSun LaHUnNa)  “Siz de onlara libassınız.”

Bu sefer de kadınlar başka yönleriyle erkeğin yanında zavallı yaratılmışlardır.

Gerçi kadınlar erkekler kadar zavallı değildirler. İyi kötü erkeklerin yaptıkları her şeyi kadınlar da yapabilirler ama erkekler kadar yapamazlar, ayrıca yapmaya da zamanları yoktur.

a)      Her şeyden önce, kadınlar erkekler kadar güçlü olmadıkları için üretimin bazı sahalarında erkekler kadar olamazlar. Kadınlar erkeklerle boks yapamazlar, erkeklerle güreşemezler.

b)      Bu zafiyetleri hem üretimde etkili olmakta hem de savunmada. Dolayısıyla savunmada erkeklere muhtaçtırlar. Onlara libastırlar. Geçimi temin etmede onlara libastırlar.

c)       Kadınlar merhametlidirler, acımasız değildirler. Bazı yerlerde merhamet maraz doğurur. Kadınların bu merhameti çocukların eğitiminde etkisini gösterir. Çocukların sapmasına sebep olur. Cinsel tacizde bile kadının şefkati kendisini savunmada zorluklar çıkarır. Bu sebepledir ki onların iffetlerini koruma hususunda erkeklere libas olma görevi yüklenmiştir. Birisinin eşine, annesine, kızına, kardeşine yan gözle bakan kimse olursa, erkek hemen savunma refleksine geçer. Kur’an bu sebepledir ki erkeklere de kadınlara verilen cezayı vermektedir. Hattâ onların cezasını bize göre hadım yapma gibi daha ağır tutmaktadır. Irzını savunma meşru müdafaa içine alınmıştır. Benim bucağımda bir kız veya kadın kandırılmışsa, kız veya kadına dayaktan başka ceza verilmez. Ama bunu yapan erkek töreye göre öldürülür. İşte kadının iffetini koruma görevi bu şekliyle erkeklere verilmiştir.

d)      Bir insanın neyi olursa o insan iyi demektir? İlmi mi, malı mı, ahlâkı mı, yoksa mevkii mi? Bunların her birisi yararlı olmaktan ziyade zararlı da olabilir. Kötü cemiyette bunların hepsi zararlıdır, yararlı değildir. İyi cemiyette ise bunlar olmasa da topluluk tarafından tamamlanır. O halde insan için en önemli görev iyi topluluk kurmaktır. İşte bu topluluğu kurma görevi erkeklere verilmiştir. Askerlik hizmeti bunun için bunlar tarafından yapılmaktadır. Böylece erkekler kadınlara libas olmaktadır.

Burada iki hususa işaret etmek gerekir.

Çoğul sigası kullanılmıştır. Her kadın kendi kocasına, her koca kendi karısına libastır. Ama “LİBAS” kelimesi hem nekire olarak kullanılmış, hem de tekil olarak kullanılmıştır. Yani, erkeklerin kadınlara libaslığı başkadır, kadınların erkeklere libaslığı başkadır. Bunları yukarıda açıkladık. Sigalar çoğul kullanıldığı halde, “LİBAS” kelimesi müfret kullanılmıştır. Burada işaret edilen hüküm karı koca için konmuştur ama dayanışma içinde bu libaslık tüm erkeklerin ve tüm kadınların genişleyerek sorumluluk alanına girmektedir.

İbadetlerin karı koca arasındaki bağları kuvvetlendiren önemli etkileri vardır. İnsan acıktığında iştahlı olarak yer, insanlar uzak kalınca biraz daha birbirlerini severler. Karı koca arasındaki cinsi ilişkiler de dengeli olursa aralarında sürekli sevgi kaynağı olur. Aybaşları bu sevgiyi pekiştirmektedir. Yıkanma külfeti de insanları uzak tutmaktadır. Oruçlu iken gündüzleri ilişkide bulunmama karı kocayı birbirine yaklaştırmaktadır. İtikafta geceleri de ilişki yasaklanmaktadır. Böylece şeriata uygun olarak hareket edenler arasında şeriat onları birbirine bağlı kılmaktadır. Bugün fizikte keşfedilen bir kanun vardır. Pozitif elektrik negatif elektriği çeker ama çok yaklaşırsa iter. Dolayısıyla karı koca arasında fazla yakın olmak da itmeye sebep olur. Şeriat fazla yaklaşmama kurallarını koymuş bulunmaktadır.

عَلِمَ اللَّهُ (GaLiMa AlLAHu)  “Allah bilmektedir.”

ALEM” sivri dağdır. Çöldekiler onunla nerede olduklarını bilirler.

BİLMEK” kelimesi ise bulmaktan gelmektedir. Onun için Türkçede bildi deyince öğrenme mânâsı çıkar. Oysa Arapçada “İLMETTİ” dediğimiz zaman onda o bilgi var demektir. Sonradan öğrenilmesi gerekmez.

Arapçadaki mâzi ve muzari sigaları Türkçeden farklıdır. “Kebure Maktan” dediğimiz zaman, Türkçede önce değil de sonra büyük olmuş mânâsı ortaya çıkar. Halbuki Arapçada baştan beri böyledir anlamı da çıkabilir. KÂNE fiilinde çok açık görünür. KÂNE ‘oldu’ anlamına geldiği gibi ‘-dir’ mânâsına da gelir.

Türkçedeki biliyor, bilmektedir sigaları yoktur. Biliyor yerine “YA’LEMU”, bilmektedir yerine de “ALİME” yani bildi sözü ile ifade edilir. Tercümelerde bu hususlara dikkat edilmelidir. Bilmektedir kelimesini bildi diye tercüme ederseniz hatalı anlayış ortaya çıkar.

Allah insanların ibadetlerinde nefislerine ihanet ettiklerini bilmektedir. Çoraba mesh edildiği halde etmemektedirler, namazlarda gerektiğinde cem caiz olduğu halde cem etmemektedirler. Sünnetler ve tesbihler farz hâline getirilmiştir. Erkeklerin çok evliliği de böyledir. Muta nikahı da meşru iken gayrimeşru hâle getirilmiştir. Birçok yerlerde insanlar kendilerine helal olanları haram yapıp ihanet etmektedirler.

 أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتَانُونَ أَنفُسَكُمْ(EanNaKuM KuNTuM TaPTAvNUvNa EaNFuSaKuM) 

“Siz nefislerinizi ihtinan ediyordunuz.”

HEVN” gevşek demektir, direniş göstermeyen demektir. “HUN” da önem verilmeyen anlamındadır. “Hıyanet etmek” emanete gerekli ihtimamı göstermemek demektir. Korumakla mükellef olduğun malı kendi malın imiş gibi titizlikle korumamak demektir.

İHTİNAN” iftial babındandır. Kendi kendine hıyanet etmek, kendi malını da gereği gibi kullanmamak, titizlik göstermemek demektir. Allah şeriatında sınırlar koymuştur. Bunlar helal ve haramları gösterir. İnsanlar eğer haramları helal yaparlarsa Allah’a yani topluluğa ihanet etmiş olurlar, helalleri de haram yaparlarsa nefislerine hıyanet etmiş olurlar.

Allah Ramazan’da gündüzleri eşleri ile birleşmeyi yasaklamıştır. Ama insanlar takva kesilmişler, kendi kendilerine geceleri de yatmadan önce oruca niyet eder, ondan sonra artık ne yer ne de cinsi ilişkide bulunmazlardı. Böylece kendilerine helal olan şeyi haram yaptıklarından dolayı nefislerine ihanet ediyorlardı.

Bu âyete ait tefsirdeki rivayetlerde bazı kimselerin dayanamayıp oruca ihanet ettiklerini, onun üzerine bu âyetin nâzil olduğunu rivayet ederler. Nüzul sebebi o olsa bile, bize nassın ifade ettiği mânâyı esas alırız. Nassa muvafık olmayan nuzül sebepleri bizi ilgilendirmez. Burada “Tahtanunellahe” denseydi, o zaman o mânâyı verirdik ama “ENFUSEKUM” dendiğine göre o tür mânâ vermek anlamsızdır. O gün üç-beş kişi dayanamadı diye kıyamete kadar olan hükümleri değiştirmek makul görülmüyor.

Burada be’s yoktur, teyid vardır. Helalin haram kılınmasını yasaklayan emirdir bu emir.

فَتَابَ عَلَيْكُمْ (Fa TavBa GaLaYKuM)  “Size tevbe etti.”

Ev ve yuva kelimelerinden türemiş iva, iyab ve tevbe kelimeleri asla dönmek anlamındadır.

Allah’ın tevbe etmesi” demek, ilgilenmesi demektir. Aşırı hareketlerin önlenmesi ve yeniden düzenlemesi demektir. Allah bu aşırı haramcılığın üzerinde durmanın gerektiğini, tekrar yardıma ve bize yol göstermeye döndüğünü söylemektedir.

Buradaki “AL” isti’lâ içindir. Üzerinde durma tabirini biz de kullanırız.

وَعَفَا عَنْكُمْ (Va GaFAy GaNKuM)  “Ve sizden afvetmiştir.”

Yani, aşırı takvanız günah sayılmamış ve ondan dolayı size bir ceza tahakkuk etmemiştir.

Kendi sıkıntınız kendinize kalmıştır.

İçtihatsız ameli salih bir mükâfatı getirmez. İçtihattaki hata ise mükâfatı durdurmaz.

Delilsiz hiçbir helâli haram yapmayacaksınız, delilsiz hiçbir haramı da helal yapmayacaksınız.

İçtihatsız ameliniz zararsızsa boşuna yorulmuş olursunuz, zararlı ise günahkâr olursunuz.

İçtihatlı amel zararlı olsa da sevabı olacaktır.

فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ (Fa eLEAvNa BavŞıRUvHunNa) 

“Şimdi onlarla mübaşeret ediniz.”

Şimdi yani oruç gecelerinde mübaşeret ediniz.

EL’ÂN”daki harfi tarif leylete’s-sıyam olmaktadır. Yukarıda rafes helal edildi diyor, burada “mübaşeret ediniz” diyor. “MÜBAŞERET” müjdeleşme demektir. Bir fiil işlediğiniz zaman onun olmasını da müjdelemiş olursunuz. Ayrıca mübaşeret sevişmek demektir. Ramazan’da bunun yapılmasını istemektedir.

Burada iki hikmet aranır. İnsanlar sıkıldıkları zaman sıkıntılarını paylaşacak yakınlısını arar, sevindikleri zaman da sevinçlerini paylaşmak için yine yakınlısını arar. Sabahtan beri oruçlu ve sıkıntılı bir gün geçirmişler, iftar yapmışlar ve namazlarını kılmışlar; şimdi yataktadırlar. Bir taraftan gündüzün sıkıntısını, diğer taraftan akşamın sevincini paylaşacaklar. Kur’an işte buna “mübaşeret” diyor.

Bu durum karı koca arasını biraz daha birbirine bağlar ve hayatın sıkıntılarına karşı birlikte daha kolay göğüs gererler, aralarındaki sıkıntıları da daha kolay giderirler. Onun için bu mübaşeret ânını, birbirini sevme ânını zayi etmeyin, harcamayın, orucun yararını düşürmeyin demektedir, Allah.

وَابْتَغُوا (Va BTaĞv)  “İbtiğa edin, arayın.”

Buradan şu anlam çıkıyor ki, kadınların sağlıklı hamile kalması Ramazan ayında daha çok muhtemeldir.

Gerçekten canlılarda özellik vardır. Tehlike ne kadar büyük olursa çoğalma kabiliyeti de o oranda artar.

Köylerde ve geri kalmış yerlerde doğurganlık daha çoktur. Ağacı budadığınız zaman meyve verir. Ağaçlar seyrekse meyve verir, sıksa gerek yok diye doğurganlık durur. Köylerde bazı ceviz ağaçları büyür ama bir türlü meyve vermez. Onun meyve vermesini sağlamak için bıçakla gövdesinde yara açarlar. Ağaç ölüm korkusundan meyve vermeye başlar.

Oruç da açlığı getirmektedir. İnsan vücudu kendisini tehlikede gördüğü için kendi savunmasını bırakır da neslini sürdürmeye yönelir. Bundan dolayı da çocuk olma ihtimali Ramazan’da artar. İşte Kur’an burada buna işaret ediyor. Tıbbi istatistiklerle bu ispat edilebilir. Sağlığımızı da buna dayandırma durumundayız. Aslında aşı da bu değil midir? Çocukları olmayan eşlere tavsiye edilecek perhiz, oruç tutmaları ve meşakkatli işler yapmalarıdır. Kur’an burada bize işte bunları öğretmektedir.

مَا كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ (MAv KaTaBa elLAvHu LaKuM)  

“Allah size neyi kitabet etmişse.”

Allah’ın size kitabet ettiği” şey, farz kıldığı şeydir; o da evlenmedir; o da çocuk yapmadır. Bu farzdır. Bu hem kul hakkı olarak farzdır, hem topluluk hakkı olarak farzdır.

Her kadının bir erkek üzerinde hakkı vardır. Kendisine emanet edilen rahmi erkeksiz kullanamıyor. Bir erkek ona ortak olmazsa görevini yerine getirmemiş olur. Ayrıca, kadın olsun erkek olsun, topluluğa borçları vardır. Topluluktan birileri onları doğurup büyütmüşlerdir. Onlar borçlarını ödediler. Şimdi siz evlenmeyince borcunuzu ödemiyorsunuz, Allah’ın farz ettiklerini yapmıyorsunuz demektir.

Allah’ın kitabet ettiği”ni Allah’ın kaderi şeklinde anlayanlar vardır. Kur’an bunu bu anlamda değil de, farz anlamında söyler.

وَكُلُوا وَاشْرَبُوا (Va KuLUv Va İşRABUv)  “Eklediniz şurbediniz.”

Kur’an’da “EKL” ile “ŞURB” birlikte söylenir. Bununla taam ediniz anlamı verilir. Sadece ekl denseydi herhangi bir tüketim ekl anlamındadır. Mesela çorbayı içme de ekldir.

Bunun dışında insan dışarıdan dört çeşit madde alır. Madde alır, bu yapı elemanıdır. Hava alır, bu yakıcı elemandır. Şeker ve yağ benzeri maddeler alır, bunlar enerji kaynağıdır. Su ise bunların dışında bir maddedir, ortamı oluşturan maddedir. Dolayısıyla su ile madde farklıdır. Her iki ihtiyaca işaret etmektedir. Hava alıp vermek serbest olduğu gibi ısınmak da serbesttir.

Burada cinsi ilişkiyi emrediyor, yeyip içmeyi de emrediyor. Emrediyor.

Gerçi Arapçada bir yasaktan sonra emir gelirse ibahayı/mübahlığı gösterir. Farz olmuş olmuyor ama sevap sayıp yememek veya cinsi ilişkide bulunmamak helâli haram yaptığı için günah olur. Ama arzu duyulmadığı için yapmamak ise elbette bir haramı getirmez.

حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ (XatTAy YaTaBayYaNa LaKuM)  “Size tebeyyün edinceye dek.”

Burada yeme, içme ve arzu duyulduğu takdirde cinsi ilişkide bulunma, orucun bir rüknü olarak emrediliyor. Dolayısıyla bir kimse bir gece hiç iftar etmeden oruca kalksa, o iki gün değil bir gün sayılır, sonra bir gününü kaza etmelidir. Çünkü orucu akşamdan başlatmıştır.

الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنْ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ (elPaYOu eLEaBYaWu MiNa eLPaYOı eLESVADı) 

“Haytı ebyed haytı esvedden”

Burada “HAYTI EBYAD” veya “HAYTI ESVED” zâhir mânâda alınırsa, siyah ip alacağız, sonra beyaz ip olacağız ve bakacağız, eğer bunları ayırt edersek o zaman orucu durduracağız demektir. Oysa dolunaylarda ay ışığında da bunu ayırabiliriz. Halbuki bulutlu gönlerde güneş doğuncaya kadar ayırmamız mümkün olmaz. O halde bunun mecazi mânâsının olması daha uygundur.

Gökyüzüne baktığımız zaman eğer sabahın aydınlığı gecenin karanlığından farklı olarak görülüyorsa, o takdirde oruç imsak edilecektir. Güneş ışığını yansıtan bir tabakadır bu. Bu yer yarıçapının yirmide biri uzaklıkta bir tabakadır. Yaklaşık 300 kilometre uzaklığındadır. Yağmurlu tabakadan 30 kat ötededir. Hava tabakasının iki kat ötesindedir. Bu da iyonosfer tabakasının yoğunlaştığı yerdir. Derece olarak 18 derece etmektedir. Bu da 180 derecenin onda biridir.

Allah’ın onlu sisteme uygun olarak nasıl bir kâinatı yarattığı burada ortaya çıkmaktadır. Gökteki aydınlanma daha önceleri başlar. Bu dikine aydınlık olur, yalnız beyaz iplik vardır. Burada kırılma olayı olduğu için bunun bilinen bir saatten ziyade gelişigüzel olan ve çok erkenleri başlayan bir aydınlanmadır. İşte 18 derecede ekvatorda ve gece gündüz eşit iken 72 dakika etmektedir. Bu kısa sabah ve akşam vakitleridir. Atmosferin aydınlığı ufukta yayılmaya başlar ve bu vakitte iki iple ortaya çıkar. Aydınlık gök, karanlık yer. İşte buna “HAYT” denmektedir. Bu aynı zamanda uzayda yansıtma çizgisidir. Ondan önce olan gökte güneş ışığını yansıtır. Ondan öncekiler şeffaf olup yansıtmaz.

مِنْ الْفَجْرِ (MiNa ElFaCRı)  “Fecrden”

Âyetin bundan önceki kısmı daha önce nâzil olmuştur. Bunun üzerine beyaz ipliği siyah iplikle karşılaştırıp oruçlarını tutmaya başladılar. Bir zaman sonra bu kelimeler indi. Levhanın sonuna eklediler.

Bu kayıtla anladılar ki beyaz iplik siyah iplik değilmiş, kastedilen ufka yayılan aydınlıkmış.

Arada başka âyetler de gelmiş olabilirdi. Onları kendi yerlerine eklerdi.

Kur’an’ı nüzul sırasına göre yazmak isteyen gafiller kendilerini kandırabiliyorlar mı?

ثُمَّ (ÇümMa)  “Sonra”

Burada;

a)      Hiç atıf harfi gelmeyebilirdi. O zaman oruç yemek içmek ve cinsi ilişkide bulunmak anlamında olurdu. Yani oruç marifeli yeme içme şeklinde ortaya çıkabilirdi.

b)      “Sümme” yerine “Ve” gelebilirdi. O takdirde gece savma dahil olmaz, oruç ile yeme içme birbirinden ayrılırdı. Oysa oruç önce yemek, sonra aç kalmaktır.

c)       “Fa” gelebilirdi. O takdirde gece orucun dışında kalırdı. Oysa oruç gece yemek gündüz ise yememektir.

d)      “Sümme” gelmiştir. “Sümme” burada itmamın terahisidir, yoksa savmın terahisi değildir. Yemek içmek ve cinsi ilişki bitiyor, imsak başlıyor. İmsaktan sonra oruç tamamlanıyor.  

Tamamlama sonra oluyor. Başlama ise niyet olarak, vücub olarak gün batımından başlıyor, imsak olarak fecirde başlıyor. İtmamı ise ertesi günde gün batımı oluyor.

Bunların anlamı şudur. Buradan birçok hükümler ortaya çıkar.

1)      Gün, gün batımı ile başlar. Ertesi gün gün batımına kadar sürer. Batılıların yaptığı gibi gece yarısında başlamaz. Yahut bizim varsayımımızla sabahla başlamaz. Bunun sağladığı yarar, insanların yarın yapacaklarını bu akşamdan hesaplamaları, kararlaştırmaları ve ertesi gün yola koyulmalarıdır. Gelecekte herkes yarın yapacağı işini akşamdan internette bilgisayarda kararlaştıracaktır. Anlaşmalar akşamdan bitecektir. Satılan satılacak, alınan alınacak, iş anlaşmaları yapılmış olacaktır. Hizmetler sona erecektir. Mesela, yarın 3 kilo patatese ihtiyacın varsa markete sipariş vermiş ve parasını hesaba geçirmiş olacaksın. Ertesi gün ya senin evine gelecek ya da sen gidip alacaksın. Bir şey satmak mı istiyorsun, elektronik pazara koyacak ve müşteriler seninle gece anlaşmış olacaklardır. Akşamdan yatsıya kadar sözleşme zamanıdır. Hattâ bu süre sabaha kadar sürer. Güneş doğumundan sonrası ise anlaşmaların uygulama zamanıdır. Hesaplar gün batımında kapanır, yeni hesap günü başlar.

Saatlerin değişik olması sebebiyle saat başlangıcı yine gece yarısı olarak adlandırılabilir. Bugün olduğu gibi bölgeler aynı saat dilimini kullanırlar. Ama her ilçenin saati aynı olur. İlçe içi anlaşmalar öyle yapılır. Aynı bölgede ilçeler arası saatler saat farkları dakika olarak ifade edilmiş olur. Bölgeler arası anlaşmalarda saatlerle fark ifade edilir. İller ve ülkeler ekonomik faaliyetlere karışmadığı ve serbest iş hayatı olduğu için bu düzenlemelere karışmazlar.

2)      Yani ayın başlangıcı da gün batımı ile başlar. Gün olarak Mekke günü ayın başlangıcı olur ama günün başlangıcı olarak her yer kendi gününü başlatır. Böylece tarihlemelerde birlik sağlanır, uygulamalarda farklılıklar olur.

3)      Hac Mekke gününde akşamdan başlar. Akşama kadar sürer. Yani, eyyamı değil de gece gündüzü birleştirir ve arefe akşamından başlayıp bayramın dördüncü günü biter.

4)      Sözleşmelerde günün başlama tarihi sözleşmedeki vakitlerin son saatleri akşam saatleridir. Kiralar ve ücretler böyle hesaplanır.

İşte buradaki “SÜMME” bütün bu hükümleri içermektedir. Gecenin ortasında günü başlatabilirsiniz ama sonra bilgisayar dünyası geldiğinde bunu tatil edersiniz. Sizin aklınızla yaptığınız yatsıya kadar sürer. Sosyalistler bunu kolhozlarda uygulamışlar, yani ertesi gün yapılacak işleri akşamları kararlaştırmışlardır.

أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ (EaTimMuv elÖıYAMa EiLa elLaYLı)  “Sonra siyamı leyle kadar itmam edin.”

Burada “LEYLE” marife ve müfred gelmiştir. Cins içindir. Çoğula zarf olabilir. “SAVM” çoğul gelmiştir, bütün ayı içersin diye. “LEYLE” tekil gelmiştir. Günlerin parçalanması için.

İnsan sağlığı ve sosyal yararları için orucun birlikte tutulması gerekmektedir. Burada emir çoğuldur. Bunun anlamı şudur. Gerek imsak, gerekse iftar topluca yapılacaktır. Her bucak kendisi duyuracaktır. Bucaklarda kablolu televizyonlar olacaktır. Kabloya kimse giremeyecektir. Televizyonlar daima bucak televizyonuna açık olacaktır. Herkes iftarı burada okunacak ezanla Cuma müezzininin canlı sesi ile açacaktır. Sahur vakti bucağın Cuma müezzininin ezanı ile kalkılacak ve onunla imsak edilecektir. Bu görevler Cuma imamlarına verilmiş bulunmaktadır. “Ey iman edenler” diye başlamasının hikmeti budur. Bunun anlamı bir beldede mesai saatleri aynı zamanda başlar ve aynı zamanda biter. Valiler belirler. Her ilçe için ayrı saatler seçilebilir. Bucak başkanları bucaklarında uygularlar.

Görülüyor ki ibadetler demek hayat damarları, kan damarları, sinir damarları demektir.

İnsanlar günümüzde bu düzenlemelere sırtlarını çevirmişler ama ondan sonra İstanbul trafiğini halletmek için yaşama yasaklarını getirme yani vize getirme ihtiyaçlarını duymuşlardır. Yerinden yönetimi getirin, Cuma beldelerini bağımsız siteler yapın, bakınız göreceksiniz ne trafik ne de terör kalacaktır. Allah’ın adil nizamını beğenmiyor musunuz; o zaman cehennem azabını dünyada çekin.

وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ (Va Lav TuBaŞıRUvHUnNa)  “Onlarla mübaşeret etmeyin.”

BÜŞR” güzel ve sevimli yüz, güler yüz demektir. “MÜBAŞERET” mufaale bâbından sevişmek demektir. İtikaf da sevişme de yasaklanmış, yani yalnız gündüz değil artık gece de kedisini kadınlarla birleşmekten alıkoymaktadır. Kur’an’da teşri edildiği halde emredilmemiş ibadettir.

İtikaf bu âyetle teşri edilmiştir. Hacda refes yoktur, fusuk yoktur, cidal yoktur ve mübaşeret yoktur. Emrin burada uygulanmasıdır. Orada da ukuf vardır, burada da ukuf vardır.  

وَأَنْتُمْ عَاكِفُونَ (Va EaNTuM GAKiFUNa)  “Siz âkif iken”

UKUF”u burada kurallı erkek çoğulu ile kullanmıştır.

Demek ki itikafa girenler kendilerine bir imam seçecekler ve o imama tâbi olarak itikaf yapacaklardır.

Buradan öğreniyoruz ki, geçici imamların çevresinde toplanmış olan cemaat de aşiret olmasa da tüzel kişiliği olan bir cemaattir. İmamları vardır. İmamların istişare ile koyacakları kurallara uyacaklar yahut ayrılacaklardır. Gerektiğinde hemen ortak bütçe oluşturacaklardır. Mesela harcamalar ortak keseden yapılacak ve sonunda bölüşeceklerdir. Baştan avanslar toplanır. Kurallara uymayanlara karşı başkanın yetkilerini kullanma yetkisi vardır.

“Âkif iken” sadece zaruri ihtiyaçlar görülür. Gerektiği kadar başka işlerle meşgul olunur. Kalan vakit hep mescitte veya mescit için ayrılır. Orada sevişme yok, tartışma yok, şeriat hükümleri dışına çıkma yok, günah işleme yok. Mesela, birini dövme yoktur, içki içme yoktur, kumar oynama yoktur, Kur’an’da fusuk olarak sayılan günahları işleme yoktur. İşlenirse itikaf da biter.

Bu ibadetin ve diğer ibadetlerin mânâsını anlayabilmemiz için insan beynini ele alalım. İnsan beyni bir bilgisayar gibidir. İnternet bağlantıları vardır. Önce kendi ruhu ile devamlı bağlantı hâlindedir. Uykuda bu bağlantı kesilmektedir. Konuştuğu kimsenin ruhu ile de irtibattadır. Bakıştığı kimsenin ruhu ile de irtibattadır. Hattâ aynı yerde otursalar ve hiç birbirleri ile konuşmasalar bile ruhlar yine irtibat kurarlar. Cemaat budur.

Bizde bir deyim vardır. Birisi bir şey söyleyecek olur, karşı taraf onu ondan önce söyler; ‘Babana rahmet, ben de şimdi onu söyleyecektim!’ der.

İnsan ruhu beyne dışarıdan giren şeytanın vesvesesi ile de onlarla irtibattadır. Melekler de insanlara ilham edebilirler. İnsan doğrudan Rabbi ile karşı karşıya gelir, O’ndan ilhamlar almaya başlar. Bunu sağlıklı olarak başarmak için itikaf gereklidir. İtikafta namazda yapılanlar yapılır. Namazın dışında gelişigüzel duruma göre yapılır. Kıraat yapılır, tesbih yapılır, huşu yapılır, dua yapılır. Sohbet de caizdir. Ama cidal yoktur.

Kimse kimseye ‘seninki yanlıştır’ demez. Herkes kendi bildiği doğruyu karşı tarafı tekzip etmeden söyler. Biri ‘Muhammed resuldür’ dese, diğeri ‘nebidir’ der. Biri ‘Resul hata etmez’ dese, diğeri ‘Allah affetmiştir’ der. Biri ‘dört kere dört onbeştir’ dese, diğeri ‘bir fazlasıyla doğrudur’ der. Yani, karşı tarafın yanlışını ortaya çıkarmaz, onu tamamlayarak doğruya varır. Bu tür sohbet de meşrudur. İbadettir.

Burada itikafı oruç içinde tarif etti ve “Va” harfi ile atfetti. “Va” harfi kıyası caiz kılan bir atıftır. Dolayısıyla itikafta oruç şarttır. Ama Ramazan orucu olması gerekmez. İtikafın en kısası bir gün ve gecedir. Akşamdan başlar, ertesi gün akşam namazında biter. Vitirle en az yedi vakit kılınır. Efdal olanı “Ve Leyalin Aşrin” işareti ile on gündür. İki aydan fazlası meşru değildir. Dört aydan fazlası haramdır.

Bir kuru’ müddeti içinde kesmek şartı ile eşinden izin alması gerekmez. Erkek on günden fazla kalacaksa eşlerinden izin almakla yükümlüdür. Birden fazla eşi olmayanın karısı da on günden fazlası için kocasından izin almakla yükümlüdür. Başka eşi varsa izin almak durumunda değildir. Ancak koca gecelerini bölüşmedeki hakkını istediği eşte kullanır.

فِي الْمَسَاجِدِ (FIy eLMaSACıDı)  “Mescitlerde”

Burada evdeki itikafta mübaşeret caizdir demek olur. Bu ise itikafın zımnen olmayacağını ifade eder.

Burada “Fi’l-Mesacidi” tafsili zarf değil tavsifi zarftır. Yani itikaf yalnız mescitte olur demektir. Marifeli geldiği için yalnız Cuma mescitlerinde olabilir demektir. Mescid-i Haram’da da olacağından, zikretmekle büyük mescitlerde itikaf efdaldir demektir. İtikafın aynı zamanda misafir olarak mescitlerde yatılabildiğini ifade etmektedir. Ancak itikaf adabına uyulacaktır. Mescitlerin yan hücreleri bunun için ayrılır. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı yerde yatarlar. Yemek yiyebilirler. Uyuyabilirler.

Cuma camilerinde bunların yatıp uyumalarına mâni olunmaz. Cuma mescitleri 24 saat herkese açık olacaktır. Buna ‘izn-i âm’ denir. Böyle olmayan mescitlerde Cuma kılınmaz. Demek ki Fatih Camii’nde bile Cuma namazı geçerli değildir. Garaj mescitleri bile belli saatlerde açık tutulmaktadır. Kılınan cumalar namazdır ama Cuma namazı değildir. Osmanlı uleması bunu bildiği için on rekat ilave namaz kıldırmaya başlamışlardır. Cumhuriyet uleması bu uydurmadır diye kaldırmış ama “Faman Ezlemu Mimmen Manaa Mesacidellahi” âyeti okunmaz olmuştur! Cehennem cahiller tarafından değil, din görevlileriyle dolacaktır. Çünkü onlar sadece işlerine gelen âyetleri okuyorlar. Bırakın da bu mescitleri biz yaptık, biz kullanalım; cami vakfımıza ve derneğimize dokunmayın. Diyanet İşleri Başkanlığı şimdi de mescitlerin mülkiyetini Diyanet Vakfı’na aktarıyor! Hangi hakla yapıyor?!. Rıza olmadan başkalarının mallarını ekl ediyorsunuz. Sizde imandan eser yok mudur? Siz tanrı mısınız ki şeriatlar koyuyorsunuz. Hacıları soydunuz, yetmedi; şimdi de mescitleri gasp ediyorsunuz.

تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ (TiLKa XuDUvDu elLAHi)  “Bunlar Allah’ın hudutlarıdır.”

Bunlar yani oruç ve itikaf Allah’ın hudutlarıdır. Emirler yukarıda anlatılmış ve bunlar Allah’ın hudutlarıdır diyor. Mü’minler için Allah’ın çizdiği hudutlardır. Onlara takarrub etmeyin.

Hudutlar hükümlerin dışındadır. Yani serbest bırakılmışsa hudutlara yaklaşılmaz. Aksine yasaklar konmuşsa bu sefer de yine yaklaşılmaz. Yollar ve sınırlar ortak olacaktır. “Ona yaklaşmayın”ın anlamı budur. Şeriatın çizdiği, topluluğun çizdiği sınırlar aşılmayacaktır.

Oruçlarda bile bu sınırlar çizilmiş, diğer sınırlar hayda hayda bu hükümlere tâbidir.

MİN, İLÂ, HATTÂ gibi sınır gösteren kelimeler, harfler veya başka şekilde hudutlar belirtilmişse, burada bir boşluk olacaktır. Bu topluluğa ait olacaktır. Usulde bu hususta uzun uzun tartışma vardır. “Takarrub etmeyin” hususu izah edilmiştir. Mesela, dirseklere kadar yıkayın denince, dirseklerin yıkanma dışında kalması gerekir. Ancak kollarınızı yıkayın dedikten sonra İLÂ getirildiği için yıkanmakta, kollarınıza kadar yıkamayın anlamındadır demişlerdir. Ben burada bu tartışmalara girmeyeceğim. Sadece Kur’an’ın bununla ilgili hükmü usul bakımından burada izah ettiğine işaret edeceğim.

فَلَا تَقْرَبُوهَا (Fa LAv TaQRaBUvHAv)  “Onlara yaklaşmayın.”

Burada “Fa” harfi ile gelmiştir. Hudutlar hükmün dışındadır. Her yerde ve her zaman.

Demek ki eğer bir arazi parsellenecekse arada bir şerit bırakılacaktır. Taraflar o şeride yanaşmayacaklardır. Bitişik nizamda ve katlarda mülkiyet yoktur, kullanım paylaşımı vardır. Daireler, merdiven, su tesisleri, tavan ve döşemede kişilerin sadece kullanım hakları vardır. Apartmanın ortak geliri olacaktır. Tüm arızalar o gelir ile giderilecektir. Apartmanın vakıfnamesinde yazılı yükümlülükleri yerine getirmeyen ortak kata mâlik olmadığı için rızasına bakılmaksızın elinden alınır. Cari değer kendisine verilebilir.

Bir apartmanın dairelerinde oturanlar onun sözleşmesinde yazılı yükümlülükleri yerine getirmelidirler. Yoksa haklarını yani ortaklık paylarını alıp gitmelidirler. Çünkü henüz kendilerinin malı olmamıştır. Her mülkün ve ortaklık hissesinin resmi değeri olacaktır. Devlet o değeri ile mülkü alıp satacaktır. Giderlerine dayanamayan ortak payını kamuya satabilmeli, aynı değerle başkası alabilmelidir. Kimse ‘pahalıdır’ diyemez; ‘öyleyse sat’ dersin. Kimse ‘ucuzdur’ diyemez; ‘öyleyse al’ denir. Kişi oturmaya devam ederse, devletçe onun masrafı kadar payı alınır. Alan olursa satılır. Satın alan olursa artık o kısmın kirasını ödeme durumundadır. Alan olmazsa devlet kira almaz. Diğer taraftan ayrı apartmanlar arasında bir duvar payı kadar boşluk olmalıdır. Apartmanlar birbirine dayandırılmamalıdır. Bu zelzele için de geçerlidir.

Aşiretler arası sınırlarda yollar veya boş yerler bırakılmalıdır. Bu yerin mülkiyeti bucağın olmalıdır. Bucaklar arası alanlarda yollar ve boş ağaçlık yerler bırakılmalıdır. Buralar da ilin mülkiyetinde olmalıdır. İl sınırları arasında da yollar ve boş savunma alanları bırakılmalıdır. Buranın mülkiyeti devletin olacaktır. Ülkeler arası sınırlarda da böyle tarafsız yol ve alanlar bırakılmalı ve buranın mülkiyeti insanlığın olmalıdır.

Buralarda Birleşmiş Milletlerin askerleri bulunmaz ama rasat yerleri bulunur. Saldırının kimden başladığını tesbit etmek bugünkü gelişmiş dünyada çok kolay hâle gelir.

Demek ki buradaki bu ifade bize önemli kurallar getirecektir. Yasaklar arası bir sınır olmalıdır. Oruçtaki sınırlar için benzer hükümler konur. Aslında gece yatsıdan başlar ama gün batımı sınırdır. Ona yaklaşılmamalıdır. Gündüz güneş doğumu ile başlar, fecir sınırdır. O halde ona yaklaşılmamalıdır.

Yani, akşam geceye, sabah gündüze dahildir. Sonra fecre kadar yeyin, mübaşeret edin dendiğine ve bu sınırlar da ezan ile belirlendiğine göre, kişi ezan sesini duyar duymaz artık ağzına bir şey sokmaz. Ama ağzında olanı çiğneyip yutabilir çünkü ağız iç organdır. Öyle olmasaydı tükürük yutmakla oruç bozulurdu. Cinsi ilişkide de aynı kıyas yapılır. Ezandan sonra idhal orucu bozar. Bekletmek ve boşaltmak bozmaz.

Burada cünüplüğün yani cünüp olarak sabahlamanın veya gündüzün cünüp olmanın da orucu bozmadığı sabit olmaktadır. Çünkü gusül için bir zaman kalmamıştır.

Sabah ve akşam vakitleri için de tartışma vardır. Tulu’ güneşin doğmuş olması mı, yoksa doğmaya başlaması mı, hangisi? “Kable” dediğine göre başlamadan önce yani doğmaya başlamadan önce ve batmaya başlamadan önce denmiş olmaktadır. Güneş doğmaya başladıktan sonra artık sabah namazına başlanmaz.

Ama namaza başlanmışsa devam edilebilir mi? Hanefiler edemez diyorlar. İkindide güneş batmaya başladıktan sonra başlansa devam edilebilir mi? Hanefilere göre edilir. Bize göre başlanmışsa, doğma bitinceye kadar devam edilir. Tam güneş doğunca otobüs beklemez, hareket eder. Yani sabah namazı güneş doğmadan kılınır, güneş doğduktan sonra yola çıkılır. İşyerlerine gidilir. Akşam da öyledir. Eve gidilir.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ (Ka ÜavLiKa YuBayYıNu elLAHu EAyYATiHi LinNASı)  

“Allah âyetlerini böylece nâs için beyan eder.”

Başta “Ey iman edenler” demiş ve oruç hükümleri ile sınırlarla ilgili hükümleri koymuştur.

Ama hükmü kapatırken “Nâs için beyan olunmuştur” denmektedir. O halde bu hükümler mü’minlere de müslimlere de emredilmiştir. Ancak bunları uygulama şartlarını hazırlama işi ise mü’minlere aittir. Yani; vakitleri tayin etmek, ezan okumak, zekât toplamak, mabetler hazırlamak müslimlerin değil mü’minlerin görevleridir. Bir de eğer insanlar arasında hükmedilecekse buna göre hükmedilecektir, adil olan budur. Sonra mülkiyet hudutlarını belirlemek de topluluğun mü’minlerine yani nöbetlilerine aittir. Yani, parselasyon yapma, sözleşme hükümlerini vazetme kamuya aittir. O sözleşmelerden yararlanarak mâlik olma insana aittir.

Bir bucak içinde iş ve mesken siteleri oluşur. Bu siteler bucak planlamasına göre yapılır. Dolayısıyla bucak şurasının kararı gerekir. Bucak şurası bunları istişarî kararlarla alır ve genel imarı çıkarır. Sonra kendi sitelerinin imarları ortakları tarafından alınır. Bütün bunlar sonunda bucak şurasının istişarî kararlarıyla kesinleşir. Hakemlerce denetlenir. Sonra da kimse bozamaz. Bucak şurası ilmî ve siyasî şuralardan oluşur. Ayrı ayrı şuralarda görüşülür, başkan karar alır. Şura üyelerinin itiraz yetkileri vardır. İşte bu kısım imanla ilgilidir. Ama sonra site ortaklık senetleri çıkarılır. Onlardan yararlanmak ve mâlik olmak ise her müslimin hakkıdır. Ada ortakları müslim iseler sözleşmeyi birlikte hazırlarlar. Şura sadece onaylama durumundadır. Onaylasa da hakemlere gidilebilir, onaylamasa da hakemlere gidilebilir. Hakemler son sözü söylerler.

İşte görüyorsunuz, orucun başlama hükmü bize ne gibi hükümleri getirmektedir. İlk bakışta yuvarlak söz olarak, ne derin hükümler içermektedir deriz. Bütün bunlar İslâm ile imanın arasını tefrik etmemizden doğan hükümlerdir. Fakihler âyetten bunları çıkaramamışlardır. Ama sünnet ve istihsan ile söylediklerimize yakın hükümler bulmuşlardır. Biz şimdi onların geliştirdikleri Usûlü Fıkıh yardımı ile Kur’an’da onların istihsan ve sünnetlerine delil bulmuş oluyoruz. İhtilaf ettikleri hususlardaki ihtilaflarını çözmüş oluyoruz.

Bir de sınırlarda boşluk bırakma gibi yeni hükümleri de Kur’an’dan çıkarıyoruz. Nassa dayalı icmalarda onlardan asla ayrılmıyoruz. Nassa dayanmayan icmaların çoğunu biz de benimsiyoruz. İhtilaf ettikleri kısımlardan yüzde sekseni de onların çözümlerinden birisini tercih etmek şeklinde ortaya çıkıyor. Yeni çözümler ancak yüzde yirmisinde olmaktadır. Demek ki İslâm’ın genetiği korunmaktadır. Ama aynı zamanda uygarlaşma da meydana gelmektedir. Bu benzerliği biz usulümüzden vazgeçerek yapmıyoruz, usul içinde yapıyoruz. Bu da hem fukahanın hem de bizim ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösterir.

لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ(187)  (LaGalLaHuM YatTaQUVNa)  “Böylece ittika ederler.” 

“TATTAKÛN” dememiş de “YATTAKÛN” demiş, yani mü’minler ittika ederler diye nâs için sizin aracılığınızla beyan ettik deniyor. Çok net ve açık olarak anlaşılıyor ki, Kur’an’ı okumak, yaşamak, uygulamak ve isterlerse hükmetmek görevi mü’minlere verilmiştir. Nâs ise bu çalışmalardan yararlanarak yaşayacak ve ittika edecektir. Mü’min olup olmama da kişilerin elindedir.

Siz Adil Düzen Çalışanları! Evet sizler, artık sadece İslâm’da kalmayıp imana talip oldunuz.

Sabredin, devam edin. Kur’an’ı bugünkü müsbet ilmin verileri ile yorumlayarak anlamaya, yaşamaya, anlatmaya ve onlar arasında adaletle hükmetmeye devam edin.

Yeryüzünün yönetim kapıları size açılacak ve siz üstün olacaksınız.

Kâfirler yani sizin güveninize girmeyip cizye vermeyenler mağlup olup gideceklerdir.

Bugünkü zulüm bitecektir; Allah bitirecek, sizin elinizle “Adil Düzen”i getirecektir.

Mekke mü’minleri önlerinde bir misal olmadığı halde tereddüt etmediler ve sonuçlarını aldılar; oysa sizin geçmişinizde bin yıllık deneyiminiz vardır. Hâlâ tereddüt içinde misiniz? Artık Allah’ın sizi yücelttiği bu “Adil Düzen” mertebesinde sebat ediniz, sabrediniz. Göreceksiniz ki subh/sabah yakındır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-395 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-225  İstanbul, 10 Şubat 2007

TEKELSİZ BİR EKONOMİK DÜNYA DÜZENİ

Bugünkü uygarlığın sorunları vardır.

İnsan hür iradesi ile yaşayacak şekilde yaratılmıştır. İnsan kendi iradesi ile hareket ettiği zaman kişisel ortak sorumlu olur. İnsanın yeryüzüne gelmesinin gayesi, insanın kendi iradesini kullanarak yücelmesidir. Uygarlaşma demek, insanın daha çok demokratlaşması yani daha çok hür hâle gelmesi ve daha çok kendi başına buyruk olması demektir. Bunların olması demek aynı zamanda insanın sorumluluğunun artması demektir. Kişi için uygarlaşma demek, daha çok hür olma demektir. Cebindeki telefonuyla Amerika’daki veya dünyanın öbür ucundaki biriyle görüşebiliyorsa daha çok hürdür demektir. Bu da telefon ne kadar ucuzsa yani az emek harcayarak, az emekle kazandığı para ile daha çok dakika konuşabiliyorsa o insan o kadar daha çok hürdür demektir. Bunun bir başka anlamı, insanlık ne kadar genişlerse, insanlar arasındaki ilişkiler ne kadar yaygınlaşırsa, hürlüğümüz o kadar genişlemekte ve aramızdaki ilişkiler de o kadar artmaktadır.

Diğer taraftan telefona kavuşmamız “tekelleşen faaliyetler” sayesinde sağlanmaktadır.

İster sektör tekeli ister devlet tekeli olsun, tekel olmadan insana hürriyet sağlayan imkanlar ortaya çıkmamaktadır.

Bugünkü uygarlık sermaye tekeli olan kapitalizm ve devlet tekeli olan sosyalizm ile sağlanmıştır.

Ne var ki “tekel düzen” işini yapmış ve artık ömrünü tamamlamıştır.

Sosyalizm çöktü... Kapitalizm ise sosyalizme dönüştü, o da çökmek üzeredir...

Sosyalizm ve kapitalizmin bizzat kendisi insan hak ve hürriyetlerini yok edici hâle gelmiştir.

Bunlara karşılık “halk sektörü” ortaya çıkmaktadır.

Halk sektörü demek, ne devlet tekeli ne de sektör tekeli sözkonusu değildir demektir. Ortaklık sektörü demektir. Büyük markalar oluşacaktır. Firmalar büyüyecek ama bunların şu özelliği olacaktır.

Her sahada birbirine rakip en az 5 ile 20 arasında rakip firmalar olacaktır. Bunların anlaşarak tekelleşmeleri önlenecektir. Tekelleşmeye giden firmalar olursa onların yerine yeni firmalar devreye girecektir. Yani, bu 5 ile 20 firma öyle olacaktır ki, aralarında anlaşma olursa firma sayısı azalmış olacak, devreye ikinci firma girecektir. On firmanın on ayrı işletme senedi olacaktır. Eğer senetler farklı olarak değerleniyorsa firmalar ayrı demektir. Yok senetlerin değişmesi birbirine bağlanmışsa tek firma demektir. “Adil Ekonomik Düzen” bunu “senet sistemleri” ile çözmüştür.

İkinci önemli husus, her sahada “arz ve talep kanunları” işlemelidir. Bu da stoklara göre bilgisayarların fiyatları hesaplaması ile sağlanır. Bunun anlamı şudur. Firmaları fiilen yöneten müşteriler olacaktır. Yani herhangi bir merkezi güç karar alarak fiyatı tesbit etmeyecektir. Fiyat ya serbest pazarlıkla veya bilgisayarca stoklara göre yapılacaktır. Böylece “tekelsiz bir ekonomik dünya düzeni” oluşacak ve insanlar daha hür olacaklardır. İşte bu “Adil Ekonomik Düzen”dir.

“Adil Ekonomik Düzen”in gelebilmesi için “Adil Düzen İşletmeleri”nin kurulması gerekir.

“Adil Düzen İşletmesi”nin temeli “MUHASEBE”dir; “Genel Hizmet Kooperatifi”dir.

Sömürü sermayesi veya devlet tekeli kooperatiflere düşmandır. Çünkü kendi tekellerini kırmak durumundadır. Bunlar kendilerine göre tekel kooperatifler oluşturup halkı kooperatiflerden soğutmaktadırlar. Biz halk ortaklığı olarak “Akevler Kooperatifleri”ni kurduk, Turgut Özal “TOKİ/Toplu Konut İdaresi”ni kurdurarak kooperatifleri tekelleştirdi.

Tekel sermaye de şimdi şöyle yapıyor. Önce halktan topladıkları paralarla büyük yer satın alıyor. Siyasi destekle bu sağlanıyor. Sonra yöneticiler kooperatifi işin içinden çıkamaz hâle sokuyor. Aidatlarını yatıramayanlar ortaklıktan çıkarılıyor. Kooperatif alenen zarar ettiriliyor. Daha sonra bu işletmeler tekel sermayenin yemi hâline getiriliyor. Garibanların parası ile zenginler daha da zengin ediliyor. Halk bunlardan bıkıyor ve kooperatifçilikten nefret ediyor ve tekrar sömürü sermayesinin kucağına düşüyor.

Adil Düzen Çalışanları bundan bıkmamalıdırlar. Halkın güveneceği bir kooperatif kurmalıdırlar. Sonunda ister istemez halk oraya toplanacak, kurtuluşun yalnız “Adil Düzen”de olduğunu görecektir.

İnanmış on kişi ortaya çıkmalıdır. Hile yapmayan ve topluluğun varlığını kendisine çevirmeyen on kişi çıkmalıdır. İşte geleceğin süper gücü o on kişi olacaktır.

Çevremde ya çalışmayan on dürüst insan vardır, ya da çalışan ama dürüst olmayan insan vardır. Bizim başarısızlığımızın sırrı buradadır. Çalışan on dürüst insan olduğumuz zaman dünyanın merkezi biz olmuş oluruz. İnsanlık bu on kişiyi bekliyor.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-395 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-225  İstanbul, 10 Şubat 2007

HÜKÜMET SUÇLARI ÖNLEMEZ, CEZALARI İNFAZ EDER

Devlet aşmasına gelmeden önce kabileler oluşur, her kabile düşman kabilenin bir saldırısına uğrasa kendisini savunurdu. Aralarındaki çatışmayı önlemek için de topraklar bölüşülür, kimse kimsenin toprağına ayak basmaz, kabile fertleri topraklarında gördükleri yabancıyı öldürme yetkisine sahip idiler.

Kabile içinde güvenlik ise kabile reisinin kararına bağlı idi. Kabile reisi tehlike görürse istediği tedbiri alabilirdi. Suç işleyecek kişiyi dövebilirdi, hapsedebilirdi, kabilesinden dışarıya atabilirdi, hattâ onu öldürebilirdi. Bu tamamen kabile reisinin mutlak yetkisinde idi. Devlet aşaması düzen böyle oluşmuştur. İnsanlık binlerce yıl böyle yönetilmiştir.

İlk olarak devlet düzeni site devletleri şeklinde Nuh Peygamber zamanında Sümerlerde başlamıştır. İlk ulus devlet Mısır’da kurulmuştur. Devlet aşamasının temel kuralı şudur. Kimsenin suç işlemesine mâni olunmaz, herkes suç işlemeye serbest bırakılır. Ancak suç işledikten sonra devlet denen bir kurum oluşmuştur. Devlet organları ile suçluyu yakalar, muhakeme edip mahkum eder ve suçluya daha önce belirtilmiş cezayı verir. Bu ceza o kadar büyüktür ki halk korktuğu için böyle bir suç işlemez.

Devlet aşamasında devlet organlarının görevi suçu önleme değil, suçluyu cezalandırmadır. Devletin suçu önleme görevi de yoktur yetkisi de yoktur. Devletin hiçbir organı sen suç işleyeceksin diye kimseyi yakalayamaz, tutuklayamaz, hapsedemez, ona dayak atamaz, onun sahip olduğu hürriyetten alıkoyamaz. Hâsılı, devletin hiçbir organı tahminlere dayanarak kişiler arasında ayrıcalık yapıp önlem alamaz.

Nitekim ABD’de bile her türlü koruma ve tedbirler içindeki başkanlar öldürülmüştür. O halde tedbirler ne işe yarar. Önce korkutma yapar. Profesyonel olmayan katiller bir şey yapamazlar. İkincisi, bu sayede failin tesbiti kolaylaşır.

Demek ki devlet organlarının görevi suçu önlemek değil, suçluyu cezalandırmaktan ibarettir. Suçu önleme devletin ne görevidir ne de yetkisidir. Ona bu görevi verdiğimiz zaman yetkiyi de vermemiz gerekir. Yetki demek, mahkeme kararı olmadan insanlara müessir fiil icra edebilme demektir. Bu da zaten suçun kendisi demektir. O zaman suçu faillere göre ayırmamız, polis öldürürse suç olmaz, başkaları öldürürse suç olur dememiz gerekir. Bu da eşkıyalıktır. Devlette kural şudur. Yargı kararı ile öldürülürse suç değildir, yargı kararı olmadan öldürülürse suçtur.

Dikkat edilsin, “yargı kararı” demek hakim kararı değildir, mahkeme kararı demektir. Mahkeme hakimden oluşmuyor; davalı, davacı, savcı, avukat, tanık, bilirkişi ve muhakeme sonunda alına karar. Hakim bunlara dayanarak karar alırsa “yargı kararı” olur, yoksa hakim tek başına hiçbir müessir fiil kararını alamaz.

Eğer cezalar suçları önlemiyorsa artırılır veya düşürülür. Ama suçlar mutlaka cezalarla önlenir. Suçların cezalarla önleneceğine inananlar devlete inanan kimselerdir; inanmayanlar ise devlete inanmayanlardır. Onlar hukuka değil de kuvvete inanıyorlar. Cahiliye dönemi zihniyetindedirler demektir. Devlette yetki ve görev bölümü vardır.

a)       Soruşturma kurumu vardır. Bir suç işendiği zaman suçun kim tarafımdan işlendiğini tesbit etmek bir kurumun, bir organın işidir. Türkiye’de bunun için dört kademe vardır.

1-       Halkın şehadeti. Görenler ve bilenler şahitlik yapar. Mahkeme bunlara dayanarak mahkum edebilir. Bunlar doğrudan mahkemeye bağlıdırlar.

2-       Polis teşkilatı. Bunlar soruşturma yaparlar ve elde ettikleri belgelerle mahkemede şahitlikte bulunurlar. Mahkeme bunların şehadeti ile suçluyu cezalandırabilir. Bunlar savcılık aracılığı ile mahkemeye bağlıdırlar.

3-       Savcılar asıl soruşturmacıdırlar. Bugün Türkiye’de bağımsızdırlar. Hükümet savcılara müdahale edememektedir.

4-       Mahkeme soruşturmayı resen yürütür, sonucu mahkeme bağlar. Hükümetin burada hiçbir yetkisi yoktur. Sadece savcılara ‘şunu soruştur’ diyebilir.

b)       Dava açama da savcının görev ve yetiksindedir. Soruşturmayı yaptıktan sonra delilleri yeterli görürse dava açar, görmezse açmaz. Adalet Bakanı bazı hallerde dava aç diyebilir ama soruşturmayı bakan yapamadığına göre bunun fiili bir sonucu yoktur.

c)       Bundan sonra mahkeme bütün yetkilerini kullanarak failin fiilini tesbit eder, kanunlara dayanarak kararını verir; temyizde kesinleşir. Demek ki hükümetin suçu önleme görev ve yetkisi olmadığı gibi; soruşturma, dava açma, karara bağlama konularında da hiçbir görevi ve yetkisi yoktur.

d)       Mahkeme kararının infazı. İşte hükümet bu zaman devreye girer. İçişleri Bakanlığı kişiyi polis marifetiyle yakalar. Polis soruşturma yönüyle savcılığa, yakalama yönüyle hükümete bağlıdır. Adalet Bakanlığı da bunları hapishaneye sokup besler. Yani uygulama, cezaların uygulanması safhası Adalet Bakanlığı’na bağlıdır ve hükümetin görev ve yetkisindedir.

Bu kurallar o kadar önemlidir ki tarih boyunca uygulanmıştır.

Yargı ile icranın ayrılması Hazreti Ömer ile başlar. İnsanlık bu aşamaya gelmek için beş bin yıldır mücadele vermektedir. Başak çözüm yolu yoktur.

Gaye huzurlu bir adil düzen değil de, AK Parti’yi Susurluk benzeri bir operasyonla iktidardan indirme olunca, o zaman tabii ki kurallar değişir! İdamı yasaklarsınız, hapishaneleri lüks otellere çevirirsiniz. Hükümet önlemedi diye yaygara basarsınız. Olmayacak şeyleri başkalarını suçlamak için kullanırsınız. Böylece devlet aşaması öncesi karışıklığa gidersiniz O zaman da yıkılıp gidersiniz.

Evrensel hukuk kurallarını delmeye çalışmak demek, sonunda devleti kurşunlamak demektir. Yargısız mahkumiyet olmaz. Erbakan böyle yargısız mahkum oldu. Mahkeme kanun yapmaz. Ama Anayasa Mahkemeleri kanun yapıyor. İdamı içermeyen ceza ceza değildir. Anarşi olsun diye böyle yapıldı. Suçludan başkası cezalandırılamaz. Susurluk olayında Refah Partisi cezalandırıldı! Oysa Refah Partisi’nin olayla hiçbir ilişkisi yoktu.

Ne yapalım, kendi düşen ağlamaz. İnsanlık “Adil Düzen”in gelmesi için kendi sosyal düzenini kendisi kazıyor.Bizden bu kadar. Siz bilirsiniz.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler