Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 400
BAKARA SÛRESİ 199-202.-AYETLER TEFSİRİ
17.03.2007
1843 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 400

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       17 Mart 2007                    Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 400. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ NASIL OLMALI?

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 62. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

ثُمَّ أَفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(199) فَإِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ(200) وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ(201) أُوْلَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ(202)

 

ثُمَّ (ÇumMa)  “Sonra”

Safa ile Merve arasındaki sayden sonra Arafat’ta vakfe yapılmakta, sonra Müzdelife’ye inilmekte ve orada cemre yapılmaktadır. Müzdelife’de kalınmakta ve cemreler tamamlanmaktadır. Orada Allah’ı zikrediniz denmekte, taşlar atılırken tekbir getirilmektedir. Orada kalınacağına ve gecelenileceğine dair emir buradaki “SÜMME”den anlaşılmaktadır. Bu zikrin müddeti başka yerlerdeki malum günlerde tabiri ile anlaşılmaktadır.

أَفِيضُوا (EaFIyWUw) 

“İfada ediniz, akıtınız.”

Burada if’al bâbı gelmiştir. “FADA” taşmak demektir. Seyl de Arapçadır. Sel, feyezan sonunda kalan kalıntılardır. Feyezan ile selin taşması, akması demektir. Sele kapılıp gitmek başka, seli meydana getirmek başkadır. Burada seli oluşturunuz denmektedir. Bugün insan hakları içinde sokaklarda yürümek de vardır.

İnsanlar kendi isteklerini duyurmak, kaç kişinin bunu istiyor olduğunu belirlemek için toplantılar yapar.

Bunlar nelerdir? a) Bir yerde toplanıp durmak, b) Bir şeyin çevresinde dolaşmak, c) Bir yolda koşarak gidip gelmek, d) Bir caddede topluca yürümek.

Bunlar topluluğun görüşlerini ve isteklerini ifade etmek içindir. Ne var ki bunlar başkalarına ifade için değil, kendimizin ifadesi içindir. Biz hacca gittiğimiz zaman bu ifade şekillerinden hepsini yaparız.

Buralarda görüşlerimizi nasıl ifade ederiz? a) Özel elbiseler giyeriz. b) Yüksek sesle birlikte sloganlar atarız. c) Taş atma gibi ortak bir iş yaparız, d) Hareketlerimiz veya yürüyüşümüz farklı olur. Hac merasimi bunların hepsini bize yaptırır. Böylece biz kaç kişiyiz, neler yapabiliriz; bunu öğrenmiş oluruz.

Beş vakit namazda bir araya geldiğimiz zaman namazdaki sayımızla aşiretin birlikteliğini ifade etmiş oluruz. Biz mü’minler oturduğumuz aşiretlerde günde beş defa çocuk ve kadınlarla birlikte bir araya geliriz. Burada durmamız, bizim çocuklarımızın ve torunlarımızın da bu yolda olduğumuzu ifade eder. Namazlara devam etmeyenleri aşiret başkanı ocaktan çıkarma yetkisine sahiptir. Eğer ocak başkanı bunu yapmıyorsa kendimiz çıkıp gitmeliyiz.

Sonra kabile içinde her cuma toplanılmaktadır. Burada da ne derece Allah yolunda olduğumuz öğrenilmektedir. Eğer bir yerde kırk kişi olup da cemaatle Cuma kılınmıyorsa, o kabileden hicret etmeliyiz. Cumalarda da kabileler birleşerek cumaya gelmelidirler, dönerken de kabile hâlinde dönmelidirler. Yani, kentlerdeki davranışlarımız hacca kıyas edilerek düzenlenmelidir.

مِنْ حَيْثُ (MiN XaYÇu) 

“Yerden”

Nerden ne ifada ediyorsa siz de oradan ifade ediniz. “MİN” harfi burada “Fi” mânâsındadır. Nereden ne akıyorsa siz de oradan akın. “MİN” “Fi” mânâsına geldiği zaman yeri marife yapar. “Min Yevmi’l-Cum’ati” demek, cuma gününün bir parçasında demek olur, yani öğle vakti anlamına gelir.

Burada “MİM HAYSU” diyor, yani belirlenmiş yoldan akın demek olur. Şehirlerde yürüme yolları bellidir. Yürüme zamanları da belirlenmelidir. Senede bir veya iki defa ve her hafta cuma günü yolda yürüyüş yapılır. Elbise ve pankartlar, belli sloganlar, özel hareketler ile halk isteklerini birbirlerine duyurmuş olur. Halk da ona göre kararlar alır veya davranır. Halk oylaması da böylece yapılabilir. Sandık ve pusulalar konur veya düğmeler yerleştirilir. İsteyenler sıraya girer ve orada düğmeye basarak oyunu bildirmiş olur.

أَفَاضَ النَّاسُ (EaFAvWa elNAvSu)  

“Nâsın ifade ettiği yerden”

Burada emir vardır. Kimlere emir vardır? Mü’minlere emir vardır. Nâs nereden ifade ediyorsa siz de oradan ifada ediniz deniyor. Hac mü’minlerle müslimlerin birlikte ifa ettikleri bir ibadettir. Burada emredilen mü’minlerin müslimlerden farklı hareket etmemeleri, mü’minlerin kendilerine ayrıcalık tanımamalarıdır.

Bir yürüyüşe katıldığınız zaman o yürüyüşün amacı ne ise siz de amaca iştirak ediyorsanız katılmalısınız. Onlar gibi giyinmeli, onlar gibi slogan atmalısınız. Farklı davranışlarda bulunmamalısınız. İştirak etmiyorsanız katılmazsınız. Siz de başka gün başka yürüyüş yaparsınız. Bir gün başörtülüler yürürler, ertesi gün de başı açıklar yürürler. Eğer kalabalıkta eşitlik varsa, yani adilane bakan göz onları eşit kalabalık olarak görüyorsa, o zaman sorun yok, herkes kendi yolunda demektir. Yok bir taraf yüz binler diğer taraf on binler ise, artık o görüş azınlık durumundadır. O bucakta artık onlar barınamaz, göç etmek durumunda kalırlar.

Demokrasi budur. Sosyal baskı demektir. Kalabalık kendiliğinden azınlığa hükmeder.

İşte hukuk o azınlığın da haklarını korur. Kimse başı açık olana dokunamaz. Sosyal baskı yapar ama dokunamaz, kimse de başı örtülüye dokunamaz.

وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ (Ve iSTaĞFiRUv elLAHa)  

“Allah’tan istiğfar ediniz.”

Gerek namazda gerek hacda sesli zikirler yapılmaktadır. Onlar her yerde istiğfar ederler deniyor.

Namazlarda rükudan kalktığımızda cemaat sesli olarak ‘nestağfirullah, nestağfirullah, nestağfirullah’ demelidir. Secdeden kaktığımızda da istiğfar etmelidir.

Burada da topluluğa “istiğfar ediniz” dendiğine göre sesli olarak istiğfar edilecektir. Demek ki Müzdelife’den Mina’ya doğru giderken sesli olarak istiğfar edilmelidir.

Tekbir, tahmid, tesbih ve istiğfar sesli olarak söylenecek sözlerdir. Namazda ve hacda ifa edilir. Kur’an’da ‘lebbeyk’ kelimesi yoktur.

Tekbir ‘Allahu Ekber’ şeklinde söylenir. Bu ifade Arapça dil kurallarına göre ‘el-ekberu’ şeklinde söylenir, yahut ‘Ekberu Min’ şeklinde söylenir. Ekber, sonsuz büyük demektir. Allah’tan başka sonsuz olan hiçbir şey olmadığı için sadece ‘EKBER’ kelimesi Allah için getirilmiştir. ‘EHAD’ da böyledir. Birdir ama sayılardan bir değildir. Tekbir getirmek demek topluluğu yüceltmek demek, hacda insanlığı yüceltmek demektir. Allah kendi hak ve vecibelerini topluluğa, başta insanlığa vermiştir. ‘Allahu Ekber’ demek, en büyük demek, Allah’ın halifesi olan insanlıktır demektir. Böylece insanlar; biz büyük değiliz, başkaları büyük değildir, hepimiz insan olarak eşitiz, sadece görevlerimiz farklıdır demektedirler.

Tahmid ‘elhamdülillah’ demektir. Hamd, artık değerdir. Ben bir odada otursam bir lamba yakacağım demektir. Eğer iki kişi otursak masraflar yarıya düşer. Ben bir ev yaptım. Tek başına evden caddeye kadar kendim yol yapmak zorundayım, topluluk olursa masrafları bölüşürüz ama yoldan yararlanırken tam yararlanmış oluruz. İşte biz bir araya geldiğimiz zaman bir artık değer meydana gelir. Bu değerin sahibi kimdir? Kapitalistlere göre bu değer sermayenindir, gelip geçenden o kira alır. Sosyalistlere göre de bu değer devletindir, gelip geçenden o para alır. Sermayenin orada harcadığı kadar hakkı vardır. Devletin de orasını koruduğu için bir payı vardır. Ama artık değeri kazandıran halktır. Halk olmazsa o yolun ne kıymeti vardır? O halde artık değer topluluğundur. Bunu ifade ediyor. Kimsenin artık değere sahip çıkmaması gerektiğinin ilanıdır. Ben artık değere saygılıyım, yolun ortasında ev yapmam demektir.

Tesbih etmek ‘sübhanellah’ demektir. Bir topluluk içinde yaşarken artık değerlerden yararlanmaktayız. Artık değer bir araya gelmemizden doğmuştur. Allah’ın böyle yaratmış olmasından doğmaktadır. Tüm iyilikler artık değerlerden doğmaktadır. Bunları kullanan kişiler onu bozabilirler, kötülüklere kullanabilirler. Burada suçlu olan o kişilerdir. Topluluk suçlu olmaz. Dolayısıyla ‘sübhanellah’ demek, topluluk kötü değildir demektir. Kötü olan orada yaşayan insanlar olabilir. Allah’ın halifesi kimdir? Ocak, bucak, ülke ve insanlıktır. ‘Sübhanellah’ demek, topluluk suçlu olmaz, kusurlu olmaz demektir. Oradaki insanlar suçlu ve kusurlu olur. İmam eksikliği topluluğunda değil kendisinde arar. Rus topluluğu zalim değildi, Sovyetler zalim değildi. Zalim olan Lenin’di, Stalin’di, komünizmi yönetenlerdi. Allah bize bunu söylememizi, itiraf etmemizi istemektedir.

İstiğfar etmek demek, mağfiret dilemek demektir. Gafara, çukurun üstünü kapatmak, mezarın üstünü kapatmak demektir. İşlenmiş olan bir suçun kaldırılmasını sağlamak anlamındadır. Kişi artık o suçu işlememiş olmaktadır. Bunun için;

a)      Suçun cezasını çektirerek artık işlenmemiş hâle getirmektir. Bir kimse bir suçun cezasını çekerse artık o suçlu değildir. Bir daha ona suçlu muamelesi yapılamaz.

b)      İstenen ikinci şey ise bir daha işlememeye azmetmektir. İstiğfar aynı zamanda tevbe etme demektir. Geçen geçmiştir, onu kapatalım demektir. Eski defterleri karıştırmayalım demektir. Eskiden kavga etmiş olabiliriz, haksızlık yapmış veya haksızlığa uğramış olabiliriz ama istiğfar etmekle o hesapları kapatmak demektir. Hacda bütün insanlar bir araya gelmektedir. Barışçı halkın temsilcileri oradadır. Kaimlerin, grupların barışma zamanıdır. Eski kin ve nefretler artık taşlanmıştır. İnsanlar Müzdelife’den Mina’ya inerken istiğfar ederek inecekler, yani artık eski hasımlıkları orada bitireceklerdir.

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ (EinNa elLAHa ĞaFUvRun)  

“Allah gafurdur.”

GAFUR” kelimesi burada nekire gelmektedir. Demek ki Kâinatı var eden Allah gafurdur, yani eski hataları, yanlışlıkları, düşmanlıkları kapatır ve unutturur. Eski düşman halklar dost olurlar.

İlâhi kitapların ve peygamberlerin hedefi insanlar için barışı ilka etmektir. Barışı topluluk getirir. On aile birleşir bir ocak olur; yüz ocak bir bucağı, yüz bucak bir ili, yüz il de bir ülkeyi ve yüz ülke de insanlığı oluşturur. Bu bölünmeler olacak ve insanlık böyle organize olacak ama bunlar arasında savaş değil dayanışma olacak, birlik olacaktır. Bu barışı sağlamak üzere peygamberler ve kitaplar gelmiş, bunu da dinler başarmıştır.

رَحِيمٌ(199)  (RaXIyMun)  

“Rahimdir.”

Barış sadece savaşların bitmesi değildir, savaşın doğurduğu zararlar ve helakler değildir. Barış aynı zamanda karşılıklı ilişkilerde artık değer ortaya çıkarmadır. Bu değerlerle insanlar rahmete ulaşır. Allah dünyayı öyle yaratmıştır ki, topluluklar barış içine yaşarlarsa büyük artık değerler oluşur ve insanlar saadete ererler. Savaş masraf ve zararları dışında barışın ve birliğin getirdiği bir değer artışı vardır. Hac bunu sağlar.

Allah bize ne söylüyor? İnsanlara Mekke’yi açın, herkesi oraya getirin ve orada yerleştirin. Orası barış ülkesi olsun, barış ve eğitim ülkesi olsun. Göreceksiniz, insanlık uygarlıkta saadetlere doğru adımlar atacaktır.

Hayvanların çevrelerini değiştirme imkanları yoktur. Dolayısıyla çoğaldılar mı birbirleriyle savaşmak zorunda kalırlar ve birbirlerini yiyecek yaparlar. Halbuki insanların elinde uygarlık gücü vardır.

Bugünkü Türkiye’yi ele alalım. 75 milyon nüfusu, yaklaşık 750 bin km2 alanı vardır. Demek ki nüfus yoğunluğu 100’dür. Bu dünya ortalamasına yakındır. Ama 400-500 yoğunluklu ülkeler vardır. Demek ki yeryüzünün karaları beş misli nüfusu besleyebilir. Bu 50 milyar demektir. Henüz deniz tarımına başlamadık. Bir 500 milyarı da denizler besler. Nüfus artış hızımızı % 4 kabul etsek 17 yıl sonra kümülatif olarak yüzde yüz artabiliriz. Bir asır sonra 50 misli oluruz.

Şimdiden uzay tarımı planlanacaktır. Kur’an’da ‘göklerde rızkınız var’ denmektedir. O halde ondan sonra uzaya çıkmış olacağız. Güneş’in Yer’den uzaklığı Yer yarıçapının 20 bin katı, çapının 10 bin katıdır. Bunun anlamı şudur ki, Güneş’ten gelen ışığın Yeryüzü olarak ancak 100 milyonda birinden yararlanıyoruz demektir. 1000 milyar yeryüzünde yaşıyorsa, Güneş etrafında 10 milyar x milyar insan yaşar demektir. Bir milyar x milyar defa artacak demektir. 25 senede bir nesil yenilense, 25 milyar yıl yeter demektir. Oysa Kâinatın ömrü birkaç on milyardan fazla değildir. Öyleyse insan için yer darlığı sözkonusu değildir. Savaşarak birbirlerini öldürmeye ve paralarını harcamaya yöneleceklerine, bu emeklerini uygarlık için harcayabilirler. İnsanlar teknolojide ilerleyerek artık değerlerini devreye sokar ve Güneş sistemini emirlerine alırlar.

Bu da ancak Hac sayesinde mümkün olacaktır.

Uluslararası hac yolları tesis edilecek. Bunlar şeritler hâlinde olacak. Savaşmak istemeyenler buralarda yerleşebilecek. Mekke’ye gelip her zaman barış eğitimini alabilecektir. Haram yerler ve haram aylar bize bu savaşsız dünyanın eğitimini vermektedir. Savaşan uluslar savaşsın ama insanlık barış içinde yaşayacaktır.

İnsanlar önce bedelli olarak kendilerini bulundukları yerlerde savaştan kurtarabilirler. Diğer taraftan savaşların yasaklandığı yerlerde yani hac yol şeritlerinde yerleşerek savaştan ve cizyeden kurtulabilirler. Denizlerin de böyle korunmalı alanlar hâline getirilmesi gerekir. III. bin yılda denizler parsellenmeyeceği için oralar da genel barış sahası olabilir.

İslâmiyet İslâm/barış adını sadece ad olsun diye almadı, temenni olarak da almadı. İslâmiyet bütün müesseseleri ile insanlığa barışı getirmiştir. Hazreti İbrahim’in dilinde bize “müslimler” adı verilmiştir. Doğuda ve batıda peygamberler bunun için hazırlık yapmışlardır. Kur’an da 1400 yıllık uygulaması ve araştırması ile bize barış dünyasını öğretmiştir. Adil Düzen Çalışanları artık hazır olun; İslâm geliyor, barış geliyor…

***

فَإِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ (Fa EiÜAv QaWaYTuM MaNASiKaKuM)  

“Menseklerinizi kaza ettiğinizde.”

MENSEK” meslek demektir. “NUSUK” yapılan işlerde sağlanan usul demektir, teknoloji demektir.

Kur’an bir şeyi öğretmek için bir örnek alır ve anlatacağını o örnek üzerinden anlatır. Çoğunu da ibadetler şekline dönüştürür. Bir meslek edinip iş yapma ancak işbirliği içinde olmaktadır. Belli işyerleri olacak, işyerlerinin kuralları olacak, üretim yapılacak, üretim değerlendirilecek. Kur’an bunu kurban olarak seçmiştir.

Nereden başlıyor. Tâ baştan başlıyor.

a)       Köylüsünüz, çiftliğinizde hacda kesilecek kurbanınızı ayarlıyorsunuz. Bu bir koyundur. Ama köylü değilseniz, ortak kurban çiftliğiniz var, orada kurbanlık hayvanlar yetiştiriyorsunuz. Musakat denilen şirket kurdunuz. Nöbetleşe hayvanları meraya götürüyorsunuz, nöbetleşe yemlerini veriyorsunuz. Ortak iş yapmayı öğreniyorsunuz. Hayvanlardan yün alıyorsunuz, gübre alıyorsunuz. Bunlar size hep birlikte iş yapmayı öğretecektir.

b)       Hac mevsimi gelince ülkenizden bir sürü kaldırılıyor. Siz o sürüye kurbanınızı katıyorsunuz. Bu damgalı veya damgasız olabiliyor. Bir kafile bu sürüyü hacca götürüyor.

c)       Sonra haccın bitiminde kurban bayramının son gününde bu kurbanınızı Mina’da Müzdelife’den alarak geldiğinizde kesiyorsunuz.

d)       Bundan sonra etleri bölüştürüyorsunuz; üçte birini orada yiyorsunuz, üçte birini Mekke emirine veriyorsunuz, üçte birini de kıyma veya kavurma yaparak ülkenize getiriyorsunuz. Mekke’deki etlerin saklanması gelişmiş yeni bir teknolojiyi gerektiriyor.

İşte böylece kurban müessesesi insanlara çalışmalarını ve çalışma düzenlerinin kurmalarını öğretmektedir.

Burada dikkat edilirse “Va” harfi ile değil de “Fa” harfi ile atfetti.

Müzdelife’den Mina’ya indiğinizde ihram biter. Siz de burada kurbanınızı kesecek ve tıraş olacaksınız. Mensekinizi kaza edeceksiniz. Burada kurban kesmek farzdır. Umreyi hacla birleştirmezseniz haccı ifrat yapsanız da burada kurban kesmek farzdır; daha doğrusu vaciptir. Kesmeseniz hacılığınız bâtıl olmaz ama eksik kalır. Umreyi hacılıkla birleştirenler ayrıca bir hayvanı kurban edeceklerdir. Hacdan çıkarken kesilen kurban ise memleketten gönderildiği için bulamamak diye bir şey sözkonusu değildir. İmkansız olsa kıyas yapılır.

فَاذْكُرُوا اللَّهَ (FaÜKuRUv elLAHa) 

“Allah’ı zikrediniz.”

Hacda “Allah’ı zikrediniz” tabirleri geçiyor. Kur’an’ın bir adı da “zikir”dir.

ZİKRETMEK” anmak demektir. Allah’ı anın.

Burada “İZ”dan sonra “Fa” gelmiştir.

Namazda olduğu gibi kurban kesmeden önce Allah’ın anılması gerekmektedir. Kurbanlar kesilmek için hazırlanır. Hayvanlar yatırılır. Konuşma yapılır. Tekbir getirilir. Sonra birlikte bıçak çekilir. Hayvanlarda dayanışma vardır. Birini önce kesmekle onlara eziyet edilmiş olur. Bu sebeple Allah’ın zikredilmesi, ondan sonra hep birden birlikte kesilmesi istenmektedir.

ZİKİR” Kur’an’dan âyetleri aktarmakla da olmuş olur. Kurban kesmeden önce zikredilmesi gerekmektedir. Burada “Allah’ı anın” deniyor; hacda insanlığı anın anlamı taşımaktadır.

Allah’ın Hazreti Adem’i nasıl halk ettiği, Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etmesi; Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti İsa peygamberlerden bahsedilecektir. Bunlardan bahsedilerek kurban kesilecektir. Yaşlıların bildiği, gençlerin öğreneceği şeyler anlatılır. Toplu ibadetler sıradan tekrarlanır. Ama bu sayede insanlara ve gençlere öğretilmesi gerekenler öğretilmiş olur.

كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ  (Ka ÜiKRıKuM EAvBAEKuM)  

“Eblerinizi zikrettiğiniz gibi.”

Burada “abaınızı zikrettiğiniz gibi zikrediniz” deniyor da, “babalarınızı zikretmeyin Allah’ı zikredin” demiyor. İnsanlığın yaratılışı ve yaratanı, ondan sonra gelen uyarıcılar anlatılacak, nesilden nesile intikal edecek. Bu bizi topluluğumuza bağlar. Bunun dışında geçmiş atalarımız da zikredilecektir. Babadan bahsederken babanın kardeşlerinden de bahsedilecektir. Böylece kişi babasının babalarını ve onların kardeşlerini, anasının annesini ve teyzelerini de anacaktır. Bir şecere tutulacaktır.

Kişi evrak genel hizmeti kişiye gelen mektupları dosyalayacak, sonunda hayatı boyunca oluşmuş olan yazışmalar ile gömülecektir. Bunlar korumaya alınır, muşambaya sarılır ve betonlanır. Mezar taşı o olur. Kişilerin verilen numaraları öyle düzenlenir ki, ben kendi atalarımı artık o numaradan bilirim.

Soyağacı tutma geleneği Araplarda vardı. Sonra unutuldu. Şimdi nüfus idaresi bilgisayarla kayıt yapacaktır. Bunun yararı; insan nereden geldiğini bilir, gelecekte de anılacağını bilir, ona göre çalışma yapılır. Kişinin erkek çocuğu yoksa kızların erkek çocukları da dedelerinin adını devam ettirebilirler. Bugünkü teknik gelişmeler Kur’an’ın daha çok uygulanması imkânını bizlere verecektir. Herkesin bir sahifelik geçmişini içeren bir hatırası dosyalarda yer almalıdır. İnsan atalarını öğrenirken insanlığın tarihini de öğrenmiş olur.

أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا (EaV EaŞadDa ÜiKRan)  

“Yahut daha çok şiddetle zikredin.”

Demek ki insan kendi ailesinin tarihini öğrenecek, bir de topluluğun tarihini öğrenecek.

Topluluk dediğimiz zaman; ocak, bucak, il, ülke ve insanlıktır.

İnsanlık tarihini tüm insanlar öğrenecektir.

Sonra ülkelerinin tarihlerini kendi halkı öğrenecektir.

Daha sonra illerinin tarihini il halkı öğrenmiş olacaktır.

Sonra bucak tarihini bucak halkı, ocak tarihini ocak halkı öğrenecektir.

Bunların toplamı aile tarihine ayrılacak, daha fazlasını aşiret, bucak, il, ülke ve insanlık tarihlerini öğrenmeye ayıracaktır.  

فَمِنْ النَّاسِ (Fa MiNa elNASi)  

“Nâstan şöyle olanlar da vardır.”

Hac ayinlerine tüm müslimler ve nâs katılır. Aynı görevleri yapmak durumundadırlar.

Mü’minler ile müslimler arasında fark yoktur. Mü’minler ile müslimler arasındaki ayırım ülkelerinin savunmasında başlar, nöbetli olup olmaması ile başlar. Oysa insanlığın nöbetli ordusu yoktur. Dolayısıyla onlarda mü’min-müslim ayırımı yoktur. Onun için hacda herkes eşit haldedir.

Bu yerlerin güvenliğini sağlama işi ulusal ordulara aittir. Ulusal ordular aralarında işbölümü yaparak bu korumayı nöbetleşe veya bölüşerek yapabilirler. Mahkeme kararlarına uymayan kişiler insanlık içinde cezalandırılır. İç güvenlik vardır. Ama cephe ve kitle savaşları meşru değildir.

Kur’an burada “MİNE’N-NÂS” diyerek hac hükümlerinin tüm insanlara şâmil olduğuna işaret etmiş olmaktadır.

مَنْ يَقُولُ (MaN YaQUvLu)  “Diyen vardır.”

İnsanların bir kısmı dünya iyiliği için gelmiş olur. Oraya kazanç için gelmiştir. Çıkarları vardır. Bunlar âhiret için bir şey istememektedirler. Bunlar da müslimdir. Hakem kararlarına uymaktadır. Ancak hakem kararlarında samimi değildirler. Yani hakemler haksız karar verseler de onlar ona ses çıkarmazlar. Kimselerin görmediği yerde haram olanı da yerler. Bunların da hacca gelip ziyaret etmelerini Kur’an meşru görmektedir. Senin niyetin halis değil deyip kimsenin hukukuna dokunamayız.

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا (RabBaNAv EAvTıNAv FiLDuNYAv)  

“Rabbimiz bize bu dünyada ver.”

Belki kendilerine bir hak geçirmezler, ama iyilik yapmak da istemezler. Bütün faaliyetleri bu dünya içindir, günlük kazançları içindir. Allah bunların dualarını da kabul eder, dünyada onları zengin eder.

İnsan dünyaya gelir, yaşar ve sonunda ölür. Zenginler yahut makam sahipleri daha çok yaşarlar diye bir kural yoktur, daha sağlıklı yaşarlar diye bir kural yoktur. O halde bakan olmuş, başbakan olmuş, cumhurbaşkanı olmuş; ancak dünyanın sömüren en büyük zengini olmuş. O da eceli geldiğinde ölüp gidecektir.

Çok çocukları olsa da yine ona bir yararı yoktur.

Şöhret kazanıp herkes onun kabrini ziyaret etse, sonradan gelenler onu istismar etse ve halkı zorla ona taptırsa da, o bu yapılanlardan ne kazanacaktır?!

Eğer öldükten sonra hayat varsa, -ki bize göre vardır- bunlar onun hiçbir işine yaramayacaktır; öldükten sonra hayat yoksa -ki bazılarına göre yoktur- o zaman zaten yaramayacaktır.

O halde ister âhirete inanalım ister inanmayalım, bu dünyada bizim olsun demek hatalı istektir, mânâsız ve anlamsız istektir. Ama Allah insanlar için kanunlar koymuştur. Bir şeyi elde etmek istedikleri zaman onu onlara vermektedir. Eğer bu çaba bir günah yüklemiyorsa, onları elbette cehenneme göndermeyecektir. Ama sadece bu dünyada alacaklarını aldıkları için âhirette bir alacakları olmaz. Onlar için araf vardır, orada yaşarlar. Orada cennete girme hakkını kazanırlarsa cennete giderler. Cehennemde olanlar da orada eğitilirler ve cezalarını doldurduktan sonra arafa gelirler...

وَمَا لَهُ (Va MAv LaHUv)  

“Onun için yoktur.”

Dünyada çalışıp tüm haklarını dünyada alırlarsa onların artık alacakları bir şey kalmamıştır. Orada kendilerine bir pay bulamazlar. Burada sadece lehlerine payları yoktur deniyor; aleyhlerine de vardır demiyor.

Demek ki âhiret için bir şey yaptınız diye onlara ceza verilmeyecek, ama onlar cennete de gidemeyeceklerdir. Çünkü cennete gitmek oraya yatırım yapanlar için vardır.

Yukarıda dua ederken kişi; “Rabbim, bana ver” demiyor; “Rabbimiz, bize ver” diyor. Rabbe inanıyor, isterken de sadece kendisi için değil, topluluğu için de istiyor.

Öyleyse, topluluklar da sadece dayanışarak ortak yararlar için isteyebilirler. Haseneyi bütün insanlık için değil de sadece kendi grupları için isteyebilirler. Yani, topluluklarının çıkarına çalışırken başka toplulukların kötülüğüne çalışırsan bu hasene olmaz. Tüm insanlığın ve özellikle de iyi insanların iyiliği için çalışmak gerekir.

فِي الآخِرَةِ  (FIy elEAvPıRaTı)  Ahırette yoktur.

ÂHİR” son demektir, “ÂHİRET” son hayat demektir. Yakın hayat vardır, kısa hayat vardır.

Buğdayı ekmez de şimdi hepsini yersen dünya hayatını düşünmüş olursun. Ama tohumu ayırıp ekersen geleceğini düşünmüş olursun.

Bu dünya hayatımız geçicidir. Er geç öleceğiz. Sadece yaptıklarımız bize kalmış olacaktır. Bütün yaptıklarımız kaydedilmektedir. Zaten dört boyutlu uzayda bizim filmimiz alınmaktadır. Onun dışında yaptıklarımız iki melek tarafından fiyatlandırılmakta ve deftere geçirilmektedir. İyiliklerimiz yani alacaklarımız sağ melek tarafından, borçlarımız yani kötülüklerimiz sol melek tarafından yazılmaktadır. Bir de hakem melek vardır. Sağdaki yazıcı çok yazarsa soldaki itiraz eder, soldaki çok yazarsa sağdaki itiraz eder. Kayıtlar böyle tutulur. Öldükten sonra insanlar için zaman kısalır veya uzar ve eşit zaman içinde hepimiz birden âhirete varırız. Orada hesap defterimiz açılır ve herkes borcunu-alacağını görür. Bu hesaplarda sadece dünya için bir iş yapmışlarsa ve o iş de bir sevap taşımıyorsa değeri yani bedeli sıfır olur.

Burada Allah’ın müjdesi vardır; iyilikler kötülükleri silecektir. Bir iyilik en az on kötülüğü silecektir.

İşte buna rağmen kişinin defterinde bir alacak olmazsa, o durumda cennete gidemeyecektir. Buna rağmen cennete gitmiş olursa, o zaman da iyi insanlar haksızlık yapılmış olur.

مِنْ خَلَاقٍ(200)  (MiN PaLAQın)  “Halâktan bir şey olmaz.”

Halk etmek” demek, kumaşı gömlek yapmak için biçmek veya testi yapmak için çamuru şekillendirmek demektir.

Dünyada iyiliğe karşı para verirler, sonra o para ile çarşıdan istediğini alırsın. Oysa âhirette sevaplara karşı para vermezler, yani oradaki köşkleri para ile satın alma imkanı yoktur. Senin durumuna göre sana yer hazırlanmıştır. Ne kadar sermayen varsa o sermaye nisbetinde bir köşk ve bir bahçe hazırlanmıştır. Oraya girersin. Orada herkesin böyle özel cenneti olacaktır. Kur’an buna “Firdevs” demektedir.

İşte, Kur’an ‘onların payları yoktur’ demiyor, ‘onlar için yapılmış özel yerler yoktur’ diyor.

Âhirette insanlar niçin benim makamım aşağıdır diye üzülmeyeceklerdir. Ama benim makamım yüksek olsun diye isteyecek ve bunun için çalışacaktır.

Biz âhiret hayatı hakkında Kur’an’dan bilgiler ediniyoruz ve âhiretin ne olduğunu öğreniyoruz. Ama bunların nasıl yapılacağı hususunda pek fazla bilgilere ulaşamıyoruz.

İlimler ilerledikçe alternatif varsayımlarla bazı sorunları çözebiliriz.

HALÂK” elbisenin veya makinenin bir parçası demektir. Onlar için işe yarar bir parça bile yoktur denmiş olur.

***

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ (Va MiNHuM MaN YaQUvLu) 

“Onlardan şöyle diyenler de vardır.”

Kur’an insanları tasnif etmiş ve dört grupta toplamıştır; müşrik, kâfir, mü’min, müslim.

Burada müslimlerden bahsetmektedir. Ancak onlara hitap etmeyip mü’minlere hitap etmektedir. “Sizden böyleleri vardır” demiyor, “onlardan böyleleri vardır” diyor.

Müslimlerin bir kısmı sadece dünyalık için müslimdirler; bir kısmı da hem dünya hem de âhiret için müslimdirler. Mü’minler ise yalnız âhiret için mü’mindirler. Müşrik ve kâfirler cehenneme gideceklerdir. Müslimlerden bazıları arafta kalacak, bazılar ise mü’minlerle beraber cennete gideceklerdir ama oradaki dereceleri bir olmayacaktır.

رَبَّنَا آتِنَا (RabBNAv EAvTıNAv) 

“Rabbimiz bize îtâ et.”

Dua etmek demek sadece sözle istemek demek değildir. İnsan buğdayı ektiği zaman Rabbim bana ekin ver demiş olur. Ağzı ile söylemese de lisan-ı hâl ile söylemiş olur. Bir kimse işletmesini yaparken para kazanmak istemektedir. O halde dua ediyor ki bana para ver diye. Herkes sözlerinden çok niyet ve davranışlarında bir şeyler istemektedirler.

فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً (FIy eLdDuNYAv XaSaNaTan) 

“Dünyada hasene ver.”

Dünya dediğimiz zaman yaşadığımız ömür içinde demektir. Bunu tanımlamak kolaydır. Ama acaba “HASENE” nedir? “HASENE”yi nasıl tanımlayacağız? Bizim için hasene ne demektir?

HASENE”yi şöyle anlayabiliriz.

a)      Doğru bilgilere sahip olmak hasenedir. Çok bilgiye sahip olmak hasenedir. O halde bu dünya ile ilgili bilgi isterler. Öldükten sonra hayat hakkında bilgilere ihtiyaçları yoktur.

b)      İyi duygulardır, tatlı duygulardır. Zevk almadır, sevinmedir, sevilmedir. Üzücü, sıkıcı ve acı duygulardan uzak tut demiş olmaktadırlar. Kur’an, insanın olgunlaşması için acılar da çekmesi gerektiğini anlatır. İmtihan acıdır ama sınıf geçmek için şarttır. Bu dünya hayatındaki sıkıntılar insanı olgunlaştırır ve cennete götürür. Çile çekmeden insan ruhu yükselemez.

c)       Yararlı olan şeylerin kendilerine verilmesini isterler. İşte burada iyilerle kötüler arasında fark vardır. İyiler hem kendilerine hem de başkalarına yararlı olan şeyleri isterler, onun için çalışırlar. Halbuki insanların bir kısmı başkalarına zararlı işleri yapmasalar bile onların da yararlanmasını düşünmezler. Bir iş yaparlar, ben aç kalmayayım derler ama bu arada başkalarının da aç kalmasını düşünmezler. Oysa insan kendisine yararlı iş yaparken başkalarına da ne yararlılık verebilirim diye düşünmesi gerekir. Mesela, bankada para yatırıp faiz alırsan kendin kazanmış olursun ama başkalarının bir yararı yoktur. Oysa inşaat yaparsan başkası inşaatta çalışmış olur. Malzeme satanların fabrikaları çalışmış olur. Kendi menfaatlerini düşündükleri gibi başkalarının da menfaatini düşünürler.

d)      Topluluk arasında haksızlığın olmaması hasenedir. Kavganın ve çekişmenin olmaması hasenedir. Burada Kur’an’ın istediği bir şey vardır. Fitne katilden eşeddir. O halde fitnenin önlenmesi için savaşmak en büyük ibadettir.

HASENE” burada nekiredir.

İlle de şunu ver diye çaba göstermezler. Ver, ne verirsen ver derler. Çünkü insanın ihtiyaçları sonsuzdur. İnsan doymak bilmez. Onun içindir ki zenginler de çalışmaktadır. Böyle olmazsa hayat olmaz.

وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً (VaFIy eLEAPıRaTı XaSANaTan) 

“Âhirette de hasene ver.”

Âhiretin hasenesi dünya hasenesinden farklıdır. Onun için nekire gelmiştir. Âhiret nasıl bir yerdir?

Âhiretin esasta bu dünya hayatından fazla farkı yoktur. Bu dünya hayatında düzgün akan bir şeyin düzgünlüğü bozulunca bize bir enerji verir, güç verir, biz ondan yararlanarak yaşarız. Güneş ışığı düzgün akan bir dalgadır. O sayede yeşil bitkiler şeker yapar, biz de onu yer ve yaşarız. Burada düzgün akan ışık enerjisi karmakarışık olan ısı enerjisine dönüşür ve biz ondan yararlanırız.

Bu dünya böyle sıkıştırılmış düzgün enerji kaynağı iken, bundan 13.7 milyar yıl önce patlamış ve düzgünlük hep bozulmaktadır. Sonunda bu düzgünlük bittiği zaman bizim yaşamamız mümkün olmayacaktır. Ama yeniden sıkıştırılacak ve yeniden hayat başlayacak, biz de yeniden o dünyaya geleceğiz. Orada da bu ışık enerjisinden yararlanacağız, Çünkü Kur’an yeşilliklerden, ırmaklardan, gölgelerden, meyvelerden, yiyeceklerden bahsetmektedir. Bizim bu bildiğimiz hayatı bildirmektedir. Cennete de cehenneme de fazla yabancı değiliz.

Oradaki fark şu olacak. Burada ölüm olduğu halde orada ölüm yoktur. Burada sıkıntı olduğu halde orada sıkıntı yoktur. Herkesin sosyal güvenliği var, çalışmasa da yaşar. Ama orada da iş var, dereceleri yükseltmek için yorulmadan çalışma vardır.

İşte âhiretteki hasenenin bu dünyadaki haseneden farkı fani değil de baki olmasıdır.

Yunan filozofları Kâinatın ebedi olduğunu, sonu olmadığını söylüyorlardı. Kur’an âyetlerle kıyametten bahsediyordu. Yirminci yüzyıl ilmi bunun böyle olduğunu kanıtlamıştır.

İşte bu müslimler dünyada da âhirette de hasene isterler. Oysa mü’minler canlarını ve mallarını cennet karşılığı Allah’a satmışlardır. Onlar yalnız cennette hasene isterler.

Hac âyetleri mü’minlere değil insanlığa hitap eder, müslimlere hitap eder. Çünkü gaye İslâm’dır, o da bütün insanlığın barış içinde yaşamasıdır. Güvenliği sağlama işi insanlığa değil; önce İsrail oğullarına verilmiş, şimdi de mü’minlere tevdi edilmiştir. Mü’minlerin ırkı yoktur, her isteyen asker olabilir.

وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ(201)  (Va QıNAv GaÜABa elNARı)  

“Ve bizi nâr azabından vikaye et.”

Onlar hasene işlemekle kalmazlar, kendilerini cehenneme sokacak günahlardan korunmasını isterler; bize öyle işler işlet ki cehenneme girmeyelim derler. O halde mü’minler de müslimler de aynı derecede cehennemden korkarlar, aynı biçimde cennet için çalışırlar. Mü’minler dünyada hasene istemekten vazgeçerek gerektiğinde insanlığın güvenliği için mallarını ve canlarını verirler ve cennette daha yüksek yer isterler.

Kur’an’ın ortaya koyduğu dünya görüşü budur.

‘Bundan daha makul bir görüş getirin de biz de ona uyalım’ deriz inanmayanlara ve zavallı laikçilere.

Din dışı düzen kuracaklarmış, zavallılar. Hangi kavramınız din dışı? Bizim birimlerimizi neden kullanıyorsunuz? Niçin Miladi takvimi kullanıyorsunuz? Neden Arap rakamlarını kullanıyorsunuz? Neden haftanız yedi gün? Allah’ın hangi yaptığını beğenmiyorsunuz?

Kur’an konuştuğu zaman her şey susmak zorundadır.

İşte meydan; haydi onun dünya görüşüne karşı bir görüş çıkarın, hayal edin ve söyleyin bakalım.

***

أُوْلَئِكَ لَهُمْ (EuLAEıKa LaHuM)  

“Onlar için vardır.”

Kur’an diyor ki; biz anlamayı kolaylaştırdık, anlayan var mı?

Biz tefsir yapıyoruz.

‘Kur’an gibi bir kitabı nasıl oluyor da yorumluyorsunuz?’ diyenler vardır.

Müçtehit olduğumuzdan güçleri yetse konuşturmayacaklar var.

Onların hepsi hüsran olacak, Allah’ın yolu açılacaktır.

Allah’ın yolu nedir? Allah’ın yolu içtihat yoludur. Kur’an’ı yorumlamak için sadece Kur’an’la uğraşmak yeter. Beş bin sayfalara varan tefsirlerimizi bir defa olsun baştan sonuna kadar okursa, ondan sonra tefsir yapacak seviyeye yükselir. Nasıl yükselir? Önce bazı Arapça kaideler öğrenir. Ondan sonra da bu tefsirlerden tefsir ilmini öğrenir. O da nedir? Soru sormak. Kime? Allah’a soru sormak.

Şimdi sual edelim.

Rabbimiz; siz âhirette hakkı olmayanlardan “Mâ Lehu” dediğinizde “Zalike Lehu” demediniz. Yani, çoğul getirdiniz, işte onlar dediniz.

Rabbimize bu suali tevcih ettiğimizde bize hemen cevap verir. Ben size ‘kimsenin yükünü kimse yüklenmez’ demedim mi; ‘herkesin yaptığı kendisine’ demedim mi? Oysa iyiliklerde insanlar ortaktır.

Bir topluluk cennete giderse o topluluğa karşı suç işlememişse o da gider. Onun için cezanın şahsi olduğuna işaret ettim ama iyilik ise başkalarına da geçişli olduğu için böyle dedim şeklinde cevabı size ilham edecektir. Besmeleden başlayın mesela. Neden “RAHMAN” önce de “RAHİM” sonra gelmiştir. Bakalım Rabbimiz ne cevap ilham edecektir.

نَصِيبٌ (NaÖIyBun) 

“Onlar için bir nasib vardır.”

NASİB” sınırlarda dikilen taşlardır. İlk insanlar kendilerine çevre yapmışlar ve burası bizimdir diye ayırmışlardır. “NASİB” kişiye düşen kısımdır, alandır. Dünyayı isteyenlere işe yarar bir parça bile yoktur. Oysa bunlar için nasib vardır, parsel vardır, köşk vardır.

İnsan bu dünyada olduğu gibi hem topluluğun ferdidir, hem de kendi kişiliği korunmuştur. Âhirette de öyledir. Onun için ortak yerler var. İnsan oralara gider, topluluk içinde olmaktan zevk alır. Ama ondan sonra da kendi yuvasına çekilir ve dinlenmek ister, yahut kendi başına kalmak ister. İşte o sahaya “NASİB” denmektedir.

مِمَّا كَسَبُوا (MinMAv KaSaBUv) 

“Kesb ettiklerinden nasipleri vardır.”

Kâinatta neler oluyorsa onun kanunlarını Allah kendisi koymuştur. Ancak onları kullanarak iş yapma işi de melek, ruh, cin ve insana verilmiştir. Cennetin hazırlanmasında bu dünyada bazı deneylerin yapılması gerekmektedir. Âhirete vardığımızda cennette yaşayacak hâlimiz olacaktır. Ama cenneti inşa edecek sanatımız da olacaktır Onun için kendi kesb ettiklerinden dolayı deniyor.

Bakınız, melekler bilgisayarları yapmışlar ve tüm hayvanların beyinlerine yerleştirmişlerdir. İnsanlar da melekler gibi bilgisayar yapmaya başlamışlardır. Başlangıçta çok gri bir durum vardır. Ama gittikçe gelişmektedir. Âhirette insanların yapacağı bilgisayarları yapmayı melekler bilmeyeceklerdir. Şimdi insanların ulaştığı teknolojiye melekler sahip değildir. Onlar bioteknolojiyi biliyorlardı. Ama jeneratörü biz icat ettik, Allah bize öğretti, bize yaptırdı. İşte bu sebeple diyor ki, kendi ürettiklerinden nasipleri vardır.

Bunu bugünkü işletmelere çevirebiliriz. Kimi fabrikaya gider, çalışır, ücretini alır ve gider. Onun artık fabrikadan bir alacağı kalmamıştır. Oysa kimi gider, çalışır ve ortak olur. Ben ücretimi şimdi almayacağım, mallar satılınca bana ne düşerse onu alacağım der. İşte bunların sonra ürettiklerinden payları vardır.

Demek ki bu âyet bize hem âhiret hayatının oluşunu anlatmakta, hem de bu dünyadaki “ortaklık sistemi” ile “işçilik sistemi” arasındaki farkı anlatmaktadır. Ortaklık sisteminde avans alma hakları olduğunu, dünyada da hasene, âhirette de hasene isteriz demektedirler. Zaruri ihtiyaçlarını peşin alıyorlar, kalanla ortak oluyorlar. Mü’minler ise hiç peşin almıyorlar. İşte bunların hepsi muhasebeleştirilecektir.

Bu âyet işçilerin de çalıştırılabileceğini bize bildirmektedir.

وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ(202) (Va elLAHu SaRIyGu eLXıSAvBı) 

“Allah hesabı süratli görendir.”

Paylardan bahsettikten sonra hesabı süratle göreceğinden bahsetmektedir. Bugün bilgisayarlarla bile ne kadar süratle hesap görülmektedir; biliniyor. Allah için hesap görmek saniyelik bile değildir. Âhirette hesap için insanlar günlerce bekletilmeyecektir. İnsanların davaları da süratle görülecek ve herkes yerine çekilecektir.

Burada bize başka bir şey hatırlatılmaktadır. Önce muhasebe seri olmalıdır. Kişi, ‘enim payım nedir’ dediği zaman, düğmeye basacak ve bütün bilançosu ortaya çıkacaktır.

M. Lütfü Hocaoğlu ile böyle bir muhasebe programı için çalışıyoruz. Programı yapacağız, ondan sonra ortaklıkların hesaplarını tutmaya başlayacağız, bir vakıf oluşturacağız. Hiçbir geliri olmasa da muhasebe kayıtları devam edecektir. Muhasebe sürdükçe o topluluk başaracak ve işletmeler devam edecektir. Zarar etmeleri o topluluğu dağıtmaz. Yani, bir topluluğun ölmemesi muhasebesinin artık tutulamaya başlamasıdır.

İstanbul’da buna henüz başlayamadık ama başlayacağız inşaallah...

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-400 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-230  İstanbul, 17 Mart 2007

 

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ NASIL OLMALI?

 

ANA ARI KOVANDA NE YAPAR?

Bir arı kovanında milyonlara varan arı yaşar. İçlerinden yalnız biri ana arıdır. Ana arı hiçbir iş yapmaz, sadece kovan içinde dolaşır. Ama ana arı olmazsa kovan bir-iki gün içinde yok olup gider. Acaba ana arı ne yapmaktadır? Ana arı yumurtlar ve yeni arıların oluşmasını sağlar. Ana arı kovana bir koku salar, bu koku kovanın dışına kadar çıkar, dışardan gelen arılar o koku sayesinde kovanlarını bulurlar. Aynı anadan doğan arılar aynı kokuyu taşırlar, dolayısıyla birbirini o koku ile tanırlar. Kapıda beklerler, yabancı bir arı gediği zaman onu içeri almazlar. Ana arı olmadığı zaman arılar kovanlarını bulamaz, birbirlerini de tanımaz olurlar. Kovan dağılıp gider ve her biri bir yerlerde ölürler.

 

DEVLET BAŞKANSIZ OLMAZ AMA BAŞKAN İŞ YAPMAZ

Devlet başkanları da bir iş yapmazlar, köşkte otururlar. Ama köşkte oturma olmazsa devlet yaşamaz olur. Dikkat edilirse, Türkiye’deki askeri müdahaleler sivil devlet başkanları görevlerini yapamaz hâle geldikleri zaman olmuştur. Asker gelmiş ve halk hemen onları benimsemiş, onlara karşı çıkmamıştır.

 

DEVLET BAŞKANININ DOĞAL GÖREVLERİ NELERDİR? 

Devlet başkanının anayasada sayılmış görevleri geçicidir. Bugün o görev ona verilir, yarın o görev ondan alınır; ama başkanın doğal görevleri vardır. Onu anayasalar vermez, sosyal kanunlar o görevi ona verir. Devlet başkanı seçilirken onun bu doğal görevleri dikkate alınarak seçilmelidir. Eğer herhangi bir görevi iyi yapamazsa, kanun yapar ve onu onun elinden alırız. Ama kanunla verilmeyen görevleri onun elinden almak mümkün değildir. O yetkileri almak demek, devlet başkanlığından azletmek demektir. O halde sosyal kanunların devlet başkanına verdiği görevleri iyi bilmemiz, seçerken ona göre seçim yapmamız gerekir. Bu kanunlar nelerdir? Şimdi bunları dört madde olarak sıralayalım. Allah her şeyi dörtlü yaratmıştır. Dört görev bulamazsanız eksik açıklama yapıyorsunuz demektir. Dört ana görevin olması doğa kanunları gereğidir. Onların tesbit edilmesi de bizim araştırıp bulmamıza bağlıdır.

 

1) KANUNLARI VE KARARNAMELERİ İMZALAR

Devlet başkanı ana arı gibi sadece köşkte oturur ve devleti temsil eder. Onun imzalamadığı hiçbir şey devlette yürürlüğe girmez. Onun imzası devlet içinde ana arının kokusu gibidir. Halk ve yabancılar bir tek imza tanırlar, o da devlet başkanının imzasıdır. Diğer yetkililerin imzasını tanımazlar. Meclis kanun çıkarmıştır. Halk bunu cumhurbaşkanının altına ‘yayınlansın’ demesi ile kanun olduğunu öğrenir. Bunun içindir ki meclis ısrar etse bile devlet başkanı imzalayıp yayınlamayınca geçersiz olur. Bakanlar kurulu kararları da öyledir. Halk bir tek yetkili tanır, o da devlet başkanıdır. Bundan dolayıdır ki devlet başkanı diktatörlüğe meyilli ise, orduyu da arkasına almışsa, onu kimse durduramaz. Devlet başkanının elinden imzalama yetkisini alırsanız, kokusuz hâle gelen arı kovanı misali biraz sonra helâk olur. İmzadaki teklik hem diğer imzaları tasdik etmektedir, hem de devlet içinde birliği sağlamaktadır. Anayasa emrettiği halde bir kanunu ikinci defa yayınlamazsa yapacağımız hiçbir şey yoktur. Vatana ihanet olmadığı için hukuken bir şey yapamayız. Bu kadar hassas yetkilere sahip başkanı seçerken her şeyi iyi hesaplamamız gerekmektedir.

 

2) DEVLET SIRLARINI SAKLAYIP BAŞKANLARA AKTARMAK

Devlet başkanının ikinci görevi devlet sırlarını saklamaktır. Nasıl kişilerin sırları varsa, devletin de sırları vardır. Onları düşmanların bilmemesi gerekir. Bu da ancak bir tek beyinde saklanırsa sır olur. O da devlet başkanının beynidir. Tarihte peygamberler bunu yapmıştır. Fatih, ‘beynimdekileri sakalım bilse onları keserim’ demiştir. Devlet başkanlarının kırmızı defterleri vardır. Başkandan başkana devreder. Onun tamamını başkandan başka kimse bilmez. Başkan gerekli gördüklerini orada kaydeder. İstediğine istediği kadar gösterir. Devletin sürekliliğini bu defter sağlar. Başkan kafasındaki sırları saklar. Bunları ne meclis üyelerine, ne de hükümet üyelerine açıklamaz, çünkü o zaman sır olmaktan çıkar. Devlet başkanı izin verirse başkanın da telefonları dinlenebilir. Ama başkanın telefonunu dinlemek vatana ihanettir. Biz devlet başkanını seçmiyoruz, devlet sırlarını saklayanı seçiyoruz. Bu konuyu anlayabilmemiz için tarihimizden bir misal vereceğim.

 

LOZAN’DAKİ GİZLİ MADDELER

Lozan’da masaya oturduğumuz zaman karşımızda Hıristiyan ve Yahudi temsilciler vardı. Biz de İslâm âlemini temsil ediyorduk. Onlar bizim isteklerimizi kabule yanaşmıyorlardı. Ancak bir kararları vardı; Türkiye’yi dinsizleştirmek. Bunu kabul etmek Türkiye’yi yok etmek demekti, kabul etmemek de savaşa devam etmek demekti. 10-12 yıldır savaşmakta olan Türk milleti bitmişti. Savaşa ne ile ve nasıl devam edecekti? O zamanki Türk yöneticilerinin aklına bir çözüm geldi ve bu maddenin gizli olması istendi. Onlar da bunu kabul ettiler. Bir de ‘dinsizleştirme’ şeklinde bir ibare hukuki değildir. Devletimizin ne yapacağını belirlemek üzere madde madde anlaşma olarak sıralanması istendi. Onlar da Türkiye’yi dinsizleştirecek inkılâp maddelerini sıraladılar. Halifelik kaldırılacak, saltanat kaldırılacak, medreseler kapatılacak, tekkeler kapatılacak, şeriat kalkacak, harfler değişecek... Buna benzer bildiğimiz inkılâp listesini vermişlerdi. Zaten bu listenin büyük kısmını uygulamaya padişahlar zamanında başlanmıştı. İşte bu vaatler ilk olarak kırmızı deftere kaydedildi.

 

LOZAN’DAKİ TAKTİK

Mustafa Kemal bir taraftan bunları yaparken diğer taraftan İslâmiyet’i korumak için tedbirler aldı.

Bunlar dört tanedir.

 

A) LOZAN’DA TÜRK OLARAK VE İSLÂM TEMSİLCİSİ OLARAK OTURDUK

Her şeyden önce, Lozan’da bir Türk olarak değil, bir Müslüman Türkiye Devleti olarak oturduk. Hasmımız olmadığı halde Yahudiler de karşımızda idiler. Böylece Lozan bir İslâm Türk Devleti olarak imzalandı. Gizli maddelerde dinsizleştirme aleni yazılmadığı için birinci sorun çözülmüş oluyordu.

 

B) ANADOLU’YU MÜSLÜMANLAŞTIRDIK

Batılıları oyuna getiren mübadele maddesi idi. Onların planına göre hem Türkiye dinsizleşecek hem de Türkiye’de Müslüman kalmayacaktı. Malazgirt’ten beri yapılan iş Anadolu’yu Müslümanlaştırmaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşları işte bunu fiilen sağlıyor ve İslâmiyet’e en büyük hizmeti veriyordu.

 

C) MÜSLÜMAN GÖÇÜ İLE BUGÜN 75 MİLYON OLDUK

Mustafa Kemal, bir taraftan Anadolu’da bulunan Hıristiyanları Türk de olsalar, İstiklâl Savaşı’nda yanımızda yer almış olsalar da tehcir ederken; diğer taraftan Türk olsun olmasın Anadolu’ya göç eden bütün Müslümanları Türk kabul etti ve Müslüman Anadolu nüfusu bunlar sayesinde bir asır geçmeden 7 (yedi) misli arttı. Böylece Türkiye’de güçlü bir İslâm devleti kuruldu.

 

D) İSLÂM KAYNAKLARINI TÜRKÇELEŞTİRDİK

Mustafa Kemal başka bir şey daha yaptı. Tarikatları ve medreseleri kapattı ama onun yerine en samimi din alimlerine İslâmî eserleri tercüme ettirmeye başladı. Böylece Türkler gerçek İslâmiyet’i Osmanlılardan daha çok öğrendiler. O zaman yapılanların meyvelerini şimdi alıyoruz.

 

BUNLAR KIRMIZI DEFTERDE YAZILIDIR

İşte bu hedefler kanunlarda veya bakanlar kurulu kararlarında yer almaz. Adım adım uygulamalar hakkında kanunlar çıkar veya kararlar alınır. Gizli hedef yalnız kırmızı defterde yazılır.

 

BU DEFTERİ CELAL BAYAR TAHRİF ETTİ

Bu kırmızı defter asker cumhurbaşkanları tarafından samimiyetle sürdürülmüştür. Celal Bayar cumhurbaşkanı olunca bu defteri tahrif etti ve Türkiye’yi hedefinden saptırdı. Sonra Kenan Evren geldi de kısmen düzeltti. Turgut Özal ve Süleyman Demirel bu tahrifatı yapmadılar ama Celal Bayar’ın tahrifatı Türkiye’yi hâlâ hedefsiz olan bir ülke hâline getirdi. Devlet başkanını seçerken devletin istikbalini seçiyorsunuz, kırmızı defteri seçiyorsunuz. Bu defter öyle tahribat yapar ki devleti yıkabilir.

 

3) ZARURET HÂLİNDE HUKUK DIŞI KARARLARLA VATANI KURTARMAK

Devlet başkanının üçüncü büyük vazifesi, gerektiği zaman anayasanın dışına çıkarak devleti kurtarmaktır. Yasalar devlet varsa vardır. Devlet yoksa yasalar da yoktur. Bu sebepledir ki bazen yasaları çiğnemek ve devleti kurtarmak durumunda olunabilir. İşte bu yasaları çiğneme yetkisi yalnız devlet başkanına verilmiştir. Bu sebepledir ki cumhurbaşkanı yalnız vatana ihanetten sorumludur, anayasayı çiğnemekten sorumlu değildir. Ülke genel kurmay başkanını öldürebilir. Hattâ bunlar her zaman suçlu da olmazlar. Ama devletin selameti için bunların ölmeleri gerekebilir. Nitekim Osmanlılar birçok zamanlarda çok sevdikleri vezirlerini feda etmişlerdir. Sivil cumhurbaşkanları bu yetkileri kullanamadıkları için askerler müdahale etmişler ve onlar bu yetkiyi kullanmışlardır. Adnan Menderes asılmışsa bu sebeple asılmıştır. Türkiye’de askerler hep zorunlu kaldıkları için müdahale yapmışlardır.

 

ON YILDA BİR CIA’NIN TEZGÂHLADIĞI KRİZLER HUKUKLA ÖNLENEMEZDİ

Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen sömürü sermayesi Türkiye’de on yılda bir askeri darbelerin olmasını planlamıştır. Bunun yapılmasını da CIA’ya ihale ediyordu. CIA MİT ile işbirliği yaparak Türkiye’de anarşi çıkarır, sivil yönetim bunu çözemez. O zaman askerlerden biri ABD’ye çağırılır veya siz müdahale edin ya da biz size müdahale edeceğiz derler. Sonunda asker müdahale etmek zorunda kalır. Sonra, şimdi çekilin derler ve geri çekerlerdi. Askerler de zaten istemedikleri müdahaleyi hemen kaldırırlardı. Eğer asker devlet başkanı olsaydı o anarşik hareketleri önlerdi, ABD’nin emrine girilmezdi. MİT CIA ile işbirliği yapmazdı. Devlet ABD’nin isteklerini yerine getirir gibi görünürdü. Başka yerden tedbirleri alırdı.

 

4) BAŞKANIN DÖRDÜNCÜ GÖREVİ KURUMLAR ARASI DENGEYİ SAĞLAMAKTIR

Mecliste bazen partiler arası gerilim olmaktadır. Meclis bu durumlarda kilitlenir, partiler arasından var olan bu sıkıntıdan dolayı ülkenin sorunları çözülemez hâl alır. Devlet başkanı devreye girer ve partiler arasındaki gerilmeyi yatıştırır veya seçime gidilir. Geçmişte sivil başkanlar bunu yapamamış, o sebeple askeri müdahaleler zorunlu olmuştur. Bazen hükümet üyeleri arasında böyle çatışma olur ve çalışmalar durur. Devlet başkanı devreye girer, hükümete başkanlık eder ve varolan sorunları aşar. Zaman zaman yargı ile hükümet arasında, üniversite ile hükümet arasında veya yargı arasında böyle tıkanmalar olur. Meclis ile hükümet arasında tıkanma olabilir. Devlet başkanı müdahale ederek bunları aşar.

 

BAŞKAN ORDU-SİVİL DENGESİNİ KURAR

Çoğu zaman sivil ile asker arasında gerginlik olur, işler durabilir. Buna da devlet başkanı müdahale eder ve sorun aşılır. Devlet başkanı asker olmadığı zaman bu çatışma aşılamamış ve askeri bildiriler zorunlu olmuştur. Cumhurbaşkanı kendi beceriksizliğini başbakana atarak 28 Şubat’ı musallat etmiştir. Ondan sonraki yıllar Türkiye’nin kayıp beş yılıdır. Yine Ahmet Necdet Sezer kendisi taraf olmuş, denge bozulunca askerler kurumlar arası dengeyi sağlamışlardır.

 

BAŞKAN MERKEZ İLE YEREL YÖNETİM ARASINDA DENGE KURAR

Cumhurbaşkanı bazen yerel yönetimlerle merkez arasında çıkacak ihtilaflarda denge unsuru olur. Bakan ve hükümet seçilmiş kimseleri görevden alamamalıdır, ancak cumhurbaşkanı alabilmelidir. Cumhurbaşkanı dengenin bozulduğu yerde re’sen devreye girer ve yasadışı da olsa dengeyi korur.

 

 

DEVLET BAŞKANI BU KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNA GÖRE,

DEVLET BAŞKANININ NE GİBİ ÖZELLİKLERİ OLMALIDIR?

 

a)       DEVLET BAŞKANI BİLGİLİ OLMALIDIR

Devlet başkanı her şeyden önce bilgili olmalıdır. Okuduklarını anlayabilmeli, anlatılanları kavrayabilmelidir. Bilgisiz kimseye arabayı teslim ederseniz onu devirir. Bu bilgi resmen profesörlerde, bir de kurmaylarda vardır. Meclis devlet başkanını bunlar arasından seçmelidir.

 

b)       DEVLET BAŞKANI GÜÇLÜ OLMALIDIR

Devlet başkanı sözünü geçirebilecek kimse olmalıdır. Askerler onu dinlemelidir. Askerlerin korkusu ile herkes onu dinler. Askerler dinlemezlerse diğerleri de dinlemezler ve sonunda devlet başkansız kalır. Askerler iki şeye dikkat ederler. Önce makama bakarlar. Sonra onun devleti kendilerinden iyi yöneteceklerine kani olmalıdırlar. Turgut Özal ve Süleyman Demirel için böyle kanaat getirmişlerdir ve bunlar bu sayede sorun olmadan devlet başkanlığını yapmışlardır. Yine de sorun olmuş ve Özal zamanında Genel Kurmay Başkanı istifa etmişti.

 

c)       DEVLET BAŞKANI ADİL OLMALIDIR

Devlet başkanı adil olmalıdır. Yani dengeli kararlar almalıdır. Düzeni bozmamalıdır. Bunu test edecek bir mekanizma yoktur. Meclisin takdirine kalmıştır. Bir devlet başkanının ideolojik saplantısı varsa ve bunu uygulamada ortaya koyuyorsa o kimse devlet başkanı olamaz. İşte burada tarihi çatışma vardır. Lâiklere göre her dindar ideolojik saplantı içindedir. Dolayısıyla dindar devlet başkanı olamaz. Dindarlara göre de insan inançsız olamaz. Eğer bir dini yoksa o kimse ideolojik saplantı içindedir. Dolayısıyla adil olamaz. Dindar ise dininin emri ile adil olur. Dini ona adaleti emrettiği için adil olur. Kur’an; hükmettiğiniz zaman adil hükmedin diyor; yakınlın da olsa bu seni kıst ile hükmetmekten ayırmasın diyor. O halde bir dindar zalim olamaz. Oysa inançsız bir kimseyi kontrol eden böyle bir eğitici ve frenleyici yoktur. Yirminci yüzyılın diktatörleri bunun böyle olduğunu göstermiştir. Demek ki devlet başkanının adil olması için devlet başkanı muttaki dindar olmalıdır. Kendi dinine sadık olmalıdır. Bir de mensup olduğu din mensuplarına adaleti emretmelidir. Devlet başkanı Hıristiyan olsun, bu bir şeyi değiştirmez, ama iyi Hıristiyan olsun ve adil olsun.

 

d)       DEVLET BAŞKANI DEVLETE/VATANA SADIK OLMALIDIR

Celal Bayar gibi devlete değil de ideolojik saplantılara sadık olursa, elli yıldır çektiklerimizi çekeriz. İnkılâpçı olmak başka şeydir, inkılapperest olmak başka şeydir. Mustafa Kemal’e saygılı olmak başka şeydir, Mustafa Kemal’e tapmak başka şeydir. Peki, başkanın vatana sadık olduğunu nasıl bileceğiz? Bunun için elimizde tek ayıraç vardır, o da asker olmaktır. Daha genç yaşta askeri eğitim alarak orduya katılmışsa ve orada denemelerden geçerek yüksele yüksele orgeneralliğe gelmişse, bu kişinin vatan haini olması ihtimali çok azdır. Onun tek ideali vardır; Türkiye devletini yaşatmak. Mustafa Kemal orduya lâikliği emanet etmedi; ‘yegane vazifen Türk cumhuriyetini ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmektir’ dedi. Demirel, Özal ve Erbakan gibi özelliklere sahip sivil varsa ve çok ayrıcalıklı durumları varsa, onlardan da ordunun desteği ile cumhurbaşkanı yapılanlardan farkları dindar olmalarıdır. Çünkü dindar ya cumhurbaşkanı olmaz, ya da olursa artık ihanet etmez. O ülke için canını verir. Dinde ikiyüzlülük ve münafıklık yoktur.

 

UYARI: DEVLET BAŞKANLIĞI HAK DEĞİL GÖREVDİR

 

ARABA YOLCULARA KİRALANMIŞTIR AMA YOLCULARIN SÜRME HAKLARI YOKTUR

Bir otobüsün içinde kırka yakın kişi vardır. Biri şofördür. Şoförün görevi arabayı sürmekten ibarettir. Yolcuların hakkı arabanın zamanında varış yerine ulaşmasıdır. Yolcular seyahat sırasında adalet isterler, herkese eşit muamele yapılmasını isterler. Ama yolcular, arabayı biraz da biz sürelim diye sıraya girip şoförlük hakkını talep edemezler. Görevde adalet diye bir şey yoktur. Görev görevdir. Hakkın zıddıdır. Eğer şoförlük hak olsaydı, yolcuların haklarını kullanacağı için şoförün yolculara para ödemesi gerekirdi. Oysa yolcular şoföre para öderler.

 

ADİL SEÇİM DEĞİL DOĞRU SEÇİM GEREKİR

Devlet başkanlığı hak değil de görev olduğu için orada adalet değil ehliyet gözetilecektir. Kim başkanlığı yapınca en iyi devlet başkanlığı yapacaksa oraya o getirilmelidir. Çünkü görevde gaye görevin yerine getirilmesidir. O halde kim cumhurbaşkanı olsun sorusunun cevabı, kim iyi devlet başkanlığı yapar sorusunun cevabıdır. Bunun aksini iddia etmek mümkün değildir.

 

BİZ TAKVA SAHİBİ DEĞİL İYİ KAPTAN ARIYORUZ

Bir görevin iyi yapılabilmesi için her şeyden önce o görevi yapmasını bilmek gerekir. Araba sürmeyi bilmeyen elbette arabayı götüremez. Arabayı kimin sürmeyi bildiğini biz nereden bileceğiz? Devletin kurumları vardır. Orada eğitim görmüş olmalıdır. Hem ilmî eğitim görmelidir, hem de amelî eğitim görmelidir. Ülkemizde iki eğitim kurumu vardır. Biri sivil, biri de askeri eğitim kurumlarıdır. Askeri eğitim kurumları general yetiştirirler, sivil eğitim kurumları profesör yetiştirirler. Bunlar ilimde en yüksek seviyede olan kimselerdir. Demek ki devlet bakanlarını bunlardan seçmek durumundayız.

 

ASKERİN TERCİH EDİLMESİNDE ŞU SEBEPLER VARDIR

 

A) GENERALLERİN PRATİKLERİ VAR, PROFESÖRLERİN YOK

Generaller de profesörler de yüksek ilmi öğrenim almışlardır. Ancak generaller aynı zamanda uygulamasını yapa yapa eğitim almışlardır. Oysa profesörler uygulama eğitimini almamışlardır. Teorik bilgi kadar uygulama bilgisine de ihtiyaç vardır. Askerler bunun için tercih edilmelidir.

 

B) GENERALLERİN GENEL KÜLTÜRLERİ VAR, SİVİLLERİN İHTİSASLARI VAR

Askerler tüm yönetime ait bilgileri birlikte almışlardır. Oysa profesörler ihtisas bilgileri almışlardır. Yönetimde genel kültüre sahip kimseler daha ehildirler.

 

C) GENERALLERİN GÜVENLİK TESTLERİ VAR, PROFESÖRLERİN YOK

Başkanın güvenilir olması gerekmektedir. Askeri eğitim orta öğrenimden başlar ve tüm hayat boyunca denetlenmiş olarak devam eder. Halbuki sivil öğrenim dışarıda da yapılabilmektedir.

 

D) ASKERLİKTE MERKEZİ YÖNETİM VAR, BAŞKAN ASKERLİĞİ BİLMELİDİR

Askerlikte merkezi yönetim vardır. Devlet başkanının askerliği bilmesi gerekir. Oysa sivilde yerinden yönetim vardır. Başkanın sivil yönetimi bilmesi gerekmez. Çünkü müdahale yetkisi yoktur.

 

DEVLET BAŞKANINI NASIL SEÇECEĞİZ?

Yukarıda verilen bilgileri edindikten sonra şimdi çözüme gelebiliriz. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında cumhurbaşkanını nasıl seçeceğiz? Yani seçim hem yasalara uysun hem de şeriatın emrettiklerine göre biri seçilsin. Çünkü İslâmiyet’te bir kural vardır. Kur’an hükümleri ile uzlaşma hükümleri çelişirse, uzlaşma hükümleri uygulanır, yoksa oradan hicret edilir. Kur’an ne zaman hicret edileceğini de mü’minlere öğretmektedir. Şimdi hicret etmediğimize göre uzlaşma hükümlerini uygulayacağız demektir. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı bizim uzlaşma hükümlerimizdir.

 

SEÇİMDE UZLAŞMA ŞARTTIR

Cumhurbaşkanı seçerken sadece yasalara uymak yeterli değildir. Aynı zamanda ortak başkanımız olduğu için uzlaşarak başkanımızı seçmek zorundayız. Yoksa ülkemizi böleriz. Bazı arkadaşlarımız şöyle düşünüyorlar: Onların anayasa ekseriyeti olsa bizimle uzlaşırlar mı? Bize sormadan seçerler. Biz de uzlaşma olmadan seçeceğiz. Bu ne demektir? Ülkeyi bölmek demektir. Biri bize söverse biz ona sövemeyiz. Kur’an, haramlar kısas iledir diyor; adalet kısas iledir demiyor. Burada haramlar yok görevler var, görevde adil olmak zorundayız. Zalime cezasını veririz, zulmedemeyiz. Kur’an teferruk etmeyin diyor. O halde bizi bölmeye götürecek davranışlardan kaçınmalıyız. Devlet başkanı uzlaşma ile seçilirse güçlü olur. Güçlü olunca kurumların ulusun üstüne çıkmalarını önler. Yoksa kurumlar yarışa girer, sonunda uzlaşır ve halkı ezerler. Devlet başkanı güçlü olmaz veya halktan yana olmazsa bürokratlar meclise hakim olur, sonunda devlet ve demokrasi sona erer. Güçlü devlet başkanı olmayınca da devlet sona erer.

 

SORUMLULUK AK PARTİ’NİNDİR

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ekseriyet sisteminde seçimleri düzenlemiştir. Ekseriyet demek bölünmek demektir, kararsızlık demektir, dengesizlik demektir. Bugünkü durum böyledir. Bu ekseriyet bugün büyük çoğunluğu ile AK Parti’nindir, yani yasalar istediği kimseyi devlet başkanı yapma yetkisini AK Parti’ye tanımaktadır. Dışarının güdümünde olan basın AK Parti’yi şaşırtmak için oyunlar oynamaktadır.

a)      ‘Senin hakkın, onlar seni ortak ediyorlar mı, sen de ortak etme, seçil ve iktidar ol!’ diyenler vardır. Bunların maksatları da ikidir. Tarafgir devlet başkanlarından ağzı yanmış halk ne şeriatı ne de siyaseti bilmeden hisleriyle bunu samimiyetle istemektedir.

b)      Asıl bu yoldaki itmeleri yapanlar, bunu Tayyip Erdoğan’ı ateşe atmak için yapıyorlar. Bunlar şunu düşünüyorlar. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olsun, parti dağılsın. Abdullah Gül başbakan olsun, ast üst olsun, denge bozulsun. Eğer Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olursa parti parçalanır. Karşı grup iktidar olur, Tayyip Erdoğan’ı da indirirler. Onlar AK Partili değiller. Vatan haini de yaparlar. Abdullah Gül olursa Tayyip Erdoğan ile arası açılacak ve asıl kötülükler o zaman olacaktır. Ben AK Parti’den cumhurbaşkanı yapılmasına şiddetle karşıyım. Ama eğer yapılacaksa, cumhurbaşkanı olmaya en uygun kişi Bülent Arınç’tır. Çünkü AK Parti’de denge bozulmaz, Meclis Başkanı zaten ikinci adamdır. Partide etkindir ama cedelleşmiyor. Ama kimse onu ağzına almıyor. Buradan anlıyoruz ki, Erdoğan ve Gül kötü niyetlilerin adaylarıdır. Bu onlara karşı düzenlenen bir tuzaktır.

c)       Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına şiddetle karşı çıkanlar vardır. Bunlar da gerçekten karşı değildirler. Dolduruşa getirip Tayyip Erdoğan’ı köşke göndermek istemektedirler. Korktu da çıkamadı demesinler diye çıkmaya niyetlenir düşüncesindedirler. Bunların kötü niyetli oldukları şuradan bellidir ki, gerçekten Tayyip Erdoğan’ın olmasını istemiyorlarsa adaylarını çıkarırlar. Tayyip Erdoğan bunu alenen teklif etti ama çıkaramadılar. Uzlaşmaya yanaşmıyorlar.

d)      Aklı başında bütün AK Partililer de Tayyip Erdoğan’ın gitmesi ile partinin dağılacağını, seçimden evvel dağılmasa bile sonra dağılacağını biliyorlar. Onun için Erdoğan’ın ve Gül’ün aday olmasını istemiyorlar.

Ben de istemiyorum ama benim gerekçem başkadır. 1960’tan beri bir savaş veriyoruz; inanmış insanların da iktidar olacağını bu halka inandırmak. Bunu iki sebepten istiyoruz. İnanmışların yükselme imkanları yoktur, o halde biz de inançsız olalım diyen neslin ortaya çıkmasını önlemek ve Müslümanların ‘bizi iktidar yapmıyorlar o halde biz PKK’lılarla olalım’ demesinler diye istiyoruz. Şunu biliyoruz ki, “Adil Düzen” gelmeden kimse İslâmî yönetimi getiremez. Onu AK Parti’den veya diğer partilerden beklemiyoruz.

Allah AK Parti’nin eline büyük imkan verdi. Önce anayasa ekseriyetini sağladı. Ondan sonra da hiçbir iktidara nasip olmayan beş senelik istikrarlı hükümetliği nasip etti. İsrail oğulları gibi biz seçilmiş kimseleriz deyip şükürden kaçmayın. Fırsatı Allah’ın emrettiği gibi değerlendirin. AK Parti neler yapacaksınız?

a)      Önce, her yüzde beş oy için bir aday gösterme hakkını siyasi partilere tanıyacaksınız. Partiler reylerini birbirlerine ekleyebilirler. Oyu yüzde beşten az olanlar istedikleri partilerle uzlaşıp oylarını onlarla birleştirebilirler. Partiler artık oylarını diğer partilere kullandırabilirler. Böylece devlet başkanı tüm halkın oyları ile ittifakla seçilmiş olur. Buna katılmayan parti olabilir. Önemli değildir. TRT’leri kullanarak bu partileri halka teşhir etmeniz yeterlidir. Siz beceremezseniz, Akevler’e verin, o işi yapar.

b)      Bundan sonra adaylar arasında tercihler yapmak ve uzlaşarak gitmek gerekir. Bunun için kullandığımız sıralama sistemi vardır. Şeriat bunu emrediyor, bunu yapacaksınız. Şöyle yapılmalıdır. Herkes adayları sıralar. Böylece herkes her adaya oyunu vermiş olur. Sonra bir adayın aldığı sıraların tersleri alınıp toplanır. Bu adayın seçim derecesini belirler. Sonra her adayın takdir dereceleri sırası ile kendi verdiği derecelerin sıraları arasındaki farkların kareleri alınır, toplanır. Sıralayanların sayıları ile bir eksiğine bölünür. Karekök alınır. Bu da sıralayanların sıralama derecesini verir. Böylece bir seçimde seçenlerin birincisi ortaya çıkar, bir de seçilenlerin birincisi ortaya çıkar. Bunlar baş hakem atarlar. O hakem adayı gösterir. Böylece uzlaşma sona erer.

Şimdi şu sorulur, kimler sıralasın? Bunun için dört yol vardır:

a)      Adaylar kendi kendilerini seçerler. Seçimde birinci olanla sıralama yapmada birinci olan ittifak ederler veya hakem atarlar ve o seçer.

b)      Parti başkanları oyları nisbetinde seçiciler atarlar ve onlar seçme yaparlar. Böylece uzlaşma ile tek aday ortaya çıkar. AK Parti anayasal gücünü kullanır, tek aday gösterir. Meclis onu seçmiş olur.

Benim AK Parti’ye tavsiyelerim şunlardır:

a)      Aday olarak Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu göstersin. Meclis’ten de talip olan diğer adayları gösterin. Kendisi aday olmasın, Abdullah Gül olmasın, Bülent Arınç olmasın.

b)      Ayrıca Saadet Partisi’ne oy kullandırsın ve o parti de Erbakan’ı aday göstersin.

Bundan sonra da mekanizmayı çalıştırsın ve uzlaşarak cumhurbaşkanını seçtirsin.

Bu uygulama ona neler kazandıracaktır?

a)      Oyu yüzde elliyi geçecektir.

b)      Güçlü cumhurbaşkanı ile rahat çalışacaktır.

c)       Parti beş sene daha dengeli ve güçlü şekilde programını yürütecektir.

d)      En önemlisi, AK Parti bir bid’ati hasene icat etmiş olacaktır. Artık Türkiye’de dengesizlik kalkacak, başkan seçimi sorun olmayacak, bu uygulama devrim olacak, bundan sonra dünyada devlet başkanlarını bu usulle seçme yarışına gidilecektir. Bin sene sonra bile Tayyip Erdoğan bu usulün mucidi olarak anılacaktır. Bu cumhurbaşkanlığından daha büyük şeref değil midir?

Not: Bundan sonra buraya konacak cetveller Ankara’da ESAM Merkezi’nde 10 Ocak 2007’de verdiğim konferansın özet durumunu anlatan cetvellerdir. İsteyenler o konferansı CD’den de takip edebilirler.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler