1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 404
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 14 Nisan 2007 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 404. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
BAĞIMSIZLIK VE YAPILMASI GEREKENLER
GELECEKTE NELER OLACAK?
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 66. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمْ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ(214) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ(215)
أَمْ حَسِبْتُمْ (EaM XaSiBTüM) “Yoksa hesap mı ediyorsunuz?”
“HISBE” bir yeri vurmak için atılan taştır. Oraya vurmak için hesaplarsınız ve ona göre elinizi ayarlayıp taşı atarsınız. Bu kelime bugün sayıların ilmi olmuştur. Hesapta kesinlik vardır ama kelime olarak zannetmek mânâsını da taşır. Türkçede de sanlakma saymak birbirine yakın kelimelerdir.
Burada “hesap etmek” öyle sanmak anlamındadır. İnsanlar düşünerek ve tartışarak karar alırlarsa hesap etmiş olurlar. Düşünüp karar alırlarsa yani tartışmazlarsa zannetmiş olurlar. Hesapta hata olmayacağına göre düşüp tartıştıktan sonra cennete dahil olacağınıza karar mı verdiniz, böyle bir sonuca mı ulaştınız?
أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ (EaN TeDPuLüv eLCanNaTa) “Cennete dahil mi olacaksınız?”
Allah bu dünyayı cenneti kazanmamız için var etmiştir. Cenneti nasıl kazanacağız?
Allah bu kâinattaki işleri meleklere yaptırmaktadır, insanlara ihtiyacı yoktur. Ancak, yeni insanların var edilmesi için hem insanların iş yapmaları gerekir, hem de bunu birlikte yapmalıdırlar. İnsanlar görevlerini yapabilmek için kendi sağlıklarını korumak zorundadırlar. Böylece görevlerini yaparlarsa o zaman öldükten sonra cennete giderler. Yapmazlarsa o zaman cenneti kazanmamış olurlar.
Cenneti kazanmayanlar ne olacak, yok mu edilecekler?
Böyle bir şey olsa bu düzenin dengesini bozar. Allah kitabında bunların cehenneme alınacaklarını ve orada eğitilerek yeniden sağlıklı hayata döndürüleceklerini söylemektedir. Cennete girmek için dünyada imtihanı kazanmak gerekir, yoksa bu dünyaya bedava gelmiş ve boş yere gitmiş oluruz.
Kur’an’ın Allah sözü olduğu ilmen sabittir. Allah’ın yalan söylemesi düşünülemeyeceğine göre bunlar doğrudur. Kur’an’da olmasa bile kâinatı izah edebilen başka bir teori yoktur. Her teoriyi kendisinden daha üstün bir teori ortaya çıkıncıya kadar doğru kabul etmek zorundayız. Demek ki, hem ilmen hem naklen âhiretin varlığı ve insanların cennete ve cehenneme gidecekleri sabit olmaktadır.
“CENNET” ağaçlı bahçe demektir. İnsanlar meyve yiyen varlıklardır. Diğer yiyeceklerini pişirerek yemektedirler. Âhirette de meyve yiyecekler. Onun için âhiret hayatından bahsederken cennet olarak bahseder. Orada bulunmayı da “DUHUL/GİRMEK” olarak ifade etmektedir.
وَلَمَّا يَأْتِكُمْ (LaMMAv YaETiKuM) “Size etyetmeden.”
Cennete girebilmek için daha öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelecektir. Kurallar değişmeyecek, bu dünyanın sıkıntısını çekmeden cennete giremeyeceksiniz. Çünkü bu dünya o sıkıntıları çekenlere cenneti kazandırmak için var edilmiştir.
Tekrar edelim. Bu en makul teoridir. Bundan daha makul bir izah getirilememektedir.
İnsan aklı her şeye tam tatmin edecek açıklamalar getiremez. Böyle yaratılmıştır. İnsan eğer her şeyi tam olarak açıklayabilseydi o zaman imtihan olmazdı. İnsanın iradesi ile karar vermesi sözkonusu olmazdı. İnsanların karar verip iş yapabilmeleri için tahminen karar almaları gerekir. İmanın konularını aklen tam açıklık içinde anlamamız her zaman mümkün olmaz. Bugün zaman dışı ve mekan dışı varlıkların olabileceği matematik ve fizikte sabit olmaktadır. Ancak bizim aklımız bu varlıkları kavrayamamaktadır.
مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ (MaÇaLu alLaÜİyNe PaLaV MiN QaBLiKuM)
“Kablinizden halev etmiş kimselerin meseli başınıza gelmeden
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz; öyle mi hesap ediyorsunuz?”
Bu âyet şimdi bize nâzil olmaktadır. Bizden öncekiler de İstiklâl Savaşı’nı yapmış atalarımızdır. Adil Düzencilerin yakın ataları ise Nur risaleleri şakirtleri, Süleyman Tunahan’ın talebeleri, Millî Görüşçüler, Akevler Adil Düzencileridir. Onların çektiği sıkıntıları Adil Düzenciler de çekecektir.
Bunlar Allah’a dayanmış ve bildikleri kadar Kur’an düzenini tesis etmeye çalışmışlardır.
Bunlardan başka İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, Türkiye devletini Batı uygarlığına götürmek isteyenler, Türk ulusunun varlığını korumaya çalışanlar olmuş, onlar da sıkıntı çekmişledir.
“HALEV” demek, boş bırakıldılar demektir. Hâli olmak, kimsenin olmadığı yerde olmak demektir. Yani, yerlerini boşalttılar demektir. Bu nesilden önce gelen nesil demektir.
Topluluklar doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Kur’an bunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Türkiye’yi ele alalım. Anadolu’nun ilk sakinleri olarak Milattan önce 3500 yıllarında Anadolu’da Sümerlerle akraba olan Kafkas ırkı yaşıyordu. Bu ırk ile Orta Asya ırkı arasında yakınlık vardır. Daha sonra Anadolu’ya Hititler geldiler. Onlar Avrupai ırktır. Onlardan sonra Frigler ve Lidyalılar geldiler. Onlar Sami ırkı olmalıdır. Bunlardan sonra Anadolu’ya Bizanslılar hakim oldular.
Sonra Selçuklular… Sonra Osmanlılar... Şimdi de bu topraklarda biz yaşıyoruz...
Bizden öncekiler yerlerini boşaltıp gitti, Türkiye bize kaldı. Biz III. bin yıl uygarlığını kurmakla görevlendirilmiş bulunuyoruz. Başımıza geçmiştekilerin başından geçenler bize de gelecektir. 1900’larda başlayan İslâm uygarlığını kurmak isteyenlere düşmanlık hâlâ devam etmektedir. Mustafa Kemal’in dediği gibi; dahili ve harici bedhahlar olmaktadır. Neden onların başından bunlar geçmiştir? Mü’minler neden iki hattâ üç asırdır ezilmekte, hep yenilgiye gitmektedir? Oysa Kur’an, ‘mü’min iseniz galipsiniz’ diyor.
Demek ki bir veya birkaç eksiğimiz vardır. Şimdi eksiklerimizi kısaca sıralayalım.
Her şeyden önce, biz ilmi birtakım kitapları ezberlemek zannetmiş ve ilmi sadece beyinlerimizde hapsetmişiz. Gerek İslâmî gerekse Batı ilimlerini uygulamıyoruz. Okuduklarımız okulda kalıyor. Bu ilmin hayattan kovulması hastalığı üniversitelerimizde ve okullarımızda hâlâ devam etmektedir. Çünkü biz okul çağındaki çocukları işte çalıştırmıyoruz. Okuduklarının modası geçmiş oluyor. Oysa, Kur’an beşikten mezara kadar okuyunuz diyor ve amelsiz ilmi de merkeplerin kitap taşımasına benzetiyor. Bu hastalığı yenmezsek, atalarımızın başına gelenler bizim de başımıza gelecektir. Yeni bir istiklâl savaşı yapmak zorunda kalabileceğiz.
Biz dini lâikleştirmişiz, dini hayatımızdan kovmuşuz, mabetlerden de hayatımızı kovmuşuz. Camilerde dünya kelâmı konuşulmaz demişiz, cemaatle namazı terk etmişiz. Kıldığımız namaz namazın kendisi değil, namazın karikatürüdür. Diğer ibadetler de bundan farksızdır. Belki en sağlam yaptığımız ibadet oruç ibadetidir. Diğer ibadetlerin değeri onda bire inmiştir, yirmide bire inmiştir. İbadetlerin bu hâliyle bile ne kadar yararlı olduğunu ahlâkımızı korumamızdan anlamaktayız. Bugünkü durumdan 27 kat daha iyi olduğumuzu düşünün, gerçek İslâmiyet işte odur. Allah bize de -elhamdülillah- onun cihadını nasip etti. Bu dünyada yaşayamadığımızı âhirette yaşayacağız. Orada mü’minlerin derecesi müslimlerden 27 kat fazla olacaktır demektir. Ben 27 kat daha faziletlidir hadisine dayanarak bunları söylüyorum. Hadis zayıf olabilir ama Kur’an’da da mü’minlerin derecesinin üstün olacağı bildirilmiştir. Bu rakamı sembolik olarak söylüyorum.
Ekonomi hayatımız tamamen felç olmuştur. Önce bugünkü enflasyonist parayı kullanıyoruz. Bu para faiz parasıdır. Bunun geçerliliği vardır, bununla yapılan peşin muameleler meşrudur. Çünkü bugünkü değeri bellidir. Bir ülkede bir para çalışır. Dolayısıyla Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen iktidar oluncaya kadar bu parayı kullanacağız ama bu paraya göre borçlanmayacağız. Borçları mal ile ifade edeceğiz. Bankalarda ortak hesaplar açtırıp faizsiz kredileşme sistemini getirmemiz gerekmektedir. Vergi kaçırmasak yaşayamayız, kaçırırsak devlet olmaz. Böyle bir düzende yaşamamız mümkün değildir. Bugünkü Türk ekonomisi İstanbul trafiğinden daha karışıktır. Bu ekonomi düzeni ile yaşamak mümkün değildir. CHP, DP ve ANAP iktidarları bu sebeple gittiler; çökerek gittiler. AK Parti’yi de aynı akıbet bekliyor. Allah bu bozuk düzeni devam ettirmez.
On sene, yirmi sene süren davalar ve mahkemeler, insanları bıktıran bürokratik muameleler, hortumlamalar, terör, rüşvet yolsuzluk, açlık sosyal yapımızın ana karakteridir. Geçmiştekiler bu gibi sebeplerle battılar, şimdikiler de bu sebeple batacaklardır. Adil Düzen Çalışanları sıkıntılar içinde bu gidişe ‘dur’ diyebilmek için çalışıyorlar. “Adil Düzen” gelmeden bunların hiçbirisi düzelemez. Eğer bunları düzelten başka bir şey olsaydı o zaman o ikinci ilâh olurdu. Oysa doğru tektir; iki doğru yoktur. Batı dünyasında işlerin iyi gittiğini iddia edenler vardır, onların ekonomileri çok iyidir diyorlar. Onların sadece paraları iyidir. Orada kazanıp burada yersen değeri vardır. Yoksa orada kazanıp orada yersen, onlar bizden çok daha fakirdirler.
İşte, İslâm âleminin durumu genel olarak bu olduğu için, yani İslâmiyet’ten uzaklaştığımız için başımıza bunlar gelmektedir. Ama insanlar bugün Kur’an’ı mealleri ile okumaya başladılar. Biz de ilk olarak III. bin yıl uygarlığına ışık tutacak bir yorumu yapıyoruz. Elli sene evvel kimse Kur’an mealini okumuyordu. Mealli Kur’an bulamazdınız. Bugün mealsiz Kur’an bulmak zor oluyor. Şimdi Kur’an’ı kimse III. bin yıl uygarlığına göre yorumlamıyor. 30 sene sonra siz okuyucuların yarısı yaşamış olacak. Göreceksiniz ki artık Kur’an’ı herkes günümüzün sorunlarını ele alarak yorumluyor; hem de bizden daha iyi bir şekilde Arapça kurallarına uyarak bunu yapıyor. M. Lütfi Hocaoğlu bu ekolü kurmaktadır. O gün siz de sevineceksiniz.
مَسَّتْهُمْ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ (MasSaTHuMu eLBaESAvEu Va elWarRAEu)
“Be’sâ ve darrâ’ onları messetti.”
“BE’SÂ’” kelimesi “DARRÂ’” kelimesi ile beraber geçmektedir, tek başına geçmemektedir. “DARRÂ’” ise “DARAR” kelimesiyle beraber geçmektedir. Ayrıca “Darar” Min Ba’di”den sonra gelmektedir.
“DARRÂ’” darlıktır, kıtlıktır, ekonomik zorluktur. “BE’SÂ’” ise sosyal kötülüktür, bedenî zarardır.
Yani, sosyal ve ekonomik darlıklarla karşılaştılar.
Savaş ve zelzele bedene gelen kötülüktür. Kıtlık ise mâli kötülüktür. “Serra’” refahtır. “Surur” ile “Mesrur” kelimesi bir kökten gelmektedir. Sır, aleniyete karşı kullanılmaktadır. Cehr, hafiye karşı geçmektedir. Sovyetler be’sâ’ içinde kalmışlardır. Birinci ve ikinci cihan savaşları birer be’sâ’ idi. Türkiye’de yapılan darbeler birer be’sâdır. Diğer taraftan enflasyon bir darardır, dış borçlar darardır, işsizlik darardır, açlık bir darardır.
وَزُلْزِلُوا (Va ZuLZiLUv) “Ve zilzal olundular.”
“ZELZELE” sarsılmak demektir. Bildiğimiz zelzeleyi, depremi ifade eden fiildir. “Zelle” ayağın kayması demektir. Zelzele periyodik hareketleri ifade eder.
İleri gidecek topluluklar sıkıntılar içinde ilerleme kaydederler. Çocuk annesinin acıları içinde doğar. O da ağlayarak doğar, gülerek doğmaz. Ölümü da acılar içinde olur. Hayat budur. Toplulukların doğuşu, gelişmesi ve çöküşü de sancılıdır. Geçmişteki topluluklara ne olmuşsa bize de aynı şeyler olacaktır. Doğanın ilâhi kanunları hep işleyecektir. Dünyada herkes sıkıntıdadır. Zenginler arasında intihar edenlerin yüzdesi fakirlerden daha fazladır. O halde Allah bu dünyaya bizi niye getirdi? Sıkıntı çekmemiz için getirdi. Sıkıntı çekeceğiz ve olgunlaşacağız. Cennette lâyık hâle geleceğiz.
Bundan önce onlara darrâ’ ve be’sâ dokundu denmiş. Burada zelzeleye uğradılar diyor.
“Ve” harfi ile atfediyor. O halde zelzeleye uğramak onlardan farklıdır. Be’sâ’ ve darrâ’ dışarıdan gelen tesirlerdir. Zelzele ise topluluğun dağılmaya gitmesi demektir.
Üsküdar’da bir topluluğumuz vardı; zelzeleye uğradı ve dağıldı. İzmir Akevler’de bir kooperatifimiz vardır; o da zelzeleye uğradı ama dağılmadı. İnşaallah bir gün toparlanır. Millî Görüş zelzelelere uğradı, dağılmadı. Risale-i Nur şakirtleri zelzeleye uğradı, dağılmadı. Buradaki sarsılmak ileri geri gitme harekatıdır.
Akevler İstanbul Adil Düzen Çalışmaları devam etmektedir. Ne yapılıyor? İki büyük iş yapılıyor.
Biri, ben yazıyorum, Reşat yayımlanacak hâle getiriyor. Kur’an günümüzün sorunlarını çözecek şekilde yorumlanıyor ve bunlar internette yayımlanıyor. Bunun önemi şudur ki, III. bin yıl bu metot üzerine oturacaktır. Yunanistan’da bu işi Sokrat’ın kurduğu ekol yaptı. İslâm âleminde de bu işi Ebu Hanife’nin kurduğu medrese/ekol yaptı. Çağımızda benzer çalışmaları Bediüzzaman’ın şakirtleri yaptı. Bunlar yazılı eserler verdiler. Şimdi, Yenibosna’daki Akevler Adil Düzen Çalışanları bunu yapıyor.
Yenibosna’da yapılmakta olan en önemli ikinci husus ise M. Lütfi Hocaoğlu’nun yürüttüğü bilgisayar programları çalışmalarıdır. Bir taraftan Adil Düzene göre muhasebe çalışmaları vardır, diğer taraftan Kur’an Arapçası bilgisayarlaştırılmaktadır. Orada da sarsıntılar vardır. Çalışan EHABİR ekibi dağılmıştır. İşte bu zülzilunun tezahürüdür. Ama çalışmalar devam etmektedir. Eşi Emine Hocaoğlu çalışmayı sürdürmektedir. Hasan Özket de çalışmalara katılmaya başlamıştır.
Demek ki, sarsılma var ama dağılma yoktur. Bunların hepsi başımıza gelecektir.
حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ (XatTAy YaQUvLu elRaSUvLu) “Hatta resul diyordu.”
Kur’an’ın dilini iyi öğrenmemiz gerekmektedir. Toplulukların iki çeşit başkanları vardır. Oluşmuş bir topluluğun başına geçenler başkanlardır. Bunlar imamdırlar. Başkanın kendisi hareket eder, diğerleri de ona uyarlar. Bir çeşit başkan tipi daha vardır ki, kendisi topluluğu oluşturur. Bunları da ikiye ayırmak gerekir. Bir kısmı mevcut olan bir gidişe sahip çıkma şeklinde olur. Dört halifenin durumu budur. Biri de gidişi bizzat tesis etmedir. Hazreti Muhammed’in ve Hazreti Musa’nın durumu budur.
Kur’an “RESUL” kelimesini kullandığı zaman bazen en geniş mânâda bütün başkanlar için kullanır, bazen daha dar mânâlarda kullanır. Burada vereceğimiz mânâ bizim durumumuzdur. Akevler İstanbul çalışmaları Akevler İzmir çalışmalarının devamı olmuştur. İstanbul’da yaptığımız katkıları şöyle sıralayabiliriz.
-İstanbul’da ahşap evler teşebbüsü olmuştur. İzmir’de ise apartman inşaatı çalışmaları olmuştur.
-İstanbul’da marketleşme teşebbüsleri olmuştur. İzmir’de ise fabrika ve imalata yönelinmiştir.
-İstanbul’da internette neşriyata başlanmıştır. İzmir’de sadece toplantılar yapılmıştır.
-İstanbul’da bilgisayar muhasebesi ve lugat çalışmaları başlamıştır.
Demek ki, Akevler İstanbul ekibi İzmir Akevler’in bir ilerisinde faaliyetlere geçmiştir. Kur’an’ın çağımız sorunlarını çözme ve Adil Düzen çalışmaları İzmir’de başlamıştır, İstanbul’da devam etmektedir.
Demek ki, Adil Düzen çalışmaları ve çalışanları için de sarsıntılar sözkonusudur.
Peygamberler dahil bütün başkanlar ve topluluklar bunalım devreleri geçirirler. Sabredenler başarıya ulaşırlar. Sabretmeyip bırakanlar ise söner giderler. Sabır yalnız kişilerin sabrı değildir. Cemaatin sabrı önemlidir. Yani, ölenlerin veya ayrılanların yerine başkaları girebiliyorsa, topluluğu devam ettiriyorsa, onlar sabredenlerdir. Ama bir cemaat oluşur da kurucusu gittikten sonra o cemaat eğer devam etmiyorsa, o zaman o topluluk sabırsızdır demektir. Bir topluluğu yaşatan yurtlarıdır, mekanlarıdır.
İzmir Akevler site olarak oluşmuştur. İstanbul’da da yazıhane alınmıştır. Bunun parasını yaymamız gerekir. Mesela, yetmiş ortak biner lira vererek bunu satın almalıdır. Kişinin değil cemaatin olmalıdır. Ancak, asıl topluluk yurtsuz olduğu zaman topluluk olmalıdır. Hazreti Musa peygamber kırk sene İsrail oğullarını yurtsuz bir topluluk olabilmeleri için dolaştırdı. Bu eğitim o kadar büyük bir eğitimdir ki, binlerce sene yurtsuz kalan Yahudiler varlıklarını korudular. Bugün dünyaya hakimdirler. Yurt edinmek için de savaş veriyorlar.
وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ (Va elLaÜIyNa EAvMaNUv MaGaHUv) “Onunla birlikte iman edenler.”
Burada kurucu başkandan ve kuruculardan bahsetmektedir. Bir kimse çıkar ve bir şey yapmak ister. Bu kurucudur. Ancak kimse kendi başına bir şey yapamaz. Ancak ona katılan kimseler başarıya ulaştırırlar. Topluluk ikinci ve üçüncü kişilerle oluşur. Cebrail’den vahyi getirdiği zaman peygamberler resul idiler ve tek başlarına işe başlamışlardır.
Çağımızda artık peygamber yoktur, kimse Allah’tan vahiy almamaktadır. Bu asır cemaat asrıdır. Biri bir görüş ortaya atar, şunu yapalım der, ona biri katılır. Artık o yeni katılan da kurucudur, ilk başlayanla aynı kurculuk vasfına sahiptir. Böylece on kişiye yakın kimse olunca artık aşiret oluşmuştur. İşte bunlar onunla beraber iman eden kimselerdir.
“Va” harfi ile atfedildiği için Kur’an’dan sonra kuruculukta eşittirler.
İstiklâl Savaşımızı yöneten generaller vardır. Bunlar eşit kuruculuk vasfına sahiptirler. Kimse İstiklâl Savaşı’na Mustafa Kemal’in veya Kazım Karabekir’in daha fazla katkısı olduğunu söyleyemez.
AK Parti’nin kuruluşu da böyledir. İçlerinden biri başkan olur, resul olur ama eşittirler.
Burada “Va” gelmiştir; “Fa” veya “Sümme” gelmemiştir. Sonra “MEA” kelimesi de eşitliği ifade eder. Bu sebepledir ki Hazreti Peygamber aleyhisselâmın mütevatir de olsa sözü âyet gibi olmadığı halde, sahabelerin icması âyet gibidir. İcma sünnetten de ileridir.
مَتَى نَصْرُ اللَّهِ (MaTAy NaSRu elLAHı) “Allah’ın nasrı ne gün derler.”
Allah mü’minlere ve Adil Düzencilere nusret vaat etmiştir. Bu nusret ne zaman demişlerdir. Bunalım o dereceye gelir ki, artık va’din zamanı gelmedi mi derler.
“NUSRET” yardımdır, “AVN” da yardımdır. “AVN” işlerine yardımdır, Kendi sıkıntılarını gidermedir. “NUSRET” ise düşmana karşı yardımdır.
1967’de Akevler Kooperatifi’ni kurduk ve resmen Adil Düzen Çalışmaları başladı. Anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk. Ancak zulüm düzeni devam etmektedir. Bir ay önce 22 Şubat 2007’de telefon müracaatı yaptık; yarın bağlarlar dediler. Bugün 31 Mart, hâlâ bağlanmadı! Gelip bağlamadılar! Ondan sonra da iptal edip başkasına vermişler! Sebep nedir biliyor musunuz? Evde bulunmamışız. Belki altı defa veya daha fazla telefon açtım; bulamadıklarımla iki katından fazla aradım ama bağlanmadı! Bunun için İstanbul’da oradan oraya gidip geliyorum. İşte o zaman insan ümitsizliğe kapılıyor ve bu işler düzelmeyecek mi diyoruz.
Ne var ki, Kur’an okuyoruz. Kur’an bize haber veriyor da ümidimiz yeniden doğuyor. Evet, kırk sene “Adil Düzen” için çalışıyorsunuz. Tüm mü’minler bunun mücadelesini veriyor. Anayasa ekseriyeti ile iktidar olunuyor. Ne buluyorsunuz? Bir serap! Çevrenizde yine işsiz insanlar, yine aç insanlar, yine bürokratik çarkların altında ezilenler. İktidarda olanların ne kadar iyi insan olduklarını biliyorsunuz. Onlarla arkadaşsınız. Beraber yürüdük bu yollarda diye şarkı söylüyorlar. Ama birer zavallı durumunda debelenip duruyorlar. Kur’an’ın öğrettikleri olmasa, insanın bütün ümitleri kırılır.Bunlar geçiş dönemidir, “Adil Düzen”e hazırlık dönemidir. İyi insan olmanın yetmediğini kanıtlayan dönemdir. İyi insana değil iyi düzene ihtiyaç olduğunu anlatan durumdur.
أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ(214) (EaLAv NaÖRa elLAHı QaRIyBun) “Allah’ın nusreti karibdir bilin.”
Evet, büyük müjde gelmiştir. Allah’ın nasrı karibdir. “Adil Düzen” yakında iktidar olacaktır.
“Adil Düzen” nasıl iktidar olacaktır? Önce bizim bilmediğimiz bir kişi ortaya çıkacaktır ve iktidara gelecektir. Kim ve nasıl olacaktır, bilemiyorum. Kur’an bunun haberini vermiştir.
Askeri müdahale olmayacaktır. Çünkü artık sömürü sermayesi de askerlere güvenmiyor. Türk ordusu da bu hususta yeterli deneyime sahiptir. Ancak bunalım had safhalara erişince kurtuluş aranacaktır.
Ya bir parti onu başına geçirecek, ya da o bir parti kuracaktır. Biz kuracağız demiyorum.
Bunları denedim ama başaramadım. Demek ki bu bizim işimiz değildir. İktidara gelecek o kişi kim olacaktır, bilemiyorum; ama şunu tavsiye ederim, bu bir asker olmalıdır. Bir parti bunu… … …
***
أَمْ حَسِبْتُمْ (EaM XaSiBTüM) “Yoksa hesap mı ediyorsunuz?”
“HISBE” bir yeri vurmak için atılan taştır. Oraya vurmak için hesaplarsınız ve ona göre elinizi ayarlar ve taşı atarsınız. Bu kelime bugün sayların ilmi olmuştur. Hesapta kesinlik vardır ama kelime olarak zannetmek mânâsını da taşır. Türkçede de sanmak ile saymak birbirine yakın kelimelerdir. Burada hesap etmek, öyle sanmak anlamındadır. İnsanlar düşünerek ve tartışarak karar alırlarsa hesap etmiş olurlar. Düşünüp karar alırlarsa yani tartışırlarsa. İkincisi ise bu muhasebe ile kuracağımız işletmelerde çalıştıracağımız inanmış kimselerin olmasıdır. Şimdi bunun bunalımı içindeyiz. Allah’ın nusreti yakındır. Allah’a bunun için dua etmeliyiz.
يَسْأَلُونَكَ (YaSEaLUvNaKa) “Sana sual ediyorlar.”
Oruç dışında bütün ibadetler topluca yapılır. Ancak topluluk olmadığı zaman kişi kendisi topluluğu temsil ederek tek başına namazını kılar, zekâtını verir ve hacca gidebilir. Kur’an bu durumdaki hükümleri içerir.
Burudaki muhatap kimdir? Yukarda resul geçmişti. Kişiler başkandan bazı belgeler alırlar. Başkan âlimlerle istişare ederek fetvalar verir. Halk o fetvalarla amel eder. İki türlü amel vardır. Biri, kişilerin kendi içtihatlarına göre kendi işlerini yapmalarıdır. Bu hususta fetvayı kendi müçtehitlerinden alırlar ve ona göre amel ederler. Bazı işler toplulukta ayrı ayrı yapılamaz. İsteyen sağdan isteyen soldan yürüyemez. Bu husustaki kararların ortak alınması gerekir. Bunun yolu da başkanın istişare ederek ortak karar alması ile mümkündür.
Zekât konusu da böyledir. Topluluk içinde bir bütçe oluşturulur ve topluluktaki sosyal güvenlik öylece sağlanır. Bu şekilde başkanın istişarî kararlarıyla düzenlenen bir hukuk vardır, bu kamu hukukudur. Her bucağın kendine özgü kamu hukuku vardır. Kişiler kendi içtihatlarına güre değil, başkanın istişarî kararla belirlediği kamu hukukuna göre davranırlar. Beğenmeyenler oradan hicret ederler. İslâmiyet’te ekseriyet demokrasisi yoktur, hicret demokrasisi vardır. Usul olarak “YES’ELÛNEKE” kamu hukukunun konu olduğu yerlerde geçmektedir. Halkın yapacağı ama kamu hukukunu ilgilendiren konularda istişareli fetvalar verilmektedir.
مَاذَا يُنفِقُونَ (MaZAv YuNFiQUvNa)
“İnfak edecekleri nedir?”
Niçin infak ediyorlar ve harcıyorlar? Kendi servetlerinden ayırıp başkana veriyorlar. Yani ortak bütçenin mahiyetini öğrenmek istiyorlar. Demek ki, halkın bütçedeki masraflarını bilmesi gerekiyor.
Bugün bütçeleri meclis yapıyor. Divanı muhasebe ile denetliyor. Kur’an’da bu husus teyit ediliyor. Bugün bütçeleri hükümet yapıyor, meclis değiştirebiliyor ve onaylıyor.
قُلْ(QuL) “Söyle”
Başkanın istişare ile bütçenin esaslarını koyma yetkisi vardır. Meclis o esaslar içinde kararlar alır. Toplu karar alma şekilleri vardır. Topluluk ona göre kararlar alır. Burada başkana verilen yetki bütçenin esaslarını tespit yetkisidir. Ne verileceği değil, nereye sarf edileceği soruluyor ve anlatılıyor.
مَا أَنفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ(MA EaNFaQTüM MiN PaYRin)
“Hayırdan ne infak ederseniz.”
“MAL” evde harcanan para ile alınıp satılan her şeydir. “HAYIR” ise işletmelerde üretmek için kullanılan mallar ve ürünlerdir. Ticaret malları, para, tarım ve sanayi mamulleri hayırdır. Zekât bunlardan verilir.
Toplanan zekât nerelerde harcanacaktır. Burada bu husus ifade edilmektedir.
İslâm düzeninin kurulduğu bir bucakta nasıl bir bütçenin oluşacağı başka âyetlerde bildirilmiştir. Burada ise İslâm bucağının kurulmasından önce oluşmakta olan toplulukların nasıl bir sosyal güvenliği sağlayacaklarını anlatmaktadır.
Bizim Yenibosna’da yaptığımız çalışmalarda böyle bir yardımlaşmaya ihtiyacımız vardır. Böyle bir sosyal dayanışmayı kurarsak, bizim Adil Düzen Çalışmalarımız daha hızlı gelişecektir. Muhasebemizde buna bir hesap açacağız, isteyenler istedikleri miktarı bu fona koyacaklar, biz de Adil Düzen Çalışmalarına bu fonu bölüştüreceğiz. Onların da bu bölüşmede katkıları olacak, bütçeyi onlar yapacaktır. Ortaklar muhtaç olanları tespit edecek, bu yardım edenler yardım ettikleri kadar söz sahibi olacaklardır.
فَلِلْوَالِدَيْنِ (FaLiL VAvLiDaYNi)
“Valideyn içindir.”
Kur’an Adil Düzen Çalışanlarının başlarına nelerin geleceğini haber verdikten sonra, Allah’ın nasrının/yardımının gelmesi için bir yardımlaşma kurumunun kurulması gerektiğini de bildirmektedir.
Eş ve çocuklar için infaktan pay ayrılmıyor. Onlara kendi kazançlarından harcanmaktadır. Kişilerin kazancı yetmezse bile onlara miskinler faslından verilecektir. Çocuk ve eşler zekâttan pay almazlar.
Anne baba ise zekâttan pay almaktadır. Buradan öğreniyoruz ki, anne babanın çocuklarının evinde oturması gerekmiyor. Aşiret içinde anne babalar odası olacaktır. Çocukları olmayan yaşlılar da burada yatacaklardır. On dairelik bir katın içinde yaşayanlar aşiret olacaktır. Dağlarda kuracağımız ahşap ev villalarında da on civarında aileden oluşan aşiretler oluşacaktır. Valideyn ve ekrabin burada yerleştirilecektir.
Bunların burada bakılması ve geçinmesi için pay ayrılmıştır. Burası küçük çapta bir huzur evidir. O aşiretin sakinleri sıra ile onlara hizmet ederler. Ayrıca buraya bucaktan gelen payları da gelir.
Şimdilik bizim bir fon ayırmamız gerekmektedir. On kadar aile olduğumuz zaman iki dairelik mescidimiz olmalıdır. Orada sosyal ve ekonomik faaliyetlerimiz olmalıdır.
Burada anne baba ile akrabalar zikredildi. Mufavada şirketi dediğimiz şirket kurulabilir.
Valideyne neden pay ayrılıyor? Emekli olan kimseler yaşlanınca edindikleri servet üzerinde tasarruf yetkisini kaybederler. Ama malları da taksim edilmez. Mirasçılara kalır; ancak öldüklerinde mirasçılara kalır. Ölünceye kadar bir yakınlısına teslim edilir. Teslim eden kendileri olabilir. İşletir ve kirasını verir. Gelirleri olmayanlar da yararlanırlar. Yaşlanmış anne babanın nafakasını sağlamak erkek çocuklarına, bedeni bakımını yapmak kız çocuklarına aittir. Yaşlı annelere kızları bakar. Yaşlı erkekler ise evlendirilir ve onlara eşleri bakarlar. Ancak bu anne babanın giderlerini karşılayacak bir fon oluşturulmalıdır.
وَالْأَقْرَبِينَ (Va eLaQRABIyNa) “Ve akrabalara”
Burada akrabalar kurallı erkek çoğulla çoğaltılmış, anne babaya da atfedilmiştir.
Biz bu tabiri kollektif ortaklık olarak adlandırıyoruz. Bir aşirette yaşlı olanlar mufavada şirketine girerler. Mufavada şirketine yardım faslından pay ayrılır. Kur’an’da başka yerde “ZİLKURB” müessesesi geçmektedir. Burada ise “EKRABÎN” denmektedir. Orada fasıl ayrılıyor, yakınlarına veriliyor ve onlar bakıyorlar. Burada ise yaşlılar bir ortaklık kuruyorlar ve bu ortaklık içinde gelirleri birlikte harcıyorlar. Ana sermayeleri korunmuştur. “EKRABÎN” ile “ZİLKURB” ayırımını biz şöyle yapıyoruz. “EKRABÎN”de paylarına düşen mufavada ortaklıklarına veriliyor. “ZİLKURB”da ise yakınların kendilerine yani bakanlara veriliyor. “ZİLKURB”ya anne baba girmemektedir. “EKRABÎN”e ise anne baba da dahildir. Kendilerinin tüzel kişilikleri vardır.
Kısaca mufavada şirketini hatırlatalım, Nisa Sûresi’nde anlatılmıştır.
Mufavada şirketinde kişiler gelir getiren bütün paylarını koyarlar; karz-ı hasen olarak konur. Herkes çalışır, kazanç ortaktır. Birlikte harcanır. Çalışana çalışma payı verilse bile bu fondaki payına ilave edilir. Gelirleri ihtiyaca göre pay edilir. Şirketin üyelerinin yakınları artık şirketin yakınlarıdır. Kız yalnız kendi annesine bakmaz, sıra ile bütün annelere bakar. Çocuklar da yalnız kendi anne babalarının ve yakınlarının nafakasını temin etmez, bütün anne baba ve yaşlıların nafakalarını temin ederler. Buradaki ortakların bakmakla mükellef oldukları küçükler varsa, onun nafakasını ortaklık temin eder.
Hâsılı, kişi yerine ortaklık geçer. Ortaklık son ortak ölünceye kadar devam eder. Eğer ortaklık devam edecekse ölenin payı verilir. Ortak iken elde edilen kazanç varsa o da kendisine verilir.
وَالْيَتَامَى (Va eLYaTAyMAv) “Ve yetimlere”
Burada kuralsız çoğul gelmiştir. Yakınları bunlara bakacaktır. Ortak fondan bunlara bakanlara verilecektir. “ZİLKURB” yaşlılık sigortasıdır. “YETÂM” yetimler sigortasıdır. Fonları ayrı ayrıdır. Kendi statüleri içinde bölüştürülür. Aramızda yetim kalanlar varsa, onları kendi çocuklarımız gibi büyütmekle mükellefiz. Bu fondan onlara da ayırmalıyız.
Demek ki, Adil Düzencilerin yapacakları işlerin başında sosyal müesseselerimizi kurma görevi vardır.
Topluluğun karşılaştığı sorunların başında şunlar gelmektedir. Günümüzde sömürü sermayesi karşılıksız para basıyor. Tüm dünyayı haraca bağlamıştır. İşsizlik ve açlık onun eseridir. Biz de bu durumda onlara karşı tedbirler almalıyız. Bunun için mala-mal marketleri, kredileşme müessesesi, selem senetleri ve çek senetleri kullanma durumundayız.
İnsanlar işsizdirler ve işsizlik korkusu onları sinir hastası hâline getirilmiştir. Biz Adil Düzen Kooperatifi olarak her gelene iş vermeliyiz. İşsiz insan kalmamalıdır. Kişi zengin olsa da işi olmalıdır. İş, ekmek kadar muhtaç olduğumuz şeydir. En önemlisi, herkes aş bulmalıdır. Açlık korkusu olmamalıdır. Biz bu kurumları kendi sistemimizi kurmadan kurmalıyız.
Mala-mal marketleri tesis ettiğimiz zaman bu fona pay ayıracağız ve bu fondan topluluk yararlanacaktır.
Mala-mal marketlerini ve selem sistemini getirdiğimizde dolar sömürüsünden kurtulmuş oluruz.
وَالْمَسَاكِينِ “Ve miskinlere”
Burada “Ve” harfi ile atfedilenler beş tanedir. Ancak biz anne baba ve akrabaları bir saydığımızdan dört tanesini görüyoruz. Çağımızın sömürücü zulüm çarkı insanları ezmektedir. İş bulamayan, aş bulamayan bir güruh insan ortaya çıkmaktadır. Çağımızda Adil Düzen Çalışanları kentlerde yerleşmektedir. Bunlara katılmak isteyen mü’minler olacaktır. Ancak bunların geçimlerini sağlamak zorundayız. Nasıl Mekkeliler Medinelilere muhacir olunca onları yerleştirdilerse, Medineliler kendi imkanlarını Mekkeli muhacirlere verdilerse; benzer şekilde biz de aşiretimizi kurarken aynı durumda olacağız. Ne var ki, önce bizim işimiz olmalıdır ki biz bunu yapalım, yapabilelim. Aramıza katılmak isteyen olunca ona iş hazırlamamız gerekmektedir.
Kapitalistler işe adam hazırlarlar, çünkü onlar için sermaye önemlidir, işçi bir mal gibi sadece araçtır.
Oysa Adil Düzenciler kişiye iş ayarlarlar, yani onların işi de insanları yaşatmak ve çoğaltmaktır.
Demek ki, bizim herkese iş hazırlamamız gerekmektedir.
Bunu nasıl yapacağız, herkese nasıl iş bulacağız?
Kuracağımız mala-mal marketler zinciri ile herkese iş bulmuş olacağız. Çünkü o marketler zincirinde her çeşit mal satılacaktır. Ham maddeyi ve makineyi vereceğiz, evinde ve işyerinde herkes bir şey üretebilecektir. Anadolu’da da o marketlerin birer mağazası olacaktır. Oradan alınan mallar İstanbul’da pazarlanacak, İstanbul’daki mallar oralarda pazarlanacaktır. Bizim araştırma merkezimiz olacak, o merkez bize yeni katılan kimseye iş hazırlayacaktır.
Meselâ; Dr. Lütfi bir arkadaş getirdi, iş arıyordu. Biz de ona iş çıksın diye Camili Çanta Ortaklığı’nı kurmaya başladık. Hasan Dalkıran’ın katkısı ile biz devam etmekteyiz. İnşaallah başarırız.
Bu çalışmalarımız şimdilik sonuç vermese bile, bize bilgi getirmektedir. Çevreyi ve oluşları öğrenmiş oluyoruz. Çalışmaların topluluğa mâl olması için rapor hâline getirip kooperatife sunmalıyız.
İşte bu kişileri işe yerleştirmeden önce de bunlara destek olmalıyız. Biz bu desteği yapmazsak işe yerleştirmemiş oluruz. Sonra da o bize katkıda bulunacaktır. Büyümenin yolu budur. Kur’an bunun için ilk yardımlaşma fonunda bunlara da pay ayırmaktadır. Aramızda işi olmadığı için darda olan kimseleri destekleyecek bir fon oluşturmalıyız. Bu yardım fonundan onlara da pay ayırmamız gerekmektedir. Marketimizden onlara destek vermeliyiz. Market mallarının son kullanma tarihleri yaklaşınca bunların hesabına yazmalıyız ve ucuz vermeliyiz. Kişi kanaat içinde yaşamlı ama aç kalmamalıdır.
وَابْنِ السَّبِيلِ (VaiBNı elSaBIyLı)
“Ve yol ibnlerine.”
Bunlar misafirlerimizdir. Bizim misafirhanemiz olmalıdır. Bize gelenler bu misafirhanelerde kalabilmelidirler. Bu misafirhanede yemekler çıkmalıdır. Yemeklerden bizden isteyenler de yararlanabilmelidir. Evde artan yemekler vardır. Çoğu zamanla bozulmaktadır. Oysa bu yemekleri buraya getirip buzdolabına koyabiliriz. İsteyenler bu yemeklerden alıp evlerine de götürebilirler. Bunun bize sağlayacağı şeyler vardır. Tanıdık konuklar İstanbul’a gelince bize misafir olmuş olurlar. Böylece bizi ve yaptıklarımızı tanır ve öğrenirler. Öğrenciler bizde kalabilirler. Topluluktan kopmuş öğrenci yurtları İslâmî değildir. Ama bizim her semtimizde böyle misafirhaneler tesis etmemiz gerekmektedir. Bizim semt bakkalı aynı zamanda sosyal merkez olacaktır.
Görülüyor ki, Kur’an bir topluluk henüz oluşmadan önce de sosyal dayanışma müessesesini oluşturmaktadır. Burada yardımlaşma müessesesi olarak dört müessese saymaktadır; akrabalar, yetimler, yoksullar ve konuklar. Oysa İslâm sitesi kurulduktan sonra bunlara fakirler, âmiller ve müellefler (kalbi İslâm’a ısındırılacaklar) de eklenmekte, ayrıca borçlulara ve kölelere pay ayrılmakta, altyapı vakıfları için de pay ayrılmaktadır. Sonra devlet aşamasına gelince bütçe farklı şekilde düzenlenmektedir.
Türkiye’de günümüzde lâik düzen vardır. İslâm şeriatına göre sosyal güvenlik sağlanmamaktadır. Varolan sosyal güvenlik sisteminde başarılı olunamamaktadır. Biz mü’minler, müslimleri de arkamıza alarak bu sosyal güvenlik müesseselerini sağlamalıyız.
İstanbul’da 1951’de İlim Yayma Cemiyeti kurulmuştur. O günden bugüne kadar kayıtlı kayıtsız en az onbinlere varan hayır müesseseleri oluşmuştur. Büyük hizmetler ve başarılar elde etmişlerdir. Ama sorunlar çözülmemiş, aksine daha da artmıştır. Neden? Çünkü bunlar bu hayır işletmelerini Kur’an’a göre kuramadılar. Batı dünyası modeli içinde hayır işleri yaptılar. Onlardan biri açıp da bu âyeti okuyarak kendi hayır müessesesini buna göre yeniden yapılandırıp ayarlamadılar. Adil Düzenciler bunu Kur’an’a göre ayarlayacaklardır.
Kur’an yalnız hayır işlemeyi emretmez, hayrın nasıl işleneceğini de öğretir. Bir hastayı tedavi ederken sadece ilaç vermek yetmez, ilacı nasıl kullanacağını tesbit edip ona göre kullanmalıdır. Yoksa dengesiz kullanılan her şey zararlıdır. Hayır müesseseleri de Kur’an’a göre düzenlenmelidir. Mevcut Batı düzeninde düzenlenen hayır müesseseleri sonunda zararlı olmakta, devlet de korunmak için onlara saldırmaktadır. Bu tezgahı da ülkemizi yıkmak için Batı kurmuştur.
Hayırdan infak için bu âyetler gelmiştir, yani maldan yapılan hayırlar anlatılmıştır. “M” ile getirilmiştir. Kesin miktarlar belli değildir. Kuracağımız hayır müessesesine temsilcilerimiz aracılığı ile ulaşmamız ve buna katılmalarını istememiz gerekir. Ancak yaptığımız harcamalar çok açık bir şekilde hayır yapanlara ulaşmalıdır. Onun için “KUL/SÖYLE” deniyor.
Ben bu hususta şu düzeni öneriyorum.
Hayır kuruluşu kurağız ve her semtte hayır yapacak kimselere ulaşmak amacı ile bir ekip oluşturacağız. Verdikleri yardım deftere kaydedilecek; verenlerin adları veya kodları ile kaydedilecektir. Sonra bu adlar internette yayınlanacaktır. Herkesin kendi verdiği orada görülecektir. Sonra bunların toplamı alınacak ve bu sefer sarf yererli görülecektir. Yardım alan kodlanacaktır. Kişi kodu her zaman öğrenip ondan veya yakınlısından bilgi alacaktır. Böylece “YaSEaLUvNeKe/Sana soruyorlar”daki denetim mekanizması sağlanmış olur.
Adil Düzen Çalışanları Kur’an’ın bu emirlerini göz önüne getirerek fıkıhlarını geliştireceklerdir.
Halk yaptığı hayrı nasıl kontrol edecektir?
Bunun mekanizması geliştirilmeli ve ona göre emniyet içinde yardım yapılmalıdır.
Aksi halde, mesela, Yenibosna’daki mağdurlara yapılacak bir yardım, tam tersine onları ezen güçlere gitmiş olabilir. Biz denetleyemeyeceğimiz yerlere yardım yapmamalıyız. Denetimizi oralara kadar götürmeliyiz.
Kur’an bunun için diyor ki, mağdurları ülkenize kabul edin ve gözünüzün önünde onlara yardım edin. Uzak yerlere yardım edin demiyor. Orada eğer böylece denetlenebilecek bir kuruluş varsa, o zaman elbette kurumdan kuruma yardım olacaktır. Ama orada eğer denetlenebilir bir kurum yoksa, halka doğrudan yardım onları buraya getirmekle sağlanmalıdır. Birçok ulemanın oturup Kur’an’ı çağın sosyal ilimleriyle değerlendirmesi gerekir. Kur’an ne söylüyorsa o doğrudur.
Geçmişte Çeçenistan’ı destekledik. Ne oldu? Orada Ruslar kötü duruma düşünce Çeçenlere saldırdılar. Sömürü sermayesi bundan yararlandı, Irak’ı işgal etti. Ne yaptık? Hem Rusların saldırıp katliam yapmasına, hem de ABD’nin bu bahaneyle Irak’ı kan gölüne dönüştürmesine sebep olduk.
Eskiden hanedan devleti vardı, din devleti vardı. Çeçenler esir idi. Sonra Sovyetler kuruldu ve esaretten kurtuldular. Zulüm yönetimine girdiler. Şimdi Sovyetler yıkıldı. Artık Ruslarla iyi geçinme zamanı değil midir? İçişlerinde serbest olmak için gerekli sözleşmeler yapılır. Biz buna katkıda bulunmalıyız. Olmazsa, o zaman iki milyon Çeçen Türkiye’ye hicret etsin, güçlenelim.
İşte, Kur’an bunu emrediyor. Denetim dışı kalan hayırlarda hayır yoktur.
Biz, Allah için hayır yapıyorsanız, Allah’ın Kitabı’na sorup hayır yapmamız gerekir diyoruz.
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ (Va MAv TaFGaLu MiN PaYRin)
“Hayırdan ne yaparsanız.”
Yukarıda “hayırdan neyi infak edersiniz” denmiş ve sarf yerleri gösterilmiştir.
Burada “hayırdan ne yaparsanız” denmektedir.
“Hayırdan yapmak” ne demektir? Olanlara tutunmak demektir. Yani, maldan harcarsınız, malınız yoksa zamandan harcarsınız. Topluluk oluşurken derece derece oluşur. Başlangıçta sadece bir araya gelir, birlikte sohbet eder ve bir metin okurlar. Böylece birbirleriyle anlaşan bir aşiret oluştururlar.
Bu durum Hazreti Peygamber aleyhisselâm zamanında 6 yıl sürmüş ve Hazreti Ömer’in Müslüman olması ile son bulmuştur. Bundan sonra artık ikinci dönem başlar. Bu dönemde hayır işleri yapılır. Bir bütçe oluşturulur. Herkes buraya istediği katkıyı yapar. Kimseye ‘sen bunu ver sen bunu ver’ denmez.
Bunun gibi, insanlar zamanlarını da hayır için ayırabilirler. Bazı şeyleri nöbetleşe yapmak zorundayız. Yaşlılara ve hastalara nöbetleşe bakılabileceği gibi, hâlen yapmakta olduğumuz market çalışmasında da nöbetleşilecektir. Biz marketler zincirini ancak bu suretle kurabileceğiz.
Biz Adil Düzen Çalışanları önce neleri nasıl yapacağımızı planlamalıyız. Sonra bunu öğrenmeliyiz. Ondan sonra harekete geçmeliyiz. Biz bunları hayatımızda göreceğiz diye çalışmalıyız. Bizim hayatımızda başlamış olan bir şey yapılmış demektir. Asıl kazanç başlanmış veya başlanacak bir çalışmanın sürdürülmesidir. Bunun için birisi bir şeye başladı mı, onu bırakıp yenisine gitmek yerine onu sürdürmek için çalışmalıyız.
Gerek mâlî gerekse bedenî çalışmalar isteğe bağlıdır. Ancak söz verince onu sürdürmek gerekir. Artık farz olmuştur. Beyanla bu katkıdan vazgeçilebilir. Ama beyan etmeden vazgeçilmesi yanlıştır.
O halde Adil Düzen Çalışmalarına katılacaklar mâlen ayda ne verebileceklerini belirtmelidirler, hangi zamanlarını ayırabileceklerini belirtmelidirler; bunu yaptıktan sonra da bu sözlerinde durmalıdırlar.
İşte bu safhada gelişme böyle olacaktır.
Medine devrine geçilince artık zekât yüzdeleri vardır, beş vakit namaz vardır. Onlara uyulacak yahut o topluluk terk edilecektir. Adil Düzen sitesinde oturup toplantılara katılmamak olmaz. Sigara içilemez.
Bu kurallara uymayıp başka türlü yaşamak isteyen başka siteye gider.
فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ(215) (Fa EinNA elLAHa BiHi GaLIyMun)
“Allah onu bilir.”
Burada “ALÎM” kelimesi nekire olarak gelmiştir. Topluluğun da bilmesi gerekmektedir.
Yani, hayır yapsanız da hayrı muhasebeye intikal ettirmeniz gerekir. Hayrın işletilmesinde hayır yapanların görevi bitmez, onun içindir ki vakıf kurduğunuzda onun mütevellisini de atamanız gerekir. Yapılan hayır yazıya geçecektir. O hayrın nerelerde sarf edildiği hesaba geçecektir.
Biz İzmir Akevler’de yazmadık. Sonra hayır birikti. Sahipsiz kaldı. Korunması zor oldu. Hayırda katkısı olmayanlar ona sahip çıkmak zorunda kaldılar. Sıkıntılar oluştu. Onun için hayır yaptığınızda hesaba geçirmeniz gerekir. Siz kendinizin adının görünmesini istemezseniz birini görevlendirirsiniz. Hayır yapayım da onu Allah bilir demeyeceksiniz. Öyle olsaydı “el-ALÎM” olurdu.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-404 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-234 İstanbul, 14 Nisan 2007
BAĞIMSIZLIK VE YAPILMASI GEREKENLER
Bugün dünya üzerinde içten içe savaş vardır ve bu savaş “sömürü sermayesi” ile “dünya halkları” arasındaki savaştır. Bu savaşın en büyük mağdurları İsrail oğullarıdır. Huzur içinde bağımsız bir İsrail devletini kurmak varken, her gün kanlar içinde ülke harap ve bitap olmaktadır. Üstüne üstlük dünyanın nefretini de kendilerine çekmektedirler. İkinci büyük mağduru ise ABD olmuştur. Biz şimdilik sadece sömürülüyoruz, sömürü sermayesi henüz bizi savaşa sokamadı ama ABD’liler Irak’ta sermayenin menfaatleri için ölmektedirler. Sermayenin üçüncü mağduru AB’dir; yeni uygarlık dönemine adımlarını atarken perişan bir halde atmaktadır. Sovyetler ve Çin de mağdurlar arasındadır, ancak onlar kendilerini kurtarmak üzeredirler. Sömürü sermayesi dünyayı nasıl sömürüyor?
1- Bir devletin bağımsızlığı o devletin silah gücü ile sağlanır. Savaşlar yeni silahla kazanılır. Almanlar füze ile dünyayı kasıp kavurdu. İngilizler radarla kendilerini kurtardı. ABD atomla Japonya’yı çökertti. Türkiye helikopter savaşı ile Kıbrıs’ı aldı. Türkiye silah bakımından bağımlı ülke hâline getirilmiştir, silahını kendisi yapmıyor. Türkiye 12 bölgeye ayrılmalı, her bölgeye bir ordu yerleştirilmeli. Ordulara silah için tahsisat verilmeli. Her ordu kendi silahını kendisi gizlilik içinde imal etmeli. Bir ordunun ürettiği yeni silahı diğer ordular bile bilmemeli. Her bölge farklı coğrafi şartlara ve düşmanlara sahiptir, farklı savunma silahları geliştirmelidir. Ordunun isyan etmemesi için de askerleri o bölgeden değil, ülkenin diğer bölgelerinden gönüllü olarak gelmelidirler.
2- Bir devletin bağımsızlığı o devletin bağımsız paraya dahil olmasıyla sağlanır. Eğer bir devlet kendi ülkesini yönetmek için kendi parasını değerlendiremiyorsa o ülke artık bağımsızlığını kaybetmiş demektir. Türkiye bugün böyledir. Dün parası işe yaramıyordu, enflasyona tâbi idi. Bugün kıymetli parası var ama onu kullanamıyor. Para kullanılmadıkça bir işe yaramaz. Türkiye bugün çok zengin bir ülke iken yoksulluktan kıvranmaktadır. Çünkü kendi parasına kendisi faiz ödemektedir! Bunu değil normal insan, akıl hastaları bile yapmaz. Ama gerçekten bağımsız olunca yapmak zorundadır. Türkiye bugün para bakımından esir durumundadır. Yapılacak iş çok basittir. Türkiye faizi sıfırlayıp kaydî parayı yani kart sistemini yaygınlaştırmalıdır. Karşılıksız para çıkmamalıdır, çünkü kimse kimseye karşılıksız bir şey vermez. Faiz olmadığı için de kart mağdurları olmaz. Mal veya emekle ödeyemeyen kimselerin kart kullanma yetkisi kaldırılır. Böylece Türkiye bir gecede para bakımından bağımsız hâle gelir.
3- Bir devletin bağımsızlığı dışarıya karşı borçlu olmamasıdır. Devlet devletten borçlanmaz. Hukuk güvencesinde tüm insanlar ve firmalar diğer firmalara elbette borç verecekler ve alacaklardır. Zaten para bir borç senedidir. Ama bu özel borçlanmalarda devlet sadece hukuk kuralları içinde kefildir. Faiz dışı borç ve alacaklara kefildir. Devlet ekonomik zararları yüklenmez. Türkiye bu bakımdan da bağımsızlığını yitirmiştir. Kendi yıllık bütçesinin iki üç katı dış borcu vardır ve bu borç her yıl katlanmaktadır. Ülkenin tüm gelirleri sadece faizlere bile yetmemektedir. Bunun için derhal bir yıl içinde dış borçları tasfiye etmek gerekmektedir. Bugün Türkiye’nin bu gücü vardır. Türkiye borçlarını tasfiye etmeli, ondan sonra da borçlanmamalıdır. İç borçları da para basarak hemen ödemelidir. Bir defaya mahsus enflasyon olur. Bu hastayı ameliyat etmek gibidir. Türkiye dış borçların tasfiyesine bugün muktedirdir. Ama 10-15 (on-onbeş) sene sonra artık bu gücü de bulamayacaktır. Dış borçlarını tasfiye edebilmesi için; a) Dolar borcunu TL borcuna çevirmelidir, b) Nakit borcunu mal borcuna çevirmelidir, c) Borcu iştirake çevirmelidir. d) Faizli borcu kredileşme borcuna çevirmelidir. Türkiye dış borçlarını mutlaka tasfiye etmelidir, bunun için savaşı bile göze almalıdır.
4- Bir devletin bağımsızlığı şöyle dursun, varlığı bile adil yargı sistemine dayanır. Devlet var demek; sokakta yürüyen bir insanın ‘bu ülkede devlet var, benim malıma, canıma kimse dokunamaz’ deyip rahatça yürüyebilmesi demektir. Yine devlet var demek; sokakta yürüyen bir insanın ‘ben kanunlara uymak zorundayım, yoksa bu ülkede devlet var, hemen enseme yapışır, kendimi kurtaramam’ demektir. Ne yazık ki, on sene süren davalarla ve usulden bozulan kararlarla bu adalet sorunu çözülmüş değildir. Yansız, bağımsız, saygın ve etkin bir yargı sistemini kurmuş değiliz. Biz bugünkü hâlimizle devlet öncesi zamanda yaşıyoruz. İş mafyaları, rüşvet mafyaları, senet mafyaları ve silahlı mafyalar kol gezmektedir. Adil bir yargı sistemi olmalıdır. Bunun için soruşturma, bilirkişi, savunma ve hakemler yüksek kurullarını kurmalıyız. Hakimler ne soruşturma yapmalı ne de karar vermeliler; hakimler sadece davaları yürütmelidirler. Soruşturmayı bağımsız yüksek kurul yapacak, yani polis yapacaktır. Soruşturma raporları tarafların seçeceği iki bilirkişi ve onların seçeceği baş bilirkişinin raporlarına dayanmalıdır. Soruşturma bağımsız kurum tarafından yani polis tarafından yürütülmeli ve hakemlerin denetiminde olmalıdır. Savunma savcılığı siyasi partilerin atayacakları bağımsız avukatlık kurumuna dönüştürülmeli ve avukatların ücretlerini devlet ödemelidir.
Türkiye bundan seksenbeş yıl öncesinde siyasi bağımsızlığını kazanmıştır. Ordumuz sayesinde bugün de bu bağımsızlığımız korunmaktadır. Ama dört koldan bağımsızlığımızı kaybetmiş bulunuyoruz. Ordumuzu da küçülterek Türkiye’yi ortadan kaldırmak istiyorlar. Ülkemizin ve demokrasinin yaşamasını istiyorsak, siyasi partilerin akılları başlarına gelmeli, gerekli hazırlıklarını yaparak iktidarı ve muhalefeti ile ülkenin bu konulardaki bağımsızlığını nasıl sağlayacaklarını anlatarak seçimlere girmelidirler. Yoksa, sonra tek çare kalır, o da ordu müdahalesidir. O zaman da ağlamayalım, devletimizi kurtaracaklarından şükredelim. Türk halkına da tavsiyem, böyle partilerin oluşması için gerekli yerleri zorlasınlar.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-404 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-234 İstanbul, 14 Nisan 2007
GELECEKTE NELER OLACAK?
İlim, geçmişte olanlara dayanarak gelecekte olacaklar hakkında bilgi vermektir. Gelecekte olacakların bir kısmı hisabîdir. Mantık ve matematikle şöyle olacaktır denir. Altı ay sonra Türkiye’ye kış gelecektir, biliyoruz. Bu hesaptır. Ama İstanbul’da şu tarihte zelzele olacaktır diyemiyoruz, o gaybîdir.
İlmin ve Kur’an’ın bildirdiklerine dayanarak gelecek hakkında tahminlerde bulunuruz. Bizim bilgimizin eksikliğinden Kur’an’ı tam anlamayış sebebiyle tahminlerimizde yanıldıklarımız olur. 1970’e girerken tahminde bulunmuş; sosyalizm yıkılacak ve liberalizme dönecektir demiştik; kapitalizm yıkılacak ve sosyalizme dönüşecektir diye tahminde bulunmuştuk. Bu tahmin o zaman basılan kitabımda yayımlandı. Bu tahminimin biri gerçekleşti, diğerinin ise eli kulağında. Gerçekleşti diyemiyoruz ama artık kimse kapitalizmin varlığını koruduğunu söyleyemiyor.
Bugün de yüz sene sonrası için tahminlerde bulunacağım. 2100 yılına varıldığı zaman neler olmuş olacak, o husustaki tahminlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
1- İsrail, Tevrat’ta vaat edilen bugünkü İsrail topraklarına Gazze ve Batı Şeria da eklenmiş olarak sahip olacak. Bağımsız devlet olmayacak ama İslâm ülkelerinin içinde bağımsız eyalet olacak. İç işlerinde tamamen serbest bulunacak ve dünya ile ticari ilişkileri olacak. Orası ilim merkezi olmaya devam edecek. İslâm devletlerinden birine cizye verecek ve ordu beslemeyecek. İç güvenliğini sağlayan jandarma teşkilatı olacak. Sömürü sermayesinin ömrü bitmiş olacak ama rekabetçi sermayeye sahip olan Yahudiler de orada gelip yerleşecek. Yeryüzündeki Yahudiler orada toplanacak. Diğer ülkelerle ticari ilişkileri devam edecek ve oralarda da evleri olabilecek. İsrail oğulları kendi topraklarına kavuşmuş olarak güven içinde dünya ticaretinde etkili olmayı sürdürecek ve ilim adamları yetiştirmeye devam edeceklerdir.
2- Türkiye topraklarını aynen koruyacak, Kıbrıs’tan çekilecektir. Ülkede “Adil Düzen” kurulmuştur. İstanbul dünyanın açık pazarı olmuştur. Büyük dinler İstanbul’da birer bağımsız bucaklara sahiptir. Türkiye uygarlığın merkezi hâline gelecek, tarafsızlığını koruyacak, bağımsız ve borçsuz bir ülke olacaktır. Türkiye yüzden fazla bağımsız vilayetlere bölünmüştür. İller kendi meclislerini oluşturmaktadır. Valiler seçilmekte, sadece bölge valileri merkezden atanmaktadır. Bölge merkez illerinin meclisi yoktur, merkezden yönetilmektedir. İller liselerindeki öğrencileri kendi dilleri ile okutmaktadır. Üniversiteler Türkçe üzerinde öğretim yapmaktadır. Üniversitelerde ilim Arapça metinleri üzerinden Türkçe yapılmaktadır.
3- Avrupa Birliği kendi içinde reformlar gerçekleştirmiş ve “Adil Düzen”i kabul etmiştir. Ulusal devletler güçlenmiştir. Küçük devletler birleşmiş ve tek devlet olmuştur. Devletlerin nüfusu 30 milyondan az değil, 100 milyondan da fazla değildir. AB’nin parlamentosu yoktur, AB’nin ordusu yoktur. BM’in atadıkları kimseler AB’nin organizasyonunu sağlamaktadır. En etkin merkez Kilise bulunmaktadır. Avrupa “Adil Düzen”i kabul etmiş ve ona katkıda bulunmaya başlamıştır. Avrupa Ural Dağları’na kadar genişlemiş olacak, İran, Türkiye ve Arabistan’ın da AB’ne dahil olmuş olması ihtimali vardır. BM’in merkezi Mekke olmuştur. Ekonomik merkez İstanbul’dadır.
4- ABD süper güç olmaktan çıkmış, oradaki sömürü sermayesi dağılmış, federe devletler birleşip büyüyerek bağımsız devletler olmuşlardır. Kanada ve Meksika’nın katılması ile Kuzey Amerika Birliği kurulmuştur. Oralar hâlâ refahı yüksek ülkelerdir ama dünyaya hakim olma ve süper güç olma iddiasından vazgeçmiştir. Amerika’da zenciler kendilerine devlet kurmuş olabilirler. Amerikan yerlilerinin de nüfusu artmış ve onlar da bir devlet kurmuş veya kurmak üzere olabilirler.
5- Güney Amerika birlik kurarak kendi düzenlerini “Adil Düzen”e yaklaştırmaktadırlar. Dolayısıyla artık Kuzey Amerika ile ekonomik bakımından yarışmakta, hattâ geçmektedirler. Güney Amerika Kuzey Amerika kadar sesini duyuramasa da, duyurmaya başladığı yıllar olacaktır.
6- Afrika’da beyazlarla siyahların, Hıristiyanlarla Müslümanların birlikte “Adil Düzen” içinde III. bin yıl uygarlığına katkıda bulunmak üzere olduğu görülecektir. Belki III. bin yıl uygarlığı Türkiye’de doğacak ama gelişmesini Afrika’da yapacaktır. Afrika devletleri Avrupa devletleri kadar dünyada etkili hâle gelebilirler veya gelmekte olabilirler. III. bin yıl uygarlığı Afrika uygarlığı olabilir.
7- Çin devletlere bölünmüştür. Uygarlıkta Avrupa ile yarıştadır. Ayrıca Japonya, Kore, Vietnam birliğe katılmıştır. AB’ne karşı süper güç olarak görülmektedir. Budizm etkindir.
8- Hindistan dağılmış ve devletlere ayrılmıştır. Müslüman devletlerle birleşerek bir birlik oluşturmaktadırlar. Hindu dini etkindir ve İslâmiyet ile uzlaşmıştır. Kıta devletleri de bağımsızdır ama Çin veya Afrika devletleri kadar etkili değildir.
9- Avustralya, Yeni Zelanda ve adalarda nüfus artmaya başlamış, statüsünü değiştirmekle meşguldür.
10- Dinler uzlaşmış durumdadır. Ateizme karşı artık güçlenmişlerdir. Uygarlık onların eline geçmiştir. Okullar ve üniversiteler ile basın yayın onların etkisine girmek üzeredir. Artık tek tanrı inanışı yeryüzüne hakim olmaya başlamıştır.
Bizim yüz yıl sonrası için tahminlerimiz bunlardır.
Siz de kendinize göre tahminler yapınız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL