1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 511
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 23 Mayıs 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 511. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
TEKRAR YAZIYORUM!
Adil Düzen Çalışanları ne yapmalıdır?
ADİL DÜZEN İŞLETMLERİ
ARAŞTIRMA VE DESTEKLEME ORTAKLIĞI
S Ö Z L E Ş M E S İ
ve Ü Y E L İ K F O R M U
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 61. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
ÇEVRE VE EKONOMİ
***
Faiz isyanı
Domuz gribi gibi bulaşıcı
Ekonomi, para ve piyasa
Çare ve çözüm var
Reşat Nuri EROL
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 18
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا وَلَئِنْ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَمَا جَاءَكَ مِنْ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنْ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ(37) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ(38) يَمْحُوا اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ(39) وَإِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ(40)
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ (Va KaÜAvLiKa) “Biz onu inzal ettik.”
Bundan önce, kezalike seni bir ümmet içinde irsal ettik demişti. Şimdi de atıf yaparak onu (Kur’an’ı) da Arapça hüküm olarak inzal ettik diyor.
“KeZaLiKe” kelimesi ile uzaktaki bir cümleye atıf yapıyor. Bu Kur’an’ın bir usulüdür. Çok beliğ bir usuldür. İnsanlar bunu zor yapabilirler. Anlama bakımından da zordur. Ama içtihat yapanlar için çok kolaydır. Kur’an’ın ilk satırlarına göz atarak çok kolay bulursunuz. İçtihat yapmayanı da asla rahatsız etmez. Çünkü bu üslupta bir gramer hatası yoktur. Müçtehit olmayanlar bunları düşünmeden geçerler.
“Onu inzal ettik” diyor. “O” zamiri nereye gidiyor. Sûrenin başına gidiyor. Kitaba gidiyor. O Kitabın Arapça hüküm olduğu ifade edilmektedir. Bundan önce de Kur’an’dan bahsedilmiştir. Kur’an, onunla dağlar yürütülseydi denmiştir. Orada Kitabın lafzî mucizesine işaret etmiştir. Burada ise onun hüküm olduğunu söylemektedir.
“Enzeltü” demiyor da “enzelnâ” diyor. Çünkü biz Kur’an’ı ilhamlarla değil, sünnet, icma, içtihat, usulü fıkıh ve müsbet ilimlerle anlayacağız. Doğrudan ilham etseydi “enzeltü” derdi.
“Nezzelnâ” demiyor da “enzelnâ” diyor. Çünkü Kur’an bütünü ile delildir. Sadece bir sûre, sadece bir âyet veya yarısı değil, tümü birden hüküm ifade edecektir. Tefsir, bir âyeti alıp değişik mânâlar vermektir. İçtihat ise bütün âyetleri alıp bir sorunda tüm Kur’an’ın ortaya koyduğu hükümleri bulmaktır. Kur’an Resule parça parça nâzil oldu. Onunla geçiş sağlandı. Oysa bize ilimde bir defa nâzil olmuştur. Çünkü bizim için Kur’an tenzil değil inzaldir. Bununla beraber hükümler çıkartmak tenzildir.
Burada işaret edilen, birincide işaret edilen de olabilir, başkası da olabilir. Sûrede anlatılanlara işaret ederek Arapça olarak hükümleri böyle indirdik olabilir.
Kur’an Arapçası baştan itibaren Kur’an indirilecek şekilde oluşmuştur.
Bu hikâye dünya yaratılırken başlamıştır. Arabistan çölünün batısında, Nil’in doğusunda, Fırat ve Dicle akıtılmıştır. İlk insanlar adn bahçelerinde yaratılmıştır. Yani ilk insanlar yaz kış meyve veren yerlerde yaşadılar. Bu da kışın kar yapmayan büyük nehir ırmaklarının olduğu yerde olabilir. Bu sebepledir ki hayat Nil ile Fırat ve Dicle’de başlamış, sonra dünyaya dağılmıştır. Sonra tekrar sulu tarımcılık nedeniyle ilk uygarlık Nil ve Fırat kıyılarında gelişmiştir. Yani Allah yeryüzünü düzenlerken bu iki uygarlığın oluşması için gerekli coğrafi şartları koymuştur.
Mısırlılar ve Mezopotamyalılar şehir çocukları idiler, birbirlerine gidemezlerdi; Arabistan çölünü develerle aşmak suretiyle gidip gelemezlerdi. Bunu ancak Arap tüccarlar yapabilirdi. Çöl Arapları Mısır ile Irak arasında mallar taşıyorlardı.
Yine Kur’an için Mekke’de zemzem suyu akıtılmıştır. Burası kervanların barındıkları yer idi. Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail orada bir misafirhane yapmışlardı. Burada kervanlar konakladığı gibi, Araplar mallarını satmak için buraya gelir ve alışveriş yaparlardı. Burası aynı zamanda ticaret merkezi olmuştu.
İşte Mısır’a ve Mezopotamya’ya gidip gelen Arap tüccarlar, hem Mısır hem de Irak dillerini biliyorlardı ve her iki uygarlığın tüm kavramlarını kavramışlardı. Ne var ki bu uygarlıklar teknolojiye dayanmıyordu. Uygarlıklar sosyal kavramlara ve felsefi kavramlara dayanıyordu. Mısır’ın görkemli ehramlarını taşıyıp da çöldeki Araplara gösteremiyorlardı. Yabancı kelimeler hiçbir mânâ ifade etmiyordu. Tüccarlar zorunlu olarak bedevilerin dilini geliştirdiler. Böylece Kur’an Arapçası doğdu.
Arapların başka bir adeti daha vardı. O da, çölün ortasında karşılaştıklarında ya silahlarını çeker ve birbirlerini ördürürlerdi, ya da selam verip oturur, bir veya birkaç saat sohbet eder, o gün başlarından geçen olayları, kimlerle karşılaştıklarını, neler söylediklerini anlatırlardı. Bu âdet tüm Arabistan halkını tek dil konuşmaya zorlamıştır.
Bu arada Allah Arapları kendi hallerinde bırakmamış, ilham yoluyla onlar arasında Kur’an Arapçasının oluşması için ne gerekiyorsa onu da telkin ediyordu. Bunun en açık delili “HaDiD” kelimesidir. Hadid, demir demektir. Ebced hesabiyle 26 değeri vardır ki, bu demirin atom numarasıdır. “H” harfi 8’dir ki demir sekizinci sütunda bulunuyor, “D” harfi 4 sayısını gösterir ki bu demirin dördüncü satırda olduğunu göstermektedir.
Demek ki Arapça dili ilim dilidir ve birçok mucizeyi içermektedir.
Başka bir şey diyebilirsiniz, başka bir şekilde ifade edebilirsiniz. Allah Kur’an’ı önce oluşturdu. Kâinat buna göre sonra var edildi. Yani önce Kur’an vardı ki bu kâinatın planıdır. Sonra kâinat buna göre yaratılmıştır. Bunun delili; “Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı” diyor. Yani önce Kur’an’ın, sonra insanın yaratılması sözkonusudur.
حُكْمًا عَرَبِيًّا (XuKMan GaRaBiyYan)
“Arapça hüküm olarak inzâl ettik.”
“Hükmen” kelimesi burada nekredir.
“Arapça” kelimesi de nekredir.
Demek ki Arapça çeşitleri vardır ki nekre oluyor. Hüküm de değişiktir ve çeşitlidir.
Adil Düzen Çalışanları bunu iyi bellemelidirler. Kur’an kıyamete kadar, gelmiş ve gelecek tüm insanlar için gerekli hükümleri içermektedir. Hattâ Kur’an’dan önce gelen Tevrat ve diğer kitaplardaki hükümleri de içermektedir. Bunların hiçbirisinde Kur’an’ın dışında bir hüküm yoktur. Mesela Tevrat çobanlık döneminin hükümlerini içerir. Eğer biz bugün çobanlık dönemine dönebilsek, Kur’an’a dayanarak içtihat yapsak, Tevrat ortaya çıkar. İşte bu özellikleriyle bütün devirlerin ve toplulukların hükümlerini ayrı ayrı içerir. Ne kadar bucak varsa, o kadar ayrı Kur’an kamu hukuku vardır. Ne kadar mezhep varsa, o kadar ayrı özel Kur’an hukukunu içerir. Kur’an Tanrı’nın şimdi söylediği sözleridir. Duruma göre ne hükmedilecekse o hükmü vermektedir.
Bu nasıl sağlanmaktadır? Bu kadar geniş ve değişiklik içeren hükümler Kur’an’a nasıl sığmıştır? Hangi teknik kullanılmıştır?
Bunu anlayabilmemiz için Kâinata bakmamız gerekmektedir.
Kâinat dört temel maddeye dayanır. Parçacık, hız, pozitif ve negatif elektrik.
mo=elektron kitlesi q=elektron yükü c=ışık hızı h= tesir kuantumu.
Kur’an’ın “zerv” dediği, Batılıların “kuantum” dedikleri bu ilk parça artı ve eksi olmak üzere iki çeşittir. 16 tanesi sekiz yüzlünün yüzeylerinde döner ve merkezde ya artı ya eksi bulunur. Onlarla böylece ilk parçacıklar oluşur.
Bunlardan altı tanesi sonra yine altı tanesi dönmek suretiyle dengelerini korurlar. Sonunda üç parça bir artının etrafında dengesini kurar ve 17*6*6*3+1=1837’si hidrojen atomunun çekirdeğini yapar. Buna elektron eklenir ve hidrojen atomu olur.
Sonra bunlardan birleşerek sıra ile atomlar olur. Satır ve sütunları oluşturur.
Cetveli aşağıda veriyorum.
Cetvele bakacak olursanız, yedi sema vardır.
Birinci semada bir felek ve bir tarık vardır. Her tarıkta iki parçacık dolanır.
İkinci semada 2 felek vardır. Birinci felekte 1, ikinci felekte 3 tarık vardır.
Üçüncü semada 3 felek vardır. Birinci felekte 1, ikinci felekte 3, üçüncü felekte 7 tarık vardır.
Dördüncü semada aynı felek ve tarık ondan sonra azalmaktadır. Beşincisinde yedi tarıklık felek yoktur, altıncı semada beş tarıklık felek yoktur. Yedinci semada sadece 1 ve 3 tarıklı iki sema vardır.
Sema | Felek | Tarık | Zerv | | | |
1 | 1 | 1 | 2 | | | |
2 | 2 | 1+ 3 | 8 | | | |
3 | 3 | 1+3+5 | 18 | | | |
4 | 4 | 1+3+5+7 | 32 | | | |
5 | 4 | 1+3+5+7 | 32 | | | |
6 | 3 | 1+3+5 | 18 | | | |
7 | 2 | 1+3 | 8 | | | |
Ve böylece aşağıdaki sıra oluşur.
| 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 |
1/1 | 1 | | | | | | | 2 | | | | | | |
2/2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | | | | | | |
3/3 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | | | | | | |
4/4 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 | 25 | 26 | 27 | 28 | | | | |
5 | 29 | 30 | 31 | 32 | 33 | 34 | 35 | 36 | | | | | | |
6/5 | 37 | 38 | 39 | 40 | 41 | 42 | 43 | 44 | 45 | 46 | | | | |
7 | 47 | 48 | 49 | 50 | 51 | 52 | 53 | 54 | 55 | 56 | 57 | 58 | 59 | 60 |
8 | 61 | 62 | 63 | 64 | 65 | 66 | 67 | 68 | 69 | 70 | | | | |
9 | 71 | 72 | 73 | 74 | 75 | 76 | 77 | 78 | | | | | | |
10/6 | 79 | 80 | 81 | 82 | 83 | 84 | 85 | 86 | 87 | 88 | 89 | 90 | 91 | 92 |
11 | 93 | 94 | 95 | 96 | 97 | 98 | 99 | 100 | 101 | 102 | | | | |
12 | 103 | 104 | 105 | 106 | 107 | 108 | 19 | 110 | | | | | | |
13/7 | 111 | 112 | 113 | 114 | 115 | 116 | 117 | 118 | | | | | | |
İşte tüm kâinattaki cisimler yukarıda bahsettiğimiz + ve – elektrik parçacıklarının birleşmesinden oluşmaktadır.
Canlılar ise en hafif elemanları kullanırlar. +1, 4 , -7, -8 ve +15 olmak üzere beş elemanı kullanırlar. Bunlarla tüm canlılar oluşur.
1=H 4=C 7=N 8=O ve 15=P ile gösterirsek,
OH
OPOH
OH kanca görevini görürler 2 OH den H2O = su ayrılır. O bağ yapılır.
Beş sulu C ile kanca yapılır. Üçlü bağ oluşturulur.
OH
HCH
HC
HOC O
HC HC H
OH OH
Kırmızı OH yerine H gelebilir. Böylece iki çeşit kanca yapılır.
Canlılar da bunlarla ve yirmi çeşit yapı taşlarından oluşur.
İşte kâinat böyle basit dörtlü kuruluşlarla oluştuğu gibi Kur’an da harflerden oluşur ve aynı şekilde çok şey ifade etmektedir. Bunun anlamı şudur. Kur’an’da tüm ilimler vardır. “Hükmen Arabiyyen” bu demektir.
“Enzelnahu”daki zamirin Kitaba değil de Kur’an’a gitmesi daha muvafıktır. Çünkü başka yerde “Kur’anen Arabiyyen” denmektedir. Bundan da değişik kıraatlerle hükmolunacağı anlamı çıkar. Ayrıca değişik kıraatler olduğunu da ifade eder.
Kur’an’ın yazılışında icma vardır. Tek tip yazılıyor. Ama kıraatlerde 7 ve 10 türlü kıraat vardır. Bunlardan 7’sinden birini inkar eden Kur’an’ı inkar eder. Buna “yedi kıraat” deniyor. Ayrıca üç kıraat daha vardır. Bunları kabul etmemek insanı küfre götürmez. Ama bu on kıraatten başka Kur’an’ı kabul etmek küfre götürür.
وَلَئِنْ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ (Va LaEiN itTaBaGTuM EaHVAvEaHUM)
“Onların ehvalarına tabi olacak olursan.”
Kur’an’ın hükümleri bize nâzil olmakta, günümüzün sorunlarını çözmektedir.
Kur’an’ın temel hükümleri nelerdir, Arapça hükümler nelerdir?
Kur’an insanın yapısına uygun temel hükümleri koymuş, bunları ana ibadet saymıştır.
1- a) Müslüman olacaksın. Yani barışçı olacaksın. Hakemlerin kararlarına uyacaksın.
b) Barışa bedenen veya mâlen iştirak edeceksin. Ya askerlik yapacaksın, ya da bedel vereceksin. Dayanışma ortaklığını kuracaksın.
c) Yerinden yönetim olacak, isteyenler oradan hicret edebilecek. Hicret demokrasisi.
d) Gerektiğinde zalimlerle savaşacaksın. Yalnız nöbetliler için bu emir vardır.
2- Beşikten mezara kadar ilmî, ahlâkî, meslekî ve savunma eğitimlerini alacaksın.
3- Faizden kaçıp adil ekonomik düzen kuracaksın.
4- Bütün sosyal yaşamını aile üzerinde oturtacaksın. Zinayı kaldıracaksın.
İşte Kur’an’ın hükümleri bunlardır. Kur’an’ın öğretisine göre bunlar yapılacaktır.
Sorunlarınızı çözerken önce dört delile dayanarak illetlerle sorunların çözümlerini bulacaksın. Bu dört delil kitap, sünnet, icma ve kıyastır. İçtihat için bunlar yeterli değildir. Vardığın sonuçları hikmetlerle kontrol edeceksin. Yani bu hüküm ne yapar, sonunda toplulukta ne gibi sonuçlar doğurur, bunları göreceksin. Hattâ uyguladıktan sonra eğer sorunlar çözülmüyorsa, yeni illetlerle yeni içtihatlar yapacaksın.
Örnek olarak Türkiye’nin doğusunda PKK meselesi vardır. Çözüm koruculuktur denmiş ve korucu teşkilatı kurulmuş, ancak sonuç elde edilememiş, PKK sorunu çözülememiştir. O halde ya uygulamada yanlışlık var, yahut sistem yanlış. İşte bunu araştırmak gerekmektedir. Doğru sonuç alınıncaya kadar içtihada devam edilecektir.
İşte buna “deneme metodu” denmektedir. Yani ilim yalnız teorik olarak yapılıyor. Önce ilim ortaya konuyor. Sonra ona göre proje yapılıyor, uygulanıyor ve sonuçlar beklediğimiz gibi oluyorsa, ilmimiz ve içtihadımız doğru oluyor demektir.
İlmî metotla değil de, havai metotla aklıma geleni uyguluyorsam, yahut çıkarım var diye ona göre uygulama yapıyorsam, işte o da dalalettir.
Sözleşme yaparsınız. Yanlış olabilir. Değiştirinceye kadar uyarsınız. Değişinceye kadar herkes ona uyar. Kural öyle ama biz şimdi böyle istiyoruz, dünyada moda böyledir deyip direnenlere uyma deniyor.
1- Biz önce Kur’an’a inananlara diyoruz ki: Gelin dört delile dayalı olarak size ne yapacağımızı anlatalım. Cevapları hazır: Biz sizi dinleyemeyiz, biz âlim değiliz! Öyleyse âlimlerinizi getirin. Âlimleri de tanrı imiş de bize buyuruyormuş gibi gelir, senin dediğin yanlıştır der. Onlara, sen doğrusunu söyle dersiniz. O birden söylenemez, uygulamada ortaya çıkar derler. Böylece kendileri okumazlar, sizin de okumanıza karşı çıkarlar. İşte Kur’an bize diyor ki: Sakın onların hevalarına uyma. Yani atmasyonlara uyma. Şeyhim levh-i mahfuzu okuyor, bizim ilme ihtiyacımız yok diyen zavallılara sen kulak verme.
2- Bir de Kur’an’a inanmayanlar vardır, Kur’an’ın hüküm olmadığını söyleyenler vardır. Onlara da diyoruz ki: Bakın, tabiî ve sosyal ilimler vardır. Gelin orada tartışalım. İlmî sonuçlar ne ise onu yapalım. Hayır, siz ilimden anlamazsanız. Bak dünya ne diyor derler. Dünya dediği, sömürü sermayesinin dediğidir. Sermaye insanları nasıl sömüreceğine karar verir. Bir yerde rüşvetle veya baskı ile kanun çıkartır. Sonra da dünyada böyle olduğunu iddia ettirerek sömürmeye devam eder. Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye, meclis oylamalarında hiç okunmadan kanunlar geçti. Biz onu okumadık ki ne olduğunu bilelim. Şimdi mesela Pakistan’da deniyor ki, bu Türkiye’de böyledir. Kıbrıs’ta da böyle sözde çözümler yani çözümsüzlükler üretildi.
İşte bunlar ehvadır.
Ehva olmayan iki delil vardır. Biri İslâm’ın dört delilidir. Onlarla içtihat yapılır. Biri de müsbet ilimdir. İkisi de aynı sonuçlara varır. Bunun dışında yaptığınız ehvadır.
Buradaki “HuM” zamiri nereye gidiyor? “Ve Minel Ahzabı Men Yünkiru Ba’dehu.” Mü’min olanlar sana inzâl edilene ferahlanırlar. Partilerden bazıları ise bilmezlikten gelirler diyor. Onlar seni ehvalarına çağırırlar.
بَعْدَمَا جَاءَكَ مِنْ الْعِلْمِ (BaGDa MAv CAvEaKa MıNa eLGıLMi)
“İlim sana geldikten sonra.”
İnsana tebliğ ulaşınca ona ilim gelmiş olur.
Benim babam köy hocası idi, bana Arapçayı öğretti. Okullara gittim, müsbet ilimleri öğrendim. Akevler’i kurduk. İslâmiyet’i öğrenmek zorunda kaldım. Parti kurduk. İslâmiyet’i öğrenmek zorunda kaldım. İlim sahibi oldum. Birçok takdir beni bunları bilir yaptı. Artık ben o ilmin verileri dışında bir şey yapamam.
Ama diyelim ki bir arkadaşınız tarikattan geldi. Şeriatı bilmiyor. Uygulama yapmadı. Bu husustaki oluşlardan habersizdir. Ona ilim gelmedi. O sorumlu değildir.
Sorumlu olan benim, N. Erbakan’dır, F. Gülen’dir. Bunlara ilim geldi. Artık hevalarına uyamazlar. “Adil Düzen”i terk edemezler.
“İlim” burada marifedir. Kastedilen “Adil Düzen”dir. Yani Kur’an’ın getirdiği III. bin yıla ait olan çözümlerdir. “Mine’l-İlmi”dir; bu da bize bildiğin kadarı ile amel edileceğini göstermektedir. Ben tamamını bilmiyorum, bunu da yapmayayım diyemezsiniz. ‘Faiz birden kalkmaz’ deyip, kaldırabileceğini de kaldırmasan, o zaman faiz hiç kalkmaz. Bunun için “MiN” getirmiştir. İlimden bildiğin kadarını yapmakla sorumlusun.
مَا لَكَ مِنْ اللَّهِ (MAv LaKa MiNa elLAHı)
“Senin Allah’a karşı kimsen yoktur.”
Yukarıda, “sana ilim geldikten sonra” denmiş. Yani özel olarak o ilme sahip olmaktasınız. Allah bir şey ne kadar lazımsa o kadar gönderir.
Allah Adil Düzen ilmini Akevler’e vermiştir. Siyaset görevini de Millî Görüşçülere vermiştir. Çağın üstünde dinî ekoller oluşturmayı Risale-i Nur şakirtlerine vermiştir.
Allah verdiği nimetlerden insanları sorguya çekecektir.
مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ(37) (MiN VaLıyYin Va LaV VAvQın)
“Bir veli veya bir vak bulunmaz.”
Kur’an burada bizim gibi “Adil Düzen”den bir parça da olsa nasip almış olan kimselerin mutlak surette artık karşı tarafların hevasına uymamaları gerektiğini ifade ediyor.
Necmettin Erbakan ve R. Tayyip Erdoğan’ın hataları nelerdir?
Erbakan ve Erdoğan, “Adil Düzen”den nasiplerini almışlardır. “Adil Düzen” birden gelemeyeceğine göre, adım adım insanları “Adil Düzen”e yaklaştırmaktadır.
Erbakan 1973 yılında CHP yani Ecevit ile koalisyon yaptı. Sonra AP yani Demirel ile koalisyon yaptı. Sonra DYP yani Çiller ile koalisyon yaptı. Bütün hükümetler çok başarılı oldular. Yavaş yavaş insanları “Adil Düzen”e ısıtıp alıştırdılar. R. Tayyip Erdoğan daha da ileri getirdi, orduyu bu tarafa çevirdi. Avrupa Birliği’ni İslâmiyet’e ısındırdı. ABD de İslâm düşmanlığından vazgeçti. Burada AK Parti’nin katkıları büyüktür.
Ancak, bunlar bir taraftan bu hizmetleri yaparken, diğer taraftan “Adil Düzen” pilot uygulamalarını yapmadılar. Kartal Belediye Başkanı Arif Dağlar yapmayı denemek istiyordu ama ikinci defa aday göstermediler ve başkanlık CHP’ye gitti!
Erbakan tarafında olanlar da benzer şekilde “Adil Düzen” denemelerimize ve çalışmalarımıza asla yardımcı olmadılar.
İşte bu onların sorumluluğudur.
Bu durum hâlâ böyledir. Çünkü bir taraftan cari sistem yürürken, öbür taraftan da “Adil Düzen Çalışmalarına” mâni olunmamalıdır.
Bizim İzmir’de gasp edilmiş 40 milyon dolarlık mal varlığımız vardır. İktidar oldular ama hiç birisi bu varlığımızı bize iade etmediler. Onlar gasbettiler. Bunlar da teyit ettiler.
Bilenlerin içine F. Gülen de dahildir.
Bizim çalışmalarımız desteklenmelidir. Adil Düzen uygulamalarına Millî Görüşçüler de, Gülenciler de katılmalıdırlar. Biz başından beri onları nasıl destekledikse, onlar da bizi desteklemelidirler.
Burada “veli” ve “vak” kelimeleri kullanılmaktadır.
“Veli” devamlı arka olan, koruyucu dayanışma ortağı demektir.
“Vak” ise o anda sizi tehlikeden koruyan demektir. Bugünkü polis anlamındadır.
“Adil Düzen”de bu şöyledir. Nöbetliler silah taşırlar. Askerliğini yapan kimse aynı zamanda güvenliği sağlamakla yükümlüdür. Nerede bulunursak bulunalım, nöbetli olanlardan yardım isteme hakkımız vardır. Onlar bizi korumakla yükümlüdür. Polis gibi silah kullanabilirler. Diyet öder, kısasa tabi tutulmazlar. Yani polislik görevi görürken tutuklamazlar. Faili meçhul cinayetlerde diyeti bunların âkilesi öder. Veliler ise dayanışma ortaklarıdır.
***
وَلَقَدْ (Va LaQaD) “Lakad”
Bundan önce. Senden önce resuller istihza olundular denmektedir. Orada da “ve” ile getirilmiştir. Demek ki daha evvel mukadder bir lakad vardır. O da “Kezalike erselnake fî ümmetin” âyetine matuftur. Orada “kezalike” gelmiştir. Onun için “lakad” hazf olmuştur. Burada atıf bundan önceki “lakad”adır. Orada resullerin istihza edildiğinden bahsetmiş idi.
أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ (EaRSaLNAv RuSuLan MiN QaBLiKa)
“Senden önce de biz resullerden irsal ettik.”
Bizden önce de, senden sonra da resuller gelmiştir. Onlar da cemaat oluşturdular.
Biz şimdi risalet görevini görmüyoruz, biz nübüvvet görevini görüyoruz. Cebrail Kur’an’ı getiriyor ve uygulamayı öğretiyordu. Kur’an bize atalarımızdan geldi. Vahyin yerini de içtihat almıştır. İçtihat müessesesi ve icma müessesesi başka dinde var mı? Peygamberlerin yerini âlimlerin aldığı bir hüküm İslâm’dan başka bir yerde var mı?
İşte bizim onlara üstünlüğümüz bunlardır.
1- Son Kitaptır. Ekmelleridir.
2- Kendisi son olduğunu ilan etmiştir.
3- Bize tahrif edilmeden gelmiştir.
4- Usulü Fıkhı vardır.
Ondan sonra da halifeler istişare ile uyguladılar. Ondan sonra âlimler geldiler ve fıkıh usulünü koydular. Kendi çağlarında uygulama yaptılar.
Şimdi biz içtihat yapıyoruz. Hâlen Mekke dönemindeyiz. Daha aramızda resul gelmemiştir. Ben bunu 21. yüzyıl için söylüyorum. Yoksa İzmir Akevler çalışmasına Erbakan sahip çıkmıştır. O kadro risalet görevini görmüştür. Şimdiki çalışmalarımıza da bir Erbakan eklenecek ve sahip çıkacaktır. Çalışmalar tamamlanacaktır.
وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً
(Va CaGaLNAv LaHuM EaZVaCan Va ÜurRiYaTan)
“Onlara ezvac ve zürriyet kılmıştık.”
Türkçede atasözü vardır: Elçiye zeval olmaz. Elçi sadece elçidir.
Peygamberler de elçidir. Hazreti Muhammed aleyhisselâmdan önce gelen elçilere vahiy geliyordu. Sonra gelenler ise vahyin yerine istişareye dayandılar.
Burada bize anlatılan şudur.
O zaman Cebrail geliyordu ve onlara vahyediyordu. Şimdi artık Cebrail gelmiyor. O halde “Adil Düzen”in gelmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ümitsizlik içinde kalmak zorundayız. İşte ben de size bu âyete dayanarak diyorum ki; eğer siz “Adil Düzen”e hazırlanırsanız, yani Kur’an’ı dört delille çağımızın sorunlarını çözecek şekilde anlamaya çalışırsanız, çağımızın sorunlarını çağımızın ilimleri ile çözme gayretinde olursanız; hiç tereddüt etmeden ifade ediyorum ki, geçmişte gelen resuller gibi resuller gelecektir. Yani siyasi bir adam bu davaya sahip çıkacaktır.
Burada Arapça olmayan lider kelimesini tekrar edelim.
Lider o kimsedir ki, kendi çalışmaları ile bir makamı, mevkii, parası olmadığı halde insanlar onun arkasından giderler. Bediüzzaman bir liderdir. Mustafa Kemal bir liderdir. Türkeş bir liderdir. Erbakan bir liderdir. Bunlar insanları yeni bir dünyaya götürmüşlerdir.
Başkanlık liderlik değildir.
Namaz kılarken kim mihraba geçerse biz ona uyarız. Namazı o bize kıldırır. Ama fetvayı namaz kıldırana sormayız, içimizde kim âlimse ona sorarız.
Burada bahsedilen resul lider olan başkandır.
Akevler Adil Düzen çalışmalarını değerlendirecek bir lider ortaya çıkacaktır. O şunu bilecektir ki, ben resulüm ama nebi değilim. Nebilerin yerine geçen âlimlerle istişare ederek onların aldıkları kararları alarak resullük görevimi yapabilirim.
Erbakan, parti kurulurken Akevler’le işbirliği hâlinde idi. Sonra seçilince Akevler’den uzaklaştı. Ama daha sonra Akevler’le “Adil Düzen” çalışmasını yaptı, birinci parti oldu. Sonra yine Akevler’den uzaklaştı, 28 Şubat oldu.
Bunu herkes bilmelidir. Allah her nimeti birilerine vermiyor. Kimine ilim veriyor. Kimini siyasette, kimini ekonomide, kimini de dinde yüceltiyor.
Millî Görüşçüler de, Gülenciler de aynı hataya düştüler. Her şeyi biz yapacağız dediler. Hiçbirisini yapamadılar. Yaptıklarını cari sistemde yaptılar. Faizsiz bir düzen kuramadılar. Asya Finans’ın (veya Katılım Bankası’nın) Garanti Banka’sından ne farkı vardır?
Bunlar eğer Akevler’le olan yakınlıklarını sürdürseydiler, şimdi yeryüzüne “Adil Düzen” gelmişti. Lakin takdir öyle imiş, geçmişi irdelemiyoruz. Ama gelecekte bu hataya düşmemelisiniz.
Adil Düzen çalışanları yalnız ilme sahip olacaklardır; ne büyük servetleri, ne büyük partileri, ne de büyük cemaatleri olacaktır. Bin sene sonra bugünkü grupların çoktan adları unutulacaktır ama “Adil Düzen” ele alınıp incelenecektir. Akevler onların araştırma konusu olacaktır. Peygambersiz bir uygarlığın nasıl kurulacağına dair bizim neslimiz örnek olacaktır. Bugün ise garibanlıkları devam edecektir.
وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ (Va MAv KAvNa LiRaSUvLin)
“Bir resul için olmadı.”
Şimdi resullükle ilgili kuralı hatırlayalım. Kur’an’dan önce nebiler gelir ve halkı aydınlatırdı. Bazı nebiler resul olur, onlar da başkanlık yapar ve topluluğu yönetirdi. Kur’an’dan sonra nebi gelmeyecek, nebilerin yerini âlimler alacaktır; ama bütün âlimler değil, mü’min âlimler alacaktır.
Demek ki, nübüvvet görevini yürütmek için mü’min âlim olmak gerekir. Diğer âlimler hevalara uyan âlimlerdir. Onlar nebilerin halefleri olamayacaktır. Kur’an’dan sonra nebi olan resul gelmeyecektir, yani nebi olan başkan gelmeyecektir. Başkan gelecektir ama mü’min başkan gelecektir. Bu başkan nebi olmadığına göre, acaba risaletini nasıl götürecektir?
İşte vahyin yerini ilim almıştır. Âlimlerden oluşan meclisler olacaktır. Âlimler ilmî dayanışma ortaklıkları kuracaklardır. Onların sorumluları başkanın danışmanları olacaktır. Başkan onlarla yaptığı istişare sonunda kararlarını alacaktır. Nübüvvet görevini gören ulema ile istişare ederek hareket eden başkan resuldür. Yani Kur’an’daki resulden maksat bu başkandır. Yoksa her başkan resul değildir. Kur’an ilimlerini ve müsbet ilimleri edinip günümüzün sorunlarını çözen kurulla istişare ederek hakemlerin kararlarına uyan resuldür.
Daha açık ve sade olarak söylersek, Kur’an’ın istediği şekilde ilim yapan “nebi”nin yerindedir; Kur’an’ın istediği şekilde başkanlık yapan “resul”dür.
O halde bizim fıkıh kitabına “nübüvvet” ve “risalet” bahislerini eklememiz gerekir.
أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ (EaN YaETiYa BiEaYaTın)
“Bir âyet getirmesi resul için mümkün değildir.”
Sorun şudur.
Biz halk olarak bunların nebilik görevini yüklenen âlimler olduğunu nerden bileceğiz?
Halk bunların nübüvvet ehli olduğunu nerden bilecektir?
Bu sorun temel sorundur.
Biz Akevler olarak çalıştık. Erbakan kabul etmeseydi bizim çalışmalarımızın doğru olduğunu bilemezdik. Ama Erbakan benimsedi ve bu sayede bugün AK Parti iktidardır. Yani ilim çalışanları kendileri ilmî verilerini insanlara kabul ettiremezler. Bir siyasi güç ortaya çıkar ve o güç kabul ettirebilir. Hazreti Ömer’den sonra Müslümanlar açıkça biz Müslümanız diyebildi. İnsanlık Hazreti Ömer’le İslâmiyet’i kabul etti.
O halde şunlar olacaktır.
a) İlmî çalışmaları âlimler yapacak, Adil Düzeni, İslâm düzenini ortaya koyacaklardır.
b) Bir siyasi lider bunların çalışmalarına sahip çıkacak, bunlarla istişare ederek başkanlık yapacaktır.
c) Adil Düzen çalışanları, başkana peyderpey “Adil Düzen”e nasıl geçileceğini sunacaklar, yani bunlar karargah çalışmasını yapacaklar. Başkan uygulamaya çalışacak.
d) İşte o başkana karşı çeşitli dirençler ortaya çıkacak. O parayla, oyla, satın alınmaya çalışılacak. Olmadı, tehdit edilecek, zulüm yapılacak.
İşte bunlara karşı direnen “resul” olmuş olacaktır. Bir âyetle gelmek demek, o topluluğu “Adil Düzen” konusunda ikna edecek gücü ortaya koymak demektir. Başkanlıkta bir mucize aramayacağız. Mucize onun göstereceği sabırdır, direnmedir.
إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ (EilLAv Bi EiZNi elLAHi)
“Allah’ın izni olmadıkça.”
Demek ki ortaya çıkacak resulden istenen, Adil Düzen Çalışanlarıyla istişare ederek siyasi çalışmaları yapmasıdır. Başarı ise kendisine ait değildir.
Şimdi Erbakan’ı ele alalım. Erbakan ne yaptı? Başardı mı?
Önce, Erbakan gelmeden önce insanlık tam bir ümitsizlik içinde idi. Din ilimle çatışıyor ve artık din ortadan kalkıyor gibi idi. Erbakan insanlığın bu karanlık düşüncesini ortadan kaldırdı.
İkincisi ise inanmış insanların siyaset yapamayacakları zannediliyordu. Erbakan insanlığa cesaret verdi ve inananların çok daha iyi siyaset yapacaklarını öğretti.
Mü’minler bozuk düzende İslâmî hayatı yaşamakta ısrarlı idiler. Bu da onları fakir bıraktırdı. Onlara “Adil Düzen” gelmesi için çalışmalarını ama cari sistemde de zarureten yaşamaları gerektiğini anlattı ve böylece inanmış insanlar da cari sistemde hayat sürmeye başladılar. Bu şekilde bugünlere geldik.
O’nun görevi bu kadardı.
“Adil Düzen”i biz getiremedik ama size “Adil Düzen”i getirmenin şartlarını hazırladık. Bundan sonrası size aittir.
Şimdi de siz çalışacaksınız. Yenibosna’da “Adil Düzen” hazırlanacak.
Sonra bir resul gelecek. Şartlar ona inanmayı sağlayacak ve “Adil Düzen” gelecektir.
لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ(38) (LiKulLi EaCaLin KiTAvBun)
“Her ecel için bir kitap vardır.”
Eğer bir âyete doğru mânâ vermiş iseniz, âyetin sonlarına doğru sizi teyid eden kısımlar gelir.
Biz burada ne mânâ veriyoruz?
Diyoruz ki; bin yılda bir hak uygarlıkları yenilenir. 20. yüzyıl Adil Düzen Uygarlığı için bir hazırlık dönemi olmuştur. “Adil Düzen” 21. yüzyılda gelecektir. Bizim İstanbul çalışmalarımız tamamlanacaktır. Örnek bir işletme kurulacaktır. Ondan sonra bir resul çıkacak ve o siyaset yapacaktır. Sonunda “Adil Düzen” öyle gelecektir demiştik.
İşte bunu teyit eden cümle: Her ecelin yazısı vardır. Yani kuralı vardır.
Nasıl insan doğar, gelişir, belli yaşlarda belli dönemleri geçirirse; aynen onun gibi sosyal olayların da böyle gelişme ve değişme zamanları vardır. Kuralları vardır. Günü gelmeden biz bir şey yapamayız.
Bugün çok açık şekilde şu olaylar olmuştur.
a) Türkiye’de Millî Görüş anayasa ekseriyeti ile iktidar olmuştur.
b) Nur Risalelerinin şakirtleri dünyaya İslâmiyet’i yaydılar. Her tarafta İslâm’ın lambası yanmaya başladı.
c) Sovyetler dağıldı, din düşmanlığı sona erdi, sosyalizm bitti.
d) Barack Hüseyin Obama ile kapitalizm bitiyor...
1900 ile 1933 yılları arası, İslâmiyet’in dibe vurduğu yıllardır.
1933 ile 1967 arasında, İslâmiyet aleyhindeki faaliyetler durmuştur.
1967 ile 2000 arası, İslâmiyet’in hamle yaptığı yıllardır.
Ne var ki bunlar hep Batı düzeni içinde yapılmıştır, Kur’an’ın hükümlerine göre yapılmamıştır. Yani hükmen Arabiyyen yapılmamıştır.
2000 ile 2033 arasında, hükmen Arabiyyen ile düzenler kurulacaktır. Yani artık içtihada dayalı ilimler okunacak, ona göre partiler kurulacak, ona göre şirketler olacak ve ona göre tarikatlar oluşacak. Tarikatlarda ilkel dinlerin tesiri kalkacak.
Her şey günü gelince olacaktır. Bugün olmuyorsa eceli vardır. Ecelin de kuralı vardır. Ecel sadece tarihleme ile değil, olayların akışına göre oluşmaktadır.
Hukukta bir kimse eğer tarih koymadan çek vermişse, hemen ödemek zorundadır. Borçlu tarih koyamaz. Yani açık çek ve bonolar muaccel senet hükmündedir.
***
يَمْحُوا اللَّهُ مَا يَشَاءُ (YaMXu elLAHu MAv YaŞAvEu)
“Allah istediğini mahveder.”
AK Parti iktidar olunca bir yazı yazmış ve AK Parti’nin iki yıllık ömrü vardır demiştim. Şöyle bir tahlil yapmıştım. ABD böyle ANAYASA ekseriyeti ile iktidar olandan hoşlanmaz; hele Millî Görüşçülerden hiç hoşlanmaz. Altı ay verileri toplar, altı ay plan hazırlar, bir sene sonra da uygular ve onu indirir demiştim. İşte bu kurallara göre olan eceldir.
Ne oldu?
Gerçekten resepsiyon krizi ile gerekli planı ayarlandı. Ama olmadı. Bir yıl ertelendi. Sonra cumhurbaşkanlığı seçiminde yaraladı. Ama yine başaramadı.
AK Parti hâlâ iktidardadır.
Bunun sebepleri nelerdir?
a) Her şeyden önce, Türkiye’de ordu AK Parti’nin yanında yer aldı. Dolayısıyla ABD istediği gibi at oynatamadı.
b) 1 Mart tezkeresi geçmedi, böylece ABD’nin süper güç oluşu son buldu.
c) Amerika’da CIA ile sermayenin arası açıldı. Dolayısıyla eski gücü ile yüklenemedi.
d) Türk halkı direndi. İnadına oy verdi.
İşte benim tahlilim kurallı eceldir. Sosyal kanunlara göre bu böyledir. Ama Allah her zaman sosyal kanunlara göre oluşmaya izin vermez, beklenmedik olaylar olur.
Barack Hüseyin Obama’nın seçilmesi ile AK Parti’nin parçalanması ve bertaraf edilmesi planı bitmiştir. Demek ki sosyal olaylar fiziki olaylar kadar insanlara bildirilmiştir. Birden beklenmedik olay olur. Hesap etmediğimiz yerden darbe gelebilir. Yardım gelebilir. Savaşlarda meleklerin yardımı da bu şekildedir.
وَيُثْبِتُ (Va YuSBiTu) “Ve sabit kılar.”
“Ev Yusbitu” denmesi gerekirken, böyle demiyor, “Ve Yusbitu” diyor. Sonra “Ve Yusbitu”da “Mâ Yeşau” getirmiyor. “Mâ Yeşau” hazfedilmiş olabilir.
İspat için de meşiete gerek vardır.
Kelam ilminin önemli hususu ortaya çıkar. Bir kanun yaparsınız. O artık yürürlüğe girer ve devam eder. Onun devam etmesi için yeniden kanun çıkarmazsınız. O halde devam için meşiete gerek yoktur.
Burada “Ve” harfi kullandığına göre, kitapta olanların bir kısmı değişmez, bir kısmı değişir. Yani daha kitap tedvin edilirken içinde işaretlenir. Bunlar değişmeyecektir. Ama bunlar gerektiğinde değişebilir.
Tarihi akışın içinde bizim dediklerimizin bir kısmı tutmaz.
“Adil Düzen” gelecektir. Bu değişmez bir kitaptır.
Ama Türkiye’de gelecektir durumu değişebilir bir kitaptır. Türkler anormal işler yaparlarsa, Allah bu görevi onlardan alır ve başkalarına verebilir.
وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ(39) (Va GıNDaHUv EumMU eLKiTaBı)
“Ve kitabın ümmü O’nun indindedir.”
Burada kitab anaya izafe edilmiştir, kitabın ümmü de bir kitaptır. Bunu “üm” kelimesi ile bilmekteyiz. Muzaf muzafın ileyh olmaz ama benzeri olabilir, tür tür olur.
Buradan şunları öğreniyoruz. Kurallar tarihsizdir. Her zaman geçerlidir. Herkes için geçerlidir. Olanlar ise herkes için geçerli değildir. Sadece yapıldığı yer için geçerlidir.
Planlamada iki usul kabul ediyorduk. Bir plan yaparsınız, tarih koymazsınız. Bu arada kim inşaat yapacaksa bu planı uygulayacak dersiniz. Bu planı şu tarihte uygulayacaksınız dersiniz. Batı planlamayı zamanla birlikte yapmakta ve zamanında yapmayanları cezalandırmaktadır. Oysa İslâmiyet yere göre planlamayı yapmakta, zamana göre yapmayı ise uygulayıcılara yani halka bırakmaktadır.
İşte bizim o uygulamamız burada tedvin ediliyor. Ancak biz ifade ederken eksik ifade ediyorduk. Zaman içinde planlama yapılmaz diyorduk. Oysa plan yapılır. Ama zorunluluk yoktur. O zaman içinde yapılmayabilir. Yapılmadı diye ceza istemez. Bununla beraber planlamada ertelenecek tarihler konabilir. Ama halka açıklanmayabilir.
Müddet konuyor. Günü gelince uzatılmıyor. Bazıları için gün uzatılıyor. Hangilerinin günü uzatılacağı açıklanmıyor. Hattâ baştan karar bile verilmeyebilir.
Demek ki bir ümmü kitap vardır. İnsanlar sözleşmede tarihler koyarlar. Yahut doğa kanunlarının gereği ömür biçerler ama sonra o her zaman o şekilde gerçekleşmez.
Ona kader denir.
Tedbir bizden, takdir Allah’tan deriz.
***
وَإِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ
(Va EinNaMAv NuRiYanNaKa BaGWa elLaÜI NaGıDuHuM)
“Onlara vaat ettiğimizin bazısını sana irae edeceğiz.”
Tekrar hatırlayalım ki; halk var, onlar Kur’an’ı doğrudan okumazlar, içtihat yapmazlar; onlar Kur’an’ı okuyup içtihat edenlere tâbi olurlar. Kendilerine ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarını seçerler. O ortaklıkların sorumlularının fetvaları ile hareket ederler. Kur’an bunlara topluca hitap eder, ayrı ayrı hitap etmez. Ayrı ayrı bu dayanışma ortaklıkları sorumludur. Bu şekilde iman etme mü’min olmaya yeterlidir, cennete gitmek için yeterlidir.
Bir grup daha vardır ki; bunlar Arapça öğrenirler, müsbet ilimleri öğrenirler. Bunlar nebilik görevini yüklenmişlerdir. Eskiden Allah nebileri gönderiyordu. Şimdi ise isteyen kendisi nebilik görevini yükleniyor. İşte Kur’an doğrudan doğruya bu âlimlere hitap eder. Buradaki “Ke/sen” zamiri bunlara gider. Bir defa bu nebilerin yerine geçen âlimler toplanıp bir araya gelirler ve kendilerine bir imam seçerler. Bir bucak içinde o imama tâbi olurlar. İşte bu imam da resuldür. Kur’an’daki hitabın bir kısmı bu resuledir.
İster nebi olsun, ister resul olsun; Kur’an’ı okuduğu zaman neler olacağını öğrenir ve geleceği görürler. Ama olacakların hepsini Kur’an’ı tetebbu eden insan görmez, bir kısmını görür.
Biz Kur’an’a dayanarak ilerde neler olacağını yazdık.
Sosyalizm yıkılacak dedik. Bunu gördük.
Kapitalizm de yıkılacak dedik. Bunu henüz göremedik. Belki göremeyeceğiz.
Her ecelin bir kitabı vardır. Bazıları mahvediliyordu. O halde bu olacak dediğimizde yanlış bir şey söylemiyoruz. Ama söylediklerimizi biz göreceğiz demiyoruz.
Bazılarını hayattayken gördük.
a) Mustafa Kemal inkılapların sona erdiğini 1933 yılında ilan etti. Celal Bayar ise dinsizlikte ısrar ediyordu.
b) Mustafa Kemal’in yerine İsmet İnönü geldi ve demokrasiyi Türkiye’ye getirdi. Bu İslâmiyet’e doğru atılmış en büyük adımdı.
c) Adnan Menderes ısrar etti ve ezanın Arapça okunmasını sağladı; “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır” dedi. Birçok mabetleri imar etti, yeniden açtı.
d) Müslümanlar teşkilatlanmaya başladılar. Parti kurdular ve en güçlü parti sahibi oldular. Vakıf kurdular, kurdukları vakıf dünyada en güçlü vakıf oldu. Holdingler kurdular, en güçlü halk holdingi oldular. Akevler “Adil Düzen”i ortaya koydu, Erbakan dünyaya duyurdu. Bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardayız.
e) Dünyada daha önemli olaylar oldu. Sovyetler yıkıldı. Papalık güç kazandı ve İslâm’ın dostu oldu. Avrupa Parlamentosu Türkiye hakkında olumlu karar aldı. Amerika’da Obama başkan seçildi.
İşte bunlar Allah’ın bizim nesle gösterdikleridir. Vaatler bir bir yerine gelmiştir.
أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ (EaV NaTaVafFaYanNaKa)
“Yahut seni vefat ettireceğiz.”
Yani sana vaat ettiklerimizi göremeyecektir.
Evet, göremediklerimiz vardır. Belki de göremeyeceğiz.
Mevcut olan düzende İslâmiyet’e doğru adımlar atılmıştır. Ama İslâm düzenine doğru hiçbir adım atılmamıştır. Daha bir marketi bile çalıştırmış değiliz. Daha hiçbir sitede veya işletmede “Adil Düzen” gelmiş değildir. Adeta biz boş konuşmuşuz. Anayasa ekseriyeti ile iktidar ol, ama basit bir başörtüsü sorununu çözmeden iktidarda otur!
İzmir ve İstanbul Akevler’de ne kadar Adil Düzen işletmesini kurmaya çalıştık, hiçbirisinde başaramadık. Bir apartmanı bile Adil Düzene göre oluşturamadık. Site kurduk ama Adil Düzen hayatı gerçekleşmedi.
İşte bütün bunlar bizim göremediklerimizdir.
Burada, onlara vaat ettiğimiz denmiştir. Ancak onlara vaat edilen onların helak olup “Adil Düzen”in zaferyab olmasıdır.
Daha işsizlik sorunu çözülmemiştir.
Daha dış borçlar çözülmemiştir.
Daha adil yargı sistemi kurulamamıştır.
Daha millî basın oluşmamıştır.
Daha Adil Düzen okulları oluşmamıştır.
Allah bize işte bunu bildirmektedir.
فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ Fa EinNaMAv GaLAYKa BaLAĞu
“Senin görevin sadece tebliğdir.”
Allah bize ne imkan verdiyse, O’nun verdiği görevde onu kullanırız. Biz ondan sorumluyuz. Bizim görevimiz Arapça Kur’an’dan anladıklarımızı Türkçeleştirerek kendi halkımıza ulaştırmaktan ibarettir. Bizim başka görevimiz yoktur.
Bu sebepledir ki Akevler aktif siyasetin dışında kalmıştır.
Siyasete girenler ya başarısız olmuş, yahut Akevler’i terk edip gitmişlerdir.
Bizim görevimiz tebliğden ibarettir. Evet, biz cemaatleri destekledik. Evet biz siyasi partileri destekledik. Ancak biz bunları tebliği başarmamız için yaptık. Bugün İstanbul’da da bunlarla bunun için uğraşıyoruz. Marketi tebliğ aracı olarak açıyoruz.
وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ(40) (Va GaLaYNAv elXıSAvBu)
“Hisab bize aittir.”
Hisab bize aittir. Sûre ne kadar sistemli bir şekilde “Adil Düzen”in kurulduğunu anlatmaktadır. Tefsirlerimizi bitirdikten sonra tekrar tekrar bu sûreyi okuyup düşünmeniz gerekir. Hisab bize ait değildir. Siyasi faaliyeti biz yapmayacağız. Tebliğ yapacağız, uygulamayı biz yapmayacağız.
Şimdi görevlerimizi ve işbölümümüzü tekrar edelim.
a) İslâm âlimleri Kur’an’la Allah’ın şeriatını ortaya koyarlar.
b) Mürşitleri ise âlimlerin ortaya koydukları Arabi Kur’an’ı diğer dillere tercüme edip dünyaya ulaştırıp davet ederler.
c) İş adamları bunları işletmelerinde uygularlar.
d) Siyaset adamları da bu uygulamaya karşı gelenleri tenkil ederler.
Bu sıra takip edilecek, siyasete en sonunda sıra gelecektir.
Bediüzzaman ilim yaptı. Gülen cemaati bunu yaydı. Cemaatler işyerleri kurdular.
İki büyük eksiklikleri vardır. Bunları yaparken cari sistemde yaptılar. Bediüzzaman’ın ilmî faaliyetini durdurdular. Ekonomi kuruluşlarını şeriata göre değil de, faizli sistem içinde yaptılar. İkinci eksiklikleri siyasi aşamaya ulaşamamadır.
Akevler Yenibosna faaliyeti II. Adil Düzen hareketinin temellerini hazırlıyor...
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-511/ADİL DÜZEN DERSLERİ-341İst., 23 Mayıs 2008
TEKRAR YAZIYORUM!
Yenibosna Adil Düzen Çalışmalarına katılan, İstanbul Ekolüne mensup Mehmet Hikmetumut bir tarikat dostu ile karşılaşmış. O dost ona Süleyman Karagülle’den uzak durmasını, çünkü cehenneme götürebileceğini söylemiş. Şeyhi için de; o gözlerini kapadığı zaman levh-i mahfuzu görürdü, bütün zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıftı demiş…
Bu ifadelerden dolayı tekrar bu gibi bir değerlendirme yapmak zorunda kaldım. Bu dosta değil de, Mehmet Hikmetumut’a şunu söylemek isterim. Kendisi benim insanları dalâlete götüreceğimi nerden biliyor? Şeyhinin de levh-i mahfuzu gördüğünü nerden biliyor? Bu konuda bundan başka bir şey söylemeyeceğim.
1960’lara geldiğimizde Türkiye’de dört görüş revaçta idi.
a) Dini inançlar bâtıl inançlardır, gericiliktir. İnsanın uygarlaşabilmesi için bâtıl inançlardan kendisini uzak tutmalıdır. Biz gençlerimizi dinden uzak tutalım. Yaşlılar öldüğü zaman artık din diye bir bela ortada kalmaz. Bu anlayışın Türkiye mümessili Celal Bayar’dı, Halk Partisi’nin Celal Bayar grubu idi. 1960 ihtilali bu anlayışta olan kadroya yapılmıştır.
b) İhtilali yapanlar arasında iki grup vardı. Biri Celal Bayarcı gruptu. Bunlar Menderes’i devre dışı bırakarak yönetime dinsizliği hakim kılacak CHP’yi getirmek istiyorlardı. İkinci grup ise bu görüşe karşı olan Menderes’i tutan Türkeş grubu idi. Bunların görüşüne göre dine gerek vardır ama ibadete gerek yoktur. Allah’a hattâ âhirete inanırız ama ondan sonra iyi insan olma esastır. Yoksa günde beş vakit namaz kılmaya ve açlığa yani oruca gerek yoktur. Belki o ilkel insanlar için gerekli idi. Ama şimdi gereksizdir. İşte biz buna da Ankara ekolü diyoruz. Başlangıçta dine karşı olan grup başarıya ulaşmış ama sonra CHP tasfiye olmuş, Türkeş ise parti kurarak kendi görüşünü galip getirmiştir. Bu Ankara ekolüdür.
c) Sonunda Masonlar ve Amerikan tekel sermayesi de anladı ki artık din ortadan kalkmayacak, yok olmayacaktır. Dolayısıyla din düşmanlığından vazgeçildi. Bunu dinin sadece ibadet kısmı olarak kalmasını sağlamak, dinin ilimden, dinden, siyasetten uzak tutulmasını sağlamak gerektiği kanaatine vardı. Bu görevi de Demirel’e verdi. Özal da ona muavinlik etmekte idi. Demirel Tayyar Altıkulaç eliyle tüm dini okullara hakim oldu. Hayrettin Karaman tüm Müslümanların ilmi kadrosunu yanına aldı. Demirel başka bir iş daha yaptı. İstanbul tarikatlarını da organize ederek İslâmiyet’in sadece bir ibadet ve tarikat dini olarak ele alınması inancı yayıldı. O kadar ki, Erbakan’ın yetiştiği tarikatta Coşan Hoca şeyh olunca Erbakan’a müridi mürted diyecekti. Bu ekol sömürü sermayesinin, masonların, Demirel’in ekolüdür. Ve İstanbul Müslümanlarının ekolüdür.
d) Dördüncü ekol ise; bütün bunlara ‘hayır’ diyen, Kur’an yalnız din kitabı değildir diyen ekoldür; Kur’an aynı zamanda ilim kitabıdır, ekonomi kitabıdır ve siyaset kitabıdır. Kur’an’a inananlar için din ve ahlâk kitabıdır. Ama Kur’an’a inanmasalar dahi, İslâm devleti içinde herkesin yaşama hakkı vardır ve eşitlik içinde yaşama hakkı vardır. Onlar için aynı zamanda siyaset kitabıdır, ekonomi kitabıdır. İşte İzmirlilerin düşüncesi bu idi. Akevler bu anlayış içinde kuruldu. Fethullah Gülen ve Erbakan bu görüşe katıldılar. Uzun yıllar çalıştılar ama bir bütün olamadılar.
1) Akevler Kooperatifleri kurularak, İslâmî sistemde yaşamaya başlamamız, kazanacağımız faizsiz para ile ilmi, dini ve siyaseti yapmamız gerektiği görüşünde idi. Gülen cemaati ise Risalelerin okunması yeterlidir; Kur’an ilmine, Kur’an dinine, Kur’an siyasetine gerek yoktur görüşündeydi. Başlangıçta sadece Kur’an siyasetine karşı olmuşlar, Kur’an ilmine inanmışlardı. O zaman Süleyman Karagülle toplantılara davet edilirdi. Televizyonlarda konuşmalar yapılırdı. Ama sonra artık adını bile unuttular. Ekonomi bakımından da Risale-i Nurlar vakıf olarak teşkilatlanacaktı. Ekonomi ise katılanların kendi sorunları olacaktır. Oysa Karagülle kooperatifleşmeyi öneriyordu. Ağırlık kooperatif vakıf üzerinde oluşmuştur. Siyasete gelinirse, güçleninceye kadar İstanbul ekolü benimsenmiştir. Yani Demirelci olunmalıdır. Siyaset en sondaki iştir. Halbuki Akevler ekolüne göre dördünün de dengeli olarak geliştirilmesi gerekmektedir.
2) Muhterem Necmettin Erbakan, Akevler Ekolü’nün ilmî çalışmalarının başına geçmiş ve “Adil Düzen” oluşturulmuştur. Ama Erbakan’a göre önce iktidar, sonra para elde edilmeli, cari sistemde elde edilmelidir. “Adil Düzen” sonra gelebilir. Görünürde İstanbul ekolünü böylece yanına çekmek istemiştir. Yani “Adil Düzen”in uygulamasını erteleme cihetine gitmiştir. Önce iktidar, sonra “Adil Düzen” görüşü benimsenmiştir. İzmir ekolünün görüşüne göre önce Adil Düzenr göre işletmeler oluşmalı, halk Adil Düzene göre yaşamaya başlamalı; “Adil Düzen” sonra kendisi iktidar olur. Daha doğrusu iktidardakiler “Adil Düzen”i uygularlar.
3) İzmir ekolü görüşünü değiştirmemiştir. Ne var ki İzmir ekolünde yetişenler “Adil Düzen”in öğretisi içinde bilgili ve becerikli hâle geldiler. Kendilerine İstanbul ekolü anlayışında bir yer verildi mi hemen Akevler’e cephe aldılar, gömleklerini çıkardılar, cari sistem içinde üst yerleri aldılar. O kadar ki, Millî Görüş mensupları gömlek çıkararak veya değişerek Demirel’in ve Özal’ın yerini aldılar. Bu sebeple Akevler varlığını korumaktadır ama gelişememektedir. Çünkü şimdi gömleğini değiştirmiş Millî Görüş içinde yer alma çabası onları Akevler’le meşgul olmaktan alıkoymaktadır.
İşte, Karagülle düşmanlığı, şeyhlerin levh-i mahfuzu görecek kadar tanrılaştırılması bu tarihî gelişin bir sonucudur. Onlar kendi sularında yüzsünler, onlar kendi çukurlarında kör kör dolaşsınlar, kendi oyunlarında oynayıp oyalansınlar.
Bizim için asıl mesele nedir, biz Adil Düzen Çalışanları ne yapmalıyız?
Biz Yenibosna’daki çok yönlü Adil Düzen Çalışmalara katılmalıyız.
Gerisi sadece oyun ve oyalanmadır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-511/ADİL DÜZEN DERSLERİ-341İst., 23 Mayıs 2008
Adil Düzen Çalışanları ne yapmalıdır?
1- “Yenibosna Adil Düzen Çalışmalarına katılmalıdırlar” dedik.
Bunu nasıl yapacaklardır?
a) Her akşam saat 7 ile 10 arasında Adil Düzen Çalışmaları yapılmalıdır. Yenibosna’ya taşınarak bu çalışmalara katılmanız gerekmektedir.
b) Bunu yapamazsanız www.akevler.org internet sitesine girerek okumanız ve buraya yazınızı göndererek katılmanız gerekmektedir. Bu metinleri arkadaşlarla birlikte takip etmeniz gerekir. Yani İstanbul Akevler Çalışmasına bulunduğunuz yerde şube oluşturmanız gerekir.
c) Bunu da yapamazsanız, www.akevler.org’u tek başınıza takip etmelisiniz. Elinizden gelen katkıda bulunmalısınız.
d) Bunu da yapamazsanız, hiç olmazsa www.akevler.org’un varlığından çevrenizi haberdar etmeniz; böyle bir çalışma var, katkıda bulunun demeniz gerekmektedir.
2- a) İkinci yapacağınız iş ise; örnek bir işletme oluşturmamız gerekir. Adil Düzene göre işletmelerin fıkhını yapmalıyız. Yani mukaveleler yapmalıyız, Genel Hizmet içinde bir yanını benimsememiz gerekir. b) Sözleşme yapma ve Genel Hizmete katılma imkanımız yoksa, yapılan mukaveleyi öğrenme ve halka anlatarak ortak bulmaya çalışmak gerekir. c) Bunu da yapamazsanız, kurulan Adil Düzen Ortaklıklarına ortak olmak, böylece maddeten az da olsa katkıda bulunmak gerekir. d) Bunu da yapamıyorsanız, çevrenizde böyle bir kuruluşun olduğunu duyurabilirsiniz.
3- Adil Düzen işletmelerine katılmak bizim dördüncü işimizdir. Bu sonraki işimizdir. Yani örnek işletmeleri kurduktan sonra bu işi yapacağız. Nasıl katılacağız? a) Genel Hizmet ortaklıkları kurmalıyız. Her birimiz yirmi beş çeşit Genel Hizmetin ilmî ve amelî elemanı olmalıyız. Genel Hizmet kitapları yazmalıyız. Uygulamaları ortaya koymalıyız. b) Adil Düzen işletmelerinden birinin müteşebbisi olup her yerde Adil Düzen işletmelerinin kurulmasını sağlamalıyız. c) Adil Düzen işletmelerine katılıp Genel Hizmet veya Çalışan Ortak olarak katılmalıyız. d) Böyle işletmelerden alışveriş yapmalıyız. Böyle işetmelerin müşterisi olmalıyız.
4- Bundan sonra tebliğ görevi yüklenmeliyiz.
a) Uygulamaları gerçekleştirdikten sonra ilmî, dinî ve meslekî kuruluşlara gidip Adil Düzeni anlatmamız gerekmektedir.
b) Eğer mevcut olanlardan kimse kulak vermezse, o zaman bizim bu kuruluşları kurmamız gerekir.
c) İktidar olmak için değil, tebliğ için sosyal kuruluşlarımız faaliyete geçmelidir.
d) Sonra mecliste uzlaşarak “Adil Düzen”i getirmeliyiz. Ekseriyet sistemi ile asla karar almamamız gerekir. Hakemlere gidebiliriz.
Bunları yapmak farzdır; Allah’a ve Kur’an’a inanan herkese farzdır. Farzı kifayedir; birileri yaparsa diğerlerinden sakıt olur. Ama kimse yapmazsa o zaman herkes günahkar olur.
Allah madem ki bizi Müslüman yarattı, Kur’an’ı bize ulaştırdı; bu nimetin hamdini yapmamız gerekir, bu farzı yerine getirmemiz gerekir. Bizim çalışmamız yeterli olsaydı sizleri davet etmezdik ama yeterli değildir.
Yapılacak çok işlerimiz vardır.
Kur’anî ilimleri yeniden çağımızın ilmî verileri içinde anlamamız gerekir. 500 sene evvel demokrasi sorunu yoktu, lâiklik sorunu yoktu, işsizlik sorunu yoktu. Bugün ise bu sorunlar başta oturmuşlardır. O halde Kur’an bu sorunları çözecek şekilde okunmalıdır. Hükümleri ortaya konmalıdır.
Bugünün ilimlerini herkesten fazla bilmemiz gerekir. Batılıların üstünde matematiği, fiziği, hukuku bilmemiz gerekir. Biz ancak ondan sonra Kur’an’a göre o sorunları çözebiliriz. Günümüzün sorunlarını bilmezsek onları nasıl çözeceğiz? O sorunlar da bugün üniversitelerde okunan ilimleri bilmekle olur.
Elbette bunları hepimiz bilecek değilizdir. İşbölümü içinde birlikte bu ilimleri öğreneceğiz. Eğer içimizde bilenler varsa, biz de onların bildiklerini biliyorsak, biz de biliyoruz demektir. Gerektiği zaman onlardan öğreniriz.
İşte bu sebeplerledir ki Türkiye’de “Adil Düzen” için çalışmak her Müslümana farzı ayındır. Çünkü bu çalışmalar bir ulus ancak yeter.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92