RÛM SÛRESİ - 41. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ (55)
Saatin kıyam ettiği gün mücrimler bir saatin dışında kalmadıklarına yemin ederler. Bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuluyordu. (55)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ
Saatin kıyam ettiği gün mücrimler bir saatin dışında kalmadıklarına yemin ederler.
Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlun bih Fiil cümlesi | Fâil | Fiil | Mefûlun fih |
Mefûlun fih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Fâil | Fiil |
سَاعَةٍ | غَيْرَ | و | لَبِثُوا | مَا | الْمُجْرِمُونَ | يُقْسِمُ | السَّاعَةُ | تَقُومُ | يَوْمَ | وَ |
وَ: İsti’nafiyye edatıdır. Önceki cümle ile sonrası arasında anlamsal bir bağ vardır.
يَوْمَ: “Gün, dönem” demektir. الْيَوْمَ şeklinde gelirse “bugün” demektir. Birincil anlamı “gündüz”dür. Güneşin doğmasından batmasına kadar olan süredir. 24 saat olan günü ifade etmez.
اليَوْمُ: معروفٌ مِقدارُه من طلوع الشمس إِلى غروبها
Yevm: Miktarı güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre olarak bilinir. (Lisanu-l A’râb)
نَهَار gündüz demek değildir.
النَّهار: انفِتاح الظُّلمة عن الضِّياء ما بين طُلوعِ الفجر إلى غروب الشَّمس
Nehar: fecrin doğmasından güneşin batması arasındaki zamanda ziyadan kaynaklı olarak karanlığın açılmasıdır. (Makayisu-l Luga)
نَهَار kelimesi نهر kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak suyun veya sıvının akması ve akmasıyla aktığı yeri kazıp kanal oluşturması manasındadır. Nehir manası buradan gelmektedir. Bu mastar manasından ıstılahi olarak güneş doğarken ışığın karanlığın içinden bir kanal açıp akma görüntüsü oluşturmasıyla “ışıklı gündüz” anlamına gelmiştir. Güneş doğduktan batana kadar olan zaman içinde ışığın olduğu zamanları içeren bir isimdir.
Oruç ile beraber نَهَار kelimesi geçmez. Orucu نَهَار larda tutma ifadesi yoktur, orucu yevmlerde tutma ifadesi vardır. Yani fecrden güneş batana kadar olan süre olan yevm burada da ifade edilmiş olur. Aslında bu anlamda Türkçede de yevmiye olarak kullanılmaktadır. Yevmiye 24 saat çalışma karşılığı olan ücret değil, gündüz çalışma süresi içinde verilen ücrettir.
Harf-i tarifle gelince ahd için belirli bir günü de ifade edebilir. İsim tamlamasında muzaftır. Kendisinden sonra muzafun ileyhi olan kelime ya da cümle gelir. يَوْمَ şeklinde izafetle gelirse muzafun ileyhi olan kelime ya da cümlenin gerçekleştiği dönemi ifade eder. Burada da izafetle gelmiştir ve muzafun ileyhi cümledir. “Dönem” anlamındadır. Türkçede de dönem gün şeklinde ifade edildiğinden “gün” olarak Türkçeye çevrilebilir.
تَقُومُ: “Kıyam eder” demektir. قوم kökünden üçüncü şahıs dişil tekil muzari merfu malum fiildir. Fâili kendisinden sonra gelen السَّاعَةُ dür. Bir fiili yapmak için harekete geçmek demektir.
السَّاعَةُ: “Saat” demektir. سوع kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سَوْعٌ mastarı geçip gitmek ve kaybolmak manasındadır. Bu mastar manasından geçip giden ve kaybolan manasında سَاعَةٌ ıstılahi olarak zaman parçası, zaman dilimi demektir.
Kökün vâvı i’lale uğramış ve elife dönüşmüştür.
تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saat kıyam eder” demektir. Saat nasıl kıyam eder? Saat bilinçli bir varlık mıdır? Saatin kıyam etmesi demek bir işi yapması için harekete geçmesi, hazır olması, hazırlıklı olması demektir. Saat zaman dilimidir. Çok küçük bir zaman dilimi olabileceği gibi çok büyük bir zaman dilimi olabilir hatta evrenin yaratılışından itibaren olan tüm zamanı ifade edebilir. Bu haliyle genel zaman kavramını anlatmış olur. Zamanın kıyam etmesi demek eski akışının değişmesi, yeni bir görev için harekete geçmesi demektir. Zaman kuantum evreni içinde tüm seçeneklerin gerçekleşebilmesi yani hareketin olabilmesi için bir nevi film karelerinin gösterilmesi için gerekli olan an parçacıkları dizisidir. Zaman içinde insanlar seçme özgürlüğüne sahiptirler. İstediklerini yaparlar, ister iyilik yaparlar isterse kötülük yaparlar. Öyle bir an gelir ki saat kıyam eder. Artık o anda bir görev gerçekleştirilecektir. Herkes iyiyi kötüyü görecektir. Sonra başka bir anda saat yine kıyam edecektir ve artık o anda başka bir görev gerçekleştirilecektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saatin kıyam ettiği gün” demektir. Burada السَّاعَةُ harf-i tarifle marife gelmiştir. Saatin her kıyam etmesi önceki dönemin sona erip yeni bir dönemin başlaması demektir. Bu yeni dönem يَوْمَ ile ifade edilmiştir. Saat kıyam etmiş, yeni bir görev gerçekleştirilecektir. Bu görevin gerçekleştirileceği dönem saatin kıyam ettiği dönemdir.
يُقْسِمُ: “Yemin eder” demektir. İf’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. İkinci bâbdan قَسْم mastarı bir şeyde, bir işte birisinin payını, hakkını belirleyerek, takdir ederek hükme varmak, paylaştırmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَقْسَمَ – يُقْسِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Bir şeyde, bir işte birisinin payını, hakkını belirleyerek, takdir ederek hükme varır halde olmak anlamındadır. Bundan kinaye yemin etmek manasına gelmiştir.
الْمُجْرِمُونَ: “Suçlular” demektir. جرم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul marife merfu ism-i fâildir. İkinci bâbdan جَرْم mastarı kök mana olarak “kesmek” demektir. Hurma ağacını kesmek, koyunun yününü kesmek, hurmanın meyvesini kesip toplamak manasına gelmektedir. Istılahi olarak birisine karşı suç işlemek manasındadır. İf’âl bâbında (أَجْرَمَ – يُجْرِمُ) sayruret etkisi vardır. Suç sahibi olmak, suç işler halde olmak anlamındadır. İsm-i fâili olan مُجْرِم de “suçlu” demektir. İngilizcedeki suç anlamındaki “crime” kelimesi de muhtemelen bu kökten gelmektedir. Mücrimler hakkı batıl, batılı hak kılanlardır. Hakkın hak, batılın batıl olmasından hoşlanmayanlardır. Mücrimlerle الَّذِينَ أَجْرَمُوا yu ayırmak gereklidir. Mücrimlik çok belirgindir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا içinde olan bir kimse ise Allah’a, kitabına inanabilir, namazlarını kılabilir, hacca gidebilir, gece namazı bile kılabilir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا mücrimlerin kurdukları sistemi kanıksamış ve o sistem içinde çaba gösteren kimsedir. Çünkü o sistem hakkı batıl, batılı hak haline getirmiştir.
Günümüz mücrimler kavmi dönemidir. Geçmişte bu kavimler helak edilmişlerdir. Kimse kendisini güvende sanmasın. Yaşadığınız topluluğun kuralları batılı hak yapıyor diye siz o batılı uygulayarak o topluluk içinde suçsuz olabilirsiniz ama o durumda mücrimsiniz. Batıl olan eşcinsellik Lût kavminde haktı. O topluluk içinde suç teşkil etmiyordu. Ancak onu yapanlar mücrimdir. Günümüzde de fâizin yasal olması faizli işlerde sizi yaşadığınız toplulukta suçsuz kılacaktır ama Allah’a göre mücrimsiniz. Allah’ın batıl kıldıklarını yasalar izin veriyor, hak olarak görüyor diye yapsanız da mücrimsiniz. Eğer yasalar batılı hak kılıyor, hakkı batıl kılıyorsa o kavim mücrim bir kavimdir. Batı devletlerinde eşcinsellik haktır. Bizde de bunu başardılar. Artık insanlar bile hak olarak görmeye başladılar. Kimse Lût’un karısının niçin geride bırakılıp yok edildiğini düşünmez. Erkek eşcinselliğinin olduğu bir toplulukta bir peygamber karısı niçin helâk edilmiştir? Çünkü o da mücrimdi. Eşcinselliği kendi yapmadığı halde hak olarak görüyordu. Şimdi moda haline getirdiler. Başörtüsü olanlar bile bizim başörtümüze kimse nasıl karışmıyorsa onların cinsel tercihlerine de kimse karışmasın diyerek mücrim olmaktadırlar.
Mücrimlik müşriklikle ve kâfirlikle birliktedir. Müşrikler Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçerler ve müşrik mücrim olurlar. Batılın hak, hakkın batıl olması kurallar dahilindedir. Küfürde ise kural olmadan hakkı batıl, batılı hak kabul edersin. Bu durumda kâfir mücrim olurlar.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
لَبِثُوا: “Kaldılar” demektir. لبث kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Bir mekânın veya bir durumun içinde belirli bir süre kalmak manasındadır.
غَيْرَ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.
دُون gayri ile karıştırılmaktadır. دُون fonksiyonel olarak daha aşağıda olan غَيْر‘dır. دُون kullanıldığında دُون’dan sonra gelen kısım olması gereken kısımdır.
إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَاءِ
Şüphesiz siz kadınların dununda erkeklere şehvetle gelirsiniz. (Araf 7/81)
Burada Lût Peygamber kavmine kadınların dununda erkeklere şehvetle geldiklerini söylemektedir. دُون doğrudan dışında anlamında olsaydı kadınların dışında denmesine gerek yoktu. Burada kadınların fonksiyonunu daha aşağıda olan erkekler için yapıyorsunuz denmektedir ve olması gereken de دُون kelimesinden sonradır. “Kadınlar olması gerekirken erkeklere geliyorsunuz” anlamını da içermektedir.
سَاعَةٍ: “Saat” demektir. Zaman parçası, zaman dilimi demektir. Marife geldiği zaman bilinen, beklenen bir saati (zaman dilimini) ifade ederken nekre geldiği zaman herhangi bir saati ifade eder. Başka ayetlerde سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ (ışıklı gündüzden bir saat) şeklinde 24 saat içindeki küçük bir zaman dilimini ifade etmektedir. Nekre geldiği zaman küçük bir zaman dilimidir. Bizim kullandığımız “saat” kelimesi nekre olan saatin manasıyla uyumludur.
غَيْرَ سَاعَةٍ: “Bir saat dışında” demektir.
مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ: “Bir saatin dışında kalmadılar” demektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ: “Saatin kıyam ettiği gün mücrimler bir saatin dışında kalmadıklarına yemin ederler” demektir.
Burada sorulması gereken bazı sorular vardır.
Buradaki “kalma” ne demektir?
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّى يُحْيِي هَذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ
Veya arşları çökmüş halde olan kasabaya uğrayan gibi. “Allah ölümünden sonra bunu (karyeyi) nasıl diriltecek” dedi. Allah onu 100 yıl öldürdü sonra onu baas etti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün veya bir günün bir kısmı” dedi. “Hayır, 100 yıl kaldın” dedi. (Bakara 259)
Bu ayette 100 yıl ölü kalan kimse geçen süreyi bir gün kadar sanmaktadır. Ölüm sırasında vefat gerçekleştiği için zamansızlık başlamıştır ve artık zamanı anlama şansı ortadan kalkmıştır. Milyar yıl bile ölü olarak kalsa insan bunu bir gün veya daha azı sanacaktır. Aynı uyku gibidir. 8-10 saat deliksiz uyuduğunuzda uyuma sürenizi anlayamazsınız. Yıllarca komada kalıp uyanan insanlar da geçen süreyi anlayamazlar. Bu durumlar vefat halleridir. Burada da “kalma” ifadesi vardır. Bu kalma Rûm suresinin bu ayetindeki gibi ölü olarak kalmadır.
Mücrimler ölü olarak nerede kalmışlardır? Kaldıkları yer mezarları mıdır?
İnsanlar baas günü mezardan çıkmayacaklardır.
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142) فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143) لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144)
Kınar halde iken balık onu lokmaladı. Eğer o tesbih edenlerden olmasaydı baas edildikleri güne kadar onun karnında kalacaktı. (Saffat 142-144)
Bu ayetlerde Yunus Peygamberin balığın karnında baas gününe kadar kalması demek o zamanda ölüp baas gününde ruhunun balığın karnında olduğu o zamandaki bedenine bağlanması demektir. Balığın karnında ölseydi öldüğü zamandaki bedeni arz içinde olacaktı ve o arzdan çağrılmış olacaktı. Suyun içinde dirilecek ve baas edilecekti. Aksi halde balığın baas gününe kadar yaşaması ve Yunus Peygamberin de orada çürümeden, bozulmadan kalması gereklidir. Arz içinde öldüğümüz zamanki bedenimizin kaldığı yer ve zamana Kuran’da مَرْقَد demektedir. مَرْقَد ism-i zaman ve mekândır. رقد kökündendir. Durgunluğu, hareketsizliği ifade eder. مَرْقَد donuk kalınan yer veya zaman anlamındadır.
يَاوَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا
Vay bize, kim bizi merkadımızdan baas etti. (Yasin 52)
Bu ayette ölmenin gerçekleştiği kuantum uzayı içindeki arz uzayındaki merkaddan baas edilme anlatılmaktadır. Bu nedenle bir insan ister yanarak ölsün ister cesedi yakılsın ister mezarda çürüsün ister suda sabunlaşsın isterse yer üstünde toz olsun, arz yani gerçekleşen uzay içinde ölmeden hemen önceki merkadından baas edileceği için herkes hangi yaşta öldüyse o bedenle baas edilecektir. Bedensel değişimler bundan sonra olacaktır. Mezarda yapılacağı iddia edilen sorgular, kabir azabı gibi olaylar gerçek değildir. Mezar başında Allah’ın dininde yeri olmayan ruhban sınıfının ölüyü sorguya hazırlamak için yaptıkları telkinler dayanaktan yoksundur. Mezara gömülmeyen, cesedi yanarak kül haline getirilenler öne sürüldüğü anda zaten kabir azabı da mezar içindeki münker nekir sorgusu masalı da anında çürümektedir.
Mücrimlerin bir saatin dışında kalmadıklarına yemin ettikleri yer merkadlarıdır, öldükleri zamandaki öldükleri mekândır.
Mücrimler merkadlarında baas yevmine kadar kalmışlardır? Çok uzun bir süreyi niçin sadece bir saat olarak algılamışlardır?
Bu sorunun cevabı uykudadır. Uyku ayettir, ölümün ayetidir. İnsanlar hem uykuda hem de ölümde vefat ederler.
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ
O geceleri sizi vefat ettirendir. (Enam 60)
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى
Allah nefisleri ölümleri zamanında vefat ettirir ve ölmemiş olanları uykusunun içinde. Üzerine ölüm gerçekleşeni tutar ve diğerlerini isimlendirilmiş bir ecele doğru irsal eder. (Zümer 42)
Her insanın bedeni ve ruhu vardır. Ruh + beden = nefstir. Ruh ve beden arasında bizim göremediğimiz bağın kopmasına vefat denir. Vefat ölümde ve uykuda olur. Bu nedenle uyku ölümün ayetidir yani göstergesidir. Ölümü anlamanın yolu uykuyu anlamaktan geçer.
Vefat halinde zamansızlık başlar. Vefat boyunca geçen süreyi hissedemeyiz. Uykudaki geçen süreyi anlayamamamız bunun örneğidir. Bu nedenle ölüm sırasında geçen süreyi de anlayamayacağız.
Bakara 259 ayetinde 100 yıl ölü kalan kimse geçen süreyi bir gün kadar sanmaktadır. Ölüm sırasında vefat gerçekleştiği için zamansızlık başlamıştır ve artık zamanı anlama şansı ortadan kalkmıştır. Milyar yıl bile ölü olarak kalsa insan bunu bir gün veya daha azı sanacaktır. Aynı uyku gibidir. 8-10 saat deliksiz uyuduğunuzda uyuma sürenizi anlayamazsınız. Yıllarca komada kalıp uyanan insanlar da geçen süreyi anlayamazlar. Bu durumlar vefat halleridir.
Hiçbir insan uykuya daldığı anı bilemez. Uykuda vefatta olduğu için ve ölümde de vefatta olduğu için ölümün ilk anını da aynı şekilde bilemez. Uyuduğumuzu ancak uyandığımızda anlayabiliyorsak öldüğümüzü de ancak dirildiğimizde anlarız.
Uyku | Ölüm |
Uykuya daldığın anı bilemezsin | Öldüğün anı bilemezsin |
Uyandığında uyumuş olduğunu anlarsın, uyanmadan bunu anlayamazsın | Dirildiğinde ölmüş olduğunu anlarsın, dirilmeden bunu anlayamazsın |
Uykuda kaldığın süreyi anlayamazsın | Ölü kaldığın süreyi anlayamazsın |
Uyandığında uyuduğun bedenle kalkarsın | Dirildiğinde öldüğün bedenle kalkarsın |
Bazıları mutlu uyanır, bazıları mutsuz uyanır. | Bazıları mutlu dirilir, bazıları mutsuz dirilir. |
Mücrimler vefat halinde olduklarından onlar için zaman geçmemiştir. Zamansızlık durumundadırlar ve bunun sadece bir saat olduğuna yemin etmektedirler.
İnsan cenin iken yaşatılmasına başlanmış olur. Ruh ile beden bağlanmış olur. Sonra ölümle ruh ve beden arasındaki bağ kopmuş olur. Baas yevminde zamansızlık içindeki ruh ölen bedenin ölmeden önceki haline bağlanır. Arada geçen vefat halindeki zamansızlık nedeniyle zaman algısı yoktur. Sadece bir saat olduğuna kasem etmektedirler. Kasem kullanılmasının sebebi bu zamanı kısmetlendirmiş olmalarıdır. Bir taksim yapmışlardır. Zaman için bir değer biçmişlerdir ve bunun doğru olduğundan emindirler.
كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ
Bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuluyordu.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Kâne | Haberi Mefûlun mutlak |
Nâib-i fâil | Fiil | Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Bedel | Mübdelün minh |
و | يُؤْفَكُونَ | و | كَانُوا | الْإِفْكِ | ذَلِكَ | كَ | إِفْكًا |
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir.
كَذَلِكَ: “Onun gibi” demektir. Türkçe “Bunun gibi” şeklinde ifadesi daha uygundur.
كَانُوا: “İdiler” demektir. Nakıs fiildir.
يُؤْفَكُونَ: “Onlarda yanlış algı oluşturuluyor” demektir. Üçüncü şahıs çoğul muzari meçhul fiildir. إِفْك “yanlış algı, saptırma, saptırma bilgi” demektir. İfk, var olan bir durumun başka şekilde gösterilmesidir. Olayı gerçek olduğundan başka türlü algılatmak demektir.
كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ: “Bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuluyordu” demektir.
Burada “bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuldu” (كَذَلِكَ أُفِكُوا) veya “bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuluyor” (كَذَلِكَ يُؤْفَكُونَ) denmemekte, “bunun gibi onlarda yanlış algı oluşturuluyordu” (كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ) denmektedir. Saatin kıyam etmesinden öncesinde de böyle bir yanlış algılarının var olduğu anlaşılmış olmaktadır. Dünya hayatında da bunun gibi yanlış algıları varmış. Algı kavramı çok önemlidir. Algıladıklarımız her zaman doğru değildir. Gerçek olanla algılanan aynı olmayabilir.
Mücrimlerin böyle yanlış algıları vardır. Hakkı batıl, batılı hak olarak algılarlar. Nasıl baas yevmine kadar kaldıkları halde bunu ancak bir saat olarak algılatılmışlarsa hakkı batıl, batılı da hak olarak algılatılmışlardır. Günümüz mücrimlerine çoğunluk demokrasisi hak olarak algılatılmaktadır, eşcinsellik hak olarak algılatılmaktadır, faiz hak olarak algılatılmaktadır. Kuran neyi emrediyorsa onu batıl, Kuran neyi nehyediyorsa onu hak sayıyorlardır.
Sihirbazların yaptığı da algıdır. Bir şeyi size başka türlü algılatırlar. Gözünüzün önünde adamı ortadan ikiye kesmiş gibi bir algı oluştururlar.
Bu resimde üstteki koyu, alttaki açık gibi görünen iki cisim var. Kırmızı üçgenin gösterdiği ara yere parmağınızı koyarak iki cismin bağlantısını kestiğinizde aslında ikisinin de aynı renkte olduğunu görürsünüz. İşte algı böyle bir şeydir.
Günümüz algı dünyasıdır. Vesenlerin dünyasıdır. Tek dertleri algıdır. Kendi vesenlerinin yaptığı her şeyi iyi algılatmak, diğer vesenlerin yaptığı her şeyi kötü algılatmak derdindedirler. Vesenler ve çoğunluk demokrasisi için algı her şeydir. Çoğunluk demokrasisi de sömürücü sermayenin algılatmasıdır. Çok iyi bir şeymiş gibi algılatılmaktadır. Mücrimler öldükten sonra dirilene kadar geçen belki de milyon yıl geçen süreyi nasıl 1 saat algılıyorlarsa sömürücü sermayenin algılattığı çoğunluk demokrasisini çok çok iyi bir şey olarak algılarlar. Böylece onlara batıl hak olarak algılatılmış olmaktadır. Onlar da Kuran’daki çoğunluk hakkındaki ayetleri görmezden gelerek bu algıların peşinde koşmaktadırlar.
Gazze’de savaş olsun olmasın, oradakilerin oradan hicret etmesi gerektiğini söylüyoruz ama oradan çıkmamaları ve orada ölüp şehit olmaları gerektiği algısı oluşturuluyor. Oysa Kuran tersini söylüyor, orada çıkma çabasında olmayıp da ölenlerin barınaklarının cehennem olacağını söylüyor. İşte böylece batılı hak gösterme şeklinde bir algı oluşturuluyor. Batıl olan hakmış gibi gösteriliyor ve bu batılı savunanlar da kendilerinde algı oluşturulan mücrimler haline geliyorlar. Bırakın orada ölsünler, sakat kalsınlar, biz burada miting yaparak bağırıyoruz, Yahudi mallarını boykot ediyoruz, sosyal medyadan lanetler yağdırıyoruz, daha ne yapalım demiş oluyorlar. Orada savaş olmasa bile hiçbir şey üretmeden sadece yardımlarla yaşayan 2,4 milyon insanın olmasının neresi hak? İşte bu batıldır ve bu batılı hak olarak savunanlar kendilerini mücrim olarak konumlandırıyorlar.
Algılarımızın esiri olmamak için yapmamız gereken Kuran’ı rehber edinmektir. Aksi takdirde siz algılamazsınız, bu ayetteki gibi size algılattırırlar. Çok iyi bir şey yaptığınızı sanarak cehenneme doğru emin adımlarla ilerlersiniz.
Teşvikiye, Yalova
25 Kasım 2023
M. Lütfi Hocaoğlu