RÛM SÛRESİ - 27. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (38)
Yakın olma sahibine hakkını ver ve miskine ve yolun oğluna. O, Allah’ın vechini irade edenler için hayırlıdır ve onlar, onlar iflah olanlardır. (38)
فَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ
Yakın olma sahibine hakkını ver ve miskine ve yolun oğluna.
Emir fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlun bih | Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
ابْنَ السَّبِيلِ | وَ | الْمِسْكِينَ | وَ | حَقَّهُ | ذَا الْقُرْبَى | أَنْتَ | آتِ | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye; fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ), fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ), netice fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ), irtibat fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ) şeklinde sınıflandırılır.
Bu ayette bu emir cümlesi öncesindeki cümle ile sebep sonuç ilişkisi içindedir. أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ (Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açtığını ve ölçülü verdiğini hiç görmediler mi?) cümlesi sebeptir, arkasından haklarını verme emri gelmektedir, bu da sonuçtur. Bu nedenle bu fâ, fâ-u ta’liliyyedir.
آتِ: “Ver” demektir. İf’âl bâbından birinci tekil şahıs emir malum fiildir. İkinci bâbdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Verdi anlamına gelir. Gelen, getiren ve veren haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren kimse, getirdiğini mef’ûlün bihle etkileşime sokar. جَاءَ fiilinde ise gelme vardır ama etkileşim yoktur.
ذَا: “Sahibi” demektir. Eril tekil mensub çekimidir. Her zaman muzaf olarak kullanılır. Muzafun ileyhinin sahibi olmayı ifade eder. Arapçada beş isim (esma-i hamse) vardır. Bunların i’râblanması özeldir. Diğer isimlere benzemezler. ذَا da beş isimdendir. Bunlar أَب (baba), أَخ (kardeş), حَم (kayınpeder), فَم (ağız), ذُو (sahibi) kelimeleridir.
Bu kelimenin çekimi aşağıdaki şekildedir:
Çoğul | Çoğul | İkil | Tekil | |
أُولُو | ذَوُو | ذَوَا | ذُو | Eril | Merfu |
أُولَاتُ | ذَوَاتُ | ذَوَاتَا | ذَاتُ | Dişil |
أُولِي | ذَوِي | ذَوَيْ | ذَا | Eril | Mensub |
أُولَاتِ | ذَوَاتِ | ذَوَاتَيْ | ذَاتَ | Dişil |
أُولِي | ذَوِي | ذَوَيْ | ذِي | Eril | Mecrur |
أُولَاتِ | ذَوَاتِ | ذَوَاتَيْ | ذَاتِ | Dişil |
الْقُرْبَى: “Yakın olmak” demektir. قرب kökünden mastardır.
ذَا الْقُرْبَى: “Yakın olma sahibi” demektir. Kuran’da sahip olanın tekil, ikil ve çoğul kullanımları vardır.
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
| | | Merfu |
أُولِي قُرْبَى 1 | | ذَا قُرْبَى 3 | Mensub |
| | | Mecrur |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
أُولُو الْقُرْبَى 1 | | | Merfu |
ذَوِي الْقُرْبَى 1 أُولِي الْقُرْبَى 1 | | ذَا الْقُرْبَى 2 | Mensub |
| | ذِي الْقُرْبَى 6 | Mecrur |
Yakın olma sahipleri çoğul olarak 4 kere, tekil olarak 11 kere geçmektedir. Bir kere de tekil olarak ذَا مَقْرَبَةٍ şeklinde mimli mastarla gelmektedir. Buna göre tekil 12, çoğul 4 olmak üzere bu kombinasyon toplam 16 kere geçmektedir.
حَقَّ: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır. Birine izafetle gelirse o kişinin hakkı demektir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. ذَا الْقُرْبَى ya racidir.
حَقَّهُ: “Onun hakkı” demektir. Yakın olma sahibinin hakkıdır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. ذَا الْقُرْبَى ya الْمِسْكِينَ yi atfetmektedir.
الْمِسْكِينَ: “Miskin, yoksul” demektir. Kökü سكن dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Hareketsiz olmak manasından gelmiştir. Buradan maddi imkânsızlıklar nedeniyle hareket etme imkânı bulamayan kimse olarak yoksul anlamında kullanılmaktadır. Çoğulu مَسَاكِينَ dir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الْمِسْكِينَ ye ابْنَ السَّبِيلِ yi atfetmektedir.
ابْنَ: “Oğul” demektir. بنو kökünden gelmiştir. Camid isimdir. Erildir. Dişili kız çocuk anlamında ابْنَةٌ dür. Eril ikili ابْنَيْنِ (mensub-mecrur), dişil ikili ابْنَتَيْنِ (mensub-mecrur) dir. Düzensiz eril çoğulu أَبْنَاءٌ (merfu), أَبْنَاءً (mensub) ve أَبْنَاءٍ (mecrur) dir. Kıyas dışı olarak düzenli eril çoğulu gelir. بَنُونَ (merfu) ve بَنِينَ (mensub-mecrur) şeklindedir. Dişil çoğulu بَنَاتٌ (merfu) ve بَنَاتٍ (mensub-mecrur) dir. Yalnızca biyolojik oğul anlamında değildir. Bir şeye mecazi mana vermek için ilgisi olduğu, yakın ilişkide olduğu başka bir şeye ابْن olarak izafe edilerek kullanılır.
السَّبِيلِ: “Yol” demektir. Kökü سبل dir. Bir kimseyi ya da kendisini başka bir kimseye veya bir mekâna veya bir işe, bir hedefe, bir amaca ulaştırmak manasındaki fiilden gelmiştir. Bir amaca ulaşmak için gidilen yöntemleri ifade eder. Fiziksel olarak yolu da ifade eder. Çoğulu سُبُل dur.
لَا تَتَّبِعَانِّ سَبِيلَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Bilmeyenlerin yoluna ikiniz uymayın. (Yunus 89)
Bu ayette Allah’ın Musa ve Harun’dan uymamalarını istediği yol, üzerinde yaya veya araçla gidilen yol değildir. Onların uyguladığı yöntemler dizisidir.
فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ
Tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla. (Mümin 7)
Burada da sebil fiziksel olarak üzerinde gidilen yol değildir. Kuran’da çok sayıda geçen sebilillah kavramının fiziksel yolla ilgisi yoktur.
ابْنَ السَّبِيلِ: “Yolun oğlu” demektir. Hiç kimse yolun oğlu olamayacağından buradaki oğulun (ابْن) biyolojik oğul olmadığı gayet açıktır.
آتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ: “Yakın olma sahibine hakkını ver ve miskine ve yolun oğluna” demektir.
Burada üç tane kavram vardır. Bunlar sadaka dağıtılan herhangi kişiler değildir. Öncelikle hepsi tekil gelmektedir. Bu da bunların kurumsal bir yapı olduğunu göstermektedir. Eğer bireysel olarak haklarını verseydik cümle آتِ أُولِي الْقُرْبَى حَقَّهُمْ وَالْمَسَاكِينَ وَأَبْنَاءَ السَّبِيلِ (yakın olma sahiplerine haklarını ver ve miskinlere ve yolun oğullarına) şeklinde gelecekti. Üç kavramı da ayrı ayrı inceleyelim.
ذَا الْقُرْبَى (Ze-l kurba) akraba demek değildir. Akraba Kuran’da الْأَقْرَبُونَ / الْأَقْرَبِينَ (akrabin) şeklinde yedi kere miras ayetlerinde ve başka ayetlerde geçmektedir.
لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَفْرُوضًا
Adamlar için anne baba ve akrabaların terk ettiklerinden bir nasip vardır ve kadınlar için anne baba ve akrabaların terk ettiklerinden ondan az olandan veya çok olandan farz edilmiş nasip olarak bir nasip vardır. (Nisa 7)
Biyolojik yakınlığı ifade eden kelime budur. Zi-l kurbaya biyolojik yakınlık manası verilmesi doğru değildir.
Burada الْقُرْبَى mastardır. Bir mastarın sahibi olmak ne demektir? Bunun da çözülmesi gerekmektedir.
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Allah büyük fazl sahibidir. (Bakara 105)
Kuran’da bu şekilde altı defa Allah için büyük fazl sahibi denmektedir. Mastara sahiplik izafe edilmiştir. Hiçbir yerde الْفَضَّال (faddâl) veya الْفَاضِل (fâdıl) sıfatını kullanmamaktadır. Faddâl veya fâdıl şeklinde mübalağalı ism-i fail veya ism-i fail olarak gelseydi Allah’ın her an her zaman herhangi birisi üzerinde bu fazl vasfını gösterdiğini anlardık. Oysa Allah fazl vasfını gerektiği zaman gereken kimse üzerinden göstermektedir. Bu nedenle ذُو الْفَضْلِ şeklinde gelmiştir.
وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Allah azizdir, intikam sahibidir. (Maide 5)
Kuran’da bu şekilde dört kere Allah’ın intikam sahibi olduğu söylenmektedir. Burada da mastara sahiplik izafe edilmiştir. Hiçbir yerde Allah için الْمُنْتَقِم (muntakim) denmemektedir. Eğer denseydi Allah’ın her an her zaman herhangi birisi üzerinde bu intikam alma vasfını gösterdiğini anlardık. Allah gerektiği zaman gereken kimseden intikam almaktadır. Bu nedenle ذُو انْتِقَامٍ şeklinde gelmiştir.
Zi-l kurba da bu şekilde değerlendirilmelidir. Bu tek kişi değildir, kurumsal bir yapının içindekilerdir. Yakın olma sahibi olduklarından akraba gibi sürekli var olan bir yakınlık yoktur. Yakın olmaları gereken kimseye yakın olmaktadırlar. Görevleri budur. Bakıma muhtaç olan kimseye bakmak, yardıma ihtiyacı olan kimseye yardım etmek için yakınında bulunma potansiyelini taşıyan kimselerdir. Yakınlık bir müessesedir. Bu müessesenin çalışanları da zi-l kurbadır. الْقُرْبَى kelimesi müennes ism-i tafdil kalıbından bir mastardır. Yani aslında en yakın manasından gelmiştir. En yakınında olanlardır. Dikkat edilmesi gereken burada mastarın الْقُرْبَى şeklinde marife gelmesidir. Bu da yakın olmanın tanımlandığını göstermekte, müessese olduğunu ifade etmektedir. Kuran’da ذَا قُرْبَى şeklinde nekre olarak da gelmektedir.
وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى
Söylediğinizde adil olun, bir yakın olma sahibi olsa bile. (Enam 152)
Bu ayetteki ذَا قُرْبَى nekre olduğundan herhangi bir yakın olmayı ifade etmektedir. Akraba, arkadaş, komşu gibi hepsini kapsayabilir.
Zi-l kurba ise yakınlık müessesesinin çalışanlarıdır. Sabit bir yakınlıkları yoktur. İhtiyacı olan kimsenin yakınındadırlar, onun işlerini yaparlar, ona yardım ederler. Zekâttan payları vardır. Bu nedenle hak sahibidirler. Çalıştıkları için haklarının onlara verilmesi gerekir. Eğer bir kimse biyolojik bir yakını hasta olduğu için ona bakarsa baktığı dönemde o da zi-l kurbadır ve zekâttan payını alır. İsterse babasına, isterse anasına baksın, o sırada o kişi zi-l kurbadır ve payını alır.
الْمِسْكِينَ (miskin) de tekil gelmiştir. Harf-i tarifle marife olarak gelmiştir. Bunun da tanımlanması gerekir. Topluluk içinde kimlerin miskin olduğunun belirlenip onlara da hakları verilmelidir. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle hareket etme imkânı bulamayan kimse olan miskin için bir kriter belirlenmeli ve bu kritere uyan kimseler bu tanıma dahil edilerek zekâttan payları verilmelidir. Zekât deyince kimsenin aklına günümüzde zekât olarak adlandırılan ve zekâtla uzak yakın ilgisi olmayan uygulamalar gelmesin. Zekât vergidir ve kamu tarafından toplanılıp dağıtılır. Allah’ın dini olmayan yerlerde ki maalesef şu anda hiçbir yerde yok, Kuran’ı hayatın dışına çıkarmak için üretilen ruhban sınıfı tarafından tuhaf şekillerde zekât tanımları yapılmış ve zekât müessesesi de bu büyük tahriften nasibini almıştır.
ابْنَ السَّبِيلِ de anlamı “yolun oğlu” olduğu halde “yolda kalmış” manası verilerek tahrif edilmiş kavramlardandır. Bir kere sebil kelimesi öncelikle coğrafi yol anlamına gelmez. Coğrafi yol anlamına gelmesi için bir karine gereklidir.
Sebil bir amaca ulaşmak için sistematik bir şekilde yapılan uygulamalardır. Karar ağacı ile bir dizi uygulama ve bu uygulamaların gerçekleşme yöntemlerinden oluşur. Amacınızı gerçekleştirmek için işlerin sırasını belirlersiniz, hangi işi kimin nasıl yapacağını belirlersiniz, işin ilerleme sürecini belirlersiniz, algoritmalar oluşturursunuz. İşte bu sebildir. Bu sebil sizi bir hedefe ulaştıran yol haritasıdır.
Buradaki sebil harf-i tarifle gelmiştir. Bu nedenle Allah’ın yolu demektir. İbn-i sebil ise bu yolda çalışan kimselerdir. Kamu görevlileridir. Kamu adına iş yapan kimselerdir. Allah’ın dini yani düzeni içinde çalışan, uygulamaları yapan kimselerdir. Burada da tekil gelmiştir. Yolun oğulları denmemiştir. Çünkü bu da müessesedir. İbn-i sebil günümüzdeki gibi daimî olarak memur olup başka iş yapmayan kimse değildir. İbn-i sebil kendi işini yaparken kamu adına da işler yapar. Allah’ın yolunun kurallarına, metodolojisine tabi olarak işlerini yaparlar. Zekâttan yani vergiden paylarını alırlar. Bu yolda çalıştıkları için onların hakkıdır ve “haklarını ver” denmektedir.
Aşağıdaki tabloda Kuran’da mali olarak işlem yapılması gereken kimseler görülmektedir:
| İhsan | Malı ita | Ganimetin beşte biri | İta | Hakkını ita | Ehl-i Kura’dan Allah’ın resulüne ifa ettiği | Fazıl sahiplerinden onlara ita | Miras taksiminde hazır bulunurlarsa rızıklandırılma | Sadakayı ita | İt’am | İnfak | Kendi malını ona verme | Ona şükretmek | Mallarda hakkı olmak | Tahrir | Fekk | Rızıkta eşit olmak | Mukatebe | Malla ve canla cihad | Mirasından nasibi olmak |
Valideyn | x | | | | | | | | | | x | | x | | | | | | | |
Zi-l kurba | x | | x | x | x | x | | | | | | | | | | | | | | |
Uli-l (Zevi-l) kurba | | x | | | | | x | x | | | | | | | | | | | | |
Cari zi-l kurba | x | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |
Yetimler | x | x | x | | | x | | x | | x | x | x | | | | | | | | |
Miskinler | x | x | x | | x | x | | x | x | x | x | | | | | | | | | |
İbn-i sebil | x | x | x | | x | x | | | x | | x | | | | | | | | | |
Sailler | | x | | | | | | | | | | | | x | | | | | | |
Mahrum | | | | | | | | | | | | | | x | | | | | | |
Rakabe ve Fi-r rikab | | x | | | | | | | x | | | | | | x | x | | | | |
Cari-l cunub | x | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |
Sahibi bi-l cenb | x | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |
Ma meleket | x | | | | | | | | | | | | | | | | x | x | | |
Allah | | | x | | | x | | | | | | | | | | | | | | |
Resul | | | x | | | x | | | | | | | | | | | | | | |
Fakirler | | | | | | x | | | x | | x | | | | | | | | | |
Baise-l fakir | | | | | | | | | | x | | | | | | | | | | |
Amiline ala sadaka | | | | | | | | | x | | | | | | | | | | | |
Müellefe-i kulub | | | | | | | | | x | | | | | | | | | | | |
Garimin | | | | | | | | | x | | | | | | | | | | | |
Fi sebilillah | | | | | | | | | x | | x | | | | | | | | x | |
Akrabin | | | | | | | | | | | x | | | | | | | | | x |
Esirler | | | | | | | | | | x | | | | | | | | | | |
Ayette “hakkını ver” denmektedir. “Hakkını verin” denmemektedir. Bu durumda bu verme emri topluluk adına başkanadır. Toplanan zekâttan onların hakları verilmelidir ve bu görev başkana aittir.
ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ
O, Allah’ın vechini irade edenler için hayırlıdır.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
اللَّهِ | وَجْهَ | و | يُريدُونَ | الَّذِينَ | لِ | خَيْرٌ | ذَلِكَ |
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir. Muhatap كَ yani “sen”dir. “Sana söylüyorum, o” anlamına gelmektedir. Bu uzak ism-i işaret yakın olma sahibine, miskine ve yolun oğluna hakkını vermeye işaret etmektedir. Böyle anlamlara işaret etmede uzak ism-i işaretler kullanılır. Muhatap tekil geldiği için herkesi birey birey ilgilendirmektedir. Eğer ذَلِكُمْ şeklinde gelseydi topluluğu ilgilendirecekti.
خَيْرٌ: “Hayırlı” demektir. Sonu, sonucu iyi olan demektir. Başlangıcı kötü de olsa sonuç iyiyse o hayırlıdır.
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sizin için hoş olmadığı halde size kıtal yazıldı. Sizin için hayırlı olduğu halde hoşunuza gitmeyen bir şey olabilir ve sizin için şer olduğu halde hoşunuza giden bir şey olabilir. Allah bilir ve siz bilmezsiniz. (Bakara 216)
Bu ayet hayrın başlangıçta hoşa giden bir durum olamayabileceğini gösteriyor. Şerrin de başlangıçta hoşa giden bir durum olabileceğini gösteriyor. Hayr sonucu iyi olan, şer ise sonucu kötü olandır. Her ikisinden de başlangıçta hoşlanma veya hoşlanmama durumu olabilir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür.
يُرِيدُونَ: “İrade ederler” demektir. رود kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs çoğul muzari merfu malum fiildir. Birinci bâbdan رَوْد mastarı bir fiilin gerçekleşmesini istemek, o fiilin gerçekleşmesi için çabalamak manasındadır. İf’âl bâbında (أَرَادَ – يُرِيدُ) sayruret etkisi ile gelir. Fiilin gerçekleşmesini ister hale gelmek, o halde olmak anlamındadır.
وَجْهَ: “Yüz, surat, vech” demektir. وجه kökünden gelmiş isimdir. Çoğulu وُجُوه dur.
(وجه) الواو والجيم والهاء: أصلٌ واحد يدلُّ على مقابلةٍ لشيء. والوجه مستقبِلٌ لكلِّ شيء.
Vâv ve Cim ve He: Tek kök bir şey için karşılaşmaya delalet eder. Vech her şey için karşılayandır. (Makayisu-l Luga)
Vech yüz demektir ancak her zaman fiziksel olarak yüzü ifade etmez. Genellikle kişinin yönelimini ifade eder. Çünkü insan kime yönelirse yüzünü ona çevirir.
أَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ
Onu her nereye yöneltirse hiçbir hayır getirmez. (Nahl 76)
Bu ayetteki gibi tef’îl bâbından geldiğinde “yöneltmek” anlamına gelir.
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَى رَبِّي أَنْ يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ
Medyen’le karşılaşmaya yöneldiğinde “Belki rabbim beni yolun ortasına rehberlik eder” dedi. (Kasas 22)
Bu ayetteki gibi tefe’ûl bâbından gelince “yönelmek” anlamındadır. Türkçede de “teveccüh” şeklinde “yönelim, yönelme” anlamında doğru bir şekilde kullanılmaktadır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechi” demektir.
يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade ederler” demektir.
الَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade edenler” demektir.
لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade edenler için” demektir.
خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade edenler için hayırlı” demektir.
ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “O, Allah’ın vechini irade edenler için hayırlıdır” demektir. Allah’ın vechini irade etmek ne demektir? Birisinin vechini irade etmek o kimsenin yüzünü, sana bakmasını, sana yönelmesini, seninle ilgilenmesini irade etmek demektir. Burada الَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ şeklinde has ism-i mevsulle gelmiştir. Organizasyonu ifade eder. Allah’ın vechini irade edenler bu iradeyi organize bir şekilde gerçekleştirmektedirler. Öyle organizasyon yapmışlardır ki yaptıkları her uygulama Allah’ın istediği gibidir. Allah’ın istediğini yapmak istemektedirler. Bu organize yapıda çoğunluk demokrasisi yoktur. Çoğunluk demokrasisini isteyenler, o yolda çaba içinde olanlar Allah’ın vechini irade etmemektedirler. Çoğunluğa uymanın nasıl da kaynakları kuruttuğunu, sistemi çökerttiğini canlı olarak görmekteyiz. Bu organize yapı öyle bir sistem kurar ki bu sistem Allah’ın istediği sistemdir, Allah’ın dinidir. Allah’ın istediği sistemden, Allah’ın dininden taviz vermezler. Ancak böyle Allah’ın vechi irade edilir, vesenler içinde değil.
Bu sistem içinde zi-l kurba, ibn-i sebil ve miskinlerin hakkı verilmektedir. Vesenler Allah’ın diniyle ilgilenmediği için bu terimlerle de ilgilenmezler. Ancak Allah’ı vechini irade edenler bunlarla ilgilenir ve onlar için hayırlıdır. Allah’ın vechini irade etmeyenler için hayırlı değildir anlamına gelmez ama onlar Allah’ın sistemi içinde değil genel geçer çoğunluk sistemi içinde çözümler üretmeye çalıştıkları için başarılı olma şansları yoktur. Sistem kendi içinde dengesizdir. Memura zam yapar, asgari ücreti artırır ama yaptığı her hamle karşılıksız para sistemi içinde olduğu için hiçbir işe yaramaz, daha da kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Allah’ın vechini irade edenler ise tüm sistemi düşünürler, palyatif çözümler getirmezler. Çoğunluk sistemini irade edenler ise vesenler içinde boş yere çabalar dururlar.
وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ve onlar, onlar iflah olanlardır.
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Haber | Fasıl zamiri | Mübteda |
الْمُفْلِحُونَ | هُمْ | أُولَئِكَ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ cümlesine أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesini atfetmektedir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir. الَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ ye işaret etmektedir.
هُمُ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Fasıl zamiridir. Te’kid için gelir.
الْمُفْلِحُونَ: “İflah olanlar” demektir. فَلَاح “arzu edilen, aranan, edinilmek istenen rahatlık, başarı, kazanç” demektir. İf’âl bâbında (أَفْلَحَ – يُفْلِحُ) sayruret etkisi ile gelir. “Felah sahibi olmak, rahat, başarı, kazanç sahibi olmak, iflah olmak” anlamına gelir.
أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ: “Onlar, onlar iflah olanlardır” demektir. Onlar arzu edilen başarıya ulaşanlardır. Başarı yalnızca Allah’ın vechini irade etmekle olur, çoğunluğun oyunu almayı irade etmekle olmaz.
Bizi başarısız görmekteler. Onlara göre iyi ki başarısızız. Onlara göre başarı çok oy, çok mürid, çok mal, çok paradır. Mevcut sistem içinde, kapitalist düzen içinde iyi ki başarılı değiliz. Allah’ın vechini irade ediyoruz ve bu düzen içinde yükselmeyi irade etmiyoruz. Vesenlere dahil olup algılar oluşturup oyları toplayıp bir gün önce söylediğimizin tersini söyleyerek sözde başarılar elde etmek çabasında da değiliz. İnsanların inançlarını sömürerek Evliya A.Ş.ler, Evliya holdingler de kurup lüks içinde yaşayıp lüks içinde de ölmüyoruz. İşçilik sistemi içinde kısa zamanda insanların emeklerini sömürerek, kapitalist sistemin yatırım araçlarını kullanarak zengin olma derdinde de değiliz. Allah’ın vechini irade ediyoruz. Biz başarılıyız. Asıl başarısız olanlar bize başarısız diyenlerdir. Bu ayet bunu söylemektedir. Biz Allah’ın dini için çalışıyoruz. Biz iflah olanlarız. Başkalarının söyledikleri, vesenler, milyonlarca müridi olanlar, tonlarca paraları olanlar, sayılamayacak malları olanlar bizi ilgilendirmiyor. Onlar iflah olanlar değildir. Biz iflah olanlarız. Bizim taviz vermediğimiz bu yol Allah’ın vechini irade edenlerin yoludur.
Teşvikiye, Yalova
15 Temmuz 2023
M. Lütfi Hocaoğlu