RÛM SÛRESİ - 45. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ (59)
Bunun gibi Allah bilmeyenlerin kalplerinin üzerini tab eder. (59)
Fiil cümlesi |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Mefûlun mutlak |
Mecrur | Cârr | Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl | Bedel | Mübdelün minh |
Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
و | يَعْلَمُونَ | لَا | الَّذِينَ | قُلُوبِ | عَلَى | اللَّهُ | يَطْبَعُ | الطَّبْعِ | ذَلِكَ | كَ | طَبْعًا |
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir.
كَذَلِكَ: “Onun gibi” demektir. Türkçe “Bunun gibi” şeklinde ifadesi daha uygundur.
يَطْبَعُ: “Tab eder” demektir. طبع kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir.
طَبَعَ - يَطْبَعُ + كائن + على كائن أو شيء: يضع على الشيء طبقة رقيقة تغطيه: يكسوه على سطحه الخارجي بمادة لاصقة لها صفة العزل والفصل عن المؤثرات الخارجية، وذلك لحفظ مكونات وتركيب الشيء على حاله من غير تغيير، ومن غير تَأثُّر بالعوامل الخارجية
Tab’ etti - tab’ eder + birisi + birisi veya bir şeyin üzerini: Bir şeyin üzerine onu kapatan ince bir tabaka koyar: Ona onun dış yüzeyi üzerine ona yapışan, dış etkilerden ayırıcı ve yalıtıcı özellikte bir madde giydirir ve bu, o şeyin bileşenlerinin ve terkibinin değişmeden ve harici âmillerle etkilenmeden hali üzerinde korunması içindir. (Kitabuallah)
Tab etmek bir şeyin üzerini bir tabaka ile örtüp dışarıdan gelen etkilerden etkilenmeden aynı şekilde kalmasını sağlamaktır. Tabiat ve matbaa kelimelerinin kökü de buradandır.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
قُلُوبِ: “Kalpler, beyinler” demektir. Tekili قَلْب dir. قلب kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan قَلْب mastarı yönünü değiştirmek manasındadır. Bu mastar manasından yön değiştiren manasında, ıstılahi olarak kanın yönünü değiştirdiği için “kalp”, sinirlerde sinyallerin yönünü değiştirdiği için “beyin” anlamında camid isimdir. Erildir. İkili قَلْبَيْنِ (mensub) dir.
القَلْبُ: تَحْويلُ الشيءِ عن وجهه.
Kalb: Bir şeyin yönünü değiştirmektir. (Lisanu-l Arab)
وقَلَّبه: حَوَّله ظَهْراً لبَطْنٍ.
Onu taklib etti: Onu sırtı karnı olacak şekilde değiştirdi. (Lisanu-l Arab)
(قلب) على رَدِّ شيءٍ من جهةٍ إلى جهة
Kalb: Bir şeyi bir yönden bir yöne döndürmektir. (Makayisu-l Luga)
Buradaki kalp beyindir. Sinirlerle gelen sinyalleri alıp işler ve yönünü değiştirir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul (müzekker cem) has ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde eril çoğul bir aid zamiri bulunur.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَعْلَمُونَ: “Bilirler” demektir. علم kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. İçindeki cem vâvı (يَعْلَمُونَ) has ism-i mevsulün aid zamiridir.
لَا يَعْلَمُونَ: “Bilmezler” demektir.
الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ: “Bilmeyenler” demektir.
قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ: “Bilmeyenlerin kalpleri” demektir.
عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ: “Bilmeyenlerin kalplerinin üzeri” demektir.
يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ: “Allah bilmeyenlerin kalplerinin üzerini tab eder” demektir.
كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ: “Bunun gibi Allah bilmeyenlerin kalplerinin üzerini tab eder” demektir.
Kuran’da tab etmek fiili 11 kere geçmektedir. Hepsinde de kalplerin üzeri tab (طَبْع) edilmektedir. Buna yakın bir kelime de hatm (خَتْم) kelimesidir.
| Kalp (قَلْب) | İşitme (سَمْع) | Görme (بَصَر) | Ağız (فَمْ) |
Tab (طَبْع) | | | | |
Hatm (خَتْم) | | | | |
Tab etme bir şeyin üzerini ince bir tabaka ile kaplayıp dışarıyla bağlantısının kesilmesidir. Hatm ise bir şeyin giriş-çıkış noktasının üzerini mühürleyerek dışarıyla bağlantısının kesilmesidir.
Kalp ve işitme hem tab edilmekte hem de hatmedilmektedir. Görme ise hatmedilmemektedir. Ağızlar ise hatmedilmekte ama tab edilmemektedir.
وَنَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Kalplerinin üzerini tab ederiz de onlar işitmezler. (Araf 100)
Burada beynin tab edilmesi ile beyindeki işitme merkezinin fonksiyonunu kaybetmesi mecazi olarak anlatılmaktadır.
وَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Kalplerinin üzeri tab edildi de onlar anlamlandıramazlar. (Tevbe 87)
Burada beynin tab edilmesi ile anlamlandırma özelliğinin kaybedilmesi anlatılmaktadır.
وَطَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Allah kalplerinin üzerini tab etti de onlar bilmezler. (Tevbe 93)
Burada beynin tab edilmesi ile bilme özelliğinin kaybedilmesi anlatılmaktadır.
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِهِ مِنْ قَبْلُ كَذَلِكَ نَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِ الْمُعْتَدِينَ
Sonra ondan (Nuh’tan) sonrasında kavimlerine elçiler gönderdik de onlara kanıtlar getirdiler ve öncesinde yalanlamalarından dolayı iman ediyor olmadılar. Böylece sınırı aşanların kalplerinin üzerini tab ettik. (Yunus 74)
Burada kalplerin tab edilmesiyle iman etmiyor olmaları anlatılmaktadır.
أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Onlar Allah’ın kalplerini ve işitmelerini ve görmelerini tab ettikleridir ve onlar, onlar gafillerdir. (Nahl 108)
Burada kalp, işitme ve görme tab edilmiştir ve bu da onların gafiller olduğunu göstermektedir.
الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ وَعِنْدَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Allah’ın ayetleri hakkında onlara gelen bir sultan olmadan mücadele edenler, Allah’ın indinde ve iman edenlerin indinde büyük bir nefrettir. Böylece Allah her büyüklük taslayan zorbanın kalbinin üzerini tab eder. (Mümin 35)
Kalpleri tab edildiği için dış etkilere kapalıdır ve Allah’ın ayetleri hakkında ellerinde güçlü deliller olmadan yorum yaparak bozmaya çalışırlar. Siz ne anlatırsanız anlatın kalplerinin üzeri bir tabaka ile kaplı olduğundan etki edilmemekte, bildiği yanlış üzerinde devam etmektedir.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
Onlardan sana kulak verenler vardır. Senin indinden çıktıklarında kendilerine ilim verilenlere “az önce ne dedi?” derler. Onlar Allah’ın kalplerinin üzerini tab ettikleri ve hevalarına uyanlardır. (Muhammed 16)
Kalpleri tab edildiği için sizi dinlememekte, söylediğiniz beyinlerinde etki yapmamakta az önce denilenlerle dalga geçmektedirler.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (6) خَتَمَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (7)
Kesinlikle küfredenler, onları ister uyar ister uyarma onlara eşittir, iman etmezler. Allah kalplerinin üzerini ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir ve görmelerinin üzerinde bir perde vardır ve onlar için azim azap vardır. (Bakara 6-7)
Bu ayette kalpler ve işitmeler hatmedilmiştir, görmelerinin üzerinde ise perde vardır, o hatmedilmemiştir. Görme hatmedilmemektedir.
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
O gün ağızlarının üzerini mühürleriz ve bizimle elleri konuşur ve ayakları kazanıyor olduklarından dolayı şahitlik eder. (Yasin 65)
Bu ayette ağızlar hatmedilmiştir. Mühürlü olduklarından açılamamaktadırlar.
أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً
İlahını hevası edinen ve Allah’ın onu bir ilim üzerine saptırdığı ve işitmesi ve kalbinin üzerini mühürlediği ve görmesi üzerine bir perde kıldığı kimseyi gördün mü? (Casiye 23)
Bu ayette de kalp hatmedilmiş, görme perdelenmiştir. Bir ilim üzerine sapmıştır. Malumatfuruştur. Hevasını ilah edinmemiş, ilahı değil ilahını hevası edinmiştir. Kafasında bir ilah vardır. Onun ilahıdır. Kendisi gibi düşünenler dışındakileri cehenneme sokan, onu ve onun gibi olanları cennete koyacak olan bir ilahı vardır. Onun ilahı onun malumatfuruşluğunu değerli görmekte, analitik olarak ayetleri yorumlayanları dalalette görmektedir. İlahı hevasıdır ve beyni hatmedilmiştir ve artık sizin söyledikleriniz ona hiçbir etki yapmamaktadır. Görmesi üzerinde de perde vardır. Gerçekleri görmemektedir. Dalalettedir ama yalnızca kendi gibi olanları hidayette olarak görmektedir.
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللَّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَى قُلُوبِكُمْ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِهِ
“Allah işitmenizi ve görmelerinizi alır ve kalplerinizin üzerini mühürlerse Allah’tan başka, onu size getiren ilah kimdir, gördünüz mü?” de. (En’am 46)
Bu ayette işitme ve görmeler alınmış, kalpler ise hatmedilmiştir.
Tab etme hatmetmeden daha şiddetlidir, daha ileridir. Tab edilen yalıtılmış ve çevresiyle bağlantısı kesilmiştir. Artık ona yeni veriler gelmemektedir. Kalp yani beyin tab edildiğinde her taraftan bloke edilmiştir. Hatmedildiğinde ise bir noktadan girişi kesilmiştir.
Şu soru sorulur: Kişiler kalplerini kendi kendilerine tab etmiyorlar, hatmetmiyorlar. Allah onların kalplerini tab ediyor, hatmediyor. O zaman nasıl sorumlu oluyorlar? Ayetlere dikkat edilirse tab etme de hatmetme de kişilerin kendi yaptıklarının sonucunda gerçekleşiyor. Öyle bir noktaya geliyorlar ki artık geri dönüşü olmayan bu noktada artık tabiatları haline geliyor ve Allah da onların kalplerini tab ediyor veya hatmediyor.
Bir önceki ayette küfredenler kendilerine bir ayet getirenlere boş işle uğraşanlarsınız demişlerdir. Burada da onlar gibi olanlar anlatılmaktadır. Onlar gibi olanlar bilmeyenlerdir. Küfredenlerin de bilmeyenlerin de kalplerinin üzeri tab edilmiştir. Küfredenlerin kalpleri yani beyinleri bir tabaka ile kaplıdır. Dış etkilerden etkilenmemekte, getirdiğiniz ayetler onlarda bir etki oluşturmadığı gibi sizi boş işlerle uğraşanlar olarak tanımlamaktadırlar.
Bilmeyenler de küfredenlere benzetilmiştir. İkisinin de kalpleri benzer şekilde tab edilmiştir. Bilmemek kişiyi suçlu yapar mı da Kuran bilmeyenler için bu ifadeyi kullanmıştır? Bu durumda bilmeyenler geçen ayetlere bakalım.
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَى شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Yahudiler “Hıristiyanlar bir şey üzerinde değildir” dediler ve Hıristiyanlar kitabı tilavet ettikleri halde “Yahudiler bir şey üzerinde değildir” dediler. Bunun gibi bilmeyenler onların sözünün mislini söylediler. Allah kıyamet yevminde ihtilaf ediyor oldukları hakkında aralarında hüküm verecektir. (Bakara 113)
Hıristiyanlar Yahudiler için, Yahudiler de Hıristiyanlar için bir şey üzerinde olmadıklarını söylemektedirler. Bilmeyenler de onlar gibi söylemektedirler. Kendilerine Müslüman diyenler de Yahudiler ve Hıristiyanlar için bunları söylemekte, onları cehenneme göndermektedirler. Oysa onlar da onlar gibi bilmeyenlerdir. Allah’ın ayetlerini bilmeyenlerdir. Bilselerdi bunu söylemezlerdi.
وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Bilmeyenler “Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi” dediler. Bunun gibi onlardan öncesindekiler onların sözünün mislini söylediler. Kalpleri benzeşti. İnanan bir kavim için ayetleri açıklamıştık. (Bakara 118)
Allah’ın onlarla konuşmayacağını, insanlarla konuşma metotlarının ayetlerde anlatıldığını, ayetlerin ise zaten onlara geldiğini bilmedikleri için bilmeyenlerdir. Daha önceleri de bunlar söylenmiştir ve öncekiler veya sonrakiler için durum değişmemektedir. Şimdiki bilmeyenler geçmişteki bilmeyenlere benzediği gibi gelecekte de bilmeyenler şimdiki bilmeyenlere benzeyeceklerdir.
قَالَ قَدْ أُجِيبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَقِيمَا وَلَا تَتَّبِعَانِّ سَبِيلَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
(Allah) “İkinizin (Musa ve Harun) davetine icabet edildi. Öyleyse ikiniz doğru olun ve ikiniz bilmeyenlerin yoluna uymayın” dedi. (Yunus 89)
Allah Musa ve Harun’a “bilmeyenlerin yoluna uymayın” demiştir. Bilmeyenlerin yolu uyulmaması gereken yoldur.
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ
“Bilenler ve bilmeyenler bir olur mu? Yalnızca akıl sahipleri anlar.” de. (Zümer 9)
Her zaman bilen olmak iyidir. Bilenlerin bilmeyenlerle bir olmadığını da yalnızca akıl sahipleri anlar.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sonra seni işten bir şeriat üzerine kıldık. Öyleyse ona (şeriata) uy ve bilmeyenlerin hevalarına uyma. (Casiye 18)
Bilmeyenler hevaları ile hareket ederler, bilgiyle değil. Allah’ın ayetlerini bilmek şeriat üzerinde olmayı sağlar. Şeriat bugün anlaşıldığı anlamında değildir. İzlenilecek yol demektir. Allah işlerde bir şeriat yani izlenilecek yola uyulmasını ister. Bunu da bilmek sağlar. Bilmeyenler ise ancak hevaları ile hareket ederler.
Bu ayetlerde görüldüğü gibi bilmeyenlerden olmak çok kötü bir durumdur. Kuran’da hiçbir yerde الَّذِي لَا يَعْلَمُ (has ism-i mevsulle bilmeyen) veya مَنْ لَا يَعْلَمُ (umumi ism-i mevsulle bilmeyen) geçmez. Yani tekil olarak “bilmeyen” ifadesi yoktur. Burada bilmeyenler الَّذِينَ ile gelmiştir ve çoğuldur. Has ism-i mevsul olduğu için bilmeyenler de bellidir bilmeme şekilleri de bellidir. Bilmemede organize olmuşlardır. Bilmeme şekilleri “bilmek istememeleridir”. Günümüz bunun örnekleri ile doludur. Bunlar organize yapılardır ve bilmek istememektedirler. Siz ayetleri getirin, Allah’ın emri budur deyin, deliller ortaya koyun fark etmez, sizin söylediklerinizi bilmek istememekte ve bilmemektedirler.
Bu bilmeyenleri siz sakın inançsız insanlar olarak algılamayın. Alnı secdeden kalkmayan bilmeyenler çok daha fazladır. Siz istediğiniz kadar deliller getirin, Allah’ın ayetlerini anlatın, Adil Düzeni anlatın, size en çok karşı çıkacak olanlar Adil Düzeni slogan olarak kullanıp Adil Düzeni bilmeyenlerdir. Bilmek istemedikleri için bilmeyenlerdir. Daha da beteri Adil Düzenin kaynağı olan Akevler’le dalga geçmeleridir. Çok daha ilginci kendilerini bilenler sanmalarıdır. Biz ise Kuran’dan bunu bildiğimiz için onlara aldırmamaktayız. Kuran’ın emirlerine uyarak onların, hevalarına da vesenlerden olan yollarına da uymuyoruz.
Biz ayetleri okuyoruz, anlıyoruz, ilmi metotlarla değerlendiriyoruz ve böylece biliyoruz. Bilmeyenler ise bilmek istemediklerinden bilmiyorlar ve bu şekilde de organize olmuşlardır. Yalnızca hevalarıyla hareket ediyorlar. Çoğunluğu ele geçirerek başarılı olacaklarını sanıyorlar. Paralarını çoğaltarak başarılı olacaklarını sanıyorlar. Müntesiplerinin sayısını artırarak, çoğalarak başarılı olacaklarını sanıyorlar. Biz onların yollarına uymayacağız. Onların vesenlerini de desteklemeyeceğiz. Bilmeye devam edeceğiz. Bilmeyenlerin kalpleri tab edildiği için bizi dinlemeyecekler, öğrenmeye çabalamayacaklar, vesenlerinin içinde hevalarının peşinde koşacaklardır. Bize düşen bilmek istemek ve bilmek için öğrenmeye devam etmek, bilmeyenlerin yollarından ve hevalarından uzak durmaktır.
Teşvikiye, Yalova
20 Ocak 2024
M. Lütfi Hocaoğlu