RÛM SÛRESİ - 46. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ (60)
Sabret -kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir- ve kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar kesinlikle seni hafife almasınlar. (60)
فَاصْبِرْ
Sabret
فَ: Fâ-u isti’nâfiyyedir. Öncesi ile sonrası arasında bağ vardır. Küfredenler (الَّذِينَ كَفَرُوا) ve bilmeyenlerin (الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ) durumu anlatılmış ve sonrasında gelen الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ ile arasında bağ kurulduğu için bu فَ harfi getirilmiştir.
اصْبِرْ: “Sabret” demektir. İkinci şahıs eril tekil emir malum fiildir. Sabır bir zorluk karşısında dayanıklı olmak demektir. Zorluklara rağmen yaptığı işten veya bulunduğu durumdan vazgeçmeden devam etmek demektir.
إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ
Kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir.
Parantez cümlesi Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
حَقٌّ | اللَّهِ | وَعْدَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir. İsmi ve haberi vardır.
وَعْدَ: “Vaat” demektir. وَعْد mastarı birisi için bir şeyi gelecekte kendisine farz etmesi manasında وعد kökünden ikinci bâbdan mastardır. Bu mastar manasından kendisine farz ettiği şey vaattir. Câmid isimdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَعْدَ اللَّهِ: “Allah’ın vaadi” demektir.
حَقٌّ: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ: “Kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir” demektir. Cümle parantez cümlesidir. Öncesindeki emir fiil cümlesi ile sonrasındaki nehiy fiil cümlesi arasına parantez açılarak gelmiştir. İki cümle arasında bağlamsal bir ilişkiyi sağlar.
Bu cümle parantez cümlesi olarak gelmiştir. Buradaki Allah’ın vaadi nedir? Kuran’da Allah’ın vaadleri çok sık geçmektedir. Değişik vaadleri vardır. Buradaki vaadi surenin altıncı ayetinden bilebilmekteyiz. Müminlerin Allah’ın yardımıyla ferahlayacağını ve Allah’ın istediğine/isteyene yardım edeceğini ifade etmekte ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve Allah’ın vaadinden caymayacağını söylemektedir. Buradaki vaad de yardım isteyen mümine Allah’ın yardım edeceği vaadidir.
وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ
Ve kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar kesinlikle seni hafife almasınlar.
Ma'tûf Nehiy fiil cümlesi | Atıf harfi |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
و | يُوقِنُونَ | لَا | الَّذِينَ | كَ | يَسْتَخِفَّنَّ | لَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. اصْبِرْ emir fiil cümlesine لَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ nehiy fiil cümlesini atfetmektedir.
لَا: Olumsuzluk edatıdır. Nehiy için gelmiştir.
يَسْتَخِفَّنَّ: “Kesinlikle hafife alırlar” demektir. خفف kökünden istif’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul tekîd nunlu muzari malum fiildir. خَفِيف “hafif” demektir. ثَقِيل (ağır) in zıttıdır. İkinci bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. İstif’âl bâbına gelince mef’ûl olan varlık fâil olan varlığa hafif gelmektedir. Gerçekte ona göre hafif olabileceği gibi hafif olmayabilir. Sadece ona göre hafif olması durumu vardır. Hafif gelmek manası uygundur.
لَا يَسْتَخِفَّنَّ: “Kesinlikle hafife almasın” demektir. Te’kîd nunlu muzari fiil meczum olmaz, fetha üzere mebnidir. Son hareke veya harflerinde değişiklik olmaz. Bu nedenle fiilin öncesine olumsuzluk edatı olan لَا gelirse nehiy fiil haline gelir.
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
(Firavun) kavmini hafife aldı da onlar ona itaat ettiler. Kesinlikle onlar fasıklar kavmiydi. (Zuhruf 54)
وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ
Sizin için en’amın derilerinden göç günlerinde ve ikamet günlerinde size hafif gelen evler kıldı. (Nahl 80)
İstihfâf rölatiftir. Birisine birisinin veya bir şeyin hafif gelmesidir. Ayetlerde görüldüğü gibi bu hafiflik somut ve soyut olabilir. Firavunun kavmini hafife alması soyut iken hayvan derisinden yapılan evlerin hafif gelmesi somuttur.
كَ: “Sen” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde eril çoğul bir aid zamiri bulunur.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olurlar” demektir. يقن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Dördüncü bâbdan يَقِنَ - يَيْقَنُ şeklinde bir şeyi, bir durumu, bir işi, bir fiili veya bir vakayı hiçbir şüphe ya da karışıklık olmaksızın bilmek demektir. En üst düzeyde doğru bir hükümdür. Bir şeyin ya da bir durumun doğruluğunu tespit etmek için doğru verileri kullanarak veri işleme yöntemlerinin (sınıflandırma, matematiksel ve istatistiksel hesaplama, mantıksal işlemler gibi) doğru kullanımı sonucunda, ortaya çıkan hüküm veya kararın sağlam, kesin ve tahmini olmaması anlamındadır.
يَقِين ise “şüphe olmayan, kesin” demektir. Bilgi, iş, fiil, durum için kullanılır. Bunların kesin ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde bilindiğini ifade eden sıfat-ı müşebbehedir.
İf’âl bâbına (أَيْقَنَ – يُوقِنُ) sayruret etkisi ile gelir. Doğru ve eksiksiz verileri bilimsel yöntemler kullanarak işleyip tahmini olmayan, sağlam ve kesin bilgi sahibi olmak anlamındadır.
لَا يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olmazlar” demektir.
الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar” demektir.
لَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar kesinlikle seni hafife almasınlar” demektir.
Bu ayette “sabret ve seni hafife almasınlar” emirlerinin muhatabı kimdir? İlk muhatabı peygamberdir. Şimdiki muhatabı Kuran’ı okuyan, Kuran’ı hayatına sokan mümindir, muttakidir. Peki, kime sabredecektir? Öncesindeki ayetlerde geçen küfredenlere (الَّذِينَ كَفَرُوا) ve bilmeyenlere (الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ) sabredecektir. Küfredenlere ayet getiriyor ve ayeti getirince küfredenler boş işle uğraşanlarsınız diyor. Bilmeyenlerin de kalpleri tab edilmiş, onlar üzerinde hiçbir etki oluşturamıyor. Bu ayette de kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlara (الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ) sabredecektir.
“Sabret” emri ile “kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar kesinlikle seni hafife almasınlar” nehyi arasına إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ (Kesinlikle Allah’ın vaadi haktır) parantez cümlesi gelmiştir. Bu vaad isteyen/istediğine Allah’ın yardım edeceği vaadidir. Sabret, yardım gelecek denmektedir. Küfredenlere (الَّذِينَ كَفَرُوا), bilmeyenlere (الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ) ve kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlara (الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ) karşı yardım gelecektir. Sen sabret ve yolunda devam et, yardım gelecek denmektedir.
Burada en çok dikkat edilmesi gereken الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ ifadesidir. الَّذِينَ has ism-i mevsulü kullanılmıştır. مَنْ لَا يُوقِنُ (umumi ism-i mevsulle) veya الَّذِي لَا يُوقِنُ (has ism-i mevsulle) şeklinde tekil olarak gelmemiştir. Çoğul has ism-i mevsulle gelmesi kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanların da bilgi sahibi olmama şekillerinin de belirli olmasındandır. Bunlar organize yapılardır. Organize olmuşlardır ve organizasyonları kesin bilgi sahibi olmamaya dayanmaktadır. Nasıl bilmeyenler (الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ) bilmek istememekteyseler kesin bir şekilde bilgi sahibi olmayanlar da (الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ) doğruluğu kesin bilgi sahibi olmayı istememektedirler. Kuran’ı okumaktadırlar ama ilmi metodolojiyi bilmemektedirler ve ilgileri yoktur veya bilseler de kullanmak istememektedirler. Yanlış bilgilere dayalı bir organizasyon içindedirler. Doğru bilgi onların bütün yapısını bozacak ve yanlışlıkları ortaya çıkacaktır. Değişiklikleri asla istememektedirler. Eskiden gelen bilgileri okumakta ve günün hiçbir sorununu çözmeyen bilgileri tekrar etmektedirler. Hadisleri okumaktadırlar ancak hadisleri Kuran ile birlikte değerlendirmemekte ve hadisin o dönemde söylenme şartlarını ve orijinal ifadesini bilmedikleri için kesin bir bilgiye dayanmayan şekilde hükümlere varmaktadırlar. Sizden içtihat lafını duyduklarında da sanki en büyük küfürdeymişsiniz gibi size bakmaktadırlar. Kesin hiçbir bilgileri yoktur ve kesin bir şekilde bilgi elde etmemek üzere organize olmuşlardır. Aksi takdirde varlık sebepleri ortadan kalkacaktır. Varlıklarını devam ettirmek için kesin doğru bilgilerden uzak durmalıdırlar. Yeni bir fikir, yeni bir düşünce en tehlikeli şeydir onlar için.
Çok daha kötüsü ellerinde yetki olanlar bu kimseleri referans olarak görmekte ve onların ilmi metodolojiye dayanmayan kesin olmayan bilgilerine göre hareket etmektedirler.
Kesin bir bilgiye sahip olmak için tüm veriler elinizde olacaktır. Konu ile ilgili tüm Kuran’da geçen ayetleri almalısınız. İşte o konu ile ilgili ayetler de yine Kuran’dır. Kuran küme demektir. İlgili ayetleri bir araya getirerek küme oluşturmuş olursunuz ve böylece o konunun Kuran’ını elde etmiş olursunuz. Sonra bu Kuran’ı yani ayet kümesini veri olarak kullanırsınız. Pozitif ilimlere ait verileri de alırsınız. Tüm bu verileri matematiksel, mantıksal işlemlerden geçirerek sağlam, kesin, şüphe içermeyen bir hükme varırsınız. İşte bunu yapanlar îkân (إيقان) etmiş olurlar.
ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ (2) الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (4) أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (5)
O kitap, onda hiçbir rayb yoktur, gayba iman eden ve salatı ikame eden ve onları rızıklandırdıklarımızdan harcayan ve sana ve senden öncesinde indirilene iman eden ve ahireti kesin bir şekilde bilen muttakiler için rehberdir. Onlar rablerinden bir rehberlik üzerinedir ve onlar, onlar iflah olanlardır. (Bakara 2-5)
Muttakiler ahireti kesin bir bilgiyle bilirler. Ahiret hakkındaki verileri toplarlar, bu verileri analiz ederler, ilmi metotlarla değerlendirirler ve ahiret hakkında kesin bir bilgiye sahip olurlar.
وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Bilmeyenler “Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi” dediler. Bunun gibi onlardan öncesindekiler onların sözünün mislini söylediler. Kalpleri benzeşti. Kesin bir şekilde bilgi sahibi olan bir kavim için ayetleri açıklamıştık. (Bakara 118)
Bilmeyenlerin sözlerinden sonra kesin bilgi sahibi olanlar kavmi için ayetlerin açıklandığı söylenmiştir. Ayetler bilmeyenler için değil, kesin bilgi sahibi olanlar için açıklanmıştır. İlmi metotlarla kesin hükümlere ancak böyle bir topluluk ulaşır. Ayetlerin açıklaması onların işine yarar.
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Cahiliye hükmünü mü arıyorsunuz? Kesin bir şekilde bilgi sahibi olan bir kavim için kim hüküm olarak Allah’tan daha iyidir? (Maide 50)
Allah’ın hükümleri kesin bir şekilde bilgi sahibi olanlar için önemlidir. Cahiliye hükmü ise genel geçer hükümlerdir. Geleneklerle veya günün şartlarına göre üretilmişlerdir. O gün o fiili yapan cezalandırılırken başka zaman yapan ödüllendirilir. Aynı fiili yapan bir kişi cezalandırılırken diğeri ödüllendirilebilir. Cahiliye hükmü ilmi metotlara dayanmayan o gün ortaya çıkan bir olay nedeniyle oluşturulan kuralların, kanunların kendisi veya yorumudur. Allah’ın hükmü ise stabildir, gerekçesi nettir, suçlu bellidir, suçsuz bellidir. Kesin bilgi sahibi olanlar bu hükümleri alırlar ve bu hükümlere göre hareket ederler.
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
Onların üzerine söz vuku bulunca onlar için yerden bir dabbe çıkarırız. Onlarla “insanlar ayetlerimizi kesin bir şekilde bilmiyorlardı” diye konuşur. (Neml 82)
Kıyamet yevmi geldiğinde geçmiş hakkında konuşan bir dabbe “insanlar ayetlerimizi kesin bir şekilde bilmiyorlar” manasında konuşmaktadır (Söyler -تَقُولُ- dememekte, konuşur -تُكَلِّمُ- demektedir ki bu da bildiğimiz normal sesli bir konuşma yapmadığını, bu anlamı değişik bir şekilde ifade ettiğini belirtmiş olmaktadır). Buradaki insanlar (النَّاسَ) harf-i tarifle gelmiştir ve belli bir insan topluluğunu ifade etmektedir. Eğer son dönemdeki insan topluluğunu kastediyorsa kıyamet yevminden önce insanların ayetleri ilmi olarak değerlendirip kesin sonuçlara ulaşmadıkları anlaşılmaktadır.
Kesin bir bilgiye sahip olmak için tüm verileri kullanmayan, ilmi metodolojik yöntemler kullanmayıp gelenekten gelenleri veya duyduklarını veya eski içtihatları işlerine geldiği için veya alıştıkları için Allah’ın kesin hükmü gibi doğru kabul edenler الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ dur. Örnek verecek olursak erkek çocukların sünnet edilmesi kesin bir bilgiye dayanmayan uygulamadır. Haşa, Allah demiş oluyor ki “Ben yaratırken hatalı yarattım, zararlı bir organ meydana getirdim, size emrediyorum o yanlışlıkla zararlı olarak yarattığım organı kesin”. Bunu söylediğiniz anda insanlardan öyle tepkiler alacaksınız ki onların deyimiyle neredeyse dinden çıkacaksınız. Oysa îkân edenler geçmişten gelen geleneksel uygulamalara bakmazlar. Hemen sorgularlar. Verileri toplarlar ve ilmi süzgeçten geçirerek kesin doğru bir hükme varırlar.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
Sema ve arz ve ikisinin arasında olanı batıl olarak (boşuna) yaratmadık. Bu küfredenlerin zannıdır da vay küfredenlere ateşten dolayı. (Sad 27)
Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmaz. Hiçbir canlının vücudunda boş, gereksiz bir organ yoktur. Her organın, her hücrenin bir fonksiyonu vardır.
وَلَأُضِلَّنَّهُمْ وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الْأَنْعَامِ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبِينًا
Onları saptıracağım ve onları kuruntulandıracağım ve onlara emredeceğim de en’amın (çiftlik hayvanlarının) kulaklarını koparttıracağım ve onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler ve kim Allah’ın dununda şeytanı veli edinirse açık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa 119)
Hayvanların kulaklarının kopartılması bile şeytan işidir. Allah’ın yarattığını değiştirmek de şeytan işidir. Hayvanın kulağını koparmayacağız ama insanın bir organını Allah’ın emri kabul edip keseceğiz, öyle mi? Bir de bunu İslam’ın şartı mı kabul edeceğiz? Milyarlarca insan bunu bin yıldır yaptığı için bu doğru olmaz. Kesin bilgiye dayanmayan bir işlemdir.
Îkân edenler bu ayetleri görür ve Allah’ın boşuna hiçbir şey yaratmadığını bilirler, Allah’ın yaratmasını değiştirmenin şeytan işi olduğunu da bilirler ve bin yıldan beri devam eden erkek sünneti geleneğinin yanlış olduğunu rahatlıkla söylerler. Îkân etmeyenler ise hiçbir kesin ve doğru delile dayanmayan bu işlemi İslâm’ın şartı olarak kabul ederler ve geleneklerinden vazgeçmezler. Bizi de rahatlıkla kâfir ilan edebilirler. Bizi ilgilendiren kesin deliller ve bu kesin delillerden ilmi metotlarla elde edilmiş hükümlerdir.
Dünyada en fazla bilimsel yayın, doküman ve kitap olan alanlardan biri tıptır. İnsanlar son yıllarda kronik hastalıklardan başını alamamakta, çocuklar dahil hemen hemen herkes bir veya daha fazla kronik bir hastalığa veya kronik şikayetlere sahiptir. Konvansiyonel tıp akut hastalıklar hakkında kesin doğru bilgilere sahipken kronik hastalıklar hakkında kesin doğru bilgilere sahip değildir ve sahip olmayı da istemez. Hastalığının nedenini soran hastaya doktorların “bilmiyoruz” veya “genetik” demelerine herkes alışmıştır. Çok tuhaf olan ise bunun nedenini sorgulayanlara çok tuhaf bakmaları ve hafife almalarıdır. Hiçbir şeyin sebepsiz olmayacağı genel ilmi bir kesinliktir. Buna rağmen kronik hastalıkların hiçbir sebep yokken sanki gökten kafamıza yağdığına inanmaları çok tuhaftır. Önünde koca koca doktor, doçent, profesör gibi unvan olanların da îkân etmiyor oldukları görülmektedir. Tedavileri de sebebi gidermeye dayanmadığı, sadece hastalığın sonucunda ortaya çıkan semptomları gidermeye veya immün sistemi baskılamaya dayandığı için hiçbir kronik hastalığı yok edememekte sadece hastanın o kronik hastalıkla beraber yaşayıp yavaş yavaş ölüme doğru gidişini izlemeye dayanmaktadır. Böylece ömürler uzamakta ama insanlar kronik hasta olarak kalitesiz bir şekilde yaşamaktadırlar. Üç ayda bir doktorların kapısında sürekli kullandıkları ilaçlarını yazdırmak için beklemekte ve her geçen gün kullandıkları ilaç sayısı da artmaktadır. İlginç olanı artık bunun normal karşılanması, bu durumun düzeltilebileceğine, kronik hastalıkların sebebinin bulunup tedavi edilebileceğine konvansiyonel tıp hekimlerinin inanmamasıdır. Çünkü bu konudaki kesin doğru bilgiye ulaşmayı istememektedirler. Kronik hastalıklar konusunda الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ durlar.
Bu ayette bir nehiy vardır. Îkân etmeyenlerin hafife alması nehyedilmiştir. Buradaki nehyin amacı îkân etmeyenlerin hafife almasını nehyetmek değildir. Kuran’ın üslubu bu şekildedir.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Dünya hayatı kesinlikle sizi aldatmasın ve aldatıcı kesinlikle sizi Allah’la aldatmasın. (Lokman 33)
Burada da aynı üslup görülmektedir. Sizi aldatmasın ifadesi aslında sakındırma içindir. “Siz aldanmayın” demektir.
Îkân etmeyenler seni hafife almasın demek sen kendini hafife alma ve hafife aldırma demektir. Kendi önemini ve değerini bil demektir. Hem de nûn-u te’kîdle gelmiştir. Sakın bilmemezlik etme demektir. Bu ayetin ilk muhatabı olan peygamber ve şimdiki muhatabı olan Kuran ehli kendi değerini bilmelidir ve kendini hafife almamalıdır. Te’kîdle şiddetli bir şekilde uyarılmaktadır.
Adil Düzen Kuran’daki ayetlerden ilmi metotlarla elde edilmiş kesin bilgilere dayanan hükümlerden oluşmaktadır. Îkân edenlerin ürünüdür. Maalesef îkân etmeyenler Adil Düzen çalışanlarını hafife almaktadırlar, küçük ve önemsiz görmektedirler.
Vesenleri içinde “hak, adalet, iyilik, güzellik, demokrasi, insan hakları” demektedirler ama bunların nasıl gerçekleşeceğinin kesin bilgisine sahip değildirler. Bu bilgiye sahip olan Adil Düzen çalışanlarından fersah fersah kaçmaktadırlar. Kendilerini çok önemli görmekte, Adil Düzen çalışanlarını hafife almaktadırlar.
Vesenleri içinde “Adil Düzen, Adil Düzen” demektedirler ama kesin bir bilgiyle bilmek şöyle dursun Adil Düzen hakkında hiçbir şey bilmemektedirler. Adil Düzen çalışanlarının îkân etme metotları onlara çok ters gelmekte ve kesinlikle anlamamakta ve onları küçük ve önemsiz görmektedirler. Adil Düzencilerin sayıları az olduğu için oy deposu da değillerdir. Onların çoğunluk elde etmek için kurdukları küçük dünyaya dahil de olmamaktadırlar.
Tarikatları içinde Adil Düzen çalışanları hafife alınmaktadır. Bir ölümlünün elini eteğini öpmedikleri, karşısında boyun bükmedikleri için küçüktürler, önemsizdirler, hafiftirler.
Allah’ın ayetleriyle kendisinin yazmadığını belirttiği ruhbanlık eğitimi alıp da kendini İslam’ın temsilcisi sananlar da Adil Düzencileri hafife almaktadırlar. Kendileri sanki Allah’tan yetki almışlar da biz yetkisiz olarak ne hakla Kuran üzerinde çalışmalar yapıp da Adil Düzen gibi bir sistemi ortaya koyabilirmişiz. (!)
Bize düşen kendimizi hafife almamak, onların hafife almalarına aldırmamak ve ne kadar önemli olduğumuzu bilmektir ve bilmekteyiz de zaten. Biz bir sorunu çözmek için Kuran’ı alırız, ilgili ayetleri “bizi hafife alanların bir benzerini oluşturmak şöyle dursun kullanırken bile zorlanacakları” kendi yazdığımız uygulama olan Ruhu-l Kuran ile buluruz. Onları gramatik olarak analiz ederiz ve en eski sözlükleri kullanarak anlamları üzerinde lügatlerle ve etimolojik olarak değerlendirmeler yaparız. Ayetleri günün pozitif ilimleri içinde değerlendirir, mantık ilminin metotlarını kullanarak hükme varırız. Bizi hafife alanlar bizim yöntemlerimizi anlayamazlar bile. Kendimizin seviyesini biliyoruz ve bu ayetin emrine uygun olarak kendimizi hafife almıyoruz, hafife aldırmıyoruz ve teker teker sabrediyoruz.
Teşvikiye, Yalova
27 Ocak 2024
M. Lütfi Hocaoğlu