RÛM SÛRESİ - 24. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَمْ أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ (35)
Yoksa onların üzerine bir yetki mi indirdik de o, O’na ortak ediyor olmaları hakkında konuşuyor. (35)
أَمْ أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا
Yoksa onların üzerine bir yetki mi indirdik.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | İdrab edatı |
Mecrur | Cârr |
سُلْطَانًا | هُمْ | عَلَى | نَا | أَنْزَلْنَا | أَمْ |
أَمْ: “Yoksa” demektir. İdrab edatıdır.
أَمْ iki şekilde kullanılır:
1.Muttasıl Em (أَمِ الْمُتَّصِلَةُ): Atıf harfi olarak görev yapar.
a.Tesviye hemzesiyle beraber olan Em: Masdar-ı müevvelin sıla cümlesi içinde cümleleri birbirine atfeder. “-da ... –da, -ha … -ha, ister … ister” manalarına gelir. Bu durumda سَوَاءٌ ile beraber kullanılır. سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ Onları uyarman da onları uyarmaman da onlara eşittir. (Bakara 6) Buradaki hemze mastar harfidir, tesviye hemzesi denir.
b.Soru hemzesiyle beraber olan Em: Hem müfredleri hem de cümleleri birbirine bağlar. “Yoksa” anlamına gelir. Soru hemzesiyle kurulan bütün soru cümlelerinden sonra gelen Em’ler muttasıl Em olmak zorunda değildir. Eğer bir seçenek bildirmiyorsa bu Em munkatı Em’dir.
2.Munkatı Em (أَمِ الْمُنْقَطِعَةُ): Hemze olmadan gelen Em’dir. Muttasıl Em’deki kadar güçlü bir bağlayıcı etki yoktur. Atıf harfi olarak değil idrab edatı olarak görev yapar. Bir sözden diğer bir söze geçerken kullanılmış olur. Sonra gelen sözü önce gelen sözden ayırır. Bu nedenle munkatı Em denmektedir. Bununla beraber önceki cümle ile sonraki cümleler arasındaki ilişki tamamen kesilmiş değildir. “Yahut, oysa, yoksa” anlamlarına gelir.
Buradaki أَمْ munkatı Em’dir. İdrab edatıdır. Öncesinde zurr’un dokunduğu sırada Allah’a münibler olacaklarına dair dua edip de Allah’tan bir rahmet tattırılınca küfretmek ve metalanmak içi şirke girenleri anlattıktan sonra araya bu munkatı Em girmiş ve iki durum arasında bir bağ kurmuştur. Bu Em ile önceki durumun yanlışlığı anlatılmaktadır.
أَنْزَلْنَا: “İndirdik” demektir. Birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir. Bir şeye etki edip onu hareketli kılıp yönlendirmek sonra birisi veya bir yerle birleştirmek manasındadır. Yüksek bir yerden daha alçak bir yere inme şeklinde fiziksel bir iniş olabileceği gibi soyut olarak yüksek bir kimseden daha düşük seviyedeki bir kimseye iniş de olabilir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 33. ayetteki şirke giren فَرِيقٌ مِنْهُمْ a (onlardan bir ferîk) racidir.
عَلَيْهِمْ: “Onların üzerine” demektir.
سُلْطَانًا: “Yetki, yaptırım gücü, otorite” demektir. سلط kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan سَلَاطَةٌ mastarı birisinin veya bir şeyin üzerinde maddi veya manevi güç sahibi olmak manasındadır. Bu mastar manasından gücü ortaya çıkaran araç manasında سُلْطَانٌ “yetki, yaptırım gücü, otorite” anlamında camid isimdir. 9. yüzyıldan sonra sultan sahibine sultan denmeye başlanmıştır. Sulta, musallat kelimeleri de bu kökten gelmiştir. Birinin üzerinde yaptırım gücü olan her şey sultandır. Kuran’dan elde ettiğiniz bir delil sizin üzerinizde yaptırım gücü oluşturuyorsa o da sultandır. Sultan neyi gerektiriyorsa onu yaparsınız. Sultan yetkidir, otoritedir, yaptırım gücüdür.
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
Kesinlikle kullarım, senin onların üzerinde bir yaptırım gücün yoktur yalnızca sana uyan azanlar dışında. (Hicr 42)
Allah İblis’le konuşmaktadır. Allah’ın kulları üzerinde İblis’in bir yaptırım gücü yoktur. Allah’ın kulları olmayanlar üzerinde etkilidir.
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ (98) إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ (99) إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُمْ بِهِ مُشْرِكُونَ (100)
Kuran’ı kıraat ettiğinde taşlanmış şeytandan Allah’a sığınma iste. Kesinlikle o, onun için iman edip rablerine tevekkül edenler üzerine bir yaptırım gücü yoktur. Onun yaptırım gücü yalnızca ona dönenlere ve O’na ortak edenleredir. (Nahl 98-100)
İman edip rablerine tevekkül edenler üzerinde de şeytanın hiçbir yaptırım gücü yoktur. İstediğini onlara yaptıramamaktadır.
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلًا
Kesinlikle kullarım senin için onlar üzerine bir yaptırım gücü yoktur ve rabbin vekil olarak yeter. (İsra 65)
Burada da Allah İblis’le konuşmakta ve kulları üzerinde İblis’in yaptırım gücü olmadığını söylemektedir. Kulu olmayanlara ise yaptırım gücü vardır, onlara istediğini yaptırabilmektedir.
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ
Şeytan iş bitirilince “Kesinlikle Allah size hakkın vaadini vadetti ve ben size vadettim de sizden caydım ve sizin üzerinizde davet etmem dışında bana ait hiçbir yaptırım gücü yoktu. Bana cevap verdiniz. Öyleyse beni kınamayın ve kendinizi kınayın” dedi. (İbrahim 22)
Şeytan kıyamet yevminde konuşmaktadır. Kendi yaptırım gücünün davetle olduğunu ve ona uymakla gerçekleştiğini söylemektedir.
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا
Allah’ın haram ettiği nefsi hak olması dışında öldürmeyin ve kim mazlum olarak öldürüldüyse velisi için bir yetki kılmışızdır. Öyleyse öldürmede israf etmesin. Kesinlikle o yardım edilendir. (İsra 33)
Öldürülenin velisine Allah bir yetki kılmıştır. Kısasa ya da diyete karar verme yetkisine sahiptir. Sultan yaptırım gücünü ifade eden yetkidir.
أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا: “Onların üzerine bir yetki indirdik” demektir.
أَمْ أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا: “Yoksa onların üzerine bir yetki mi indirdik” demektir.
فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ
O, O’na ortak ediyor olmaları hakkında konuşuyor.
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Mensuh isim cümlesi | Harf-i mevsûl |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Kâne |
Fâil | Fiil | Mefûlün bih GS |
و | يُشْرِكُونَ | بِهِ | و | كَانُوا | مَا | بِ | هُوَ | يَتَكَلَّمُ | هُوَ | فَ |
فَ: Atıf harfidir. أَمْ أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا cümlesine هُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ cümlesini atfetmektedir. Normalde fiil cümlesinin bu atıf harfi ile isim cümlesine atfedilmesi uygun değildir. Ancak burada matuf olan cümle haberi fiil cümlesi olan isim cümlesi olduğu için atıf yapılmıştır. Atıf fâsı tertip ve takip ifade eder. İlk cümle ile ikinci cümle arasında zamansal sıra vardır (tertip), arada zamansal bir boşluk yoktur, peşi sıra oluş vardır (takip).
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. سُلْطَانًا e racidir.
يَتَكَلَّمُ: “Konuşur” demektir. كلم kökünden tefe’ûl bâbından üçüncü şahıs eril tekil muzari merfu malum fiildir. Konuşan sultandır (سُلْطَانًا).
بِ: “Hakkında” demektir. يَتَكَلَّمُ fiilinin mef’ûlünün başına gelir. يُكَلِّمُ şeklinde tef’îl bâbıyla gelseydi konuşulan kimse belli olurdu ve mef’ûl olarak cümlede geçerdi. يَتَكَلَّمُ şeklinde tefe’ûl bâbından gelen fiilde konuşulan kimse cümlede geçmez, onun yerine bu harf-i cerle konuşulan konu cümlede geçer.
وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ
Onu (Peygamberin eşi hakkında oluşturulan algıyı) işittiğinizde “bizim için onun hakkında konuşmamız olmaz, sen sübhansın, bu büyük bir suçlamadır” demeli değil miydiniz? (Nur 16)
Bu ayette Peygamberin hanımı hakkında oluşturulan algı (ifk) hakkında konuşulması anlatılmakta ve burada da tefe’ûl bâbından نَتَكَلَّمَ fiili ile konuşulan konu بِ harf-i ceri ile ifade edilmektedir.
مَا: “-mek, -mak” demektir. Harf-i mevsuldür yani mastar harfidir.
كَانُوا: “İdiler, oldular” demektir. Nakıs fiildir. İsmi içindeki cem vâvıdır (كَانُوا). 33. ayetteki şirke giren فَرِيقٌ مِنْهُمْ a (onlardan bir ferîk) racidir.
بِ: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir. يُشْرِكُونَ fiilinin mef’ûlün bihinin önüne gelmiştir.
هِ: “O” demektir. 33. ayetteki رَبِّهِمْ e racidir.
بِهِ: “O’na” demektir.
يُشْرِكُونَ: “Ortak ederler” demektir. Şirk demektir. Üçüncü şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir.
Putlara tapınma, Allah’tan başkasını ilah edinme, Allah’tan başkasına ibadet etme, Allah’la araya birilerini koyma şirk değildir. Allah’a şirk “Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kurallar, kanunlar koymaktır”. Bu kanunlar insanları ister istemez Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı hareket etmek zorunda bırakır. Yasalar, örfler, toplumsal kurallar, töreler, gelenekler Allah’ın kurallarına aykırı ise şirktirler.
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onların şerikleri mi var da onlar için dinden (düzenden) Allah’ın izin vermediği şeriat koyuyorlar? (Şura 21)
Şirkin iki komponenti vardır: Şerik ve müşrik. Şerik, kuralı koyandır, müşrik ise şeriki kural koyucu olarak kabul eden ve onun koyduğu kuralların doğru, iyi, güzel, faydalı olduğunu savunan, uygulayan ve uygulattırandır.
بِهِ يُشْرِكُونَ: “O’na ortak ederler” demektir.
كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ: “O’na ortak ediyorlardı” demektir.
مَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ: “O’na ortak ediyor olmaları” demektir.
يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ: “O’na ortak ediyor olmaları hakkında konuşuyor” demektir.
هُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ: “O, O’na ortak ediyor olmaları hakkında konuşuyor” demektir.
Ayette sultan indirme ifadesi geçmektedir. Yetkinin yukarıdan aşağıya doğru verilmesi ifade edilmektedir. Allah bir yetki mi indirmiştir? Bu yetki bir yaptırım gücü mü doğurmaktadır da siz bu yetkiye dayanarak Allah’a ortak etmektesiniz? Allah kendisine ortak edilmesi için onlara bir yetki mi vermiştir? Allah bu yetkiyi vermemiştir. Onlar bu yetkiyi nereden almışlardır? Krallıkta yetki babadan oğula geçerken günümüzde bu başka şekillerde olmaktadır. Seçime girersiniz, çoğunluğu ele geçirirsiniz ve çoğunluğun size verdiği yetki ile hareket edersiniz. Çoğunluğa uymanız gerekir ki yetkiyi kaybetmeyesiniz.
Ayet iki yetkiyi karşılaştırmaktadır aslında. Allah’ın verdiği yetkiler, başka yerlerden gelen yetkiler. Çoğunluğun verdiği yetki sizi çok kolay şirke götürür. Bu yetki ile öyle bir hale gelirsiniz ki öyle kurallar koyarsınız ki Allah’ın kurallarına aykırı kurallardır. Allah’ın kurallarından bahsedemezsiniz bile. Bahsettiğiniz anda dalalette olan çoğunluğun desteği kalkar ve yetkiyi kaybedersiniz. Dalalette olan çoğunluğa uymak için sonsuz bir iştahla seçim kazanmak için her şeyi yaparlar, sonra da mevcut sistem içinde iktidarlarını korumak için çoğunluğa uyarlar. Bazıları da bunu cihad zanneder. Cihadda olduğunu düşünerek şirkte olmak. Ne acı bir durum.
Peki, Allah yetkiyi nasıl vermektedir? Allah yetkiyi ayetleri ile vermektedir. Ayetlerdeki emirler müminler için sultandır yani yetkidir yani yaptırım gücüdür. Ayetlerdeki emirler müminleri, muttakileri bağlar ve onlar için yaptırım gücüdür. Ayetler müminler için sultandır, yetkidir. Ayetlerdeki bağlayıcı kurallara aykırı kurallar koymak ise şirktir.
Ayette “o (sultan) söylüyor” (هُوَ يَقُولُ) demiyor da “o (sultan) konuşuyor” (هُوَ يَتَكَلَّمُ) demektedir. كلم kökünü incelersek:
كَلَمَ-يَكْلِمُ: Sülasi 2. bâbdan fiildir. Birisine sözle (قَوْل ile), yazıyla, rumuzla, resimle, işaretle veya başka bir yolla bir manayı iletmek demektir.
كَلَّمَ-يُكَلِّمُ: Tef’îl babından fiildir. Başka birisine manayı iletiyor olmak anlamındadır. Burada konuşma yetisi, konuşma özelliğinden bahsedilmektedir. Bir şey söylemek demek değildir. Bir şeyi söyleyerek karşı tarafa manayı iletebilmek manasındadır. Bu fiil o anda bir mananın iletildiği anlamında değildir. Bu bâbda konuşan taraflar bellidir. Bu bâb konuşma fiilinin kimler arasında olduğunu göstermek için kullanılır. Konuşan tarafların birbirlerinin kavlini anladıklarını göstermektedir.
تَكَلَّمَ-يَتَكَلَّمُ: Tefe’ûl bâbından fiildir. Tef’îl bâbının mutavaatı ile elde edilir. Konuşmak demektir. Konuşma anını ifade eder. Bu bâbda muhatap ifade edilmez, kişinin konuşmasını ifade eder. Konuşanın kiminle konuştuğu bu bâbda ifade edilmez.
الْكَلِم: İsm-i cem-i cinsdir. Bir sözün, rumuzun, işaretin, resmin ortaya çıkardığı manadır. Cins ve cem manasındadır. Sonuna ة alarak müfredleşir. İletilen, ortaya çıkan mananın cins ismidir.
الْكَلِمَة: İsm-i cem-i cinsten müfredleşmiştir. Sonuna ة gelerek iletilen, ortaya çıkan manalardan bir mana anlamına gelmiştir. Tek bir sözcük, bir kelime olabileceği gibi, bir cümle ya da cümleler topluluğu da kelime olur. Önemli olan mana ifade etmesidir. Çoğulu الْكَلِمَات‘dır.
الْكَلَام: 2.bâbdan “iletilen mana” anlamında ism-i mef’ûl manasında câmid isimdir. İletilen, ortaya çıkan mananın iletilişi, ortaya çıkışı, anlaşılması açık ve net olacak şekildedir. Kelime ya da kelimelerden oluşur. Anlatmak istediği mana için kendi içindeki kelimelerden başka kelimelere ihtiyacı yoktur. Mana kendi içinde açıktır, kendi kendine yeterlidir. Müfred, tesniye ve cem (tekil, ikil ve çoğul) manasındadır. Bunlar için ayrı çekimleri yoktur.
Bu durumda kavl (قَوْل) ile kelime (كَلِمَة) arasındaki farkı ve konuşma (تَكْلِيم ve تَكَلُّم) ile söyleme (قَوْل) arasındaki farkı ayırmamız gerekmektedir.
قَوْل söz demektir. Kelime (كَلِمَة) قَوْل’in manasıdır. كَلِمَة sadece kavlin değil, rumuzun ya da işaretle anlatılanların da manasıdır.
Başka dillerle söylenen farklı قَوْل‘ler aynı كَلِمَة‘yi ifade edebilir.
Örneğin: “Adam eve gidiyor” Türkçe bir kavldir. “The man is going home” İngilizce bir kavldir. “يذهب الرجل إلى البيت” Arapça bir kavldir. Bunların hepsi aynı manayı ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bunların hepsi ayrı kavldir ama hepsi aynı kelimedir.
Bu manayı sağır dilsiz alfabesiyle de anlatsak aynı kelimedir, resimle çizerek anlatsak da aynı kelimedir. Çünkü hepsi aynı manayı ortaya çıkarmaktadır.
قَوْل söylendiği zaman muhatap kavli anlayabilir de anlamayabilir de ama تَكْلِيم’de karşıdaki söyleneni anlıyordur.
قَالَ الرَّجُلُ لِإِمْرَأَتِهِ
Burada “Adam karısına söyledi” demektedir. Adamın söylediğini karısının anlayıp anlamadığı bu ifadeden anlaşılmamaktadır.
كَلَّمَ الرَّجُلُ إِمْرَأَتَهُ
Burada “Adam karısıyla konuştu” demektedir. Adam karısına mana iletmektedir ve karısının adamın söylediğini anladığı, adamın da karısının söylediğini anladığı bu ifadeden anlaşılmaktadır.
Ayette “yoksa sultan onlarla konuşuyor mu?” demekle söylenilenleri anladıkları anlaşılmaktadır. Ama Allah’ın indirdiği sultan (yetki) değil başka yerlerden alınan sultan (yetki) onlarla konuşmakta, onlara anlatmak istediğini anlatmakta ve onlar da anlamakta ve şirki gerçekleştirmektedirler. Bir şerik Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymakta, onlar da bunu uygulamaktadırlar.
Sultan akil bir varlık değildir bir kavramdır. Yaptırım gücüdür, yaptırım gücü olan kimse değildir. Otoritedir, otör değildir. Yetkidir, yetki sahibi değildir. Bir kavram nasıl oluyor da konuşuyor? Nasıl oluyor da karşısındakine anlatmak istediğini anlatıyor? Burada onlara şirke girmelerini konuşan sultan (yetki) Allah’ın indirdiği sultan (yetki) değildir. Bu sultan isimlerdir. Şuur sahibi değildirler ama konuşmaktadırlar.
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهِ إِلَّا أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
O’nun dununda ibadet ettikleriniz yalnızca sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği isimlerdir. Allah onlara hiçbir yaptırım gücü indirmemiştir. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yalnızca kendisine ibadet edilmesini emretti. Bu doğru dindir. Ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Yusuf 40)
İsimler “-izm”lerdir, kapitalizmdir, sosyalizmdir, komünizmdir, ekseriyet demokrasisidir. Allah onlara bir yetki indirmemiştir. Ama onlar konuşmaktadırlar. Ağızları, dilleriyle değil, manaları ileterek konuşmaktadırlar. Kutsallaştırılmışlardır. Özellikle ekseriyet demokrasisini kutsallaştırmak moda olmuştur. İbadet edilen bu “isim” içinde yetki elde etmeye çalışmak cihad zannedilmekte, çözüme giden yolun bu olduğu sanılmaktadır. En acısı ve en komiği de budur. Diğerleri zaten “cihad” derdinde değildir. Cihad derdinde olup da çözümü Allah’ın ayetlerinin dışında aramaları ne yaman bir çelişkidir. Ekseriyet demokrasisi şirke girmeleri için konuşmaktadır. Yetkiyi vermiştir ve şirke girmelerini konuşmaktadır. Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyulması ekseriyet demokrasisinin yapısında vardır. Kuran’da çoğunluğun Allah’ın yolundan saptırdığı söylenmektedir. Ekseriyet demokrasisi de yapısı gereği çoğunluğa dayanmakta ve Allah’ın yolundan saptırmaktadır. Bunun için çalışmak buna ibadet etmek demektir, ekseriyet demokrasisinin kulu olmak demektir. Allah’ın dışındaki bu “isim”lerin kulu olursanız şeytanın sizin üzerinizde bir yaptırım gücü olacaktır. Çok daha acısı samimi duygularla vatanı için ölen insanlara bu ekseriyet demokrasisinin şehitleri adının verilmesidir. Yetkinizi Allah’tan değil de çoğunluktan alıyorsanız durum bundan ibaret olur.
Burada isim cümlesi kullanılması da ilginçtir. Sadece يَتَكَلَّمُ (konuşur) şeklinde fiil cümlesi kullanılabilirdi. Oysa هُوَ يَتَكَلَّمُ (o konuşur) şeklinde isim cümlesi kullanılmıştır. Yani fazladan bir “o” gelmiştir. Bunun iki sebebi olur. Birincisi te’kîd, ikincisi tahsisdir. Te’kîd karşıdakinin şüphesini gidermek için olur. Zaten burada böyle bir şeyin olmadığı söylenmektedir. Bundan dolayı tahsis için gelmiştir. Yalnızca o yetkiye dayanmaktadırlar demektir. Allah’ın indirdiği değil, indirmediği yetkiye dayanmaktadırlar, başka yetkilerle ilgileri yoktur. Allah’ın ayetleri ile ilgilenmemekte, çoğunluğun vereceği yetkinin peşine düşmekte ve tüm hayatlarını bunun üzerine kurmaktadırlar. O yetki de konuşmakta, Allah’ın kuralları ile ilgilenmemenin, çoğunluğun istediğini yapmanın gereklerini anlatmaktadır. Bunu da söyleyerek değil konuşarak yapmaktadır yani anlamları gerektiği gibi iletmektedir ve ekseriyet demokrasisiyle çözüm arayanlar gayet net bir şekilde anlatılanları anlamaktadır ve onları şirk batağına saplamaktadır. Kendilerinin cihad yaptığını zannedenler de bu çelişki içinde şirk batağının içinde boğuşmakta ve ekseriyet demokrasisinin gereklerini yerine getirmekte, algı oyunları içinde yaşamlarını sürdürmekten öteye gidememektedirler.
Ayette tef’îl bâbıyla “onlarla konuşur” (يُكَلِّمُهُمْ) dememekte, tefe’ûl bâbıyla sadece “konuşur” (يَتَكَلَّمُ) denmektedir. Çünkü isimler (-izm’ler, ekseriyet demokrasisi) birisiyle konuşmazlar, kendi kendilerine konuşurlar, kendi kurallarını ve yapılması gerekenleri konuşurlar yani manaları iletirler. Ekseriyet demokrasisi birisiyle konuşmaz, kendi kuralları açıktır, kendi kurallarını açığa iletir, onu benimseyen onu havada kapar. Maalesef bazıları da bunu “siyasi cihad” zanneder.
Ayette şimdiki zamanın hikayesiyle “O’na ortak ediyorlardı” (كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ) denmektedir. Şimdiki zamanla “O’na ortak ediyorlar” (بِهِ يُشْرِكُونَ) veya geçmiş zamanla “O’na ortak ettiler” (بِهِ شَرَكُوا) denmemiştir. Mazi kâneden sonra muzari fiil geliyorsa şimdiki zamanın hikâyesi olur. Geçmişte bir süre devam edip tamamlanmış ya da halen devam eden durumlar için kullanılır. “-yordu” ekiyle ifade edilir.
Yani yetkiyi kendilerinden önce teslim aldıkları da Allah’a ortak ediyorlardı. Teslim alanlar da yetki ellerindeyken ekseriyet demokrasisinin gereklerini uyguluyor ve Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koyuyorlardı. Bu nedenle cümle şimdiki zamanın hikâyesi şeklinde gelmiştir.
İnsanlar doğdukları, büyüdükleri, yetiştikleri ve gördüklerinin dışına çıkmakta zorlanırlar. O yüzden genelde öncekilerin yaptıklarını devam ettirirler ve çözümün buradan geleceğini düşünürler. Peygamberler ise kendi topluluklarına elçi olarak gönderilirler. Onlar da aynı topluluk içinde büyümüşler ve yetişmişlerdir. Allah onlara geçmişten beri gelen yöntemlerin şirk olduğunu söylemekte, onlar da kendi kavimlerine söylemektedirler. Ancak genelde kavimler bunu anlamazlar ve helak olurlar. Bazen de içlerinden bir kısmı bunu anlar ve peygamberin çevresinde toplanırlar ve yeni bir sistem kurarlar. Artık peygamber gelmeyecektir. Peygamberlerin yerini ilmi topluluklar almaktadır. Alimler nebilerin varisleridir. Günümüzde de insanlar ekseriyet demokrasisinin içine doğmuşlardır. Tüm dünyada o kadar kanıksanmıştır ki kutsallaştırılmıştır. Oysa şirk batağına saplanmanın sebebidir. Çok değer verdiğiniz, alnı secdeden kalkmayan çok inançlı politikacılar bunları yapıyorsa yanlış olamaz diye düşünmektesiniz ama büyük bir yanılgı içindesiniz. Rehberiniz eski liderleriniz değildir, rehberiniz Kuran’dır. Allah Kuran ile bütün sorunlara çözüm indirmiştir. Ekseriyet demokrasisi batağından çıkmanızı canı gönülden diliyorum. Rabbim hidayet versin.
Teşvikiye, Yalova
27 Mayıs 2023
M. Lütfi Hocaoğlu