Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 409
BAKARA SÛRESİ 225-228.-AYETLER TEFSİRİ
19.05.2007
1217 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 409

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       19 Mayıs 2007                  Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 409. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

SON SİYASİ GELİŞMELER SONRASI YENİ DURUM

EKONOMİDE MUAFİYET

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 71. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

لَا يُؤَاخِذُكُمْ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ(225) لِلَّذِينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ تَرَبُّصُ أَرْبَعَةِ أَشْهُرٍ فَإِنْ فَاءُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(226) وَإِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَإِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(227) وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ أَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللَّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُوا إِصْلَاحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(228)

 

لَا يُؤَاخِذُكُمْ اللَّهُ (LAv YuEAPıÜuKuMu elLAHu)  “Allah sizi muahaza etmez.”

AHZ” kabz, “KEF” avuç demektir. Açık olarak yukarıya doğru tutulup tas gibi kullanılır. “Cuma” yumruk demektir. Birleşmek, toplanmak anlamına gelmiştir. “Kabz” bir sopayı, bir kazmanın sapını tutmak demektir. “Ahz” ise avucun içine bir şeyi alıp hapsetmektir. Mufaale bâbından muahaza etmek, karşılıklı suçlayıp savunma hakkını tanımak demektir. Muahaza etmek sorguya çekmek, niçin bunu yaptın demek, savunmasını almak demektir.

Burada “Allah sizi muahaza etmez” diyerek yapılan işin soruşturulmasına sebep olmaz, cezalandırılmaz. Elimizde bulunan bütün imkanlar Allah’ındır, topluluğundur. Biz O’nun halifesi olarak onu yönetiriz. Biz birer yetkili görevliyiz. Bedenimiz de mallarımız da bizim değildir. Biz yaratmadık, O bizim emrimize verdi. Biz onları O’nun istediği gibi kullanmak zorundayız. Kimse bu benimdir, ben istediğimi yaparım diyemez. Herkes, ister beden olsun ister mal olsun, şeriata göre yani Allah’ın emirlerine göre, devletin kanunlarına göre kullanmakla yükümlüdür. Sen kendi kendine şeriata aykırı kullanma kararları alamazsın, ben aldım diye onu keyfine göre kullanamazsın. Unutmamak gerekir ki, biz kâinat fabrikasında birer işçiyiz. O fabrikada patron bize ne iş vermiş ise biz onu yapabiliriz. Kendi kendimize iş icat edemeyiz. Allah’ın halifesi olarak içtihat yaparız, sonra O’nun kulu olarak, onu amel ederiz. İçtihatsız kendi kendimize kurallar koyarsak, onunla amel edemeyiz. Onları yapmakla sorumlu değiliz.

بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ (Bi elLAĞVi FIy EaYMaNıKuM)  “Yeminlerinizdeki lağvden dolayı.”

Bir insan iki türlü tasarrufta bulunur. Biri, bir başkasıyla yapılan anlaşmadır. Oturursunuz, konuşursunuz, düşünürsünüz ve bir anlaşmaya varırsınız. Onu ağzınızla ifade edersiniz. O ahd olur, karşı taraf da kabul ederse akd olur. Burada ifade ettiğiniz şey artık size hükmeder. Siz artık ‘ben böyle anladım, niyetim böyle idi’ diyemezsiniz. İfadenin afaki mânâsı ne ise onunla sorumlusunuz. Ne var ki, bu bir borç anlaşması ise sorumlusunuz, yapmadığınız zaman da borç üstünüzden sakıt olmaz, misliyle ödersiniz.

Bu akit değil de ahit ise yani tek taraflı bir iyiliği yüklenmiş iseniz, imkanınız varsa bunu yerine getirmek zorundasınız. Yerine getirmez de karşı tarafı zarara sokmuş iseniz, onu tazmin edersiniz. Ama eğer sizin elinizde olmayan sebeplerle zorlanmadan yerine getirme imkanına sahip değilseniz, o zaman sorumlu olmazsınız. Kolaylıkla yerine getirebildiğiniz halde getirmezseniz, o zaman sorumlu olursunuz.

Şimdi, bir kimseye karşı olmayan nezirler vardır. ‘Ben yarın oruç tutacağım’ dediğiniz zaman bu nezirdir; yahut ‘sadaka vereceğim’ derseniz bu nezirdir; yahut ‘yemek ziyafeti vereceğim’ derseniz bu da nezirdir. Bunları imkanınız ve kolayınız varsa yerine getirirsiniz, kolayınıza gelmezse yerine getirmezsiniz. Bunun için bir günah işlemezsiniz. ‘Ben bu sene umreye gideceğim’ dediğiniz halde; bir mazeret çıktı, gidemediniz; bu durumda umre üzerinizden sakıt olur. Mazeret çıkmadan gitmezseniz onu kaza etmeniz gerekir. Bu tür nezirlerde yemin ederseniz, bu mazeret çıksa da yine yapmak zorundasınız. O sene gidemediyseniz başka sene gitmek durumundasınız. İnsanlık böylece gelişir ve yaşar.

Şimdi, insan helal olan bir şeyi veya hayır olan bir şeyi yapmamayı nezretse, bu nezir geçersizdir. ‘Ben et yemeyeceğim’ dese, bunun bir geçerliliği yoktur. Nezir değildir. Nezir ancak bir iyilik için, bir sevap için yapılabilir. Helal olan bir şey nezir olmadığı gibi haram olan şeyin de nezri yoktur. Yeminler için de hüküm budur. Gerek nezirde gerekse yeminde önemli bir fark vardır. Akitte ve ahitte söz önemlidir. Bir defa mutabakata vardınız mı, yazılı hâle geldi mi, artık onu niyetinize göre yorumlama imkanınız yoktur. Onu ancak hakemler yorumlayabilir. Ben niyete göre böyle kastetmiştim diyemezsiniz. Ama nezirde ve yeminde durum başkadır. Kastınız ne ise onu yapmakla mükellefsiniz. Yoksa siz hataen başka bir şey söylemiş olsanız bile, ona göre nezretmiş olmazsınız, ona göre yemin etmiş olmazsınız. Kur’an’ın başka yerinde “bima akkadtumu’l-eymane” diyor. Orada öyle uygun olmayan yemini niye yaptınız diyor. Burada ise sizin niyetiniz ne ise onunla sorumlusunuz, ağzınızdan çıkan sözlerden sorumlu değilsiniz demektir.

وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ (Va LAvKıN YuEaPıÜuKuM)  “Lakin Allah muahaza eder.”

Allah yeminlerinizi lağvetmenizden sizi muahaza etmez. “LGV” sağa sola bükme demektir. Sözlere mânâlar kazandırma demektir. Kelimeler vazedenler tarafından kendilerine göre konur, sonra biz onu başka yerlerde kullanırız. Bu sebeple lağvetmiş oluruz. İfadelerin kondukları mânâlar değil de, başka mânâlarda kullanılmasından biz sorumlu değiliz. Öyleyse bir kimse bir nezir veya yemin beyanında bulunsa, ben bununla şunu kastettim dese, biz onun kastını tasdik ederiz. Ama akit ve ahitte böyle değildir. Orada ne kastetmişse değil de, cümle neyi ifade ediyorsa ona göre hüküm veririz.Yorum da hakemlerce yapılır.

بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ (Bi MAv KaSaBaT QuLUvBuKuM)  

“Kalplerinizin kesb ettiklerini muahaza eder.”

Kalb” merkez demektir. Bir şey bir yerde toplanıp dağılıyorsa o kalbdir. Hava alanı bir kalbdir. Garajlar bir kalbdir. Su pompası bir kalbdir. Bir telefon merkezi kalbdir. Beynimiz bir kalbdir. Çünkü orada bilgiler toplanır, kararlar alınır, sonra söylenir veya yapılır. Beyninizin kesb ettiğinden sorumlusunuz demektir. Allah sizi bununla muahaza etmez. Lügatin ifade ettiklerinden değil, beyninizin kesb ettiğinden sorumlusunuz demektir. Yani kastetmiş iseniz ondan sorumlusunuz demektir.

Hukukta çok önemli iki husus vardır. Biz insanın beynine giremeyiz, içini okuyamayız, dolayısıyla zahire bakarız. Söz neyi ifade ediyorsa biz onunla hükmederiz. Fiilin cezası ne ise biz ona göre karar veririz. İçini Allah bilir deriz. Bunu öldürme hadisesiyle açıklayalım. Adam tabancasını yöneltmiş, tetiğini çekmiş ve adam ölmüşse; burada adam dese ki; ‘Benim öldürme kastım yoktu, öylesine attım!’ Elbette buna inanacak durumumuz yoktur. Ama bir doktor hastayı tedavi ederken hatalı bir ilaç verdi. Adam öldü. Burada da doktorun kasten öldürdüğünü iddia edemeyiz. Öyleyse ceza kanunlarında ne yazacağız? Şöyle adam öldürmüşse kasıt vardır, kabul edilir. Diğerleri buna kıyas edilerek hangi fillerde kasıt olduğunu kanunlarla belirleriz. Bunun dışında olanlarda kasıt yok farz edilir. O halde, kıyasla da olsa, hangi fiillerde kasıt olduğunu kanunla belirleriz.

Şimdi, bunun dışında kastın olduğunu ispat ‘kasıt vardır’ diyene düşer. Diğer taraftan bu, kanunun belirlediği hususlarda kastın olmadığını iddia eden ispat edebilir. Soruşturmacılar bu ispatı takdir ederler.

Demek ki, bir fiilin suç sayılması için kastın olmasında ihtilaf yoktur. İhtilaf o suçun var olup olmadığını tesbittedir. Hangi fiilde asıldır, hangi fiilde kastın olmadığı asıldır? Demek ki, akit ve ahitte objektif kurallara bakarız. Nezir ve yeminlerde ise kişinin beyanına bakarız. İşte bu âyet bunu ortaya koymuştur.

وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ(225)  (VaelLAHu ĞaFUvRun RaXıyMun)  “Allah gafurdur, halîmdir.”

Allah gafurdur” demek, insanların yaptıkları eksiklikleri, hataları topluluk tamir eder, kapatır demektir. Dayanışma ortaklıkları budur. İnsan daima kusur işler ama dayanışma ortaklıkları onları giderir. İşte Allah’ın mağfireti budur. Allah bunları da diğer kulları vasıtası ile yapar. Bir şeyi nezretti veya yemin etti, biz de ona dayanarak bir iş yaptık, sonra bunun böyle olmadığını beyan etti. Biz mağdur olduk. Ama bizim Allah’ın halifesi olarak bu mağduriyeti sinemize çekmemiz gerekir. Eğer gücümüz yetmezse, dayanışma ortaklıklarınca desteklenmesi gerekir.

Kendi üretip tüketen ilk topluluklarda işler sigortasız yürüyebilirdi. Bugün sigortasız işler yürümüyor. Artık sigortasız bir hayat tasavvur edilemez. Batılılar bunu para karşılığı yapmaktadırlar. Bugünkü sigorta sisteminde büyük firmalar ayakta durabilmekte, küçük firmalar ise yok olup gitmektedirler.

İslâmiyet ise bu sigortalamayı dayanışma ortaklıkları şeklinde ortaya koymuştur. Çoklu dayanışma ortaklıkları kuruluyor. Siz bunlardan birini seçiyorsunuz. Birinize bir şey olduğu zaman hepinize olmuş kabul ederek taksitleri bölüşüyorsunuz. Burada eşitlik vardır. Mâlen ödeyemeyenler çalışarak ödemektedirler.

Halim” yumuşak demektir, tatlı demektir. “Helva” kelimesiyle akrabalığı vardır. Yani, Allah insanları hoş görmektedir, onları sıkıntıya sokmamaktadır.

Kişiler eğer kasıtları dışında nezir veya yemin yapmış olsalar, nezir ve yeminden kaçınırlardı. Dolayısıyla şekil şartı aranmaksızın herkes nezir ve yemin yapmaktadır. Yorumu da kendilerine bırakılmıştır. Buna gevşek yönetim diyoruz.

Yönetim kurallar koyar ama kurallara uymayanları da fazla sıkıştırmaz, onları rahat bırakır. Böylece insanları iyiliğe yönlendirir ama zorlamaz. İlk bakışta bu gevşek yönetim zararlı gibi görülürse de, topluluk yavaş yavaş toparlanır. AK Parti zamanında gerek ekonomide gerekse yönetimde rahatlık gelmiştir, çünkü halim bir yönetimdi. Fazla karışmıyor, insanları rahatsız etmiyordu. Topluluğun eksikliklerini de devlet tamamlıyordu.

İşte buna gafur olan, halim olan yönetim denmektedir. İnsanlar zorlanmıyor. Çıkan eksiklikleri devlet kendisi gideriyor. Esas olan sokağı kirletmemek, her yeri temiz tutmak, çöpleri sokağa atmamaktır. Ama bunun için ceza koymuyor, sokağa atılanları çöpçüler topluyor. Böylece devlet gafur oluyor, halim oluyor. Bu sıfatların nekire gelmesi bize devletin böyle olmasını ifade eder.

Aile ilişkileri arasında bu yeminle ilgili hususun getirilmesinin sebebi, ailede nezir ve yeminler vardır. Aile onunla yönetilir. Ailede işbölümü vardır. Anne çocukları doğurup büyütmekle yükümlüdür. Baba da çocukların nafakasını temin edip savunma durumundadır. Karı-koca kendi görevlerinde kendi içtihatları ile hareket ederler, bunun için sözleşmeler yaparlar. Akit ve ahitlerde bulunurlar. Bunlar objektif kurallara bağlıdır. Hakemlerin yorumu ile yorumlanır. Bir de nezir ve yeminde bulunurlar. Biri, ‘ben elimden gelirse şunları yapacağım’ der; karı kocasına veya koca karısına der. Diğeri de, ‘ben sıkıntılara da katlanarak bunu yapacağım’ der. Bunlar beyan edilir ve aile defterine yazılır. Geleceğin ailesi böyle kurulur.

Ne zaman ki kızlarımızı ve oğullarımızı bu eğitime ulaştırırız, o zaman “Adil Düzen Ailesi”ni kurmuş oluruz. Kur’an’ın emri böyledir. Bir aile defteri bulunur. Bu defterde aile kararları alınıp yazılır. Anne-baba bu deftere göre amel ederler. Çocuklar bu defterde yazılanlarla büyürler ve buna göre yuva kurarlar.

Bu aile defterinde kararlar şöyle yazılır:

a)      Karı-kocanın mutabakatla aldıkları kararlar yazılır. Defter ortak imza ile beyan edilmiş olur. Bunlar akit seviyesindedir. Burada sıkıntıda olsalar da eşler sorumludur.

b)      Karı veya koca bir ahitte bulunur, ‘bunu ben yapacağım’ der. Karşılıksız olarak taahhüt eder. Diğeri ise bunu kabul eder. Böylece bu da sözleşme hükümlerini içerecektir. Bundan gücü yettiğince sorumludur.

c)       Kadın veya erkek beyanda bulunur. Karşı tarafın onayı gerekmez. Tek taraflı beyan ortak deftere yazılır. Ben bunu sıkıntıda da olsam yerine getireceğim der.

d)      Kadın veya erkek ‘ben bunu imkanım nisbetinde yerine getireceğim’ der. İşte böylece aile içi bir şeriat oluşur. Aile içinde yer alan herkes, ailenin sıhri yakınları bu aileyle böyle ilişkiler kurarlar.

Aralarında niza çıkarsa hakemlere giderler, hakemlerin kararları da bu defterde yer alır.

Biz henüz cahiliye devrindeyiz. Bunları yazacak seviyeye ulaşmış değiliz. “Adil Düzen Sitesi” bunları yapabilenler tarafından kurulur. Kur’an’ın ‘az olsun çok olsun yazınız’ âyeti bize yeni uygarlığı nasıl kuracağımızı anlatıyor. Mü’min odur ki, şeriata göre hareket eder; insanlar şeriatı akit, ahit, yemin ve nezirlerle kurarlar. Allah bize içtihat yapın öyle amel edin diyor. Karı-koca da yuvalarını yönetirken şeriata göre yönetecekler, şeriatı da kendileri kuracaklardır.

Evlenecek genç kimselere tavsiyem budur; kız olsun erkek olsun, böyle evlilik yapınız. Kim bu şartlarla anlaşırsa onunla evleniniz. Bugün gençler acele etmiyorlar. Bence acele etsinler ama bu engeli aşsınlar. Böylece III. bin yıl uygarlığının ailesini kursunlar. Biri aile defterine ailelerin tarihini yazsın.

İşletmeler için de durum budur. Marketimizi çalıştırabilmemiz için muhasebe defterimizin yanında bir de karar defteri olacaktır. O kadar dağınık ve meşgulüz ki, bunları yapamıyoruz. İçinizden birileri çıkmalıdır, nezir etmelidir, hattâ yemin etmelidir de bizi bunları yapmaya zorlamalıdır.

***

لِلَّذِينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ (Li elLAÜIyNa YuELUvNa MiN NiSAEıHıM)  

“Nisalarına i’lâ edenler için şöyle yapmak vardır.”

Kur’an karı-koca arasında ülfeti sağlamak, aile müessesesini yaşatmak için müesseseler geliştirmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

a)      Önce serbest cinsi ilişkileri yasaklamış, böylece herkesi evlenmeye zorlamıştır.

b)      Sonra akrabalık müessesesini koymuş, aralarında evlenmeyi yasaklamıştır.

c)       Karı-koca arasında işbölümü yapmış, herkese yapabileceği işi vermiştir.

d)      Nikâhta mihir müessesesini getirerek evliliğe mâli teminat getirmiştir.

e)       Boşanma müessesesini getirerek evlenmeleri kolaylaştırmış, evleneceklere geriye dönme imkanını sağlamıştır.

f)       Karı-koca arasında hakemlik müessesesini koyarak, mahkemelerde sürünmeden aralarındaki sorunları kendi aralarında çözme imkanını sağlamıştır.

g)       Karı-koca arasındaki işbölümünü akrabalık dayanışması içinde genişletmiştir.

h)      Miras müessesesiyle akrabalık arasındaki dayanışmayı teyit etmiştir.

Bütün bunların dışında dört müessese daha getirmiştir.

a)      Velayet müessesesi. Her kadın kendisine bir siyasi temsilci seçer, o onun siyasi vekilidir. Kadın istediğinde bu siyasi temsilcisini değiştirebilir, ancak temsilcinin haberi olmadan bir iş yapamaz. Mesela, çıktığı seyahatlerden, katıldığı toplantılardan bu velinin haberi olması gerekir. Genel olarak örfte bu kocaya tanınmış bir hak olarak kullanılmaktadır. Oysa bu kocaya değil, kadının kendi seçtiği korumasına aittir; isterse kocası da olabilir. Kadın korumasını kendisi seçtiği için onun hürriyetine dokunulmamış olmaktadır. Ama yaptığı işlerden onu haberdar etmek durumunda olduğu için de güvenliği sağlanmaktadır. Kadın kendisine mü’min veli seçerse mü’min olur, müslim veli seçerse müslim olur.

b)      Hacr müessesesi. Kadın kendisini koruyamaz durumda olur, velisi onun serbest hareketlerinden endişe ederse hakemlere başvurarak onu hacr ettirebilir. Bundan sonra sadece haber vermekle değil, izin almakla da sorumlu olur. İzin almadan kadın istediği yere gidemez. Burada bazı tedbirler alma yetkisine sahiptir. Seyahatleri kısıtlayabilir, toplantılara katılmalarını yasaklayabilir. Belli kadın ve erkeklerle olmaya sınır getirebilir. Ayrıca karı-koca arasındaki ilişkileri ceza olarak verebilir. Koca diğer kadınlarla birlikte olmaya devam eder. Bütün bunların müeyyidesi olarak da iz bırakmayacak te’diben dövme yetkisine de sahiptir. Kadın bu şekilde hareket eden velisini değiştirebilir. Ancak sonra eğer kadın kötü yola düşerse, tedbiri almayan veli sorumlu olur. Kimse almazsa, kadının anne ve babası bundan sorumlu tutulur. Onlar da almazsa, kocalar bunlardan sorumlu tutulur. Bu suretle hacr edilmiş kadın hakemlere giderek kendi üzerindeki bu kararı kaldırtabilir. O zaman diğer kadınlar ile erkekler arasında hiçbir fark kalmaz. Erkekler azarlarsa, onlar ilçelerinden sürülürler. Kadınlar sürülmez, hacr edilirler. Yani, bildirme zorunluluğu yerine izin zorunluluğu ortaya çıkar.

c)       İla müessesesi: Erkeklere tanınan diğer bir tedbir müessesesi de iladır. İlada koca karısından uzak durmakta, cinsi ilişkide bulunmamaktadır. Erkek bütün kadınlardan ve cariyelerden uzak durmaya karar vermiş olur. Bu iladır. Bu uzak durma en çok dört ay sürebilir. Bu bir tür nezir hükmündedir. Cezası erkeğin kadınlardan uzak durmasıdır. Gecelerini de bölüşmez. Bu karısına karşı alınmış bir tedbir değildir. Genel olarak kadınlar erkeklerini çok severler ama aynı zamanda onların sırdaşıdırlar. Başkalarına kızarlar, hırslarını kocalarına saldırarak çıkarırlar, böylece deşarj olurlar. Kocalarına verdikleri eziyetten haberdar değildirler. Ama boşanmaya gelince, ayrı olmaya gelince de dayanamazlar. Onlar kocalarına kızdıkları için değil, kızacak başka kimse bulamadıkları için kavga çıkarırlar. Erkeklere verilmiş imkan onlardan uzak durmaktır. Böylece ne sağlanır? Bir taraftan kocanın ne kadar kötü durumda olduğunu gösterir, diğer taraftan kadınlara da tehlikenin durumunu belirtir. Hem erkeğe hem kadınlara gerekli cezadır. Kendi kendilerine verilen cezadır. İyi geçinin demektir. İlanın her zaman dört ay olması gerekmez. Belli günleri belirleme ile birkaç gün için de olabilir. Hattâ ila yaptıktan sonra erken de vazgeçebilir. Bunda beis yoktur. Yemin olmadığı için de bir ceza sözkonusu değildir. Yalnız ila en çok dört ay sürebilir. Dört ay dolunca koca istediği kadınları boşar, istediği kadınlarla yaşamaya devam eder. Elbette koca dört ay beklemeden de doğrudan karısını boşayabilirdi. Ama burada bir bekleme eğitimi devresini tanımıştır. Evli kalıp boşamak. Bunun başka yararı, bunun sayısı yoktur. Ama boşanma sayılıdır. Üç defa boşadıktan sonra bir daha evlenemezsin.

d)      Zihar müessesesi: Zihar da ila gibidir. Ancak ziharda yemin vardır, ilada yemin yoktur. Rücu edince, yemin olduğu için Kur’an’da gösterilen kefaret cezaları ile cezalandırılır. O cezalar sırasıyla şunlardır. Köle azat eder, azat edecek köle bulamayan peş peşe iki ay oruç tutar,   peş peşe iki ay oruç tutmaya gücü yetmiyorsa 60 miskini yedirir. (Mücadele Sûresi, 58/3-4)

تَرَبُّصُ أَرْبَعَةِ أَشْهُرٍ  “Erbaa eşhur (dört ay) tarabbus vardır.”

RABASA” “BASARA” kelimesinden kalb/çevirme iledir. İntizar etmek demek, beklemek olduğu gibi, ibtisar etmek de beklemektir. “İbtisar” kullanılmaz, “Rabasa” kullanılır. Beklemek vardır. Buradaki bekleme kendi iradesinde beklemedir. Bir nevi ruhsattır, müddettir. En çok o zamana kadar bekleyebilirsin demektir. Tecilde ise o zamana kadar beklemek zorundasın demektir. “TERABBUS” son tarihtir, “Tecil” ilk tarihtir.

Dört ay” nedir? Senenin üçte biridir. Ama asıl beklemenin sebebi insanın o müddet içinde gerekli kararları alabilmesidir. Ölen birisinin iddeti ise dört ay on gündür. Orada on gün uzun tutulmuştur. Bu, yakınlık derecesini ifade eder. Biz yuvarlatır öyle hareket ederiz. Dört ay on gün erkene alınmıştır. 10/128=5/64=1/13 yahut 1/12,5 olarak alabiliriz. Bu da 8’de 1 etmektedir. 128 gün ise ikili sistemde 64’ten sonra gelen sayıdır. Birbirinden uzak kalan kimselerde önce özleme başlar. Bu özleme 128 güne kadar yükselir. Sonra artık unutulmaya başlanır. Uzun zaman geçince de artık unutulur. Bunun için bekletiliyor. Dört ay sonunda artık en büyük özlemeye geçilmiş olur. Orada karar evliliğin lehine olur. Ondan sonra bekletmenin bir yararı yoktur.

فَإِنْ فَاءُوا (Fa EiN FAvEUv)  “Fey’ ederlerse.”

Fey’ etmek” yerine getirmek anlamına geldiği gibi, aşağıya dönme demek de olur. “Fey’i zeval” demek, zevalin geçmesi demektir. Biz bu müddeti 44 dakika olarak hesaplıyoruz. Ay günde bu kadar geri kalmaktadır. Biz müddeti zevalin fey’i için kullanıyoruz. Bu zaman içinde öğle namazı kılınmaz. Gölge en kısa duruma gelmiş ve uzamaya başlamıştır.

Dört ayı doldurduktan sonra artık karar zamanıdır. Ya geri dönülecek yahut karar verilecektir.

Acaba bu zaman ne kadardır? Bunun için biz düşünme müddeti olarak 10 gün diyoruz. Böylece iddete kadar düşünme şansını vermiş oluyoruz. Bu müddet içinde istediği karısına dönebilir. Hangisine dönerse onunla yatabilir. Ama sonra bu kısmette yani taksimatta hesaplanır. Boşayacağını da boşamış olur. On gün içinde boşayabilir, ama kendiliğinden boşanma on gün sonunda olur.

Bu arada “Fa” harfi gelmiştir. Bundan önce boşayamaz veya ilayı bitiremez gibi bir mânâ verilemez, çünkü her zaman boşama imkanına sahiptir. Dolmadan boşarsa boşadığı kimseyi boşamış olur. İla devam eder. Ama ondan sonra ilayı kaldırabilir.

Burada üzerinde durulacak başka bir mesele vardır. Neden çoğul kullandı, neden gaip kullandı?

Demek ki bu hükümler mezheplere göre değişiktir. Herkes kendi mezhebine göre amel edecektir. Kurallar vardır, bucakta istişare ile tesbit edilir. Başkan istişare eder ve başkan ortak vekil olarak karar alır. Hakemlere gidilip karar iptal edilebilir. Burada ise her dayanışma ortaklığı kendi içtihatlarını uygular. Demek ki, buradaki “Fa”yı ondan önce yapmaz anlamında değil de, en geç o zaman içinde karar vermek durumundadır.

فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(226)  (FaEnNa elLAHa ĞaFUvRun RaPIyMun)  “Allah gafurdur, rahimdir.”

Yani, bu yolla bırakılan açıklar kamuca kapatılır demektir. Bu kararlar muhasibe bildirilir, muhasip bunların hepsini hesaba geçirir. Nikah geçirildiği gibi ila da geçirilmiş olur, talak da geçirilmiş olur.

Aile defterinde alınan kararlar, yazılan kararlar bir muhasebe kaynağıdır. Kişilerin muhasipleri ve kayıtçıları bunları tescil ederler.

Rahim” kelimesi ifade edilmiştir. Geri döndükleri zaman eğer bir sıkıntı varsa bunu topluluğun gidermesi gerekir. Bu ilanın başka bir faydası, ilayı yapan kocayı duyduğumuzda bu ailede sıkıntı vardır diye anlarız ve onunla ilgileniriz. Giderebileceğimiz eksiklik varsa gideririz. Böylece yukarıda “halim”, burada “rahim” kelimesi getirilmiştir. “Halim” ufak tefek kusurlara göz yummak, insanları rahatsız etmemektir. “Rahim” ise gerekli yardımı yapmadır. Bu eksiği gidermeden ziyade daha iyi hayata ulaştırma demektir.

İslâmiyet kişilere kazandırır, kazandırdıklarına da ortak olur. Akit ve ahide benzer şekilde ortak eder, yani alacaklı hâle getirir ve ortak eder. Ayrıca yemin ve nezir yoluyla ortak olmalarını ister, yani gönlüne göre iyilik etmesini sağlar.

Böyle sorunları olan ailelerle meşgul olmamızı yani yönetimin meşgul olmasını Allah bize emretmektedir. Nereden biliyoruz? Gafurdur, rahimdir deyip nekire getirilmesinden anlıyoruz.

İşte usul budur. Bir varsayım ortaya koyarsınız, her yerde onu o varsayımlara göre yorumlarsınız. Sonunda bir şır’a ortaya çıkar. Bu şır’ayı yaşarsınız, başarıya ulaşılır. Demek ki varsayımlar doğrudur.

Mezheplerin müçtehitleri böyle yaptılar ve bin yıldan fazla süren bir uygarlık ortaya çıktı.

Bizim içtihatlarımızı uygulayan olursa; -ki olacaktır,- o zaman bu varsayımlara göre de bir uygarlık doğarsa; -ki doğacaktır,- bizim varsayımlarımız doğrudur; hiç olmazsa bin yılımız için doğrudur. Başka varsayımlar da konabilir, ona göre Kur’an yorumlanabilir. Onların varsayımları da elbette doğrudur. İnsanlar bizim yaptıklarımıza kulak vermeme yerine, bizden daha iyisini yapma cihetine gitmelidirler.

***

وَإِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ (VaEın GaZaMUv elOaLAQa) “Talaka azmederlerse.”

Buna on gün içinde karar vermek durumundadırlar. “Ve” harfi ile atfedildiği için fey ile talak birlikte yapılacaktır demektir. Karar verilmediği takdirde talaka karar vermiş sayılacaktır. Burada fey zamanı bittiğinde karar hemen gerçekleşmez. Talaka azmetmiş olmak gerekir. Talak kararını vermezse kadın hakemlere gider ve hul’ yapılmış olur. Kadın gitmezse o zaman kadının nafaka hakkı devam eder. Kısmet devam etmez, yani kadın nafaka alır ama artık evli değildirler, cinsi ilişki kuramazlar. Kurarlarsa nikah yapılmış olur. Yeniden mihir sözkonusudur demektir.

Burada yeni bir müessese ortaya çıkıyor. Koca boşamıyor ama ayrı duruyor. Kadın nafaka alıyor. İstediği zaman boşanıyor ve mihrini de alıyor. İkinci evlilik yapan kocalarına karşı bu durumu uygulayan kadınlar vardır. Kocaları  ile ilişkiyi kesiyorlar. Ama çocukları ile kalıyor. Nafaka alıyor. Evlenmeye niyetli olmadığı için de kocasız kalmak istemiyor. Sovyetlerde birçok kadının durumu böyledir.

Buradaki “Va İn Azamu et-Talâka” deyip boşanmayı tesis etmekle bu müesseseyi de koymuş olmaktadır. Kur’an bu fiili durumu hükümlere bağlamış olmaktadır.

فَإِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(227)  (Fa EinNa elLAHa SaMIyGun GaLIyMun)  “Allah semidir, alimdir.”

Nikahta resmi memura ve kayıtlara gerek yoktur. Taraflar nikah yapar, biz evlendik diye ilan ederlerse yani akdi açık yaparlarsa nikah tamamlanmış olur. Aleniyet için de sadece bildirmeyi yeterli görüyoruz. İki şahide soruşturmacıya bildirmekle nikah tamam olur. Biz yazılı olması gerektiğini öneriyoruz. Şart değil ama farzdır. Şahit şartı da bizce yoktur. Yazıp imzalamaları yeterlidir. Sonradan şahide mukaveleyi verebilirler. Ama boşanma böyle değildir.

Burada “semidir” dendiğine göre, şahitlerin huzurunda ben bunu boşuyorum demiş olması, kadının da ben de boşanıyorum demiş olmaları gerekir, beyan etmeleri gerekir.

Semiun” dendiği yerde kavli akit gerekmektedir. “Alimun” kelimesi ile bunların muhasebeye geçmesi ve resmi kayıtlarda yer alması gerekir, yani evlilik de boşanma da kayıtlarda yer almalıdır. Herkesin bunların evli olduğunu veya boşandığını bilmesi gerekir.

***

وَالْمُطَلَّقَاتُ (Va eLMuTalLAQAvTu)  “Boşanmış kadınlar.”

Bunun dişi kurallı çoğulla getirilmesi demek, bunların organize olmaları gerekmektedir demektir. Dul kadınlar özel statüye tâbi olacaklardır. Şimdi sorun şudur. Kredi haktır, herkesin kredi alma yetkisi vardır. Burada iladan sonra oluşan talakı anlatmaktadır.

Va” harfi ile atfedilmiştir. Sonra mutallakalar dişi kurallı çoğul gelmiştir. Dört ay bekledikten sonra boşanmışlardır. Zaten dört ay ayrı kalmışlardır. Bir daha iddetin beklenmesi nedendir?

يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ (YaTaRabBaSNa Bi ENFuSiHinNa)  “Kendi nefislerinde beklerler.”

Burada neden “Bi Enfusihinne” denmiştir? Her birinin kendi iddetini beklemesini ifade etmek için bu ifade getirilmiştir. Üç kur’ beklerler. Ama her biri kendi üç kur’unu beklemiş olur. Eğer burada “Enfusihinne” gelmeseydi hepsinin birden üç kur’ beklemesi gerekecekti, yani ortak bir kur’ sözkonusu olacaktı. Mutallakaların dişi kurallı çoğul gelmesi sebebiyle bu şekilde boşanmış olanların özel durumları vardır. Bu ne olabilir?

Bunu şu şekilde açıklayabiliriz.

Bu kendilerine verilecek çalışma kredileriyle ilgilidir. Erkekler çalışma kredilerini alırlar ve bu kredilerle işverenlere giderler. İşverenlere sermayeleri ile gitmiş olduklarından işverenler bunlara kolayca iş verebilirler. Böylece işverenlerin sermaye sorunu olmaz, sadece bilgi ve işçi bulma sorunu olur.

Şimdi şu soru sorulabilir. Kadınların acaba bu krediden yararlanma hakları var mıdır?

Kadınların bu krediden payları, mirastaki paylara kıyas ederek erkeğin yarısı kadardır. Daha doğrusu kızların kredi hakkı erkeklerin yarısıdır. Erkekler ağır iş yaparlar, ücretleri de fazladır. Kadınlar hafif iş yaparlar, ücretleri de azdır. Krediyi böyle alırlar. Ama kendileri işverenle anlaşarak istedikleri kadar ücret alabilirler, kendileri işyeri kurarak istedikleri kadar kazanırlar. İşveren kredisi bakımından erkeklerden farkları olmayacaktır. Kızlar evlensinler diye kız iken aldıkları krediler de böyledir. Bu durum evli kadınlar için de aynıdır, yani erkeklerin aldığı kredinin yarısını alırlar. Ancak boşandıktan sonra ise artık onlar bir defa evlenme emrini yerine getirmiş oldukları için erkeklerle eşit kredi alırlar.

Böylece, bir defa evlenmenin farz olduğunu, ondan sonra isteyen kadının dul kalabileceğini istidlal ediyoruz. Kıyasen erkekler için de bu böyledir. Ömründe bir defa evlenenler farzı yerine getirmiş olurlar. Hac gibidir. İşte, biz “mutallakat”ın dişi kurallı çoğul olmasını böyle yorumluyoruz. Başkaları başka şekilde yorumlayabilir. Onlarınki belki bundan daha iyi bir yorum olabilir, o zaman o tercih edilir. Ama yorum yapamayanlar yorumumuzu uzak yorumdur deyip kesip atamazlar. Bunlar şimdi çözülmüştür.

ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ (ÇaLAÇaTa QuRUvEin)  “Üç kuru’ beklerler.”

Karn” boynuz demektir. Bazı hayvanlar her yıl bir boğum boynuz uzatırlar. O sebeple her nesle bir karn denmektedir. “Hemze” ile “Nun” harfi arasında yakın akrabalık vardır. Üstünlü tenvin ile Nun olur.

Burada da “KAR’” bir dönem demektir. Kadınların ay başları arasındaki dönem kar’dır. Çoğulu “KURU’” gelmektedir. Burada ihtilaf vardır. Üç hayız olma müddeti mi beklenecek, yoksa üç temizlenme müddeti mi beklenecek? Ebu Hanife’ye göre üç defa hayız görecek anlamındadır. Kur’an’ın öngördüğü boşama şekli de kadın hayızlı iken boşanmamalıdır. Çünkü o zaman karı koca arasında uzaklaşma vardır. Temiz iken talak yapılmalıdır. Ondan sonra da üç hayız müddeti beklenmelidir. Dolayısıyla tam üç ay geçmiş olacaktır.

Bunu başka bir kıyasla da tesbit edebiliriz. Hayız görmeyenler üç ay beklerler. Bu bekleme hayızdan kesilmenin çocuktan geldiğini bilmek içindir. Hamile kadın üç ay sonunda hamile olduğunu kesin olarak anlar anlamındadır. Ayrıca bu müddet kadının vücudunun erkeğin hormonlarından temizlenmesidir.

Bize göre bir kadında eğer üç aydan kısa zamanda iki ayrı erkeğin menileri birleşecek olursa, virüs veya bakterilerde mutasyon olmakta ve zararlı bakteriler veya virüsler ortaya çıkmaktadır. Bu da hastalıklara neden olmaktadır. AİDS hastalığı budur. Bu husus üzerinde araştırma yapılmamıştır. Bizim Kur’an’dan istidlâlimiz budur. İşte bunun için her halükârda üç aylık tam devre tamam olmalıdır diyoruz. Ebu Hanife kendi içtihadını istibrai rahm ile açıklamaktadır. Yani hamile olmadığını gösteren temizlenme değil, kirlenmedir der.

وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ أَنْ يَكْتُمْنَ (VaLAv YaXılLu LaHunNa EaN YakTuMNa)  

“Ketm etmeleri kendilerine helal olmaz.”

Buradan açıkça anlaşılıyor ki, üç ay sonunda kadın hamile olduğunu kesin olarak anlar. Belki tecrübe görmemiş kadın bunu anlamayabilir, ama diğer tecrübeli kadınlar onun durumunu tetkik ederek hamile olduklarını anlayabilirler. Bu müddet en kısa dönem olan altı aylık hamileliğin yarısıdır. Dokuz ayın üçte biridir. Çoğul gelmesinin hikmeti de budur. Kadınların anlamasıdır. Tıp yardımı ile bugün çok erken hamilelik anlaşılmaktadır. O zaman beklemeye gerek var mıdır?

Yukarıda izah ettik, beklemeye gerek vardır. Çünkü hormon veya meni karışımı mutasyonlara sebep olmaktadır. Ancak burada “ketm etmesinler” sözünden başka mânâlar da çıkarabilmekteyiz. Kadın erkek birleştiği zaman erkeğin menisi yumurta ile hemen birleşmez. Meni bir özel yere alınıp saklanır. Kadın yumurtası geldiği zaman onunla birleşme olmuş olur. Böylece döllenme ile birleşme arasında zaman geçmektedir. Bu zaman ne kadardır? Bu hususta tıp bugün kesin müddet verebilmekte midir? Bu husus incelenmelidir. Ama âyet burada şunu ifade ediyor ki, bu kalan spermler iki hayız sonra da döllenme yapabilir, yani birleşmeden iki ay sonra da kadın hamile kalabilir. Bu sebeple bu müddeti beklemek gerekmektedir. Tıp bunu önceden belirleyemez. Bir başka bilgi de gebelik testinin sağlığı ile ilgili olabilir. Kurbağa testinin bir zararı olmayabilir. Ama şua ile muayeneler cenin üzerinde genetik tahribat yaptığı için onunla test yapmak haram kılınmıştır demektir.

مَا خَلَقَ اللَّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ (MAv PaLaQa elLAHu FIy EaRXAvMıHınNa) 

“Allah’ın rahimlerinde halk ettiğini.”

Kur’an’da insanın meni ile yaratıldığını söylemekte, kadınların tarla olduğu söylenmektedir. Bu sanki kadınların yumurtaları yokmuş gibi anlaşılabilir. Oysa döllenmiş hücreye “alak” denmektedir. Kadınlar için de kıyasen meni yerine yumurta sözkonusu olmaktadır. Burada insanın baba cinsi organlarında değil, anne cinsi organında rahimde halk edildiğini söylemektedir, yani insan anne karnında yaratılmaktadır. Bu da döllenme sonucu ortaya çıkmaktadır. Bir ceninin eğer gün olarak ömrü tesbit edilebiliyorsa, o tarihten itibaren gerisin geriye sayıp o tarihte halk edildiği kabul edilebilir. Ama asıl kabul üç ay geçer, hayız olmazsa o zaman üçüncü temizlemeden 90 gün geriye gidilerek o günden itibaren kişiliğini başlamış kabul edebiliriz.

Tıp daha hassas tesbit yapabiliyorsa o kadar geri gidilebilir.

M. Lütfi Hocaoğlu bu konularda bir makale yazabilir ve o makale bu tefsire eklenir.

إِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (EiN KunNa YuEMNinNa Bi ElLAHi Va eLYavMı el APıRı) 

“Allah’a ve ahir yevmine iman ediyorlarsa.”

Bu ifade bize âhirette gece gündüz olmayacaktır yani bir gün olacaktır anlamını vermektedir. Çünkü son gün olacaktır. Son gün kıyamet günüdür. Bir gece bir gündüz sözkonusudur. Ahir dönem de anlaşılabilir. Cennette hep gündüz olacaktır. Güneşli yer olacak, gölgeli yer olacaktır. Karanlık yer olacak, aydınlık yer olacaktır. Uyuyacak mıyız, yoksa buna gerek kalmayacak mı? Yaşlanma olmadığına, ölüm olmadığına göre, uyumamız gerekecek midir?

Bu hususta bilgi sahibi olmamız için Kur’an’ın bu husustaki âyetlerini alıp incelememiz gerekmektedir.

Biz sadece yorum yapıyoruz, içtihat yapmıyoruz. Bu demektir ki, buna dair âyetleri bir araya getirip incelersek o içtihat olur. Biz bunu fıkıhta yapıyoruz ama tefsirde sadece bu âyetten anladıklarımızı yazıyoruz.

III. bin yıl uygarlığının oluşması için ne kadar çok insanın ne kadar çok zaman içinde çalışacağını buradan anlamış oluyoruz. Uygarlık ilk günlerde başlayıp sonra devam etmez. Tıpkı bir ağaç gibi önce çimlenir. Sonra yavaş yavaş büyür, dallanır, çiçekler verir, üretim yapar. Sonra yaşlanır. Kovuklar meydana gelir, sonunda rüzgar onu yıkar ve ortadan kaldırır.

Biz şimdi III. bin yılın başında bu bin yılın uygarlığının tohumlarını atıyoruz. Kimse hemen meyvelerini toplayacağımızı sanmasın. Bunun meyvesi ancak birkaç asır sonra alınacaktır. Ama bizim diktiğimiz ağaç o meyveyi verecektir. Allah bizi bugünlerde yarattı. Bize Adil Düzene göre Kur’an’ı yorumlama görevi verdi. Biz onu yapıyoruz. Uygulama müesseseleri için çabalıyoruz. Market ve ahşap evler denemeleri içinde muhasebemizi geliştiriyoruz. İdeal bir duruma geleceğimizi sanmayalım. Biz sadece bir adım atıyoruz.

وَبُعُولَتُهُنَّ (Va BuGuLaTuHunNa)  “Baalleri”

BA’L” kelimesinin “BAĞL” kelimesi ile akrabalığı vardır. “Bağl” katır demektir. Katırlar doğurmazlar, erkekler de doğurmazlar. Koca demek, doğurmayan eş demektir. Bunun dışında “BOĞA” kelimesi ile akrabalığı vardır, o da dölleyen öküz demektir. “Zevc” kelimesi eş demektir, karı veya koca demektir. Fasih Arapçada “zevce” yoktur. Kur’an kadın için de erkek için de “zevc” kelimesini kullanır. Koca anlamında “BA’L” kullanılır. Kocaları onların diğerlerinde ehakdır yani daha çok hak sahibidirler.

Bundan sonraki açıklamaları anlayabilmemiz için boşanma hükümlerini hatırlamamız gerekmektedir. Önce ila yapıyorsunuz. Dört ay geçtikten sonra ya geri dönüyorsunuz, ya da boşuyorsunuz. Hiç ila yapmasanız da boşayabilirsiniz. Temiz iken boşama yapmanız gerekir. Ondan sonra kadın üç ay rahmini temizlemek için bekliyor. İşte bu üç ay içinde geri dönebilirsiniz. Yeniden mihir vermeniz gerekmez, yeniden nikah yapmanız gerekmez. Buna “talakı rıc’î” denmektedir. Geri dönmek onunla cinsi ilişki kurmakla olur. Kadın talakın devam etmesini ister, geri dönmezse o zaman kadın kusurlu olur, mihirden tenzilat yapılır. Eğer üç temizlenme müddeti geçerse, üç ay geçerse artık talak tamam olmuştur. Buna “talakı bâin” denir, yani kesin talak demektir. Bundan sonra tekrar evlenebilirler. Ancak yeniden mihir ve yeniden nikah gerekmektedir. Kadın artık evlenmeyebilir.

Bundan sonra yeniden bir talak olursa aynı hükümler geçerlidir. Birinci talakla bu talak arasında bir fark yoktur. Üçüncü defa talak olursa, o zaman iddeti yine bekler ama artık onunla bir daha o kadın evlenemez, ona haram olur. Bu kadın başka koca ile evlenir, o koca boşar, iddeti dolar, bâin hâle gelirse yeniden evlenebilir. Bu sefer sayı sıfırdan başlar.

أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ (EaXaqQu Bi RadDiHinNa)  “Onları reddetmekte ehaktırlar.”

EHAK” demek talak olmuştur, ama geri almak caizdir demektir. Talak olmasaydı sayıya girmezdi. Demek ki talak geri alınmıyor. Talak talaktır. Ancak boşayan koca diğerlerinden daha ehak olduğu için geri alabilmektedir. Burada kocalarına bu hak verildiğine göre karıların rızaları şart değildir demektir. Dolayısıyla yeniden nikah akdedilmeyecek, yeniden mihir verilmeyecek demektir. Çünkü mihir nikah akdinin gereğidir.

فِي ذَلِكَ (FIy ÜAvLıKa)  “Bu durumda.”

Yani üç ay içinde burada bu esnada denmektedir. Aslında “Fî Tilke” yani müennes olması gerektiği halde, -çünkü üç tuhurdur,- müzekker işaret gelmiştir.

İşaret ismi zamirden farklı olarak cümlelere, kavramlara, olaylara gidebilir. Dolayısıyla burada işaret edilen üç aylık müddet olduğu için ona erkek işaret sıfatı ile işaret etmektedir.

إِنْ أَرَادُوا إِصْلَاحًا (EiN EaRADUv IÖLaXan)  “Islahı murad ederlerse.”

Boşamadan barışıp onlarla birlikte olmayı murad ediyorlarsa.

Bu ifadelerde hep erkekleri ve kadınları çoğul olarak kullanmaktadır. Çoğul çoğula izafe edildiği için herkes kendi eşini boşarsa anlamında olduğu açıktır. Ancak neden çoğul sigası getirilmiştir?

Çoğul sigası ile anlatılmıştır, çünkü boşama olayı sosyal bir olaydır. Topluluğun içinde topluluğun koyduğu kurallarla olacaktır. Birinin boşadığını diğeri hemen alamamaktadır. O halde boşamada kadın bir ara kocasız kalmaktadır. Bütün erkekler boşamış bulunmaktadır.

Islah” uygunluk demektir; yani eşler birlikte yaşayacak ve evlilik hayatı sürecekse demektir.

Bunun için ne gerekmektedir?

a)      Evlenecekler arasında kesin işbölümü olacak ve yetkiler belirlenecektir. Kadın çocuk doğurup büyütecek, erkek nafaka temin edip savunacaktır. Bu yalnız ailede değil, ortaklıklarda ve işletmelerde de hep böyledir. Kim ne yapacak ve yetkiler nelerdir bilinecek. Bunun için belli mezheplerin görüşü benimsenecektir.

b)      Karı-koca arasında mutlaka sözleşme yapılacak ve bu sözleşmeye uyulacaktır. Bunun için bir aile karar defteri tutulacak ve işletmelerde olduğu gibi kararlar yazılacaktır. Kararlar yine yazılı olarak değiştirilecektir.

c)       Baştan boşanma tazminatı konacak, boşanmalarda taraflara serbestlik tanınacaktır. İsteyen istediği zaman evliliğe son verebilir, boşama olur. Erkek boşarsa ve kadının kusuru yoksa, kadın mihrin tamamını alır ve gider. Kadın boşarsa ve erkeğin kusuru yoksa, kadın mihrin tamamını iade eder. Ayrılıp gider. Erkek boşar ama kadın kusurlu ise verdiği mihrin bir kısmını geri alır. Kadın boşar ama erkek kusurlu ise mihrin bir kısmını alarak boşar.

d)      En önemli dördüncü husus ise aralarında çıkan nizaları hakemler yoluyla çözerler. İşte bu kuralları kabul etmişlerse hakemlere giderler ve hakemlerin koydukları kararlara taraflar uyarlar.

İşte burada “ıslahı murad etmek” demek, hakem kararlarına müracaat etmek demektir. Hakemlerin kararı ile talaklarını geri alabilirler demektir. Yine çoğul kullanmasının hikmeti budur. Bu arada kadın da hakemlere giderek evlilik sözleşmesinde ne değişiklik isterse onu koydurabilir.

Demek ki, karı-koca arasında kavgasız bir hayat isteniyorsa hakemlik müessesesine ve yazılı aile karar defterine ihtiyaç vardır. Bu deftere hakem kararları ile de eklemeler yapılabilir. Bunu nerden biliyoruz? Hakemlerle ilgili âyette de ıslahtan bahsetmektedir.

وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ (Va LaHunNa MiÇLu elLaÜIy GaLaYHinNa) 

“Onların aleyhinin misli lehleri vardır.”

Genel kural şudur. İnsanlar eşit yaratılmamışlardır. Dolayısıyla herkesin görevleri eşit olsun denemez. Kadınlara da askere gitsin diyemeyiz. Dersek; o zaman erkekler de doğursun dememiz gerekir. İnsanları eşitlemek demek, insanlarla hayvanları eşitlemek demektir. Böyle bir düzen olmaz.

Bununla beraber, insanlar arasında bir eşitlik vardır. Ehliyetine göre yani kabiliyetine göre iş veriyoruz. Kadınlar doğuruyor, erkekler savaşıyor; kadınlar büyütüyor, erkekler nafaka temin diyor. Çünkü onların kabiliyetleri bunları yapacak şekilde yaratılmıştır. Hemen bu görevlerinin karşılığı olarak yetkiler doğar. Velayet hakkı erkeğindir. Çünkü çocukları dışarıda baba temsil ediyor. Hıdane yetkisi ise annenindir. Çünkü evde o ona bakıyor. Sonra da sorumluluk gelir. Evde çocuğa bir şey olursa anne sorumludur, annenin âkilesi öder. Dışarıda çocuğa bir şey olursa baba sorumludur, babanın âkilesi öder. Ondan sonra da karı kocanın hakları vardır. Kadın yemek pişirir, koca da yer. Kadının temizliğinden koca da yararlanır. Burada eşitlik vardır. Koca kendisinin yediğini yedirmek, kendisinin giydiğini giydirmekle yükümlüdür.

İşte; görev, yetki, sorumluluk ve hak denkliği burada ifade edilmiştir. Yalnız kadınlar için ifade edilmiştir. Kıyas yoluyla erkekler için de ifade edilmiş olmaktadır, yani erkeklerin de hakları görevleri kadardır; sorumlulukları yetkileri kadardır. Bu kural tüm sosyal faaliyetlerde geçerlidir.

بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRuFı)  “Maruf ile”

Kur’an’da “ÖRF” ve “MARUF” kelimeleri geçmektedir. “Örf” toplulukta kendiliğinden oluşmuş icmalardır. İçtihat ve istişare mahsulü değildir. Kendiliğinden herkes onu öyle bilmektedir. “Maruf” ise kararlaştırılmış demektir.

Her bucağın örfü ve marufu vardır. Bunların nasıl oluşacağı ma’şeri kararlarda belirtilmiştir. Usul kitaplarında bunlara yer verilmiştir.

Harfi tarifle gelmiştir. Ona göre kararlar alacağız demektir. İçtihat ve icmalarla bunlar oluşacaktır. Bütün kararlar hakemlerin denetimindedir. Yukarıda belirtilen görev, yetki, sorumluluk ve haklar arasında denge yoksa hakemler bu marufu iptal edebilirler.

وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ (Va Li elRıCaLı GaLayHınNa DaRaCaTun) 

“Erkeklerin onların üzerinde dereceleri vardır.”

Önce haklar vazifelere denktir. Burada istisna yoktur. Ama görevler eşit değildir. Dolayısıyla haklar da eşit değildir. Aile içinde erkeklerin görevleri kadınlardan azdır; dolayısıyla hakları da azdır. Yani, aile kurmada kadınlar daha fazla yük yüklenmişlerdir.

Âyeti ilk okuduğunuz zaman sanki erkekler daha fazla haklara sahip imişler gibi gelir. Tam tersine, kadınlar daha fazla görev almakta, dolayısıyla hak-vazife eşitliğinden dolayı daha fazla hak sahibi olmaktadırlar.

Bu fazla görev nedir?

Kadınlar cinsi organlarını ortaklığa tahsis ettikleri halde, erkekler bu mükellefiyette değildirler. Yani, kadınlar iki koca ile evlenemedikleri halde, erkekler iki kadınla evlenebilmektedir. İşte bu sebepledir ki kadınların hakları da erkeklerden fazladır. Bu da mihirdir. Kadın erkeğe mihir vermediği halde, erkek kadına mihir vermektedir. Diğer hizmetler birbirine denk olduğu halde, mihir konusunda denklik yoktur. İşte bu ifade bunun için talak kelimesinin altında zikredilmiştir.

İşletmelerde de buna benzer kural koyabiliriz. Ortaklardan sorumlu olanın payı daha büyük olur.

وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(228) (Va elLAHu GaZIyZun XaKıYMun)  “Allah azizdir, hakimdir.”

Allah sözünü dinletir ve hükmeder.

Aziz” demek, halkın isteyerek uyduğu hususlardır. Kurallar vardır ama cezası yoktur. Halk buna kendi istekleri ile uyar. “Hakim” demek, o kuralların cezası vardır, uymayanlar cezalandırılır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-409 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-239  İstanbul, 19 Mayıs 2007

 

SON SİYASİ GELİŞMELER SONRASI YENİ DURUM

Bir arabayı kullanmayı öğrenirsiniz. Ehliyet alırsınız. Sonra arabayı sürersiniz ama sağa-sola yalpalarsınız. Zamanla şayet arabayı uzun süre kullanırsanız, direksiyona öyle alışırsınız ki, siz farkında olmadan tehlikeleri önlersiniz. Bu tecrübe ve refleksler zamanla kazanılır.

İnsan ömrü de böyledir. Zaman geçtikçe insan birçok olayları yaşar ve kendisinde bir sezi melekesi doğar. Bunu elde etmek için zekâ yetmez, tahsil yetmez; bunu ancak yaş kazandırır.

Yaşayanların bu deneyimleri elde etmeleri için; a) Önce o konu üzerinde durmuş olması ve ilgilenmesi gerekir. b) Olayları ilmî tahlillere tâbi tutması gerekir, yani her olayı nedenleri ile ele alması ve çözümlemesi gerekir. c) Bu hususta ilmî eserler okuması gerekir. d) Yaşlanması gerekir.

Bu sebeple Türklerde büyüklere saygı son derece önemlidir. Aile içi disiplinde yaş adeta askeri kıdem gibidir. Aynı sofrada oturup yemek bile yemezler. Büyük imparatorlukları böyle kurdular. İslâmiyet insanlardan böyle bir şey istemez. Ama İslâmiyet insanları gruplara ayırmıştır.

15 yaşına gelinceye kadar herkes velilerinin veya vasilerinin emrindedir. Sonra gençlik yaşı başlar. Beden faaliyetlerini bunlar yüklenir. Bunlar 40 yaşını geçenlere asistanlık yaparlar. Asıl kararları 40 yaşını geçmiş kişiler alırlar. Bunlar iş eğitimini almışlardır. Ama daha hayat tecrübesi direksiyonları pişmemiştir.

40 yaşına gelince artık karar alma çağındadırlar. Bunlar kararlar alırlar, gençler uygularlar. Kararda bunlar söz sahibidir, Uygulamada ise bunlar yardımcıdır. Esas yükü gençler çekerler.

63 yaşını geçenler artık emeklidirler. Kendileri karar alamaz, karar alanlara müşavirlik yaparlar. 40 yaşına gelenler beden eğitimlerini almışlardır. Zihnî eğitimde henüz tam tecrübeli olmamışlardır. Bunlar 63 yaşını geçenlere danışarak karar alırlar. Kararı kendileri alırlar ama yaşlılara danışmak zorundadırlar.

Allah Kur’an’da danışmayı emretmiş ama kararı kendin al demiştir.

***

Bugün Anayasa ekseriyeti ile iktidara gelenler, bizim 1969 yılında başlattığımız bağımsızlar hareketi sonrasında büyüyüp günümüzde 40-63 yaşında olanlardır. Karar almak ve uygulamak elbette onların işidir, bizim işimiz değildir. Ancak o işin 63 yaşını geçenleri de biziz. Bize danışmak ve bizden aldıkları bilgileri değerlendirmek durumundadırlar. Şimdi bugün Anayasa ekseriyeti ile iktidarda olan ve üçlü güç oluşturan bu olgun arkadaşlarımız, maalesef bizi dinleme ihtiyacını hissetmemişlerdir. AK Parti’nin eğer üç başı varsa; bugünkü bu hareketin de üç başı vardır: Necmettin Erbakan, Fethullah Gülen ve Süleyman Karagülle.

Bunlar bize danışmak, bizi dinlemek ve kararları ondan sonra almak durumundadırlar. Bu benim koyduğum bir kural değildir, aksine Kur’an’ın emirleri içindedir.

Bu üçlü ekip bizimle istişare etmediler ama; biz onların gözlerinin içine sokacak, kulaklarını patlatacak bir şekilde uyardık; asker yani orgeneral bir cumhurbaşkanı seçin diye. Bunlar bize tepeden baktılar ve ‘sen kimsin ki bize akıl veriyorsun’ dediler! ‘Ben sadece sizden erken doğmuş bir kimseyim ve siz de bizim oluşturduğumuz imkânlarla şimdi orada oturuyorsunuz. Biz ağacı diktik, baktık, yetiştirdik; şimdi siz meyveleri topluyorsunuz. Dalları kırmayın, ağaçları kurutmayın.’ diyoruz. Bizim için değil, sizin için söyledik. ESAM’da cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili seminer yaptırdılar. Dergi çıkardılar. Arkadaşlar orada seminer notlarıma yazı olarak yer verdiler, savaş vererek bu yazıları koydular. Bunlar sizin için yazıldı, ama...

Şimdi size bazı tavsiyelerim olacaktır. Bunlar benim kafamdan attığım tavsiyeler değildir.

Ben bu konudaki çalışmalarıma daha lise yıllarımda başladım. Bu konudaki denemelerim yanında İslâmî ilimlerle meşgul oldum. Bu yetmedi, Batı’nın ilimlerini de sistemli şekilde ele aldım. Yetmiş yıllık deneyimlerimden istifade etmiyorsunuz. Ben kendim için bir şey istemedim, sizden ücret de istemedim.

Nelerle karşı karşıyasınız?

a)      Farz ediniz ki, seçime girdiniz ve seçimde yüzde 40’ın üstünde oy aldınız. Ne yapacaksınız? Cumhurbaşkanını seçtirecekler midir? Şöyle düşünün; A. Necdet Sezer aday olsaydı, Anayasa Mahkemesi böyle karar verecek miydi? Siirt’te şiir okuyan R. Tayyip Erdoğan olmayıp Deniz Baykal olsaydı, mahkum olacak mıydı? O halde ülkemizde hukuk devleti yoktur, güç devleti vardır. Askerleri kim yanına alırsa o hakim olur. Siz askeri yanınıza almadığınız için 550 milletvekiliniz olsa ne işe yarar?

b)      Farz ediniz ki, seçimde anayasa ekseriyeti temin edemediniz. O zaman cumhurbaşkanını seçemeyeceksiniz. Ne yapacaksınız? ABD’nin gösterdiği adayı seçmek zorunda kalacaksınız. O da Türkiye’yi satacaktır. Buna siz değil, kimse dayanamayacaktır. O halde çıkmazdasınız, devlet çıkmazdadır. Saatli bomba çalışıyor.

c)       O halde ne yapmanız gerekir? Yapacağınız tek şey vardır. Halkı ve orduyu tatmin edecek bir anayasa değişikliğini vaat ederseniz başarılı olursunuz. Tekrar ediyorum, halk ve asker tatmin olmalıdır. Türk ordusunun muvafakatini almak demokrasinin kendisidir. Bu devleti kanları ile onlar koruyacaktır. Sonra ordu demek ne demektir? Millet demek, halk demektir. Bunlar Yeniçeri askerleri değildir, köleler ordusu değildir. Türk ordusu seçilmişleri dinlemelidir ama seçilmişler de Türk ordusu ile uyuşacaklardır. Başka türlü çözüm olmaz.

d)      Bunun dışında, herkesin adil olarak haklarını nasıl garantiye alacağınızı ortaya koymalısınız. Onlar hiçbir zaman size dost olmazlar. Çünkü onlar sizi yok etmek istemektedir. Dinsiz lâikleri memnun edemezsiniz ama onlara yaşama garantisi verirseniz muhalefetleri azalır, bu garantiyi vermeyenlere sizi tercih edebilirler.

İşte bu şekilde hazırlayacağınız anayasa için kimse ile görüşmeyeceksiniz, bizimle görüşeceksiniz, biz size anayasa taslağını vereceğiz. Bu anayasa uzmanlar huzurunda tartışılacak. Anlaşarak değil, ne istediklerini keşfederek bir programla ortaya çıkmalısınız.

a)      Halk bu programa bakarak memnun olmalıdır ki size oy versin. Başkasına kızıp size verilen oyun geçerliliği bu kadar olur.

b)      Türk ordusu sizin programınızı beğenmeli, çözümleri kabul etmelidir. Asker bunu değerlendirir ve sizin yanınızda yer alır. Yoksa MİT aracılığı ile harekete geçer ve sizi iktidar yapmaz. DSP’nin yüzde 22’lerden yüzde birin altına düşmesi kendiliğinden olmamıştır. AK Parti de böyle iktidar olmuştur. Bu kötü değildir. Ordu yapmazsa, bu işi düşmanlarımız yapar ve devleti düşmanlara teslim eder.

c)       Yurt içinde bu vatandan çok dış güçlerin emrinde olan kuruluşlara, gaflet ve dalâlette, hattâ hıyanette olanlara da bir garanti vermeliyiz. Biz size hayat hakkı tanıyoruz. Biz sizi yok etmeyi değil, gerçekleri anlatarak vatan sevgisini aşılamayı ve devletimize bağlılığınızı artırmak istiyoruz. Biz güçlüyüz. Sizden korkmuyoruz. Bizim sıkıntımız ordumuzun zaman zaman sizin yanınızda yer alıp bize saldırmasıdır. Biz bunu çözüyoruz.

d)      Bunların dışında tüm dünya güçlerine garanti vermeli, bizim onlara düşman olmadığımızı duyurmalıyız. Tarafsız olduğumuzu, Türkiye’yi bir süper güçün emrine sokmayacağımızı temin etmeliyiz. Avrupa Birliği’ne girmeyeceğiz ama onlarla dost olacağız.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-409 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-239  İstanbul, 19 Mayıs 2007

 

EKONOMİDE MUAFİYET

Canlıların bir özelliği vardır. Değişik şartlara girdikleri zaman önce büyük sıkıntı çekerler. Mesela, Sibirya soğuklarında yaşamaya alışan kişi Ekvator’a göç etse, oralardaki sıcaklara zor dayanır. Aksi de öyledir; bu sefer de soğuklara çok zor alışır. Ama her şeye rağmen zamanla oraya uyum sağlar ve oranın şartlarına uyar. Vücutta bir mikrop ürerse insan hasta olur ama mücadele eder ve sonunda iyileşir. Tabii iyileşemeyenler de vardır.

Ekonomide de durum budur. Tekel global sermayenin asırlardır uyguladığı öldürücü muameleler sonunda III. bin yılın yani milenyumun başında artık etkisini kaybetmeye başlamıştır.

Sömürü sermayesi neler uygulamış, hangi virüs veya mikropları getirmiştir?

a)       Önce faizi insanlığa bela etmiş ve asırlarca insanlığı inletmiştir.

b)       Ondan sonra gümrük ve vizeleri ihdas etmiş, insanlığa çektirmediği kalmamıştır.

c)       Daha sonra enflasyonu insanlığa musallat etmiş; bu yüzden devletler yıkılmış, insanlık açlıkla boğuşmak zorunda kalmıştır.

d)       Gelir vergisi ve sigorta mevzuatıyla orta ve küçük işletmeleri çökertmiştir.

Bu belaların en etkili olanını Cumhuriyet Türkiye’si yaşamıştır. Osmanlılar’ın başına musallat edilen bu mikroplar Osmanlı Devleti’ni yıkmıştır.

Ama Cumhuriyet döneminde bu mikroplarsa karşı mücadele başlatılmıştır.

a)       Yabancı tekel sermaye kovulmuş ve devlet tekeli ikame edilmiş, KİT’ler doğmuştur.

b)       Dış borçlar tasfiye edilerek millî ekonomi oluşturulmuştur.

c)       1950’lerde Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir.

d)       1960’larda Türkiye’de altyapı faaliyetleri hızlanmıştır.

e)       Sonraları özel sektör açılmış ve zamanla gelişmiştir.

f)        Sonraları küçük ve orta işletmeler desteklenmiştir.

g)       Türk ekonomisi dışarıya açılmış, bu arada Anadolu holdingleri doğmuştur.

h)       Sanayi İstanbul’dan Anadolu’ya taşınmıştır.

Bu başarılarının yanında en büyük kazanımını “halk ekonomisi” ürettiği anti virüsle sağlamıştır. Bundan önce “müdahaleler” olur olmaz hemen “ekonomik krizler” gerçekleşirdi. Bir Anayasa kitapçığı atma olayı bile Türkiye’yi ne badirelere sürüklemişti. Krizle birlikte faizler derhal yüzde yüzlere fırlar, döviz pahalanır, borsa dibe vurur, işletmeler kapanarak çalışamaz hal alırdı. Yabancı sermaye Türkiye’ye müdahale ederek ülkeyi ekonomik ve siyasi ölüme götürürdü. Şimdi ne oldu?

Türkiye’de iki yıldır beklenmedik olaylar olmaktadır. Şemdinli olaylarından başlayarak Genelkurmay Başkanı’nın atanması bile olay olmuştur. Cumhurbaşkanı seçilememiş, Meclis mecburen erken seçime gitmiştir. Danıştay, suikast olayları, Ankara ve İstanbul mitingleri, en önemlisi askeri duyuru. Bütün bunlardan sonra Türkiye’de ekonomik çöküntünün olması beklenirdi. Ama böyle olmadı. Türkiye bütün ekonomik değerlerini korudu. Normal dalgalanmalar dışında bir anormallik olmadı.

Türkiye bu gücü nereden aldı? Nasıl oldu da bu durumunu korudu? Bu geçici midir yoksa artık kalıcı mıdır? Bence bu olay III. bin yıl uygarlığının müjdeleyici olayıdır. Şöyle ki;

a)      Tekel sermaye geliştirdiği karşılıksız parayı artık silah olarak kullanamamaktadır. Çünkü biraz daha zorlarsa dolar sıfırlanabilir, ABD yıkılabilir. Dolayısıyla artık dolarla pek fazla oynayıp insanlığı sömürememektedir. Çünkü piyasaya o kadar fazla dolar sürmüştür ki, bardak dolmuştur. Biraz daha ilave ederseniz bardak taşacak duruma gelmiştir.

b)      Tekel sermaye karşılıksız parada ipin ucunu kaçırmakla kalmamış, onun yanında küçük ve orta boy işletmeler de artık direnecek hâle gelmişlerdir. Türkiye’ye gelen sermaye artık reel sermaye değildir, dünyanın orta sermayesidir. Artık emir komuta ile değil, çıkarları sebebiyle geliyorlar. Türkiye bin yıllık devlettir. Yoksa bile yenisi kurulmaktadır. Dolayısıyla artık sermaye Türkiye’ye gelmekten korkmamaktadır. Bunun anlamı şudur ki, dünyada artık orta boy işletmeler bağımsızlaştılar. İstedikleri işleri yapabilmektedirler. Tekel sermaye dünyaya hakim değildir.

c)       Diğer taraftan Türk sanayicisi da bağımsızlığını kazandı, Anadolu sermayesi oluştu ve faizsiz düzende kendi kendini korumaktadır. İstanbul patronlarının etkileri azalmıştır. Onların şikayeti budur. Onun için müdahaleler yaptırmaktadırlar. Ama boş yere çaba göstermektedirler, çünkü Türkiye’de artık halk ekonomisi kökleşmiştir.

d)      Bir başka olay da, halk artık paniğe kapılmamakta, askeri yönetimden korkmamaktadır. Çünkü asker siyasilerden daha çok kötülük yapmamaktadır, asker gelirse gelsin diyor. Askerler de artık CIA’nın oyuncağı olmamaktadır. Böylece Türkiye artık dış oyunların paniğine kapılmamaktadır.

Bu gelişmeler bize göstermektedir ki, artık tekel sermayenin hakimiyeti bitmektedir. Artık “Adil Düzen”e gitmektedir.. Olaylar bizim lehimize olmuştur. Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınlanma şekli de gösteriyor ki, artık asker de gereksiz seviyede müdahale yapmamaktadır. Allah’a şükürler olsun.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler