1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜZEN 411
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 02 Haziran 2007 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 411. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
“ADİL DÜZEN KURULTAYI” VE “SİTESİ”
TARİH, BATI, SEÇİM VE SONRASI
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 73. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(231) وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ وَأَطْهَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ(232)
وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ (Va EiÜAv OalLaQTuMUv elNıSAEa) “Kadınlarınızı talak ettiğinizde.”
Burada anlaşılması zor birkaç nokta vardır.
1) Buradaki “Ve” harfi nereye atıftır? Daha önce “Siz Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerinden havf ederseniz” yani karı-kocalığı yürütemeyeceklerinden korkarsanız denmiştir: Burada ona atıf kabul edebiliriz. Orada “korkarsanız”, burada da “talaka karar verirseniz” demek olur. Bunun anlamı şudur ki, boşanma kararını hakemler verecektir ama onların kararına dayanılarak verilecektir. Bu atıftaki müşkül odur ki, orada “İN” ile gelmişti, burada “İZA” ile gelmiştir; orada âyetin içinde gelmişti, burada âyetin başında gelmiştir. Cümle içindeki bir kelimeye âyetin başındaki “Ve” ile atfedildiğini usul olarak kabul edebiliriz. “Siz korkarsanız ve talaka karar verirseniz” demek olur. Peki, karı mı kocasını boşayacak, yoksa hakemler mi boşayacak? Burada verebileceğimiz cevap şudur: Koca bütün mihri vererek her zaman boşayabilir, bunun için mahkeme kararına gerek yoktur. Ama eğer boşanma kadın tarafından geliyorsa ve mihrin bir kısmı iade edilecekse, o zaman bu husustaki kararı hakemler verecektir demektir. Talak ile hul’ birlikte iç içe anlatılmaktadır.
2) “İN” yerine “İZA” gelmiştir. Bu “İza Tallaktum” Kur’an’da üç yerde geçmektedir. İkincisi bu âyetten sonra gelen âyette geçiyor. Üçüncüsü ise Talak Suresi’nde geçmektedir. İddeti içinde boşayın denmektedir. Burada neden “İZA” gelmiştir? Karı koca geçinemeyeceklerse, siz de buna kani olmuşsanız, artık onları bir arada tutup zorlamanıza gerek yoktur. Boşama kararını alacaksınız. Devamına karar verecek olanlar hakemlerdir. Devamına karar veremiyor ve ayrılma kanaatine varmışlarsa hakemler boşamayacaklardır. Boşama kararını başkan verecektir; istişareden sonra verecektir. Talak Suresi’nde “Ey Nebi” diye hitap ettikten sonra, “Eğer siz boşarsanız” diyor. Ayrı bir surede “Ev” harfi olmadan getirilmiş olduğundan, ayrı talak değil, bu talak anlatılmakta, bu talakın iddeti içinde olması gerektiği bildirilmektedir. Bu sebeple “İZA” gelmiştir. Korkarsanız hakemlere gidilsin ve hakemlerin kararından sonra siz talak edin denmektedir, hul’u siz yapın denmektedir. Bu da şunu ifade eder ki, hakemlerin kararları ancak onaylanırsa geçerlidir. Şöyle ki, eğer iki kişi arasında niza çıkarsa, taraflar ilçedeki hakemlerden birerlerini seçerler, onlar da baş hakemi seçerler ve bunlar bucağa gelip muhakeme ederler. Sonunda karar verdiler mi bu bucak başkanına gider, bucak başkanı istişare eder ve hakem kararlarını onaylar, yahut onaylamaz. Hakem kararlarını onaylarsa şura üyelerinden herhangi biri hakemlere gidebilir. Bucak başkanının onayını iptal ettirebilir. Tasdik edilmeyen karar yürürlüğe girmez. Ancak bucaktan hicret ederek bucak aleyhinde başka ilçede dava ikame edebilir. O zaman hakem kararlarının tasdiki sözkonusudur.
3) “Siz talak ederseniz” deniyor, “Nisâ” kelimesi getirilerek herkes kendi karısını boşayacak veya boşamasına karar verecek ama yönetim onaylayacak demektir. Çoğul getirilmesinin sebebi, kararın kazai olmasından ileri gelmesidir. “Resulü hakem yapıp uymadıkça siz iman etmiş olmazsınız” âyeti bunu ifade eder. Askeri şura kararlarının temyizi yoktur demektir. Burada çoğul kullanılmasının sebebi, konunun yargı ve yargı icra konusu olduğunu ifade eder.
4) Burada yine bir müşkül vardır. O da bundan sonra “ecelehunne” denmektedir; “acaluhunne” olması gerekir. Çünkü her kadının kendi eceli vardır. Oysa burada bir tek ecel sözkonusudur. Bunun çözümü de, yargı boşamaları birlikte yapılmakta, boşanan kadınların birlikte müddetlerini bekleme durumu ortaya çıkmaktadır. Böyle anladığımızda talakta karı koca bir evde yaşayarak beklerler. Oysa hul’a karar verildi mi, karı koca artık bir evde yaşamazlar. Bunun için bunların misafir olacakları yer olacaktır. Bu belki il içinde olacaktır. Hul’ ile boşanmış kadınlar buraya alınarak bekletilecektir. Çünkü artık onlar için rıc’î talak yoktur. Bunun için aynı dönemde boşamalar yapılacak ve kadınlar bir eceli dolduracaklardır. Bu neye benzer? Askere alınırken ne yapılır? Tertip alınır. Bir tertipte olanlar birlikte hizmet müddetlerini doldururlar, burada da boşanmış kadınlar evlerini birlikte doldururlar.
فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (FaBaLaĞNa EaCaLaHunNa) “Ecellerine baliğ olduklarında.”
Buradaki “Fa” da “İza”nın cevabı olan “Fa” değildir. “İza”nın cevabı “İmsak edin, tasrih edin”dir. Buradaki “Fa” “Ve” anlamındadır. “Fa” getirilmesinin sebebi, kararın hemen verilmesidir; yani iddet içinde karar verilecek, karar müddetinde olması ile yürürlüğe girecektir. Hakemlerin verdikleri kararlar üç ay gözetilecek, bu esnada karı koca ayrı iken kadın boşanmışların evinde tertibini doldururken başkana yetki veriliyor. Hakem kararları onaylanıyor veya reddediliyor. Yeniden birbirlerine dönebiliyor demektir. Yine nikah gerekmiyor, yine mihir gerekmiyor. Bu ara kusurlu tarafa mihirde bir tenzilata veya tezyidata karar verilebiliyor. Onu ödeyerek yeniden evliliğe dönülüyor demektir. “ECEL” kelimesinin tekil olması bunu ifade etmektedir. Boşanma meşru kılınmıştır, ancak en son çare olarak meşru kılınmıştır, çünkü;
a) Kadın koca değiştirmek istemez, her kadın eski kocasına sadıktır.
b) Boşanma yalnız karı koca arasında değil, iki aile arasında sorun yaratmaktadır.
c) Boşanma çocuklar için yıkım olmaktadır.
d) Bir topluluğun sağlıklı olup olmadığına karar verirken evli kadının tüm kadınlara oranına bakılır. Bir de boşanmış sayısının azlığıdır. Boşanmış kadınları evli olmayanlara iki misli katmak gerekir.
Sağlıklı aile yapısı = (Evlenmiş kadınlar - Boşanmış kadınlar) / (Evli kadınlar - evlenebilecek kadınlar)
Bu sebepledir ki boşanmalar kolaylaştırılmıştır. İnsanlar evlenmekten kaçmasınlar ama, zorlaştırılmış boşanmalar çok olmasın diye.
فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ (Fa EaMSiKUHunNa Bi MaGRuvFin) “Onları maruf ile imsak edin.”
Burada görev topluluğa verilmiştir. Karı koca arasını bulun, gerekli desteği verin ve aile yaşasın. Gerekli desteğin verilmesi ne demektir? Sorun imkansızlıktan çıkmışsa onu giderin demektir.
İslâmiyet toplulukta eşi olmayanları evlendirmeyi emretmekte, evlendikten sonra da onları kendi başlarına bırakmamayı emretmektedir. Çünkü aile ortaklığı çocuk yetiştirme ortaklığıdır. Çocuk da 15 yaşına gelince topluluğun olmakta, topluluğun ferdi olmaktadır, topluluğun onu desteklemesi gerekmektedir.
“MARUF” burada nekire gelmiştir. Demek ki her bucağın kendi evlilik kuralları olacak ve kurallar ile bucak kendi hayatını sürdürecektir. Tarihte Mezopotamya, İbrani, Roma ve İslâm’da maruf şeriat oluşmuştur.
III. bin yıl uygarlığında her bucağın kendi özel hukuku olacak, bucaklar kadar hukuk ekolleri olacaktır demektir. Kişi bu çokluk içinde kendi istediği bucağını seçecektir demektir.
أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ (EaV SarRıXUvHunNa Bi MaGRUvFin) “Yahut maruf ile tasrih ediniz.”
Burada da “MARUF” iade edilmiştir. Boşanmanın da kuralları olacak, her bucak kendi bucağının boşanma kurallarını koyacaktır demektir. Kur’an aile müessesesini anlatırken aynı zamanda ortak işletmeleri de anlatmaktadır. Bir bucakta bulunan işletmeler bir muhasebe tipine tâbi olacak, bunlar farklı olacaklardır. Herkesin hesabı kendi bucağının muhasebesinde tutulacaktır. Muhasebe ilçede tutulacak, ilçe muhasipleri tutacak, her bucağın kendi hesabı olacaktır. Kişi başka bucaktakilerle ilişki kurarken kendi muhasebesine de işlenecektir. Şimdi, nasıl bankanın bir şubesinde hesap açıyorsunuz ama istediğiniz şubeden alışveriş yapabiliyorsunuz; kişilerin hesapları da bu sistem içinde tutulacaktır.
وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا (Va LAv TuMSiKUvHunNa WıRARan)
“Onları zararan imsak etmeyiniz.”
İddeti içinde onların bekletilmeleri normal görülmüştür. Çünkü nasılsa başka erkeklerle ilişki kuramayacaklardır. Onların mutazarrır olmamaları için nafakaları temin edilecektir. Boşanmışlar yurdunda kocasız yaşamanın ne olduğunu öğreneceklerdir. Çocukları da yanlarında olabilecektir. Ancak iddet bitince karar verilmiş olacaktır; ya eski kocalarına dönecekler, ya da boşanacaklardır.
لِتَعْتَدُوا (Li TaGTaDUv)
“Adavet olsun diye orada zararına bekletilmeyecektir.”
Bu ifade ile anlaşılıyor ki, talak müddetindeki masraflar kocaya aittir. Kadın kusurlu olsa da nafakası evli kaldığı müddetçe kocasına aittir. İddeti beklerken de kadının nafakası yine kocasına aittir. Daha fazla orada tutulursa adavet olmuş olur. Kimle kim arasında adavet olur? Hem kocaya hem karıya adavet olur. Karı koca evlilik hukuku ne ise onu yerine getirmeleri gerekir. Getiremiyorlarsa ayrılmaları gerekir.
Batı hukukunda davalar sürmekte, ondan sonra da ayrılığa hükmedilebilmektedir. Böyle ayrı yaşamaya mahkum edilenler ancak üç ay bekletilebilir. Ondan sonra bu bekleme dırardır. Kocanın hâlâ nafaka vermesine devam etmesi dırardır. Kadının evlenmemesi de dırardır.
Tekrar hatırlayalım. Erkeklere îlâ hakkı verilmiştir ama bu ilâ hakkı yemin etmeden kadından uzak durma anlamındadır. Zihar ise yeminli îlâdır. Buradaki en önemli husus erkeğin bu esnada ne diğer eşlerle ne de köleleri ile ilişkide bulunmaması demektir. Burada şu sorulabilir: Cinsi ilişki dışında karısına kısmen yaklaşabilir mi? Maksat nefsi terbiye olduğu için bunların hepsinden uzak durması gerekmektedir. Bu kadın ile erkek arasında en çok uygulanan bir denge unsurudur.
Ondan sonra erkeğe boşama yetkisi veriliyor. Bu yetki üç defa kullanılıyor. İlk ikisinde eğer iddeti zamanında rücu ederse birinci talak olmuş ve tekrar evlilik başlamış olmaktadır. Yeniden nikaha gerek yoktur, yeni mihre gerek yoktur. Kadın kocasının bulunduğu yerde kalır. Eğer iddet dolmuşsa yeni nikah ve yeni mihir gerekir.
Bu arada aynı şekilde mahkeme kararı ile de boşanma olabilir. Bu takdirde erkek kusurlu ise mihrin tamamını ödeyip boşanabilir, kadın kusurlu ise mihrin bir kısmını veya tamamını geri isteyebilir. Ne var ki, bu boşamada kadın kocasının evinde değil, boşanmışlar yurduna alınarak iddetini tamamlar. Hakemler bu arada imsaka veya tasrihe karar verebilir. Müddetin dolması ile karar yürürlüğe girer.
Ortaklıklar için benzer hükümler vardır. Düşünme ve tasfiye müddetleri konur. Sonunda ayrılma veya uzlaşarak devam sağlanır. Ortağı izrar etmek için sürüncemede bırakmak da aynı derecede günahtır. İstenen maruf bir şekilde devam, maruf bir şekilde tasrihtir. Dırar yani karşılıklı zararlaşma yoktur. Haksızlık yapma da yoktur. İşletmeler içinde çıkan nizalar da karı koca nizaları gibi çözülecektir.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ (Va MaN YaFGaL ÜAvLıKa) “Kim bunu yaparsa.”
“Düşmanlık içinde kim dıraren imsak ederse” denmiş oluyor.
Cezalarda gaye caydırıcılık içindir, intikam amacı ile değildir. Kadın suç işlemişse bile, işlemiş olduğunun suçu kadar cezası vardır. Erkek bir suç işlemişse bile, işlemiş olduğu kadar cezası vardır. Ondan fazlası verilemez. Kin, intikam ve düşmanlık amacıyla cezanın üstünde eziyet etmek haramdır. Bu sebepledir ki Batı ceza hukukunun hilafına İslâmiyet’te suç varsa cezası var, yoksa yoktur. Zinanın cezası yüz sopa ise hafifleştirici veya ağırlaştırıcı cezası yoktur. Bunun hakem tarafından takdir edilen bir şiddeti de yoktur.
فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ (FaQaD JaLaMa NaFSaUv) “Nefsine zulmetmiş olur.”
Düşmanlık ve dırar, kendi nefsine zulümdür. Düşmanlık karşı tarafı yok etmeye çalışmaktır. Dolayısıyla o da sizi yok etmeye çalışır. Bunun sonucu iki taraf da zarar görür. İslâm demek barış düzeni demektir. Savaş barış için meşrudur. Düşmanlık ancak cephelerde saldıranlara karşı sözkonusudur. O da mağlup olup teslim oluncaya kadardır. Teslimden sonra artık onlarla düşmanlık değil dostluk sözkonusudur. En ağırı köleliktir. Orada da akrabalığın tesisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Birlikte yaşadığımız insanlar arasında düşmanlık yoktur. Bilakis barış ve dostluk vardır.
Evlenme bir ortaklıktır. Ayrılma da meşrudur. Bununla beraber ciddiyeti de vardır. Dırar ise karşılıklı zarar verme demektir. Senin bir yararın yok ama kızdığın için karşı tarafa zarar verme demektir. Burada erkeklerin böyle bir şey yapmalarına izin verilmemektedir. Kadınlar çocuk yetiştirmek için vardır, erkekler de kadınlar için vardır. Evlenme ve boşanma sadece erkek ve kadın arasındaki ilişki değildir. Topluluğun sorumluluğu altındadır. Allah tabii kanunları vazetmiştir. Bunlarda anlaşılmayan şeyleri açıklamak üzere kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Bunlara uymayanlar kendilerine zulmetmiş, kendilerine haksızlık etmiş olurlar.
O halde ne yapmalıyız? Şeriat kurallarını öğrenmeliyiz. Şeriat kurallarını aramızda tartışmalıyız. Topluluk bunları öğrenmelidir. Herkes şeriata göre hareket edecektir. O zaman insanlar arasında saadet ve huzur olur. Şeriatı bize uydurmakla değil, bizim şeriata uymamızla bunlar sağlanır.
وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا (VaLAv TatTaPıÜUv EAvYAvTı elLAHı HuZuVan)
“Allah’ın âyetlerini huzv ittihaz etmeyiniz.”
“Hezv” kelimesi “Hezz” kelimesi ile akrabadır. “Hezz” sarsmak, titreştirmek demektir. İstihza etmek, alay etmek, ciddiye almamak demektir; yani onları dinleyip söylenenleri amele götürmemek demektir.
Buradaki “Allah’ın âyetleri” Allah’ın doğal kanunlarını ve Allah’ın şeriatını istihza etmek demektir. Karı koca arasındaki ilişkilerde şeriatın hükümlerine uyulacaktır.
Burada “Allah’ın âyetleri” derken, topluluğun kuralları demek de olmuş olur. İki kişi birbirleriyle anlaşma yaptıkları zaman bu anlaşmayı Allah’la yapmış olurlar. Ona riayet etmeleri gerekir. Ne var ki Allah bu sözleşmeleri sona erdirmede taraflara izin vermiştir. Ama eğer bir toplulukla sözleşme yapılmışsa o sözleşmeyi ortadan kaldıracak merci yoktur. Bütün cemaatin bu hususta muvafakati gerekmektedir. Bu da imkansız olduğu için Allah bunun için hicret kuralını koymuştur. Eğer bir toplulukta teessüs etmiş kurallara uymayacaksan o topluluktan ayrıl, içlerinde kalarak onları bazen tatbik etmek, bazen etmemek; bu Allah’ın âyetleri ile istihza etmektir. Sözleşmelerden oluşan topluluğun kurallarına bazen uyulur, bazen uyulmaz, kişi ve yere göre farklı uygulamalar yapılır şekle sokmayınız denmektedir. Kanunların metinlerine istedikleri zaman istedikleri mânâları vererek çarpıtanlar onlarla istihza etmiş olurlar.
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ (VaÜKuRUv NıGMeTe elLAHı GaLaYKuM)
“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini zikrediniz.”
Allah’ın âyetlerini ciddiye alınız, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayınız.
“Sizin üzerinize” dendiği zaman kim kastedilmektedir?
İnsanlık kastedilmektedir. Çünkü Allah insanı diğer canlılardan farklı yaratmış ve en keremli varlık yapmıştır. İnsanın diğer canlılardan farkı nedir?
a) Önce, insan diğer canlılarda olmayan melekelere ulaştırılmıştır. Diğer canlılarda fikir melekesi hiç yoktur. Fikir melekesi nedir? Hayvanlardaki beyin simetriktir ve fikir alanını içermez. Oysa insanda fikir melekesinin olduğu yer vardır. Orada hafıza vardır. Hafızaya dışarıdan gelen etkiler kodlanır, böylece beyinde yerleştirilir. Sonra onlar çağrılarak bilinç alanına getirilir. Hafızadaki bilgiler sayesinde beyinde bir kâinat oluşur. Bu kâinat dışarıdaki kâinatın analoğudur. Bu kâinat içinde biz işlemler yaparız. Vardığımız sonuçlara göre karar alırız. Aldığımız kararı uygularız. Sonucu duygularımızla hayatımızda kontrol ederiz. Bu meleke yalnız insana verilmiştir. Diğer canlılarda refleks hareketler vardır. Düşünme diye bir şey yoktur. Mesela, acıktınız, bir manavın önünden geçerken mis gibi kokan muz gördünüz. Siz hayvan iseniz hemen onu yemeye yeltenirsiniz. Eğer size karşı sopa kalkarsa veya bağırılırsa, siz yemekten vazgeçersiniz. Burada hem yemeye kalkışmanız hem de sopayı görünce çekinmeniz hislere dayanan bir harekettir. Bazı zamanlarda böyle yerlerde devamlı sopa kalkarsa, siz oradaki eşya ile sopa arasında ilişki kurar ve onu yapmazsınız. Burada da muhakeme yok, sadece o çevre ile sizin beyninizdeki sopa eşleşmiştir. Oysa, insan iseniz, o meyvenin emek mahsulü olduğunu, oraya getiren insanların bulunduğunu onu para ile alacağınızı, yemeye kalkışırsanız bunun size haram olduğunu, haramlığa aldırmazsanız sopa yiyeceğinizi bilirsiniz. Bunları bildiğiniz için o meyveyi alıp yemezsiniz. İşte bu fikirdir. Böylece insan düşünen varlık olmaktadır.
b) İnsan bu düşünme sayesinde araçlar icat etmektedir. Bu araçlar sayesinde doğada güç kazanmaktadır. Bedenen en zayıf varlıklardan olduğu halde, teknoloji sayesinde onun karşısına çıkacak canlı bulunmamaktadır. Bu da Allah’ın en büyük nimeti olmaktadır.
c) İnsan hafızaya sahiptir ama yetmemektedir. Sözlü ve yazılı bilgiler nesilden nesile intikal etmekte, gün geçtikçe bilgi ve teknoloji gelişip evrimleşmektedir. Oysa diğer canlılarda evrim olmamaktadır. Bir türde hiçbir ilerleme olmamaktadır. Bu Allah’ın nimetidir. İnsanlara hastır.
d) Dördüncü nimet ise; diğer canlılar aynı kovanda sosyal yapı oluştururlar, sürüler veya koloniler hâlinde birlikte olurlar. Uzakta olan canlılar arasında bir iletişim kurulup birlik sağlanmaktadır. Oysa insanlar haberleşerek ve özel ulaşım araçlarını kullanıp yollar yaparak birbirlerinden uzak kimselerle ilişki kurabilmektedir. Bu sayede aşiret, kabile, şa’b, kavim, nâs olmak üzere iç içe topluluklar oluşmakta ve tüm insanlık bir ümmet olmaktadır. Bu da Allah’ın insanlara bir nimetidir.
Genel olarak böyle düşündüğümüz gibi; biz Türk milletine yaptığı nimetleri de sayabiliriz.
a) Her şeyden evvel bizi Kur’an ehli yaptı ve biz bu sayede insanlığın en uygar topluluğu olduk. Bin sene insanlık bizim ulusun süper gücü altında yaşadı. Bu Allah’ın Türk milletine verdiği en büyük nimettir.
b) Bize dünyanın merkezini, Anadolu ve Trakya’yı, Boğazları yurt olarak verdi. Gerek büyüklük, gerek iklim, gerek bitki ve hayvan örtüsü, gerekse yeraltı zenginlikleri ile eşi bulunmayan vatan verdi. Dünyadaki bütün insanlar Türkiye’yi bir ziyaret etsek diyorlar. Bu Allah’ın en büyük nimeti değil midir?
c) Allah bunu bize İstiklâl Savaşı’nı kazandırarak ihsan etmiştir. İstiklâl Savaşı’nı kazanıp Anadolu’da bir İslâm Türk devletini kurmamız en büyük nimet değil midir?
d) Allah’ın bize son nimeti ise; batı-doğu sentezi görevi ile III. bin yıl uygarlığını kurma görevi ile “Adil Düzen”i öğretmesidir. Bu da Allah’ın büyük nimeti değil midir?
Buradaki “siz” muhatabı İstanbul halkı demektir. O zaman size ne nimetler verdi, onları sayalım.
a) Avrupa ile Asya yolunu Türkiye’den geçirmedi mi, bu sayede size tüm insanlığı muhtaç etmedi mi?
b) Karadeniz’den Akdeniz’e geçen gemiler sizin ülkenizden geçmiyor mu, bunlardan siz yararlanmıyor musunuz?
c) 15 milyona yakın nüfusu Allah size ihsan etmedi mi, siz böylece dünyanın büyük şehirlerinden biri hâline gelmediniz mi ve siz bu sayede uygarlığın merkezi olmaya namzet olmadınız mı?
d) Bundan önce gelip geçmiş en yakın iki büyük uygarlığın merkezi yapmadı mı? 1500 senedir burası uygarlığın merkezi olmuştur. Hâlen de uygarlığın tarihî merkezi olmaya devam etmektedir. Anadolu’yu saf Türk Müslüman yaptı. İstanbul hâlâ dünyadaki geçmiş uygarlıkların merkezi olmaya devam etmektedir.
İşte, bütün bunlar İstanbul halkına Allah’ın bahşettiği nimetleridir.
Şimdi de kendimizin yani Yenibosna’daki Adil Düzen Çalışmaları üzerindeki Allah’ın nimetlerini hatırlayalım ve Allah’a şükrederek sayalım:
a) On seneden beri Adil Düzen Çalışmaları kesintisiz devam etmektedir. Her hafta on sahifelik Adil Düzen Çalışmasını yapıyoruz; yılda 500, on yılda 5000 sahife etmektedir. İnsanlık tarihine “Adil Düzen Projesi” olarak bunları bırakmak size yetmiyor mu?
b) Ondan sonra “Adil Düzen Merkezi” oluşturmak için Yenibosna’da sizi toplamaya başlamadı mı? Birkaç aile orada oturmuyor musunuz? Diğerleri de er geç oraya gideceğiz demiyor mu?
c) Giriştiğiniz teşebbüslerde maddi zenginlik elde etmediniz ama Muhasebe Programınız hazırlandı. Denemeler yapılmaktadır. Bahşayiş Köyü arazisine elektrik getirildi, kuyu açıldı, su çıkarıldı. Ahşap ev teknolojisi gelişti. Bunlar size Allah’ın nimeti değil midir?
d) Allah mü’minlerin kalbini Yenibosna’ya çevirdi, kendileri gelmeseler bile maddi destekte bulunmuyorlar mı? İşte bunlar Allah’ın sizlere olan nimetleridir.
وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ الْكِتَابِ (VaMAv EuNZaLa GaLaYKuM MiNa eL KiTAvBı)
“Kitaptan size ne inzâl etmişse onu zikrediniz.”
Dikkat edilsin, burada “Ellezî Ünzile” denmemiş, “Mâ Ünzile” denmiştir. O halde kastedilen Kur’an’ın kendisi değildir, ondan anlaşılan mânâdır, bizim bugün anladığımız mânâdır.
Buradaki “siz” yine dört kademedir.
a) İnsanlığa Adil Düzene göre İnsanlık Anayasasını inzâl etti. Kitap hâline gelmiş ve internette yayınlanmıştır. İçindeki hatalar yazara aittir, ama içindeki doğrular Allah’ın Kur’an’da bize bildirdikleridir. İnsanlığa ulaştıralım diye bildirilmiştir. Bu çalışmalar Almanca, İngilizce, Fransızca, Arapça, Rusça ve Çince dillerine çevrilecektir. İnsanlığa inzâl tamamlanacaktır. Tercüme büroları vardır. Fon bulup o bürolara tercüme ettirmeli, bizim arkadaşlar kontrol edip düzelttikten sonra da internete girmeliyiz. Bu hususta tercümeleri kontrol edecek tercümanlar yetiştirmeğe başladık. Uğur Tanış Almanya’dan Türkiye’ye gelmiştir.
b) Allah “Adil Düzen”i Türk milletine öğretmiştir. Türk milleti de bunu Türkiye’de uygulamak amacıyla tebliğ etmiştir. “Adil Düzen”in Türkiye’de duyurulmasını Allah sağlamadı mı? Şimdi Türkiye’de “Adil Düzen”i bilmeyen kaldı mı? Bu sizin için Allah’ın en büyük nimeti değil midir?
c) Adil Düzen Çalışmaları İzmir’de başlamıştır ama, şimdi orada durmuş, İstanbul’da çalışılmaktadır. O halde İstanbullular için bu nimet değil midir? Millî Gazete’de Reşat Nuri Erol’un yazıları, Vakit Gazetesi’nde Ali Bülent’in çalışmaları, bu ayki Millî Çözüm dergisindeki yayınlar, Ankara’da ESAM dergisinde çıkan Adil Düzen makaleleri hep İstanbul’a Allah’ın Kitap’tan inzâl ettikleridir.
d) Yenibosna’da artık her gün çalışılmaktadır. Akşam 21.30’dan 23.30’a kadar iki saat çalışmaktayız. Allah’ın bize inzâl ettiklerini telakki ediyoruz. Bunlar O’nun nimetleridir.
“Ünzile Aleykumu’l-Kitabe” demiyor, “Ünzile Aleykum Mine’l-Kitabi” diyor, yani tüm Kitap size inzâl olunmadı, ondan bir parça inzâl olundu demiş oluyor.
وَالْحِكْمَةِ (Va elXıKMaTı) “Ve hikmetten de”
Ve hikmeti de inzâl etti, onu da zikredin.
a) İnsanlığı âlim seviyesine hiçbir asra nasip olmayan seviyede ulaştırdı. Bunu da anlayın. Yani, bir taraftan naklî ilmileri tahsil ederken, diğer taraftan da aklî ilimleri tahsil edin diyor. Matematiği ve fiziği öğrenin diyor. O halde okullarda okunan ilimleri de öğrenmemiz gerekir. Üniversitede okuyanlar mastır ve doktora yapacaklara büyük hatırlatma; fen ilimlerini, resmi ilimleri Adil Düzen gözüyle okuyunuz. Her şeyi o gözle ve Allah’ın emri olduğu için öğreniniz, kopyacılıktan kaçınınız.
b) Türkiye’ye ise burada büyük ihtar vardır. Siz harf inkılâbı yaparak Batı’nın ilimlerini Türkiye’ye aktarmadınız mı? Artık sizin göreviniz onları anlamak, anlayarak tartışmaktır; sadece ezberlemek değildir.
c) İstanbul’daki hayır vakıflarına, yurtlara, kurslara Allah’ın emri vardır. Çocuklarınıza batıyı kavratın ama Kur’an’ın anlaşılması için kavratın, ona göre programlar ve çalışmalar yapınız.
d) Yenibosna’daki Adil Düzen Çalışanları, artık matematik ve fen ilimlerini de öğrenin demektir. Ben yanlış mı söylüyorum? Allah “hikmeti zikredin” diyor, yahut “hikmetten inzâl ettiğini zikredin” diyor. Bu emir bize fen ilimlerini öğrenmemizi vacip kılmıyor mu? Emir vücup için değil mi?
يَعِظُكُمْ بِهِ (YaGıZuKuM BiHi) “Size onu vazetmektedir.”
Yani inzâl ettiğini vazetmektedir, kitaptan ve hikmetten inzâl ettiğini vazetmektedir.
Bu âyet bize içtihadımızla amel etmemiz gerektiğini söylemektedir. Allah size Kitap ve hikmetten ne anlıyorsanız onunla amel etmenizi vazediyor diyor. Her topluluk kendisine ne nâzil oluyorsa onunla amel edecektir. Bu bize mahalli icmaları da öğretiyor.
Kur’an ne büyük kitaptır ki, III. bin yılın başına geldiğimizde, bin sene sonra sorunları çözecek düsturları bize öğretmektedir.
وَاتَّقُوا اللَّهَ (VatTaQUv elLAHa) “Ve Allah’a ittika ediniz.”
Talak hükümleri, özellikle boşanma işleri hususunda içtihatlar yapın ve istişarî kararlar alın ama, “Allah’tan ittika ederek” alın, yani topluluğu yaşatacak kararlar alın demektir. Kur’an “ittika ediniz” dediği zaman, orada içtihat ve mahalli icmalar veya istişarî kararlar vardır demektir.
وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(231) (Va ıGLaMUv EanNa elLAHa BıKulLı ŞaYEin GaLIyMun)
“Allah’ın her şeye alim olduğunu biliniz.”
Buradaki “ilmediniz” ifadesi, icma ile öğreniniz anlamını taşır. Allah’ın her şeyi bilmesi imanın şartlarındandır. Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez şeklindeki görüş küfürdür. Yunan filozoflarının görüşü, Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez şeklindedir. Oysa Kur’an’ın ifadesine göre Allah küllü bilmektedir, zatı bilmektedir. Her zerrenin hareketini bilmektedir. Siz yazı tura attığınız zaman, yüzde elli civarında tura, yüzde elli civarında da yazı geldiğini bilirsiniz ama, 49’uncu atışınızın ne olacağımı bilemezsiniz. Oysa Allah 49’uncu atışın ne olacağını bilir, hem de sen atmadan önce bilir. Çünkü o senin için olasıdır ama O’nun için hesabidir.
“Biliniz” kelimesi ile emretmiş olması; Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez diyen kimseler ehli icma değildirler, onların içtihatları ile amel edilmez, onların muhalefetleri de icmayı bozmaz demektir.
Demek ki Kur’an’da nerede “biliniz” diyorsa, onun aksini iddia edenler ehli dalaldırlar, onların bizim içtihatlarımızda ve icmalarımızda yerleri yoktur.
“ALÎM” kelimesi nekiredir. Kişiler ayrı ayrı her şeyi bilmezler, kendilerine gerekli olanların her şeyini bilmezler ama topluluk bilmelidir. 25 Genel Hizmet ile kayıtlara alınmalıdır, bilinmelidir. Bunun dışında ilimde işbölümü yapılarak her şeyin bilinmesine çalışılmalıdır. Bir taraftan ‘size ilimden çok az şey verildi’ dendiği halde, diğer taraftan ‘her şeyin Allah’ın dışında da bilineceğini’ söylemesi, ki nekire ile bunu söylemektedir; meleklerin, cinlerin, ruhların ve insanların bilmediği bir şeyin olmadığını ifade etmektedir. Çünkü kimsenin bilemeyeceği veya bilmediği şeyi Allah yaratmaz, yaratması abes olur. Bir işe yaramayan şey ne diye yaratılsın.
Boşanma ile ilgili kayıtların tutulması gerektiğini de böylece ifade etmiş oluyor. Her şeyin kayıt altına alınması gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.
***
وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (Va EiÜAv OalLaQTuMu elNiSAEa Fa BaLaĞNa EaCaLaHunNa)
“Nisayı tatlik edip ecellerine baliğ olduklarında.”
“Namaza kalktığınızda abdest alın” âyetindeki kalıp gelmektedir, yani ecele baliğ olmadan evvel kendi eşleriyle evlenmelerine mâni olmayınız; yani iddet zamanında eşlerine geri dönebilirler. Nasıl erkek için talakı ric’ varsa, aynı şekilde kadının kocasını boşamasında da ric’ vardır.
Burada bu tabir aynen tekrar edilmiştir. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Bu yukarıdaki talak değildir. Bu ikinci talaktır. İkinci talaktan sonra da boşanmak isteyen kadınlar bundan vazgeçip geri dönebilirler demektir.
Şimdi âyetlerin anlamını daha açık anlama imkânını bulmuş oluyoruz. Talak erkek tarafından vuku bulmuş ise sorun yoktur. Mihri vererek karısından ayrılabilir. Bu durumda kadın kocasının yanında kalacaktır. Kocası iddeti içinde eşine dönerse talak olmuş olur. Koca bu hakkını iki defa kullanabilir. İddet dolmadan önce dönerse yeni nikah gerekmez ve yeniden mihir gerekmez. Ama iddetten sonra dönerse yeniden nikah yapmak ve yeniden mihir gerekir. Üç talaktan sonra ise artık başka kocaya gitmeden nikahı da yenileyemez.
Erkeğin boşaması böylece anlatılırken, Kur’an bir de kadının boşamayı talep etmesi hâlinde durum ne olacaktır meselesi üzerinde duruyor. Burada artık kadın kocasının yanında kalmamaktadır. Çünkü kocasına eziyet vermiş olacaktır. Koca onunla ilişki kurmak isteyecek, o da imtina edecektir. Kocasını tahrike hakkı yoktur. Bu takdirde hakemler devreye girer, kadın evinden ayrılır ve boşanmışların yurdunda kalır. Hakemler onlar arasındaki mihir ve nafaka işlerini tayin ederler. İşte bu esnada talakı ric’de olduğu gibi iki hul’da geri dönmeleri mümkündür. Onlara dönmemeleri için baskı yapılmaz. Üç defa bu tekrar ettiğinde artık birbirleriyle evlenemezler mi? Talak ikidir ama hul’ da iki midir? Burada epey işkal yani müşkil vardır.
Hanefiler hul’u talak sayarlar. Dolayısıyla toplarlar. Bunu da “İllâ En Yehafa”ya istinat ettirirler.
Kadın tarafından boşanmayı “İllâ” ile getirmiştir. İstisna olan istisna edilenin aynısıdır. Dolayısıyla kadının talebi ile yapılan boşanma da boşanmadır.
Biz ise bu hususta Hanefilerin bu istidlâlini doğru bulmakla beraber, boşanmayı boşamadan farklı tutabiliriz. Şöyle ki, boşanmada kadın evinden ayrılıyor, yurda gidiyor, kendisini zaten cezalandırıyor. Bu arada erkek diğer eşleri ile kalabiliyor. Artık gecelerin bölüşülmesi söz konusu değildir. Öyleyse tekrar eski eşlerine dönmelerinde bir mahzur görmemekteyiz. Dolayısıyla iddetlerini doldurup ayrılırlarsa, tekrar eski kocalarına döneceklerse, eski kocaları da onları kabul ediyorsa, yeniden nikah ve yeniden mihir ile caizdir. Bunları talak içinde saymasak da, hikmete mugayir olmaz. Burada istisnanın hükümleri üzerinde daha çok tartışma gerekmektedir. Bu sebeple kesin tercihim yoktur.
فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ (Fa LAv TaGWuLUvHUnNa) “Onlara adletmeyiniz.”
“Adale” koldaki veya bacaktaki iş yapan kastır. “Adletmek” zor kullanmak, güç kullanmak demektir. Kur’an’da iki yerde geçer, ikisi de kadınlara zor kullanmayınız anlamındadır. Elini tutmak, kolunu tutmak anlamındadır. Bir şey yapmak istiyor ama siz yaptırmak istemiyorsunuz. Men etmeyle adletme arasında şu fark vardır. Kapıyı kapatırsınız, içeri giremez. Bu mendir. Siz sebep olarak mâni olmuş olursunuz. Oysa adlde yakasından tutarsınız, içeri girmesini engellersiniz. Bıraksanız girecektir. Yani illet mahiyetinde olan mendir.
أَنْ يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ (EaN YaNKıXNa EaZVACaHunNa)
“Zevceleri ile nikahlamalarına mâni olmayınız.”
Burada “nikahlama” kullanılmıştır. Şöyle ki, boşanma kadın tarafından istenmiştir. Mihrin bir kısmı veya tamamı iade edilmiştir. Kocası haksız ise onun kadar kısmını almıştır. Tekrara döndüğü zaman yeniden nikâh yapılacak ve yeniden mihir verilecektir demektir. Kocası da kabul ediyorsa döner demektir. Talakı ric’de olduğu zaman kocasının tek taraflı vazgeçmesi demektir. Kadın haksızlık yapan kocasına karşı dava açar. Mihrini alır ve ayrılır. Ama tekrar onunla evlenebilir. Koca da haksızlığı kabul ediyorsa onu geri alabilir. Böylece haksızlık yapan koca cezalandırılmış olur.
إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ (EiÜAv TaRAWaV BaYNaHUM Bi eLMaGRUvFi)
“Maruf şekilde aralarında razı olurlarsa nikahlanmalarına siz mâni olmayınız.”
Burada nikahta da rıza şartı getirilmiştir. Gerçi rıza olmadan da yapılan nikah nikahtır. Zina değildir, nafaka ve nesep hükümleri geçerlidir, ama rızanın aranması asıldır. Dolayısıyla zorlayanlar günahkârdırlar, yönetimdekiler bu zorlamaya mâni olmakla yükümlüdürler. “Adl” kelimesinin bir mânâsı da, siz mâni olanlara mâni olun anlamı çıkmaktadır. Oysa mende sadece siz mâni olmuyorsunuz. Maruf ile anlaşacaklardır.
“El-Maruf” burada marife gelmiştir. O bucaktaki şir’aya göre eşlik hükümlerini kabul edeceklerdir.
ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ (ÜAvLıKa YUvGaZu BiHi) “İşte bununla vazolunuyorsunuz.”
Yukarıda “vazolunanı zikredin, anlayın” denmektedir. Burada da “işte bununla vazolunuyorsunuz” deniyor. “VAAZA” kelimesi “YAKAZA” kelimesi ile akrabadır, uyanmak demektir; “vazetmek” uyandırmak demektir. Gaflet içinde olan, uykuya dalmış olan kimselere söyleyerek uyandırmak demektir. Toplulukta insanlar dalar ve boğulup giderler. Onların uyandırılmaları gerekmektedir.
Bugün insanlık cidden gaflet içindedir, uyku içindedir. Evlilik ve boşanma konusunda tarihin hiçbir döneminde bu kadar gaflet içinde olunmamıştır. Evlilik ve boşanma işleri sorun hâline gelmiştir.
a) Cinsi ilişkiler serbest bırakılmış, evlenmeler ise zorlaştırılmıştır. Evlilik birtakım resmi formalitelere boğulmuş; bu yetmemiş gibi evlenme maddi bakımdan örfte o kadar zor hâle getirilmiştir. İnsanlar artık evlenememektedirler. İffetli kadınlar dahi evlenmek yerine kendileri kazanıp yaşamak istemektedirler!
b) Kadınların çalışıp kazanmaları İslâmiyet’te teşri edilmiştir. Ancak bu onların erkeklerden ayrı kalmaları ve bağımsız yaşamaları şeklinde değil, daha çok aileleri ile birlikte olmaları için teşri edilmiştir.
c) Boşanmalar zorlaştırılmış, resmi nikah yapmamış olanların cinsi ilişkileri düzenlenmemiştir.
d) Karı-koca arasındaki saadet, karı-koca arasındaki kavgalara dönüşmüştür. Bu yalnız İslâmî olmayan ailelerde değil, mü’min ve muttaki ailelerde de böyle olmaktadır. Bugün dindar kimseler arasında da kavgalar sürüp gitmektedir. Boşanmalar ve ayrı yaşamalar başlamıştır. Evin içinde de çekişmeler bitmemektedir.
Huzurlu bir aile düzeninin doğması için İslâm ailesi hukukunu benimsemek gerekmektedir. Talak ve nikah âyetleri sık sık okunmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Üzerinde araştırma yapmalıyız ama sonunda bucağımızın şeriatı hâlinde tesbit etmeliyiz. Şeriatın içinde ne varsa onu kabul etmeliyiz. Allah’ın vaazını dinlemeliyiz.
مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (MaN KAvNa YuEMıNu Bi elLAHı Va ELYaVMı eLEAvPıRı)
“Allah’a ve âhiret gününe inanan böyle vazetmektedir.”
Eskiden her bucak halkının kendi aile töreleri vardı. Bunlar Kur’an’ın açık hükümlerini yarım olsa da kabullenmiş durumda idiler. Aile içi kavgalar aile içinde kalıyordu ve boşanmalar çok ender gerçekleşiyordu.
Şimdi bucaklar dağıldı, örf ve âdetler ortadan kalktı. Bucak örfünün yerini kentin modaları aldı. Evli olmayanlar arasındaki ilişkiler de kuralsızlaştı, evli olanlar arasındaki ilişkiler de kuralsızlaştı. Resmi organlar, okullar ve basın ‘kadın hakları’ deyip karı-kocaları karşı karşıya getirip savaştırmakta; ‘çocuk hakları’ deyip çocukları anne babalarına asi hâle getirmektedir.
İşte burada çökme meydana gelmiştir. İman edenlere Allah görev vermekte, onlara vazetmektedir; gelin aile müessesesini eski durumuna getirin. Bunu nasıl başaracağız?
Kur’an’la başaracağız, Adil Düzen Derslerine devamla başaracağız.
Kur’an’ın anlattıklarını sindiremeyenler burada görev alamazlar. Kur’an’ı siz okuyun, kendiniz düşünmeye başlayın. Allah sizlere ne vazediyormuş onu anlamaya ve yapmaya çalışınız. Bu dünya hayatı sona ermektedir. Kimse burada kalacak değildir. Unutmayın, Allah vardır ve âhiret vardır. Bu geçici hayatın gururu içinde boğulup gitmeyiniz, diyor Allah.
ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ (ÜAvLıKuM EaZKAv LaKuM) “Sizin için bu ezkadır.”
Kur’an’da karşılaştırma yapalım diye birbirine yakın mânâsı olan kelimeleri birlikte kullanır. Böylece hem sınıflandırma yapar, hem de bizi tanımlar yapmamıza götürür.
“Zekât” bedenin kendi pisliklerini ve kirliliklerini vücudun dışına atmasıdır. Canlı kendi kendisini temizlemektedir. Ter, vücudun dışarıya attığı kirliliktir. Bütün canlılar vücutlarının içindeki kirlilikleri dışarıya atarlar. Ondan çıkanlar zekâttır. Kazançlarımızda haram mallar vardır, onları dışarıya çıkarırız, böylece kalan mallarımız temiz olur.
“Taharet” ise dışarıdan gelen kirlilikleri ve pislikleri daha çok su ile yıkayarak temizlemektir. “Tahur” kullanma suyu demektir. “Ğisl” yıkanma suyudur, “Şerab” içme suyudur.
Kur’an talak için hem “ezkâ” hem de “ethar”ı getirmektedir. Talak hükümlerinin bu şekilde olması ezkâ ve ethardır. Hem dıştan gelen fesadı, hem de içte oluşan fesadı bu müesseseler temizler.
Talakın dayandığı temeller nelerdir?
a) Kadın evlenirken kendi geleceğini emniyete almak için bir boşanma tazminatını ortaya koyar. İsterse bunu peşin alır, isterse borçlandırır veya kısmen borçlandırır, kısmen peşin ister. Sonra eğer ölünceye kadar boşanma olmazsa o ona kalır. Yalnız bunu mirastan tenzil eder. Boşanma olursa onu kocasından alır.
b) Kadın mâli külfet altında ezilmesin diye, kadın boşanırsa kocasına böyle bir tazminat ödemez, sadece aldığı mihri iade eder. Kazanılmış bir haktan vazgeçtiği için bu ona da ceza olur. Bu konu işçi ve işveren arasında da sözkonusu olabilir. İşçi işverenden baştan tazminat talep eder. Diyelim ki, on bin lira alır. Ondan sonra onun işçisi olur. Patronu işten çıkarırsa on bin lirası gider. Kendisi ayrılıp gidecek olursa on bin lirayı iade etmek durumunda olur. Bu arada patronu işkence eder, işçinin çıkıp gitmesine zorlayabilir. Aynı kötülüğü işçi de yapabilir. Bunu dengelemek için hakemlere gidilir. Kusurlu taraf fedakârlık yapmak zorunda kalır. Demek ki işveren ile işçiler her zaman işi terk etmektedirler. Ancak iş anlaşmalarına tazminatı tesbit ederek başlarlar.
c) Boşanma tazminatının üst sınırı yoktur ama alt sınırı vardır. Bizim yaptığımız hesaplamalara göre bu kadın servetinin onda biri veya erkek servetinin yirmide biridir. İşveren-işçi arasında çıkarma tazminatı sözleşmeye göre tesbit edilir. Sözleşmede zikretmeseler, hattâ aksine karar verseler bile, asgari tazminat kanunidir, ortadan kalkmaz.
d) Girme-çıkma olaylarında tekrarlar olmamalıdır. İki defa işçi çıkarabilirsiniz. İşçiye üç aylık bir müddet için maaşını yine vermek zorundasınız. Çünkü ancak o müddet içinde iş bulabilir. Bu çıkarma üçüncü defa oldu mu, artık o işçi o fabrikaya dönemez, anlaşma yapılamaz. Bu işçinin isteği ile çıkması hâlinde de dahildir.
Görülüyor ki iş anlaşmaları evlilik akitlerine benzemektedir, boşanmalar da işçi çıkarma hukukuna tâbidir. Üretimde işçilik değil ortaklık vardır, ama hizmette işçilik vardır.
وَأَطْهَرُ (EOHaRu) “Ethardır.”
“Sizin için ethardır” demektir. Çünkü atıflarda matufun aleyhin sıfatı matufa da gitmiş olur. Burada evlilik konularını işlerken tüm iş hayatını da anlatmaktadır. Bugün fıkhı böyle anlamak zorundayız.
وَاللَّهُ يَعْلَمُ (ValLAHu YaGLaMu) “Allah biliyor.”
Burada “Allah bilecek, Allah biliyor” denmiştir. Yani evlilik ve boşanma devlet arşivlerine geçecek, eşler arasındaki sırlar dosyalara girecektir. Bunu kişiler bilmeyecektir.
Biz, Adil Düzen Anayasasında herkesin dosyası tutulacak, olaylar işlenecektir diyoruz. Ama onun izni olmadan hiçbir kimse onun dosyasına bakamayacaktır. Kayıtlara girilecek ama kayıtları ancak kendisi okuyabilecektir. Bugün bilgisayarda şifreleme suretiyle bu yapılabilmektedir. Bunu kıranlar vardır. Bunu yapan kimseler hırsızdır, kolu kesilmelidir.
وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ(232) (VaEaNTuM LAv TaGLaMUvNa) “Ve siz bilemezken.”
Yani bu aile kayıtları sır kalacak, topluluk onu mahkeme kararı ile de olsa asla deşifre edemeyecektir. Mutlaka mahfuzdur. İnsan hakları dedikleri işte bunlardır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-411 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-241 İstanbul, 02 Haziran 2007
“ADİL DÜZEN KURULTAYI” VE “SİTESİ”
İnsanda “his” var, iyiden kötüyü ayırır ve ne istediğimize karar verir; “fikir” var, isteğimize nasıl ulaşacağımızı öğretir; “irademiz” var, ne yapmamız gerektiğine karar verir ve yaptırır; “ünsiyet” yani sosyal yönseme var, elde ettiklerimizden nasıl yararlanacağımıza karar verir.
İnsan hislerini “sanat” ile ifade eder, fikirlerini “dil” ile ifade eder, iradesini “teknik” ile gerçekleştirir, ünsiyetini de “hukuk” ile yaşar. İnsandaki hisler sanat vasıtasıyla içtimaileşir, “din” olur ve toplulukta ne yapılmasını tesbit eder. Fikirler dil vasıtasıyla içtimaileşir, “ilim” olur ve toplulukta ne işler yapılacağına karar verir, teşri aracıdır. İrade teknik vasıtasıyla içtimaileşir, “ekonomi” olur ve hangi işi kimin yapacağına karar verir, işbölümü yapar. Ünsiyet hukuk vasıtasıyla içtimaileşir, “yönetim” olur ve ürünlerin nasıl paylaşılacağını ortaya koyar.
Bütün bunların birliği ve dengesi “devlet”i oluşturur.
Her bin yılda bir “yeni uygarlık” gelir. Uygarlıkları çağımıza kadar hep “peygamberler” getirmişlerdir; bundan sonra peygamberlerin biricik vârisleri olan “âlimler” getireceklerdir.
İşte, tam bu noktada sorulması gereken ve mukadder olan soru şudur; işe nereden başlayalım?
Peygamberler işe hep dinle başladılar, önce cemaati yetiştirdiler, halkı inandırdılar, sonra öğrettiler, sonra siyasi birlik kurdular, ondan sonra ekonomiyi düzenlediler; yani din, ilim, siyaset ve ekonomi sırasını takip ettiler. Uygarlık yolunda önce siyasi âkileler, sonra medreseler, sonra tarikatlar, sonra da meslekî kuruluşlar ortaya çıktı.
Şimdi, bizim Adil Düzen Çalışanları olarak işe nereden başlamamız gerekmektedir?
1960’larda İzmir’de bu işe şu şekilde başladık:
a) Ahmet Tahir Satoğlu ile ekonomik faaliyete başladık. Buradan kazanacağımız paralarla diğer faaliyetleri sürdürecektik.
b) Fethullah Gülen aracılığıyla Risale-i Nur Cemaatiyle dini faaliyet gösterecektik.
c) Necmettin Erbakan ile siyasi faaliyeti sürdürecektik.
d) Elde ettiğimiz maddi güçle İslâmî siteleri oluşturacaktık.
Genel planımız böyle oldu.
Akevler faaliyetine büyümeden devam etti. Fethullah Gülen Cemaati Akevler’den uzaklaştılar, dünyanın en güçlü dinî kuruluşlarını oluşturdular. Necmettin Erbakan’ın önderliğindeki Millî Görüşçüler dünyanın en güçlü siyasi kuruluşu oldular. Akevler’in dışında oluşan Anadolu Holdingleri de en büyük halk ekonomisi kuruluşları hâline geldiler. Ancak, bütün bunlar “adil düzene göre” değil, “zalim düzene göre” büyüdüler. Zulmü ortadan kaldırma yerine, zulmü yapma kuruluşları hâline gelmeye özendiler.
Şimdi, biz samimi Adil Düzen Çalışanları oturup düşünmeliyiz. Ahmet Satoğlu, Fethullah Gülen, Necmettin Erbakan ve Süleyman Karagülle oturup düşünmeliler, birbirleriyle istişare etmeliler; bizden sonra gelen nesil nereden başlamalı? Buna karar aldırmalıdırlar. Bin kişilik “Adil Düzen Kurultayı” toplamalıyız. Bu toplantıya bu dört kişi dâvet etmelidirler. Bu kurultayın finansmanını ve organizatörlüğünü Akevler yapamaz, gücü yetmez. Siyasilerin yapmasını da uygun bulmuyorum. İsterse Zaman Gazetesi yapabilir.
Bin kişilik “İslâm Kurultayı”nda kırk yıllık çalışmalarımızın muhasebesini vermeliyiz.
Biliyorum, benim bu yazımı okumaya bile değer bulmayacaklar. Ama ben Kur’an’ın emri olarak bu öneride bulunuyorum. Kendilerine birer mektup yazacağım. Mektup ulaşır veya ulaşmaz; beni ilgilendirmiyor!
a) Neler yapmalıyız? Bin kişiyi isimle biz davet etmeliyiz. Listeyi bu dört kişi hazırlayacaktır.
b) Ayrıca ilan edeceğiz, isteyenler katılabileceklerdir. Hac hükümleri cari olacaktır; geliş-gidiş masrafları onlara ait olacak, varsa kendi imkanlarını kullanacaklar, yoksa bir tanıdığa finanse ettirecekler, imkan bulamazlarsa bize bildirecekler, bizden borç isteyecekler; borcu da ödeyemeyecek durumda iseler, biz onlara bir finansör bulacağız.
c) Kurultayda herkese bir kart vereceğiz; üstüne kendi adını yazacak, temsilcisinin de adını yazarak temsilcisine verecek. Temsilci karta adını yazarak başka temsilciye de havale edebilir. Böylece katılanların %5’inin temsilcisi olan “Adil Düzen Danışmanı” olacaktır. Yirmiye yakın danışman artık resmi halk kuruluşunu oluşturmuş olacaktır.
d) “Adil Düzen Danışmanları” bir araya gelerek sıralama usulü ile bir başkan seçmelidir. Bu başkan 40 yaşından büyük olacak, 63 yaşından da küçük olacaktır. Bundan sonra bu başkanlar 63 yaşlarını doldurduklarında fahri başkan olacak, yerine aynı usulle yenisi seçilecektir.
Bu seçime Anadolu Holdingleri de katılacaklardır.
Bundan sonra bu merkez “Adil Düzen” için şu yolları takip edecektir.
a) 100’e yakın ilim adamı “Adil Düzen Sitesi”nin projesini hazırlayacaktır.
b) Bu kuruluşların desteği ile 1000 hanelik “Adil Düzen Sitesi” kurulacaktır.
c) “Adil Düzen Sitesi”nde 2000 kişilik işyeri olacaktır. Buraya gelenler aynı zamanda burada çalışıp yaşayacaklardır. Önce “Adil Düzen Site Projesi”ni okutacaklar, imtihan verecekler, bilenler bu siteye alınacaktır. İntibak edemeyenler hakem kararı ile çıkarılacaklardır.
d) “Adil Düzen Sitesi”ne muhacir kabul edilecek, burada eğitilenler ayrılıp başka yerde sitelerini kuracaklardır. Bunun için site kurmak isteyenler kendi imkanlarını koyacaklardır.
Önce ocakları, sonra bucakları kurmalıyız... Sonra belediye seviyesine ulaşmalıyız…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-411 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-241 İstanbul, 02 Haziran 2007
TARİH, BATI, SEÇİM VE SONRASI
Tarih bir ırmak gibidir, yağış olmasa da birden kurumaz, onu durduramazsınız.
Türkler ve Müslümanlar tarihleri boyunca hep batıya doğru akmışlardır.
Viyana’da başlayan durdurma harekâtı, Sakarya’ya kadar gerilemişti. Seksen kusur senedir bu cephe açılamamıştır.
Bu arada Batı da bir ara işgal ettiği Anadolu’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Bu yetmemiş gibi Türk Müslümanları işçi olarak Batı dünyasının içlerine kadar girmişlerdir.
Batı’nın merkezi Amerika’ya kaymış ve orasını da sömürü sermayesi hakimiyeti altına almıştır. Tarihi biz yazmayız ama biz yaşarız; nitekim günümüzde de yaşıyoruz, yaşamaya devam edeceğiz…
Batı gücünü kaybetmiştir ve çökmektedir. Batı neden çökmektedir?
1) Sermaye Batı’yı zengin ve güçlü yapınca Batı dinsizleşmiştir. Hukuk adaletin değil, sermaye sömürüsünün aracı hâline gelmiştir. Aynen bir şirket gibi paralı mahkemeler ve avukatlı davalar sadece zenginleri hakim kılma araçları olarak çalışırlar. Faiz ekonomi bakımından bu yapıyı destekler. Karşılıksız kâğıt para onların en büyük silahıdır. Ekseriyet sistemi ile adalet tamamen ortadan kalkmış durumdadır.
2) Sermayenin sömürüsünü sürdürebilmesi için halk dinsizleşerek ahlâksız hâle gelmiştir. Kilise’ye yapılan şiddetli saldırılar sonunda Avrupa’nın kişisel ahlâkı tamamen bozulmuş; evlilik dışı ilişkiler ile içki, kumar ve her türlü ahlâk dışı eğlenceler Batı’nın yıkılışını başlatmıştır. Nüfusu azalmakta olan Batı, ancak dışarıdan göç alarak yaşayabilmektedir. Yabancılar üremekte, onlar kısırlaşmaktadır. Geleceğin kimlere ait olacağı buradan bellidir.
3) Sermaye elde ettiği silahı kullanarak insanları sömürme ve soylarını kurutma çabasına girmiştir. Gerek askeri birlikler, gerek CIA teşkilatı, gerekse silahlı mafyalar yeryüzünü ateşe vermektedir. Bu durum tüm insanlığı savunmaya geçirmekte, doğurganlığı sebebiyle halk gücünü korumaktadır. Gelecekte insanlığın Batı’dan alacak intikamı olacaktır.
4) Batı sahip olduğu büyük teknoloji sayesinde hâlâ dünya üzerindeki hükümranlığını sürdürmektedir. Ne var ki, bu arada dünya/halk da o teknolojiyi öğrenmiş bulunmaktadır. Merkezî yönetim yerine halk savunması her zaman galip gelmiştir. Saltanatlar daima çöküp gitmiş, halk hakimiyeti her zaman muzaffer olmuştur. Batı kendi bedenini kendisi yiyecektir.
Batı’nın ilk hedefi Türkiye’dir. Gerek ulusu ile, gerek uygarlığı ile, gerek coğrafi makamı ile, gerekse tarihteki savaşçılığı ile Türkiye Batı’nın ilk çözmek zorunda olduğu sorundur.
Türkiye’deki tüm askeri müdahaleleri zorunlu kılan şartları Batı tezgâhlamıştır ve hâlen tezgâhlamaktadır. Olayları bu gözle görmeyenler gafil ve kördürler.
Askerler bunu çok iyi bilmektedirler; tarihle bilmektedirler, istihbaratla bilmektedirler, sosyal ilimlerle bilmektedirler, askeri sezileri ile bilmektedirler. Sivillere bunları anlatmak çok zor olduğu için ara sıra düdük çalmak zorunda kalmaktadırlar.
Şimdi, şöyle bir düşünelim bakalım; bu seçimden sonra ne olacaktır? İki yol vardır.
1. Askerlerin görünmesi ile halk sinecek ve AK Parti’yi iktidar etmeyecektir. AK Parti birinci parti olsa bile, diğer üç parti, hattâ dört parti daha meclise girecektir. Hükümeti diğer partiler kuracak, AK Parti mahkemelik edilerek tasfiye edilecektir. Bir dört veya beş seneyi acılar ve açlıklar içinde geçireceğiz. Borçlarımız iki misli artacak ve biz kendiliğimizden düşmanlara teslim olacağız.
2. Diğer bir varsayım da; halk, Kenan Evren’in halkı uyarmasına rağmen, Turgut Özal’a oy verdiği gibi, bu sefer ya tüm meclisi AK Parti’ye teslim edecektir, yahut MHP’yi muhalif olarak sokacak, darbeci diğer iki partiyi tasfiye edecektir. CHP ve DP meclise giremeyecektir. Askerler Evren’in yaptığı gibi AK Parti’yi destekleyecektir. Beş sene bu sefer ANAP iktidarına benzer bir iktidarla sürüp gidecektir.
Demek ki, birbirinden acı iki durum bizi bekliyor; (a) karanlıklarla dolu 28 Şubat iktidarları, (b) yahut ülkeyi Batı sömürüsüne peşkeş çeken bir AKP iktidarı. AK Parti’nin iktidarı acıtmadan ölümü, koalisyon/lar ise acıtarak ölümü çağrıştırmaktadır.
Adil Düzenciler şunu iyi bilsinler ki; ister koalisyon, ister AK Parti mutlakiyeti olsun, her ikisi de bizim için sadece fırsat olacaktır. Her iki durumda da “Adil Düzen”e olan ihtiyaç daha da belirgin hâle gelecektir. Bir günü bile yitirmeden Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız.
Ne yazık ki, Adil Düzen Çalışanları da hâlâ mevcut partilerden bir şeyler bekliyorlar, aday adaylıkları için rekor kırıyorlar! Demek ki kader eğer helâk olmaksa, hiç kimse onu önleyemez.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92