Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 413
BAKARA SÛRESİ 234-235.-AYETLER TEFSİRİ
16.06.2007
2047 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 413

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       16 Haziran 2007                             Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 413. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ  

GELECEĞİN İSTANBUL’U CENNETTİR!

ADALET/ “KARAR YÜZ KARASIDIR” 

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 75. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ(234) وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُمْ بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلَّا أَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًا وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(235)

 

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ  (Va elLAÜIyNa YuTaVafFaVNa MiNKuM)  

“Sizden vefat ettirilenler.”

Buradaki “Va” mutalakalara atfedilmiştir. Kocalarının boşadığı kimselere, bir de kocaları ölmüş, dolayısıyla dul kalan kimseler. Boşanmış kimseler için iddet üç kuru’, dullar için daha fazladır. Hayız görmeyenler için üç aydır. Böylece dört çeşit iddet ortaya çıkar.

1)      Hayız gören boşanmışlar üç temizlenme müddeti beklerler.

2)      Hayız görmeyenler üç ay beklerler.

3)      Dul kalanlar dört ay on gün beklerler.

4)      Hamileler doğurana kadar beklerler.

İddetlerden hangisi uzunsa o iddeti doldururlar, çünkü helal ile haram birleştiğinde haram takaddüm eder.

Bundan önceki âyette hayız gören boşanmışlardan bahsetmiştir. Şimdi de dullardan bahsetmektedir. Orada mutalakaları dişi kurallı çoğul olarak getirmiş ve kendi nefisleri ile beklerler denmiştir. Orada da üzerinde durmuştuk. Neden mutalakalar dişi kurallı çoğulla gelmiştir? Burada “Ellezîne” gelmiştir. “Ölenler” erkek kurallı çoğul ile getirilmiştir. “Sizden” diyerek ayırmıştır.

Buradaki bu hitap boşanmanın yine topluluk tarafından ifa edildiğinin işaretidir. Kişi ‘ben boşadım’ demekle boşamış olmaz. Kişi yazılı beyanını iki şahide beyan etmelidir. İki şahit de birlikte olmalıdır. Resmi şahit yani polis olmalıdır. Vasiyetteki şehadet ne ise boşanmadaki şehadet de odur, yahut selem senedinin tanziminde şehadet ne ise burada da şehadet odur. Ticari malların alış ve satışlarında böyle şehadet gerekmiyor. “Ellezîne” getirilmesi buna delâlet etmektedir.

“Ölürlerse” değil de, “vefat ettirilirlerse” tabiri kullanılmaktadır. Kocası kaybolan kadın da dört ay on gün bekler. Kocası kendisinden uzak olduğu zaman bu ister kayıp olduğu, ister iş icabı olsun, eğer karısından uzak ise bu uzaklık dört ayı geçemez. Dört ay içinde uzaksa kısmetteki günleri onunla doldurarak tamamlar, yani hangi karısı ile kalmışsa onun gecelerini öbür karılarına bölüştürür. Kadın kendisinden uzak durduğunu beyan ederek îlâ müddetini başlatır. Dört ay dolunca istediği zaman şahitlere başvurarak on gün içinde boşanacağını bildirir. Koca on gün içinde dönerse talakı rici’ olur. Dönmezse talak tamamlanmış olur. Kocası ölen kimse ise dört ay on gün bekler.

وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا (Va YaÜaRUNa EaZVACan)  “Ve ezvâc bırakırlarsa.”

Arapçada “zevce” yoktur, “zevc” vardır; erkek olsun kadın olsun eş anlamındadır; çoğulu da erkek olsun kadın olsun eş anlamındadır. Bunun gibi “nefs” kelimesi de dişidir ama erkek olsun kadın olsun herkesin nefsi birdir. Kelime ise dişidir. Enfüs de erkek olsun kadın olsun kişiyi gösterir.

Bu iki kelime bize şunu göstermektedir ki, erkeklik-dişilik kadın olup olmama demek değildir. Burada bırakılanlar kadın eşlerdir. Sırf kadınlarda olduğu halde çoğul olarak zevcin çoğulu getirilmiştir. Bu da kadın ile erkek arasındaki eşitliği ifade etmektedir.

يَتَرَبَّصْنَ (YaTaRabBaÇNa)  “Tarabbus ederler.”

Rabasa” kelimesi “elbise” kelimesi ile akrabadır. “Lebise” demek, bir yerde kalmak, durmak demektir. “Rabasa” da beklemek, gözetlemek demektir. Gözetlerler, beklerler, kalırlar anlamına gelmektedir. Yani başka kimselerle evlenmezler. Kadın hâlâ eski kocasının eşi gibidir. Nafaka almaya devam eder. Erkek de öyledir. Bu tarihler içinde baldızı ile evlenemez. Akrabalara gidip gelebilirler. Mahremiyet devam eder.

بِأَنفُسِهِنَّ  (BiEaNFuSiHinNa)  “Kendi nefislerinde.”

Burada “nefisler” kendilerine izafe edilmiştir. Her kadın kendi iddetini bekler demektir. Yukarıda çoğul getirdi, onu kişiliğe götürmek için “enfusihinne” tâbiri getirildi. Yani boşanma işi topluluğa aittir, boşama topluluk kararı ve yükümlülükleri içinde olmaktadır. Ama herkes kendisi boşanmış olmada iddeti kendi başına beklemektedir. Evlenme de boşanma da kişisel ilişkiler değildir.

Aslında insanlar için haram kılınmış olan cinsi ilişkiler evlenme ile helal hâle gelmekte, boşanma ile tekrar harama dönüşmektedir. Kadının rahmi topluluğa aittir. Kadına emanettir. Onu bir erkeğe ortak edebilir. Kıyam mülkiyeti eşlere aittir ama semere mülkiyeti topluluğa aittir. Doğan çocuk onların değil topluluğun olmaktadır. Görev anne babaya verilmiştir ama en küçük zorlukta diğer yakınları ve topluluk yanındadır. Burada rahmin ve çocuğun topluluğa ait olduğunu belirtmek için kurallı çoğullar kullanılmıştır. Zina kişiye yani eşe karşı işlenmiş bir suç değildir, topluluğa karşı işlenmiş suçtur.

Batılılar bu basit kuralı anlayamamış, ceza kanunlarına saçma sapan maddeler yazmışlardır. Sonra mahkemeler onları iptal etmiş ve zina meşru hâle getirilmiş, hattâ kutsallaştırılmıştır! İşte insanların yaptığı hukuk bu kadar olmaktadır.

أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا (ERBaGaTa EaŞHuRin VaGaŞRan)  “Dört ay on gün.”

Dört ay on gün” ne demektir?

Yaralandığınız zaman önce acımaz. Bazen farkına bile varmazsınız. Sonra acımaya başlar. Acı en büyüğe vardığında bundan sonra yara iyileşmediği halde acı diner, hattâ sonraları yaranız olduğu halde hiç acı duymazsınız. Doğadaki bütün olaylar hep böyledir. Önce sıfırdan yükselir, azmaya başlar, sonra yavaş yavaş söner ve eski hâline dönmeye çalışır.

İnsanlarda eşler bir arada iken gerek ruhen gerekse bedenen birbirlerine uyum içindedirler. Aniden ayrılma gerek bedenlerinde gerekse ruhlarında, hattâ sosyal yapılarında ve ekonomik durumlarında birden değişik şekillerde etki eder, sarsılırlar. Bu sarsılma büyür, büyür; 128 gün kadar büyür. Sonra sönmeye başlar. O zamana kadar başka erkekle birleşme evli iken birleşme gibidir. Ruh ve bedende sarsıntı yapar ama ondan sonra unutmayı hızlandırır.

Dört ay on gün neden 128 gün etmektedir? Çünkü “Şehr” gökteki ayın adıdır. Bedirdeki parlaklığından dolayı bu adı almıştır. Şiar yani gösterge ile ilgilidir. Gökteki ay ekseriyetle 29,5 gündür. Dört ay 118 gün eder. Buna 10 eklersek 128 eder. Neden 128 gün seçilmiştir? Biyolojik ve psikolojik olaylar geometrik dizi ile yapılır. En basit dizi olan 1, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128 bulunur. İkişer katlayarak gittiğinizde oraya varırsınız.

Kur’an’daki bütün rakamlar böyle makul olarak seçilmiştir. Aklına gelmiş, kolunu kesene beş yıl hapis cezası verilir gibi cezalar yoktur.

فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (Fa EiÜAv BaLaĞNa EaCaLaHunNa)  “Ecellerine baliğ olunca”

Burada da “ecel” kelimesi müfret gelmiştir. Ölü kimselerin ortak ecelleri olmayacaktır. Dört ay on gün dolunca artık bekleme müddeti yoktur. Îlâda ise dört ay dolunca talakı ric’ müddeti başlar. İddet dolunca bayine yani kesin talaka dönüşür. Burada ise dört ay on gün dolunca artık onunla evlenmek meşru hâle gelir.

Kur’an’da kadınların ecellerinden bahsederken “mutallakât”, “ulatul ehmâl”, “yeteveffevne ezvâcehunne” olarak bahsetmektedir. Müfret sigasını kullanmamaktadır. Eceli de müfret olarak getirmektedir.

Ecel” kelimesinin cem’/çoğul anlamını taşıdığını kabul ediyoruz, ecelleri anlamındadır. Faal vezninde cem varsa, müfredi ve cemi öyle olan kelimedir. Burada teşabüh vardır.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (Fa LAv CuNAXa GaLaYKuM)  

“Size cunah yoktur.”

“Onlara cunah yoktur” denmemiş de, “size cunah yoktur” denmiş; evlenmelerine yardım etmeniz ve desteklemeniz gerekir demektir. Evlilik ise kişilerin şahısları ile ilgili bir olay değildir. Bir kamu görevidir. Topluluğa çocuk yetiştireceklerdir. Onlar onunla görevlidir. Ellerinden geleni yapacaklardır. Ama sizin göreviniz de onların yapacakları işlere yardımcı olmaktır.

Genel kural şudur. Kamu görevi bir kişiye tevcih edilir, kollektif görevlendirme yoktur. Ancak, işbölümü içinde görevlendirme yapılıyorsa onlar taife yani ekip olmalıdırlar. İşbölümü aralarında olacaktır. Herkes kendi işinde görevlidir. Görevli olduğu yerde yetkilidir, yetkili olduğu yerde sorumludur, sorumlu olduğu yerde de ecre sahiptir. Çocuk yetiştirmekle anne baba görevlidir. Aralarında işbölümü vardır. Erkek nafaka temin eder ve korur, kadın çocuk doğurur ve büyütür. Bununla beraber, gerek kadın görevini yaparken, gerekse erkek görevini yaparken, topluluktan destek almaya hak sahibidirler. Kadın kendisine eş seçme hürriyetine sahiptir. Bunda da ona destek olmak zorundayız. Buradaki “cunah” Safa ve Merve’deki cunah gibidir, vücubu ifade eder. Onun için “onlara” değil de “size cunah yoktur” denmiştir.

فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ (FIyMAv FaGaLNa FIy EaNFuSiHinNa) 

“Kendi nefislerinde neyi fi’lederlerse sizin üzerinize cunah yoktur.”

Sorulan soruların başında ‘bir kız eşini seçerken nasıl seçmelidir’ gelmektedir.

Burada “kendi nefislerinden bir fiil yaparken size bir cunah yoktur” derken, erkekleri sadece desteğe çağırmakta, nefislerinde fiil etmeyi kendilerine bırakmaktadır. Bu durumda, babanın veya kardeşin evlenmelerine mâni olma yetkileri yoktur. Burada “kendi nefsinde bir fiil” demeyip “kendi nefislerinde” denmektedir. O halde kadın koca seçerken annesine, teyzesine, kız kardeşlerine, halasına danışmak zorundadır. İstişare eder, ondan sonra kararını verir. Annesi danışır, soruşturur, ondan sonra kadın kendisi karar verir.

Kadınlar kadın gözü ile erkeklere bakarak kararlarını vereceklerdir. Erkeklerin erkek gözü ile erkeklere bakmaları hatalıdır. Erkekler kendi aşiret görüşlerine dayanarak kızı verip vermemekte yetkili değildirler. Burada kız ailenin siyasi veya mâli çıkar aracı değildir. Kadın sadece çocuk yetiştirmekle görevlidir. O çocuk da topluluğun çocuğudur. Burada men edilen nedir? Kabileler arasındaki gerginliklere dayanılarak erkeklerin evlenmelerine mâni olmalarıdır. Kaçmalar ve kaçırmalar hep böyle olmaktadır.

Kadınların veli iznine tâbi olmaları (Hanefilerde yoktur), bu velinin babası veya kardeşi olması gerekmez. Kadın kendisine kimi veli seçerse o onun velisidir. Bu tamamen siyasi sebeplerden ileri gelmektedir. Askerlik ve cizye mükellefiyetinden kurtarılması sebebiyle gelmektedir. Bir de buna veli denmemektedir. Bu bir tür koruyucudur. Koruyucuların siyasi hakları artmaktadır. Şöyle ki, her asker bütçeden pay yani maaş almaktadır. Bu maaş kadınlara da verilmektedir. Ancak kadınlar bunu kendileri almazlar, koruyucu olarak seçtiği erkeğe devrederler. Böylece siyasi kayyumluk ücretlidir ama ücreti devlet vermektedir. Koca seçerken bu siyasi kayyumların bir yetkisi yoktur. Bunlar velayetten çekilebilirler. Kadın başka veli seçer.

Bir soru daha ortaya çıkıyor. Burada söylenenler dul kadın için söylenmektedir. Boşanmış için de aynı sözler söylenebilir mi, onların da evlenmelerine yardım etmeli miyiz? Onları cezalandırmak, yeni koca aramak için yardımcı olmak bize gerekmeyebilir. Böylece bu hüküm dul kadınlar için sözkonusudur. Başka bir kıyas yeri de, bu destek ve hürriyet dul kadınlara mı mahsustur, yoksa kızlar için de mi sözkonusudur? Fıkıhçılar dul kadınların kendi başlarına evlenmelerine izin vermektedirler ama kızlar için bunu doğru bulmamaktadırlar. Biz kızlar için de bunu doğru buluyoruz. Kız da kendi eşini kendisi seçer. Annesine ve diğer kadın akrabalarına danışır ama babasına danışmak zorunda değildir. İsterse annesi babasına danışır. Yalnız veli olmak sıfatıyla izin vermeyebilir. Burada şu sorun içtihatla farklı çözülebilir. Dul olan veya evli olan veliyi değiştirir de, kız velisini değiştiremez. Buna 20 yaş veya 25 yaşa kadar kaydını koyabiliriz. O zamana kadar evlenmeyen kız artık babasının velayetini değiştirebilir. Bu konudaki hükmü bu âyetin tefsirinden şimdi öğreniyoruz.

Adil Düzen Çalışanları bu içtihat müessesesine ulaşmak durumundadır. Bütün sorun içtihadı öğrenmektir. Bizim içtihatları öğrenmek bir şey ifade etmez. Çünkü sorunları bizim bilgilerimiz çözmez. Adil Düzen bucağını kurduğunuzda birçok sorunlarla karşılaşacaksınız; çözümlerini içtihatlarda değil, Kur’an’da bulacaksınız.

بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRUFi) 

“Maruf ile”

“Örf” dediğimiz zaman halkın gelenekleri demektir. İyi gelenekler, yararlı gelenekler işe yaramaktadır.

Maruf” ise istişarî kararlardır. Yani kabile başkanı istişare eder, sonra mecliste kararını alır. Bu karar vekaleten alınmıştır.  Artık o karar o topluluğu bağlar. Hakemlere gitme yetkisi vardır. Hakemlerce de bozulmamış karar o topluluğun örfüdür. Aslında bu karar şekilleri yirmi beş tanedir ama hepsini başkan ilan etmelidir ve hepsi yargı denetimindedir.

Demek ki aile hukuku tanzim edilmelidir. Aile hukukunda serbest anlaşmalar yoktur. Özel hukuk hükümlerinden çok kamu hukuku geçerlidir. Neden önce yapılan nikah bozulamıyor, herkesle nikah yapılamıyor, gizli nikah olmuyor, mihir zorunlu oluyor? Talak hükümleri de böyledir. Zina cezalandırılıyor. Kadın korunuyor. Yani Roma hukukunda olduğu gibi kanunilik ilkesi geçerlidir. Her bucak için ayrıdır ama bucakta birlik vardır. Mahremler mezheplere göre değil, bucaklara göre değişir. Çünkü değişik mezhepler bir bucakta bulunabilir ama değişik evlilikler teessüs etmez.

Buradaki hitabın yani “size cunah yoktur” hitabının kimlere olduğu tefsirlerde tartışılmıştır. Biz bu hitabı cuma cemaatine veriyoruz, yani kabile halkıdır. Dolayısıyla aile hukukunu tanzim etme yetkisi kabile meclisine verilmiştir. Kabilede herkesin bir ilmî danışmanı vardır. Bunların sayısı on civarındadır. Başkan bunlarla istişare eder. Bunlar da danışmanı olduğu kimselerle istişare ederler. Başkanın danışması aleni olur. Halk kendi fikirlerinin başkana ulaşmadığını görürse danışmanını değiştirir. Sonunda başkan karar alınca şura üyeleri yani danışmanlar hakemlere gidebilir ve iptalini isteyebilirler. Halk da danışmanını hakemlere gitmeye zorlayabilir, yoksa değiştirir. İşte bir bucakta topluluk böyle oluşur.

وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ(234)  (Va elLAHu BiMAv TaGMaLUvNa PaBIyRun)  

“Allah amel ettiklerinizden habirdir.”

Burada “Ve” atfedilmiştir. Nereye atfedilmiştir? Hal cümlesidir.

“Allah amel ettiklerinizi bilmektedir” yani sizin amellerinizi bilmektedir. Yukarıda “Lâ Cunaha”yı sadece sizin için bir mahzur yoktur şeklinde anlasaydık, buradaki tarif yersiz olurdu. Çünkü yukarıda bize bir amel yüklemezdi, sadece karışmayın demiş olurdu. Karışmamak bir amel değildir. O halde “Lâ Cunaha”daki mânâ bir şeyler yapın, amel edin demektir.

Burada “Te” harfi kadınları da içerdiği için onların da ne fiil yaptıklarını bilmektedir demektir. Haberdir. Haber alır demektir. Kişiler her hareketi yaptıklarında devletin bundan haberdar olması gerekir.

Habîrun” kelimesi nekiredir. Bunun anlamı, devletin (gizli değil) açık istihbarat teşkilatı olacak, onlar amellerden bucağı haberdar edeceklerdir. Bunun için kayıt yapan dört kuruluşu teşkil ediyoruz; evrak kaydı, borç-alacak kaydı, mal hareketleri kaydı ve taşınmazlarla ilgili kayıt. Kişiler bunlar üzerinde amel ederler.

Ya birbirine hitap ederler; bu evrak kaydıdır, yazılı hâle getirilir. Ya borçlanmalar yaparlar; bu zimmet muhasebesidir. Ya bir şeyler alıp verirler; bu envanter muhasebesidir. Ya da bir taşınmaz veya araba üzerinde iş yaparlar; bunlar hep kayda geçer.

Hepsinde insanın emeği vardır. Onlar kayda geçmektedir. Bunlara ‘amel’ denmektedir. Fiil kendi kendine yaptığın iştir. Amel ise başkaları ile kurduğun ilişkidir. Bugünkü bilgisayar tekniği ile bu çok kolay gerçekleştirilebilir. Ne var ki insanlar henüz bu eğitimi almadıkları için hepimize bu işi yapmak zor geliyor. Ama III. Bin Yıl Uygarlığı bunun üzerine kurulacaktır.

Akevler Yenibosna Cemaati bu işi yaptığı ve başardığı zaman III. Bin Yıl Uygarlığını kurmuş olacaktır. Bunu başaramadığı zaman, bilesiniz ki kim başarırsa onlar kuracaklardır.

Bundan yüz sene önce insanların sorunu para idi. Sanayi gelişmiş, işler çetrefilleşmiş, altın ve gümüş yeter miktarda olmuyor, ellerine geçirenler diğerlerini sömürüyorlardı. Bugün bu sorun aşılmıştır. Kâğıt para denizde su gibidir. Ne var ki, kâğıt para nasıl güç oluyor? Yani aslında hiçbir değeri olmayan TL nasıl oluyor da herkes onu kabul etmek zorunda oluyor, parasız yaşanamıyor? Paranız yoksa tuvalete bile gidemiyorsunuz. O halde bir şey para olmak zorundadır. Bu da devletin tesbit ettiği kâğıt paradır. % 500 enflasyonlu da olsa, onu kullanmak zorundayız. Çünkü başkası yoktur. Bunu da devletin zoru yapıyor. Başka paraları yasaklıyor, kendi parasını bir defa devreye sokunca artık o paranın dışındaki paralar iş yapmıyor.

Devlet zoru ile kabul edilen o para sömürü aracı ve enflasyonist para olmaktadır. Sonunda güçlülerin zayıfları sömürmesine sebep olmakta, krizler ortaya çıkarmaktadır. Bu kâğıt paranın yerini alacak bir paraya ihtiyaç vardır, o da “kaydî para”dır. Eğer biz Adil Düzen Muhasebesini kurar da aldıklarımızı ve verdiklerimizi o muhasebeye tutturursak, sadece fiyatlandırmada altın ve gümüşü kullanırız, onun dışında her varlık sahibi para çıkarmış olur. Yani ben bir şeyi alıyorsam karşılığında senet veriyorum, sonra o da o senetle benden veya başkasından bir şeyler alma durumuna geçiyor. Mala-mal marketleri bunun en uygun olanıdır.

***

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (VaLAv CuNAXa GaLaYKuM)  “Yine size cunah yoktur.”

Yani bu işlerle ilgilenmeniz gerekir. Evlendirmeler de sizin görevleriniz arasındadır. Farzı kifaye olabilir ama yapmanız gerekmektedir. Nitekim başka âyette de ‘evlendirin’ diye emir vardır; ‘evlenin’ emri yoktur ama ‘evlendirin’ emri vardır. Evlendirmek ancak evlenmekle mümkün olduğundan bu âyet evlenmeyi de emretmektedir. Adalet gözetemeyecekseniz biri ile yetinin diyor. Yani biri ile evlenmek asıldır demektir. Evlilerin çocuk yapması emredilmiyor, evliler isterlerse azl ile çocuk yapmayabilirler. Cenini öldürmek yasaktır ama doğumu önlemek yasak değildir. Ama herkesin, bilhassa bütün kadınların evli olması gerekmektedir. Aile hayatı böyle yaşar, huzur böyle olur. Bunun sağlanması için işte bu tür müesseseler getirilmiştir. Çok evlilik de bunun için meşru kılınmıştır. Kocasız kadın olmayacaktır. Bununla beraber zorlama da yapılmayacaktır. Bir kadın evlenmek istemezse zorla evlendirilmeyecektir. Ama evlenmesi için topluluğun her türlü imkanı hazırlamış olması gerekir. Evlendirme de hitbe ile olmaktadır. Hitbe Kur’an’ın bir müessesesidir.

فِيمَا عَرَّضْتُمْ بِهِ(FIyMAv GaRaWTuM)  “Arz ettiğinizde.”

Arz etmek” sunmak demektir.

Erkek tarafı kadın tarafına talip olur. Buna ‘hitbe’ denir. Bütün canlılarda erkekler aktiftir, kadınlar ise pasiftir. Bunun sebebi kadının kendisine en güçlü koca bulabilmesidir. Hayvanların da erkekleri dövüşürler. İnsanlarda bu dövüşme kaldırılmış da onun yerine yarış konmuştur. İnsanın dört varlığı olmaktadır; bunlar ilimdir, takvadır, paradır, mevkidir. Erkekler bu sahalarda yarış içindedirler. İlimde yarışmak herkesin kendi elindedir. Kim âlimse çevresinde hemen tanınır ve ona saygı duyulur. Kim muttaki, kim dindar ise o iyi görülür ve ona karşı da saygı duyulur. Toplulukta aldıkları makam da saygının bir kaynağıdır. En önemlisi maddi imkandır. Evlenecek kadın çocuk doğuracaktır. Çocuğunun sağlığı ve selameti için parası olan erkeği tercih eder.

Demek ki, bir kadına talip olurken insan ona ilmini, takvasını, mevkiini ve parasını arz edebilir.

İlk bakışta saadetin para ile olduğu sanılır. Oysa saadet para ile olmamaktadır. Saadet ileri cemaatle olabilmektedir. Yani bir kimse sağlıklı bir topluluğun azası ise kız ona uyabilir. Çünkü o topluluk onun her şeyini tekeffül ediyor demektir.

Adil Düzen erbabı sağlıkta dayanışma içinde olmalıdır. Topluluk bu konuda ona güvence vermelidir.

Bu nasıl sağlanmaktadır?

Nafaka ve mihir müesseseleri ile, fasıla dayanışması ile, aşiret dayanışması ile sağlanmaktadır.

Kızlar Akevler’de kalmayı istemelidir. Bana Akevler’den biri talip çıksa da oradan evlenebilsem demelidir. Dışarıda olan kızlar da Akevler’den birsiyle evlensem demelidirler. Akevlerdekiler dışarıdakilerle evlenmelidirler ama kızlar Akevler’e taşınmalıdır, erkekler de Akevler’e gelmelidirler.

İşte Adil Düzen aşireti böyle büyür. Bölünerek çoğalırlarsa, sonunda kabile olurlar.

O halde burada emredilen erkeklere ilmiyle, takvasıyla, makamıyla, parasıyla üstün bir cemaat oluşturup gerek Akevler’deki kızlara, gerekse Akevler’e gelecek kızlara imkan hazırlamaktır. Buradaki “” bunların hepsini içermektedir. “Lâ Cunaha”yı da vücup için alırsak, bize emredilmiş olmaktadır. Yine bize şunu emrediyor ki aramızdaki bekâr erkekleri evlenmeye hazırlamalıyız. Onlara aşiretimizde yer vermeliyiz. Yenibosna’da bulamazsak, uygun bir yerde arsa bulup inşaat yapmalıyız. Ortaklar bulmalıyız. Evlerini satacaklar ve buraya ortak olacaklardır. Çünkü burada Adil Düzene göre kiraya vermiş olacaklardır. 

مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ (MiN PıTBaTı elNISAEi) 

“Nisaların hitbesinden”

Hitbe” burada mastardır, dolayısıyla müfrettir. Ama “nisâ” yerine “mer’e” veya “zevc” diyebilirdi.

Dolayısıyla erkekler bekârları evlenmeye hazırlamalıdırlar. Onun ilmini, takvasını, mevkiini ve parasını yeter seviyeye çıkarmalıdırlar. Bu erkeklerin görevidir. Erkekler bunu cemaatçe yapmalıdırlar. Doğacak çocuğun mesleğini de düşünmelidirler. Ona göre işyerini ve meskeni hazırlamalıdırlar. Bu erkeklerin görevidir, bu fasılanın görevidir, bu aşiretin görevidir, bu kabilenin görevidir.

Buna karşılık kadınlar da yetiştirdikleri kızlara uygun koca seçmelidirler. Bulmalıdırlar demiyorum, seçmelidirler. İşte burada arz ve talep vardır. Nasıl piyasada mal arzı ve talebi varsa, burada da koca arzı vardır. Talep kadınlardan gelecektir. “Nisânın hitbesi” demek, kadınları isteme değildir, kadınların istemesidir. Kadın talip olmaz ama kadın talip olanı seçer.

أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ (EaV EaKNaNTuM FIy ENFuSiKuM) 

“Yahut nefislerinizde iknan ettiğinizde.”

Burada iki türlü  nişanlanmalardan bahsedilmektedir.

Evlenecek olan erkek nesi var nesi yoksa arz eder ve ortaya çıkarır; ‘ben böyle birisiyim, evlenmek istiyorum’ der. Kadınlardan ona talip olanlar evleneceklerini bildirirler. Bunu kızın kendisi yapmaz, aracılar yapar. O da onlardan seçeceğini seçer, birinci olarak onunla evlenir. Birinci ile evlenirken, mihir tesbiti yapılırken, ikinci evlenmeye o mihirle müsade eder. Arzda bu da vardır. Ben şu kadar mihirle kadın arıyorum der. O mihirle talip olanlar o mihri vermek şartı ile ikinci evliliğe de müsade edeceğim demektir. Talipler çok ise kabul edenlerin hepsini eşliğe isteyebilir. Bunlardan isteyenler mihrin yarısını alarak ikinci aldığı için vazgeçebilirler. Ama mihrin yarısını vermiş olur. Nişanlılık evliliğe dönüşürse ve ondan sonra eş alırsa, mihrin tamamını alarak eski kadının ayrılma hakkı vardır. Bu erkeğin arzı ile evlenmedir.

İkinci evlenme ise erkek mal varlığını arz etmez, ‘ben evleniyorum’ der. Kadınlar kızlarına uygun koca ararlar. Evlenmek isteyenlerin durumlarını tetkik ederler. O kıza uygun eş buldular mı onunla anlaşırlar. Yani böylece erkeğin karı araması da meşrudur, kadının koca araması da meşrudur. Her iki halde de hitbe vardır.

Hitbenin bazı hükümleri vardır.

Burada müslim kadınlarla mü’min kadınlar farklıdırlar.

a)      Müslim kadınlar başları açık kadınlardır. Bunlar muta evlilikleri yapabilirler. Birisiyle evli iken kocalarından daha iyisini arayabilirler. Bulursa kocasına mihri iade edip ayrılabilir ve yeni buldukları sevgililerine gidebilirler. Bir kadın birisiyle evli iken başka birisiyle cinsi ilişki kuramaz. Kurarsa zina olur. Müslim ise başka koca arayabilir. Bu müslim kadına tanınmış özgürlüktür.

b)      Mü’min kadınlarda durum farklıdır. Mü’min kadın bir erkekle evli iken başka erkek arayamaz. Ancak birinden boşandıktan sonra kendisine başka erkek arayabilir. Bunlar başları örtülü olan kadınlardır. Kadınlar başlarını bu amaçla örterler. Yani derler ki; ben ona sadık olacağım, kocamın eşiyim, kimse benimle eşlik pazarlığına kalkışmasın, bana göz koymasın, güzelliğimi de bunun için göstermiyorum. Müslim kadınlar evli olsa da, boşan ve benimle evlen diye teklifte bulunabilir ama mü’min kadına böyle bir teklifte bulunulamaz.

Bu konu anlaşıldıktan sonra hitbenin hükümleri de farklıdır. Müslim kadınlar birkaç erkekle pazarlığa girişebilir, kimden fazla mihir koparırsa onunla evlenir. Oysa mü’min kadın ancak birisiyle evlilik pazarlığı yapabilir. Onunla pazarlığı bitirmedikçe başkası ile evlilik görüşmesi yapamaz.

Talip olan erkek küfüv ise erkek bekliyorsa kadın da beklemek zorundadır. Yani küfüv olan talip olmuşsa ya onunla evlenmek ya da bekâr kalmak zorundadır. Ta ki o başkasıyla evlensin.

Buradaki denge bucaklara göre değişik tarz alabilir. Bu bekleme müddeti de dört aydır. Dört ay eğer kadın reddediyorsa erkek çekilmek zorundadır.Bu zıhar müddetidir.

Buradaki bir husus da bizim topluluğumuz için önemi haizdir. O da hitbe esnasında kadın-erkek birbirleriyle görüşüp konuşabilirler. Halvet olmamak şartı ile oturmalarında veya dolaşmalarında bir beis yoktur. Kadının velisi bunları bilmelidir.

İslâmiyet’te evlilik akdi dışında nişanlanma yoktur. Yani biz beraber yaşayalım, birbirimizi beğenirsek evlenelim diye bir nişanlanma yoktur. Nişanlanma evlilik akdidir. Yalnız duhul yoktur. Biri ölürse diğeri vâris olur. Sıhri akrabalık doğar. Nafaka gerekmez. Boşanma olursa mihrin yarısı verilir. Halvet duhul anlamındadır.

عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ (GaLiMa elLAHu enNaKuM Sa TaÜKiRUvNaHunNa)  

“Allah onları zikredeceğinizi ilmetmektedir.”

Bir kadının kocası öldükten sonra hemen aklınıza bunu kiminle evlendirelim diye gelecektir, yahut kız baliğ olduktan sonra ona nasıl koca bulacağınız aklınıza gelecektir. Bunu Allah bilmektedir. Bu zaten sizin görevinizdir. Burada şöyle bir şey ortaya çıkar, veli bunu düşünecektir. Diğer cemaat de buna yardımcı olacaktır. Bunun müzakeresi yapılacaktır. Hattâ bu hususta görevliler belli edilecektir.

وَلَكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا (VaLAvKıN LAv TuVAGıDuHunNa SırRan) 

“Lâkin sırran vaatleşmeyin.”

Gizli cinsi ilişki yasak olduğu gibi, gizli ahitleşmeler de yasaktır.

Kinayeli işaretli olarak talepte bulunabilirsiniz. Onları yoklarsınız. Talip olursa siz de ona uyar mısınız gibi cümleler kullanabilirsiniz. Ona bakarız. Belki, annem bilir, babam bilir gibi cevaplar verebilir.

Ama kadın ve erkek kendi başlarına, kadın kendi başına, erkek kendi başına gizli icab veya kabulde bulunamaz. Bu haram edilmiştir. Hitbe açık olmalıdır. Bu da kararlaştırıldıktan sonra kesin alma kanaati ile olmalıdır. Müzakereler ciddi olmalıdır. Ben şimdi şakalaşırım denemez. Bunlar yasaklanmıştır.

Talep ciddi olmalıdır, açık olmalıdır. Erkek ve kadın tarafı istişarelerle buna karar vermelidir.

Zinanın tarifinde temel unsuru gizli cinsi ilişki olarak ele aldık. Tanımı böyle yaptık. Evlenemeyeceklerin ilişkisini de hükmen gizli kabul ettik. Çünkü onların böyle akit yapmaları meşru değildir. O halde tanımımızı biraz değiştirmemiz gerekir. Açık akit yapmadan cinsi ilişki kuran zina yapmış olur. Yakınları ile yapılan açık akit bâtıldır. O halde yakınları ile yapılan her cinsi ilişki gizli yapılmış kabul edilerek cezalandırılır. Bizi bu tarife götüren bu âyet olmuştur. Çünkü “onlarla gizli olarak ahitleşmeyin” denmektedir.

إِلَّا أَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًا (EilLAv EaN TaQUvLUv QaVLan MaGRUvFan)  

“Sadece maruf kavli söylemelisiniz.”

Burada “maruf kavl” nekiredir. Dolayısıyla “el-maruf”tan farklıdır. Yani marufta bucak hukuku da belirlenmiş husustur. Burada ise mezhebe göre belirlenmiştir. Ama bucak için tek değildir. Bu da ahde girişmeden düşündürmek, onda belli zihnin oluşmasını sağlamak için söylenen sözdür. Bu gizli de söylenebilir. Çünkü burada akit yoktur, ahit yoktur. Evlilik müessesesi insanlar için hayati ehemmiyeti haizdir. Aile olmadan insan yaşayamaz, çoğalamaz, gelişemez.

Canlılar vardır, cinsi ilişkide bulunurlar, ondan sonra yumurtlarlar ve ondan ötesine hiç karışmazlar. Kuşlar ise yumurtlarlar, üstünde kuluçka yaparlar, doğduktan sonra onları beslerler, korurlar ve eğitirler. Memeliler ise karınlarında büyütürler, doğururlar, süt verirler ama ergin hâle gelince bırakırlar.

İnsanlarda ise bu böyle değildir. Hayatı boyunca akrabalık devam eder, karşılıklı görevler devam eder. Bu amaçla doğan çocuğun anasını ve babasını bilmesi, akrabalarını bilmesi gerekmektedir. Bu da nikâhı zorunlu kılmaktadır. Evlilik dışı ilişkiler yasaklanmaktadır. Evlilik müessesesi topluluğun desteğiyle sürmektedir.

a)      Önce akrabaları yani fasılası bu görevi üstlenmektedir.

b)      Aşireti içinde destek görmektedir.

c)       Kabilesi içinde destek görmektedir.

d)      Şa’bı içinde, ili içinde destek görmektedir.

e)       Kavmi içinde destek görmektedir.

Aşiret içinde bedenî dayanışma vardır, ortak tüketim dayanışması vardır. Kabile içinde fakirlik, yoksulluk dayanışması vardır. Şa’bde fakirlik, yoksulluk, yetimlik ve yaşlılık dayanışması vardır. Ülke içinde de yetimlik ve yaşlılık dayanışması vardır. Bu desteklerin hepsi sonunda “aile”yi destekleme mahiyetindedir. Kadını erkeğe esir etmeden kadın mâlen de erkek tarafından desteklenmektedir. Bu desteği yapabilmesi için de erkeğe destek çıkılmalıdır. Erkeğe kredi verilmelidir. Kadına da kredi verilmelidir ama erkek kullanabilmelidir. Ayrıca mirastan fazla pay verilmelidir. Dayanışma ortaklığı içinde mihrini ödeyemeyenin mihri ödenmelidir. Bir kadın mihri müeccelle evlense, mihrini almadan koca ölse, kadın diğer alacaklılardan önce alacaklı hâle gelir. Önce mihrini tahsil eder. Hattâ mihir, mameleki de yetmezse, âkilesi ona mihri mislini ödemekle yükümlüdür.

وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ (VaLAv TaGJıMUv GuQDaTa elNıKAXı)  

“Nikahın ukdesine azmetmeyin.”

“Nikâhın akdini yapmayın.” Gizli akitleşmeyin. Açıkça görüşmeler yapsanız bile akde varmasın.

Burada da emir topluluğa verilmiştir. Demek ki nikâh da kamu akitlerindendir.

İslâmiyet’te akit serbestliği vardır. Ancak bu serbestlik o zamanki şartlara göre çok ileri gidilmiş, yalnız sözle söylemek yeterli sayılmıştır. Bize göre akit serbestliği vardır ama akit yazıya dökülmeli, taraflar imza etmelidirler yahut parmakları ile elektronik kartı okutmalıdırlar. Şifahi görüşmeler akdin tamam olması için yeterli değildir. Dolayısıyla evlenmek için görüşmeler sihri hısımlığı doğurmaz, akit doğurur. O halde akitlerin yapılmış olması imzaların atılması ile olur. Ama nikahta ve talakta bu yeterli olmamaktadır. Sıhhati için alenilik şarttır, yani iki şahide tevdi edilmesi gerekmektedir, onların da imzalaması gerekmektedir. Talakta da böyledir.

Akitlerde alenilik şartı olan yerlerde akit alenilikle tamamlanır ama akdin yapıldığı tarihten itibaren geçerli olur. Çünkü Kur’an’da “borcu yazın” deniyor, “yazarak borçlanın” denmiyor.

حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ (XatTAv YaBLuĞa EaCaLaHu)  

“Kitab eceline baliğ olmadıkça nikah yapmayın.”

Kitab eceline varıncaya kadar” denmektedir.

Kitab” yazı demektir, ahkâm demektir. İddete kitap denmiş oluyor. Muhasebe tutuluyor, ölüm muhasebeye geçiyor, iddetin başlaması muhasebeye geçiyor. Kitab yani bilgisayar bize iddet doldu diyor. Herkes bunu takip ediyor. Bilgisayar ‘onunla evlenme serbesttir’ dediği zaman nikah akdederiz. Herkesin nüfus kayıtları açıktır. Eğer orada evli görünüyorsa evlidir. İddet bekliyorsa iddettedir. Îlâ yapılmışsa o da orada gözükmektedir. Geleceğin dünyası kayıt dünyasıdır. Kur’an burada ona işaret ederek “o kitap eceline erinceye kadar” demektedir, yani kitap eceline ulaşacaktır. Kitabın, kayıtın eceli önemlidir. Medeni kanunda aksi sabit oluncaya kadar resmi siciller geçerlidir deniyor. Bu husus fıkıhta kayıtlı değildir. Ama bakınız bu husus Kur’an’da tedvin edilmiştir. Kaydın eceli vardır, yani kayıt ecelini doldurur. Çünkü kayıt önemlidir. Kayıt tashih edilinceye kadar kayıt geçerlidir. Nasıl talak geri dönmüyorsa, bunun gibi muhasebe kayıtları da silinmiyor, aksi madde ile doğrusu kayda geçirilmiş oluyor. Bütün bunları nereden anlıyoruz? “Kitab eceline ulaşıncaya kadar” denmektedir. Ecel kayıtların zarfı olmaktadır.

Adil Düzen topluluğunu yazmaya alıştırmamız gerekmektedir.

Bunu nasıl başarabileceğiz?

Yaptığımız denemeler göstermiştir ki bu yazma işi insanlara çok ağır gelmektedir.

Artık merasimler, işlemler kalkacaktır. Onun yerini yazılan basit kağıtlar alacaktır. Ancak o kağıt bilgisayara girdiğinde kıymet ifade edecektir. İki kişi ‘biz evleniyoruz’ diye yazıp muhasebeye teslim ettiler. Evlenme formunda şahitler de devreye girecektir. Eğer bunlar birbirine akran ise, eğer kadın bir başkası ile evli ise yahut iddette ise bilgisayar ‘bu evlidir’ der ve girmez. İlle de kaydet dersen kaydeder, ancak anormal olarak girmiş oluyor. Bu gibi durumlarda hakemlere veya yöneticilere gidilir.

وَاعْلَمُوا (Va iGLaMUv) 

“Biliniz.”

Burada “biliniz” diyor. Bu ilim gerçekten ilimdir. Kâinatı var eden Allah’ın nefsimizde olanı bildiğini ifade ediyor. Nefislerde olan beyindeki devrelerde vardır. Allah insan beynindeki devrelerin hepsini okur ve bilir. Bunu bizim bilmemiz gerekmektedir Yaratan bilmez mi? Bir Allah bu kadar şeyleri nasıl bilir diyenler vardır. Oysa Allah o kadar şeyleri yaratmıştır. Yaratan bilmez mi? O’nun bilgisi bizim bilgimize benzemez.

أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ (EınNa elLAHa YaGLaMu MAv FIy EaNFuSiKuM) 

“Allah’ın nefislerinizde olanı bildiğini.”

İnsanın ruhu vardır. O bâtıni âlemdedir. Onun bedenle ilişki kurma kabiliyeti yoktur. O ancak beynimizdeki bilgisayar antenleri ile ilişki kurabilmektedir. Uyuduğumuz ve rüya görmediğimiz zaman o anten kapanmaktadır. İşte ruhun beyinle irtibat kuran özelliğine “nefis” denmektedir. Kişilik orada oluşuyor. Tek başına şoför nasıl bir yere gidemezse, bedensiz nefis de bir şey yapamamaktadır. Dört boyutlu uzayda beynimizde yazılanların hepsi saklanmaktadır.

İşte Allah bunları bilmektedir. Âhirete vardığımızda yalnız amel ettiklerimiz değil, beyindeki düşüncelerimiz de okunabilecektir.

فَاحْذَرُوهُ (FaXÜaRUvHu)  

“Ondan hazer ediniz.”

Hazer etmek” çekinmek demektir. “O’ndan çekininiz, Allah’tan çekininiz” denmiş oluyor.

Bir insan birisine haset edebilir. Bu kendisinin elinde olan bir şey değildir. Haset de Allah tarafından bilinmektedir. Ancak insan iradesini kullanıp hasedin zıddını yaparsa, yani haset ettiği kimsenin daha da ileri gitmesine yardımcı olursa, o zaman Allah’tan çekinmiş olur ve günahı kalmaz, hata sevaba dönüşür.

Haset, başkasının geri kalması ile senin ileride olmandır. Musaraa ise başkası ile birlikte ileri gitmedir. Müsabaka başkasını geçmedir. Haset haramdır. Müsabaka helaldir. Musaraa ibadettir.

Demek ki burada “hazer etmek” demek, nefsine hakim olmak demektir. Nefsin arzularına göre değil, aklın ve şeriatın arzularına göre hareket etmek demektir.

وَاعْلَمُوا (VaGLaMUv)  

“İlmediniz.”

Burada “Ve” harfi ile “ilmediniz” tekrar edilmiştir. Demek ki yukarıdaki ilim ile bu ilim farklıdır. Yukarıda gökleri var eden Allah’ın nefislerde olanı bildiğini bildirmektedir. Burada da O’nun halifesi olan toplumun gafur ve halim olduğunu bildirmektedir. İnsanları nefislerinden, düşündükleri şeylerden dolayı sormayacağını ifade etmektedir. Burada kamunun da böyle olması gerektiğine işaret etmektedir.

Buradan çıkan bazı kurallar vardır.

Burada “biliniz” denmektedir. Biz nasıl bileceğiz? Doğal kanunlar vardır, doğal olaylar vardır. Onları bilmemiz gerekmektedir. Bunu başarmamız için herkes hayatında bir konuyu ele almalı ve ömrünün sonuna kadar onunla ilmen uğraşmalıdır. Böylece onu bilgisayara kaydetmektedir. Artık onu insanlık bilmiş olur.

Örnekler verelim. İnsan kendi hayatını yazarsa, iyi ve kötü taraflarını yazıya geçirirse, sonra bunu özetler de bu bir kitap olursa, gelecek nesillere bırakılan bir kişinin yaşadıkları olur. İnsan mesela çocuğunu ele alır, onun hayatındaki davranışlarını kayda alır, böylece bir çocuk psikolojisi incelenmiş olur. Yaşadığınız sokağı ele alır, anlatır ve onu tarihe hediye edebilirsiniz. Kooperatifimizin tarihi bizim için konu olabilir. Yahut herhangi bir hayvanı alıp inceleyebilirsiniz. Herhangi bir kişiyi inceleyebilirsiniz. Bir kaynağın tahlili ile meşgul olabilirsiniz. Akan bir suyun debisini kaydedebilirsiniz.

İşte böylece “biliniz” emrini yerine getirmiş oluruz.

Birinci “biliniz” emri ile doğa olayları, ikinci “biliniz” emri ile sosyal olayları tesbite çalışırız.

Bunlar hobi olarak yapılabilir. Kamudan bu çalışmalardan dolayı pay ayrılabilir.

Kur’an’da bir şey emrediliyorsa onun mutlaka bir müessesesi vardır.

Öğreneceğiz. Emir bu ama nasıl öğreneceğiz, ne öğreneceğiz? Bunları düşünerek müesseseler kurmamız gerekmektedir.

“Adil Düzen”de bunu bir bakanlık yapmaktadır. İstatistik ve arşiv bakanlığı bulunmaktadır.

أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(235) (EinNa EalLAHa ĞaFUvRun XaLIyMun)  

“Allah gafur ve halimdir.”

Gafur”dan anlayacağımız şudur. Halik Rab olan Allah insanların nefislerinde gizlediklerini mağfiret etmektedir. Topluluklarda ortaya çıkmayan faili meçhul cinayetlerin cezalandırılmamasını istemektedir. Suçlara en ağır cezalar verilmiştir. Ancak, kesin olarak ispatlanamayan fiiller cezalandırılmamaktadır. Yani o nefislerde kalmış gibidir. Topluluk onu izhar etmemiştir. Tutup da faili ortaya çıkaracağız diye polisin işkence yapmasına izin verilmemektedir. Buna “gafur” diyoruz. Kesin ispatlanamayan fiillere ceza verilmez. Bunu “gafurun” kelimesinin nekire olmasından anlıyoruz.

Halim” kelimesi de tatlı demektir, “halva” kelimesi ile akrabalığı vardır.

Faili meçhul cinayetler cezalandırılmamaktadır. Ama mağdurlar da terk edilmemekte, kendilerine diyet verilmektedir. Bunu da dayanışma ortaklığı yapmaktadır. Böylece acılar giderilmektedir. Herkes ölecektir. O zat ölmüştür, ama diyet ödenmiştir. Böylece acısı dinmiştir.

Bu uyarıları talak üzerinde yapmıştır, evlenme boşanma üzerinde yapmıştır.

Bu sûre önce İsrail oğullarını uzun uzun anlattı.

Şimdi aileyi anlatmaktadır. İsrail oğullarını bir kavim örneği olarak anlattı. Şimdi de aileyi anlatmaktadır.

Böylece Bakara Sûresi kavim ve aileyi tanıtarak sonuca götürmektedir.

Fıkıhçılar anayasadan, siyasetten hiç bahsetmiyorlar.

Ama Kur’an işe siyasetten başlamıştır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-413 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-243 İstanbul, 16 Haziran 2007

 

GELECEĞİN İSTANBUL’U CENNETTİR!

Medeniyetler bin yıllıktır. Her Miladi bin yılın başında “yeni medeniyet” doğar. İncil’de yeni bir peygamberin geleceği ve dünyanın merkezinin fetholunacağı yazılıdır. Bu merkez İstanbul’dur.

İstanbul demek ki şimdi gelecek olan, gelmekte olan bin yılın merkezi olarak hazırlanmaktadır. O halde İstanbul için yeni bir planlama yapmalıyız. İstanbul’u III. Bin Yıl Uygarlığına lâyık bir şekilde hazırlamalıyız. Bunu yapmak için sadece Türkiye’nin gücü yetmez.

“İstanbul Kalkınma Kooperatifi”ni biz Adil Düzenciler kurmalıyız.

İstanbul halkını bu kooperatife katmalıyız; Türkiye halkını bu kooperatife katmalıyıyız; III. Bin Yıl Uygarlığını kuracak olan İslâm ve Hıristiyan âlemlerini buna katmalıyız; nihayet tüm insanlığı buna katmalıyız.

Ayasofya müze olarak değil de, “İstanbul Kalkınma Kooperatifi” ve onun kuracağı “İstanbul Kalkınma Vakfı”nın merkezi olmalıdır. Ayasofya’da değişik dinlerin orada ibadet edebileceği köşeler ayırmalıyız. Onun dışında “İstanbul Kalkınma Vakıfı”nın merkezi olmalıdır.

Bu vakıf her şeyden önce İstanbul’un istikbaline yönelik planlar yapmalıdır.

Bundan 500 sene sonra nasıl bir İstanbul bekliyoruz; onun planları yapılmalıdır. Bundan 50 sene sonra nasıl bir İstanbul bekliyoruz; onun planları yapılmalıdır. Nihayet 5 sene sonra nasıl bir İstanbul düşünüyoruz; onun planları yapılmalıdır. Plan ortaya çıktıktan sonra halk, belediye, devlet, hükümet ve şirketler ona uyarlar; kendiliğinden uyarlar, zorlanmadan uyarlar.

Bu planı hazırlamak ilim işidir, teknik işidir.

Ondan sonrası siyaset işidir. Şimdi bizim konumuz bu değildir.

O plan olmadıkça, iktidar olsanız neye yarayacak. Biz bugün 500 sene sonra İstanbul’umuzu nasıl görmek istediğimizi kısaca anlatmaya çalışacağız.

 

1. İSTANBUL YERYÜZÜNÜN CENNETİDİR.

a) Londra’dan kalkıp Tokyo’da sonuçlanan bir “İpek Yolu” tesis edilmelidir. Bu yol İstanbul’dan geçmektedir ve merkezi İstanbul’dadır. Bu yol araba ve tren yollarını içermektedir. Bu yol uçakların inip kalkacağı havaalanı pistlerini içermektedir. Bu yol otobüs ve kamyonların konakladığı garaj ve yolları içermektedir. Bu yolun bütün masrafları vakıflarca karşılanmaktadır. Burada seyreden hiç kimseden ücret alınmamakta; hattâ araçların yakıt ikmali ve bakımları da karşılıksız yapılmaktadır. (Aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi.)

b) Aral Gölü, Karadeniz, Doğu Avrupa nehirleri ve Tuna’dan kalkan büyük-küçük gemiler İstanbul Boğazı’ndan gelip geçmekte ve Akdeniz’e açılmaktadırlar. Cebelitarık ve Süveyş kanallarından gelip geçen gemiler Marmara Denizi’ne girmekte ve İzmit Körfezi, Sapanca Gölü ve Sakarya Nehri’nden geçerek Karadeniz’e ulaşmaktadırlar. Bunların konaklama ve ikmal yerleri tamamen hazırlanmıştır ve kendilerine rehberlik edilmektedir. Yakıt ikmali yapılmakta, bakım yapılmakta ama (Osmanlı vakıf tesislerinde olduğu gibi) onlardan asla para alınmamaktadır.

c) İstanbul’da kurulan internet ve cep telefon merkezleri, televizyon ve radyo merkezleri tüm insanlığa bedava hizmet vermektedir. Cep telefonları ve onlarla bağlanan iletişim tamamen bedelsiz vakıf olarak yapılmaktadır.

d) İstanbul’dan gelip geçen elektrik, su, petrol ve gaz boruları dünyadaki enerji ve sıvı akışını bedava karşılıksız yapmaktadır. Vakıf olarak çalışan bir kalp durumundadır İstanbul.

e) İstanbul’da konaklama yerleri vardır, yani oteller vardır. Buralarda aşhaneler vardır. Bunların hepsi ücretsizdir, masraflar vakıflarca karşılanmaktadır. (Tekrar hatırlatıyorum; aynen Osmanlı dönemindeki han ve kervansaraylarda olduğu gibi. Atalarımız yapabildiyse, biz de onlar gibi neden yapmayalım, neden yapamayalım; neden, neden, neden?!.)

Hâsılı, İstanbul yeryüzünün cennetidir.

Bu dünya cennetine gereken ilgi ve ihtimamı gösterelim.

 

2. İSTANBUL YENİDEN DÜZENLENMİŞ BİR YAPIYA ULAŞMALIDIR.

a) İstanbul birbirinden yeter derecede uzak yüksek ellişer yüzer katlı binalardan oluşmuştur. Binalar birbirinden uzak konmuş, aradaki geniş alanlar ağaçlandırılmıştır. Yaya yolları, parklar ve otoparkları içeren alan planlaması; boşluğu olmayan alan. Onun üstünde ticaret ve depoları içeren tüm İstanbul’u kaplamış çarşı ve onun üstünde yazıhaneler ve onun üstünde de yeşil bitki örtüsü. Orman gibi ağaçlar arasında birbirinden uzak ellişer veya yüzer katlı apartmanların cepheleri ve çatıları da sarmaşık ve yeşilliklerle çevrili yemyeşil bloklar.

b) İstanbul Edirne’den başlayarak Bolu Tüneli’ne kadar ve tüm Marmara’yı içine alan bir planlamaya tâbidir. Çevre kirliliği yapan hiçbir sanayi tesisine izin verilmiyor. İşyerleri havayı, suyu, toprağı ve canlıyı kirletmekte olan sanayi tesislerinden daha çok, ambalaj ve ticaret alanlarına tahsis edilmiştir. Gerek boğazlardaki su akıntıları, gerekse tâ Sibirya’dan gelip İstanbul’a kadar ulaşan hava akıntılarını kesmeyecek şekilde düzenlenmiş bir yapılaşma sistemi. Bu sistemde İstanbul’un oksijen yüzdesi ormanların oksijen yüzdesine ulaşmıştır.

c) İstanbul’da işyerleri ile meskenler arasındaki uyumluluk, arabaları taşıyan vagonlara sahip raylı sistemler, bloklar üzerindeki helikopter alanları ve helikopter ağı, vergisiz araçlar ama yolcuları arabasına konuk eden bir zihniyet ile bu cennet şehrin trafik sorunu çözülmüş.

d) İstanbul’da muhtarlık başvuru sistemi ile tüm bürokratik formaliteler ortadan kalmış, herkes bulunduğu mahalden tüm sorunlarını çözmüş bir İstanbul.

 

3. İstanbul iki bölgeye ayrılmıştır; Anadolu ve Rumeli. Her bölge yirmiye yakın ile ayrılmalıdır ve tamamen bağımsız illerdir. Her il de yüze yakın bucaklara ayrılmalıdır; bucaklar adeta site devletidir. Bu bucakların özellikleri nelerdir?

a) İstanbul’da bucaklar vardır, Anadolu’nun her ilçesine bir bucak düşmektedir. Bunlar kardeş bucaklardır ve Anadolu’yla çok yönlü sıkı ilişkileri vardır.

b) İstanbul’da her bucak dünyadaki bir bucakla irtibatlıdır. Her bölgeye bir bucak düşmektedir. Her bucak dünyanın bir bölgesiyle kardeştir ve onunla sıkı iktisadi ve kültürel ilişkileri vardır.

c) İstanbul’da bucaklar birer bağımsız kent devletleridir. Kendi kamu hukuklarını kendileri oluştururlar. Dinlerini ve kültürlerini kendileri seçerler. İstanbul bütün dünya dinlerinin ve dillerinin merkezidir.

d) Dünya’nın en büyük üniversiteleri İstanbul’dadır. Dünyanın en büyük (hastahaneleri değil) şifahaneleri İstanbul’dadır. Dünyanın dini merkezleri İstanbul’dadır. Buraya gelen herkes kendisine bir saadet merkezi bulabilir.

 

4. İSTANBUL DÜNYANIN MERKEZİDİR.

a) İstanbul’a vize ve pasaport olmadan girilmektedir.

b) İstanbul’a giren ve çıkan mallardan gümrük vergisi alınmamaktadır.

c) İstanbul’da vergi çok sade bir şekilde alınmaktadır. Sanayi üretiminin beşte biri alınıyor. Tarım yok. İnşaat sektöründen beşte bir alınıyor. Ticaret mallarından kırkta bir alınıyor. Defter tutma, fatura kesme, nakliye, evrak tanzim etme; bunlar unutulmuş, tarih kitaplarında okunur olmuştur.

d) İstanbul’da iş yapmak isteyene faizsiz kredi sonuna kadar açıktır. Yeter ki krediyi kullanabilsin, yani işçi çalıştırsın; ücreti banka ödesin. Faizsiz ve icrasız kredilendirilsin. Malı al, parasını banka ödesin. Seni faizsiz ve icrasız borçlandırsın. Mamulü satınca kredi borcunu ödersin. Ayrıca herkesin aidat ödemeden sosyal güvencesi var.

İşte 500 sene sonrasındaki İstanbul’u için düşündüklerimiz. Olur mu, olmaz mı?

Önce bir düşünmeye başlayalım, olup olmadığı orada görülür. Hayvanlar gibi, hattâ onlardan da beter olarak bu olmaz diye beynimizi devre dışı bırakmayalım. Olur inşaallah…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-413 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-243 İstanbul, 16 Haziran 2007

ADALET/ “KARAR YÜZ KARASIDIR” 

“Karar yüz karasıdır” diyor. Kim diyor? Anayasa ekseriyetine sahip bir partinin lideri söylüyor. Batı’nın mantığı ile hukuken her şeye muktedir, kadını erkek yapacak güçteki biri diyor. Devlet demek benim dediğimdir zihniyetinin çağımızdaki mümessili. Parlamentoya hakim. Parlamentonun üstünde de bir gücü tanımayan bir ekseriyet anlayışı.

Gerçi anayasamızda, devlet hakimiyetini yetkili organlarla kullanır diyorsa da, o organların hepsi ekseriyet sistemi ile oluşturulmaktadır. Meclis ekseriyet sistemi ile oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı ekseriyet sitemi seçilmektedir. Hükümet ekseriyet sistemi ile kurulmaktadır. Diğer bütün kuruluşlar ya parlamento, ya cumhurbaşkanı, ya da hükümet tarafından oluşturulmaktadır.

Anayasamıza göre parlamento ekseriyetini denetleyen bir mekanizma yoktur. Üçte iki ekseriyeti elde etti mi, resmen onun üstünde bir güç olmadığı için yapılacak hiçbir iş yoktur. Farz edelim ki Tayyip Erdoğan “yüz karası” derken suç işledi. Onu kim muhakeme edecek? Meclis dokunulmazlığını kaldıracak. Hangi meclis? Şimdi seçilecek meclis. Kaldırmaz.

Batı mantığı ile yürüyelim. Batı’nın mantığında ekseriyet mutlak hakimdir. Şimdi halk oyuna gidilse, “yargı kararı yüz karası mıdır, değil midir?” dense, yüzde kaç evet veya hayır çıkar? Yarın cumhurbaşkanını halk seçecektir. Seçmenlerin yüzde kaçı AK Parti’nin doğrultusunda oy verecektir? O halde ekseriyetin iradesine set çeken bir karar Batı mantığı içinde sadece yüz karası olmakla kalmaz. Zaten direnme ekseriyetin arzusuna karşı direnme değil midir?

İşte, İslâmiyet’e karşı olanlar, şeriata karşı çıkanlar, “Adil Düzen”i beğenmeyenler böyle çelişki içindesiniz, çıkmazdasınız. “Ekseriyet, ekseriyet, ekseriyet!” diye bağırdınız; şimdi siz o kuyuya düşünce bağıracak şey bulamadınız. Başbakan da bulamıyor. Yargı başkanı da bulamıyor.

Biz AK Parti’ye ‘yanlış yoldasınız, çıkmazdasınız’ dediğimiz zaman bunu söylüyorduk. Önce adil yargı sistemi oluşturulmalıdır. Adil hakimler seçilmelidir demiyorum, adil yargı sistemi oluşturulmalıdır. Çünkü bir insanın adil olup olmadığına karar vermek kimsenin elinde ve gücünde değildir. Anaysa Mahkemesi yüz karası bir karar mı verdi? Kim karar verecek? Batı mantığına göre ekseriyet karar verecek. Bu yanlıştır. Kim karar verecek? Yine adil mahkeme karar verecektir. Ekseriyet sistemi ile ne hakim haklı çıkar ne de başbakan suç işlemiş olur.

Şimdi, eğer adil yargı sistemi olsa iş çok basit olacaktı. Başbakan “yüz karası karar” mı dedi? Hemen yargıya gidilecek, bu kararı alan hakimler suçlanacak, belki şimdi hapishanede olacaklardı. Çünkü “yüz karası” demek, bile bile yapılan haksızlık demektir. Bu her zaman suçtur. Bugün de suçtur. Yüksek Hakimler Kurulu toplanır, bile bile haksız karar alan kimseyi muhakeme eder ve cezalandırır. Deniz Baykal baskı yapmışsa onu cezalandırır. Tayyip Erdoğan hakaret etmişse onu cezalandırır. Bunların hiçbirisi olmaz. Çünkü Yüksek Hakimler Kurulu’ndan bu kararı çıkaramazsınız. Sonra, hiçbir hakim de diğer hakimi mahkum etmez. Parlamento da Erdoğan’ın dokunulmazlığını kaldırmaz. Öyleyse ne olacaktır, sorun nasıl çözülecektir?

Sorun ancak ve ancak Kur’an’ın önerdiği sistemle çözülecektir, sizin düşman olduğunuz sistemle çözülecektir. Önce “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, başka bir ilke kabul etmeyiz. Hakimiyet milletin değilse, kimindir? Artık papalık gibi kutsama müesseselerin hakimiyetini kabul etmeyiz. Milletin mümessili elbette ki onların seçtiği kimselerden oluşacaktır. Başka bir kuralı kabul etmek mümkün değildir. Bugünkü anlayış ile Kur’an anlayışının birleştiği konulardır.

Kur’an ile Batı mantığı nerede ayrılıyor? Önce ekseriyet sisteminde ayrılıyor. Hükmet ekseriyete göre değil, nisbî sistemle oluşacaktır. Cumhurbaşkanı ekseriyetle değil, nisbî sistemle oluşacaktır. Burada Kur’an ile Batı mantığı birbirinden ayrılmaktadır. Mecliste bütün partiler temsil olunmalıdır. % 5 oy alan partiler grup kurabilmelidir. Cumhurbaşkanlığına her grup aday gösterebilmelidir. Ondan sonra da sırala usulü seçim olmalıdır. Herkes bütün adaylara sıra numarası vermelidir. Terslerinin toplamında başta yer alan seçilmiş olmalıdır.

Kur’an ile Batı mantığı arasındaki ikinci konu da yargının üstünlüğündedir. Kur’an yargının üstünde güç tanımaz. Yalnız yargı bağımsızdır, yansızdır, saygındır ve etkindir. Bunu sağlayan ise yüksek hakimler arasından tarafların seçeceği birer hakem ile o hakemlerin seçeceği bir baş hakem tarafından oluşacak mahkeme bağımsızdır. Çünkü kararı kesindir. Kimse bozamaz. Hattâ Recai Seçkin’in tâ 1960’larda dediği gibi, kendisi de değiştiremez. Bunlar yüksek hakimlerden seçilmişlerdir. Bilgili kimselerdir. Saygındırlar. Taraflar seçmişlerdir. Tarafsızdırlar. Sonunda uygulandığı için de etkindirler.

Bakınız, meclisin oluşmasında ve kararların alınmasında, icra teşkilinde ekseriyet sistemi sözkonusu olmadığı gibi, yargı denetimi dışında kalan hiçbir müessese yoktur. Anayasa değişikliği de bu hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın mahkemelerin kesin denetimindedir. Cumhurbaşkanı da aynı denetimdedir. Bizzat hakemlerden oluşan mahkeme kararları da hakemlerin denetimindedir.

Siz bilirsiniz; gemileriniz batıyor, boğulup boğulmamak sizin elinizdedir.

Bana göre hakimler hukuka uygun karar alamadılar. Çünkü olmaz bir şeyi istediler. Ama asıl suçlu Erdoğan’dır. Neden anayasayı değiştirmedin de adil bir yargı sistemini oluşturmadın? Suçlu sensin. Sayın Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e biz dört yargı kurulunu önerdir. Sağ olsun dinledi ve sonunda “Bu adil düzendir, bu parti bunu yapmaz!” dedi.

Dört yüksek kurul şunlardır. Davayı açacak Savunma Yüksek Kurulu; avukatlar ve savcılar buraya girer. Soruşturma Yüksek Kurulu; polis, jandarma, sorgu hakimliği ve savcılık buraya girer. Bilirkişi Yüksek Kurulu ve Hakemler Yüksek Kurulu. Bunlar bağımsız kurular hâlinde kurulmalıdır, demokratik yoldan oluşturulmalıdır. Başka çıkar yol yoktur. “Adil Düzen”in dışında çözüm yoktur. Gelin, bizimle bu sistemleri tartışın. Ama nerde sizde o güç. Siz ancak silahtan ve hapishanelerden medet umarsınız.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler