Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 416
BAKARA SÛRESİ 243-245.-AYETLER TEFSİRİ
7.07.2007
1074 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 40 YILDIR ÇALIŞIYOR....2005...2006...2007

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 416

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       07 Temmuz 2007                             Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 416. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

CUMHURBAŞKANI, UZLAŞMA VE AKP-CHP

İMAN İLE İLİM; VE SİHİR, GAYB, MEHDİ, DÜZEN

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 78. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمْ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ(243) وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (244) مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللَّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ(245)

 

أَلَمْ تَرَ (Ea LaM TaRa)  “Re’yetmedin mi?”

Kur’an’da âyetlerin başlarında “elemtera” 31 defa geçmektedir. 31 çift sayıların toplam dizilişidir. Bunun bir deyimi ifade etmesi gerekir, bunun bir hükmü vardır, yani böyle başlayan âyetlerde ortak bir ifade vardır. Bunların hukuki hükümleri vardır. Bunu araştırmak başlı başına bir doktora tezidir. Bu âyetler alt alta sıralanmalı, ondan sonra ne ortak özelliklerinin olduğu bulunmalı, sonra varsayımla hepsinde kontrol edilmelidir.

Re’y” kelimesi görme anlamına gelmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki re’ye’l-ayn yani gözün görmesinin bir mânâsı vardır; o da görüş, oy anlamındadır. Nitekim eskiden oya rey denmekte idi. “Re’y” kelimesi “ra’y” kelimesi ile akrabadır. “Ra’yetmek gütmek demektir. “Rai” çobandır.

Re’yetmek” çevreyi gözetleyip ne yapılacağına karar vermektir.

Buradaki soru “Sen görmedin mi?” demektir. Önce biz onları hiçbir zaman görmedik. Çağımızda bunları görür duruma düşmüş bulunuyoruz. Demek ki bilgi edinmek ve geçmişi araştırıp öğrenmek görevimizdir.

Kur’an’da iki defa “elem terav” geçmektedir. Müfret kullanılması içtihadı, cem ise icmayı bildirmektedir. İçtihadın çokluğuna, icmanın azlığına işaret edilmektedir.

إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا  (EiLAy elLaÜIyNa PaRaCUv)  

“Huruc eden kimseleri re’yetmedin mi?”

Onlar üzerinde düşünmedin mi? Görmek “ilâ”sız söylenir. “Raeytü’l-Amre” dersem, Amr’ı gördüm olur. “Raeytü ila Amrin” dediğiniz zaman, Amr’ın hâlini müşahede ettim, onu gözetledim demektir.

Arapça lugat hazırlarken aynı kökten gelen mastarları sıralamamız gerekmektedir. Bunlar baplarla ortaya çıkar. Sonra kalıplara göre kelimeleri bulmamız ve onların değişik mânâlarını ortaya çıkarmamız gerekmektedir. Bir de fiillerin aldığı harflere göre sıralanması gerekmektedir.

a) Mef’ul harfi cersiz kullanılır. “Mer’î alan” dediğimiz zaman, göz önüne gelen alan demektir. “Mer’îdir” derseniz, görülmektedir demektir.

b) “Mer’iyyün minh” ondan görülen kısım demektir. Yani bir kısmı görünüyor bir kısmı görünmüyor demektir. Acaba Kur’an’da bu var mıdır? Lugat bunu tesbit etmektir.

c) “Mer’iyyün ileyh” kendisine nazar kılınan, gözetilen, üzerinde araştırılan demektir. Burada bu kullanılmıştır.

d) “Mer’iyyün anh” Bir konu düşünülmüş ve içinden önemli kısımlar alınmış, diğerleri atılmış bir şeyi ifade etmek istersek “mer’iyyün anh” denmektedir.

e) “Mer’iyyün aleyh” üzerinde düşünülüp görüş bildirilen şey demektir.

f) “Mer’iyyün bih” onunla re’yedilen teleskop, dürbün veya gözlük anlamlarındadır.

g) Mer’iyyün leh” onun için görülen, onun için gözetilen demektir. Lehine olan görüş demektir. Müsbet oy demektir. Evet demektir. “Aleyh” ise hayır demektir.

h) Meriyyün fihi” içinde görülen görünen şeyin bulunduğu alan demektir.

Böylece bir mastardan sekiz çeşit ismi mef’ul üretilebilmektedir.

Bir kelime üzerinde çalışma yapılırken böyle harfi cerlerle beraber düşünülmesi gerekmektedir. Zarfı müstakar olanlar vardır; mine’l-yedi, ile’l-yedi, ala’l-yedi, ani’l-yedi, li’l-yedi, bi’l-yedi, fi’l-yedi ve ke’l-yedi olmak üzere onlar da sekizdir. Böylece harfi cerle yeni kelime türetilmiş olur.

Harac” bir evin dış tarafı demektir. Dahilde iç tarafı demektir. “Huruc ettikleri” çıktıkları demektir.

Bu âyet bize vatan müdafaası emrini vermektedir. Vatan için ölünceye kadar savaşılacaktır. Çıkıp gidilmeyecektir. Eğer düşman işgal ederse ölünceye kadar savaşılacaktır.

Peki, hicret ne zaman farzdır?

Buradaki tehlike dışarıdan gelen tehlikedir. Bir yerde siz iktidarda iseniz, öleceksiniz ama terk etmeyeceksiniz. Demokrat Parti’nin milletvekilleri ve bakanları silahları ile savaşıp ölmeliydiler. Bir tane milletvekili sağ kalmamalıydı. Müdahale edenleri öldürmeliydiler. Siz iktidarda iken size karşı gelenleri yok etmek sizin en doğal hakkınız ve görevinizdir. Ama siz iktidarda değilseniz, başkaları iktidardadır, size de yaşama hakkı vermiyorlarsa, o zaman ülkenizi terk edip gitmelisiniz. Dışarıdan gelen haksız saldırılara karşı da direneceksiniz, bir kişi bile kalsa o topraklar alınamamalıdır. Kolay savaşlar, savaşların sonunda ağır olmayan yaptırımlar, sürekli savaş içinde olma anlamına gelir. Siz o kadar hazırlıklı olmalısınız ki, kimse size saldıramamalıdır. ‘Ya istiklâl ya ölüm’ün mânâsı budur.

مِنْ دِيَارِهِمْ (MiN DiYARiHiM)  

“Diyarlarından huruc etmişlerdir.”

Ganimet fetihleri yoktur. Her topluluğun bir diyarı vardır. Kişiler diyarlarında bağımsızdırlar. Her devlet bağımsızdır, her il bağımsızdır, her bucak bağımsızdır, her ocak bağımsızdır. Kişi bağımsızdır. Kimsenin iç işlerine müdahale edilemez. Sadece ortak işlerde merkezi yönetim vardır. Kimsenin yurduna göz dikilemez. Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar bunu işgalle bölüşmüştür. Herkes kendi yurdunda oturma ve yaşama hakkına sahiptir. Herkes kendi topraklarını imar eder ve onun üzerinde oturur. Toprağın adil şekilde dağıtılması gerekir. Madem ki yeryüzü insanlığındır, burası benim burası senin denemez.

Şimdi bu adaletin sağlanması için neler gerekiyor, onu ele alalım.

a)      Önce bir toprağa sahip olmak için devlet olarak oranın savunması yapılmalıdır. Savunmasını yapamayan devletler devlet sayılmaz, toprakların yönetimi ellerinden alınır. İller iç güvenliği sağlamalıdır; sağlayamıyorlarsa o zaman o il değildir, toprakları ellerinden alınır. Bucaklar hukuk düzenini kurmalı ve herkesin işi ve aşı olmalıdır. İnsanların barış içinde çalışmalarını sağlayamıyor, sosyal güvenliğini temin edemiyorsa, ellerinden alınır. Herkes sahip olduğu mülkü şeriata uygun olarak işletebilmeli ve koruyabilmelidir. Yoksa işletme mülkiyeti ellerinden alınır. Demek ki bir şeye mâlik olmak demek, ona hizmet etmek demektir.

b)      Sonra herkes sahip olduğu mülkü şeriatın hudutları içinde kullanmalıdır. Çünkü mülkün sahibi değil bekçisidir. O geçmiş ataların emeği ile oluşmuştur. Gelecek çocuklarındır. Biz emanetçiyiz. Yararlanır ve çocuklarımıza devrederiz.

c)      Bir devlet, il veya bucak vergisini aldıktan sonra, orada üretilenlerin serbest piyasada satılmasını önleyemez. Böylece dünyanın her yerinde üretilen mallar her yere gitmiş olur.

d)     Yeryüzünde dolaşmak herkesin hakkıdır. İstediği yere gider, istediği işi yapabilir. Gümrükler, vizeler, pasaportlar yoktur. Sadece bir vatandaşın vize vermesi yeterlidir.

Böylece herkesin kendi yurdunda kalması ve ona sahip olması sağlanmıştır. Bunun dışında az nüfusa sahip olan devlet veya ülke ya göç kabul etmelidir veya toprağından bir parça vermelidir.

Demek ki savaşsız da dünya düzeni sağlanabilmektedir. Yeter ki insanlar hakem kararlarına uysunlar. Hakem kararlarına uymayanlarla savaşmak ise mü’minlerin görevleridir. 

وَهُمْ أُلُوفٌ (VaHuM EuLUvFun)  

“Onlar binler iken.”

Elf” bin demektir. Çoğulu “âlâf” veya “ülûf” gelir. “Âlâf” kıllet çoğuludur, “ülûf” ise kesret çoğuludur. Üçten ve ondan çok demek olur.

Biz bir bucağın nüfusunu kıyas yoluyla 3 000 ile 10 000 arasında hesapladık. Burada nass ile de tesbit etmiş oluyoruz. Demek ki, burada anlaşılan bucak nüfusu 3 000 ile 10 000 arasında olacaktır. Yine burada anlaşılan her bucak sivil savunma teşkilatını kurmuş olacaktır. Düşman saldırdığı zaman bütün halkı ile ölesiye karşı koyacaktır. Her bucak saldırılara karşı kendisini savunacaktır.

Bugün savaşlar havadan yapılan tahribatlarla başlamaktadır. Her bucak üstüne gelen savaş uçaklarını def edecek uçaksavarlara sahip olacak. Yaklaşan uçak ve helikopterleri düşürecek tedbirleri almış olacak. Ayrıca siperler ve dağınık durum alma tedbirlerini baştan almış olacak. Herkesin çadırı veya kır evleri olacak, bunlar dağınık olacaktır. Sonra buralarda siperler bulunacak. Yeraltı barınakları olacak ve gerektiğinde içeri girilecektir. Bunun dışında kimyasal, biyolojik ve atom saldırılarına karşı tedbirlerini alacaklardır.

Demek ki, bu âyet bize bucaklarda sivil savunma teşkilatının yer alacağını bildirmektedir.

حَذَرَ الْمَوْتِ (XaÜaRa elMaVTi) 

“Ölüm korkusu ile”

Ölümden korkmamak gerektiği ifade edilmektedir. Ölümden korkanlar ülkeden ülkeye yerlerini değiştirirler. Korkmayanlar dünyaya vâris olurlar.

Burada saldırırlar anlamında değil ama savunma anlamında ölümü göze alırlar. Her insan bilmektedir ki nasılsa ölecektir. Bağımsızlığını kaybeden bucak yaşamasa daha iyidir.

Burada başka bir husus ortaya çıkmıştır. Merkezi dayatmalara karşı da yerel yönetimlerin savunma hakkı vardır. Kişilerin savunma hakkı vardır. Mevcut yönetime isyan edilmez ama saldırılırsa, o zaman savunma yapma hakkı vardır. Hakem kararı olmadan kimse kimseye müdahale edemez. Şeriat buna izin vermez. Saldıran kanun değil asi memurdur, ona karşı her zaman savunma hakkı vardır. Görevlilerin yetkileri içindeki görevlerine müdahale kısası kaldırır, ağır diyeti gerektirir. Ama görevlilerin görevlerini aşarak yetkisiz davranmalarına karşı her vatandaşın savunma yapmak hakkıdır. Bunu kanıtladığı takdirde tüm hakları elde eder.

Böylece yurtlarını terk edenlerden bahsetmektedir.

İsrail oğullarının yurtlarını terk etmelerine de işaret etmektedir.

Nikah ve talak bahislerinden sonra tekrar topluluklara dönmüş bulunmaktadır.

Şimdiye kadar aileyi ve aşireti anlattı, onların hükümlerini ortaya koydu. Şimdi ise kabileyi anlatmaktadır. İsrail oğullarını kavim olarak anlattı. Sonra aile ve aşirete geçti. Çünkü devlet şeriatın bekçisidir, koruyucusudur. Son güç devlete dayanmaktadır. Diğer birimler şeriatın ürünleridir.

فَقَالَ لَهُمْ اللَّهُ مُوتُوا (Fa QAvLa LeHuMu elLAHu MUvTUv)  

“Bunun üzerine Allah onlara mevt edin dedi.”

Buradaki “mevt” kişilerin ölümü değildir, toplulukların ölümüdür. Topluluklar da insanlar gibi doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Bir bucak doğar, gelişir, yaşar ve ölür.

Bunun için “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda belli kriterler getirilmiştir. Bir bucak ancak 3000 kişilik nüfusa sahip ise yaşar. Oradan göç çoğalmış, oraya göç azalmış ve nüfusu 2500’den aşağı düşmüş ise bucağın tüzel kişiliği son bulur. Aşiretler varlıklarını korurlar, komşu bucaklara katılırlar. Bir de aşiretlerin ölümü vardır. Nüfusları 25’ten aşağı düşerse aşiret dağılır, istedikleri aşirete katılırlar.

Böyle ülkelerini terk edip gidenlere Allah “mevt edin” demektedir. Yurtsuz kalınca hayat hakları kalmıyor. O halde onlar topluluk olarak ölmüş, memleketleri harap olmuştur. Çünkü kalan yerlere koyacak insanlar kalmamıştır.

ثُمَّ أَحْيَاهُمْ  (ÇümMa EaXYAvHuM)  

“Sonra onları ihya etmiştir.”

Yeniden diyarlarına dönmüş ve yeniden bucaklarını kurmuşlardır. Bu nasıl mümkün olmaktadır?

Torunlar bir araya geliyor ve eski vatanlarına dönüyorlar. Demek ki devlet onların tekrar yurtlarına dönüp bucaklarını kurmalarına izin verecektir.

Şimdi bu hususu tarihimize uygulayalım. Osmanlı hanedanı sona ermiştir. Yeryüzüne dağılmışlardır. Kim ne kadardır bilinmektedir? Onları seven Türkler de vardır. Şimdi onlara bir toprak vermeliyiz. İstanbul’da on bin dönüm kadar yer vermeliyiz. Onlar orada bucaklarını kurmalıdırlar. Onlar artık imparatorluk olarak değil ama bir beylik olarak varlıklarını sürdürmelidirler. Bir uygarlığın yaşatıcısı ve Avrupa uygarlığının doğurucusu olan bir hanedan yok olup gitmemelidir.

Yine Türkiye’de Hititlerden, Frigyalılardan ve Lidyalılardan, Bizanslılardan gelen bir ırk vardı. Bunlar Anadolu Rum ve Ermenileriydi. Bunlar Batı’ya güvendiler ve İstiklâl Savaşı’nda karşımızda yer aldılar. Sonunda tehcir edildiler. Ama bunların Anadolu’da siteleri bulunmalıdır. Bucaklarını kurmalıdırlar. Birbirinden uzak bucaklar herhangi bir sorun oluşturmaz.

Bunun gibi Amerikan yerlileri için de aynı şeyler söylenebilir.

Bu âyet bize ölmüş sitelerin ihyası için devletin gerekli tedbirleri alması gerekir demektedir.

Türkiye’de mevcut Müslüman kabileler vardır. Mesela Lazlar, Arnavutlar ve Kürtler bunlardandır. Bunların bağımsız bucaklar kurmalarına izin verilmelidir. Devlet bu bucakları nasıl oluşturacaktır?

a)      Bucak kurmak isteyenler on kişilik bir merkez aşiret oluşturacaklardır. Sözleşmelerini yapacaklar ve bucaklarını nerede kurmak istediklerini bildireceklerdir. Devlet projelerini uygun bulursa tasdik edecektir. Son kararı hakemler verecektir.

b)     O bucakta kalmak istemeyen yerlilerden evlerini ve arazilerini devlet satın alacaktır. Burada devletin herhangi bir zararı yoktur. Çünkü toprak almıştır. Buraya göç edip yerleşmek isteyenlere aldığı fiyatla satacaktır.

c)      Buraya göç etmek isteyenin nesi varsa; evi, dükkanı, tarlası, onları da devlet satın alacaktır. O para ile buradaki parsellerden satın almaları mümkün olacaktır.

d)     Bu sitede 2000 işçiyi çalıştıracak işyerleri kurulmalıdır. Devlet faizsiz olarak bu krediyi site kurucularına vermelidir. Onlardan ürünü satın almış olacaktır. Yani selem sistemini işletecektir.

إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ (EinNa elLAHa LaZUv FaWLin GaLay elNASi) 

“Allah nâsa züfadldır.”

Buradaki “nâs” herhangi bir topluluktur. Nâs kelimesinin tekili yoktur.

Tüzel kişiliği olsun olmasın, her topluluk “nâs” ile tesmiye olunur. Geçici de olsa, insanlar bir araya gelince mutlak fazilet yani fazıllık doğar. Birlikte bereket vardır. Kurulacak bucaklara taşınanlar eski hayatlarından çok daha üstün hayata ulaşmış olacaklardır.

Allah insanlara birtakım faziletler yani üstünlükler vermiştir. Bu üstünlüklerin başında topluluk oluşturmaları, kişiliklerini kaybetmeden topluluk oluşturmaları gelir. Yeryüzünün mâliki olmaktadırlar. Allah onları öldükten sonra tekrar diriltecek ve onlara yeniden hayat bahşedecektir. Gelecekte insanlık yeniden teşkilatlanacaktır. Birçok ölü diller veya topluluklar yeniden insanlık sahnesinde boy göstereceklerdir.

Tevrat’ta sayılan yahut diğer kitaplarda adları geçen birçok kavimler vardır ama bugün onların dillerini bilmiyoruz. Gelecekte aşiret dillerini öğrendiğimiz zaman bu diller arasındaki akrabalıkla insanlık tarihi yeniden yazılacaktır. Dil, toplulukların özelliklerini gösteren bir kaynaktır. Jeolojide toprak altındaki kalıntılardan o uygarlıkları öğreniyoruz. Diller üzerinde yapacağımız araştırmalarla da insanlığın tarihini öğreneceğiz.

Ocaklar ve bucaklar oluşacak, her biri bağımsız olarak kendi dilleri ile yaşayacaklardır. Bu Allah’ın insanlara verdiği en büyük nimet olacaktır. Merkezi yönetimin yerini yerinden yönetim alacaktır. Her Cuma cemaatine ve her günlük cemaatlerin sağlanan imkânlarıyla bir kabile içinde yaşamak insan için en büyük zevk olacaktır. Nasıl insan karı koca olarak yaşamak istemekte ve birçok dikenlere katlanmakta ise, aynı şekilde insan kendi aşireti ve kendi kabilesi içinde yaşamak, aşireti ve kabilesi için ölmeyi isteyecektir. Bugün insanların mahrum oldukları şey, bekâr kalan erkek ve kadın gibi aşiretsiz ve kabilesiz kalan insanlıktır.

Allah’ın bahşettiği bu aşiret ve kabile şeklinde yaşamanın verdiği haz insana has bir şeydir. İnsan kişiliğini muhafaza ederek bunları fikir hâline getirmektedir.

وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ (VaLAKinNa EaKSaRa elNAvSı LAv YaŞKuRUvNa) 

“Velâkin insanların çoğu şükretmiyor.”

İnsanların çoğu şükretmiyor” demek, kendilerine verilen imkânları kullanmıyor demektir.

Biz ilk olarak 1967’de çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşmış kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışmayı sağlamak üzere Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurduk. Önce herkes karşı çıktı. Müslümanlar karşı çıktı. Lâikler karşı çıktı.

Sonra Turgut Özal Akevler’den ilham alarak toplu konut projesini geliştirdi. Böylece birçok siteler oluştu. Toplu Konut İdaresi (TOKİ) hâlâ faaliyettedir.

Ne var ki, bunlar sadece evler edinme yolunu tuttular. Ama sonunda aynı kooperatifte toplananlar siteler oluşturmaya başladılar.

Biz Akevler’i “Adil Düzen Sitesi” olarak kuramadık. Bunun başlıca sebebi, bizim yeteri kadar bilgimiz olmadığı için hatalar yapmış olmamızdır. Şimdi biz deniyoruz. Er veya geç “Adil Düzen Siteleri” kurulacaktır. İnsanlar şükredecektir. İnsanların çok azı şükredecektir. Adil Düzen sitelerini çok az kimseler kuracaktır. Ama devlet onların emrinde olacaktır.

***

وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ (VaQAvTiLUv FIOy SaBiLi elLAHi)  

“Ve Allah sebilinde kıtal ediniz.”

Yurtlarından çıkarılanlardan bahsettikten sonra bize harp etmeyi emretmektedir. İnsanlar nizaya düştükleri zaman hakemliğe başvuracak ve sorunlarını çözeceklerdir. Hakem kararlarına uymayanlara karşı da savaş açılacaktır.

Burada müfa’ale bâbı gelmiştir. “Onlar kıtal ederlerse siz de mukabele ediniz” anlamı çıkar.

Allah’ın sebilinde” demek, devletin sebilinde, topluluğun sebilinde, bucağın sebilinde demektir. Yeryüzünde fitne kalkıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar mukatele ediniz diyor.

Yani iki şey için mukatele vardır. Biri, güvenlik için hakem kararlarına uymayanlarla kıtal yapılır. İkincisi de, demokrasi ve lâiklik için. “Dinde ikrah/zorlama yoktur” dediğimizde, din düzen olarak anlaşıldığı zaman demokrasi olur; din ittika/takva olarak anlaşıldığı zaman da lâiklik olur.

Kur’an’a göre lâiklik ve demokrasi ancak birlikte olabilir. Gerçek lâiklik varsa orada demokrasi vardır, gerçek demokrasi varsa orada lâiklik olabilir.

Bu neden böyledir?

Bu böyledir, çünkü lâiklik herkesin kendi kendine yaşaması ve başka insanların hayatlarına karışmamasıdır. Bunun anlamı demokrasidir. Demokrasi de halkı kendi inançları ile serbest bırakmaktır. Ekseriyet demokrasisi ne demokrasi ne de lâikliktir. Gerçek demokrasi ancak İslâmiyet’te vardır. İşte kıtal bu birleşik iki müessese için yapılabilir, yani gerçek demokrasi ve lâiklik için yapılabilir. Bunun teminatı da hakemlerdir, yargının üstünlüğüdür.

وَاعْلَمُوا (VaİGLaMUv)  

“İlmediniz.”

Eğer bir şey ittifakla karara bağlanacaksa, Kur’an o zaman “i’lemû” der, “biliniz” der. Eğer bir şey içtihada bırakılmışsa, o aman “ittika ediniz” der.

Burada “ilmediniz” deniyor. Allah’ın semi’ ve alîm olduğunu bilin deniyor.

Yani kayıtların ve yorumların neşri tek usulle yapılacaktır. Topluluklar veya kişiler ayrı ayrı kayıt tutmayacaktır. Kayıtlar bir merkezde Genel Hizmet tarafından tutulacaktır. 25 Genel Hizmet kişilere verileceği gibi, ortaklıklara, kişilere ve kamu kuruluşlarına da verilecektir. Yazılanlar farklı olacaktır, dosyalar aynı usulle tutulacaktır.

Hukuk çokluğu demek yargı çokluğu demek değildir. Yargı tektir, o da hakemlerdir. Hukuk ise çoktur. Herkesin kendi sözleşmeleri ve kararları vardır.

أَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (EınNA elLAHa SaMIyGun GaLIyMun) 

“Allah semi’dir, alimdir.”

Burada “semi’” ve “alim” nekire gelmiştir. O halde burada ifade edilen “Allah” insanların devletin, ilin, bucağın, insanlığın halifesi olduğu Allah’tır. Yoksa harfi tarifle gelmiş olurdu.

Şimdi, usulde bu kuralı biz koyduk ama biz bunu kendi kafamızla koymadık. Eski dilcilerin ve usulcülerin kurallarını uyguladık. İnsanın Allah’ın halifesi olduğu hususunu usulcüler tesbit etmişlerdir. “Hukukullah” demek, hukuku âm yani genelin hukuku demektir. Bu usulün ana kaidesidir.

Yine usulcüler haber nekre olunca orada hasr yoktur, marife olursa hasr vardır demişlerdir. Burada nekrede hasr yoktur. O halde Allah’tan başka da bilen vardır.

İşte bu tesbitlerden hareket ederek biz mânâ verirken diyoruz ki, bunları topluluğun da yapması gerekir. Bu usulde yenilik değildir. Bu usulün kuralları içinde geliştirilmesidir, beyanıdır. Bidat değildir.

Semi’” nedir? Kayıtları tutmak demek, bilgileri toplamak demektir. Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki, halk bilgi üretecek, kamu ise sadece bunları kaydedecektir. Fiziki müşahedeleri halk yapacak, onu sözlere çevirecek, ondan sonra Genel Hizmet de bunları kaydedecektir. Bunun için “semiun” demiş de “basirun” dememiş.

Alim” ise bu bilgilerin sınıflandırılması, yerli yerine yerleştirilmesidir. Bu suretle ona kolayca ulaşılabilir olacaktır. Devletin haber toplayan kurumları olacak, bunları derleyip kurallar hâline sokan ve tasnif eden kurumları da olacaktır. 25 Genel Hizmet bu işleri yapacaktır.

“Allah’ın sebilinde kıtal ediniz ve biliniz ki Allah semidir, alimdir.” deniyor.

Şimdi bir bucağa saldırıldığı zaman bucak savunmaya geçer. Savunma nasıl olur? Bucak başkanı vardır. Bucak başkanının semtlere tayin ettiği emirler vardır. Halk bu emirlerden birinin askeridir. Savaş olur olmaz bunlar kıtalarına gidip cephede yerlerini alırlar. Ayrıca ocaklarda ikinci başkanlar vardır. Bunlar daha çok kadınlardır, yahut yaşlı emekli olmuş erkeklerdir. Bunlar da silahlanır ve bulundukları yerde savaşa hazır olurlar. Bunlar o semtin emirine bağlıdırlar. Tüm halk askeri nizama geçmiştir.

Tüm mallar ve mekânlar, yerler ve araziler de emirlerin komutasındadır. İşte bunların tamamı zaten kayıtlıdır. Artık kişiler kendileri kullanamazlar. Emirlerin emrindedir. Savunmaya böyle geçilir. Gerek işletmeler, gerekse tüketim tamamen merkezi yönetimle yürütülür. Savaş biter. Savunma tam olarak yapılmış ve savaştan zaferle çıkılmıştır. Savaş esnasında da kayıtlar aynen devam etmiştir.

Savaşın sonundaki bilânço da hazırdır.

a)      Savaşta ölen yahut sakatlanan insanlar vardır. Bunların diyetleri sözkonusudur.

b)     Savaşta zayi edilen mallar vardır. Bu zayi de topluluğun zararıdır. Kalan mallar eksilen miktar mevcut olanlarla kapatılır. Kalanlar eski mülkiyet ilkesi ile halka bölüştürülür.

c)      Kişilerin diyetleri kişiler tarafından taksit olarak bölüştürülerek ödenir. Malları ise mallarından tenzil edilir.

d)     Bucak bunu il ile beraber yapmışsa, ortak savunma şeklinde yapmışsa, il bütçesi içinde bu bölüşme olmuş olur. Jandarma olan kimseler bunları bölüşürler. Eğer devlet çapında olmamışsa o da illere yardımcı olur. İşte burada savaş hukuku seferberlikle başlar. Seferberlik demek, bucaklardaki mülkiyetin askıya alınması, bucağın tam sosyalizmle yönetilmesi demektir.

***

 

مَنْ ذَا الَّذِي (MaN Üav elLaÜİy) 

“Böyle olan kimse”

Men” soru olarak yorumlanabilir. O zaman bu kim olabilir? Böyle olan kimse kimdir? Bu özellikleri taşıyan kimse kimdir? Soru tazim veya tekbir için sorulur. “Elemtera” görmedin mi? Yani, gördün, ne büyük bir olaydır. Burada da böyle olan kim vardır? Bazan “Men” mübtedadır, “” onun haberidir. Ondan sonraki “Ellezî” cümlesi “Za”nın sıfatıdır, yahut bedelidir.

Bu kimdir?

Koskoca başbakan diyebilirsin. Yahut koskoca başbakan olan bu kimdir? Burada “ellezî” müfret olarak getirilmiştir. O halde ikraz edene bir yarar sağlanmalıdır.

Bankaya para tevdi edene veya ambara misliyatı tevdi edene ne yararlar sağlanacaktır? Faiz olmadığına göre kişi ne yarar görecektir? Bunları şöyle sıralayabiliriz.

a)      Önce, bankaya faizsiz para koyan bankadan faizsiz kredi almayı istihkak eder. Bu da parasının katlanması demektir. Herkes kredisini kullanmayacağı için bu zamanla birkaç kat olabilir. Böylece para artmadan paranın hareketi sağlanmış olur.

b)     Faizsiz kredileşme karz olduğu gibi şirketi kıraz da ikrazdır. Şirketi kırazda sermayeyi bir taraf, emeği diğer taraf koyar ve iş yapılır. Bu suretle üretim meydana gelir. Bu üretimden kişi yararlanmış olur.

c)      Bende beş lira, sizde beş lira, Ahmet’te beş lira olsa, hiçbir işe yaramaz. Bunları birleştirir de bir iş kurarsak, ortak sermaye ile bir işyeri açar ve o işyerinde hepimiz çalışırız, üretim yaparız. Toplanan yüz bin lira belki haftada bir devredeceği için biz bir yılda elli misli iş yapmış oluruz. Böylece karz-ı hasen veren verdiğinin birkaç mislini kazanmış olur.

d)     Karz-ı hasen verip onunla işletmeler kurulur, vergiler yani zekât ödenir. Zekât ile de altyapı yapılır, elektrik ve su getirilir, ülke imar edilir. Bizim arsamız bir lira iken yüz lira olur. İşte, demek ki karz-ı hasen kişiye birkaç katı ile dönmektedir.

يُقْرِضُ اللَّهَ (YuQRiWu elLAHa)  

“Allah’a ikraz ederse.”

Karz” kelimesi bir şeyi kesip koparmak demektir. Para hâline getirmek demektir. Altın ve gümüşte sikke yapmak anlamına gelmiş olur. Diğer misliyattan olanlarda ise denkler yapıp damgalamak demek, yani ambalajlamak demektir. Böylece standart hâle getirilmiş ve damgalanmış mal ambara teslim edilir.

Kasaya teslim edilirse buna ikraz denir.

Burada verilen misliyattandır. Yani siz bir daha o malı almayacaksınız. Onun benzerini alacaksınız. Bunun size sağladığı fayda, siz o malın muhafazası külfetinden kurtulmuş olursunuz. Onu taşıma külfetinden kurtulursunuz. Kırk kilo patates taşıyacağınıza, elinize aldığınız patates senedini taşırsınız. Alırsınız, satarsınız. En sonunda kim kullanırsa o taşır.

Kur’an ona da taşıtmıyor. Kişi ambara verirken onun taşıma masraflarını da vermektedir. Ondan sonra kâğıdını satınca alan kişi kendi bakkalına gidip sipariş vermekte, nakliye evine teslim etmektedir.

İnsanlık henüz bu seviyeye çıkmamıştır. Ama çıkmak üzeredir.

Allah’a ikraz etmek” sözü, ortak kasa ve ortak ambar demektir.

Kapitalistler henüz bu seviyeye çıkmamışlardır. Ama Sovyetlerde böyle ortak ambar vardır.

Kişi ürettiği malı kontrolöre götürür, muayeneden sonra damgalatır, ambara teslim eder. Mallar oralarda muhafaza edilir. Bu organizasyonlar olmasaydı kişi üretim yapamaz, patronun işçisi olmaya mahkûm edilirdi. Nitekim bugün bu böyledir.

İşte, buradaki “ikraz”ın müfret olarak kullanılmasının hikmeti, özel teşebbüsün mevcut olmasıdır. Kapitalistlerde hiç ambar yoktur. Sosyalistlerde ise devlet ambarı vardır. Ama işçiler ücret almaktadırlar. Dolayısıyla çalışanlar işçi durumundadırlar. Oysa Kur’an ortak ambar koymakta ama üretimi halk yapmaktadır. Halk ürettiği standart malları ambara teslim etmekle ikraz etmektedir. Yani liberalizm korunmakta ama sosyalizmin faydalarını da içermektedir.

Burada “karz” kelimesi nekire gelmiştir. Çünkü değişik senetler vardır. Onun karşılığı olarak değişik mallar vardır. Dolayısıyla karz da değişiktir. Selem senetlerindeki tenzilat serbest piyasa kuralları içinde yapılmaktadır.

قَرْضًا حَسَنًا (QaRWan XaSaNan) 

“Hasen karzı ikraz ederler.”

Hasen olmayan karz nedir? Faizli karz hasen olmayan karzdır. Ben borç veriyorum. Karşılığında daha fazlasını istiyorum. Zarara da iştirak edersem bunu istemek hakkımdır. Bu şirketi kırazdır. İşçi emeğini zarar eder, sermaye sahibi de malından zarar eder.

Karz-ı hasenin başka çeşidi de kredileşmedir. Yani siz bana altı ay bin lira kullandırıyorsunuz, ben de size üç ay 2000 lirayı kullandırıyorum. İşte, ister şirket-i kıraz olsun, ister tekaruz olsun, bu karz-ı hasendir.

Allah faizi haram etmiştir. Faizi Allah ve resulü ile savaş şeklinde ilan etmiştir. Ama kredileşmeyi de farz kılmıştır. Bugün hiçbir ekonomist çıkıp da; yahu bu yanlış uygulamadır, başarısız sonuç alınır demiyor, diyemiyor.

Biz meydan okuyoruz. Bunun kötü veya eksik tarafı varsa, gelsinler bizi aydınlatsınlar, biz onlara uyalım. Gelemezler, konuşamazlar, söyleyemezler. Çünkü onlar da bunları bizim kadar bilmektedirler. Belki de fazlasını bilmektedirler. Ama bu sermaye tekelini kaldıracağı için satılmış beyinler bundan fazlasını yapmazlar.

فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً  (Fa YuWaGıFaHU LaHu EWGAvFan KaÇİRaTan)  

“O ona çokça katlandırılır.”

İnsanlar ortak üretir ve özel olarak tüketirler. Ortak üretim ancak ve ancak kredi müessesesi ile gerçekleşir. Eğer kredi müessesesi olmazsa gelişmiş ekonomilerde hayat olmaz.

Bugün insanlar artık kendileri üretip kendileri tüketmiyorlar.

a)      Tek başına üretim olmamaktadır. Bir üretime herkes katılmakta ve birlikte çalışılarak üretim yapılabilmektedir. Üretimi yapabilmek için girdilere ihtiyaç vardır. Tesis kiralanacaktır, işçi çalıştırılacaktır, ham madde alınacaktır. Sonra da organize olunacaktır. Bütün bunları yapabilmemiz için girdilere bir bedel ödememiz gerekir. Bu da paradır. O para nedir? Girdilere karşı verilen senettir. O halde bir senet mukabili bir malı satmak veya ortaya koymak da kredidir. Bir adada olduğunuzu farz edin. Herkes çalışıyor, çalıştığını deftere yazıyor. Sonunda elde edilen buğdayı bölüşüyorlar. İşte burada kişinin emeğini baştan ortaklığa koyması karz-ı hasendir. Eğer böyle bir ortaklık kurulmasaydı da kişiler emeklerini koymasaydı asla üretim olmazdı. Dolayısıyla bu sayede ürün meydana geldi ve bu ürün birkaç kat oldu. İşte karz-ı hasen budur. Senede elli defa devrederse elli misli katlanmış olur.

b)     Üretmek yeterli değildir. Üretilenin satılması gerekir. Eğer halkın elinde satın alma gücü yoksa ürettiğin mal hiçbir işe yaramaz, çürüyüp gider. Bu sefer yine karz-ı hasene başvuruyoruz. Önce herkese diyoruz ki; emeğinizin karşılığı bir pay senedini alın, mamulü almayın, çünkü sizin işinize yaramaz. Onunla sizin ihtiyacınız olan malları satın alın. Burada da üreticiler ambara koymakla, faizsiz koymakla karz-ı haseni ifa etmiş olurlar. Daha önce emeklerini vererek karz-ı hasen yaptılar. Şimdi de mallarını satarak karz-ı hasen yapmaktadırlar. Senin evinde bir ton süt olsa, sana üç kilosu yarar, geri kalanı dökmek durumunda kalırsın. Ama eğer bunu karz-ı hasen olarak ortaya koyarsan yüzlerce kat yararlanmış olursun. Ortak üretim sizi zengin etti, ortak tüketim de sizi zengin etmektedir. Ed’âf-ı mudaaf olmaktadır.

c)      Yine mevcut adamıza dönelim. Yağmurla sulanan bir tarla dönümüne ancak 20 kilo vermektedir. Eğer bent yapar kanal açarsak verim yüzleri aşar. Oysa tek başınıza kanal açamazsınız. Bu sefer birleşiyoruz, hepimiz birlikte emeklerimizi yatırıma yöneltiyoruz. Bent yapıyoruz, kanal yapıyoruz. Tarlamızın verimi kat kat artıyor. Oysa böyle yapmasaydık o emeğimiz boşa gidecek, kumar ve içkide harcanacaktı. Buna “imar” diyoruz. Herkes artırdığı zamanı ortaya koyuyor, imar ediliyor, kat kat verim artıyor. İşte burada da karz-ı hasen kat kat geri dönüyor. Bizzat kişiye geri dönüyor.

d)     İşler burada bitmiyor. İnsanlar ilim yapıyorlar, keşif yapıyorlar, alet icat ediyorlar. Buluşlarını ortaya koyuyorlar ve o sayede verim kat kat artıyor. Bir insan parmakları ile günde birkaç metrekare yer kazıyabilir. Ama çapa bulunduktan sonra bu yüzlerle yükseldi. Sonra sapan bulundu, gene yüzlerle katlandı. Şimdi traktör de sapanın yaptığının yüz katını yapabilmektedir. Bu her sahada böyledir. Yaya yürürsünüz, ata binersiniz, at arabasına binersiniz, otobüse binersiniz, uçağa binersiniz. Ne kadar verimli sonuç alınmaktadır. İşte, bilgilerini ve buluşlarını ortaya koyanlar da karz-ı hasen vermektedirler ve sonra kat kat yine kendilerine dönmektedir.

 

Bu işi başarmamız için karz-ı hasen verenlere bir belge vermemiz gerekmektedir. O belge de paradır. İşte paranın bu sebeple sağlam olması gerekir. Çünkü orada bütün karzlar yatmaktadır.

Para politikasını buna göre ayarlamamız gerekir.

a)      Karşılıksız para çıkarmamalıyız. Piyasaya çıkan her senedin bir karşılığı olmalıdır. Bu anda olmasa bile ileride olacağı taahhüdünde bulunulmalıdır. Bu senetler toplulukça garanti edilmektedir. Paranın sağlığı için bu şarttır.

b)     Faiz karşılıksız paradır. Bir yerde üretim olmaksızın artan paradır. Selemden farklıdır. Selemde ne artacağı, kimin artıracağı bellidir. Faizde ise maldan bahsedilmemektedir. Dolayısıyla faize karışan para sağlıklı para değildir.

c)      Para kamunun teminatı altında olmalıdır. Onu koruyan ordu bulunmalıdır. Kişilerin para çıkarması caiz değildir. Yani senedi devlet çıkaracak, kredi olarak insanlara verecek, onlar da satın aldıkları emeğe karşı, eşyaya karşı bu senedi veya parayı vereceklerdir.

d)     Para serbest olarak dolaşmalı, fiyatlar, ücretler ve kiralar serbest değerlendirilmelidir. Liberal bir ekonominin aracı olmalıdır. Bu özellikleri haizse o karz-ı hasen aracıdır.

Bu arada karz-ı haseni ikraz et deniyor. Oysa başka yerde de karz-ı haseni ikraz ediniz diyor. Böylece karz-ı hasen aynı zamanda para ikrazı demektir, banka demektir.

Şimdi faizli sistemde bu hasenlik sömürü sülüğüne dönüşmüştür.

“Adil Düzen” faizsiz düzeni yani karz-ı hasen düzenini tesis edecektir.

وَاللَّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ (Va elLAHU YaQBıWu Va YaBSUOu ) 

“Allah kabzeder ve basteder.”

Burada ekonominin temel kuralını koymuştur. Bu da serbest piyasa kuralıdır.

Hazreti Peygamber’e; krizler oluyor, fiyat koy demişler, o da reddederek kabıd ve basıt olan Allah’tır demiştir.

Burada da bir hususu iyice öğrenmemiz gerekir. Allah devleti temsil eder. Resul hükümeti temsil eder. Hükümet hiçbir zaman devletin temsilcisi değildir, onun elçisidir.

Burada “Allah kabzeder ve basteder” dendiğinde, topluluk demek isteniyor, yöneticiler değil. Arz ve talep kanunları çalışır. Denge kurulur.

Faiz neden haramdır? Haramdır, çünkü serbest piyasa kurallarını ortadan kaldırmaktadır.

Kapitalistler bunu devletin müdahalesi şeklinde anlamakta ve serbest piyasaya müdahale ediyor diye sosyalizme karşı çıkmaktadırlar. Sosyalistler de tam tersine olarak, sermaye tekeli piyasaya müdahale ediyor diye kapitalizme karşı çıkıyorlar. Her ikisi de yarı yarıya haklıdırlar. İstenen “tekeli önlenmiş serbest rekabetli piyasa”dır. Halk ekonomisidir. Adil Düzen budur. Dengeli ekonomi demektir.

İşte, çağımızda serbest rekabetin korunması için elde mevcut imkânlar nelerdir?

a)      Kredi faizsiz olacak ve cebri icraya tâbi olmayacaktır.

b)     Kredi faizsiz olarak halka ve çalışanlara verilecektir.

c)      Kredi bütçesi yapılacak, takdiri kredi yerine istihkak kredisi verilecektir.

d)     Kredi teminat altında olacaktır.

Zekât yani vergi karşılığı faizsiz kredi verilecektir. Geçmişte ödenen vergilerin gelecekte kredileri olacak, faizsiz kredileri olacaktır. Vergi karşılığı mallar sigortalanacaktır. Primli sigorta olmayacaktır. Herkes ve her şey sigortalanmış olacaktır. Sigorta dayanışma ortaklığı şeklinde oluşacaktır. Kapitalizm mantığı içinde sigorta olmaz.

وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ(245)  (Va EiLaYHi TıRCaGUvNa)  “Ona irca edilirsiniz.”

Karz-ı hasen müessesesinin arkasından serbest piyasa kurallarını koydu. Şimdi de “Ona irca edileceğini” beyan etti, devlete rücu edileceğini bildirdi, bucağa rücu edileceğini bildirdi.

Tüm senet ve kredileşmede kamu kefildir. Borç faizsizdir. Kamu tarafından verilmektedir. Kamunun garantisindedir. “Siz ona irca edilirsiniz” deniyor. Yani kişiler yaptıkları bütün tasarrufları devletle yapmış olurlar. Akevler sözleşmesinde şu yazılıdır. Kredi limitleri içinde kim birine bir şey verirse kooperatife vermiş olur ve kooperatiften alacaklı olur; kim birinden bir şey alırsa kooperatiften almış olur ve kooperatife borçlu olur. Alacağınızı alamazsanız kooperatife başvurup alırsınız. Son merci kamudur.

Cahiller vardır. Sömürü sermayesinin uydurduğu cümleleri tekrar ederler, İslâmiyet’te devlet düzeni yoktur derler. İslâm âlimleri de sükût ederler. Devlet düzeni yalnız İslâmiyet’te vardır. Nerede dine/düzene dayalı olmayan devlet kurulmuştur? Kur’an burada da ne kadar büyük bir sistemi ortaya koymaktadır. Böylece ekonomik tıkanmalar tamamen kalkmaktadır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-416 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-246 İstanbul, 07 Temmuz 2007

CUMHURBAŞKANI, UZLAŞMA VE AKP-CHP

Cumhurbaşkanı seçimine gelininceye kadar Türkiye büyük ümitler içine girmiştir. Türkiye’de artık askeri müdahaleler olmayacaktır, artık demokrasi gelmiştir! Türkiye’de para ve ekonomi istikrarını bulmuştur! Türkiye Avrupa Birliği’ne girmektedir!..

Biz bunların hepsinin hayal olduğunu biliyorduk. Yazdık. Bize güldüler.

Şimdi biz onların hâline gülmüyoruz, sadece acıyoruz…

Bunun gerçek sorumluları AK Partililerdir; çünkü siyasetlerini Adil Düzen düşmanlığı üzerine kurdular. Ama zahiri sebep ise iki kişinin tutumudur.

Baykal ve Erdoğan uzlaşmaz tavırları ile ülke yönetiminin içine etmişlerdir.

Erdoğan, Gül üzerinde ısrarda ne kadar suçlu ise; Meclis’in çalışmasını engelleyen Baykal da en az onun kadar suçludur. Bunların uzlaşmamasının Türkiye’yi nerelere götüreceğini bilemez hâle getirmiştir.

Her iki taraf da uzlaşmadan bahsediyor, ama uzlaşmayı karşı tarafın kendilerine tâbi olması şeklinde anlıyor. Erdoğan kapıları kapattı, öbürü de gelmiyor diyor! Erbakan Hoca’nın teşbihiyle; tam bir horoz dövüşü komedisi!

Acaba bir gün bunlardan biri çıkıp da ‘uzlaşmanın yolları nelerdir’ diye düşündüler mi, uzlaşma hukukunu ortaya koydular mı? Hayır! Herkes kendi nefsinin heveslerine karşı tarafın uymasını istedi.

Biz bu yazımızda uzlaşmanın nasıl olacağını şeriata dayanarak anlatacağız; sizin beğenmediğiniz hatta düşmanı olduğunuz şeriata göre uzlaşmanın yollarını anlatacağız.

Kabul etmezseniz ne olur? Şeriata bir şey olmaz, ama sizin şimdi başınıza gelenler olur.

a)      Uzlaşmanın birinci kuralı görüşmedir. Görüşmeyi reddeden yahut şartlara bağlayan herkes suçludur. Uzlaşmadan yana değildir. Erdoğan görüşmeyi istemiş de Baykal reddetmişse Baykal suçludur; Baykal görüşmeyi istemiş de Erdoğan reddetmişse Erdoğan suçludur. İkisi de beklemiş, ‘ben neden gidecekmişim, o gelsin’ demişse ikisi de suçludur. Şimdi buna göre okuyucu karar versin, kim suçludur? Yahut her ikisi de suçludur.

b)     Görüşmede kurallar vardır. Uzlaşmak için taraflar isteklerini ihtiva eden maddeler hazırlarlar ve karşı tarafa sunarlar. Burada altın kural vardır. Siz öyle önerilerle gideceksiniz ki, siz onların yerinde olsanız onları kabul edesiniz. Uzlaşmak isteyen böyle tekliflerle gelir. Karşı taraf alır, bunlardan kabul edilenleri kabul diye işaretler. Kabulün de altın kuralı vardır. Bir sebebi varsa reddedersiniz, yoksa kabul edersiniz. Yani kabul asıldır. Reddetme ispatı gerektirir. Sebepsiz reddedenlerde bir uzlaşma kültürü yoktur demektir. Görüşmede uzlaşılan maddeler üzerinde tartışılır. Sonuca varılanlara göre karar verilir. Kalanlar uzlaşma dışında bırakılır, uzlaşma olduklarında birlikte hareket edilir.

c)      Uzlaşmaya varılamayan hususlarda taraflar işin olabilirlik seyrine bakmalıdır. Mesela, cumhurbaşkanı seçimlerinde Baykal ile Erdoğan aday göstermeyeceklerinde uzlaşabilirlerdi. Anayasanın emrettiği gibi hareket ederlerdi. Erdoğan, Gül, Arınç ve Baykal aday gösterilmeyecektir. Ondan sonra milletvekilleri adaylıklarını koyacaklar ve milletvekilleri kime fazla oy verirse o seçilecektir. Anayasamız zaten bunu emretmektedir. Anayasada partiler aday göstermiyor, seçim gizli oluyor. Bu uzlaşamama ama uzak durma uzlaşmasıdır.

d)     Olabilir ki, geri durma üzerinde de anlaşma olmayabilir. Güçlü kim ise o başkan olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir uzlaşmaya taraflar yanaşmayabilirdi. Yapılacak şey nedir? Hakemlere gitmedir. Taraflar adaylarını çıkarırlar, hangimizin adayı başkanlığa daha lâyık ise hakemler ona karar verirler. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Bu hakemler de başhakemi seçer. Hakemleri tarafların gösterdikleri adayalar üzerinde tercih haklarını kullanırlar. Liyakat kriterine bakarlar. Ona oy verirler. Böylece uzlaşma olmuş olur.

Demek ki, uzlaşmada görüşme, reddetme ve kabul işlemleri vardır. Uzlaşamayanlarda serbestlik, dayatmadan vazgeçme ve sonunda hakemlere gitme vardır. Hakemlere razı olmayan uzlaşmaya razı değildir demektir. İşte, şeriatın emrettiği budur. Ben de size şeriatın emrini aktardım.

Şimdi yeniden meclise geleceksiniz. İkiniz de meclis dışında kalabilirsiniz. Aslında sizin cezanız budur. Ama meclise girdiğinizi farz ediniz. Yine cumhurbaşkanı seçimi ile karşı karşıya olacaksınız. Yine benzer uzlaşmaz tavırları takınırsanız, o zaman meclis yeniden seçime gidecektir demektir. Bu da Türkiye’deki rejimin sonuna yaklaşması demektir. Bunun vebalini sehpalar bile temizleyemez. Ben sizlerin yerinde olsam ya uzlaşır, ya da istifa eder ve en azından siyasetten bir dönem uzak dururum.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-416 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-246 İstanbul, 07 Temmuz 2007

İMAN İLE İLİM; VE SİHİR, GAYB, MEHDİ, DÜZEN

İslâmiyet’te “ilim” ve “iman” dinin iki yüzüdür.

İslâm dini demek, bir yüzünde imanı, diğer yüzünde ilmi taşıyan bir kumaş gibidir. İslâmiyet’e hangi yüzünden bakarsanız size öyle görünür.

İmanı içinize saklarsanız İslâmiyet ilim olur, herkes İslâmiyet’i sadece ilim olarak görür.

İlmi içe getirir de giyerseniz, herkes sizdeki İslâmiyet’i iman olarak görür. İslâmiyet’te iman ile ilmin her ikisini böylesine sıkı olarak birbirine bağlı olması, onu hak din yapmıştır.

Hak din nedir? İman eğer ilimle eşleşmişse o din hak dindir.

İlim ile iman arasında esasta eşleşme var, ama bazı yerlerde kopuş varsa, o zaman o dinlere fasit dinler diyoruz. İlmi tamamen inkâr edip imanı safsatalar üzerine bindirmişse, o dinlere de bâtıl dinler diyoruz. Şirk böyle bâtıl bir dindir. Komünistlik böyle bâtıl bir dindir.

İslâmiyet’in ilme aykırı olduğu için şiddetle karşı çıktığı dört husus vardır. Bunları iyi bilmemiz gerekmektedir. Eğer Kur’an’a inanıyorsak, icma ile sabit olan bu hususlara dikkat etmemiz gerekir.

a)      İslâmiyet sihre karşıdır. Sihir nedir? Kişilerin doğa kanunlarına aykırı olarak birtakım güçleri olduğuna inanmaktır. Böyle bir güç peygamberlerde de yoktur. Mucize sihir değildir. Çünkü peygamber mucizeyi her istediği zaman gösteremez. Sadece onun peygamber olduğunu ispat etmek için onu kendisi yapar. Her zaman değil, mucize olarak gerektiği zaman yapar. Hazreti Musa değneği her bıraktığı zaman yılan olmuyordu. Hazreti İsa her ölüyü diriltmiyordu. Hazreti İbrahim de elini ateşe soktuğu zaman yakıyordu. Hazreti İbrahim yanmaz değildir, o ateş Hazreti İbrahim’i yakmamıştı, çünkü öyle emir almıştı. Adil Düzen Çalışanları hiçbir zaman kendilerinde olağanüstü kerametler olduğunu iddia etmediler. Bunu herkes çok iyi bilsin.

b)      İslâmiyet gaybı bilmeye karşıdır. Gelecekte bu olacaktır. Hadiste böyledir, âyette böyledir gibi bâtıni tefsirlerle kehanetlerde bulunma hususuna İslâmiyet şiddetle karşıdır. İlim vardır. Kur’an vardır. Ama bunlar ancak müsbet ilimlerle, tabiî ve sosyal kanunlarla izah edildiği zaman bir mânâ ifade eder. Bediüzzaman ve ben ebced hesabı ile bazı tarihler ve rakamlar istihraç ediyoruz. Bu gaybı bilme değildir. Bu Kur’an’dan istidlâldir. Sünnetten böyle bir istidlâl yapılamaz. Çünkü gaybı peygamberler de bilmez. Bu itibarla internetlerde yer alan tüm bu tür bildirilerin Adil Düzen Çalışanları ile hiçbir ilgisi yoktur. Onları küçük düşürmek için yapılan CIA faaliyetlerinden, yahut şeytan faaliyetlerindendir.

c)      İslâmiyet mehdilik anlayışına da karşıdır. Tarihte peygamberler gelmiş ve yeni uygarlıklar kurmuşlardır. Bunların hiçbiri olağanüstü güce sahip değildi. Çoğu kendi hayatlarında bir başarı kaydedememişler. Hazreti Musa arz-ı mev’udu alamamıştı. Hazreti İsa 12 havariden başka cemaat bulamamıştı. Hazreti Muhammed de hiçbir zaman olağanüstü güçlerle savaş kazanmadı. Fert ve komutan gibi savaşlara girdi; galip geldi, mağlup oldu. Böyle bir mehdi gelecek, eline kılıcı alıp dünyayı düzeltecek! Böyle inanışlar bâtıldır. Adil Düzen Çalışanları ne mehdi olduklarını iddia ediyorlar, ne de böyle mehdi gelme hayali içindedirler.

d)     İslâmiyet kötü düzende iyi insanların iyi iş yapacaklarına karşıdır. Kötü düzende insanlar çalışacaklar ve iyi düzeni getireceklerdir. Yoksa kötü düzeni iyi işletip adalet edecekler anlayışında değildirler. Bugün zulüm varsa, bunun failleri insanlar değil, sistemdir, zalim düzendir. “Adil Düzen” gelmeden adalet olmaz. Ne var ki, “Adil Düzen” silah zoru ile yahut ekseriyeti ele geçirmekle elde edilemez. “Adil Düzen” onu öğrenmek ve uygulamakla gelir. Ona karşı gelenleri etkisiz hâle getirmek Adil Düzen Çalışanlarının işi değildir, Allah’ın işidir. Dolayısıyla Adil Düzen Çalışanları mevcut düzeni yıkmağa çalışmazlar, kendi düzenlerini kurmağa çalışırlar; hem de kendileri için kurarlar.

Peki, bu anlayışlar var da, birisi çıkıyor, ‘Ben İsa’yım!’ diyor. Tüm basın-yayın aylarca onunla meşgul oluyor. Başka birisi çıkıyor, tarihlerle saçma sapan iddialarda bulunuyor.

Bunları destekleyen kimdir?

Açıkça ifade ediyorum, bunların hepsinin arkasında CIA vardır. Akıl hastalarını buluyor, paralı görevlileri buluyor. Cemaat oluşturuyor. Müslim Gündüz, Ali Kalkancı gibi akıllılar da vardır. Onlara bu tür hezeyanları yaptırtıyor. Böylece Adil Düzen Çalışanları halkın nazarında kötü düşürülmektedir.

Bizim halkın nazarında iyi olma derdimiz yoktur. Bizim derdimiz Halik’ın nazarında iyi olmadır.

Eğer biz Adil Düzen Çalışanlarına inanıyorsanız, bu nevi safsatalardan uzak durunuz.

Kur’an’dan başka bir melceimiz yoktur.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler