ADİL DÜZEN 419
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 28 Temmuz 2007 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 419. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
2007 SEÇİMİ VE TÜRKİYE
F. SEZGİN, A. KOÇ VE MEDENİYET
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 81. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمْ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ (248)
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ (Va QAvLa LaHuM NaBiyYuHuM) “Ve nebileri onlara kavletti.”
Bundan önceki âyette yine bu deyimle ve nebileri onlar kavletti diye başlamıştı. Onlar cevap vermişler, “Kâlû” denmişti. Sonra nebileri onlara cevap vermiş, melein özelliğini anlatmıştı. Şimdi “Ve kâle” denmeden “onun âyetinin mülkü” deyip devam edebilirdi. O zaman bundan önceki cevabın devamı ve izahı olurdu. “Hattâ ve inne âyete mülkihi” şeklinde de söylenebilir. Böyle yapmayıp “Ve nebileri onlara söyledi” diyerek bu açıklamanın nebiyi ba’setme ile ilgisi olduğunu ama melik olarak ba’sinden başka yine başka bir işlem olduğunu göstermektedir. Melik olarak ba’sedilmiş olması yeterli değildir. Nebinin melik olarak ba’settiğini belirtmesi yeterli değildir. Meclisin onu atadığını gösteren bir alametle gelmesi istenmektedir.
Meclisteki ilmî şûra üyeleri meclis başkanından meclise bir kral seçtirmesini istemiştir. O da onlardan birer aday göstermelerini talep etmiş ve milletvekilleri sıralama usulü ile bir başkan seçmişlerdir. Gösterilen adaylar orgenerallerdendir. Böylece Allah’ın halifesi olan meclis meliki atamıştır. Ama bu yeterli değildir. Allah’ın yani meclisin de üstünde olan halkın onu kabul etmesi gerekmektedir. Bu da halkın ona biat etmesiyle mümkündür, yani halk onun başkanlığını kabul edip biat edecektir. Halk ona nasıl biat edecektir? Bu âyette o anlatılmaktadır. Gerçekten halk onu melik olarak kabul etmiş midir, etmemiş midir? Halk bu melikin melikliğini reddedebilir. O takdirde meclis başka melik seçecektir. İşte bu sayede olaysız yeni melik seçilmiş olacaktır.
Tarihimizde padişahların seçimi kanlı olaylara sebep olmuş, Fatih bunu önlemek için sabi çocukların bile öldürülmesini kanunnamesine koymuştur. Cumhuriyet döneminde de askeri müdahaleler hep devlet başkanı seçimlerinde olmuştur. Bu sebepledir ki sadece meclisin devlet başkanı olarak seçmesi yeterli görülmemiş, halkın da kabullenmesi istenmiştir. Yine bunun içindir ki meclis devlet başkanının üstünde bir yetkili olarak hep bırakılmıştır. Mustafa Kemal meclise baskı yapmıştır ama tek parti şeklinde de olsa asla meclisi kapatmamıştır. İsmet İnönü’nün seçilmesinde de aynı şekilde meclise dokunulmamıştır. 1960 ve 1980’de meclis dağıtılmıştır ve hata edilmiştir. Bu yanlışların acıları hâlâ devam etmektedir. Oysa müdahale meclise dokunulmadan yapılmalı idi. Nitekim 1971, 1997 ve 2007’deki müdahaleler meclise dokunulmadan yapılmıştır.
Askeri müdahale ile meclisin yetkileri geçici olarak kısıtlanabilir ama hiçbir zaman meclise dokunulmamalıdır. Nasıl Osmanlı Hanedanı 600 sene hiç değişmemişse, meclis de asla kapanmamalıdır. Nitekim kapandığında sonra uydurma meclislere ihtiyaç duyulmuştur.
Seçimde de baskı yapılmamalıdır, hile yapılmamalıdır. Meclise baskı yaparsanız yapabilirsiniz.
Burada komutanlara da büyük ders vardır. Meclise dokunmamak millete dokunmamak demektir. Ama meclisin görevini ordunun yüklenmesi yine o meclisi koruması için olacağı için meşru görülebilir. Ama meclisi dağıtmak demek, milletin varlığına saldırmak demektir. Yeniden yapılacak seçimin bir yararı yoktur. Çünkü halk artık temsilcisini seçememektedir. Halk gücün istediklerini onaylamaktadır demektir ki, o zaman o meclis milletin meclisi olmayacaktır. Halk önce kendi istediklerini temsilci gönderebilmeli, buna müdahale edilmemelidir. Ama temsilcilere şöyle karar alın, böyle karar alın şeklinde bir baskının ordudan gelmesi normal karşılanmalıdır. Çünkü cephede savaşacak olan ordudur. Bu baskı da sadece dış siyasete ait olup ordu iç işlerine karışamaz.
O sebepledir ki nebilerinden melikin atanmasını isteyenler savaşmaları için istemektedirler.
Bir ülke yüze yakın illere ayrılırsa, her il kendi iç güvenliğini kendisi sağlarsa, sağlayamadığı zaman askeri yardımı alma hakkına sahip ise, o ülkede iç güvenlik olur. Devlet ise sadece dış güvenliği sağlamak ve iller arası irtibatı sağlamakla yükümlü olur. İllerin iç işlerine karışamaz. İller arası birliği sağlamak sivil yönetime, dışarıya karşı savaşmak da orduya verilirse, işte o ülkede artık huzursuzluk sözkonusu olabilir mi? Kur’an bize İsrail oğullarının hikâyesi ile bunu anlatmaktadır.
إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ (EinNa EaYaTa MuLKıHı) “Onun mülkünün âyeti”
Yani onun melik olarak ba’sedildiğini gösteren delil olan âyet ne olacaktır? Halk ve herkes için kimin melik olarak atandığını gösteren delil ne olacaktır? İşte burada sözkonusu olan, meclisin seçiminin ötesinde melikliğini tasdik eden bir gücün ortaya çıkmasıdır. Bu nedir?
Parti başkanları orgenerallerden birini aday olarak gösterir. Milletvekilleri sıralama yapar, adlarını yazar ve meclis başkanına verirler. Meclis başkanı da bu sıralamayı hesaplayarak sıralama dosyasını ordu komutanlarına verir. Ordu komutanları demek, siyasi şûra sorumluları demektir. Eğer ordu komutanları meclisin bu sonucunu kabul ederlerse, taç giyme merasimini hazırlarlar ve halka ilan ederler. Böylece başkomutan seçilmiş olur. Başkomutanı meclis sıralamakta ama sonuçlarını askeri şûra ilan etmektedir. Askeri şûra kabullenmezse meclis başkanına iade ederek seçimin yeniden yapılmasını ister.
Askeri şûra toplantısı kapalı yapılmaktadır. İçerden çıkacak olan “evet” veya “hayır” şeklindeki tek sözdür. Kimin birinci olduğu da halk tarafından bilinmemektedir. Seçim eski adaylar üzerinden yapılmaz, yeni adaylar üzerinden yapılır. Bir ilmî şûra sorumlusu aynı adayı bir daha gösteremez. İlmî şûra sorumluları askeri şûra sorumlularıyla görüşerek askeri şûranın istemeyeceği birini aday göstermemeye çalışırlar. Seçim aynı usulle devam eder. Meclis ve askeri şûra arasında uzlaşma sağlanıncaya kadar bu devam eder.
Mülkünün âyeti ile gelecektir. Nedir bu âyet? Meclis onu seçmiş, ordu da onun melikliğini benimsemiş demektir. Ordu komutanları aynı zamanda halkın siyasi dayanışma sorumlularıdır. Yani kendi seçtikleri komutanlardır demektir. Çünkü askeri hizmeti yaparken herkes kendi bölgesinde olmayan komutanlardan birini kendisine komutan seçmelidir ve onun komutasında askerliğini yapmalıdır. Komutanının biat ettiği kimseye o da biat etmiştir. Böylece melik tüm ulusun biatını almış demektir. Bu şekilde seçilen bir başkan tam demokratik usulle seçilmiş demektir.
a) Herkes her zaman asker olabilmektedir. Dolayısıyla herkes devlet başkanı olma şansına sahiptir.
b) Herkes imtihanlara girerek ilmî ehliyet alabilmektedir. Doktora yapıp rasih durumuna çıkabilmektedir. Dolayısıyla herkes general olabilmektedir. Doktora yapmış her asker generaldir.
c) Herkes kendi ordusunu seçebilmekte ve değiştirebilmektedir. Böylece kendisini beğendirerek korgeneral olabilmektedir demektir. Burada da herhangi bir ayrıcalık yoktur. Ordusunu değiştirebildiği için de antidemokratiklik yoktur. Hicret demokrasisi çalışmaktadır.
d) Kendi komutanı onu orgeneralliğe aday gösterebilmektedir. Meclis de sıralama usulü ile onu orgeneralliğe yükseltebilmektedir. Cumhurbaşkanını seçmek ne kadar demokratik ise, orgeneralliğe yükselmek de o kadar demokratik olmaktadır.
e) Sonra, her orgeneral devlet başkanlığına aday gösterilebilmekte ve demokratik yoldan seçilmektedir.
f) Sonunda komutanlar onu ittifakla devlet başkanı yapmaktadır.
Burada antidemokratik olan bir tek nokta bulunmamaktadır.
Bu seçim usulüne benzer usulle papa seçilmektedir. Seçilmeden ilan edilmemektedir.
Hazreti Ömer de böyle yapmıştır. Altı kişilik şura oluşturmuş, seçmeden dışarı çıkan olursa başını kesin talimatını vermiştir. Kur’an da burada bize bunu öğretmektedir.
أَنْ يَأْتِيَكُمْ التَّابُوتُ (EaN YaETıYaKuMu eLtTAvBUvTu) “Tabutun size gelmesidir.”
Tabut size gelecektir. Siz onunla kimin hükümdar olduğunu göreceksiniz. Meclisin kimi başkan seçtiği ilmî şûra üyelerine bildirilmektedir. Halka açıklanmamaktadır. İlmî şûra üyeleri adaylarının askeri şûra tarafından kabul edilmediğini öğrenmektedirler. Onu bir daha hiçbir ilmî şûra üyesi aday göstermemektedir. Şûra üyelerinin hepsi adaylarını değiştirdiği için hangi adayın kabul olunmadığı da halk tarafından bilinmemektedir. Halk ancak tahta geçme merasimi icra edildiği zaman başkomutanlarını öğrenmektedir.
Merasimde tabut geliyor. Tabut Kur’an’da iki defa geçiyor. Biri Musa Peygamberin Nil’e konduğu tabuttur. Diğeri de buradadır.
“Tabut” sandık demektir. Bugün yalnız cenazelerin konduğu yere tabut demekteyiz. “Tabut” kelimesinin kökü “TVB” olabilir. Sondaki “T” ektir. Vezni “FaGLUT” olur. Kökü “TLV” olabilir. O zaman vezni “FAGUT” olur. “T” kök harflerden olur.
Buna göre anlamları:
1- Geri dönme anlamına gelen tevbe olabilir. Geri getiren anlamındadır. Eşya konur, sonra gerektiği zaman çıkarılır. Saklama sandığı, gerektiğinde çıkarma sandığı anlamına gelmiş olur.
2- “TVT” “ÇBT”ye benzer. Çakılmış anlamına gelir ki, sandığın yapılış şeklini göstermiş olur.
3- “TBV” “TBB” kökü ile akrabadır. Kurutulmuş mânâsına gelir ki, kuru ağaçtan yapılmış demek olur.
Hangi kökten alırsak alalım, mânâsı için kıymetli eşyanın içine konup saklandığı sandık demektir.
Bir devlet veya bucak kurulduğu zaman, kurucular o devleti temsil eden bazı şeyler bırakırlar.
Bunları şöyle sıralayabiliriz.
a) Başkanların oturdukları tahtı bırakırlar. Bunlar kürsi ve arştır. Kürsi, yalnız hükümdarın oturduğu sandalyedir, özel koltuktur. Arş ise yüksek alandır, sahnedir. Orada hükümdar oturduğu gibi onun erkânı da yani melei de oturur. Bu umumiyetle saray içinde olur ve sarayda o makamı işgal eden kimse hükümdar olarak kalır.
b) Devlet veya bucak başkanının bıraktığı başka bir şey de elbisedir. Bir başörtüsü yapılır ve o başörtüsü haleflere intikal eder. Kim tacı başına koyarsa o hükümdar olmuş olur. Başörtüsüne bir de kaftan elbisesi yani palto dikilir. Özel işaretleri taşıyan bu elbiseyi giyen hükümdar olur.
c) Bırakılan başka bir şey de bayrak ve sancaktır. Sancağın dikildiği bina o hükümdarın oturduğu binadır. Hükümdar oradan ülkeyi yönetir. Her devletin kendine özgü sancağı vardır. O devletin hükümdarları onun dalgalandığı binada otururlar. Ayrıca kendi yönetiminde bulunan bütün yerlerde bayraklar asılır. O bayrakla o ülkenin hangi devlete ait olduğu bilinir.
d) Her devlet kendisine özgü para basar ve paranın üzerinde devletin adı yazılır. Hangi devletin veya bucağın yönetiminde olduğu o para üzerindeki adla bilinir. Ayrıca her toplantıda toplantılar açılırken kimin himayesinde ise onun adının anılması gerekir. Bana göre ezan ve kamette küçük değişiklik yapmak gerekir. Dört defa tekbir getirildikten sonra iki defa Allah’ın tekliğine şehadet edilmektedir. Bundan sonra Hazreti Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehadet edilmektedir. Bana göre önce Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna şehadet edilmeli, “Eşhedü Enne el-Kur’ane Kitabullah” denmelidir. Çünkü biz Kur’an’a inandıktan sonra resule inanıyoruz. Sonra Hazreti Muhammed’in Allah’ın resulü olduğu söylenecektir. Bundan sonra da bucak başkanının adı ile imamına denmesi gerekir. Eşhedü Enne İmamuna fulanun denmelidir. İki defa bu söylendikten sonra “Haydin felaha, haydin felaha” denmelidir. Böylece o bucağın kime ait olduğu açıkça bilinmelidir. İlçe merkez bucaklarında il parası geçerli olmalıdır. Ezan ve kametlerde il başkanının adı okunmalıdır. Bölge merkez illerin bucaklarında ve ilçelerin merkez bucaklarında da devletin parası geçmelidir, devlet başkanının ezanda ve kamette adları geçmelidir. Orada kaza icra yetkisi kime aitse onun adı geçmelidir.
Hükümdara ait kürsüye veya arşa yeni seçilen imam oturtulur ve hükümdara ait taç ve kaftan yeni hükümdara giydirilir. Böylece herkese yeni melik ilan edilmiş olur. Bayrak ve sancak ise meclisi temsil eder. Sancak meclis binasına asılır. Devlet başkanlığının binası da onun içindedir.
فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ (FIyHı SaKIyNaTun MiN RabBıKuM)
“İçinde Rabbinizden sekinet vardır.”
O tabutun içinde bir sekinet vardır.
Tabut kelimesi marifedir. O halde bir sandık yapılacak, bucak, il veya devlet kurulduğu zaman sandık yapılacak ve sandık içine özel kıyafet konacaktır. O kıyafet her zaman değil, sadece resmi merasimlerde giyilecektir. Hükümdar olduğu zaman o kıyafetle halkın karşısına çıkacaktır.
O sandığın içinde Rabbinizden bir sekinet de vardır.
Acaba “sekinet” nedir?
“Sekinet” burada nekre gelmiştir. Dolayısıyla bir tek sekinet yoktur, sekinetlerden biri vardır. “Sekinet” kelimesi sükûnet anlamındadır. Yani düzen anlamında olup, karışıklığın ve isyan hareketlerinin olmamasını gösteren bir alamet demektir.
“Sikkin” bıçak demektir. “Sekine” de kılıç anlamına gelir.
Hükümdarların özel kılıçları olur, onu haleflerine bırakırlar. Ne var ki bu kılıç marifeli değildir. Dolayısıyla kurucunun kullandığı kılıç değildir. Ordu komutanı başkan olduktan sonra kılıcını yani silahını tabuta koyar. Artık o kendisini kendisi korumaz. Askerine zorla itaat ettirmez. Askerler onu korurlar. Dolayısıyla o silahını taşımaz. Bunun anlamı şudur. Diğer orgeneraller onu korumayacaklarsa o kimse başkan olamaz. Onun için biz diyoruz ki, seçilen devlet başkanına ordu komutanları ittifakla itaat ederlerse o başkan olur. İttifakla başkanlığını kabul etmezlerse, o zaman onun başkanlığı onaylanmamış olur. Meclis başka birini başkan seçer.
Yukarıda açıklamadığımız bir hususu burada açıklayalım. Meclis başkanı dört şuranın da başkanıdır; ilmi şuranın başkanıdır, dini şuranın başkanıdır, mesleki şuranın başkandır, askeri şuranın başkanıdır. Bu genel kuraldır. Devlet başkanını seçtirdikten sonra elde ettikleri sonuçları ilmi şura sorumlularına arz eder. Onların reddetme hakları yoktur. Meclisin kararına uymak zorundadırlar. Meclis başkanı elde ettiği sonuçları askeri şuraya getirir. Askeri şurada ittifakla kabul etmeleri hususunda telkinde bulunur. Ama askeri şurada birisi muhalif olsa bile artık o cumhurbaşkanı seçilmemiş olur. Seçilirse silahını başkana teslim eder ve artık kendisini koruyan kimse silah değil, ona itaat eden komutanlardır. “Allah seni korur” âyeti buna delâlet ettiği gibi, bundan sonra Hazreti Muhammed aleyhisselâmın da korumalarını uzaklaştırdığını görürüz. Şuranın dışında başkanın özel koruması olmaz. Başkan artık kendisini korumakla değil, ulusunu korumakla meşgul olmalıdır. Bugün bunu sağlamak için ikinci veya üçüncü defa seçilmeleri usulü terk edilmiştir. Seçilen başkan 63 yaşına gelinceye kadar başkanlık yapar ama artık seçilme şansı yaş dolayısıyla kalmaz.
Burada işaret edilen başka bir şey vardır. Her ne suretle olursa olsun, bir kimse eğer bozulan iç güvenliği sağlamışsa o meliktir, yani başkomutandır. Bu usul Türkiye’de padişahlar zamanında uygulanmıştır. Herhangi bir suretle hanedandan biri tahtı ele geçirince halk ona itaat etmiştir. İstiklâl Savaşı’nda da Mustafa Kemal’e böyle itaat etmiştir. Sonra İsmet İnönü’ye de itirazsız itaat etmiştir. Seçimleri kazanan bütün partilere itaat edilmiştir. Cemal Gürsel askeri darbe yapmış, ona da itaat edilmiştir. Sonra Kenan Evren askeri müdahale yapmış, yine itaat edilmiştir. Arada Nihat Erim, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit hükümetleri de böyle darbeler sonunda gelmiştir. Ama halk hep itaat etmiştir. Çünkü bunlar güven sağlamışlardır.
O halde eğer seçilmiş biri olarak sekineti sağlamıyorsa o melik değildir demektir. Ona itaat caiz değildir. Bu şu sonuca varmaz mı? Biz itaat etmezsek o gücünü nereden sağlayacaktır? Biz melike itaat etmeyiz. Biz bizim biat ettiğimiz komutanımıza itaat ederiz. Sonunda askeri şura itaat ederse itaat etmiş oluruz, etmezse biz de itaat etmeyiz. Ancak bu ona karşı geliriz anlamında değildir. Eğer iç güvenliği sağlamışsa biat ederiz. Yoksa bekleriz. Bizim tâbi olduğumuz komutanımız başkana isyan ederse uymayız. Ama eğer onu güçlü kılmak istiyorsa, o zaman komutanımızın yanında oluruz. Herkesin komutanı terk edip başka komutana gitme yetkisi vardır. Biz de eğer başkanlığını kabul ediyorsak onu tutan komutanın birliğine katılırız. Tutmuyorsak, tutmayan komutanın birliğine katılırız. Ama karşı gelenle bir olup savaşmayız. Zorlarsa birliğinden ayrılırız. Demek ki güveni sağlayan kimseye karşı çıkmayız. Ona itaat ederiz. Güveni sağlayamamış ama savaşmakta ve iç çatışmada iseler, biz tarafsız oluruz. Kim kazanırsa, kim galip gelirse onun yanında oluruz. Zorla gelmiş başkomutanı uzaklaştırma işi askeri şuraya ve ilmi şuraya ait bir iştir. O günkü şartlara göre savaşsız çözmeliyiz. En büyük silahımız ülkeyi terk etmek, galibi kendi başına bırakmaktır. Göç ettiğimiz yerde de bizi rahat bırakmazlarsa, o zaman savaşıp ülkemizi yeniden fethederiz.
“Rabbinizden sekinet vardır” denmektedir. Rabbiniz, sizi yetiştiren demektir. Allah, topluluğu ifade etmektedir. Rabbiniz demek, sizi eğiten teşkilat demektir. Dört çeşit eğitim vardır. İlmî eğitim, ahlâkî eğitim, meslekî eğitim ve askerî eğitim. Askerî eğitim sekinet eğitimidir. Bu da biat sistemi ile gerçekleşmektedir. Askeri organizasyon askeri eğitim demektir.
İki kişi bir araya gelince biri başkan olur. Ayrı hareketlerde ve savunmada ona uyar. Askeri teşkilatın temeli de onlu sistemdir. Ancak sivil teşkilatta nüfus esastır. Çocuk ve kadınlar da dâhildir. Normal ailenin en azı 3, en çoğu 10 kişi kabul edilir. Ortalama olarak 10 aile bir aşireti oluşturur. Bu ilk sosyal kuruluştur. Ondan sonra kabile gelmektedir. Arada aileye tekabül eden semt vardır. 100 aşiret bir kabile oluşturur. Semtlerin yaklaşık sayısı ondur. Ondan sonra şa’b yani il gelir. O da 100 bucaktan yani kabileden oluşur. Arada ilçe vardır. Bir ilde yaklaşık 10 ilçe vardır. 100 il bir ülkedir. Bölgeler ülkenin aileleri şeklindedir. İnsanlık bir bütündür, yaklaşık olarak 100 ülkeden oluşmaktadır. Ona yakın kıta vardır. Burada sivil teşkilatlanma mevcuttur.
Askeri teşkilatlanma ise yalnız savaşçı erkeklerden oluşur. On kişilik birlik mangayı oluşturur. Üç tane üçerlik timi, bir de komutanları vardır. Buna onbaşı denmektedir. Tim aileye, manga aşirete benzemektedir. Sonra bölük gelir. Bölük on mangadan oluşur. Üçer manga birer takımı oluşturur. Merkez manga bölüğün karargâhıdır. Sonra alay gelir, on bölükten oluşur. Üçer bölük birer taburdur. Merkez bölük, onuncu bölük alayın karargâhıdır. Sonra tümen gelir. On alay bir tümeni oluşturur. Üç tümen bir tugaydır. Merkez alay tümenin karargâhıdır. Sonra ordu gelir. On tümen bir orduyu oluşturur ve üç tümen bir kolordudur. Merkez tümen ordunun karargâhıdır.
Sivilde onlu-yüzlü teşkilatlanma vardır. Askerlikte ise üçlü-onlu teşkilatlanma vardır.
Bu şekilde organize olmuş kimselerden oluşanlara “mü’minler” denmektedir. Silahı bunlar taşırlar ve güvenlik yani sekine de bunlar tarafından sağlanır.
“Rabbinizden sekinet vardır” demek, bu teşkilatlanma oluşmuştur ve bu teşkilat askerlere güvenlik ve savaş eğitimini vermektedir demektir. İnsanlar savaş eğitiminden çok, iç düzene ve örgütlenmeye eğitilmelidirler. Bedel verenler askere gitmezler ve silah taşımazlar. Oysa nöbetliler her yıl askeri birliklerine katılır ve nöbet tutarlar. İşte, seçilen başkan ordu komutanlarının desteğini almıştır. Bu desteğini gösteren alamet tabutun içinde mevcuttur. Bu işaret mevcut ordu komutanlarının katıldıklarına dair, ittifak ettiklerine dair belgedir, yazılı imzadır. Bu sandığın içinde iki belge mevcut olacaktır. Birincisi, milletvekillerinin verdikleri sıralama pusulası konacaktır. Bu saklanacaktır. Sonra da o günkü ordu komutanlarının bu melike biat ettiklerine dair yazılı belgedir. Burada meclis başkanının da imzası olacaktır.
Kur’an buna “sekinet” demektedir. Her devletin ayrı başkanı ve ayrı sekinesi olduğu için sekine nekiredir. Yahut her hükümdar için bu belgeler ayrı ayrı tanzim edildiği için sekine nekiredir.
وَبَقِيَّةٌ (Va BaQıyYaTun) “Ve bakıyye vardır.”
“Baka” geri kalan demektir, artık demektir.
Bir tastan su içersiniz, bir kısmı tasta kalır, o bakiyedir.
Bir devletin kuruluşu başkadır, kurulduktan sonra yönetimi başkadır. Bir bucak oluşurken bucak halkı kendilerine birer ilmi danışman seçerler, bu aynı zamanda ilmi danışmandır. Bir bucağın en az yirmide birinin ilmi danışmanı olan kimse dayanışma ortaklığı sorumlusudur, ortaklarının temsilcisidir. İlmî şûranın üyesidir. Kendisi artık orta ehliyetli olmuştur.
Burada birinin orta ehliyetli olması için bir yerden diploma alması gerekmektedir. Sonra bir ilde on orta ehliyetli birini kendilerine ilmi danışman seçmiş ise o da yüksek ehliyetlidir. İl merkez bucağını oluştururlar. İl dayanışma sorumlularıdır. İl meclisinde il halkını temsil ederler. Onu bir araya gelerek il dayanışma ortaklığını kurarlar. Bunlar başka bir yerden diploma almış değildirler. On il yüksek ehliyetlinin ortak ilmi danışmanı ülke meclisi üyesidir. Bu üstün ehliyete sahiptir. Bunlar da üniversite kurarlar. Üniversitelerin rektörleri birer temsilci âlimi Mekke’ye gönderir. Bunlar Mekke bucağının kurucularıdır. Bu ilk kuruluş böyledir.
İnsanlar sadece seçimle orta, yüksek, üstün ehliyete sahip olur ve bunlar ilk, orta ve yüksek okullar kurarlar. Bunlar akademik kariyer yaptırırlar. Bu ilk kurucular imtihana tâbi tutulup diploma almamışlardır.
Bundan sonra ortak imtihanlar yapılacak, imtihanlara grip kazananlar orta, yüksek ve üstün ehliyet alanlar olacaktır. Artık seçilebilmek için bu ehliyete sahip olmamız gerekir.
İşte bu bakiyedir. Hazreti Musa ve Hazreti Harun âllerinin bakiyesidir. Çünkü onlar kuruculardır. “Bakiye” kelimesi nekire getirilmiştir. Müfrettir. O halde Hazreti Musa ve Hazreti Harun’dan bakiye kalan aynı şeydir, ortak bakiye kalmıştır. Devleti kuranlar bir düzen getirirler, bir anayasa yaparlar. Ondan sonra gelenler o anayasaya göre hareket ederler. Yeni görevliler o anayasaya göre görev alırlar. Hazreti Musa’nın ve Hazreti Harun’un bıraktıkları kurallarla seçilmiştir melik. İşte sandıkta onların bıraktıkları kurallara göre seçtiğine dair belgeler ve eşyalar mevcuttur demektir.
Anayasamızın değişmez maddeleri vardır. Bu değişmez maddeleri koyanlar kuruculardır. 1924 anayasasında konan temel kurallardır. Peki, ondan sonra bir daha değişiklik olmayacak mıdır? O anayasa öyle mi devam edecektir? Devletin temel yapısı değişmez. Onu değiştirebilmeniz için onu yıkmanız gerekmektedir. Bir arpa tohumu ile yetişen bitki buğday yapılamaz. Asıl mesele o bakiye nedir? Yani baki olan, değişmeyen nedir? Onu tesbit etmektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranlar neleri devletin temeli yapmışlardır?
Bizim tesbit ettiklerimiz nelerdir?
1) Türkiye Misak-ı Milli ile çizilmiş hudutlar arasında yerleşmiş bir devlettir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi ile bu sınırların değiştirilmemesi hedeflenmiştir. Genişleme politikasından vazgeçilmiş, bölünmeye karşı da şiddetli tedbirler alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devam ettiği müddetçe kurulamaz. Böyle bir bölünme bu devletin yıkılmasıdır.
2) Türkiye devletinin halkı Türklerden oluşmaktadır. Türk olmak için; a) Türkiyeli olmak veya Türkiye’ye göç etmek. Çift vatandaşlık kabul edilmemiştir. b) Türküm demek. Türk olmadığını iddia eden Türk vatandaşı olamaz. Türkiye’de oturabilir. c) Türkçeyi bilmek. Başka dil bilmemek değil, Türkçeyi bilmek devletin temel ilkesi kabul edilmiştir. Türkçeden başka resmi dil kabul edilemez. d) Din olarak da Müslüman olmaktır. Hıristiyanlar ve Yahudiler azınlıktırlar, vatandaşlık bakımından Türktürler, ama esas Türk halkı Müslüman halktır. Bunlar değiştirilemez. Türkiye’nin laik olması Müslüman olması anlamını taşımıyor, dini doğmaların üstünde müsbet ilmî verilere uyması anlamındadır.
3) Türkiye devleti, hâkimiyet-i milliye, kuvva-yı milliye, vahdet-i kuvva ve müsbet ilim ilkeleri üzerinde oturtulmuştur. Türkiye Avrupa Birliği’ne giremez, Türkiye bir başka devletin himayesini kabul edemez, Türkiye federe devlet hâline getirilemez, Türkiye yönetimde laik anlayışı terk edemez.
4) Türkiye milliyetçi ve inkılâpçıdır, Türkiye cumhuriyetçi ve lâiktir, Türkiye devletçi ve halkçıdır. Siz bu devleti yıkabilirsiniz ama bu ilkelerden vazgeçiremezsiniz.
İşte, demek ki her devletin kurucuları tarafından konmuş temel ilkeleri vardır. Buna bakiye denmektedir, yani değişmez temelleri demektir. Talut temel ilkeler ve kurallar içinde seçilmiştir. Türk devlet yapısında milletin yegâne mümessili meclistir. Çift başlılık yoktur. Cumhurbaşkanını meclis seçer, halk seçmez. Böyle bir kanun yarın askeri darbelerle değiştirilmek zorunda bırakır. Seçilecek kimse orgeneral olursa bu tehlike olmaz.
مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ (MinMAv TaRAKa ALu MUvSAv Va ALu HAvRUvNa)
“Âli Musa ve Âli Harun’un terk ettiğinden”
“Bakiyye” nekire ve tekildir. O halde bırakılan şey tektir. Her devletin kendisine hastır. Onun için nekire gelmiştir. Âli Musa’nın ve Âli Harun’un bıraktığıdır. “Mimmâ Tereke” kelimesi tekrar etmemiştir. Öyle ise terk edilen tektir. Yasalar, kurallar tektir. Herkes aynı kurallara göre hareket eder. Sözleşme serbestliği vardır. Çoklu hukuk vardır. Şeriat vardır. Ama kaza birdir. Yargı tektir. Hakem kararlarının infazı tektir. Bucak başkanına verilmiştir.
Burada “tereke” demek, Âli Harun ve Âli Musa tarafından konan kurallar demektir. Bu kurallar çoktur ve bu kurallar değişmektedir. Ama değişmeyen ve baki kalan kurallar da vardır. İşte seçme ve seçilme kuralları ona uyacaktır. Ekseriyet sistemi kabul edilmiştir. Bu değiştirilemez. Ama ekseriyet sistemi yanlış olduğu ve bunun zararlarını gidermek için getireceğimiz yeni sistemle cumhurbaşkanı seçilir, fakat en sonunda bu meclisin ekseriyetine de onaylatılır. Bu her zaman gerçekleşecek bir olaydır. Çünkü uzlaşarak seçilmiştir. Demokratik ve ilmî kurallarla seçilmiştir. Meclisin bunu reddetmesi düşünülemez. Reddetse bile, yeniden başkası demokratik ve ilmî usulle seçilir.
Burada önemli bir husus vardır. Âli Musa ve Âli Harun denmektedir. Hazreti Musa ve Hazreti Harun kardeştirler. Âllerinin de aynı olması gerekir. Ama böyle yapılmamış, ikiye ayrılmış, devlet yönetimi iki geleneğe bağlanmıştır. Acaba burada ayrılan nedir? Hazreti Musa’nın peygamberliği siyasidir. Şeriatı uygulamakla ilgilidir ve askeridir. Hazreti Harun peygamberin görevi daha çok dinîdir. Bu ayırımı biliyoruz.
Bugün için bu ayırımı nasıl yapacağız? Ordu ve hükümet olarak yapacağız. Bizim bugün ayıracağımız iki yönetim kolu bunlardır. Birini başkomutan temsil eder, bu genelkurmay başkanlığıdır. Diğerini de başbakan temsil eder, bu da vezir Harun’dur. Meclis başkanı ise nebinin yerine geçmektedir.
Burada “Âli” kelimeleri tekerrür etmiştir. “Âli” “vali” kelimesi ile akrabadır. Tevali eden yani sürdüren demektir. Hazreti Musa’nın ve Hazreti Harun’un görevlerini sürdüren, yani halef-selef olanlar demektir. Kurucu başkandan sonra gelenler, onların bıraktıkları yerden görevi alırlar ve sürdürürler. Devlette, ilde ve bucakta süreklilik esastır. Yani başkan değişmekle topluluğun şahsiyeti değişmez, bütün müktesebatı ile devletin kişiliği devam eder.
Buradan yine şunu öğreniyoruz ki, meclis dışında hükümetin ayrı kişiliği vardır, ordunun ayrı kişiliği vardır. Bu sebeple “Âli” kelimesi tekrar edilmiştir. Başkanlar da ayrıdır. Yani başbakan genelkurmaya, genelkurmay da başbakana bağlı değildir. İkisinin ayrı kişilikleri vardır. Gerek hükümetin oluşması, gerekse ordunun teşkilatlanması aynı yasa ile olmaktadır. Anayasa birdir ama kişilikleri ayrı ayrıdır.
Nebi var, Âli Musa var, Âli Harun var. Başbakan atanmasında da aynı merasim ifa edilir. Hükümdarın atanmasında da aynı merasim ifa edilir.
Burada bir şeyi aklımızdan çıkarmamalıyız. Burada anlatılan devlet seviyesinde bir teşkilatlanma vardır. Ama bu sonunda bir merkez bucağının teşkilatlanmasıdır. Melik İsrail oğullarına yani bir kavme seçilmektedir. Savaş amacı ile seçilmektedir. Buradan anlıyoruz ki, bu devlet başkanının seçimidir. Ancak kıyas yoluyla diğer başkanlar da bu şekilde seçilecektir.
Her bucağın ora halkından oluşan meclisleri vardır, şuraları vardır. Başkanları vardır, melikleri vardır, vezirleri vardır. Her bucak kendi başkanını kendisi seçer. Merkezden atama yoktur. Bucak yönetimlerinin görevi hukuk düzenlerini kurmaktır. Kamu hukukunu, ceza hukukunu kendi bucakları için kendilerinin oluşturmasıdır. Her bucağın kendi yaptığı kendisine has kamu hukuku vardır. Özel hukuk ise serbest sözleşmelerden oluşur ve mezheplere göre değişiktir. Kişi istediği hukuka uyar.
İllerde merkez bucaklar vardır. Bunlar il halkının ilmî temsilcileri tarafından oluşturulmuştur. Temsilci olmayanların bu bucak yönetiminde söz yetkileri yoktur. İllerin görevi iç güvenliği sağlamaktır. Jandarma teşkilatını bunlar oluşturur, hakemlerin kararlarına uymayanları bunlar tenkil eder. Burada cephe yoktur, kişi vardır, hakem kararlarına uymayan kişi vardır.
Ülkede, ülke ilmî meclis üyelerinin oluşturduğu merkez bucak vardır. Burada da merkez bucağın başkanı seçilmektedir. Bu başkan taşraya başkanlık yapamaz. Bunun içindir ki devlet başkanını halk seçmez, merkez bucağın üyeleri yani meclis seçer. İnsanlığın merkez bucağı da Mekke bucağıdır. Ülkenin görevi dış güvenliği sağlamadır, savunmadır. İnsanlık ise uygarlaşma görevini yüklenmiştir.
Burada İsrail oğullarına atanan bir kraldan bahsetmektedir. Ama bütün bucakların başkanlarının nasıl atanacağını anlatmaktadır. Bucak başkanı kazai infaz başkanıdır, yani hakemlerin verdikleri kararları bucak başkanları infaz ederler. Devlet başkanları bu infazlara karışmazlar. Nitekim bu uygulama bugün de böyledir.
تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ (TaXMiLuHuv eLMaLAEiKaTu)
“Melekler onu hamlederler.”
“Melaike” meleğin cemidir. Burada marife gelmiştir. “Melek” “melik” ile aynı köktendir. “Melik” hükümdar demektir. “Melek” de görevli demektir. Kamu görevlerini görmekle yükümlü olan kimseler melektirler. Allah’ın da kamu görevleri yapan melekleri vardır. Allah’ın melekleri Kâinatı tedvir etmektedirler. Allah’ın halifesi olan topluluğun melekleri de kamu görevlileridir. Hükümdarın hükümdarlığını belirleyen tabutu resmi görevliler taşırlar. Meclis başkanı askeri şuraya başkanlık yapar ve askeri şura meclisin sıralama usulü ile seçtiği başkanın başkanlığını onayladıktan sonra meclis başkanı tabutu hazırlar ve merasim kıtasına teslim eder. İşte o merasim kıtası tabutu taşıyarak halkın önüne gelirler ve orada başkan olarak seçilen kimsenin başkanlığını belirleyen belgeleri arz ederek teslim ederler. Askeri komuta onun emrine geçer.
Merasim kıtası silahlı kimselerdir. Meclis başkanının emrini beklerler. Başkan nereye işaret ederse onu yaparlar. Padişahların cellâtları gibidir. Kalk dediği zaman, kişi muhakemesiz kalkar. Bucak başkanına bu kadar büyük yetki verilmiştir. Yalnız diyeti hem de ağır diyeti ödemesi gerekir. Bu iş yapacak olanlar da tabutu taşıyan meleklerdir. Ölüm korkusunun bulunmadığı yerde düzen sağlanmaz.
Devlet başkanının emrinde bulunacak böyle bir time ihtiyaç vardır. İllerde ve bucaklarda olmasa da olur. Sonunda onları koruyan bir üst güç vardır. Ama devletin üstünde güç olmadığı için devletin gücünü gösteren bir kuruluşun mevcut olması gerekir. Allah insanları nasıl yaratmışsa öyle kabul etmek durumundayız. Biz insanı kendimiz istediğimiz gibi yapamayız. İnsanlık bugün şaşırmış bir şekilde yaşamaktadır. Herkes huzursuzdur. Çünkü şeriat yani hukuk düzeni yoktur.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ (EinNa FIy ÜaLıKa La EAYaTan LaKuM)
“Sizin için burada bir âyet vardır.”
İşte, sizin için burada mülkünün âyeti dışında da bir âyet vardır. Başka bir belge vardır. Talut’un belli olması dışında bir âyet daha vardır.
“Âyet” burada nekre gelmiştir. Dolayısıyla yukarıdaki âyetten farklıdır. Buradaki “zâlike” tabuta gitmekte midir, yoksa onu meleklerin taşımasına mı gitmektedir? İşaret ismi olduğu için meleklerin taşımasına gitmiş olabilir. O takdirde meleklerin onu taşıması da âyettir. Tabutun muhtevası âyet olduğu gibi, tabutu resmi bir kıtanın taşıması da hükümdarın seçilmiş olduğunu ve Talut’un hükümdar olduğuna delâlet eder. Çünkü bu kıta başka birisi için tabutla bir yere çıkmaz. Resmi silahlı kıta krallığını onaylamıştır demektir. Sizin için bu bir âyettir.
Demek ki seçim bir merasimle kutlanacaktır. Böylece halk hükümdarın kim olduğunu öğrenecektir. Bu uygulama askeri düzen için gereklidir, sivil düzen için gerekli değildir. Savaş sadece devlet seviyesinde olduğundan dolayı bu merasimin il veya bucak seviyesinde yapılması da gerekmeyecektir. Hattâ insanlık merkezi olan Mekke’de böyle askeri bir merasim icra edilmez. Çünkü başka merkezlere savaşma yetkisi verilmemiştir. İnsanlığın güvenliğini tesis edenler de devletlerdir, ulusal devletlerdir. Kur’an’da bunu İsrail oğulları örneğinde anlatmasının sebebi budur.
إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ (248) (EiN KuNTuM MuEMıNIyNa)
“Mü’min iseniz sizin için bunda âyet vardır.”
Bunun anlamı şudur ki, ordu bu sandığa ve askeri kıtaya bakarak itaat edecektir.
Burada şu soru sorulur: Bir kimse devlete isyan eden bir komutana itaat edecek midir?
Hayır.
Tabut kimin emrinde ise, merasim kıtası kimin için tabutu taşıyorsa ona itaat edilecektir. Zorla gasbetmiş olsa da yine ona itaat edilecektir. Fitnenin durması için ona itaat edilecektir. Gasbetmiş ise sonra o onun elinden kurtarılır. Ondan sonra ona itaatten vazgeçilir. Bayrak işi de böyledir. Hangi kaleye bayrak dikilmişse biz ona itaat ederiz. Bayrağı kurtarma işi ise sonraki iştir.
Burada istenen askeri şuranın iktidar işini kendi aralarında şura toplantısında kesin olarak halletmesidir. Savaşı meydana taşımamasıdır. Orada galip gelen itaate layıktır. Orada layık olduğunu göstermesi demek, muhafız alayının ona itaat etmesi demektir. Başka bir deyişle, ordu devlet başkanının kim olacağına karışmaz. Ordu komutanları ordularıyla devlet merkezine yürümezler. Devlet başkanını ve meclisi koruyan muhafız alayıdır. Muhafız alayının hâkim kadrosu da merasim bölüğüdür veya takımıdır. Onlar meclis başkanının emrindedir. Kimlere ne emrederse onu yaparlar. Meclis başkanının anormal bir hareket yapması hâlinde yargı yolu açıktır.
Muhafız alayının oluşması da önem kazanmaktadır. Eğer muhafız alayı meclis başkanı tarafından oluşturulursa, sonunda onun diktatörlüğüne gidilmiş olur. Dolayısıyla dengenin sağlanması gerekir.
Meclis içinde meclis başkanı hâkim olsa bile, ülkede ordunun hâkimiyeti sözkonusu olduğu için ordu başkanlarını meclis başkanı değil de melik atayacağı için böyle bir dikta rejim teessüs etmez. Denge taşra ile merkez arasında kurulmuş olur. Merkezde muhafız alayı ile meclis başkanı hâkimdir. Taşrada ise melik ve ordu komutanları hâkimdir. Ordu komutanları halkın biatı ile oluşmuşlardır. Dolayısıyla sadece melike bağlı değildirler. Melik meclise saygılı olduğu müddetçe ona itaat ederler. Yoksa meclisi saymayan bir melike ordular itaat etmez.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-419 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-249 İstanbul, 28 Temmuz 2007
2007 SEÇİMİ VE TÜRKİYE
Seçimden önce yapmakta olduğumuz bu değerlendirmede genel olarak görüyoruz ki, Türkiye başarısız bir sınavdan geçti. AK Parti derinlemesine bakıldığında başarısızdır; ülke için ve kendisi için tehlikeli girişimlerde bulunmuş ve başarısız bir sınavdan geçmiştir. Muhalif partilerin tamamı başarısız sınavdan geçmiştir. Devlet başkanı yani cumhurbaşkanı, Ordu ve Anayasa Mahkemesi başarısız sınavlardan geçmiştir. Sonunda erken seçime gidilmiştir. Ümit ediyoruz ki, bu başarısız sınavdan ders alarak herkes aklını başını toplar ve seçimlerden sonra Türkiye sorunlarını çözmeye çalışır. Seçim esnasında siyasi partilerin ortaya koydukları konuşmalardan anlıyoruz ki, siyasi partilerimiz asla uslanmamış, yine eski başarısızlıklarıyla yola devam etmektedirler.
AK Parti yani Recep T. Erdoğan hâlâ ‘Meclis dışından aday olmaz’ diyor. MHP yani Devlet Bahçeli hâlâ korkutarak barajı geçmeye çalışıyor. CHP yani Deniz Baykal oy almadan iktidar olma ümidi ile konuşmaktadır. ANAP bir yana, Demokrat Parti ve diğerleri de çoktan ortadan çekilmiş görünüyor.
Cumhurbaşkanı bu olumsuz hengâmede sessiz durarak biraz daha ortada kalmanın hesaplarını yapıyor. Ordunun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Hâsılı, önümüz sisli bir durumdadır. Seçim olacak mı? Seçim olsa bile, seçimden çıkan sonuçlar kabullenilecek mi? Yoksa Gürcistan, Ukrayna ve Kazakistan’da olduğu gibi sokak hareketleri ile meclis basılacak, uydurma seçimle ABD’nin atadığı vali mi gelecek? Meclis cumhurbaşkanını seçebilecek mi? Seçemezse tekrar seçime mi gidilecek? Bu soruların cevapları olumsuz olursa kaos böylece devam edecek mi? Bunların hepsi şimdilik karanlıklar içindedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan dört iç sorun vardı:
a) Dış borçlar ödenemez hâle gelmişti.
b) Ülkenin tüm sanayisi ve ekonomisi düşmanların elindeydi.
c) Her tarafta eşkıyalar türemiş, Osmanlı toprakları anarşi içindeydi.
d) Din, mezhep ve ırk çatışmaları ile imparatorluk parçalanmış, ulus kavramı bile yok edilmişti.
Cumhuriyet Halk Partisi Mustafa Kemal’in direktifleri ile bu sorunları teker teker çözmeye çalışmıştır.
a) Dış borçlar tasfiye edilmiştir.
b) Yabancı sermaye devletleştirilerek tasfiye edilmiştir.
c) Zorunlu tehcir ve şiddetli baskı yolları ile ülkede güven sağlanmıştır.
d) İnkılâplarla saltanat devletinin yerini ulus devlet almış, ülkede din ve millet birliği sağlanmıştır.
1950’den sonra gelen “işbirlikçi” iktidarlar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin din düşmanlığını istismar ederek halkı yanlarına almışlar ve zamanla günümüz Türkiye’sini çökmekte olan veya yıkılan Osmanlılar zamanına çevirmişlerdir.
a) Ülke yeniden dış borçlara boğulmuştur.
b) Özelleştirme yoluyla tüm millî değerler yabancılara peşkeş çekilmiştir.
c) İnsan hakları yutturmacası ile ülkedeki güvenlik sistemi eski hâlini almıştır.
d) Ulus devlet kavramı zedelenmiştir. Partilerin biri ‘ulus devlet’ deyince ‘ırkçı devlet’ anlamaktadır; diğeri ‘ulus devlet’ deyince sadece ‘kendi iktidarını’ anlamaktadır; bir diğeri ‘ulus devlet’ deyince ‘dinci devlet’ anlamaktadır; bir başkası veya birkaçı ise ‘ulus devlet’ deyince ‘Avrupa Birliği’ anlamaktadır.
Bu partilerin ülkeyi Cumhuriyet öncesi Sevr şartlarına götürmekte olduklarını görmek için vasat akla bile gerek yoktur. O halde ne yapılmalıdır?
Şimdilik güçlü ordumuz var. Yakın zamanda Türkiye’yi yıkamazlar. Bu bakımdan oylarınızı verdikten sonra partilerin karşılarına geçin ve uzaktan seyredin. Onlardan kurtuluş beklemeyin. Ordumuz yerinde durduğu için Türkiye’nin yıkılacağı kaygısı duymayın. Kur’an’ın tabiriyle söylüyorum; bırakın onlar havuzlarında oynasınlar.
Şunu çok iyi bilelim ve anlayalım ki; bu böyle gitmez!..
Yarın Türkiye öyle bir duruma gelir ki, bakmışsınız ordu da bu gidişe dur diyemez hâl alır. Nitekim Osmanlılar zamanında da öyle oldu. Biz kendimizi kurtarmalıyız. Halk olarak kurtarmalıyız. Bunun için İstanbul’da ekonomik birliktelikler oluşturmalıyız.
Seçimden sonra İstanbullulara önerilerde bulunmak istiyorum:
a) İstanbullular bir internet birliği kurmalılar. Tüm mallar, adresler ve firmalar burada bulunmalıdır. İstanbul ticaret merkezi olmalıdır. Tüm İstanbul bu bilgisayar ağıyla tek firma hâline gelmelidir.
b) İstanbullular Mala-Mal Marketler zincirini kurmalı ve ekonomik istikrara ulaşmalıdır.
c) İstanbullular bir inşaat şirketleri birliği kurmalı, İstanbul’u depremlerde ve savaş dâhil her türlü afetlerde koruma yollarını aramalıdırlar.
d) İstanbullular ulaştırma vakıfları dâhil her türlü vakıfları kurup dünyanın her yeri ile İstanbul’u bağlamalıdırlar.
Halkımız kendi sorunlarını kendisi çözmelidir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-419 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-249 İstanbul, 28 Temmuz 2007
F. SEZGİN, A. KOÇ VE MEDENİYET
Tarihte büyük uygarlıklar hep iki uygarlığın sentezinden doğmuştur. İbrani uygarlığı, Sümer ve Mısır uygarlıklarının sentezinden doğmuştur. Yunan uygarlığı, İbrani ve Mısır uygarlıklarının sentezinden doğmuştur. İslâm uygarlığı, İbrahimî uygarlık ile Yunan uygarlığının sentezinden doğmuştur. Batı uygarlığı da İslam uygarlığı ile Hıristiyanlığın sentezinden doğmuştur. III. bin yıl uygarlığı, İslâm uygarlığı ile Batı uygarlığının sentezinden doğacaktır.
Uygarlıklar yüksek binaların katları gibidir, üst üste binerek yükselirler. Uygarlıkların ömürleri biner yıldır. Hak uygarlığı ömrünü tamamlarken, ondan çıkan kuvvet uygarlığı kemale ermiş olur. Bugün I. Kur’an uygarlığı ömrünü tamamlamış ve II. Kur’an uygarlığına giderken, Batı uygarlığı kemale ulaşmış ve çökmeye başlamıştır. Batı uygarlığı I. Kur’an uygarlığının üstüne kurulmuş uygarlıktır. III. bin yıl uygarlığına katkıda bulunabilmemiz için İslâm uygarlığının nöbeti nerede devraldığını, ne katkılarda bulunduğunu bilmemiz gerekir. Bu hususta batıda yayınlananları derleyip kitaplar yazan Hüseyni Cesri, Fuat Köprülü, Şemsettin Günaltay, Adnan Adıvar, İsmail Habib Sevik, Ziya Gökalp gibi düşünürler gelip geçmiştir. Ama bunların hiçbirisi konuya müsbet ilim metotları ile yaklaşmamış, sistematik bir araştırma yapmamıştır. Bunları sentez yapmışlar ama detaya inip yeni buluşlarla katkıda bulunmamışlardır. Benim bildiğim bu hususta gerçekten müsbet ilim usulü ile büyük katkıda bulunan Muhammed Hamidullah’tır. Fransa’da ilmi faaliyette bulunmuştur. Medine sözleşmesini ortaya çıkaran odur. İkinci olarak ilmî çalışan ve gerçekten gelecek nesillere büyük kaynaklar bırakacak olan kişi Fuat Sezgin’dir. III. Bin Yıl Uygarlığının dayanaklarını hazırlamıştır.
Tarihte büyük ilmî faaliyetler hep siyasilerin ilim adamlarını desteklemesi ile doğmuş ve gelişmiştir. Ebu Hanife hayatında zulümlere uğramış ve şehit edilmiştir. Ama onun en yakın arkadaşı olan Ebu Yusuf Abbasi devleti tarafından baş tacı yapılmış ve bugüne kadar ulaşan Hanefi Mezhebi onun sayesinde gelişmiştir. Aristo’nun talebesi İskender büyük imparatorluğunu kurmasaydı Yunan ekolü unutulup gidecekti.
Başlangıçta Akevler ile yakın ilişkiler içinde olan arkadaşlar şimdi AK Parti kadrosunun en yüksek yerlerini işgal etmişlerdir. Basit bir şey yapabilir, insanlığa armağan edebilirdi. Mesela, Beşir Atalay faizsiz kredi düzenlemesini yapar, böylece ileride faizsiz sistemin doğmasına sebep olabilirdi. O bunu yapmadı, mevcut düzen içinde faizsiz kredi vermeye kalkıştı. Başarılı olamadı. Bülent Arınç iç tüzükte değişiklik yaparak kanunlarda görüşme önceliğini hükümete değil siyasi partilere verebilirdi. Böylece sözde olan kuvvetler ayrılığı fiilen gerçekleşmiş olur, meclis başbakanın talimatları ile yönetilmezdi. İcra teşrii istismar edemez olabilirdi. Cemil Çiçek basit bir madde ile hakemlik sistemini geçerli hâle getirebilirdi. Sözleşmelerde ihtilafların mahkemelerde çözüleceğine dair kayıt yoksa taraflar hakemlere gitmek zorundadırlar. Bilirkişileri tarafların hakemleri seçerler maddesi adil yargılamanın Türkiye’ye gelmesi için yeterli olurdu. Abdülkadir Aksu kır-kent ayırımına dayanan ve insanları sınıflara ayıran uygulamalara son verebilir, bucak sistemini getirebilir, beldeleri kaldırabilirdi. Bucakların yönetimi halk tarafından seçilir ama aynı zamanda kamunun hükümranlık yetkileri de kendilerine verilirdi. Yani bugünkü köyler büyütülerek demokrasiye ve yerinden yönetime geçilebilirdi. Türkiye dengeli büyüklükte vilayetlere ayrılabilirdi. İşte bu arkadaşlarımızdan bunları bekledik. Ama onlar mevcut düzenin içinde adil yönetimi getireceklerini sandılar ve bataklığa battılar.
Atilla Koç kaymakamlığından beri gürültüsüz çalışan eski genç arkadaşımızdır. Onunla kaymakamlığından beri görüşmüyorum. Ama bakan olunca bir şey yapacak mı diye merak ediyordum. Bizden sonra gelenler ne yapmayı düşünüyorlar, öğrenmek istiyordum. Zaman gazetesinde Fuat Sezgin’in faaliyeti için “Gülhane’de üç bina içinde 3500 metrekarelik alanın” tahsis ettiği yazılı idi. Böylece Atilla Koç III. Bin Yıl Uygarlığının köşe taşlarından birinin konmasına sebep olmuştur.
Bu çok önemli bir adımdır. 1500 senedir insanlığa uygarlık merkezi yapmakta olan İstanbul’un merkezinde Fuat Sezgin’in III. Bin Yıl Uygarlığına temelinde yerleşik bir çalışmayı aktarması bize Adil Düzenin müjdesini vermiştir. Fuat Beyin “Adil Düzen”den haberi yoktur ama bizim kendisinden haberimiz vardır.
Bundan sonra AK Parti iktidarından ne bekleniyor?
a) Bir vakıf kurulmalıdır. Bu vakfın hedefi olarak bugünkü Batı uygarlığının doğmasında diğer uygarlıkların etkileri incelenecektir. III. bin yıl uygarlığına Batı uygarlığının nasıl etki edebileceği konuları ele alınmalıdır. Vakfın adı III. Bin Yıl Uygarlığı Vakfı olmalıdır.
b) Bu vakfın kurculuğuna Fuat Sezgin getirilmelidir. Gülhane’de ayrılan 3500 metrekarelik yer bu vakfa temlik edilmelidir. Vakıf demokratik yoldan yönetilmelidir. Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde vakfa yönetici vereceklerdir. %5 oy için bir ilim adamı vakfın mütevellisi olacaktır.
c) Vakfa İstanbul’da 20 000 dönümlük bir yer temlik edilmelidir. Vakıf burada diller okulunu kurmalıdır. Diller okulu ile ilgili görüşlerimizi daha önce yazmıştık. Vakıf gelirlerini bu siteden temin etmelidir.
d) Vakıf bir üniversite kurmalıdır. Bu üniversite tüm dünya ulus ve dinlerinin iştiraki ile kurulmalıdır. Vakıf ve üniversite birlikte çalışarak dünyadaki bütün eserler ya Arapçaya veya Latinceye çevrilmelidir. Ayrıca tüm Latince eserler Arapçaya, Arapça eserler de Latinceye çevrilmelidir. İlim dili olarak yalnız bu iki dil kullanılmalıdır. Başka dillerin yabancı dil olarak kabulü bu üniversitede geçersiz olmalıdır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL