EN’AM SÛRESİ - 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ حَتَّى إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَاحَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ (31) وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (32) قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ (33) وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلَى مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ وَلَقَدْ جَاءَكَ مِنْ نَبَأِ الْمُرْسَلِينَ (34)
***
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ حَتَّى إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَاحَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا
QaD PaÖıRa elLaÜIyNa KaüÜaBUv Bi LiQAEi elLAvHı XatTAy EiÜAv CAvEaTHuMu elLSAvGata BaĞTatan QAvLUv YAv PaSRaTaNAv GaLaY MAv FarRaOTaNAv FIyHAv
“Allah’ın likasını tekzib edenler hüsran oldular. Ta ki onlar saat bağteten ciet edince Orada tefrit ettiğimizden bize hasret diye kavl ettiler.”
(Not: Bu yorumlar ve değerlendirmeler 2016 yılında yapılmıştır. RNE)
Allah insanları kendisine muhatap olsunlar, O’nun halikiyeti ortaya çıksın diye halk etti ve onları bu dünyaya attı. Onlara, şimdi bana doğru yarışarak gelin, size ona göre yer vereceğim dedi. Onlardan kimileri yarışmaya katıldı ve yarışı tamamlayacaklar. Herkes yarıştaki başarısına göre yerini alacaktır. Yarışa katılmayalar ise elenecek ama yok edilmeyeceklerdir. Onlar için daha zor yahut sıkıntılı yarış başlayacaktır. Orada yarışıp kazananlar cennete gidecek ve onlar da öbürlerine katılacaklardır.
Burada iki kelime kullanılmıştır. Biri Ha (خ), diğeri Ha (ح) ile başlamak üzere iki kelime; hüsran ve hasret.
“Hasret” çıplak yer, çıplak baş demektir. Suyu çekilmiş deniz kenarı demektir. Sevdiğinden uzak kalan kimsenin duyguları ve özlemleridir.
“Hüsran”, “Hasre” harap olmuş yer demektir. Fiil olarak yıkılmak, parçalanmak, çökmek anlamlarında kullanılmaktadır “Hasır” kelimesi buradan gelmektedir.
Allah’a likayı (kavuşmayı) tekzip edenler zarar etmişlerdir. Allah kendi iradeleri ile onları yanına çağırmaktadır. O’nun yanında olmanın derecesini bizim bilmemizin imkânı yoktur. O’na varmak demek tanrılaşmak demektir. O’na varamayız ama O’na devamlı yaklaşırız. Allah insanı Tanrı’nın tezahür ettiği varlık olarak yarattı. Her şeyde Tanrı görünür. Zahir odur. İnsanda ise pek çok sıfatı ile tezahür etmiştir.
“Beğiy” boğa demektir. “Y” “T”ye dönüşmüştür ve boğanın ani saldırısından dolayı ani oluşa “beğt” denmiştir.
Tanrı’ya yaklaşmak demek O’nun sıfatlarını daha açık göstermek demektir. Bu kervana katılmayanlar hüsran içindedirler. “Lika” demek O’na varmak demektir.
ABD’de iken Türkiye’ye gelirseniz bu bir likadır. İstanbul’a gelirseniz ikinci likadır. Mahallenize gelirseniz üçüncü likadır. Evinize gelirseniz daha özel bir likadır.
Mümin olmak bu dünyada birinci likadır. Ameli salih ile ölmek ve dirilmek ikinci likadır. Cennete gitmek üçüncü likadır. Ondan sonraki lika derecelerini biz şimdi bilemiyoruz.
“Saat” insan için ölümdür. Topluluk için iktidarlarını kaybetmedir.
“Onlara saat geldi” demek topluluğa helak zamanı geldiğinde demektir.
“Bağteten” demek birden demektir, beklenmedik anda demektir.
15 Temmuz böyle bir geliştir.
Allah insanları uyarmak için böyle uyarılarda bulunur. Hadise beklenmedik zamanda gelir. Saat kelimesi “سوع” kökünden gelir. “Saat” kelimesi “an” kelimesine benzer. En kısa zamanın vaktidir. Sabah, akşam ve vitir vakitleri birer saattir. Kalan üç vaktin saatleri bunun ikişer katıdır. 9 saat eder. Günün altıda biri uyku, altıda biri resmi iş zamanıdır. Kalan altıda bir de resmi olmayan öğleden sonraki iş saatidir. Toplam 24 saat etmektedir. Peygamber Nuh aleyhisselamdan beri bu böyledir.
“Tefrit etmek” geri kalmak demektir. İleri gitme “ifrat” ile geri kalma da “tefrit” ile ifade edilir. “Ferd (dal harfi ile)” düzlükte tek başına yükselen tepe demektir. “D” “Tı”ya dönüşmüş olup topluluktan uzaklaşma anlamını kazanmış, sonra aşırı manasına gelmiştir. Dengeden uzaklaşma demektir. İleri gittik geri kaldık anlamındadır.
Kavuşmayı umup arabaya bineceklerine arabaya binmediler. Geri kaldılar. Cennette Rablarına ulaşamadılar.
Bu dünyadaki acı bedenin sağlığı içindir. Diken battığı zaman acımaktadır. Bu biyolojik acıdır. Ama biri sana küstüğü zaman duydukların ruhi acılardır. Sınıfta kalan öğrencinin bir şeyi acımamaktadır ama acı duymaktadır. Hapishaneye giren kişinin durumu da budur. Bunlara ‘ruhi acılar’ diyoruz. Ahirette cehennemdekiler bedeni acılar değil de ruhi acılar duyacaklardır. Cennettekiler de ruhi zevkler alacaklardır.
Her iki taraf aynı yerde olabilir. Biri sevinçli acılı durumda olur. Buradaki “Ha” zamiri dünya hayatına gitmektedir. Daha önce “yalnız dünya hayatı vardır” demişler, “biz ba’s olmayacağız ve Allah’a mülaki olmayacağız” demişlerdi. İşte o zaman tefrit içinde olmuşlardır.
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا
QaD PaÖıRa elLaÜIyNa KaüÜaBUv
“Tekzip edenler hüsrana uğramışlardır”
Kur’an’ı onlara ulaştıranları tekzip etmişlerdir. “Ahiret yoktur, biz ba’s olmayacağız, Allah bizi hesaba çekmeyecek” demişlerdir. Bugünkü kapitalist ve sosyalist dünya ile onların ortaklığı karma dünya buna dayanmaktadır.
Gelecekteki insanlar bizim bu yazılarımızı okurken ne dediğimizi anlamayacaklar, hiç Tanrı’ya inanmayan insan olur mu diyecekler. Ruha inanmayan insanlar bile var. Hem konuşuyor ve savunuyor hem ben yokum diyor. Hangi ağaç veya taş bunu yapabilir. Bilgisayar kendisini savunabilir mi?
İnsanda iki türlü durum vardır. Biri halden daha iyisine gitme, onu fevz ile ifade ederiz. Diğeri halden geri kalmadır, onu hüsranla ifade ederiz.
Bu dünyadan iyi yere gidenler fevz etmişlerdir.
Bu dünyadan kötü yere gidenler ise hüsran içinde olmuşlardır.
بِلِقَاءِ اللَّهِ
Bi LiQAEi elLAvHı
“Allah’a lıkayı”
Allah bizi bu dünyaya getirdi. Bize araçlar verdi. Haydi, bana doğru koşun dedi. Müminler inandılar ve O’na doğru koşmaya başladılar. Kimileri ilgisiz kaldı. Kimileri ise tekzip etti. O tekzip edenler hüsran içinde oldular. Kimileri de tekzip etmediler, tasdik etmediler, onlar da arafta kaldılar. Kimileri ise tasdik etti ve O’na doğru yol aldı. Koşma gayretleri nispetinde de Allah’a yaklaştılar ve cenneti hak ettiler. Arafta kalanlar da uyanıp ameli salih işledikten sonra cennete gelebileceklerdir.
حَتَّى إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ
XatTAy EiÜAv CAvEaTHuMu elLSAvGata
“ Ta ki onlara saat ciet edene kadar”
15 Temmuz her iki tarafı da aniden uyandırdı. Darbeyi Sermaye yaptı diyoruz. Burası doğru ama Sermaye’ye darbe yapma gücünü kim verdi?
Allah verdi.
O halde bunları uyardı.
İki tarafı da uyardı.
Uyandılar mı?
Hayır!
Demek ki daha uyarıcı saati bekliyorlar.
بَغْتَةً
BaĞTaTan
“Bağteten”
“Bağteten” beklenmedik ani saldırılar demektir.
Şeytani tedbirlerle şeytanı yenmek mümkün değildir.
Şeytani tedbirleri kullanmayı Allah şeytana vermiştir. Bizim işimiz rahmani tedbirler almadır. Rahmani tedbirler alınmadığı zaman saat bağtaten gelir ve o zaman biz bu dünya hayatında günü gün etmekle geleceğine yatırım yapmamakla çok şey kaybettik diyecekler.
قَالُوا يَاحَسْرَتَنَا
QAvLnüUv YAv PaSRaTaNAv
“‘Ey hasretimiz’ diye kavl ettiler”
“Yarabbi” diyerek hitap edersiniz. Muhatap olduğu için marifedir. Mahzuf olan “duy” fiilinin failidir. Onun için merfudur. Harfi tarifle gelirse başına “eyyüha” gelir. Harfi tarifsiz gelirse “ya raculü” dersin, tenvinle getirmezsin. Bazen da “ey” dersin. Bunu duyan bellidir. Faili hazf olmuştur. “Ey uyuyanlar, hasretimizi duyun. Dünyada tefrit ettiğimize olan hasretimizi duyun” şeklindedir. Nidadaki mahzuf olan fiilin mefulüdür.
Kaybettikleri imkânlara duydukları hasrettir.
Nasıl sevdiği kimseden uzak kalan bir kimse ona hasret duyarsa, likaya inanmayan kimseler de inananların erdikleri imkâna hasreti anlatmaktadır.
Ayağınıza morfin vururlar, artık acıyı duymazsınız. Ayağı kesilen kimse ayağı olmasa da acı duyabilir. Demek ki acı duyan beden değildir, ruhtur. Azap bedenle değil ruhla yapılmaktadır. Cehennem ateşi insanın bedenini yakmadığı halde insan orada acı duymaktadır. Cehennemdeki acıların en etkilisi hasrettir. Cennetten ve oradakilerden uzak kalmadır.
وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ
Va HuM YaXMiLUvNa EaVZARaHuM GaLay JuHUvRiHiM EaLAv SAvEa MAv YaZIyRUNa
“Onlar zahırlarının üzerine vizrlerini haml ediyorlar. Vizr ettikleri sev’et etmiştir.”
Bugün Kur’an ne kadar basit ve kolay şey söylemektedir. Kavga etmeyin. Biriniz bir hakemi seçsin, diğeriniz de diğer hakemi seçsin. Başhakemi onlar yani hakemler seçsin. Verecekleri karara uyun.
Şimdi savaştasınız. 250 kişi öldü. Kişileri işten atıyorsunuz, aç bırakıyorsunuz ve bu işten atılıp hapsedilen kişilerin sayısı artıyor. Bunlar açlıktan ölmeye gidecekler. Gitmeyenler düşmanla bir olup size saldıracaklar. İki taraf da ölecek ve cehenneme gidecekler.
Oysa hakemliği kabul etmezseniz, -ki bu İslam’ın şartıdır- Kur’an yemin eder ve iman etmiş olmazsınız der. O zaman belki hiçbiriniz ölmeyeceksiniz. Ölen olsa da hakem kararlarını kabul ettikleri için cennete gidecekler.
İşte, dünyada tefrit edilen budur. Hakemliği kabul etmemek tefrittir. Ağır yük yüklenirsiniz, sıkıntı çekersiniz ama sağlığınıza bir şey olmaz. Cehennemdeki azap da böyledir. Sıkıntı çekersiniz ama sağlığınıza zarar gelmez. Kur’an bunu bildirmektedir.
Yüklendikleri şey ne kadar kötü idi.
Biz yazı yazıyoruz. Kimseden ücret almıyoruz. Başbakan Binali Yıldırım gitse bana ne zararı vardır. Allah’a şükredip söylediklerime dua edeceklerine kin kusuyorlar.
Ayette “yehmilune” ile “yezirune” aynı manada kullanılmıştır. Viziri hamlediyorlar ve vizir ediyorlar. “Hamilatı vıkran” da vardır.
“Hamletme” taşımak demektir. Yüklendikten sonraki hali gösterir. “Vezr etmek” ise yüklenme durumunu gösterir. “Vizr” sırta alınan yük demektir. “V” harfi aralarında ilişki bulunan ayrı ayrı varlıkları ifade eder. “F” harfi ise birbirinden kopmamış iki parçayı ifade eder. “Sümme” birbirinden kopmuş parçaları ifade eder. “Z” sarsıntıyı zelzeleyi ihtizazı içerir. “R” tekrarı ifade eder. Sürekliliği ifade eder. “Vizr” cemiyetin yapısında görevi ifade eder. Kamu görevi anlatılır. Sosyal yük anlamındadır.
“Vizri hamletmek” demek görevi taşımak demektir yani görevli olmaktır.
“Sırtlarına yüklenmek” demek görevin sorumluğunu almak demektir. Kamu görevi topluluk tarafından verilir. Ona göre yetkili olur, yetkisi kadar sorumlu olur. Bu sorumluluktan dolayı kamu görevine vizr denmektedir. Görevi yerine getirenler ücret de istihkak ederler.
Kur’an’ın topluluk anlayışında her kişi kamunun görevlisidir. Görevli olduğu için de yetkilidir. Herkes kendisi içtihat yapar ve içtihadında topluluğun yetkilisi olur. Allah’ın halifesi olur. Sonra da içtihadına göre amel eder. Yetkili kendisi olduğu için sorumlu odur. İşçilik veya bürokratik yönetimde ise merkezi kararları başkaları alır. İşçiler veya görevliler onların dediklerini yaparlar.
Görevlerin merkezileştirilmesi yetkileri de merkezileştirir, halkın sorunlarını çözmeyi yöneticiler kendi sırtlarına alırlar ve düzeni bozarlar.
Bu hususu iyi anlamamız gerekir.
İslam düzeninde kurallar serbest sözleşmelerle tespit edilir. Kararlar ortak vekillerce istişare sonunda alınır ve hakemlerin denetimindedir. Buna “yasama” diyoruz. Buna göre halk iş bölümü yaparak anlaşarak uygulama yaparlar. Bunların yorumlanması ve uygulanmasında iki yol vardır. Biri şeriat yolu, demokratik yol; herkes kendi içtihadına göre karar verir, kendi kendisini yönetir. Merkezi sistemde bir yönetici grup var, onlar herkes için karar verirler ve kararları halk uygular. Halk bir makine gibidir. Söyleneni yapar ve ücretini alır.
İşte, bu ayette bunları anlatmaktadır. Onlar kendi kendilerine görev yüklenmişlerdir ve bu yüklenme kötü olmuştur. Ekseriyet sistemi ile yüklenme de böyledir. Silah zoru ile yüklenme de böyledir.
Bu yüklenmenin başında işçilik sistemi gelir. Halk esir edilmiştir. Halkın ne üreteceğine ve ne tüketeceğinde onlar karar verir. Ne yapacaklarını onlar kararlaştırır. Fiyatlar, ücretler ve kiralar onlar tarafından belirlenir. Halk yapacağı binaların projelerini onlara onaylatmak zorundadır.
Oysa Kur’an düzeninde proje sözleşme kurallarına göre yapılır. Mekân içinde yapılır. Kimin ne zaman neyi uygulayacağına ise herkes kendisi karar verir.
Yurt dışına çıkacaksın, onlardan izin alırsın. Evleneceksin, onlara soracaksın, boşanacaksın onlar karar verir.
Kur’an düzeninde herkes kendisi kendi içtihadına göre karar verir ve uygular. Hatalar tarafların seçtiği hakemlerin kararları ile düzelir.
وَهُمْ يَحْمِلُونَ
Va HuM YaXMiLUvNa
“Onlar haml ederler”
“Hamla” yük demektir. Bebek de “hıml”dir. Gemiye binmiş olmak da hamil olmaktır.
Onlar haml ediyorlar. Allah o görevi onlara vermedi. Topluluk o görevi onlara vermedi. Topluluk içinde kendilerini görevli kılıyorlar.
Sermaye bugün yeryüzünde birçok kurallar koymuştur.
Gümrükler, vizeler, çalışma yasakları, kotalar. Bunlar kendi kendilerine yükledikleri görevlerdir. Devlet içinde de böyle icat edilmiş gereksiz yükümlülükler vardır.
Boşanma izne tabi tutturulmuştur; boşanmalar çoğalsın, insanlar evlenmesin diye.
Ormanı koruyalım diye yasaklar getirmişlerdir; orman tahrip edilsin diye.
Buradaki “hum” zamiri nereye gitmektedir, kimler kastedilmektedir?
Allah’ın likasını tekzip edip sonra pişman olacak kimselerdir. Bunlar bugünkü sosyalistler, kapitalistler ve karmacılardır. Bunlar işçilik sistemi ile bürokrasi ile birtakım kamu engelleri oluşturmuşlardır.
عَلَى ظُهُورِهِمْ
GaLay JuHUvRiHiM
“Zahrlarına”
Kamu görevi kamuya hükmetmek için değildir, kamuya hizmet etmek içindir. Onların yüklerini taşımak demektir.
Vezir yüklenilmiş demektir. Kendi sırtlarına bir sürü kamu görevi icat etmişlerdir. Sadece beş vakit namaz imamları ile Cuma imamları vardır. Dayanışma sorumluları vardır. Genel hizmetler vardır. Kamu görevlerini bunlar yerine getirir.
İnsanlığın bu aşamada yapması gereken işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilmesini sağlamaktır. Duamız sosyal tufan olmadan bu gerçekleşsin.
أَلَا سَاءَ
EaLAv SAvEa
“Bilin ki sû olmuştur.”
“Sû’” kötü demektir. Bu müdahale sistemi, bu ruhsat sistemi, bu işçilik sistemi, bu memurluk sistemi kötüdür. Bunu bilin. “Ela” değil mi demektir ama sonra uyarı edatı olmuştur. Uyarı, işte sizin şimdi çektiğiniz ıstıraplar, tüm hastalıkların kaynağı bunlardan ileri gelmektedir uyarısıdır. Unutmayın, hukuk sistemi yerine müdahale sistemi, kredi sistemi yerine ruhsat sistemi, ortaklık sistemi yerine işçilik sistemi, hizmetli sistemi yerine memurluk sistemi çirkindir, kötüdür, zararlıdır.
مَا يَزِرُونَ
MAv YaZIyRUNa
“Vizr ettikleri”
Kamu yararı adına insanları köleleştirmek, özel mülkiyet adına insanları ırgat yapmak kötüdür. Marks da benzer teşhisler koymuştur. O silah zoru ile bunun halledileceğini savunmuştur. Kur’an ise bunun akileler yoluyla dayanışmalar yoluyla çözüleceğini söylüyor. Kur’an teavünle ve tedayünle bu işin çözüleceğini söylüyor.
***
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ
أَفَلَا تَعْقِلُونَ (32)
Va Mav eLXaYAvti elDuNYAv EilLAv LaGıBun Va LaHVun Va LaDAvRu elEAPıRati PaYRun Li elLaÜIyNa YatTAQUvNa EaFa LAv TaGQıLUvNa
“Dünya hayatı lehv ve lagıbdan başkası değildir. Ahiret dârı ittika edenler için hayrdır. Akıl etmeyecek misiniz?”
Bu ayette dünya ve ahiret, lehv ve laib, ittika ve akletme, hayt ve hayr, karşılaştırılmıştır. Dünya ise tek bırakılmıştır.
“Ellezine” ile “Dar” eşleştirilmiştir.
Dünya ahiretle karşılaştırılmıştır. Dünyada gelecek için çalışan tek varlık insandır. Tüm canlılar kendileri için çalışırlar. Miras bırakma çabası yalnız insanlarda vardır. Öldükten sonra yaşama arzusu ve ümidi de yalnız insanlarda vardır.
Bunların karşılaştırılması kolay anlaşılmaktadır. Kişi hayvani tarafı ile dünya, insani tarafı ile uhrevi varlık için çalışır, gelecek için çalışır.
Hayat ve hayır. Hayat canlılardır, hayır da servetleridir, imkânlardır. Dünyanın hayatından ahiretin hayrından bahsetmektedir. Dünyayı hayata sıfat yapmıştır Hayrı ise haber yapmıştır. Hayatı marife yaptığı halde hayrı nekre yapmıştır. Çünkü ahiretin hayrını şimdi biz bilememekteyiz.
“Akletme” fikri faaliyettir, zihnen doğruyu bulmadır.
“İttika” ise fiili harekettir, doğru iş yapmadır.
Bir işi yapmadan evvel düşünürsünüz, sonra yaparsınız. Bu “fıkıh”tır. Bir de yaptıktan sonra yaptığınıza bakarsınız, onun iyi veya yanlış tarafını görürsünüz, ona da “akletme” denmektedir. Demek ki fikir var zikir var, fıkıh var akıl var. Akıl ittikadan sonra elde edilecek husustur. Bu dünya hayatında neden ittika ediyoruz? Ahiretteki hayrı bulmamız için. Bütün çabamız bunun için değil midir? Bugün çalışıyoruz, gelecekteki hayır için çalışıyoruz.
Bugün kazandıklarımızı bugün yemiyoruz. Biz geçmişte yapılanlarla yaşıyoruz. Karşılığında gelecektekilere varlıklarımızı bırakıyoruz.
Şimdi de burada geçen “lehv” ve” “laib” kelimelerini ele alalım.
“Laib” oyun demektir. Çocuklar oyun oynarlar, komutanlar harp oyunu oynarlar. Oyun bir eğitimdir. Çocuklar birlikte oynayarak topluluk içinde yaşamayı öğrenirler. Birlikte hareketleri öğrenirler, yarışları öğrenirler. Bunlar üretmek amacı ile değil de eğitmek amacıyla yapılan işlerdir.
Gençlerin spor yapmaları yararlıdır ama sporun meslek yapılması anlamsızdır. Şoförlüğü araba sürmek için öğrenirsiniz. Eğer araba sürmeyecekseniz neden şoför olacaksınız. İslam’da insanlar ilk üçtebir ömürlerinde öğrenmek için, ikinci üçtebir ömürlerinde uygulamak ve üçüncü üçtebir ömürlerinde de öğretmek için çalışırlar. Ne var ki öğrenme ve öğretme uygulayarak yapılacaktır. Gençler de yaşlıların bilgisi ile birlikte üretim yaparlar. Olgunlar ise kendi bilgi ve güçleri ile üretim yaparlar.
Bu dünya hayatı laibden ibarettir. Gerçek üretim yapılmamaktadır. Asıl üretim ahirette olacaktır. Hayır diyor, ahirette demek ki orada üretim vardır.
Kur’an’da orada acı yok, açlık yok, hastalık yok, ihtiyarlık yok, ölüm yok deniyor da orada çalışma yok demiyor. Cennetin işlerini yapabilmek için cennet ehli olmak gerekir, o eğitimi almış olmak gerekir. Hiç olmazsa kötü bir eğitim almamış olmalısınız. Kötü eğitim alanlar cennete gidemeyecektir. Eğitim alamayanlar ise orada eğitim alanlardan eğitim alacaklardır.
“Lahv” nedir? Boğazdaki küçük dil demektir. “Lehv alet olarak çalgı demektir. Ses titreşimleri insan vücudunda dinlendirme ve uyutma etkisini yapmaktadır. Çocuklar ninni ile uyutulur. Eğlence ile insanların oyalanması “lehv” ile ifade edilir.
Laib bedensel eğitimse lehv de zihinsel eğitimdir. Bu eğitimlerin tedristen ve talimden farkı, burada irade dışı bir eğitmenin olmasıdır. Diyelim ki bir film seyrediyorsunuz. Karı-koca arasında geçen bir sahneyi seyrediyorsunuz. Oradaki olayı takip ederek insanın davranışlarını da görüyorsunuz ve eğitim almış olursunuz. Roman okuyarak Türkçe öğreniyorsunuz. Laibdeki öğreticilik böyledir, oyuncu ne öğrendiğini bilmeden onları öğrenir. Bunun bedeni olanına laib, zihni olanına lehv denmektedir. Alışkanlık laib ve lehv ile elde edilir. Kötü alışkanlıklar da böyledir.
Her şeyin iyisi ve kötüsü olduğu gibi lehv’le lab’ın iyisi var kötü olanı var. İyisi denetimli yapılandır. Bu da şeriatça yapılır. Bunlar ibadetlerdir.
“Ellezine” ile “dar” eşleştirilmiştir. “Ellezine” şuurlu varlıkları, topluğu ifade eder. “Dar” da çevrili alanları yurtları ifade eder. Yeryüzü birdir, parselleyerek ayrı ayrı varlıklar haline getirirsiniz. İnsanlar ayrı ayrı varlıkları birleştirerek tek varlığa götürürler. Yeryüzü ve insanlık böylece birbirinin olurlar. Yeryüzünü parsellerler, ayrı ayrı malik olurlar. Elde edilen ürünleri tüketerek çoğalırlar ve birleşerek tek ümmet olurlar. Bölünme ve birleşme sürüp gider.
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا
Va Mav eLXaYAvTi elDuNYAv
“Dünya hayatından başkası değil”
Dünya yaşadığınız zamandır. Günümüzdür, haftamızdır, yılımızdır, ömrümüzdür, asrımızdır. Bin yılımızdır. Uygarlığımızdır, sonunda kâinatımızdır. Buna karşılık ahiret vardır. Diğer günler, diğer haftalar, diğer yıllar, bizden sonraki nesil, diğer asırlar, sonraki uygarlıklar ve sonraki hayat. Onlar ahirettir.
Burada bahsedilen bu kâinattan sonra gelecek kâinattır.
Bütün ilahi kitaplarda vardır. Yirminci yüzyılın ilimleri tarafından kesin olarak ispatlanmıştır. Varlık beş boyutludur. Kâinatımız beş boyutlu uzayda üç boyutlu olarak var olup yok olmaktadır. Eskiden var olanlar yok olmuyor, dört boyutlu uzayı oluşturuyor. Üç boyutlu uzayımız bir bilye büyüklüğünde doğmuş ve büyümektedir. Yaşlanmaktadır ve bir gün ölecektir. İşte o ölümden sonra dört boyutlu uzayda yaşamaya başlayacağız. Orası da ahirettir.
إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ
EilLAv LaGıBun lAB
"Laib ve lehv den başka"
Çocuk doğar, oynayarak vücudunu geliştirir, oynayarak birlikte hareketi öğrenir. Lehv de zamanı geçirmedir. İnsan boş duramaz, sıkılır. Bedenen veya zihnen meşgul olmalıdır. Eğlence insanın boş zamanını doldurur. Kur’an’ın istediği laib ve lehv olsun ama öyle laib ve lehv olsun ki insan farkında olmadan kendisini eğitsin.
Satranç laib değil lehvdir. Tavla laibdir. Tavlada zarla iş yapma, akıntıya uyma eğitimi yapılır. Satrançta ise düşünme eğitimi, düşünerek yapma eğitimi yapılır. İşte bu da lehvdir ama hasen lehvdir.
Bugün insanlar televizyonu boş zamanlarını doldurmak için seyrederler. Öyle filmler çevirsinler ki insanları farkında olmadan eğitsin. Sanat buradadır. Mevzu budur. Yani seyirciyi sıkmayacak, ona zevk verecek ama eğitmiş olacaktır.
Kur’an geçmiş kıssaları anlatırken bunu yapmaktadır. Peygamber Nuh’u anlatırken, Sümer uygarlığını, Peygamber Musa’yı anlatırken Mısır uygarlığını anlatmaktadır. Ama Mısır uygarlığını Peygamber Yusuf’un kıssası ile anlatmamakta, Peygamber Musa’nın sopası ile anlatmaktadır.
Bugün çocuklar ve gençler bilgisayarda oyun oynamaktadırlar. Öyle programlar geliştireceğiz ki çocuk oynarken aynı zamanda eğitim almış olmalıdır. Çocuk bunun farkında olmalıdır. Bilgisayarda arabayı sürer ama elle direksiyonu kullanır. Ayakla da pedalları kullanır. Önce yavaş oynar, çocuk başarı elde eder. Hızlandırırsınız, sonunda 250 kilometre/saat’e çıkar. İşte, direksiyonu öğretmiş oluyorsunuz. Çocuk isterse denizde kaptan olur ve gemiyi kullanır. İsterse de havada pilot olur ve uçak kullanır.
Okumayı öğretmek istiyorsak kelime oyunlarını koyarız. Oyuncu puanını hemen okur. Bir de yarışlar düzenleriz. Yarışa ödül koyarız, katılanlar sıralama usulü ile ödülü bölüşürler.
Bugün Google okuyucu sayısına göre reklam koymakta ve yazara reklamdan pay vermektedir. Böylece yazarın okuyucusu çoğaldıkça geliri artmaktadır. İşte, asıl yazarlık budur. Biz de bunu yapmalıyız. Reklamı kabul etmeliyiz. Hakemliği kabul eden firmaların adlarını yayınlamalıyız. Onların verecekleri reklam parasını da yazarlarımıza ulaştırmalıyız. Dergimiz tutmamış ama makalelerimiz tutmuştur. Makaleler kısmına reklamları koymalıyız. Bastığında diyelim ki okuyucu on saniye beklemek zorunda kalacak ve firmaların adlarını görecektir. İsterse reklam arkasına girecek ve istediğini bulacaktır.
وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ
Va LeHVun Va LaDAvRu elEAPıRati
"Ve ahiret dâr"
Üç boyutlu ve entropisi büyüyen, yıldızlardaki yakıtları tükenen dünya hayatından sonra büzüşen kâinat yeniden patlayacaktır. İkinci patlamada oluşan kâinatın canlıları olsa bile insan dört boyutlu uzayda yaratılmış olacaktır.
Bugün çekme kuvvetleri ile itme kuvvetleri dengededir. Gelecekte ise yıldızlar söndüğü için genişleme duracaktır. Çekme kuvvetleri hâkim olacaktır. Galaksiler ayrılıp ayrı birlik oluşturur. Galaksiler arası çok uzak olmaları sebebiyle aralarında çekim kuvveti olamayacağı için birleşemezler. Her galaksi ayrı kâinat olacaktır. Sürtünme kuvvetleri sönmüş yıldızları çekecektir ve karadelikte toplanacaklardır. Sürtünme büyüyecek. Çünkü bugün ışığın çevreye yayılması ile Güneş yüzeyine baskı yapmakta ve Güneş’teki helyum uzaya dağılmamaktadır. Oysa Güneş’teki ışık enerjisi bitince helyum çevreye yayılacaktır. Bu da uzayın sürtünme kuvvetlerini çoğaltacaktır. Sönmüş yıldızlar bile dengelerini koruyamayacak ve kara deliğe dökülecektir. Karadeliklerdeki baskı artacak, bu sefer karadelikteki madde de basınç da o kadar büyüyecektir ki yeni patlama olacaktır.
İşte o kâinat ahiret hayatını getirecek kâinat olacaktır.
خَيْرٌ
PaYRun
“Hayrdır”
“Hayr” servet demektir. Üretim yaparız, onu tüketerek yaşarız ve çoğalırız. Bir kısmını ise yeni üretim ve yatırıma yönlendiririz. Tükettiğimiz kısım rızıktır. Üretime yönlendirdiğimiz kısım ise hayrdır. Bunlardan üretime miktarla girenler nafakadır. Hayr miktar veya zamanlarına göre girenlerin hepsidir. Başka bir deyişle, yatırım yaparız, gelecekte yararlanırız diye. Üretim yaparız, şimdi karnımızı doyuralım diye. İttika edip ihsan edenler yatırım yapmış oluyorlar. Ahiret hayatında yararlanalım diye.
لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ
Li elLaÜIyNa YatTAQUvNa
“İttika edenler için”
Evet, kurallar içinde, aynı şeriat içinde yaşayanlar için hayırdır. Bu dünyada da kurallar içinde yaşadığınızda geçici olarak sıkılırız. Ama gelecekte o sayede hayra ulaşırız. Bu dünyada böyle olduğu gibi ahiret hayatı da bundan farklı olamamaktadır.
أَفَلَا تَعْقِلُونَ (32)
EaFa LAv TaGQıLUvNa
“Akıl etmez misiniz?”
İttika edenler için ahiretin daha hayırlı olacağının aklımızla nasıl bileceğiz?
Demek ki buradaki ahiret yalnız kıyamet günü ile ilgili değildir. Bu dünyadaki ahirette de söz konusudur. İttika etmek, şeriata uymak ilerisi içindir. İttika etmek demek kurallara uymak demektir. Önce sağlığınızı korumuş olursunuz. Sigara içmezseniz sağlığınız bozulmaz. İttika ederseniz boş zaman geçirmezsiniz. Üretim yaparsınız veya eğitim yaparsınız, sizin için iyi olur. İttika ederseniz topluluğu yaşatırsınız, bir şekilde üretim yapmış olur ve kendinizi çok ileri seviyeye götürürsünüz. Refaha erersiniz. Bunu bilmek için sadece düşünmek yeterlidir.
Kur’an’ın söylediklerinden şunu yaparsam kaybederim diyeceğiniz bir şey yoktur.
Kur’an zinaya yaklaşmayın, evlenin diyor. Evlenmek demek çocuk yapmak demektir. Onu yetiştirme sorumluluğunu paylaşma demektir. Bunun hayır olacağını herkes biliyor.
Burada akletme geçiyor. Akletme, fikretme, fıkhetme, zikretme kelimelerini ele alacaksınız, aralarındaki farkları belirleyip burada niçin akletme demiştir, onu bulacaksınız.
Fikretme bilgileri tasnif etmedir.
Akletme bu bilgiler arasındaki bağları bulmadır.
Fıkhetme ise bu bağlara dayanarak kıyas yoluyla gelecekteki olayları bilme demektir.
Zikretme ise bunları anlayıp uygulama demektir.
Burada fikirden sonra gelen akletmeden bahsetmektedir. Fıkıhta hüküm koyuyorsun. Burada hüküm koymuyor hikmetlerini buluyorsun.
***
قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ
وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ (33)
QaD NaGLaMu EinNaHUv La YaXÜiNUvKa elLaÜIyNa YaQUvLUvNa FaEinNaHuM LAv YuKaüÜıBUvNaKa Va LAvKiN elJAvLIMIyNa Bi EAvYAvTI elLAHı YaCXaDUvNa
"Söyleyen kimselerin seni hüzünlendirdiğini ilm ediyoruz. Kesinlikle onlar seni tekzib etmiyorlar velakin zalimler Allah'ın ayetlerini bozmak için cahd ederler."
Bir iş yaparsınız. İçtihadınıza göre hayır işi yaptırırsınız. Sizin karşınızda olanlar çeşitli sözler söylerler. Bu sözler kurşun gibi beyninize saplanır ama cevap hazırlar ve rahatlarsınız. Bir de sizin sevdiğiniz, birlikte çalıştığınız, dostunuz olan birisi size gelip “şu yaptığınız yanlıştır” der. Böyle değil de uzaktan söz söylediği zaman işte bu sizi mahzun eder. Ona siz saldıramazsınız. Çünkü sizde çok büyük yeri vardır, sadece üzülürsünüz. Genç olan ama şimdi yaşlanmaya başlayan iki eski arkadaşımdan biri yüzüme “şöylesin” dedi. Diğeri ise şimdi çalıştığımız arkadaşlarımdan birine söylemiş, “Akevler hala devam ediyor mu?” demiş!
Akevler’de yetişmiş, orada dünya görüşünü kazanmış, sonra ayrılmış olan bu arkadaşlar Akevler’i hiç anlayamamış. İşte bu beni üzmüştür. Akevler bir sitedir, Allah’ın şeriatını yaşamak isteyenlerin bir araya geldiği bir sitedir. Partiler kapanacak, aşiretler ifşa edilecek, cemaatler dağılacak ama Akevler yaşayacaktır. Orada söylenip yazılanlar tüm dünyaya yayılmıştır. Bu arkadaşların beyinlerine -üzülerek söylüyorum- girmemiş demektir.
Şimdi Allah bana diyor ki; söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Şimdi biliyoruz. Seni takip ediyoruz. Seni bırakmış değiliz. Sonra devam ediyor, onlar seni tekzip etmiyorlar. Bunlar bunu söylerken hedef sen değilsin. Hedef Allah’ın ayetlerini cahd etmeleridir. Bizi üzen de budur. Beni tekzip etseler ne olur ki ama onlar Allah’la cahd ediyorlar diyor. “Tekzip ediyorlar” demiyor, “cahd ediyorlar” diyor.
Hemen “cahd” kelimesi üzerinde durmamız gerekir.
“Cuhd” sert topraktır. “Cahd etmek” demek çiğnemek demektir. Dökülmüş betona ayak basarsanız onu cahd etmiş olursunuz. Onlar seni tekzip etmiyorlar, ayetlerini çiğniyorlar denmektedir.
Evet, Allah’ın ayetleri nedir?
Kur’an Allah’ın ayetleridir. Surenin alt parçalarına ayet denmektedir. Doğa kanunuyla gerçekleşen olaylar birer ayettir. Bize ne yaparsak ne ile karşılaşacağımızı bildirir.
Adil Düzen’i hafife alanlar Allah’ın ayetlerini çiğnemiyorlar, Kur’an’ı çiğnemiyorlar, ilmi verileri çiğniyorlar. Bizim usulümüz şudur. Biz sorunlara bugün bakarız. Sorunun nasıl ortaya çıktığını inceleriz. 15 Temmuz darbe girişiminin nasıl ve neden ortaya çıktığını inceleriz. Hain Fetullah demek ilmen hiçbir şey ifade etmez. İlim Fetullah’ı ihanete götüren sebepleri bulmayı konu edinir. Sonra olayın sebebiyet verdiği duruma çözüm ararız.
PKK neden oldu? PKK’yı nasıl durdururuz, önleriz? Bunu düşünmeye başlarız. Kırk senedir PKK ile savaşılıyor ama sorun çözülmedi. Demek ki sorun bulunana kadar çözülmeyecektir. Çünkü aynı metodu uyguluyor. PKK’nın son hareketle bitmesi gerekirdi. Eskiden yöneticiler askerlerle baskı yaptırırdı. Bunun için sonuçlanamıyordu. Şimdi baskı yapmıyor ama yine sonuç alınmış değildir. O halde bu sistemle sonuç alınamıyor.
Ondan sonra sorunun çözümünü Kur’an’da ararız. Kur’an’dan içtihatla hükümleri koyarız. Bu hükümleri müspet ilimle kontrol ederiz. Denersiniz, örnek uygulamasını yaparsınız. En sonunda başarmak üzere örnekleri uygulamaya devam edersiniz. Örnek uygulamalarımızda başarırsak sonra genel uygulama yaparız.
İşte, askerlerin yaptığı hata budur. PKK Türkiye’de bitirilemedi. Aynı metodu yurt dışına taşırdılar. Şimdi devam ediyor. Biz bitirsinler diye destekledik ama bitmiyor.
Allah’ın ayetlerine dönülmelidir.
1- Önce yurt içinde PKK sorunu çözülmelidir. Ama bu şekilde sorun çözülemediğine göre askeri yöntemle değil sivil yöntemle çözülmelidir.
2- Çözülemiyorsa, sıkıyönetim ilan ederek askeri yöntemle sorunlar çözülmelidir. Ancak bilinmelidir ki askeri yöntemle sorun geçici olarak çözülür. Kalıcı olması için sivil tedbirlerin alınması gerekir.
3- PKK’nın bitirilmesi için yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapılacak ve teröre katılanlar, darbeye katılanlar burada iskân edilecek, burada çalışıp yaşamaları sağlanacaktır.
4- Hakemlerden oluşmuş adil yargı sistemi kurulmalı ve hakemlerin verdiği kararlar sonuna kadar uygulanmalıdır.
5- Yerinden yönetim ilkesi getirilmeli, iç güvenlik yerel yönetime bırakılmalıdır. Yerel yönetim çözemezse, o zaman devlet sıkıyönetimle oralara müdahale etmelidir. Sıkıyönetim uygulamadan devlet iç güvenliğe karışmamalıdır.
Bunları yapmak için gerekli zaman bir yıldan fazla değildir.
Ondan sonra Suriye’ye ve Irak’a da sıra gelir.
1- Önce bu devletlere nota verilmelidir; içinizdeki terör örgütleri bize de zarar vermektedirler, çözün. Çözme usulünü bizden örnekleyebilirsiniz.
2- Çözmezlerse veya çözemiyorlarsa; siz çözemiyorsunuz, bize izin verin, biz gelelim ve çözelim. Bedelini alıp çıkarız denir.
3- Kabul etmezlerse, izne gerek kalmaksızın gireriz, çözeriz ve alacağımızı alıp çıkarız. Mukavemet göstermezlerse de orada kalmayız.
4- Sadece girişimize askeri güçle karşı çıkarlarsa savaşırız, yenersek orası bizim olur. Ya ülkemize aktarırız yahut orada ayrı devlet kurarız.
قَدْ نَعْلَمُ
QaD NaGLaMu
“Bilmekteyiz”
“Kad” kelimesi senin şimdi hüzün içinde olduğunu biliyoruz demektir. “Kad” kelimesini getirerek bunun doğal olduğunu ifade etmektedir. Aklen üzülmemiz gerektiği halde üzülüyoruz. Allah’ın bu hüznümüzden ilmi vardır. Çünkü o hüznü veren de O’ dur. Biz biliyoruz ama bizim takdirimiz gereği böyle gerekeni yaparız. Kötüleri koruyarak iyilere kötülük etmeyiz. Canileri asmayalım da zulme izin mi verelim.
إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ
EinNAHUv La YaXÜiNUvKa
“Seni mahzun etmektedir”
“Huzal(he,ze)” zayıf hayvan demektir, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya “hüzün(ha,ze)” denmektedir. Üzüntü varsa sıkıntı vardır.
Aralarında ne fark vardır?
Sıkıntıda ümit vardır, sorunu çözmektesiniz. Ancak çözmede zorluk çekiyorsunuz. Endişe duyuyorsunuz. Hüzünde ise durum başkadır. Artık sorunların çözümünde ümidiniz kalmamış, yapacağınız bir şey kalmamış. İlk olarak bir insanla karşılaştığınız zaman onunla sohbet eder anlaşacağınızı ümit edersiniz. Anlaştıktan sonra sizi bırakıp gidenlere yapabileceğiniz bir şey yoktur. Ümidinizi keser oturursunuz. İşte bu hüzündür.
Bizim Millî Görüşçülerle, AK Partililerle, Risale-i Nur şakirtleri ile ve Cemaat mensuplarıyla durumumuz budur. Onlar için mahzun oluyoruz. Onlarla ilgili bir çabamız yoktur. Sadece benim değil arkadaşlarımın da yoktur. Oysaki bizim onları uzlaştırmamız gerekir. Onlar büyüdüler, servet sahibi oldular, iktidar sahibi oldular, bizi nerdeyse hatırlamayacaklar. Bugün biz onlara muhtaç değiliz, varlığımız bize yetiyor, iktidarımız da bize yetiyor. Onlar bize muhtaçlar. Apartmanları çatır çatır yıkılıyor, hatta üzerimize yıkılma tehlikesi vardır. Ama biz korkmuyoruz. Çünkü Allah bizimle beraberdir. Çünkü biz ittika ediliyoruz. Eksiğimiz var. Onu da mağfiret ediyor. Biz “narın da hoş, nurun da hoştur” diyoruz.
الَّذِي يَقُولُونَ
elLaÜIyNa YaQUvLUvNa
“Söyleyenler”
Sözleri seni üzüyor, söyleyenler seni üzüyor. Dostlarımızın sevdiklerimizin söyledikleri bizleri üzüyor. Erdoğan’ın söyledikleri üzüyor, Gülen’in söyledikleri üzüyor.
Kişilerin söylemesi fazla üzmüyor. Kişi hata eder. Ama eğer topluluk söylüyorsa o zaman daha çok üzülüyoruz. Akevler’i küçük görüp kendilerinin Sermaye’nin oyununa gelerek birbirlerine saldırmaları bizi üzüyor. Allah bize bunun böyle olduğunu bildiriyor.
يَقُولُونَ مَا demiyor da الَّذِي يَقُولُونَ diyor.
فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ
FaEinNaHuM LAv YuKaüÜıBUvNaKa
“Onlar seni tekzip etmiyorlar”
Tekzip bile etmiyorlar. Kulaklarını tıkamışlar, sesimizi bile duymuyorlar. “Dipsiz kuyu” tabiri var. Kuyuya eğilip seslenirseniz, dibinde sesiniz yankılanır ve geri gelir. Taş atarsanız, dibi varsa taşın düştüğü sesi alırsınız. Ama kuyu dipsizse hiç bir ses gelmez.
Bugünkü AK Partililer ve bugünkü Gülencilerin durumu böyle. Kitle halinde birbirlerine saldırıyor ve Adil Düzeni basit görüyorlar. Seni tekzip etme düşünceleri bile yoktur.
Evet, bizim söylediklerimiz yanlıştır demiyorlar, susuyorlar. Akit gazetesinde yazılarımız yayınlanır, okuyucuları itikadımızdan bahsederler, onlardan başka okuyanlar yok.
وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ
Va LAvKiNı elJAvLIMIyNa
“Velakin zalimler”
Burada zalimler diyor.
Onlar içtihatlarında hata etmektedirler. Dolayısıyla belki de suçlu değiller. Dünyada başarılara ulaşacaklar, ahirette cennete gidecekler. Ama onların içinde zalimler vardır. Zalimlerin ajanları vardır. Zalimlerin işbirlikçileri vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini çiğniyorlar.
Allah’ın ayetlerini çiğneyenler AK Partililer değil, Gülen cemaati mensupları değil, bildiğimiz zalimlerdir.
Kimlerdir onlar?
Sermaye’dir, bürokratlardır. Evet, bugün olağanüstü hal var gibi uygulama yapanlar Sermaye ile birleşen paralel bürokratlardır. Onlar Allah’ın ayetlerini çiğniyorlar.
بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ (33)
Bi EAvYAvTI elLAHı YaCXaDUvNa
“Allah’ın ayetleriyle cahd ediyorlar.”
Yani O’nun ayetlerini, Kur’an’ı ve doğal kanunlarını çiğniyorlar. Söyleyenler onlardır. Basın-yayın onların sözcüsüdür. Üniversiteler onların sözcüsüdür.
Askerler konuşuyorlar mı?
Askerler kendine düşeni yapıyorlar. İki saat içinde darbeyi bitirdiler. Şimdi de hain yaygarasını yaptırıyorlar. Aksine, onlara saldırılıyor. Suçlu-suçsuz subaylar emekli ediliyor. Askeri okullar kapatılıyor.
Sonuç ne olacaktır?
Bundan sonraki ayetlerde bunların cevabını alacağız.
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلَى مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا
Va LaQAD KuüÜiBat RuSüLün MiN QaBLiKa FaÖaBaRUv GaLAv MAv KuüÜiBUv Va EüÜUv XatAv EaTAyHUM NaÖRuNAv
“Ve senden önce de resuller de tekzip edildi. Onlar nasrımız gelene kadar tekziplere ve eziyetlere sabrettiler.”
Evet, bu durumda ne olacak?
Geçmişteki peygamberlere ne olmuşsa o olacak. Onlar da bugün Adil Düzen’i çiğnedikleri gibi Allah’ın ayetlerini çiğnediler. O resuller de üzüldüler ama sabrettiler, dayandılar, onların tekziplerine sabrettiler, eziyetlerine sabrettiler. Sonunda yardımımız geldi. Onların tekzipleri de bitti eziyetleri de bitti.
Sizin durumunuz da budur.
Buradaki “ve” harfi aradaki hazf cümlesini içerir. Ne olacak sorusuna sabredeceksiniz ve Allah’ın nasrı gelecektir. Nasıl ki bundan evvelki resuller sabrettiler ve onlara Allah’ın nasrı gitmiştir, size de Allah’ın nasrı gelecektir.
Resuller nekre getirilmiştir. Hepsi aynı durumda olmayacaklar.
Tekzibe sabretmekten bahsetmektedir.
Tekzibe sabretmek ne demektir?
Bir şeyi öğrenirsiniz, önce kabul edersiniz, sonra ona buna sorar onlara kulak verir sonra tekzip edersiniz. Biz hep bunlarla karşılaşmaktayız. Önce bizi dinliyorlar, akılları yatıyor, sonra dışarıdan gelen baskılarla bizi tekzip ediyorlar. Bu da bizi üzüyor.
Bu tuzağa düşmeyen çok az kimse olmuştur. Beni tekzip edenler doğrudan açıkladılar ama yakınlığa da devam ettiler. Tekzip edenler de olmuştur. İşte bunlara karşı yapılması gereken sabır önemlidir.
Akevler Yönetim Kurulu bu sabrı göstermiştir. Bir taraftan devlet saldırmıştır. Güvenlik Mahkemelerinde yargılanmamıza sebebiyet verilmiştir.
Diğer taraftan Sermaye de bize sürekli olarak saldırmıştır. Mallarımız çeşitli oyunlarla satılmamış, fabrikamız kapanmıştır. AK Parti ve Gülen cemaati bizimle olan ilgisini kesmiştir. Ben de onları bırakıp Kırgızistan’a gittim. Ama Akevler Yönetim Kurulu genişlemiş, sonunda bütün borçları ödemiş, davaları sona erdirmiş, ortakları memnun edecek maddi imkânlara kavuşmuştur. O sabrından dolayı bu imkânlara ulaşmıştır.
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ
Va LaQAD KuüÜiBaT
“Ve tekzip edilmiştir”
“Lekad” kelimesi getirilmiştir. Tekzibin bitmediğini ifade etmektedir. Gerçekten bu tekzip bugün en yüksek dereceye çıkmıştır. İnsanları Tanrı’nın olmadığına ve ruhun bulunmadığına inandırmışlardır. Hatta resuller gelip geçmiş, bunlar masal kahramanıdır demişlerdir. Ne var ki müspet ilim sonunda bunları hep tekzip etmiştir.
Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları bunları tarihin dışına çıkarmakla kalmamış, bunların ilk kurucu uygarlık olduğunu ispatlamışlardır.
İlk Hak uygarlığı Nuh uygarlığıdır. O uygarlıktan 500 yıl sonra onun etkisi ile Mısır’da kuvvet uygarlığı kurulmuştur. Tabletler ve papirüsler okunmaktadır. Hepsi Tevrat’ı ve Kur’an’ı tasdik etmektedir. Böylece bugün onlar tekzip edilmektedir. Bundan dolayı “lekad” gelmiştir.
رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ
RuSüLün MiN QaBLiKa
“Senden önce resuller”
Buradaki “min kablike” “küzzibet”in mefulü olabildiği gibi, “resul”ün zarfı mustakarrı da olabilir. “Lekad” kelimesi ile zarf olduğu anlaşılmaktadır. Yani senden önceki resuller bugün tekzip ediliyorlar. Yani bugünkü Firavunlar yalnız sizi değil geçmiştekileri birden tekzip ediyorlar. O Resuller ne yaptılar? Sabrettiler.
فَصَبَرُوا
FaÖaBaRUv
“Sabrettiler”
Evet, geçmişteki peygamberler sabrettiler. Neye sabrettiler? Tekzip etmelerine sabrettiler. Eziyetlerine sabrettiler. Burada “ma kezzebu” yerine “aleyhi” diyebilirdi.
Sorun sabır sorunudur. Aksi halde Saadet Partisi gibi dağılıp gidersiniz. Doğru Yol Partisi’ne, ANAP’a benzerseniz, sonuç alamazsınız. CHP’liler direniyor, HDP’liler direniyor. Dolayısıyla varlıklarını sürdürüyorlar.
Bizler Akevler Kooperatiflerinde sözleşmeleri öyle yapıyoruz ki en kötü şartlarda bile başladığımız iş yarım kalmasın. Biz çelik döküm fabrikası işine başladık, arkadaşlar sabredemediler, fabrikayı sattılar. Ama iflastan kurtararak sabrettiler. Ben ise fırsat bulsam yeniden çelik döküm fabrikasını kurarım ve sizlere projesini bırakmak isterim.
Bir gün Akevler inşallah Adil Düzen Partisi’ni kuracak, diğer partililerle anlaşarak, onları iktidardan indirmeden ülkeye Adil Düzen İnsanlık Anayasası’nı getirecektir.
عَلَى مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا
GaLAv MAv KuüÜiBUv Va EüÜUv
"Eziyet edildiler ve yalanlanmaları üzerine sabrettiler"
Birinci “kezzebu” bugünkü tekziptir. “Küzzibu” o zamanki tekziptir. Ondan dolayı izmar etmedi, izhar etti.
Seminerlerimizi okuyanlar önce Kur’an’ın ilahi sözler olup olmadığına karar versinler. Bir gün içinize kesin olarak onun Tanrı sözü olduğuna kanaatiniz gelir. Sonra onun ne dediğini anlamaya çalışsınlar. Sonra anladıklarını uygulamaya başlasınlar. Ortaklıklar kursunlar.
Kur’an’a onu okumadan inanan insanlar vardır. Onlar müslimdir. Onlara Kur’an düzenini uygulayarak göstersinler. İşte sabır budur. Başkalarının kabul etmemesi ve ortak olmamaları sizi asla ilgilendirmez. Bırakıp gidenler de vardır. O da sizi ilgilendirmez. Siz hak yolunda sabırla devam edeceksiniz. O hak yolu da siz bulacaksınız.
حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا
XatAv EaTAyHu NaÖRuNAv
“Nasrımız ityan edene dek”
Evet, demek bize de nusret gelecektir. O zamana kadar sabredecek ve Adil Düzen’i öğrenmeye -uygulayarak öğrenmeye- devam edeceğiz.
Gerek Millî Görüşçüler gerekse diğerleri Adil Düzen uygulamasını yapmadılar. Şeriata göre değil de cari sisteme göre İslamiyet’e hizmet edeceklerini sanmışlardı. Bunun olmadığını gördükleri halde hala ısrar ediyorlar!
Allah’ın nusreti gelecektir. Semt kooperatifleri fevc fevc kurulacaktır. Akevler’den sonra fevc fevc kooperatifler kuruldu, büyüdü, tekelleşti. Çökme zamanıdır. Yakında özelleştirilebilirler. Yeniden semt kooperatiflerine ihtiyaç hâsıl olacaktır. Allah AK Parti’ye ilham edecek ve semt kooperatiflerini destekleyecek veya destekletecektir. Yahut Allah onları iktidardan götürecek ve onların yerine başkalarını getirecektir.
وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ وَلَقَدْ جَاءَكَ مِنْ نَبَأِ الْمُرْسَلِينَ (34)
Va LAv MuBadDiLa Li KaLiMAvTı elLAHı Va LaQad CAvEaKA MiN NABaEi el MURSaLIuNa .
“Ve Allah’ın kelimatını tebdil edecek yoktur. Ve mürsellerin nebei sana gelmiştir.”
“Lekad caeke”ye atıftır. Onun kelimelerini değiştirecek yoktur. Uygarlaşma olacaktır demektir. Yani insanlık uygarlaşmaya devam edecektir. Allah nurunu tamamlayacak, Kur’an düzeni gelecek demektir. Kur’an’da haber verilenlerin birçoğu birinci Kur’an uygarlığında gerçekleşmemiştir. Demek ki sonra gerçekleşecektir. Allah’ın nuru tamamlanmamış, saltanata geçilmiştir. Ama binyıl geçtikten sonra demokrasi ortaya çıkmıştır, laiklik ortaya çıkmıştır, krallık ortaya çıkmıştır ve sosyallik ortaya çıkmıştır. Bugün son şeklini almaktadır.
Demek ki Allah’ın kelimatı değişmemektedir. Bir de yirminci yüzyılın kazıları ile Peygamber Nuh’tan beri gelen uygarlıklar öğrenilmelidir. Bugün öğrenilmiştir. Tevrat ve Kur’an onaylanmıştır. Uygarlıklar tarihi ortaya çıkmıştır.
Sümer, İbrahim, İbrani, Hıristiyanlık ve İslam medeniyetleri, Hint ve Çin medeniyetleri bugün çok iyi bilinmektedir. Amerika’daki medeniyetler de bilinmektedir. Uygarlaşma kanunları bilinmektedir. Evrim kanunları bilinmektedir.
Bundan 200 sene evvel bunlar bilinmiyordu.
İnsanlık sanayi inkılabı ile Kur’an uygarlığını uygulayacak seviyeye ulaşmıştır, artık rüştüne ermiştir. İnsanlık Anayasası’nı yapacak ve uygulayacak seviyededir.
وَلَا مُبَدِّلَ
Va LAv MuBadDiLa
“Ve tebdil edecek yoktur”
“Kelimat” planlama demektir. Allah kâinatı yaratmış ve bir plan yapmıştır. Yeryüzü oluşmuştur. Sonra canlıyı yaratmış ve evrim oluşmuştur. Sonra da insanı yaratmış ve uygarlaşma gerçekleşmiştir. Bunlar bir plan üzerine gerçekleşmektedir. Sonunda kıyamet olacak ve ikinci plan yürürlüğe girecektir. Bu değiştirilemez.
Dolayısıyla Sermaye’nin hayalleri boşa çıkma durumundadır.
Bunu 1950’li yıllarda söylemek veya düşünmek çok zordu. Biz de ancak 1960’lı yıllarda farkına vardık ve yola koyulduk. Ondan sonra olaylar geçti ve hepsi birden Allah’ın kelimatı içinde cereyan etti.
لِكَلِمَاتِ اللَّهِ
Li KaLiMAvTı elLAHı
“Allah’ın kelimatını”
Allah’ın kelimatı ağaçlardaki kalemdir. Birinciden kesersiniz diğerine aşılarsınız o da onun gibi ağaç olur. Sonra sözlere veya cümlelere “kelime” denmiştir. Onunla kuralları koymuş olursunuz. Sonra genişletilmiş ve planlama haline gelmiştir.
“Kelimat” deyince birbirini tamamlayan bir takım ifade edilir. Bu cümlede olabilir, teknik resimde olabilir. Her teknik resim birer temsildir.
Allah’ın plan ve projesini değiştirecek yoktur. Uygulama farklı olur ama sonuç olarak onun mirası ortaya çıkar. Resullerin kıssaları bunu kanıtlamaktadır.
Onun kelimatını değiştirmek isteyenler hep inkıraz etmişlerdir Oysa azim sahibi olmalarından dolayı yaşamaya devam ediyor.
وَلَقَدْ جَاءَكَ
Va LaQad CAvEaKA
“Ve sana şimdi gelmiştir”
Yani yirminci asrın ilimleri gelmiş ve resullerin bu uygarlıkları nasıl oluşturduklarını bilmekteyiz. Tabletler ve papirüsler tam okunmamıştır. Amerika’daki eski medeniyetlerin yazısı okunmamıştır. Bir gün bunlar çözüldüğünde daha çok şeyler öğreneceğiz.
مِنْ نَبَأِ الْمُرْسَلِينَ (34)
MiN NABaEi el MURSaLIuN
“Mürsellerin nebeinden”
Daha önce nekre olarak “Resul” kelimesi çoğul olarak kullanılmıştı. Burada marife olarak kurallı çoğul kullanılmaktadır. Peygamber Nuh’tan itibaren başlayan ve Peygamber Muhammed ile biten bir resuller ailesi vardır. Bunlar adım adım İslam’ı getirmişlerdir.
İlk kavim uygarlığını kuran Peygamber Nuh’tur.
Sonra Peygamber İbrahim uygarlığı ilmileştirdi ve dünyaya neşredildi.
Sonra Tevrat geldi ve uygarlığı şeriatlaştırdı, yazılı hale getirdi ve hukuku yazılı hale getirdi.
Sonra Davud aleyhisselam geldi ve ekonomide devletçiliği oluşturdu.
Peygamber İsa geldi ve ahlaki düzeni kurdu ve dengeyi esas alan laik sisteminin temelini attı.
Peygamber Muhammed sistemi tek düzen halinde insanlığa sundu.
Bu resuller mürselindirler.
Kur’an her topluğa resuller geldiğini söyler ama bu resullerin sadece adlarını sayar. Çünkü sadece bugünkü uygarlığı kuran peygamberlerden bahseder. Bu sebepledir ki Hindu ve Budist peygamberlerin adları Kur’an’da geçmemekte, onların kıssaları anlatılmamaktadır. Uygarlıkta onlar binyıl geridedirler.
İstanbul, Yenibosna; 12 Haziran 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar:
Emine HOCAOĞLU
Ayşe AYDIN
Reşat Nuri EROL
***