NEML SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَمَّنْ يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (63) أَمَّنْ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (64) قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (65) بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْهَا بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ (66)
***
أَمَّنْ يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (63)
“Ya da ber ve bahrın zulumatında size hidayet eden ve rahmetinin iki yedinin beyninde riyahı buşr olarak irsal eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Allah, onların işrak ettiklerinden tealadır.”
- Bu surede قُلْ den sonra أَمَّا gelmiş ve أَمَّنْ‘lerle karşılaştırılmış. Bu dördüncü أَمَّنْ dir. Neyi tasnif eder, burada ne anlatılır?
Birinci أَمَّنْ‘de kâinatın yaratılışı ve yağmurların yağışı anlatılır. İkinci أَمَّنْ‘de yeryüzünün canlıların yaşayacağı şekilde düzenlenmesi söylenir. Üçüncü أَمَّنْ‘de canlıların ve insanların kişiler olarak yaşamaları için gerekli düzenlemelerin nasıl yapıldığı bildirilir. Bu أَمَّنْ‘de de yeryüzünün nasıl bütün insanlar için tek bir yurt haline getirildiği ifade edilmiş olur.
Tüm canlılar gruplar halinde yaşarlar, yalnız insan iç içe gruplar halindedir. Bu sayede tüm insanlık tek varlık haline gelmiştir. Yalnız bugün yaşayan insanlar değil, ilk yaratılıştan bugüne kadar gelen ve bundan sonra kıyamete kadar gelecek olan insanlar tek topluluktur. Kişiler doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ama insanlık yeryüzü var oldukça varlığını sürdürür. İnsanlığın doğması, gelişmesi, yaşlanması ve ölmesi mukadderdir.
İlahi kitaplar bunu ısrarla insanlığa anlattıkları gibi bugünkü müspet ilim de bunları kesin olarak ispatlar hatta ne kadar sürebileceklerini de hesaplar. İlahi kitaplar bunun dışında insanların öldükten sonra yeniden diriltileceğini de açıkça bildirir.
- Ayette “hidayet” (يَهْدِي) ile “irsal” (يُرْسِلُ) karşılaştırılır. Bunun anlamı nedir?
Ayette أَمَّنْ‘den sonra “Zulumatta size hidayet eden kimse mi?” ifadesinden sonra “Müjdeleyici riyahı irsal eden” denir. İnsanın ve bütün canlıların ihtiyaçlarını bildiren bir mekanizma vardır. İnsan acıkır, susar, üşür, acı duyar. Bütün bunlar canlılara has özelliklerdir. Canlı bu özellikleri ile varlığını sürdürür. Hayatı tesadüflerle açıklamaya çalışan 20. yüzyıl ateistleri/dinsizleri vardır. Oysa hayat ihtiyaçları duyma sonucu düzenlenen hayat ile mümkündür. Bu da ancak canlıya sağlanan özel organlar sayesinde mümkün olur. Organların bu algıları alabilmesi için varlıkların bu olacakları haber veren özelliklerinin olması gerekir. Armudu yerken armut ile ağız arasında bir uyum olmalıdır. Yani armutta öyle özellikler olmalıdır ki onun bana yaradığını bildirmelidir. Bende de öyle organlar olmalıdır ki armudun bana yaradığını anlamalıyım. İşte bu ayet bu büyük uyumu anlatır. Birinci أَمَّنْ‘den sonra kâinatın var oluşunun bize bildirilişi anlatılır. İkinci أَمَّنْ‘den sonra yağmurun yağmasından önce havanın soğuması, rüzgârın esmesi, bulutların gökte görünmesi gibi işaretlerden bahseder. Biz ona göre kendimizi ayarlıyoruz.
- Kara ve denizden bahseder, neyi karşılaştırır?
Güneş denizleri ısıtır. Su buharı yukarıya çıkar, rüzgârlar halinde karalara çarpar ve karalardan kar olarak depolanır, sonra ırmaklar olur, yeraltı suları olarak depolanır. Bitkiler bu suları alıp tekrar yukarıya gönderir, ırmaklar haline gelen kalan sular temiz olarak denizlere döner, denizlerin sularını da temizler, böylece kara ve deniz çifti yeryüzünün hayatını sağlar. Karalar olmazsa bu döngü olmaz. Denizler olmazsa da bu döngü olmaz. Gerek karalarda gerekse denizlerde bu döngünün tam olarak işleyebilmesi için canlılar görev alırlar. Güney kutbundan kuzey kutbuna göç eden kuşlar yollarını bilirler. Avrupa’dan Amerika’ya göç eden balıklar da yollarını bilirler. Ancak tüm yeryüzünü birleştiren, tek hale getiren, yeraltına gömülmüş canlı artıklarını tekrar yeryüzüne çıkaran, insandır. İnsan sahip olduğu coğrafya ve astronomi bilgisiyle tüm yeryüzünü denetimi altına alır. İşte bu ayet hem canlılardaki dengeyi hem de insanın hâkimiyetini anlatır.
- Zulumat/ظُلُمَاتِ marifedir, nur/نُور ile karşılaştırınız.
İnsanda çevreyi algılamak için duyu organları vardır. Bunların başlıcası gözdür. Ancak gözün çevreyi algılayabilmesi için ışığın olması gerekir. Işık olmadan karaları ve denizleri idrak etmemiz mümkün değildir. Ancak insana verilen özel imkânlar sayesinde ışığın olmadığı zamanlarda da biz çevreyi görebilir, daha doğrusu nerede olduğumuzu bilebiliriz. Yıldızların konumu ile kendi bulunduğumuz yeri tespit edebiliriz.
Bugün ise cep telefonları sayesinde bulunduğumuz yeri bilebildiğimiz gibi nereye gideceğimizi de tayin edebiliriz. Uzaya fırlattığımız araçlarla çevreyi görebiliyor, istenen hedefe ulaşabiliyoruz. Pilotsuz uçaklar var, hedefe varıyor, vuruyor ve geriye dönüyorlar.
Bunlar ne sayesinde mümkün olmaktadır?
Allah’ın yarattığı varlıkları kullanmayı bize öğretmesi sayesinde mümkün olmaktadır.
- الْبَرِّ وَالْبَحْرِ tek ظُلُمَاتِ ile söylenmiştir. Kastedilen nedir?
“Berrin zulumatı ve bahrın zulumatı/ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَظُلُمَاتِ الْبَحْرِ” demiyor, “Berr ve bahrın zulumatı/ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ” diyor. Yani ظُلُمَاتِ denizde olsun karada olsun ışığın olmamasıdır, tektir. Denizin zulumatı ile karanın zulumatı aynıdır. Deniz ile kara farklıdır. Bunun için ظُلُمَاتِ kelimesini iade etmemiştir.
- أَمَّنْ ile وَمَنْ‘i karşılaştırınız.
Bu surede أَمَّنْ 5 defa tekrar edilir. Son iki geçişteأَمَّنْ ‘den sonra وَأَمَّنْ değil de وَمَنْ getirilir. أَمْ ile değil وَ ile atfedilir. فِي الدَّارِ أَحَسَنٌ أَمْ جَمَالٌ dersen “Evde Hasan mı var Cemal mı var?” diye sormuş olursun. Birisi var ama hangisi olduğu bilinmez. أَوْ جَمَالٌ dersen ikisi de olabilir anlamındadır. أَمْ جَمَالٌ dersen ikisi birden olmaz. فِي الدَّارِ أَحَسَنٌ أَمْ جَمَالٌ وَجَمِيلٌ derseniz “Hasan tek başına ya da Cemal ile Cemil beraber evde varlar mı?” diye sorarsınız. Burada da الرِّيَاحَ‘ı gönderen kimse ile “hidayet” eden kimse ikisi birden Tanrı olarak var olmuş olur. Bu ifadelerde sanki bir Tanrı’dan başka tanrılar varmış gibi anlaşılabilir. Bize emredilen karşı tarafa, tek olan Tanrı’yı değişik özellikleri ile tanıtmaktır. Bunlardan sadece bir tanesi Tanrı’nın varlığını ifade eder. Tanrı kendisi tektir ama onun bizdeki görüntüsü değişiktir. Yani biz Tanrı’yı farklı yönleri ile algılarız. Bu ayetler bunu anlatır. Bunun anlamı, Allah’ın halifesi olan insanlığın tek kurum olarak değil değişik kurumlar olarak algılanmasıdır. Bugünkü yasama, yürütme, yargılama ve yönetme kuvvetlerinin farklı olması bu ayetlerle teyit edilir. Devlet birdir ama kurumları çoktur.
- بُشْرًا ile إِنْذَار‘ı karşılaştırınız.
بُشْر sevindirmek anlamındadır. Henüz gelmemiş ama geleceği belirlenmiş bir olayı haber verme بُشْرى‘dır. İnzar/ إِنْذَارise henüz gelmemiş ama gelecek olan bir kötülüğü önceden haber vermedir. Gerekli tedbirleri alsınlar diye inzar yapılır.
Bulutlar yağmurun yağacağını tebşir ettiği gibi yıldırım ve şimşeklerin zarar vereceğini de haber verirler. Doğal olaylarda canlıların başına gelecekleri önce haber vermesi için “tebşir” ve “inzar” müessesesi vardır. İnsanların içinde, topluluklar içinde “inzar” ve “tebşir” vardır. Peygamberler gönderilmiş, onlar insanları “tebşir ve inzar” etmişlerdir. İnsana akıl verilmiş ve akıl olacakları bilebilmektedir.
Sadece bu bile kâinatın kendiliğinden var olmadığını kanıtlamaya yeterlidir.
- Ruh/رُوح ile nefs/نَفْس kelimelerini karşılaştırınız.
رُوح rüzgâr, yel anlamında olan رِيح kelimesinden gelir. Rüzgâr görülmez ama varlığı ile ortalığı yakıp yıkar. Güç olması ve görülmemesi sebebiyle insandaki ruh bedende esen yele benzetilir. Ruh ayrı bir varlıktır. Beden ayrı bir varlıktır. Bunların ikisi bir araya gelince insan olur. Tek başına ruh hareketsizdir, insan değildir. Tek başına beden de insan değildir. İnsan ruh ve bedenin birleşmesidir. Bedende öyle bir özellik vardır ki ruh ile birleşebiliyor. Bu özelliğine “hayat” diyoruz. Türkçede “canlılık” diyoruz. İnsanın bedeninde öyle bir özellik var ki o özellikle ruh ile ilişki kurabiliyor.
نَفْس ise ruhun özelliğidir. Ruhta öyle zevk vardır ki onun sayesinde bedenle ilişki kurabiliyor. Hayatı iyice tanımayabiliriz. Bedenle hayat arasındaki ilişkiyi insanın ölmesi ile görüyoruz. Canlılığını kaybeder ama “ruh ile nefis” arasını zor ayırıyoruz. Bunu şöyle diyebiliriz. Ruhun insan beynindeki elektrik devrelerine etki etmesine, onlarla ilişki kurma özelliğine “nefis” diyoruz. “Nefes” kelimesi de ciğerlerden çıkan havayı ifade eder. Yani gerek ruh gerekse nefs hava ile temsil edilir. Rüzgâr ile soluk arasındaki farkları karşılaştırarak ruh ile nefs arasındaki farkları kavrayabiliriz.
- قَبْل ile بَيْنَ يَدَيْنِ kavramlarını karşılaştırınız.
قَبْل ‘önce’ demektir. Zıddı بَعْد‘dir. يَدَيْنِ ise iki eldir. بَيْنَ يَدَيْنِ iki el arası anlamındadır, zıddı خَلْف’dir. بَيْنَ يَدَيْنِ sağ ve solun ön tarafı anlamındadır. خَلْف ise sağ ve solun arka tarafı anlamındadır. “Rahmeti gelmeden önce” demektedir. Rahmet ile bitişiktir.
- Rahmet/ رَحْمَةile nimet/نِعْمَة ve ğadap/غَضَب ile dalalet/ضَلَالَة kelimelerini karşılaştırınız.
Fatiha’da رَحْمَة’e karşılık نِعْمَة, غَضَب’a karşılık da ضَلَالَة getirilir. رَحْمَة sosyal iyiliktir. نِعْمَة ise ekonomik iyiliktir. غَضَب kelimesi rahmetin zıddıdır, ضَلَالَة ise nimetin zıddıdır. Ekonomik kriz “dalalet” ile oluşur, sosyal krizler ise غَضَب ile oluşur.
- Çağımızda “berr ve bahrın zulumatı” yanında “semanın zulumatı” var. Orada hidayet var. Bu ayetteki yeri nedir?
Denizlerde ve karalarda bulunduğu yeri tespit etme bugünkü insanlar için hayati ehemmiyete sahiptir. Uygarlaşmayı biz, satılanların üretilenlere oranı ile tarif ederiz. Satılan demek, ürünün başka yerde kullanılması demektir. Bu da ancak insanların bulundukları yeri bilmesi ile mümkündür. İnsanlar ona göre yolculuk yaparlar. Hatta cep telefonunun aradığı kimsenin cep telefonunu bulması da kara ve denizdeki karanlığı aşma demektir.
Bugün kara ve denizin zulumatına semanın zulumatı da eklenir. Semanın karanlıklarını bugün haberleşme ve ulaşım teknolojisi ile yeneriz. Haberleşmeyi de hatta kara ve denizdeki haberleşmeyi de gökteki araçlar ile yenmiş oluruz.
Bugün göklerdeki seyahatimiz ve haberleşmemiz yerde olanlar içindir. Dolayısıyla berr ve bahrın zulumatını aşmak için semanın zulumatından yararlanırız. Bunun başka bir anlamı, gelecekte insanlar uzayda olacaklar ama yine merkez yeryüzü olacaktır. Yine karaların ve denizlerin zulumatını aşmakla oradaki zulumatı aşmış olacağız.
- Bugün karada, denizde ve havada insan bulunduğu yeri cep telefonu ile nasıl tayin eder? Hangi ilah bu düzeni ve bilgiyi insana bildirir?
İnsanların kullandığı teknolojinin hemen hemen tamamı canlılar tarafından da kullanılır. Ne var ki bu imkânları yalnız kısa mesafelerde, çevrelerinde kullanırlar. Hâlbuki insan ürettiği araçlarla hayvanların kullandığı imkânları büyük çapta kullanır. Kâinatın en uzak yerinden ve zamanından haber alır ve uzayda hareket eden cisimlere buradan komut verebilir. İnsan Allah’ın bu bahşettiği imkânları en üst seviyede kullanır. Bu imkânları bugünkü insanlar kullanmaya başladılar. Bu ayetlerde bu hatırlatılır.
Bütün bu imkânları kim sağlar? Kim sizin emrinize verir? Bunları kim size öğretir? Sizin beyninizi bunları anlayacak şekilde kim var eder?
Bu ayetle en çok bugünkü insanlara hitap edilir.
- تَعَالَى kelimesini inceleyiniz.
عَالِي üst demektir. Yücelmek anlamını taşır. عَلَى borçlu, لِ alacaklı anlamını oluşturur. تَعَالَى Tefa’ül babı olup ‘karşılıklı yüceleşme’ anlamını taşır. عَنْ ile geldiği zaman yücelme yarışında üstün gelen demektir. Galip gelerek yarışta karşıdakini elemek demektir. Bir daha yarışa çıkamayacak hale getirme demektir. Allah kendisi ile mücadele edecek kimseleri var etmiştir. Onların yarışmalarını kendisi sağlamıştır. Böylece yarışta kazananları belirleme imkânı doğmuştur. Yarış kazanıldıktan sonra artık yarışanlara gerek kalmayacağı için onları yarışma dışında bırakır. تَعَالَى ‘nın manası budur.
- اللَّهُ kelimesi tekrar edilir neden?
Birinci اللَّه âlemlerin Rabbi olan, kâinatı var etmiş olan Allah’tır. İkinci اللَّه ise O’nun yeryüzündeki halifesi olan insanlıktır. İnsanlığı yüceltme çalışmasını gösterenlerle, sakatları, hastaları, kötüleri ayıklamak için kurulmuş olan mikroplar ve virüsler cephesinin görevi bitince yeryüzünde Allah’ın halifesi O’nun emrine giren, O’nun şeriatını benimseyen kimseler olur. Allah’ın kendisi zaten عَالِي‘dir. تَعَالَى demek sonradan عَالِي olmak demektir. Bu da ancak O’nun halifesi olan insanlıktır, topluluktur, iman edenlerdir.
- عَلَى مَا yerine عَمَّا gelir, neden?
تَعَالَى‘nın karşılığı عَلَى‘dır. عَلَى مَا يُشْرِكُونَ denmez de عَمَّا يُشْرِكُونَ denir. عَلَى denseydi, işrak ettiklerine dayanması, onların üzerine gelmesi anlamı çıkardı. “İşrak” edilenler temelde yine kalırlardı ama عَمَّا (عَنْ مَا) getirmekle uygarlık onlara dayanmaz, uygarlıktan onlar itilir, ayıklanır. Bundan dolayı عَمَّا gelir.
- يَهْدِيكُمْ‘de hitap muhataba, burada ise “gaip” sığası (يُشْرِكُونَ)’dır, neden?
Çünkü “işrak” edenler bütün insanlık değildir. يَهْدِيكُمْ‘deki كُمْ ile bütün insanlara hitap eder. Hâlbuki işrak edenler bir gruptur. İnsanlardan bir grup olduğunu, herkesin işrak etmediğini beyan etmek için hitaptan gıyaba geçer.
Öz Türkçe ile:
“Ya da kara ile denizin karanlığında sizi yola götüren ve yaşatmasının kolları arasında sevindirmek üzere yeli salan kimse mi? Allah ile beraber bir tanrı mı var? Allah, onların ortak ettiklerinden yüce olmuştur.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ya da ber ve bahrın zulumatında size hidayet eden ve rahmetinin iki yedinin beyninde riyahı buşr olarak irsal eden kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Allah, onların işrak ettiklerinden tealadır.”
أَمَّنْ يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (63)
***
أَمَّنْ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (64)
“Ya da halkı bed’ eden sonra onu iade eden ve sema ve arzdan sizi rızıklandıran kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı vardır? ‘Sadık iseniz burhanınızı hati olun’ diye kavl et.”
- Bu beşinci ve son أَمَّنْ‘dir. Burada neye işaret eder?
Bu beşinci أَمَّنْ‘de hayatın yenilenmesinden bahseder. Bu dünya öyle yaratılmıştır ki canlılar ve insanlar devamlı faaliyet göstererek yaşarlar. Nefes almasalar, su içmeseler, besin ile beslenmeseler hayatlarını sürdüremezler. Kendiliğinden oluş teorisi bundan dolayı da çıkmazdadır. Madem her şey tesadüflerle, kendiliğinden olur, neden dışardan ihtiyaçlarını temin edemedikleri zaman hayatlarını kaybederler. Canlılar belli ömürlerini doldurunca ölürler, ama yerlerine kendilerinden daha gelişmiş varlıkları oluştururlar. Lamarck ve Darwin bu gelişmeyi ispat etmişler ve kıdem nazariyesine son vermişlerdir. Yani filozofların iddialarını çürütmüşler, yerine peygamberlerin savunduklarını ispatlamışlardır. Evrim nazariyesi hilkat nazariyesinin ispatıdır. “Hilkat” birden yaratıldığını ileri sürer, sonra gelişmelerin olduğunu söyler. Darwin ise sonraki gelişmeyi ispatlar, hilkatı inkâr etmez.
Dolar’ın yatsıya kadar süren öyle bir gücü olmuştur ki filozofların savunduklarını ispat eden nazariyeye hokkabazların el çabukluğu ile insanları bir iki asır inandırmış, bu da güya Tanrı’nın yokluğuna delil sayılmıştır. Bir şeyin yavaş olması, kendiliğinden olmasını gerektirmez. Bunu herkes bilirse de asırlardır bu saçma önerme insanlığa yutturulmuştur.
- أَمَّنْ‘ler ile yapılan tasnif nedir?
Peygamberlerin kıssalarını anlatarak ortaklık düzeninin ne olduğunu bildirdikten sonra insanlığı ortaklık düzenine inandırma delillerini getirir. Mevcut olan düzenin kötülüklerini anlatmaz, mevcut olan kötü düzenden iyi düzene geçmek için Allah’ın insanlığa bahşettiği imkânları sayar. Geliştirilen teknolojinin yapısı sizin tarafınızdan icat edilmiş değildir. Bir iğne ucu kadar katkınız yoktur. Her şeyi Allah var eder ve Allah size öğretir. Sizler yeni şeyler icat etmezsiniz, var olanlardan yararlanırsınız. Beyninizde ekseriyet kararları gibi, karşılıksız Dolar gibi var olmayan hayalleri tanrılaştırıp Allah’a ortak edersiniz. İlahi düzeni kirletirsiniz. Bu أَمَّنْ‘ler bunu anlatır.
- Tedrisatta bu tasnife göre nasıl bir eğitim sistemi takip etmemiz gerekir?
Tarihte eğitim sistemleri çeşitli aşamalardan geçer. Görenekten sonra tedris sistemi gelir, daha sonra da tartışma sistemi ortaya çıkar. Bugün diploma sistemi vardır. İmtihan yapılır, becerisine göre diploma verilir, bu diplomaya göre insanların iş yapmasına imkân verilir. Bu ayetlerde uygulanan metot sorarak öğretmedir. Yani insanlara soru soracaksınız, kendileri düşünecekler, kendileri araştırıp öğrenecekler, ben biliyorum kanaatine varınca ilgili kurumlara başvurarak imtihan edilmelerini isteyeceklerdir. Tedris sistemi yerine araştırma sistemi gelmiş olacaktır. Öğretmenler insanları sınıflara doldurup ders anlatmayacaklar. Bugünkü haberleşme araçları ile sorular sorulacak ve yine haberleşme aracılığıyla imtihanlar yapılacaktır. Korona-virüs bizi buna zorlamıştır.
- بَدَأَ ile بَدَعَ kelimesini karşılaştırın.
İkisinde de yenilik var yani başlangıcı yok, hammaddesi yok, ilk icattır. Peygamberler böyle iddia etmişler, semavat ve arzın sonradan var edildiğini, her an için yenilikler oluşmakta olduğunu iddia etmişlerdir. Yunan filozofları ise kıdem nazariyesini ortaya sürmüşler, “Kâinatın başlangıcı yok sonu da olmayacaktır.” demişlerdir.
Bugünkü ilimler filozofların iddialarını birçok yönden çürütmüşlerdir. En başta güneşte depolanmış hidrojen vardır, helyuma dönüşür ve ışık halinde tükenir. Eğer sonsuz zaman geçmiş olsaydı şimdiye kadar tükenmiş ve kâinat karanlıklara boğulmuş olacaktı. Eğer güneşteki hidrojen azalmasaydı kâinatın da sonu olmazdı. Oysa güneşteki hidrojen azalmaktadır ve bugün ne kadar zaman sonra biteceğini biliyoruz. O halde onun da sonu vardır.
Böylece müspet ilim Kur’an’ın ve diğer ilahi kitapların ortaya sürdüğü yaratılış ve kıyamet anlayışı bugün müspet ilim ile kanıtlanmış bulunur. Bu durumda bugünkü insanlığın “Bilmiyorduk, onun için ortaklık düzenine geçemedik.” deme mazeretleri yoktur, olamaz.
- فطر ile خلق köklerini karşılaştırınız.
خَلْق bir kumaşı biçmek veya bir çamurdan bir parça oluşturmak şeklindedir. فَطَرَ ise بَتَرَ‘ye akrabadır, kesme ve parçalama anlamındadır. Kâinat başlangıçta bir sıvı gibi plazma iken birden patlamış ve atomların parçacığı olan elektronlar oluşmuştur. Bugün kâinatta ne varsa parçalardan ibarettir. Kuantum nazariyesi bunu ispat etmiştir. خِلْقَة bu parçacıkların değişik şekilde birleşmeleri ile oluşmaktadır. فِطْرَة bir defa başlangıçta oluşmaktadır. خِلْقَة ise فِطْرَة‘in sonunda oluşmuş parçaların birleşmesinden ortaya çıkan varlıkların aldıkları şekil ve durumlardır. بِتْرَة ile فِطْرَة aynı şeyleri ifade etmektedir. Birisi başka bir şeye dayanmadığını söylemekte, diğerleri ise parçacıklardan oluştuğunu bildirmektedir. Bu da filozoflarla ilahiyatçılar arasında tartışma konusu olmuş, 20. yüzyıl ise ilahiyatçıları haklı çıkarmıştır. İlahiyatçılar ile filozoflar arasında 20’ye yakın konu tartışılmış ve müspet ilim peygamberlere dayanan ilahiyatçıları haklı çıkarmıştır.
- Buradaki ثُمَّ hangi aralığı gösterir?
Buradaki ثُمَّ ilk yaratılışla ikinci yaratılış arasında geçen devreyi ifade eder. Canlının yaratılması sonradan yavrusunun yaratılması hayatın iadesidir. Belli nesiller sonra canlılar çoğalır. İnsanlık da sonunda ölür ve öldükten sonra dirilir, yeni kâinat oluşur. Kâinat ve yeryüzü yeniden düzenlenir, insan bu düzenlenme olduktan sonra gelir. İşte ثُمَّ‘nin işaret ettiği bu zaman aralığıdır.
- İf’al babı ile iade/ إِعَادَةkelimesinin manasını veriniz.
“Avdet etmek” geriye dönmek demektir. Bir ağacın dalını çektiğimiz zaman size doğru gelir ama bırakırsanız kendiliğinden eski yerini alır. Buna عَوْدَة diyoruz. Varlıklar serbest bırakılınca kendi denge merkezleri vardır, oraya avdet ederler. Bazı cisimler dağıldıktan sonra kendiliğinden eski yerlerine dönmezler. Onların eski yerlerine dönmeleri için birisinin toplaması gerekir, işte buna “iade” denir. İnsanlar da mezarda kendiliklerinden dirilmezler, Allah’ın görevli kıldığı melekler, ruhları beşinci boyuttaki bedenlerine iade eder, böylece yeniden dirilme olur.
- Ahiret hayatını bu “iade” kelimesi ile değerlendiriniz.
Ahiret/آخِرَة kelimesi ‘son’ anlamındadır. İnsanlığın bu dünyadaki çabası son bulur, yeni hayat başlar. Dünyadaki gelişmeler biter, insanlar artık başka bir hayata, ölümsüz hayata başlarlar. Ölümsüz olduğu için dünyadaki hayat ise her an ölümlü olduğu için burada da yine kâinatın oluş nazariyesi ortaya çıkar. Bir karpuz tohumken bitki olur, bu nasıl mümkündür? Ya eski bitki yok edilir ve yeni bitki onun yerinde oluşur ya ambarda eski ve yeni bitkiler vardır, önce yeni bitki ortaya konur, sonra masadan o alınıp depoya konulur ve depoda bulunan yeni bitki masaya getirilir. İşte bu “iade”dir. Eskiden insanlar yeni dirilişi “ibda” ile yani yeniden var etmekle açıklamışlardır. Oysa 20. yüzyılda keşfedilen dört ve beş boyutlu uzaylarla şimdi biliyoruz ki ibda/إِبْدَاء yok iade/إِعَادَة var.
- “Rızık” ile “halkın bed’i” kelimelerini karşılaştırınız.
Ayette “hilkati bed’ ve iade eden” der, sonra da “semavat ve arzdan rızıklandıran” diye ekler. Bu iki kavramı وَ harfiyle atfeder. Aralarında bir bağlantı olması gerekir. “İade eden” sözü ile anlarız ki öldürür ve diriltir. Canlılar bu yolla çoğalırlar ve gelişirler. Ne var ki canlının çoğalabilmesi için gökten güneş ışığını, yerden de maddeleri alması gerekir. Böylece hayat mümkün olur. Eski canlılar yeni canlılara rızık olurlar. Sadece bitkiler gökten aldıkları enerji ile yeni hayati maddeleri üretirler. Diğerleri ise onları yiyerek yaşarlar. Böylece bu hayat bize hayat düzenini, canlılardaki beslenme düzenini anlatmış olur.
- أَمَّنْ ile وَمَنْ ifadeleri hangi ayetlerde tekrar edilir?
Sadece son iki ayette tekrar edilir. Bu iki ayette insanların teknolojideki katkıları ve insanların aktif rolleri söz konusudur. Bu ayetlerdeki ikinci مَنْ ile insanın yararlanmasını sağlayan oluşları beyan eder. Ayetleri yorumlarken bunların üzerinde düşüneceksiniz ve aklınıza gelene göre yorumlayacaksınız. Aklınıza getiren Allah’tır. Eğer siz Kur’an’ı kendinize uydurmaya çalışmazsanız Allah aklınıza doğruları getirir. Onun için biz deriz ki, içtihatlar Allah’ın o kişiye yaptığı vahiyler ile oluşur.
- Buradaki birlik neyi ifade eder?
Bu son ayette ikisinin وَمَنْ ile beyan edilmesi, diğerlerinde ise وَمَنْ kelimesini kullanmaması; son ayetlerde sorulan Tanrı’nın, âlemlerin var edicisi olan Tanrı’nın yanında O’nun halifesi olan insanlık, hatta her insan olarak değerlendirilmesi gerektiğine işaret eder.
- “Sema ve arzdan size rızık vermekte” diyor, مِنَ السَّمَاءِ وَمِنَ الْأَرْضِ (semadan ve arzdan) demiyor, neden?
Rızık yer ve göğün birlikte oluşturduğu bir yapıda ortaya çıkar. İnsan vücudu iki şey ile beslenir. Biri madde diğeri enerjidir. Enerji veya madde hiçbir zaman tek başlarına hayatı oluşturmaz. Hayat ancak bunların terkibi ile oluşur. Bunun için arz/yer bir varlık kabul edilir.
- Sema/السَّمَاءِ ve arz/الْأَرْضِ der, neden?
السَّمَوَاتِ demeyip de السَّمَاءِ der. Çünkü bizim hayatımız güneş sistemi içinde çözülür. Galaksiler olmasa, yıldızlar bulunmasa da güneş sistemi içinde hayatımız devam edecek durumdadır. Onun için السَّمَاءِ müfret ve marife getirilir. Ayrıca bu güneş sisteminin yerini yani dünyayı da içine almak üzere bir tek sema olduğu ama yapı bakımından birbirinden farklı olduğuna da işaret etmiş olur.
- Burada kastedilen arz/الْأَرْضِ neresidir?
Burada kastedilen الْأَرْضِ şimdilik yeryüzüdür; atmosfer de dâhil olup denizleri de içerir. İleride ise insanlar güneş sistemi içinde yerleşebilirler, merkez yeryüzü olmak üzere orada da üretim yaparlar, hatta yaşayabilirler de. O zaman الْأَرْضِ kelimesi gezegenleri, السَّمَاءِ kelimesi ise güneşi ifade eder.
- هَاتُوا kelimesini inceleyiniz.
هَيْتَ kelimesi ‘Ne duruyorsun’, ‘Hareket et’ ve ‘Hareket edelim’ manalarına gelir. Türkçedeki ‘Haydi’ kelimesine tekabül eder. Burada هَاتُوا kelimesi آتُوا بِ kelimesinin manasını taşır. “Burhanınızı bekliyorum de” demiş olur.
Evet, biz 1960’larda Akevler ve Millî Görüş iş birliği ile insanlığa bu ayetlerde anlatılanları anlattık. Ayaklarına gittik, duyurduk, hatta ilim adamlarına bedeller ödedik. Onlar patent hakkı gibi bilgi hakkı isterken, para ile öğretirken, biz para vererek öğretmeye çalıştık.
Akevler’de de böyle yaptık. Onlardan bir şey isteyerek “Biz böyle düşünüyoruz, hatamız varsa gösterin de düzeltelim.” dedik ve onlara öğretmekten çok onlardan öğrenmek istedik.
Şimdi de buradaki قُلْ emrine uyar, aynı şeyi söyleriz. Onlar bize delil göstereceklerine savcıları gönderirler ama sonunda mahrum olup kalırlar.
- قُلْ tekrar edilir, üstelik ayet içinde tekrar edilir, وَ harfi getirilmez, neden?
Bu أَمَّا ile anlatılan ayetlere başlamadan önce “Söyle, hamd Allah’ındır, selam da ibadın üzerinedir” denmiş, ondan sonraki gelen أَمَّنْ‘li ayetler hep o قُلْ‘un içinde söylenenler olmuştur. Bir başka deyişle Allah bize “Bunları söyleyin” demiş olur. Şimdi ise “Burhanınızı getirin” der ve bunu ayrı قُلْ ile ifade eder. Demek ki arada mahzuf/gizli olan bir قَالُوا vardır. Onlar cevap verirlerse de o cevaplar burada zikredilmez. Onların cevabını beklememiz gerekir. Yahut onlar cevap vermeyecekler, o zaman beklenecek, belli bir zaman geçince uyarı yapacağız demek olur. Hani sizlere “Bu mu, bu mu?” diye soruyoruz, sizlerden cevaplar gelmiyor. Bir cevap var: karşı delil yerine toptan reddediyorlar, delilsiz reddetmeyi tercih ediyorlar. Yani onların bizlere “Hayır, öyle değil böyledir” dediklerini düşünelim. O zaman da Allah, “Onlara söyleyin, delillerini getirsinler, faizli sistemin, sorunları nasıl çözeceğini anlatsınlar” demiş olur. Buradaki قُلْ ayetin içinde geçtiği için cevap da ayetin içindekilere gider. Yani “Hilkati bed’ eden, sonra onu iade eden mi yoksa onunla beraber sema ve arzdan sizi rızıklandıran kimse mi?”
- Burada قُلْ söyleyen kimdir? Kime söyler?
قُلْ ile Allah bize söyler. Bize emrederek onlardan delil istememizi söylemiş olur. Bizim de bu delili isteyebilmemiz için evvela tebliğ etmemiz sonra delil istememiz gerekir. Anlatmak için ise örnek göstermemiz şarttır. Bir başka deyişle öncelikle semt kooperatiflerini kurmamız, anlatmayı tamamlamak için de bin dil üniversitesini tesis etmemiz gerekir.
- بُرْهَانَكُمْ‘deki كُمْ kimlerdir?
Bugünkü sorunları karşılıksız para ile çözeceklerini iddia eden herkestir. Ekseriyet sistemi ile alınan kararların çözüm olduğunu iddia eden herkestir. Yani Millî Görüşçüler, AK Partililer, bütün cemaatler bu كُمْ‘ün içine dâhildir. Biz söyleyeceklerimize aklî ve naklî delil getiriyoruz. Onlar ise ‘Pratik değiller” ile Sermaye buna müsaade etmez demek istiyorlar.
- صَادِقِينَ nekre ve kurallı erkek çoğul gelir, مِنْ‘siz gelir, neden?
صَادِقِينَ kelimesinin karşılığı كَاذِبِينَ‘dir. İki grup insan vardır. Bir grup, iyiliğine inanır ve inandıklarını savunur, bu grup صَادِقِينَ kimselerden oluşur. Bir de bildiğini savunma yerine çıkarını savunma esasını benimseyenlerdir. Bunlar ise كَاذِبِينَ grubunda yer alırlar. Bugünkü siyaset kâzipler ile doludur. Basın ve yayın birer kâzip merkezidir. Lise mezunu gençleri yazı ve yayın sorumlusu yapar, âlimleri ve tecrübelileri onun denetimine verirler. O istediği yazıyı yayınlar, istediği kimseyi konuşturur, işine gelmeyenleri söyletmez ve onları yazdırmaz. Bilgisiz ve beceriksiz olan bu kimseler siyasetin istediklerini söylerler. İşte burada söylenen صَادِقِينَ, siz bu كَاذِبِينَ gurubundan değilseniz, sadıklar iseniz demektir. Kurallı çoğul gelir. Çünkü bunlar örgütlenirler. Nekre gelir, çünkü bunlar çokturlar. Bizim çok partili, çok mezhepli, çok sermayeli işletmelerden kastımız budur. Çoklu sistemdir. Bu ayet bunu teyit eder.
Öz Türkçe ile:
“Yoksa yaratılışı başlatan sonra onu yenileyen ve gök ve yerden sizi besleyen kimse mi? Allah ile beraber bir tanrı mı var? ‘Doğru iseniz kanıtlarınızla gelin.’ de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ya da halkı bed’ eden sonra onu iade eden ve sema ve arzdan sizi rızıklandıran kimse mi? Allah ile beraber bir ilah mı vardır? ‘Sadık iseniz burhanınızı hati olun’ diye kavl et.”
أَمَّنْ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (64)
GENEL YORUM
- Kıssalardan sonra أَمَّا ile أَمَّنْ‘leri karşılaştırır, bize bunları bugünkü insanlığa söylememizi isteyip emreder. Kimlere söyleyeceğiz?
Bizim bugünkü muhataplarımız ikidir. Biri şeriata karşı olanlardır. Diğeri de şeriatı benimsedikleri halde şeriatı uygulamayanlardır. AK Parti ve birçok cemaat bunların örneğidir. Bu ikinci grupta olan insanların kimler olduğunu tespit etmemiz çok zordur. Kendimiz bile şeriatı tam olarak uygulayamıyoruz. Elimizde bir araç olmalıdır, bir kelime olmalıdır. Bizim için araç Kur’an seminerleridir. Kur’an seminerlerine katılanları biz sadıklardan sayıyoruz. Sadece Akevler Kur’an seminerlerine katılanları değil, yeryüzünde kim Kur’an seminerlerine katılmışsa onları sadıklardan kabul ediyoruz. Humeyni Cemaati, Seyyid Kutup Cemaati (İhvan), Mevdudi Cemaati sadıkların cemaatidir. Türkiye’de Saidi Nursi’nin Cemaati, Süleyman Tunahan’ın Cemaati sadıkların cemaatidir.
- Kimler söylemekle mükelleftir?
Söylemek için önce bilmek; bilmek için de müspet ilimler ile Kur’an ilimlerini öğrenmek ve onlara odaklanmak gerekir. O halde İslamiyet hakkında söz söylemek için Kur’an seminerlerine ve müspet ilimlere devam etmek gerektiği gibi söyleme bilgi seviyesi ile ilgilidir. Ne kadar biliyorsak o kadarını söyleyeceğiz. Onları söylemekle görevliyiz ve yetkiliyiz. Kendi bilmediğimiz ve başkalarından duyduğumuz fikirlerin avukatlığını yapmak, Kur’an’ın izin vermediği söylemlerdir.
- Nasıl söyleyebiliriz?
Söylemek için semt kooperatiflerini kurabiliriz. O kooperatiflerde gerek Kur’an ilimlerini gerekse müspet ilimleri birlikte öğrenmeye çalışırız, uygulayarak yaşamış, böylece Kur’an düzenini çevremize fiilen anlatmış oluruz. Çevre yaptıklarımızı yadırgayabilir ve eleştirebilir, bizler de onlara bilgimiz dâhilinde cevaplar veririz. Ayrıca bin dil üniversitesinde ilim yaparak ve çalışarak okuma imkânlarını sağlayabiliriz. Her katta değişik dilleri konuşan cemaatler oluşur. Böylece herkes herkese söyleme imkânını bulur. Bizim, Akevler’in bildiğimiz diğer cemaatlerden farkı buradadır. Lisan-ı kal ile değil lisan-ı hal ile konuşmaya çalışırız.
- Emre muhatap olanlar kimlerdir?
Kur’an gelmeden önce Allah emirlerini kendi seçtiği kimselere verirdi. Kur’an’la vahye dayalı peygamberlik sona ermiş, onun yerine içtihat ve icma müesseseleri getirilmiştir. İçtihat yetkisi de âlimlere verilmiştir. Âlim olma işi artık atama ile değil iktisap ile elde edilir. Âlim olanlardan sadık olanlar Kur’an’ı anlayıp uygulamakla yetkili ve görevlidirler. Malen katılanlar Müslim, bedenen katılanlar Mümindirler.
- Müslim ve mümin ayrımını açıklayınız.
Müminler malları ve canları ile sadıklardan olan kimselerdir. Müslimler birbirlerine yalan söylemezler ama kendilerine yalan söyleyenlere yalanla mukabele etme haklarına sahiptirler. Doğru söyleyip kendilerini sıkıntıya sokmazlar. Eğer herkes beyanı doğru yapıyor, vergisini ödüyorsa o da doğru beyan eder, vergisini doğru öder. Eğer vergiyi herkes kaçırıyorsa o da onlara katılır. Müminler ise kendisine yalan söylense de kendisi yalan söylemez. Kendisine haksızlık yapılsa da o haksızlık yapmaz. Kendisine saldırana karşı savunmaya geçer, savunma amaçlı karşı saldırıyı yapar ama kendisi saldırmaz. Sadık/صَادِق kelimesinin taşıdığı manayı burada daha iyi anlıyoruz. Rivayet var, Muhammed Peygamber’e “Ne yapayım da kurtulayım?” diye sorarlar, “Yalan söyleme, yeter.” diye cevap verir.
***
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (65)
“‘Allah’ın dışında arzda ve semavatta olanlar gaybı ilm etmezler.’ diye kavl et. Ne an ba’s olunacaklarını şuur etmezler.”
- Bundan önce peygamberlerin kıssasını sona erdirince ayet قُلْ ile başlamıştı, son ayette ayetin içinde قُلْ geçmişti. Şimdi de ayetin başında قُلْ geçiyor. قُلْ kelimeleri ile nasıl bir tasnif yapılmak isteniyor? Bundan sonraki ayetlerin kaçının başında قُلْ geçiyor?
وَ harfi getirilmeden قُلْ tekrar edilince buradan, birinci söylenene karşılık karşı tarafın cevap verdiği ama cevabın ne olduğunun zikredilmediği anlaşılır. Karşı taraf söylenene değişik cevaplar verebilir ama bizim vereceğimiz cevap belli ise biz cevabı onu beklemeden karşılayabiliriz. Yani Allah bize burada “Onlar ne cevap verirlerse versinler sen söylemeye devam et.” demiş olur.
Eğitimde de önce soruyor, onların görüşlerini alıyor, istişare ediyoruz ama sonra ittifakla veya istişare ile bir sonuca varıyoruz. Bu sefer sonucu yani azmi ilan etmemiz ve duyurmamız gerekir. Bugün de mecliste görüşmeler yapılır, sonunda alınan kararlar Resmî Gazete’de duyuru olarak ilan edilir.
Kur’an düzeninde bu resmi duyurma nasıl olur?
Önce yazılı hale getirilir ve yayınlanır. Bugün yayınlanma tarihinden itibaren yürürlüğe girer. Oysa şeriatta yayınlanan metni hutbede imamın okuması veya yayınlandığını ilan etmesi ile yürürlüğe girer. Bugünkü metinlerde “yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer” denir. Şeriatın metninde ise “başkanın şu tarihli Cuma namazında ilan etmesi ile yürürlüğe girer” denmelidir.
- Burada söyleyen kimdir? Kime söylenir?
Kur’an’a muhatap olan ve kendisini yeterli bulan kimse bu emri yerine getirir ve söyler. Kim kabul ediyorsa ona söylenir.
- لَا يَعْلَمُ hem muzari fiil hem de istikbal sığası ile gelir. Manası neyi ifade eder?
Gaibin hiçbir zaman bilinemeyeceği ifade edilir. Yani şimdi bilmediğimiz gibi gelecekte de bilemeyeceğiz. Olaylar iki çeşittir. Gaybi olaylar vardır, hesabi olaylar vardır. Gaybi olaylar iradi olaylardır. Eğer bir şeye ben karar veriyorsam, karar vermeden önce ne karar vereceğimi ben de bilmem, karar verdiğim andan itibaren bilinir hale gelir. Batılılar kararın da kurallara dayandığını ileri sürerek iradeyi inkâr ederler. Kur’an ise iradeyi kabul eder, hesabi olmayan gaibe ait olayların bilinemeyeceğini ısrarla bildirir.
- “Arzda olanlar” belli olup insanlardır, “semavatta olanlar” ise belli değildir; kimlerdir bunlar?
مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ denir. Buradaki السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ kâinattır.
Güneş sistemimiz bir bütündür. Orada bulunanlar kendi imkânları ile yaşarlar. Şimdilik yalnız yeryüzünde insan bulunur. Güneş ışığından gelen bilgilerden öğreniriz ki insanda mevcut olan oksijen ve karbon döngüsü güneşte de vardır. Bu döngü ancak canlıların devreye girmesiyle mümkündür. O halde güneşte de canlı vardır. Biz bugün buna cin diyoruz. Atom fiziği kanunları ile güneşteki hayatı açıklayabiliyoruz. O halde bu şartları taşıyan bütün kâinatta insan ve cin vardır. Kur’an’da ve ilahi kitaplarda bildirildiğine göre ruh ve melek de vardır. Ruhla meleğin fizikteki yerleri ışık üstü hızlarda var olmalarıdır.
Bu hususta “Güneşte Hayat” adlı risalemiz www.akevler.org’dan okunabilir. (http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/79/8/1-GUNESTE-HAYAT )
- وَمَنْ فِي الْأَرْضِ demeyip de وَالْأَرْضِ der. Bütün kâinatın içeriğine aldığı مَنْ’ler kimlerdir?
Yukarıda açıkladığımız gibi Allah’ın dışında dört çeşit şuurlu varlık vardır.
İnsan güneş ışığından daha küçük hızlarda yaşayan varlıktır. Cinler de öyledir. Ama cinlerin hızları güneş ışığına yakındır. İnsanın hızı ise cinden küçüktür. Ruh ve melek ise ışık hızından daha büyük hızlarda yaşar. Ruhlarınki büyük, meleklerinki ise daha küçüktür; güneş ışığına yakındır.
Bu dört şuurlu varlığın dışında bir de Allah’ın varlığı vardır. Ne var ki semavat ve arzda bütün bu dört şuurlu varlık görevlidir ve iş yapmaktadır. Düzeni birlikte kurarlar. Yerin dönüş zamanlarını melekler ayarladığı gibi bitkilerin çiçeklerini ayarlayan DNA’ları da melekler dizerler, dizmişlerdir. Hep birlikte varlığımızı sürdürdüğümüz için مَنْ kelimesi getirilmiştir.
مَنْ farklı varlıkların hepsini içine alan bir manayı taşır, kâinatta olanları içerir. Kâinat dışında da arşta bunlar vardır. Ama burada ifade edilen kâinatta olanlardır.
- الْغَيْبَ kelimesini inceleyiniz.
غَيْب uzaktan bakıldığında arazide kapalı kalmış yere, dibi görünmeyen kuyunun içine denir. Görünmeyen veya kaybolan için kullanılır. غَرْب kelimesi batıyı ifade eder. Güneşin battığı yeri, kaybolduğu yeri ifade eder. غ değişmeyi, ر tekrarı, ب geçişi ifade eder.
Hesabi olaylar zamanla hesap formülleri ile ifade edildiği şekilde cereyan eder. Yarın güneşin saat kaçta dakikası dakikasına batacağını biliriz. Bu hesabidir. Ancak yarın yağacak yağmurun miktarını bilemeyiz.
İşte, matematik formülleri ile ifade edilemeyen miktarları içeren olaylara “gaybi olaylar” diyoruz. Makro hayat gaybidir. Mikro hayat genellikle hesabidir. Ne var ki iradeye bağlı olaylar hep gaybidir.
- Bir taraftan gaibe imanı şart koşarken, öbür taraftan gaip bilinmez diyor; bunun anlamı nedir?
Geleceğini bilirsin ama ne zaman geleceğini ne kadar geleceğini bilmezsin. Sen gerektiği zaman gerektiği miktara göre hesabını yapar, hazırlıklı bulunursun. Hesabı yapmak, zamanı ve miktarı hesaplayıp hazırlığı yapmak gaibe imandır. Gelen ise gaibin kendisidir. Yani her zaman hesapladığın gibi olmaz ama sen hesaplama ile hareket edersin. Kalanını kadere bırakıp olana razı olursun. Bu husus çok önemlidir. Gerekli tedbirleri alırken içtihatla hareket edersin. İçtihatla bilinenler her zaman gerçekleşmez, orada da olanları olduğu gibi kabul edersin. Olaylara sabrın manası budur.
- Allah’ın gaibi bilmesi ne demektir?
Birçok olaylar vardır ki aslında hesabidir. Örneğin bir parayı attığın zaman onun yazı veya tura gelmesi benim tutuş şeklime bağlıdır. Düştüğü yerin özelliğine bağlıdır. Eğer benim tam bilgim olsaydı turanın veya yazının gelip gelmeyeceğini bilirdim ama bilgiler o kadar çoktur ki insanın onları bilmesi, hele onları formüllere yerleştirip hesaplaması insan için mümkün değildir. Ama Allah için mümkündür. Kendi iradesine ve insanların iradesine dayanmayan bütün olaylar matematikseldir. Sonsuz sayıda bilinmeyen vardır, sonsuz sayıda denklem vardır. Hatta iradi olanların da alternatifleri bilinir, dolayısıyla o da gaip değildir. Bu kâinatı var eden Allah bu sonsuz formülleri ve bilinmeyenleri bilerek çözmüştür. Dolayısıyla Allah iradi olanların ihtimalleri de dâhil olmak üzere gaibi bilir. Bununla beraber Allah gaibi bilir, semavat ve arzdaki gaibi bilir de iradi olanları da bilir anlamı çıkmaz.
- يَشْعُرُونَ kelimesini inceleyiniz.
شَعْر saç kılı demektir. İnsanın beyninde olan düşünceleri dile getirir. İnsan beyni sinirlerin örgüsü ile çalışır. Sinirler birer saç kılı gibidirler. Şuur insanın kendisini bilmesidir. Ben şimdi söylüyorum, söylediğimin farkındayım, Ayşe Aydın da yazıyor. O da yazdığının farkındadır. O benim söylediğimi biliyor, ben de onun yazdığını biliyorum. Karşılıklı soruyoruz. Ben istediğimi söylediğim zaman o anlıyor, sil dediğim zaman siliyor. İşte, şuur dediğimiz şey benim kendi varlığımdan haberdar olmam, Ayşe’nin de kendi varlığından haberdar olması, ayrıca ikimizin birlikte var olduğumuzdan haberdar olmamızdır. İlimden farkı, bir bilgisayar da bilir hatta insanla satranç oynar. İnsan ile bilgisayar programı karşılıklı olarak satranç oynar. Ama biz yenildiğimiz zaman üzülürüz, o ise üzülmez. Ne kendi varlığından ne de oynadığı oyundan haberlidir. Aslında bu oyunu oynayan o programı yapan insandır. Onun oynadığını bilen de insandır. Ekrandaki hareketler sonunda yenilip yenilmediğine karar veren de insandır. O halde bilgisayarın ilmi insanın ilminden ibarettir ama farklıdır. İnsanın şuurunda olmayanlar da orada yer alır.
- مَا يَشْعُرُونَ sığasını inceleyiniz.
مَا harfi geçmişteki nefyi, لَا harfi gelecekteki nefyi ifade eder. يَفْعَلُونَ siygası da hali ve geleceği ifade eder. مَا يَشْعُرُونَ hali ifade eder. Şuurunda değildirler anlamındadır. Geçmişte şuurunda olmadılar, halde (şimdiki zamanda) de şuurunda değillerdir ama gelecekte olabilirler. Olaylar cereyan ettikten sonra gaibi bilmediklerini anlarlar. Hep beklenmedik olaylarla karşılaşırlar. Sosyal olaylar kanunlara tabidir. Ne var ki sosyal olaylar fiziki olaylardan farklı olarak insanların tam bilgisi içinde cereyan etmez. Sosyal kanunlara dayanılarak olacaklar hakkında tahminlerde bulunursunuz. Öyle beklenmedik olay olur ki sizin tahmininizin tam dışında oluşur. Ayet bunu bildirir. Bunu söyle der. Allah’ın takdiri vardır. Üçüncü binyıl uygarlığı ortaklık uygarlığı olacaktır ancak bunun nasıl gerçekleşeceği ve ne zaman gerçekleşeceği gaibi olaylardandır. “Siz ve onlar bunları bilemezsiniz.” demiş olur.
- أَيَّانَ kelimesini inceleyiniz.
أَيُّ hangisi veya ne zaman anlamındadır. الرَّجُلِ أَيُّ dersek ‘hangi adam’ı ifade eder. آن kelimesi ise حِينَ kelimesine benzer, kısa zamanı ifade eder. حِينَ ise geniş zamanı ifade eder. Türkçede an/آن kelimesini kullanırız, “Aniden geldi” deriz. Beklenmedik olaylar birden gelir. 15 Temmuz böyledir. AK Parti askeri müdahaleler artık olmayacaktır derken en tehlikelisi ile karşı karşıya gelmiştir. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi de böyledir. Sonunda Ekrem İmamoğlu kimsenin beklemediği bir oyu almıştır.
- يُبْعَثُونَ kelimesini inceleyiniz.
بَعْث görevlendirme demektir. Osmanlıcada milletvekilinin adı mebustur. Buradaki بَعْث öldükten sonra dirilme anlamında olabileceği gibi çökmüş bir İslam uygarlığının yeniden canlanması şeklinde de anlaşılabilir. Bundan önceki ayette geçen “Sonra onu iade eder” ifadesine de iki mana vermiştik. İnsan öldükten sonra bilincini kaybeder. Rüyasız uykuda olduğu gibi artık o zamanı yaşamaz. Sonra bir gün gelir, yeryüzü başka bir yeryüzüne çevrilir ve dört boyutlu uzayda bütün insanlar birden öldükleri andaki hayatlarına başlarlar. Çok boyutlu geometriyi bilenler bu söylediğimi çok kolay anlarlar.
Bu ayete göre hiç kimse kendisinin ne kadar zaman sonra dirileceğini bilmez. Herkes için kabir ömrü vardır. Bu uykudaki rüya benzeridir. Rüyada geçen zaman uyanık geçen zamanla orantılı değildir. Rüyada bir saniye içinde günleri, ayları yaşayabilirsiniz veya aylar ve günler bir saniyede oluşur. Bu husus Einstein’in izafiyet nazariyesi ile aydınlanmıştır. Fizikte de hızlı olanların zamanları ölçülerek deneyle kanıtlanmıştır.
بَعْث‘ın ikinci manası ise şudur; hak uygarlıkları çöktüğü zaman yeni uygarlıklarla dirilirler. Yani eski uygarlık üzerine yeni uygarlık kurulur. Onun için hak uygarlıkları بَعْث uygarlıklarıdır. Kuvvet uygarlıkları ise çökenlerdir. Yeni kurulan kuvvet uygarlığı eski kuvvet uygarlığının devamı olmaz.
Buradaki أَيَّانَ يُبْعَثُونَ ifadesi ile ortaklık düzeninin ne zaman geleceği hususunu bilemeyeceğimizi söylemiş olur. Nitekim Adil Düzen çalışmalarında da beklemediğimiz birçok sonuçları elde etmemize rağmen istediğimiz birçok sonuçları da elde edemedik. Ne zaman ortaklık düzeninin geleceği hususunu bilmiyoruz. Geldiği zaman öğreneceğiz.
- Ahiretteki dirilmeyi بَعْث ile ifade etmektedir, anlamı nedir?
مَبْعُوث görevli demektir.
Biz ahirette cennete veya cehenneme gitsek de oralarda görevlerimiz olacaktır. Gerek cennet gerek cehennem, gayesi olan iki ayrı alandır. İkisinde de gelişme olacaktır. Kur’an’daki ayetlere bakıldığında bu iki gelişme sonunda birleşecek, ahiretin ötesinde de yeni gelişmenin kaynağı olacaktır. O hususta bizim beynimiz fazla bilgiye sahip olamıyor.
Öz Türkçe ile:
“‘Allah’ın dışında göklerde ve yerde olan kimseler görünmeyenleri bilemezler.’ de. Ne an gönderileceklerini de algılayamazlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Allah’ın dışında arzda ve semavatta olanlar gaybı ilm etmezler.’ diye kavl et. Ne an ba’s olunacaklarını şuur etmezler.”
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (65)
****
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْهَا بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ (66)
“Evet, ahirette ilimleri tedarük etmiştir. Evet, onlar ondan şek içindedirler. Evet, onlar ondan amy etmektedirler.”
- Bu ayette بَلْ kelimesi 3 defa tekrar edilir. Buبَلْ ‘ler hangi cümleyi teyit eder?
Bundan önceki ayeti açıklarken وَمَا يَشْعُرُونَ‘nun şimdiki hali ifade ettiğini ileride edemeyecekleri anlamına gelmediğini belirtmiştik. İşte bu بَلْ ile “Hayır, şimdi siz ne zaman baas olunacağınızı bilmiyorsunuz ama ahirette bileceksiniz.” diyor. Benzer şekilde dünyada da “Ortaklık düzeninin ne zaman geleceğini şimdi bilmiyorsunuz ama geldiği zaman öğreneceksiniz.” demektedir.
- ادَّارَكَ kelimesini inceleyiniz.
ادَّارَكَ Tefa’ül babında bir kelimedir. Aslı تَدَارَكَ‘dir. Birden çok kimsenin karşılıklı hareketlerini ifade eder.ت harfi د’a dönüşür, idgam olur ve başına vasıl hemzesi gelir. درك kökü de درج gibi sıralamada sırasını gösterir. Derece/ درج yukarıya doğru, dereke/ دركise aşağıya doğru saymadır. “İdrak etmek” yetişmek manasına geldiği gibi kavramak, anlamak manasına da gelir. Burada “kavrayacaklar, idrak edecekler” anlamındadır.
- “İlmin tedarükü” nedir?
“Kendileri tedarük edecek” demiyor da “ilimleri tedarük edecek” diyor. Kur’an’da ilmin tedarükü yalnız burada geçer. İlmi değil de “İlimleri tedarük etti” der. Uygarlaşma demek insanlık ilminin tedarük kapasitesinin gelişmesi demektir. Uygarlaşma bu kapasitenin artmasıdır. Ahirette insanlığın ilmi kapasitesi artacaktır demektir.
- Ahirette neyi idrak ederler?
Ahirette ilimleri ne an bahis olunduklarını idrak ederler. Yani geçmişteki olayları zamanları ile hatırlarlar demektir. Ortaklık düzeni geldiği zaman o düzenin nasıl geldiğini öğrenirler demektir. Bugün dünyada büyük değişmeler olmuştur, bu değişmelerin başlangıcı Akevler ve Millî Görüş’te oluşan Adil Düzen’dir. Bugünkü basın-yayın bunu kapalı tutar. Ama yarın bütün bunlar tarih sahnesine çıkar ve Adil Düzen’in nasıl doğup geliştiği bilinir. Ahirette de dünyadaki bütün olaylar ortaya dökülür.
- Buradaki هُمْ zamiri kimlere gider?
لَا يَعْلَمُ‘nin faili olan مَنْ‘lere gider. Yani semavat ve arzdaki hiç kimse insanlardan ister Mümin ister kâfir olsun ister melek ister cin olsun hiç kimse gaibi bilmez ve geleceğin şuurunda olmaz. Bunun anlamı şudur ki, Allah yeryüzüne her an müdahale etmektedir. Hiçbir şey tam hesabi değildir, iradidir.
- Şek/شَكّ ile zan/ظَنّ kelimelerini karşılaştırınız.
Şek/شَكّ olup olmaması eşit olan bir bilgidir. Rayb/رَيْب olmaması daha çok beklenen bir bilgidir. Zan ise olması daha çok beklenen bir bilgidir. İkinci بَلْ ile, ahirette öğrenecekleri ilimleri, dünyada veya şimdi bilmiyorlar ifadesini daha ileri götürerek, “Onlar o hususta şek içindedir.” der. Yani “olup olmayacağı hususunda kararları yoktur” denmiş olur. Allah insanları, cinleri, ruh ve melekleri öyle yaratmıştır ki ileride ne olacağını bilmezler. Kendileri çaba göstererek ona göre hareket ederler. Yani bu ayet kâinatın yaratılış felsefesini anlatır. Allah, şuurlu varlıkları var etmiş ama onlara gaibi bildirmemiştir. Gaibi keşfedip ona göre hareket etme imkânı sağlamıştır. İnsanların, cinlerin veya diğerlerinin davranışlarıyla onların derecelerini yükseltmiş veya cezalandırmıştır. Yani bunları iradeli varlıklar haline getirmiştir.
- مِنْهَا‘daki هَا zamiri kimlere gider?
Buradaki هَا zamiri ahirete gider. Ahirette onların ilmi olur ama şimdi onlar ahiret için şektedirler. Bugünkü ilimler ortaklık düzeninin geleceğine şahitlik eder. Öldükten sonra da yeniden hayatın başlayacağına şahitlik eder. Buna rağmen insanlar ve şuurlu varlıklar şek içindedirler. İlimleri var ama kalpleri mutmain değildir. İnsanın ve diğer şuurlu varlıkların tutumunu anlatır. Allah öyle yaratmıştır ki bütün bu yarattıklarının salih ameli işleyip işlemeyeceklerini bekler ve iradelerine göre yaratır.
- “Amy ederler” deyip مِنْهَا ile getirir, nasıl teaddi eder?
أَعْمَى kör, gözleri görmez demektir. Özellikle bunlar ahireti görmezler. Bu dünyayı gördükleri gibi ahireti kavrayamazlar. Allah bunları öyle yaratmıştır. Dünyayı kavradıkları gibi ahireti kavrar bir şekilde yaratmış olsaydı o zaman herkes zorunlu olarak inanacaktı. Hâlbuki şimdi ahiret hakkındaki bilgileri eksik olduğu için hakkı veya batılı seçmede insanlar özgür olurlar. İnsanın cüzi iradesi ancak bu belirsizlik içinde mümkün olur. Allah insanları icbar etmez. Onu kendi iradesine ve isteğine bırakır, ona göre ahirette kendisine görev verilir. İlahi kitapların temeli insanın kendi iradesi ile kendi sonucunu belirlemesi esasına dayanır.
YORUM
Bugünkü dünyamızın durumu ile bu ayette anlatılanları karşılaştırınız.
Bu ayetler kâinatın yaratılış felsefesini anlatır. İnsanların diğer şuurlu varlıklar gibi kendi iradeleri ile kendi istikballerini belirlemeleri için gaibi insanlara ve diğer şuurlu varlıklara bildirmez. Onları bilgisizlik içinde hakkı veya batılı seçmede özgür bırakır. Buradan bize anlattıkları yeryüzünde “Hak gelir ve batıl yok olur.” şeklinde değildir. Batıl zahik olur yani kendi kabuğuna çekilir demektir. Fırsat bekler, bir gün hak düzeni tutanlar bozulup hak fesada uğrayınca onlar ortaya çıkar ve fesada uğramış düzeni yıkarlar. Sosyalizm ve kapitalizm yaşlanmış olup Hristiyanlık ve İslamiyet’in şu anda işlemez durumda olan düzenini mikroplar gibi ortadan kaldırmakla görevlidir. 20. yüzyılda bu başarılmıştır. Şimdi alan boştur, tarla yeni fidanları dikmeye elverişli hale gelmiştir. Bizim veya bizler gibilerin bu hazır hale getirilmiş tarlaları artık ortaklık düzeni fideleri ile doldurup hasat yapılacak günleri beklememiz gerekir.
Öz Türkçe ile:
“Evet, ötede bilgileri kavrayacak. Evet, onlar kuşku içindeler. Evet, onlar ondan kördürler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Evet, ahirette ilimleri tedarük etmiştir. Evet, onlar ondan şek içindedirler. Evet, onlar ondan amy etmektedirler.”
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْهَا بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ (66)
1090. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök/Vezin | Açıklama |
-
| الْآخِرَةِ | الْفَاعِلَةِ/ءخر | أُخُر ense demektir. أُخْرَى diğer demektir. آخَر de diğeri demektir. آخِر son, آخِرَة sonraki hayat demektir. Arka, oradan da son anlamında ahir kelimesi türemiştir. ء gücü, خ çökmeyi, ر kolaylığı ifade eder. |
-
| ادَّارَكَ | تَفَاعَلَ/درك | دَرْكolgunlaşmış meyvedir. درج yukarıya doğru, درك aşağıya doğrudur. Kur’an’da böyle ifade eder; الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ veالدَّرَجَاتُ الْعُلَ . د çevreyi, ر tekrarı, ك oluşmayı ifade eder. |
-
| الْأَرْضِ | الْفَعْلِ/ءرض | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَى çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekânda dizi yani sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. ءرض Kur’an’da 461, جلس Kur’an’da 1 defa geçmektedir. Toplam 462 (2*3*7*11) eder. ء gücü, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder. |
-
| إِلَهٌ | فِعَلٌ/ءله | لَاه bir şeyi kapatmak için üstüne örtülen örtü demektir. İlah örtülmüş, görünmez anlamında olup Tanrı demektir. İlah kelimesi Tanrı anlamındadır. İnsanlar, “var edici”yi her zaman bilmişlerdir. Onu en kıymetli veya güçlü gördükleri bir varlık ile ifade etmeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki, birçok dinlerde Tanrı güneş kelimesi ile ifade edilmiştir. Türkçedeki Tanrı da ışık kelimesinden gelmektedir. Kur’an’da da “Allah göklerin ve yerin nurudur” denmektedir. Bu kelimenin çıkışı “aydınlık” anlamına gelen bir sözden gelmiş olmalıdır. Türkçeye Tanrı diye tercüme edilmiştir. Kur’an’daءله 2851, ءلي 289 defa geçer. Toplam 3140 (22*5*157) eder. ء gücü, ل belirlemeyi, ه görünmezliği ifade eder. |
-
| أَيَّانَ | أَيَّانَ /ءيي | أَوْيَة kuş yuvası demektir. Türkçedeki “yuva” kelimesi de buradan gelir. Sonra و harfi ي’ye dönüşmüş أيي olmuştur. Yüksek yerlerdeki yapılar, işaretler ayettir. Türkçedeki ay da buradan gelmiş olabilir. آيَة işaret, alamet, delil demektir. Başına أَ harfi getirilirse “Delil mi? Hangi delil?” anlamlarına gelir. Sonraları ismi mevsul olarak veya soru edatı olarak “hangi” anlamında أَيُّ kullanılmaya başlanmıştır. أَيَّانَ“ أَيُّ آن” demektir. حَان su kenarındaki konaklama yeridir. Hayvanlar belli saatlerde buraya gelip su içerler. Bu esnada bunların sütü sağılır. حَانَة mastarı develerin suya gelmesi zamanının yaklaşması demektir. Sonra حِين herhangi bir işin yapılması için ayrılan zaman olmuştur. Sonra ح düşmüş آن olmuş. Şimdiki zaman için kullanılmaya başlanmıştır. ء güç, ي kolaylık demektir. |
-
| الْبَحْرِ | الْفَعْلِ/بحر | بَحْر deniz demektir. Türkçede büyük sulara deniz, küçük sulara göl denmektedir. Arapçada ikisinin adı aynıdır, bahrdır. ب geçişi, ح hareketi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| الْبَرِّ | الْفَعْلِ/برر | بَرّ kara, بَرِّيَّة bir kara parça demektir. بُرّ buğday, بِرّ buğdayın diğer tahıllara olan üstünlüğü esas alınarak “iyilik” anlamı kazanmıştır. ب geçişi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| بُرْهَانَ | فُعْلَانَ/بره | بَرْق şimşek demektir. Karanlıkta çaktığı zaman ortalığı birden aydınlatır ve nerede olduğunu çevrenin neleri içerdiğini görürsün. بره kökü برق kökünden dönüşmüş olup insanın birden aklına gelmesi, çözüm bulmasıdır. Akla gelmeden önce bilinmeyen ama akla gelince de kesin bilgi halinde olan şeye ‘burhan’ denir. Kur’an’da بره 77, برء 31, defa geçer. Toplam 108 (22*33) eder. ب geçidi, ر tekrarı, ه görünmezliği ifade eder. |
-
| بُشْرًا | بشر/فُعْلًا | بَشَرَة derinin tüysüz dış yüzü demektir. Bütün canlılar tüylü veya kıllı yaratılmıştır, yalnız insan tüysüzdür. Bundan dolayı insan beşer adını almıştır. Tüysüz olmanın ona sağladığı imkân tekstil sanayi ile her iklimde hatta uzayda yaşama imkânı bulmasıdır. Diğer canlılar sadece kendi şartlarına uyan iklimlerde yaşarlar. İnsan yüzü düşüncelerini ve ruh yapısını dışarıya aksettirecek şekiller alır. Sevinçli durumlarda güler yüzlü, kötü durumlarda asık yüzlü olur. Sevindirici haber vermek tebşir fiili ile ifade edilir. بُشْرَى: Bir müjdeci vasıtasıyla alınan haberdir. بُشْر : Bir müjdeci olmadan, belli olaylar vasıtasıyla alınan haberdir. بشر Kur’an’da 123, بصل 1 defa geçer. Toplam 124 (22*31) eder. ب geçidi, ش ani sıçramayı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| بَيْنَ | فَعْلَ/بين | بَيْن Topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523, بور 5 defa geçmektedir. Toplam 528 (24*3*11) eder. ب geçiş, ي kolaylığı, düzlüğü, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| الْخَلْقَ | الْفَعْلَ/خلق | خَلَق deri veya bez parçası demektir. Mastar olarak elbise biçmek veya çamurdan bir şey yapmak demektir. رَبْوَة‘te tedrici oluşum vardır. خِلْقَة‘ta ise birden oluş vardır. Allah hem haliktir hem de rabdır. Kaderde her şeyi planlamış ve ona göre zaman içinde gelişmeye bırakmıştır. Buna da kaza denir. İlk yarattığı canlıdan kıyamete kadar gelecek bütün canlıların bütün özellikleri ilk canlının geninde vardı. Bu, kaderdir. Şimdi gerçekleşenler ise kazadır. İlk defa zaman ve mekân içinde öyle atomları yarattı ki, o atomlarda da kâinatın oluşması ile ilgili bütün özelikler vardı. O, kaderdi. İşte biz o kaderdeki hayr ve şerr müsait oluşları hayra çevirmek için falikin yani bölerek çoğaltanın kanunlarına ve nizamına sığınıyoruz. خلق Kuran’da 261, حرق 9 defa geçmektedir. Toplam 270 (2*5*33) eder. خ çökmeyi, ل belirliliği, ق kuvveti ifade eder. |
-
| رَحْمَةِ | فَعْلَةِ/رحم | رَحِيم Rahim, bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir. Kur’an’da رحم 339, لحي 1 defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder. ر tekrarı, ح hareketi, م enginliği ifade eder. |
-
| الرِّيَاحَ | الْفِعَالَ/روح | Reyhan kokulu çiçeğin adıdır. رِيح koku demektir. Kokuyu getirmiş olmasından dolayı rüzgâra da رِيح denmektedir. رِيح aynı zamanda güç anlamı da kazanmıştır. Rüzgârın gücünü göstermektedir. Buhar ve onun gücü de رِيح olarak adlandırılır. Ruh/رُوح, melek gibi bir varlıktır. Allah her şeyi iki çift yaratmıştır. Yani dört olarak yaratmıştır. Şuurlu varlıklar da dört adettir. İnsan, Cin, Melek ve Ruh dur. Kâinat zahir ve batın âlemlere ayrılmıştır. Gerek zahirde gerekse batında olan âlemde toprak ve nur olarak ayrılmıştır. Cin zahirin narından, insan zahirin toprağında, melek batının narından, ruh da batının toprağından var edilmiştir. Nar, ışık hızına yakın hareket eder. Toprak ise ışık hızından yavaş hareket eder. Her varlığın dalgası vardır. Kur’an’da روح 57, رمح 1 defa geçer. Toplam 58 (2*29) eder. ر tekrarı, و birliği, ح hareketi ifade eder. |
-
| السَّمَوَاتِ | الفَعَلَاتِ/سمو | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. “Sima” çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir, görünen taraf demektir. وَسْم, hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekanda sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. |
-
| شَكٍّ | فَعْلٍ/شكك | شَكّ olması ve olmaması durumunun eşit olması, رَيْب olmaması durumunun daha fazla olması,ظّنّ ise olması yönünde ihtimalin daha fazla olmasıdır. Kur’an’da شكك 15, شكو 3 defa geçer. Toplam 18 (2*32) eder. ش birden boşalmayı, ك oluşu, muhatabı ifade eder. |
-
| صَادِقِينَ | فَاعِلِينَ/صدق | صَدُقَة kocaların eşlerine sadakat karşılığı verdikleri mihridir. Topluluğun başkana olan sadakatini göstermek için verdikleri vergidir. صدق Kur’an’da 155. صدع ise 5 defa geçer. Toplam 160 (25*5) eder. ص direnci, د çevreyi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| ظُلُمَاتِ | فُعُلَاتِ/ظلم | ظُلْم karaltı demektir. Sonra karanlık anlamına gelmiştir. Nurun zıttıdır. Zulmetmek bir şeyi uygun olamayan yere koymak demektir. Sel kalıntıları zulümdür. Kur’an’da ظلم 315, ظلل ise 33 defa geçmektedir. Toplam 348 (22*87) eder. |
-
| عَمُونَ | فَعِلُونَ/عمي | أَعْمَى Kör demektir. Kur’an’da عمي 33, عمه 7 defa geçer. Toplam 40 (23*5) eder. ع üstün olmayı, م enginliği, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| الْغَيْبَ | الْفَعْلَ/غيب | غَيْب Uzaktan bakıldığında arazide kapalı kalmış yere, dibi görünmeyen kuyunun içine denir. Görünmeyen veya kaybolan için kullanılır. غ değişmeyi, ي görünmezliği, ب geçidi ifade eder. |
-
| قُلْ | اُقْوُلْ/قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanmayı kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| مَعَ | -/مع | أَمْعَاء bağırsakları ifade eder, birbirleriyle dolanmış sarmaşık gibi varlıklardır. م enginliği, ع üstünlüğü, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| هَاتُوا | فَعَلُوا/هيت | هَيْأَة hazırlamaktır. هَيْتَ kelimesi ‘Haydi gel’ manasına geldiği gibi آتَى anlamında ‘ver’ manası çıkar. Kur’an’da هيت 5, هيل1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder. ه görünmezliği ي kolaylığı, ت varlığı, muhatabı ifade eder. |
-
| يُبْعَثُونَ | يُفْعَلُونَ/بعث | بَعْث içtima etmiş askeri birlik demektir. Uyanmak veya göndermek anlamlarına gelmektedir. بَعْث eşilen yer demektir. Eşmek, araştırmak ve ortaya çıkarmak anlamlarında kullanılmıştır. ب geçidi, ع etkiyi, ث dağınıklığı ifade eder. Kur’an’da بعث 67, بءس 73 defa geçer. Toplam 140 (22*5*7) eder. ب geçidi, ع etkiyi, ث dağınıklığı ifade eder. |
-
| يَدَيْ | فَعَلْنِ/يدي | يَدَا El ve kol demektir. İnsanı hayvanlardan ayıran özelliklerin başında elini sanat için ve yazmak için kullanabilmesidir. Bu tür işlerde yetenekler iki el ile ifade edilir. İki el arası ön taraf demektir. ي kolaylığı, د duvarı çevreyi ifade eder. İki eli ifade eder. |
-
| يُرْسِلُ | يُفْعِلُ/رسل | رِسْل Saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. “Haber saldı” da olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. عَلَى harfi ceri ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir. رسل Kur’an’da 513, ردد 59 defa geçer. Toplam 572 (22*11*13) eder. ر tekrarı, س mekânda diziyi yani sıralanmayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| يَشْعُرُونَ | يَفْعُلُونَ/شعر | شَعْر Saç demektir. İnsanın kendi kedisini bilmesi ve geçmişi ve geleceği ile varlığını hissetmesi şuurudur. Boşalmak deşarj olmak anlamındadır. ش ani sıçramayı, ع etkilenmeyi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| يَعْلَمُ | يَفْعَلُ/علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelmektedir. Hala orada toplanılmaktadır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| يَهْدِي | يَفْعِلُ/هدي | هَدِيَّة insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da هَدْي denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye هَادِي denmiştir. Sonraları “hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur. ه harfi boşluğu, د çevreyi, ي kolaylığı ifade eder. |
***
İstanbul, Yenibosna; 14 KASIM 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR