Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021
2169 Okunma, 4 Yorum

KASAS SÛRESİ - 18. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79) وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80) فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرِينَ (81) وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82)

 

***

 

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79)

(79)FaPaRaCa GaLAy QaVMiHIy  FIy ZIyNaTiHIy QAvLa elLAÜIyNa YURIyDUvNa eLXaYAvti elDuNYAv  YA LaYTa LaNAv MiÇLa MAv EuTiYa  QAvRUvNa  EinNaHUv La ÜUv XaüÜın GaJIyMin.

“Kavmine ziyneti içinde huruç etti. Dünya hayatını murad edenler Karun’a ita edilmiş olan misli bize de ita edilseydi. O azim hazdır diye kavl etti.”

 

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79)

خَرَجَ قَالَ أُوتِيَ

يُرِيدُونَ

مِثْلَ حَظٍّ عَظِيمٍ

قَوْمِهِ زِينَتِهِ

قَارُونُ

الْحَيَاةَ الدُّنْيَا

الَّذِينَ لَذُو إِنَّهُ لَنَا

مَا

يَا عَلَى فِي فَ لَيْتَ

(3+1)+( 3+3+2 )+ ( 2+2+1)+   (2+2+1)=22=8+4=2*11

12+10=22

خَرَجَ- قَالَ أُوتِيَ- يُرِيدُونَ  مِثْلَ- حَظٍّ عَظِيمٍ – قَارُونُ   قَوْمِهِ- زِينَتِهِ  الْحَيَاةَ- الدُّنْيَا  الَّذِينَ- لَذُو إِنَّهُ- لَنَا عَلَى- لَيْتَ فِي فَ   يَا - مَا

PRC-QVL ETY-RVD  MÇL-XJJ  GJM-QRN QVM-ZYN  XYV-DNV elLaÜİyNa- LaÜUv EinNaHUv-LaNAv  GLAy-LaYTav   Fİy- Fa  YAv- MAv

 

  1. Ayet فَ harfiyle başlıyor, nereye atfediyor, ne anlamdadır?

Buradaki “F” harfi خَرَجَ yi قَالَ ye atfetmektedir. Önce kavmini kendisine verilen servetin kendi ilminin eseri olduğunu, dolayısıyla çevrenin buna saygı göstermesini söylemektedir. Bugünkü Sermaye’nin de söyledikleri bundan ibarettir. Biz sahip olduğumuz ilimle bu serveti elde ettik ve onu en iyi bir şekilde değerlendiriyoruz. Siz ise bunları değerlendirecek ilmi seviyeye sahip değilsiniz. Eğer bunları size dağıtacak olsak onu kullanamazsınız, işletemezsiniz, hem size zarar hem de insanlığa zarar olmuş olur. Bunu söyledikten sonra kavmine ziyneti içinde huruç etmiştir. Bugün de Sermaye de bize karşı böyle huruç etmektedir. O halde buradaki فَ takip Fe’sidir. Söylüyor ve arkasından söylediğinin doğruluğunu fiilen gösteriyor.

  1. إِلَى قَوْمِهِ demiyor da عَلَى قَوْمِهِ diyor, neden?

İnsanlar neden servet edinirler?

Kendilerinin üstünlüklerini sağlamak için servet edinirler. Üstün olduklarını göstermekte ziynetli bir hayat yaşarlar. Başkalarının oturamayacağı köşklerde otururlar, başkalarının binemeyeceği arabalara binerler, başkalarının giyemeyeceği elbiseler giyerler, başkalarının elde edemeyeceği altın ve gümüşü -bugün dolar ve euroyu- elde etmeye çalışırlar ve bunları halka gösterirler. Gayeleri kendi üstünlüklerini ilan etmekten ibarettir.

Bunun için عَلَى kelimesi kullanılmıştır.

  1. قَوْمِهِ deki هِ zamiri kime gidiyor?

قَوْمِهِ deki “Hi” zamiri Karun’a gidiyor.

Karun kendi kavmine hâkim olmak için ziynetini kavmine göstermektedir.

Soğuk savaş dönemlerinde Sovyetler varlıklarını ve güçlerini görünürde kapitalistlere karşı kullanıyordu. Kapitalistler de bunları Sovyetler’e karşı kullanıyordu. Aslında bu güçlerle kapitalistler kapitalizmin hükmettiği alanlardaki halk için ziynetlerini oluşturuyorlardı, Sovyetler de kendi halkını korkutmak için silahlanıyordu.

Burada bu ayetle işte bu durum ifade edilmektedir.

  1. Onun kavmi kimlerdir?

Onun kavmi İsrail oğullarıdır. Karun Mısır’da yetişmiş olmalıdır. Çölde dolaşırken aralarında bir Karun’un oluşması mümkün değildir. Bu takdirde kavmi içine çıkması demek İsrail oğullarının yanında Mısırlılar da dâhil olmaktadır. Bununla beraber 40 sene çölde Musa Peygamber ile yaşayan İsrail oğulları ihtiyaçlarını dünya ile mübadeleye girişerek gidermişlerdir. Bu mübadeleyi sağlayan da Karun olmuştur. Karun böylece zengin olmuştur. O takdirde Karun, Türkiye’deki Koç ve Sabancı firmaları benzeri bir zenginliğe sahiptir.

  1. زِينَة nedir?

Ağaçların meyve üretebilmek için çiçek tozuna ihtiyaçları vardır. Bunları da arılar getirirler. Arıları kendilerine çekmek için taç yaprakları dediğimiz renkli çiçekleri vardır. Arılar uzaktan onu görürler ve çiçeklerdeki bal özünü almak için oraya giderler, çiçekten çiçeğe dolaşarak bir yerden aldıkları çiçek tozunu başka yere götürürler. Kendilerinin de bu işi yapabilmeleri için çiçekten besinlerini alırlar.

İşte, ziynet, hayvanlar arasında imkânlarını ve isteklerini göstermek için Allah’ın kendilerine verdiği imkânlardan ibarettir. Erkek ve kadında da evlenebilmeleri için onlara ziynet verilmiştir. Hükümdarların da hükmetme gücüne sahip olduklarını göstermek için onlara ziynet verilmiştir. Zenginler zenginliklerini, iktidarda olanlar iktidarlarını ziynetle kanıtlarlar.

Bunu yerinde kullanmaları gerekirken, Karun gibiler bunları kötüye kullanıyorlar. Çevreyle kazanç ortaklığı için kullanmaları gerekirken, birbirlerini sömürme aracı olarak kullananlar var. Ve barış yerine savaş aracı yapıyorlar. Burada işte bu durum anlatılıyor.

  1. Karun’un ziyneti nedir?

Karun’un ziyneti edindiği servettir. Altın ve gümüşten ziyade imkânlardır. Mısır’da olmuşsa, Mısır uygarlığının kullandığı değerlerdir. Yok, eğer çölde yetişmişse, çölün imkânlarıdır. Ticari mallardır. Şimdiye kadar yaptığımız incelemelerde Karun’un Mısır’da olması yönündedir. Çünkü Kur’an Karun’u Firavunla beraber zikretmektedir.

  1. Ziyneti içinde nasıl çıkılmış olabilir?

Kavminin üzerine ziyneti içinde çıktı denmektedir. Bu ziynet Mısır’da yapı olabilir, çünkü Mısır yapı tekniğinde çok ileri gitmişti. Altın ve gümüş olabilir, çünkü Mısırlılar para olarak altın ve gümüşü kullanıyorlardı. Hayvan sürüleri olabilir. Kendisi hayvanları otlatmasa bile hayvan sürüsünü çobanlarına vererek hayvan işletmeciliğini yapmış olabilir.

Mısır’da Nil’in suladığı yerlerde toprak mülkiyeti de vardı. Orada yazları ziraat yapılıyordu. Devlet sonbaharda mahsulü satın alıyor, yıl içinde onlara satıyordu. Böylece sosyal bir devlet oluşmuştu. Bugün olduğu gibi karma bir düzen vardı. Bir taraftan devlet alıp-satarken diğer taraftan altın ve gümüşe sahip olanlar da aynı işi yapıyorlardı.

İsrail oğullarının yabancı dil bilmeleri ve diğer yerlerde akraba veya tanıdıklarının olması sebebiyle dış ticareti onlar yapıyorlardı. Ülkelerden ülkelere sürülen İsrail oğulları, bu sürgünler sebebiyle aslında daha da güçlenmişlerdir ve bugünkü insanlığın efendisi haline gelmelerini de bu sürülmelere borçludurlar. Ne var ki bu durumdan bütün Yahudiler değil, bugün olduğu gibi Sermaye sahibi Yahudiler yararlanıyorlardı.

  1. Kavl eden kimdir, kime kavl ediyor?

Kavl eden İsrail oğulları olabildiği gibi Mısır halkından da bir grup olabilir. Daha doğrusu Mısır halkından İsrail oğullarının zenginleriyle işbirliği yapan İsrail oğullarıyla birlikte oluşturdukları gruplardır. Bugünkü Masonlar benzeri bir teşkilat Mısır halkını sömürerek yönetiyordu. Firavun da bunların ortağıydı, Karun da ortağıydı. Firavun siyaseti, Karun Sermayeyi temsil ediyordu.

  1. Dünya hayatı marifedir, ne kastediliyor?

Bugünkü Masonluk teşkilatı ırkı ve dini ne olursa olsun, özel hayatı ne şekilde bulunursa bulunsun, ayırt etmeksizin ekonomiye hâkim olmak için yetenekli kimseleri kendi aralarında alıp dünyayı sömürerek yönetmeyi usul yapmışlardır. Bugünkü uygarlık böylece oluşmuştur. Biz Adil Düzen çalışanları kimseye karşı olmadığımız için Masonlara da karşı değiliz. Onlar çağın gereği olanı yapmışlardır. Hesapları bize ait değildir, onların hesaplarını Allah ahirette görecektir. Bizim onlardan istediğimiz geçmişin değil geleceğin hesabı olmaktadır. Faizli işçilik sisteminden kredileşmeli ortaklık sistemine geçmelerini istiyoruz. Bu hususta kim bir adım atarsa biz onların yanında olacağız.

  1. Dünya hayatını murat etmek ne demektir?

Canlılar o günkü ihtiyaçlarını gidermek için çaba gösterirler. İnsanlar ise günün (yılın) ihtiyaçlarını kendilerinden önce gelmiş olan insanların ürettiklerini harcamak suretiyle giderirler. Atalarına borçlanırlar. Kendileri ise ürettiklerini çocuklarına bırakırlar. Atalarına olan borçlarını torunlarına ödemiş olurlar.

İşte, dünya hayatı hayvanların hayatına benzer. Günün ihtiyaçlarını giderir, geleceğini düşünmez. Hâlbuki insan geleceğini planlayarak çalışacak, geçmişteki insanlık birikimini harcayarak yaşayacaktır. Bu ilke sonunda ahiret kavramını ortaya koymaktadır. Ölmeden evvel çalışıp yaşayacak, ürettiklerinin karşılığını ise ahirette cennette alacaktır. Borçlu gitmişse cehennemde ödeyecektir.

İşte, insanlar ikiye ayrılmışlardır. Ahireti murat edenler var, dünyayı murat edenler var. Kur’an’ın birçok yerinde bunlar karşılaştırılır.

  1. الَّذِينَ kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimleri ifade ediyor?

Her toplulukta her iki taraf örgütlenmiştir. Ahireti murat edenler örgütlenmişlerdir, dünyayı murat edenler de örgütlemişlerdir. Burada dünyayı murat eden örgütler ifade edilmiştir. Biz bunlara bugün Sermaye veya biraz eski tabirle Masonlar diyoruz. Bu teşkilat değişik isimlerle kıyamete kadar varlığını sürdürecektir.

  1. يَالَيْتَ yi inceleyiniz.

يَا harfi nida harfidir. Kimi muhatap alacaksan onun başına “Ya” getirirsiniz. Bir de “Veyl” kelimesi vardır. Türkçede Ya “ey” olarak kullanılır, Veyl de “vay” olarak kullanılır. “Vay be” deriz. “Vay başıma gelen” deriz. “Vaveyla koptu” deriz.

لَيْتَ kelimesi ise “inne, enne, keenne, leyte, lakinne ve lealle” kelimeleri isimlerini nasb edip fiillerini ref ederler. Yani mübteda ve haber cümlelerinin başına gelirler. Onlara özel manalar kazandırırlar. Türkçede “tek ki (tekçi)” ya da “ne olurdu” anlamlarına gelir. “Leyse”ye benzer bir kelimedir. “Se” “Te” ye dönüşmüştür. “Leyse” olmadı anlamındadır. “Leyte” de olmadı anlamındadır. Ancak “leyse”de olmasını isteme yoktur, “leyte”de ise olmadı ama olsaydı anlamındadır.

  1. لَنَا nın irabdaki yeri nedir?

لَنَا لَيْتَ nin haberidir. İsminden takdim olunmuştur.

Türkçede kelimeler sona alınarak fiile yaklaştırılarak vurgu yapılır. Arapçada da öne alınarak fiile yaklaştırılır ve vurgu yapılır. Kendilerine verilmesini talep ettiklerinden verilenden çok kendilerine verilmesini talep ettiklerinden önceye alınmıştır. Yani başkalarına verilmesin de bize verilsin anlamı taşımaktadır.

Şeriatla bugünkü Batı’nın da temel çatışma noktası buradadır. Şeriatta hepimizin olsun istenir. Ben zengin olayım ama komşum da zengin olsun istenir. Çıkar paralelliği peşinde koşulur. Batı mantığında benim olsun başkalarının olmasın ki ben onu emrime alayım ve ezeyim istenir.

İşte, bu لَنَا nın takdimi bu iki anlayışı karşılaştırmaktadır.

  1. مِثْلَ mensuptur, neden?

لَيْتَ nin ismi olduğundan dolayı mensup gelmiştir.

  1. مِثْلَ ile كَ arasında ne fark vardır?

كَ”de iki şeyde ortak olan, benzer olan bir şeyi ifade eder.

مِثْلَ ise bir varlıkta olan değişik özelliklerin benzerlerinin öbür varlıkta da olmasıdır. Yani bütünlük içinde karşılaştırma yapılır.

  1. أُوتِيَ الَّذِي denmemiş de مَا أُوتِيَ denmiş, neden?

Onların istedikleri Karun’a verilen değil, Karun’a verilmiş olup da Karun’a sağladığı üstünlüğün de kendilerine verilmelerini istemektedirler. Üstünlüğü sağlasın da ne olursa olsun, fark etmez diyorlar. Onun için الَّذِي gelmemiş de مَا gelmiştir.

  1. Kim tarafından ita edilmiştir?

Karun zengin olmuştur. Firavun düzeni Karun’u zengin etmiştir.

Bugün de işçilik düzeni bugünkü Karunları zengin etmiştir. Kimin verdiği önemli değildir, önemli olan verilmiş olmasıdır. Onun için meçhul sığası kullanılmıştır.

  1. Nasıl ita edilmiştir?

Mısır’daki Firavun düzeninde devlet işletmeleri vardı. Ancak özel işletmeler de serbestti. Önce özel işletmeler doğmuş, sonra devlet aşamasına geçince Mısır’ın ekonomik şartları dolayısıyla özel işletmelerden çok kamu işletmesi hâkim olmuştur.

Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığından 500 sene sonra doğmuştur, Mezopotamya uygarlığının etkisiyle doğmuştur. Fırat ve Dicle yerine Nil gelmiştir. Nil’deki tarım işletmeleri özel mülkiyete elverişli değildir. Bundan dolayı kamu işletmesi gelişmiştir.

  1. إِنَّهُ deki هُ zamiri nereye gidiyor?

هُ zamiri Karun’a gidiyor.

Karun’a verilenin benzerini istemektedirler, pay istemektedirler.

  1. Burada nekre gelen حَظٍّ kelimesi neyi ifade ediyor?

Ekonomide ortak üretim olmaktadır. Sonunda ürünler paylaşılmakta, herkes ihtiyacını gidermektedir. Ancak ürünler ihtiyaçtan fazladır ve bu fazla olan ürünler gelecek nesil için depolanmaktadır. Kapitalistlerde bu depolama hizmetini Sermaye vermekte, sosyalistlerde ise siyaset vermektedir, iktidar vermektedir. Sermaye verirse kapitalizm, iktidar verirse sosyalizm olur. İkisine de verilirse karma olur.

İstenen servet değildir. Çünkü servet o gün bir işe yaramamaktadır. İstenen başkasından daha çok servet edinmedir. Daha fazla paydır. Şeriatta bu pay emekle ve rizikoyla tespit edilmektedir. Tekel sistemlerde ise bu pay Sermaye ile iktidar arasında bölüşülmekte, halkın bir payı olmamaktadır. İstenen paydaki üstünlüktür, payın içeriği değildir.

Onun için nekre gelmiştir.

  1. حَظٍّ kelimesi عَظِيم le tavsif edilmiştir, neden?

عَظِيم büyük demektir. Ancak bu büyüklük birbirine yakın olanlar arasındaki daha büyüklük değildir. Birinin varlığı diğerlerinin varlığına etki etmiyorsa var olup olmaması sonucu değiştirmiyorsa, o zaman “azim” kelimesi kullanılır. Bugün Türkçede “kahir ekseriyet” denmektedir. Sermaye’nin daha fazla pay sahibi olması değil, hepsine sahip olması hedeflenmektedir. Diğer payların etkisiz hale getirilmesidir. “Azim” kelimesinin nekre olarak gelmiş olması da bu payın içeriği değil payın esas olmasıdır.

  1. Bugünkü adaletsiz paylaşımın bu ayetteki ifadesi nedir?

Bugün kapitalizm sosyalizmi yenmiştir, dünyayı tek kutuplu olarak yönetmektedir. Sermaye azim pay sahibidir. Diğer bütün girişimler onun desteklemesiyle varlıklarını sürdürmektedirler. Bu sömürü düzenine herkes karşıdır. Bizzat kapitalistler de sosyalistler de karşıdır ama sisteme değil karşı tarafın iktidarına karşıdırlar. ‘Sen in ben çıkayım’ diyorlar. ‘Sen fakirleş ben zenginleşeyim’ diyorlar.

Şeriatçılar olarak bizler ise ‘hep beraber yönetelim, işçilik sistemi değil ortaklık sistemi olsun’ diyoruz. ‘Hepimizin varlıkları kendilerine ait olsun ancak hepimizin çıkarına ve yararına değerlendirelim’ diyoruz.

Şeriat Âdem’den bugüne kadar hep bunu savunmuştur.

  1. Kavmi adil paylaşımı değil de misli pay istiyor, anlamı nedir?

Sonuç olarak insanlar zengin olmak istemiyorlar, güçlü olmak istemiyorlar, başkalarından daha zengin olmayı, başkalarından daha güçlü olmayı istiyorlar. Ezen var, ezilen var. Bu düzeni ortadan kaldırmak için değil, ezebilmek için savaş var, ezilmemek için değil, savunma savaşı değil, saldırma savaşı var.

Şeriatta ise yalnız savunma savaşı meşrudur. Herkes kazanma hakkına sahiptir. Kimse başkasına zarar verme hakkına sahip değildir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. PRC-QVL/ قول-خرج

خرج dışlanmak demektir. İhraç edilmek demektir. Bu da önce sözle olur. Bucak başkanı kendisiyle çalışmak istemeyen birini bucaktan uzaklaştırabilir. Kişi de o bucakta kalmak istemiyorsa uzaklaşabilir. Bu serbesttir.

Bu uzaklaşmadan kimse zarar görmemelidir. Öyle bir düzen oluşmalı ki uzaklaşma mağduriyet doğurmamalıdır. Bu da işletme mülkiyetiyle yararlanma mülkiyetinin birbirinden ayrılmasıyla sağlanır. 100 lojmanlı işyeri apartmanları bunu kolaylıkla gerçekleştirirler.

Onun için diyoruz ki; üçüncü binyıl uygarlığı semt uygarlığı olacaktır.

  1. ETY-RVD / رود-ءتي

ءتي gelmek veya vermektir. Gelmek emek koymak demektir. Vermek de sermaye koymak demektir.

رود ise murattır. İsteğini yerine getirmektir.

Şeriat düzeninde kurulan ortaklıklarda ortak olmak serbesttir ve bir haktır. Ortaklıktan ayrılma da serbesttir ve bir haktır. Bundan dolayıdır ki semt kooperatiflerine giriş ve çıkış yöneticilerin iradelerine bağlı değildir. Hakemlerin denetimindedir. Herkesin tüm yeryüzündeki her şey üzerinde hakkı vardır. Başkasının oradaki hakkına eksiklik vermemesi şartıyla kendi payını her zaman her yerde bir kimseden izin almaksızın değerlendirir.

  1. MÇL-XJJ  /  حظظ-مثل

مثل benzeridir. حظظ de paydır.

Paylar misliyat üzerinde yapılır, ancak varlıkların çoğu misliyattan değildir.

Bir apartman düşünün, onu orada çalışanlar inşa etmişlerdir ama inşa edilen apartman misliyattan değildir. Nasıl bölüşülecek? Veya ürünler pazara getirilen domates biberler misliyattan değildir, nasıl bölüşülecek?

İşte, buradaki misliyattan olmayanları misliyata çevirip ekonomik işlemlere sokabilmek için Kur’an en uzun ayetiyle tedayün hükümlerini ortaya koymuştur ve o sayede 20. yüzyılın bütün sorunları çözülebilmektedir. Miktar yerine miktarı gösteren belgeler piyasaya arz edilmekte, piyasada miktarlar yerine belgeler arz ve talep edilmektedir. Temmuz ayının 5. gününde saat 2 ile 6 arasında tanımlanan bir enerji bugün elde edilip satılamaz ama senedi tanzim edilip yıllar önce pazarlanabilir. İşte “selem senedi” budur. Selem senedi sayesinde tüm değerlerde arz ve talep kanunları geçerli olur. Bir de başka bir şey yapıyoruz, masada teşhir ettiğimiz malları öğleden önce pahalı satmaya başlıyoruz, zenginler gelip seçiyorlar, kaliteli malları pahalı alıyorlar. Mallar satıldıkça (veya satılmadıkça) fiyatları düşürüyoruz ve öğleden sonra fakirler kalitesiz malları daha ucuza alıyorlar.

  1. GJM-QRN /قرن-عظم

عظم büyük demek, قرن ise nesil demektir. Yeni bir dönem başladığı zaman yeni bir alan açılmış olur. İnsanlık uygarlaştığı için her dönemde yeni bir şey keşfeder ve piyasa onun üzerinde kurulur. Bu yeni piyasada o piyasaya uyum gösterenler etkin olurlar, Karun olurlar.

  1. QVM-ZYN  /زين-قوم

“Kavm” kıyam demektir yani yönetme hakkı demektir. Ziynet de ehliyeti gösterir. Ziynetin başında ilim gelir, ehliyet gelir. İşbölümü ziynete dayanır. Aslında imtihan insandaki ilim zihniyetini belirleyen bir müessesedir.

  1. XYY-DNV /دنو-حيي

حيي hayat demek, دنو yakın demektir. Yaşayabilmemiz için günlük ihtiyaçları gidermek zorundayız. Yemek yemezsek yaşayamayız, giyinmezsek soğuktan ölürüz. Onun için ahiret hayatı için çalışmalıyız ama dünya hayatımızı da korumalıyız. Buna işaret etmektedir.

  1. elLaÜİyNa- LaÜUv  / الَّذِينَ- لَذُو

الَّذِينَ örgütlenmiş topluluğu ifade eder. ذُو da sahip olma demektir. لَذُو elbette sahip olma anlamındadır.

Bir kuralımız vardır. Her şey topluluğundur, emeğimizi topluluğa veririz, topluluktan ihtiyacımız olan miktarları alırız. Herkes toplulukla alışveriş yapar. Üretirken beraber üretiyoruz. Tüketirken ayrı ayrı tüketiyoruz.

Kapitalistler üretimi de tüketimi de ayrı ayrı yapıyorlar.

Sosyalistler ikisini beraber yapıyorlar.

Karmacılar bir kısmını beraber, bir kısmını ayrı ayrı yapıyorlar.

Şeriatta ise üretim kapitalizmin ilkeleriyle, tüketim ise sosyalizmin ilkeleriyle yapılmaktadır ve herkese aynı muamele yapılır.  

  1. EinNaHUv-LaNAv  / إِنَّهُ- لَنَا

إِنَّهُ deki هُ zamiri kişiye racidir. لَنَا daki نَا da topluluğa racidir. Kişinin varlığı topluluk içindir, topluluk yararınadır. Kişiler olmadan topluluk olamaz.

Bundan dolayıdır ki göç alan topluluklar zengin olmuşlar, göç veren topluluklar ise fakirleşmişler ve zayıflamışlardır. Tarih bunların şahididir.

Türkiye de göç alan ülke olarak varlığını sürdürmektedir.

  1. GLAy-LaYTav  / عَلَى-لَيْتَ

Geçmişte olanları insanlar dert ederler ve ‘böyle yapmasaydık, böyle olmasaydı’ diye yakınıp dururlar. Oysa geçen geçmiştir, kimse onları geri getiremez, geleceği düşünmemiz gerekir. Olanlardan ibret almalıyız ama onları dert edinmemeliyiz. Takdiri ilahidir, sabretmenin ötesinde yapacağımız bir şey yoktur.

  1. Fİy- Fa  / فِي- فَ

“Fi” içinde demektir. “Fe” dışında ama bitişik demektir. Bitişikler de içindekiler gibidirler. İnsanın bedeni kendisindedir. Kanı ve kemikleri varlığını oluşturur. Çevresindeki varlıklar kendi içinde değildir. Oraya iğne batsa acı duymaz. Ama varlığını onlarla sürdürür. Onlara batan iğne insana acı vermez ama üzüntü verir.  

  1. YAv- MAv /مَا-يَا

“Ya” çevredeki muhatapları yani insanları ifade eder.

“Ma” ise çevremizdeki eşyayı ifade eder.

Bizim iki çevremiz var; biri insanlardan oluşan çevre, diğeri insan dışı varlıklardan oluşan çevre. Kişi geceleri evinde insanları da karşısına alır. Yani insanlar da çevredir. Ama gündüzleri yaşarken artık insanlarla beraber olmuştur, insan olmayanlar çevredir. Böylece insanın iki yönü vardır, kendisi ve topluluğu. Kur’an bunun için iki elimle halk ettim diyor. Yani iki güç verdim. Şahsına güç verdim, bir de ortaklık içinde ortak güç verdim diyor.

 

Öz Türkçe ile:

“Ulusuna görkemleri içinde çıktı. Yakın yaşayışı isteyen kimseler Karun’a verilmiş olanın dengi bize de verilseydi. O koca bir paylı olmuştur diye söyledi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Kavmine ziyneti içinde huruç etti. Dünya hayatını murad edenler, Karun’a ita edilmiş olanın misli bize de ita edilseydi. O azim hazdır diye kavl etti.”

 

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79)

 

***

 

وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80)

(80) Va QAvLa elLaÜIyNa EUvTuv eLGıLMa VaYLaKuM ÇaVABu elLAvHı PaYRun LiMaN EAvMaNa Va GaMiLa ÖAvLiXan Va LAv YuLaqQAvHAv EilLav elÖAvBiRUvNa

“Ve kendilerine ilim ita edilmiş olan kimseler ise size veyl iman etmiş ve salih amel etmiş olan kimse için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Ona sabredenlerden başkası telki edilmez diye kavl etti.”

 

وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80)

عَمِلَ قَالَ أُوتُوا آمَنَ

 

يُلَقَّاهَا

خَيْرٌ صَالِحًا

 

ثَوَابُ

الصَّابِرُونَ الْعِلْمَ

اللَّهِ

وَيْلَكُمْ مَنْ

الَّذِينَ

وَوَ وَلَاِ

إَّلا لِ

(4+1)+ (2+1)  +(2+1) (2+1) +(2+1) +(2+2+1)    =20=16+4

8+7+5

عَمِلَ- قَالَ يُلَقَّاهَا – ثَوَابُ خَيْرٌ- صَالِحًا الصَّابِرُونَ- الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ- مَنْ اللَّهِ – الَّذِينَ  وَ-لَاِ  إَّلا- لِ

GML-QVL, LQY-ÇVB, PYR-ÖLX, ÖBR – GLM, ,VaYLaKuM-MaN,elLAH-elLaÜIyNa- Va- LAv  ilLAv-Lı

 

  1. وَقَالَ deki وَ nereye atfediyor?

زِينَتِهِ sözünden sonra gelen “kale”ye atfediyor.

Ziynetiyle çıkan Karun’a karşı iki grubun oluştuğu ve bunların birbirleriyle tartıştıkları görünüyor. Karun’la tartışmıyorlar, kendi aralarında tartışıyorlar. Hatta tartışmıyorlar da tavır takınıyorlar. Birbirlerine söylemiyorlar, kendi kendilerine söylüyorlar. Onun için “V” harfi gelmiştir. Bu ikinci grup kendilerine ilim verilen kimselerdir.

  1. الْعِلْمَ marife gelmiştir, neyi ifade ediyor?

Kâinatın bir düzeni vardır. Bu düzende uyum mevcuttur. Herkes ve her şey bu uyuma göre hareket eder. İnsanlar da kâinatın bir parçasıdır, onlar için de düzen vardır, o düzen şeriattır. Şeriata göre hareket ederler ve bu düzeni oluşturan varlık tek varlıktır. Şeriki yoktur. Bunları bildiren ilme “hikmet” diyoruz. Allah’ın buradaki marife olarak ilimden kastı budur. Hikmeti bilen demektir.

  1. Karun’a ita edilenlerle bunlara ita edilenleri karşılaştırınız.

Karun’a dünya ziyneti verilmiştir. Dünya ziynetinin özelliği o andaki gücü ifade eder. Hâlbuki ilim geçmişlerin bıraktıkları izlere dayanarak insanlığın nereden geldiğini tespit eder ve nereye gideceğini de haber verir. O gün Musa’nın arkadaşlarına verilen ilim bugün Adil Düzen çalışanlarına verilmiştir. Bunlar günlük kazançların peşinde değiller, bunlar Kur’an’a ve müspet ilme dayanarak gelecekte olacakları biliyorlar ve ona göre davranmaya çalışıyorlar.

  1. الَّذِينَ kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimler kastedilmektedir?

Bundan önceki الَّذِينَ den kastın Masonlar olduğunu söylemiştik. Aslında Masonları kurup onların davranışlarıyla sömürü düzeni yürüten Sermaye’dir. Buradaki الَّذِينَ den kasıt da Sermaye’nin dayattığı ateizme karşı cihat yapan kimselerdir.

Türkiye’de Risale-i Nur sahipleri, Süleyman Tunahan’ın cemaati, bunlara katılan Nakşiler ve diğer tarikatlar, dünyada da İhvanı Müslimin ve Tebliğ Cemaati bir merkezden idare edilmeseler de Kur’an onları fiilen birleştirmektedir.

Batılı birisi Batılılara akıl veriyor;” Müslümanların elinde Kur’an varsa siz onları yenemezsiniz” diyor. Onlar da 1920’lerde 1. Cihan Savaşı’nın sonunda tüm ilahi kitapların okunmasını yasakladılar. Ben çocuktum, her gün eve jandarmalar gelecek ve odamızı dolduran Arapça kitapları alıp götürüp yakacaklar korkusu içindeydik.

Bütün bunları bugün geride bırakmış bulunuyoruz.

Bize bunu Mustafa Kemal’in yaptığını söylüyorlardı. Bizi ona düşman ediyorlardı. Oysa bunları yapanların Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla ilgisi yoktu. Her şeyini kaybetmiş Türkiye Devletini yaşatıp güçlü hale getirebilmek için Sermaye’ye verilen zorunlu tavizlerdi. Nitekim bugün Mustafa Kemal’in siyasetini uygulayan ordu İslam’ın yanındadır.

  1. İlim nasıl verilir?

İnsanda başka canlılarda olmayan bir meleke vardır. Beyninde hafızalı bilgisayar vardır. Diğer hayvanlarda da bilgisayar mevcut ise de o bilgisayarlarda dosyaların konduğu hafıza yoktur. Daima açık bir dosya vardır.

İşte, insan dünyaya geldiği zaman çevresi onun beyninde sürekli programlar yazmaktadır. Buna “ilim” diyoruz. Kimileri bu bilgisayarını günlük işlerini çözmek için kullanırlar. Kimileri de geleceğin sorunlarını çözmek için kullanırlar. Geleceğin sorunlarını çözebilmek için geçmişi bilmek gerekir. İlim demek geçmişle geleceği bilmek demektir.

  1. Allah’ın sevabı ne demektir?

ثوب: “Sevb” dış elbise demektir. “Libas” vücudun içini dışarıya karşı kapatmak için kullanılan elbise, “Sevb” ise dışardan gelen etkilerden vücudu korumak için kullanılan elbise demektir. Özel anlam taşıyan elbise demektir. Toplulukta rütbe verilen kimselerin giydiği özel elbisedir. “Sevap” ödüllendirmek demektir. Kur’an’da 28 defa geçmektedir.

“Sevap” üniforma demektir. İnsanlar o kıyafeti giyerek kendilerinin kim olduklarını, neye sahip olduklarını ifade etmeye çalışırlar.

Allah da müminlerle kâfirleri birbirinden ayırmak için müminlere bazı şeyler emretmiştir. Bunların başında namaz gelmektedir.

Namaz aslında bir sevaptır. Çünkü namaz kılan Allah’a ve Kur’an’a inanmış demektir. O halde Allah’ın sevabı demek Allah’ın insanlara giydirdiği giyim demektir. İnsanlar O’nun dediklerini yapmaya başlayınca kendilerinin kim olduğunu kanıtlamış olurlar.

Hicret de bir libastır.

İnsanlar okumak için Amerika’ya gidiyorlar. İnsanlar para kazanmak için Moskova’ya gidiyorlar. Arabistan çöllerinde günlerini gömüyorlar. Ama Yalova’ya gelemiyorlar. Oysa orada aradıklarının hemen hepsi, daha iyisi, daha helali Yalova’da vardır. Aslında çok kolay olan bir hareketi Allah zor gösteriyor. Böylece imtihan aracı yapmıştır hicreti. Yalova’ya taşınanlar bile havası çok iyi olan Teşvikiye’nin yukarılarında değil de denizin kenarında kirlenmiş denizi teneffüs etmek üzere Yalova’da yer alıyorlar.

  1. Marife olduğuna göre nedir bu?

Marife olmuştur. Her çağın her dönemin kendine özgü sevapları vardır. Bugünün kendine özgü sevabı işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçebilmek için semt kooperatiflerinin kurulması gerekmektedir. Bugünün insanlıktaki sevabı semt kooperatifleridir. Kooperatifler yeni uygarlığın hücreleri olacaktır. Bu hücrelerde dayanışma ortaklıkları ve genel hizmetler olacaktır. Birbirleriyle olan ilişkilerde de altın bonosu ve diğer ortaklık belgeleri olacaktır. O halde bugünkü Allah’ın sevabı semt kooperatifleridir.

  1. وَيْل kelimesini inceleyiniz.

Kur’an’da وَيْلْ kelimesi geçmektedir. Türkçede “vaveyla” olarak kullanılmaktadır.

ويل: “Beyn” kelimesinden dönüşen bir kelimedir. “Beyn” yarık ve uçurum anlamlarına gelir. وَيْلْ de uçurum manasına gelir. Türkçeye “vay” olarak geçmiştir. Kur’an’da 40 defa geçmektedir.

Sonu uçurum olan bir yolda arabanızla aşağıya doğru hareket etmektesiniz. Freni bozuldu veya rotu çıktı, artık direksiyona hâkim olamıyorsunuz. Yolun sonu çıkmazdadır, uçurumdadır. Artık ölüme gidiyorsunuz. Yapacağınız bir şey yok. Tek yapacağınız şey arabadan atlayabilirsiniz veya eğer direksiyona hâkimseniz uygun yer seçip direksiyonu sağa veya sola kırıp yolun dışına çıkarsınız. Kendinizi daha az bir zararla kurtarırsınız.

İnsanlığın ve Türkiye’nin bugünkü durumu budur. Freni patlamış bir insanlık arabasında uçuruma doğru gidiyoruz. Bu uçurum açlık uçurumudur. İnsanlar aç kalınca birbirlerini yemeye başlarlar. Sonunda sırayla hepsi ölürler. Son kalan açlıktan ölür.

İşte, وَيْلْ kelimesi dünyanın bu uçuruma doğru gitmekte olduğunu ifade ediyor.

  1. خَيْر kelimesi ile kastedilen nedir?

İki türlü işletme vardır. Biri tüketim işletmeleridir. Burada insan yetişir veya insan eğitim alır. İkinci işletme ise insanın ihtiyaçlarını giderecek araçları üretir.

İşte bu insanların ihtiyaçlarını giderecek araçları üretenlere hayır denmektedir.

Hayrın yararlanma mülkiyeti kişilere aittir. O sayede yaşarlar. Hayrın işletme mülkiyeti ise çalışanlara o işi yapma ehliyetine sahip olanlara aittir.

Kur’an bu müesseseleri ayırmaktadır. Ayetlerde ayrı ayrı hükümler koymaktadır. Miras ayeti yararlanma mülkiyeti ile ilgilidir. Vasiyet ayeti işletme mülkiyeti ile ilgilidir. Görünürde onun için çatışma vardır.

  1. İman ve ameli salih birbirine atfedilmiştir, أَوْ değil de و gelmiştir, neden?

Allah insanlara iman etmeyi emretmiştir. Ama tek başına iman bir şey ifade etmez. Güven sağlanmış, adil yargı sistemi kurulmuş ama insanlar birlikte çalışamıyor ve ortak üretim meydana gelmiyorsa o düzen yaşar mı?

Dolayısıyla, Allah’ın emrettiği toplulukta güven ve üretimde uygun ameldir. Uygun amel demek, ben öyle iş yapmalıyım ki başkalarının yaptığı iş ile ortak ürün meydana gelsin.

Sosyalistler bunu silahla sağlamak istemektedirler.

Kapitalistler de bunu ekonomik krizlerle, açlıkla sağlamaktadırlar.

Kur’an ise bunu ameli salih ile sağlamakta, tüm düzen buna dayanmaktadır. Planlama yapılıyor, ona göre eğitim veriliyor, üreticilere kredi veriliyor, arz ve talep kanunlarına göre bölüşme yapılıyor. Vakıf işletmeleri kuruluyor. Özgürlük içinde ortak üretim gerçekleştiriliyor.

  1. Hayr ile ziyneti karşılaştırınız.

Hayr işbölümüne dayanan üretim şeklidir. Halkı bu iş bölümüne götürmek için ziynete ihtiyaç vardır. Eğer insanlar ziynet için çalışmasalar karınlarını doyurduktan sonra çalışmazlar. Hâlbuki ziynet var olunca karınlarını doyurmak için değil, ziynetlerini çoğaltmak için çalışırlar. Hatta şeriat düzeninde çalışmayanlara kira payı verilmekte, insanlar yalnız ziynetleri için çalışmaktadırlar. Şeriata uyma da bir ziynettir, ahiretteki cennet de bir ziynettir.

  1. Ziynet haram değil ama burada istenmeyen olarak ifade edilmiştir, nasıl yorumlayacağız?

Hiçbir şey bizatihi ne helaldir ne de haramdır. Her şeyde onu şeriata uygun kullanırsan helaldir, hatta sevaptır, yine onu kötülükte kullanırsan haramdır, nehy edilmiştir. Demek ki ziynet de böyledir. Şeriata uygun kullanırsan helal, aykırı kullanırsan haramdır.

  1. يُلَقَّاهَا daki هَا zamiri nereye gidiyor?

يُلَقَّاهَا daki هَا zamiri ziynete gidiyor. Geçmiş müfessirler ziynete bunu göndermek istememişler ve çok tartışmışlar. Biz ise ziynet kelimesini kötü manada anlamadığımız için هَا zamirinin oraya gitmesinde bir mani görmüyoruz.

  1. الصَّابِرُونَ kelimesi kurallı erkek çoğuldur, kimlerdir bunlar?

Şimdi bugünkü insanlar geliyorlar, Akevler’de çalışmak istiyorlar veya ortak olmak istiyorlar. Çalışacaklar ama akşamüstü dışarıda alacakları paradan daha fazla alacaklarsa çalışacaklar. Ortak olanlar ise yakında kazanacaklarsa ortak olacaklar.

Onlara diyoruz ki; ortak olun, günlük ihtiyaçlarınızı giderin, artanı biriktirin.

Ama buna kimse gelmiyor. Çünkü tüm hayatları ve yakınlarının hayatları hep borç içinde geçmektedir. Borcu ödemekten biriktirmeye imkânları olmamaktadır.

Bu durumu aşmak için insanların mutlaka yatırım yapmaları gerekmektedir. Borç içinde olsanız bile borcunuzu arttıracaksınız yatırım yapacaksınız. Tasarruf ettiğiniz varlıklarla ancak borçlarınızı ödeyebilirsiniz. Bugünkü nesil borcunu borçla ödeyerek borçlarını çoğaltmaktadır. Evdeki mobilyayı ziynet olarak arttırmaktadırlar ama borçla arttırdıkları için bunu artık herkes bildiğinden dolayı o ziynetin sağladığı varlık kanıtını da yitirmiş bulunmaktadır. Oysa evinde hiçbir şey olmasın ama borcu da bulunmasın, bu kendisi için daha büyük bir ziynettir. Bugünün en büyük ziyneti borçlu olmamaktır.

  1. Ortaklık ekonomisi ilkesi içerisinde hayr ile ziyneti değerlendiriniz.

Bugün artık bütün varlıklar Sermaye’nin olmuştur. İnsanlar borçlu olarak yaşamaktadırlar. Kimse borcunu ödemeyi düşünmüyor, borçla borç ödüyor. Borcu ödemek için borç bulabiliyorsa seviniyor.

Bu yalnız kişilere özgü bir şey değildir, devletlere de özgüdür. Devletler de borç bulabildikleri için övünüyorlar. Partiler ‘ben daha fazla borç bulurum’ diyor. Artık bugünün ziyneti borç bulabilmedir. Bankalar resmen insanlara, kurumlara, işletmelere, devletlere kredi açıyor, bu kredinin miktarı insanın varlığını ifade eder. Demek ki bugünün ziyneti kredidir.

Şeriatta ise ziynet ilimdir ve reel varlıktır.

Kim çok zekât veriyorsa onun çok ziyneti var demektir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. GML-QVL/قول-عمل

“Amel” başkasına yapılan iştir. Domatesi ekersin, satayım diye ekmiş olursun, o da ameldir. Ama kendi yiyeceğin için ekersen o amel değil fiildir.

Bugün artık tüm hareketlerimizi amel ilkesine dayandırıyoruz. Ancak amel edebilmek için de sözleşme serbestliği ve hükümleri olmalıdır.

Bugün amel ile kavil birbirlerinin gölgesi gibidir, birbirlerinden ayrılamazlar.

  1. LQY-ÇVB / ثوب-لقي

“Lika etmek” kavuşmak demektir. Bir iş yapıyorsunuz ama kendinize değil başkasına yapıyorsunuz. Sonunda götürüp teslim ettiğiniz zaman ilka etmiş olursunuz.

O halde “lekıye” kelimesini teslim ve kabul olarak anlayabiliriz.

“Sevap” da yararlanarak yaşama demektir. Dışa karşı gösterme ve anlatma demektir.

O halde arz ve talep kanunları sevap ve likaya dayanır. Sevap, ihtiyaçları bildirme, imkânları bildirmedir. Lıka da karşı teklifleri kabul etmektir. Arz ve talep kanunları lika ile sonuçlanır. Haberleşme sevap ise ulaşım da lıkadır.

  1. PYR-ÖLX/ صلح-خير

خير işletme demektir. İşletmenin girdileri var, çıktıları var. Girdiler artmaz, eksilmez, değişik şekillerde aynı miktarda çıkarlar. Ancak girdilerin yararları çıktılardan azdır. Yani üretimde değerler artmıştır. Daha çok insanı yaşatacak şekle gelmiştir. Bunun gerçekleşmesi için uygun işler yapılmalıdır. Herkes plan ve projeye göre davranmak zorundadır. Bu da salih amel ile olur.

  1. ÖBR – GLM / علم-صبر

Bakkala gidersiniz ve istediğimiz miktarda patatesi alabilirsiniz. Hatta bakkalda olmasa bile sipariş verirsiniz, ertesi gün veya ertesi yıl istediğiniz mal gelmiş olur.

Eşyayı parayla alabilirdiniz ama ilim öyle değil. İnsana bir şey sorduğunuz zaman size bilgi verebilir ama o ilim değildir.

İlim için sabırla çalışmamız gerekir. Uzun zaman sonra onu elde edebiliriz. Bu bakımdan ilim diğerlerinden daha zor tahsil edilir. Ama ilmin bir özelliği vardır, bir defa elde ettiniz mi artık onu kaybetmezsiniz, kimse sizin elinizden onu alamaz.

  1. elLaÜIyne -elLaH / الَّذِينَ- اللَّهِ

الَّذِينَ topluluğu gösterir, örgütlü topluluğu gösterir, tüzel kişileri olan topluluğu gösterir. “Allah” kelimesi de Kur’an’da bu toplulukların Allah’ın halifesi olarak zikredilmesi halinde anlatılır.

  1. VaYLaKuM-MaN/ وَيْلَكُمْ- مَنْ

İnsanların bir huyu vardır. Topluca yapılanları bir kişi yapmış kabul ederler. İyilikte ise bütün iyiliğin sahibi kişidir. Kötülük için de durum budur. Hâlbuki asıl iş yapan, kötülüğü yapan da iyiliği yapan da topluluklardır. Onlar istedikleri işi yapacak adamları başa getirirler ve onun adına kendi istediklerini yaparlar. İşte, veyl de buradan doğar. Topluluk bilinçsiz bir şekilde devam eder ve sonuçlar korkunç olur.

  1. Va- LAv  / وَ-لَا

وَ müspet harfi atıftır. لَا nın başına gelince “V”deki atıf olumsuza atıf olur.

  1. ilLAv-Lı / إَّلا- لِ

إَّلا istisna harfidir. Kendisinden sonra geleni kendisinden önce gelenden ayırır. لِ ise kendisinden sonra geleni kendisinden önce gelene bağlar. Ayrılma ile bağlama arasında benzerlik olmalı ki burada zikredilmiştir. Olaylarda örneği bulunur.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kendilerine bilgelik verilenler yazıklar olsun size inanmış ve uygun işler yapmış olan kimse için Allah’ın karşılığı daha iyidir. Ona dayananlardan başkası ulaşamaz dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kendilerine ilim ita edilmiş olan kimseler ise size veyl iman etmiş ve salih amel etmiş olan kimse için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Ona sabredenlerden başkası telki edilmez diye kavl etti.”

 

وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80)

 

***

 

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرِينَ (81)

(81) Fa PaSaFNAv BiHıy Va Bi DAVRiHIy Fa MAveLEARWa Fa MAv KAvNa LaHUv MiN FiEatin YaNÖuRUNaHUv MiN DUvNı elLAHi VaMAv KAvNa MiNa eLMuNTaÖıRIyNa

“Onu ve darını arza husuf ettik. Allah’ın dununda ona nusret edecek fietten biri onun için olmadı. O müntesir olanlardan da olmadı.”

 

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرِينَ (81)

كَانَ كَانَ

 خَسَفْنَا

 

يَنْصُرُونَهُ

 

فِئَةٍ

دُونِ دَارِهِ

 

الْأَرْضَ الْمُنْتَصِرِينَ اللَّهِ

بِهِ لَهُ

فَ فَ وَوَ مِنْ مِنَ مِنْ بِ مَا مَا

(2+1)+1+(1+1) +2    +2   (2+2+2+2+2)= 22

10+2+10=22=16+4+2=2*11

خَسَفْنَا- يَنْصُرُونَهُ فِئَةٍ- اللَّهِ دُونِ- دَارِهِ الْأَرْضَ- الْمُنْتَصِرِينَ بِهِ- لَهُ مِنْ- بِ

PSF-NÖR, FYE-elLAH, DVN- DVR, ERW- NÖR, BiHIy – LaHUv MiN-Bi

 

  1. فَخَسَفْنَا da ki فَ harfi nereye atfediyor, ne “Fe”sidir?

فَخَرَجَ deki خَرَجَye atfediyor.

Kavmine çıkıyor, kendi varlığını ortaya koyuyor.

Buradaki خَرَجَ kelimesine “ehrace” manasını verdik. “Ala” ile tadiye ettik. Ama ziyneti içinde kavmine huruc etmeyi, ziyneti içinde kavmine saldırmayı şeklinde anlayabiliriz. Yani ziynetinde olanları kavminin aleyhinde kullandı demek olur.

Bugüne gelirsek, Sermaye’nin ziynetini insanlık aleyhinde kullanması şeklinde anlayabiliriz. İktidarda olanların da kamu mallarını halkı aleyhinde kullandığı şeklinde de anlayabiliriz.

Sebep “Fe”sidir. Böyle kullandığı için o yere batırılmıştır. Salih Peygamberin devesine yapılanın benzeri yöntemleri zenginler kullanmaktadır. Rüşvet vererek kamu mallarını haksız yere özel mülkiyete geçirmektedirler. Yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada bu suç dava konusu olmaktadır. Sonunda kamu mallarını bölüşüp kamuyu çıplak bırakanlar edindikleri haksız varlıklarıyla birlikte helak olup giderler.

Bu ayetleri bu şekilde de yorumlayabiliriz.

  1. “Husuf” ne demektir?

Kur’an’da 8 defa geçer. 7’sinde arza hasf etmesinden bahsedilir. Bir yerde kıyamet yevminde kamerin husuf edeceğinden bahsedilmektedir.

Bugünkü astronomide Güneş’in hidrojeni bitince Güneş artık ışık yayamaz ve atmosferi genişlemeye başlar. Bu genişlemeden dolayı kırmızı renk yaymaya başlar. Bugün böyle yapan yıldızlar var. İşte onun genişlemesi dünyaya kadar ulaşacak ve Ay Güneş’in içine gömülmüş olacaktır. Gerçi Araplar “husuf” kelimesini Ay tutulması şeklinde yorumluyorlarsa da Kur’an husufu yere gömülme şeklinde tarif etmektedir.

  1. Mefulü neden بِ ile zikredilmiştir?

خَسَف lazım bir fiildir. Teaddi etmesi için بِ ile zikredilmiştir.

  1. هِ zamiri kime racidir?

Karun’a racidir.

  1. بِ harfi neden iade edilmiştir?

Muttasıl zamirlere atıf yapılırken zikredilen isim بِ harfiyle iade edilerek zamire atfedilir. Başka bir anlam taşımaz. Dolayısıyla aynı olayda kendisiyle dârı yer altında kalmıştır.

  1. “Dâr”dan kasıt nedir?

“Dâr”dan kasıt malikânenin bulunduğu yerdir. Duvarla çevrilmiş alanlar dârdır. Bahçe içerisinde olan ev dâr olduğu gibi kalelerle çevrili kentler de dârdır. Hatta devlet sınırlarıyla çevrilmiş ülkeler de dârdır. “Daire” kelimesi buradan gelir. Burada kastedilen Karun’un malikânesidir.

  1. “Dârı (Dâruhu)” kelimesi kullanılmış, onun dârı beyt var, mesken var, dâr var, me’va var; bunları karşılaştırınız.

“Dâr” kelimesi çevrelenmiş alan manasında olup meskenden farklıdır.

“Mesken” aile topluluğunun kapısını kilitleyip gecesini geçirdiği yerdir.

“Beyt” ise bir işletmenin faaliyet sahasıdır. 100 lojmanlı işyeri apartmanı bahçesiyle birlikte beyttir.

“Me’va” yuva anlamında olup korunmuş yer şeklindedir. Daha çok dışarıdan gelen fırtına gibi kötü etkilerden korunulan yer demektir. Yapı olması gerekmez.

  1. فَمَا كَانَ de ki فَ nereye atfediyor ve anlamı nedir?

كَانَ yi خَسَفْنَا ya atfediyor. Takip فَ sı değildir. Çünkü buradaki anlamı husuf etmesine mani olan bir yardımcı bulunamadı anlamındadır ve o zaman manası geri getiren kimse anlamına olur ki bu uzak manadır. Öyleyse “F”dan sonra söylenen husuftan önceki durumu anlatmaktadır. Beyan “F”sıdır. Allah husuf ettiği için ona yardım eden bulunamadı anlamında olur. Yani Allah bazı yerlerde onların kendi kaderini başkalarının iradelerine bağlamaktadır. O zaman o olaylara müdahale mümkün ama bazı yerlerde ise böyle bir cüzi iradeye yer verilmeyip bizzat kendisi tarafından takdir edilmektedir.

Şimdi biz diyoruz ki; Sermaye’nin bugün artık husuf etmesi takdiri ilahidir. Artık insanlara zulmeden işçilik ziyneti, faiz ziyneti son bulmaktadır. Kur’an’ın bildirmesiyle biliyoruz. Dolayısıyla kurtulması mümkün değildir. Bunu bugün bize “F” harfleriyle anlatarak Sermaye’nin yere batması zamanının yaklaşmış olduğuna işaret ediyor.

  1. فِئَة kelimesini inceleyiniz.

فيء: “Fey” Güneş’in en kısa gölgesi demektir. Kur’an’da 18 defa geçmektedir.

فِئَة kelimesi vefa kelimesine de akrabadır. Hatta onun kökünden de gelmiş olabilir. “Vasl” kelimesinden sıla üretildiği gibi “vef”a kelimesinden de فِئَة kelimesi olur.

Bugünkü terörizmin temeli budur. Dayanışma ortaklıklarının temeli de budur. 10’a yakın kişi bir araya gelip bir iş yapmaya azmederler ve ölesiye birbirlerine bağlanırlar.

“Ölmek var dönmek yok” ilkesiyle birbirine bağlanan kimselere فِئَة denir.

Bu bağlantı iyilik içinde olabilir.

  1. Bugün Sermaye dârı ile beraber arza nasıl batacak?

Zaten birbirlerini batırıyorlar. Yaptıkları sarayları bombalayıp yerle bir ediyorlar. “Husuf etmek” demek kapatma anlamında kullanılırsa, “arz”dan murat maddi imkânlardır; “ziynet” ise onun değeridir. Altının külçesi arzdır, altının değeri ziynettir. Ziynetin miktarı içinde gömülmesi demek artık insanların ona önem vermemesi demektir. Bugün altına dayanan doların kıymeti sıfır olunca madde içerisinde boğulup gitmiş olacaktır.

  1. Neden kurtarıcıları olmayacak?

Altın bonosu ortaya çıktığı zaman, altın bonosunu çıkaranlar halk olacaktır. Halkın sahip olduğu altın kadar altın bonosu var olacaktır. Altın bonosu çıkınca, karşılığı olmayan bugünkü paraların kıymeti olmayacaktır. Geçmişte birçok devletlerin paraları böyle boğulup gitmiştir. Türkiye de 6 sıfır atarak yeni putu icat etmiştir. Gelecekte herkes ihtiyacı olan altın bonosunu hiç sıkıntı çekmeden bulacaktır. Ama ihtiyacı olmayan başkalarını sömürmek için kullanacağı altın bonoya hiçbir zaman sahip olamayacaktır.  

  1. Yardım edicileri olmayacak, neden?

Ayette ona yardım edecek fiet bulunmayacak, müntesirlerden de olmayacaktır diyor.

“İntisar” ne demektir? “Nusret”in iftial babıdır. “Nusret” düşmanlara karşı yardım etmedir. Kendi aralarında düşmanlara karşı yardımlaşma “intisar”dir.

Yani Sermaye’nin gücü kazandığı zaman vardır. Zarar etmeye başladı mı o Sermaye dağılır. Hâlbuki emek öyle değildir. Emekte zayıflama birleşme aracıdır. Sermaye’de zayıflama dağılma aracıdır. Kur’an bunu ifade ediyor.

  1. مِنْ دُونِ اللَّهِ kaydıyla Allah’ın yardım etmesi söz konusu mudur?

Demek ki Allah bu durumda olanların bir kısmına yardım edecek ve 3. binyıl uygarlığı içinde varlıkları devam edecektir. Karun’un zenginliği kendi zamanında batmıştır. Bugün o sermayeden bir iz yoktur. Ama İsrail oğulları çeşitli dönemler geçirerek Allah’ın onlara verdiği nusret ile bugünkü Sermaye’ye ulaşmış bulunmaktadırlar. مِنْ دُونِ اللَّهِ kaydıyla buna işaret etmektedir.

  1. Bugünkü Sermaye ve iktidarlar da Allah’ın yardımına ulaşabilirler mi?

Tövbe ederlerse, faizden vazgeçip işçilik sistemini bırakarak ortaklık sistemini benimserlerse, Allah da onlara yardım eder ve yeni uygarlıkta da görevlerine devam ederler.

  1. مُنْتَصِرِينَ kelimesi kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimlerdir bunlar?

Bir toplulukta gruplar oluşurlar, bunlar intisar sözleşmesini yaparlar. Gerektiğinde aralarında bu sözleşmenin sadakati için canlarını verirler. Bugünkü ordular böyle oluşacaktır. İnsanlar silah zoruyla askere götürülmeyecek, askere gidenler intisar sözleşmesini yapmış olacaklardır. Karun’un hikâyesinde Karun servetiyle battığında devlet kuvvetleri de onu kurtaramamıştır. Yani genel güvenlik de etkisiz kalmıştır.

  1. Dayanışma ortaklıkları birer مُنْتَصِرِ olabilir mi?

Dayanışma ortaklıkları savunmada muntesirdirler ve meşru toplulukturlar. Saldırma orduları ise onlar saldırmadan saldırırsa o zaman meşru olmaz. Barış yolları tıkanırsa ve hakemler saldırıya karar verirlerse saldırı meşru olur.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. PSF-NÖR /نصر- خسف

“Husuf etmek” bugünkü dünyada ekonomide batmak demektir.

Zarar eden bir işletme, işletmeye sermaye bulamadığı için iflas etmektedir. Bankalar zarar etmekte olan müesseseleri iflastan kurtarmak için kredi verirler. Normal düzende aldığı krediyle batan firma iş yapar hale gelir, sonra borçlarını öder. Ama gayet makul bir düzen böyle çalışmamaktadır. İşletme kazandığı zaman banka temsilcisi gelir, ‘işi büyütelim, biz size kredi verelim, daha büyük iş yapalım’ derler. Kazanmakta olan küçük veya orta seviyedeki işletme büyüme hırsı içinde krediyi alır, boyundan büyük işlere girişir ve zarar etmeye başlar. Banka da, ‘ben sana kredi verdim, sen bunu ödeyemeyeceksin’ der, yardım edeceğine o da üstüne yürür! İcraya gider, onun bütün varlıklarını onda bir fiyatla bir başkasına aldırtır.

Böylece faizli sistemde kredi iflas aracıdır.

Böylece Sermaye’nin tekeline doğru gidilmektedir.

  1. FYE-elLAH/اَللَّه-فيء

Allah insanı yeryüzüne kendisine halife yapmıştır. Ancak bu hilafeti kullanmak için örgütlenmeye gerek vardır. Örgütlenmenin merkezi de dayanışma ortaklığıdır. Her dayanışma ortaklığı bir fiettir ve Allah’ı temsil etme gücüne sahip olur. Allah’ın adına dayanışma ortaklığını kurmayanlar şirk ortaklıklarını kurmuş olurlar. Putlara tapmaya başlarlar. Sonu da husuftur.

  1. DVN- DVR /دور-دون

دون: “Dena” aşağı indi demektir. “Dane” yaklaştı demektir. “Dununda” dediğimiz zaman yakınında anlamına geldiği gibi dışında anlamına da gelir.

Kur’an’da 144 defa geçmektedir. د çeperi, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder.

“Duvar” kelimesi çevreyi ifade eder. Çevrenin dışındakiler varlığın cüzleridir. Ayrıca varlığın etki alanı vardır. Duvarın dibinden başlar, uzaklaştıkça zayıflar. Hatta çevrede bir halka oluştururlar. Yerin atmosferi gibidirler veya yerin çekme kuvvetine sahip yerlerdir. Bu da varlığın parçasıdır. Varlık çevresiyle varlık olur. İnsandaki maddi varlık “dûn”dur.

  1. ERW- NÖR /نصر-ءرض

“Arz” yeryüzü demektir. İnsanlar yeryüzünü devletler olarak bölüşmüşlerdir. Aralarında savaş veya barış vardır. Her iki durumda da yardımlaşma söz konusudur. Demek ki mülkiyet ile nusret insan topluluklarını oluşturmaktadır.

  1. BiHIy – LaHUv / بِهِ- لَهُ

بِهِ onun sebebiyle demek. لَهُ de onun için demektir. “Bi” harfi girdileri, “Li” harfi ise çıktıları ifade eder. Çıktılar girdilere bölüştürülür. İşletmenin temeli budur.

Batı çıktıları değil de değerleri bölüştürmektedir.

Şeriat ise çıktıları bölüştürür, üreticiler çıktılarını kendileri değerlendirirler, böylece arz ve talep kanunları aksamadan devam eder.

Bugün ise arz ve talep kanunları %90’ında çalışmamaktadır.

  1. MiN-Bi /بِ-مِنْ

مِنْ başlangıcı ifade eder. بِ de başlangıcı ifade eder. مِنْ de karşılıklı etkileşim yoktur. بِ ise daha önce gelen daha sonra gelenin sebebidir.

 

Öz Türkçe ile:

“Yurdu ile kendisini yere kapattık. Allah’ın dışında ona yardım edecek arkadaşlar da olmadı. O yardım alanlardan da olmadı.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Onu ve darını arza husuf ettik. Allah’ın dununda ona nusret edecek fietten biri onun için olmadı. O müntesir olanlardan da olmadı.”

 

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرِينَ (81)

 

***

 

وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82)

(82)Va EaÖBaXa elLaÜIyNa TaManNaV MaKAvNaHUv BieLEaMSiYaQUvLUvNa VaY KaEanNa elLAvHa YaBSuOu elRıZQa LiMaN YAŞAvEu MiN GıBAvDiHIy Va YaQDiRu LaVLAv EaN ManNa elLAvHa GaLaYNAv LaPaSiFa BiNAv VaY KaEanNaHUv LAv YuFLıXuv eLKAvFiRUvNa

 

“Ve bi’l-ems mekânını temenni eden kimseler vay demek ki Allah ibadından meşiet ettiği kimselerin rızıklarını bast ediyor ve kadr ediyor. Allah üzerimize minnet etmeseydi bizi de toprağa husuf ederdi. Vay demek ki kâfirler iflah olmazmışı kavl eder olarak isbah ettiler.”

 

وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82)

خَسَفَ أَصْبَحَ تَمَنَّوْا مَنَّ

يَقْدِرُ يَبْسُطُ يَشَاءُ يُفْلِحُ يَقُولُونَ

مَكَانَهُ عِبَادِهِ

الرِّزْقَ الْأَمْسِ

الْكَافِرُونَ

اللَّهَ اللَّهُ

الَّذِينَ

وَيْكَأَنَّهُ وَيْكَأَنَّ بِنَا عَلَيْنَا

مَنْ

وَوَ بِ مِنْ أَنْ لَ لَا لَا

 لَوْلِ

(2+2)+(4+1) +2+(2+1)+(2+1)   +(2+2+2) (2+2+2+2+1)=34=32+2=2*17

9+8+8+9=2*17

خَسَفَ- أَصْبَحَ يُفْلِحُ- يَشَاءُ يَقُولُونَ- الْكَافِرُونَ الرِّزْقَ- الْأَمْسِ  الَّذِينَ- مَنْ بِ- مِنْ أَنْ- لَ  لَوْ-لِ

PSF-ÖBX, FLX_-ŞYE ,QVL-KFR,  RZQ-EMS, elLaÜıYNa-MaN, Bi-Min, EaN-La, LaV-Li

 

  1. وَأَصْبَحَ daki وَ nereye atfediyor ve ne “Vav”ıdır?

فَخَسَفْنَا ya atfediyor. فَ harfiyle daha önce anlatılanları ayırıyor, onu batırdık diyor. Onun zulmettiği kimselerin de ne söylediklerini anlatıyor. Aynı zamanda olduğu için “V” harfi getiriliyor. “F” ile “V” harfleri yan yana geldikleri zaman parantez “F” harfinden sonra açılır, “V” ile atfedilenler parantez içinde zikredilmiş olur. Mürselat Suresi’nde böyle yorumladık.

Burada da böyle olduğu ortaya çıkmıştır.

Bununla beraber “F” ile “V”nin beraberce zikredildiği yerlerde bu kuralın geçerli olup olmadığını bilemiyorum. Bunlar üzerinde birinizin çalışıp sonuçları ortaya koyması gerekir.

  1. إِصْبَاح kelimesini inceleyiniz.

“Sabah” kelimesi kehribar taşının adıdır. Bu taşın özelliği sürttüğü zaman kıvılcım çıkarır. Kehribar taşının Yunancadaki adı “elektros”tur. Bugünkü “elektrik” bu kelimeden türemiştir. Kur’an da “misbah” kelimesini elektrik anlamında kullanılmaktadır. Nur Suresi’nde “fiha misbah” diyor.

“Sabah” kelimesi gecenin karanlığının bitip aydınlanmaya başladığı zamanın adıdır. Yeryüzünün 10 km’lik kalınlığında bulutların ve yağmurun yağdığı su tabakası vardır. Ondan sonra da 100 km’lik hava tabakası vardır. Su molekülleri orada yoktur. Onun çevresinde ozon tabakası vardır. Bu pozitif yüklü elektrikli moleküllerden oluşur. Güneş ışınları bu tabakayı devamlı bir surette beslemektedir. Böylece hava tabakasını koruyor, hava tabakası da su tabakasını koruyor. Bizim atmosferimiz böylece canlının yaşadığı bir hava tabakasını oluşturuyor. İşte, Güneş ışınları daha yeryüzüne gelmeden evvel bu tabakaya gelir, çarpar ve aydınlık olur. Buna “sabah” denir.

Gecenin en karanlık olduğu zamanlarda insanların da derin uykulara daldığı bir zaman olmaktadır. Gece uyuyamazsınız ama sabaha doğru uyursunuz. Çünkü Güneş ışınlarının vücuda olan uyarıcı etkisi sabaha karşı en azdır. İşte, Araplar uyku halinde geçirip uyandıkları zaman birden karşılaştıkları dünyaya benzeterek beklenmedik olayları “isbah” kelimesiyle ifade ederler. “Kane, Sâre, Kâde” gibi yardımcı fiildir.

  1. Neden isbahla gelmiştir?

Karun’un toprak altına girmesi ani olmuştur. Çünkü dârı beklenmedik bir sırada aniden batmıştır. Bugün de sosyal olaylar böyle beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkar.

Kenan Evren bir sabah ‘Ben devlete el koydum, başkanım’ dedi, herkes % 100 dönerek bir sabah onun yanında yer aldı. Türkiye’nin hiçbir yerinde ona muhalefet olmadı.

İşte, sosyal olaylar böyle isbahlarla doludur.

  1. الَّذِينَ kurallı erkek çoğul geçmiştir, kimlerdir bunlar?

Bir gün önce Karun’u ziynetler içinde gördüklerinde veya ziynetin içinde karşılaştıklarında onun yerinde olmayı istemişlerdi. İşte onlar yeni durumda ne söyledilerse Kur’an bize onu anlatmaktadır.

İnsanların ani bir şekilde değişme özelliği vardır. Çok sevdiği birisinin beklenmedik bir hareketinden dolayı birden sevgi nefrete döner. Dünün dostu bugünün düşmanı olur. Bazen de tersi olur. Birbirini yiyecek şekilde birbirine hasım olanlar bir olay üzerine yakın dost olabilirler. Bahçeli ile Erdoğan’ın durumu böyledir. Gülen ile Erdoğan’ın durumu da böyledir.

  1. Zenginlerin yerinde olmayı temenni eden örgütlü olan kimseler kimlerdir?

Bugün zenginlerin ortak oldukları işverenler grubu vardır. Odalar bunlardandır. Resmi kuruluşları odalarla sağlamaktadır. Gerçek kuruluşları ise TÜSİAD ve MÜSİAD olarak görülür. Buna karşı oluşan sendikalar vardır. Bunlar da çalışanları temsil eder. Görünürde birbirine karşı kuruluşlardır. Bir de esnaf kuruluşları vardır. Bunlar küçük ve orta işletmelere sahiptirler. Bu işletmeler büyük işletmeler olma sevdasındadırlar. Bugünkü oluş budur. Birbirlerini yok etmeye çalışıyorlar. Ama hepsinin asıl kurucusu Sermaye olduğu için istediği odayı çalışamaz hale getirir, istediği sendikayı devre dışı bırakır. Bundan sonra dünyada beklenen bu çatışmaların ne sendikalara ne odalara ne de işçi ve işverenlere yaradığı görülecek ve insanlar şeriata sığınmanın dışında bir çözüm bulamayacaklardır.

  1. Karun’un yerinde olmak ne anlamdadır?

Karun’un yerinde olmak, Sermaye tekeline sahip olup onun gücüyle insanları emir altına almaktır. Bugün TÜSİAD ve MÜSİAD vardır. MÜSİAD’ı Necmettin Erbakan kurmuştur. HAK-İŞ’i Erbakan kurmuştur. Bunlar şeriata uygun kuruluşlar değildir. Katılım bankalarını da Turgut Özal kurmuştur. Bunlar da şeriata uygun kuruluşlar değildir. Çünkü hepsi ‘sen in ben çıkayım’a dayanır. Yarışma değil çatışma içindeler.

Akevler’in Millî Görüş ile olan ayrılığı buna dayanmaktadır. Akevler’de siyasi partilerin yerini dayanışma ortaklıkları alır. Meslek kuruluşlarında da dayanışma vardır. Ancak bunlar aynı meslekte olanlar değil, değişik mesleklerde olan mesleki kuruluşları oluştururlar.

Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası’nda bugünkü odalar ve barolar mevcuttur. Mesleki kuruluşlardır ama bunları kendileri seçmezler. Bütün partilerin temsilci gönderdikleri doktorlar Etibba Odasını kurarlar ve bu bir tanedir. Ama bütün partiler temsil edilmektedir. Avukatlar Barosu da böyledir. Bir tek baro vardır. Ama bütün partiler orada temsil edilirler.

  1. بِالْأَمْسِ ile takyit edilmiştir, yere batmanın ne zaman olduğuna nasıl işaret ediyor?

Olayın ani olduğu, birden bir gecede köşkün yok olduğu ifade edilmektedir. أَمْس kelimesini getirerek olayın kısa zamanda ve birden gerçekleştiğine işaret edilmektedir. Topluluklar sosyal baskı nedeniyle kendileri kendi görüşlerini ifade edemezler. Herkes inanmadığını savunur. Karşı tarafın kendi görüşünde olmadığına inandığı için ona karşıda görüşlerini gizler.

Topluluğun öyle kuralları vardır ki fertlerden hiçbirisi onu kabul etmemektedir. Ama belli bir etkiyle birisi eğer aksi fikri ortaya atarsa bütün topluluk birden o fikre döner. İşte buna “sosyal inkılap” diyoruz. “İzacaenasrullahi” ayeti bize bu durumu açıklamaktadır. Herkes size karşı olur ve yanınızda kimseyi bulamayabilirsiniz. Eğer siz gerçekten inanıyorsanız devam edersiniz. Bir gün herkesin sizin görüşünüze geldiğini ve sizin yanınızda olduğunu görürsünüz. Halk size karşı direnmektedir. Sizi imtihan etmektedir. İddianızda ne kadar samimisiniz ve ne kadar inanıyorsunuz, onun için muhalefet etmektedir. Ailede de böyle bir durum daima vardır. Babaya genel olarak herkes muhalefet eder. Anne-babası, eşi ve çocukları ile çevresi hep karşı gelir. Ama sende azim görürlerse, tek başına kaldığın zaman da görüşlerinde ısrar ediyorsan sonunda hepsi senin yanında yer alır.

Bu hususun Yalova’ya taşınamayan Adil Düzen çalışanlarına Kur’an’ın beyanı olarak alınması gerekir.

  1. يَقُولُونَ neyin halidir?

الَّذِينَ nin halidir. Yani dün Karun’un yerinde olmak isteyenlerin husuftan sonraki hallerini anlatmaktadır.

  1. وَيْكَأَنَّ kelimesini inceleyiniz.

وَيْكَأَنَّ: وَيْ “vay” kelimesi şeklinde Türkçede kullanılmaktadır. “Vay be” deriz. “Vay başıma gelenler” deriz. Arapçada da buna yakın mana vardır. “Vay” kelimesine “L” harfini eklersek “veyl” olur. “Vay”ların ifade ediliş şekillerini gösterir.

كَ” gibi anlamında harfi cerdir. أَنَّ ise tahkik harfidir.

Beyninde olan eski düşüncelerin yanlış olduğunun farkına varıp birden başka görüşe döndüğünü ifade etmek için bu kelime kullanılmaktadır.

Toplulukta kişilerin sosyal baskı nedeniyle kendi fikirlerini ifade edememeleri sonucu topluluğun görüşleriyle kişilerin ayrı ayrı görüşleri arasında her zaman uyumsuzluk olabilir. Bir gecede meydana gelen inkılapta kişiler kendi inançlarını açıklayacak duruma gelebilirler. Ama bazen baskı sebebiyle birden halk bir gecede sosyal görüşlerini baskı sonucu değiştirmiş olabilirler. İşte inkılap yapanların göz önünde bulunduracakları husus budur. Eğer bir fikri halka zorla dayatırsanız halk onu kabul eder ama ilk fırsat bulduğu zaman direnir, eskisine döner.

Türkçe ezan bunun örneğidir. Zorla okutulan Türkçe ezan fırsat bulununca bir gecede tekrar Arapça ezana dönmüştür. Ömrü 20 sene sürmüştür. Oysa halka inandırılarak okutulan Arapça ezan 1400 senedir varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla gerçek inkılapçılık halkın istediğini yapmaktır. Önce halkı o istenene inandırmak gerekir. Bu da silah zoruyla yapılmaz. Halka yapılan tebliğle halk inandırılır sonra inkılapla halkın inandığı düzen gelmiş olur.

وَيْكَأَنَّ yalnız bu surede geçiyor. İkisi de iki defa aynı ayette geçiyor. Bunun anlamı, bu durumun en çok ortaya çıkacağı bin yılın bizim uygarlık çağımız olacağına işarettir.

  1. Rızkın bast edilmesi veya kadr edilmesi ne anlamlara gelir?

Ramazan’da oruç tutarız. Vücudumuzun hücrelerini krize sokarız, hücreler alıştıkları saatlerde bekledikleri besin gelmezse hücre içi faaliyete geçerler. Hücredeki depolanmış besinleri kullanmaya başlarlar. Mutfak dolabında yiyecekler eğer uzun zamanda kalırsa bozulurlar. Dolayısıyla dolaptaki yedek yiyecekler zaman zaman değiştirilmelidir. Bozulacak olanları tüketip kullanma tarihleri gelmeyenleri buzdolabına koymalıyız.

Hücreler de bu açlık zamanında depodaki besinlerini tüketirler, akşamüstü aldıkları fazla besinle de hücrelerdeki depoları doldururlar. Oruç bunun için sağlıktır.

Peygamber “oruç tutun sağlık bulun” diyor.

Topluluk için de durum böyledir. Krizler olur, topluluk krizleri yenmek için faaliyete geçer ve tesisleri bakıma alır, yenilemeye alır. Önceden bakımı yapılarak yolda kalmasını önler. İşte bu sebepledir ki topluluklar zaman zaman krize girerler, zaman zaman da refah içinde olurlar. Sağlıklı topluluklar krizlere yenilmeyip varlıklarını sürdürebilen topluluklardır.

Semt kooperatifleri projesi budur. 100 lojmanlı işyeri apartmanları ile 100 villalı dinlenme evleri buna dayanmaktadır. Dışarıya hiçbir şey satamadığımız, dışardan da bir şey alamadığımız kriz dönemlerinde semtimiz yaşayabilmelidir. Tarım semtlerini böyle oluşturmalıyız. Sanayi semtlerini de tarım semtleriyle kardeş semt haline getirmeliyiz. Aralarında taşıma serbestliğini koymalıyız ve tarım semtlerinin üretemediklerini sanayi semtleri, sanayi semtlerinin üretemediklerini de tarım semtleri karşılayarak kriz dönemlerini sıkıntılı da olsa atlatabilmelidirler.

  1. اَوْ يَقْدِرُ demiyor da وَيَقْدِرُ diyor, neden?

Demek ki bazı topluluklar bolluğa ulaşacak, bazıları da sıkıntıya girecek şeklinde değil, nasıl gece ile gündüz varsa, nasıl yazla kış varsa, topluluklar için de böyle sıkıntılı dönemleri ve bolluk dönemleri olacaktır ve topluluk kendisini buna göre ayarlayıp yaşayacaktır. Buna uyum sağlayan topluluklar varlıklarını sürdürürler, uyum sağlayamayan topluluklar ise elenirler. Şeriat düzeni insanlara bunu öğretmektedir.

Akevler 50 senedir faaliyettedir. İktidarlar ona saldırmışlardır. Sermaye ona saldırmıştır. Ortakların çoğu saldıranların yanında yer almıştır. Yıllarını mahkeme salonlarında geçirmiştir ama hiç mahkûm olmamıştır.

Bediüzzaman Said Nursi’ye diyorlar ki; sabıkan var mı? O da cevap veriyor; mahkeme kararıyla bir sabıkam yoktur ama 27 senelik mahkûmiyetim vardır. Akevler’in ondan farkı şudur. Bediüzzaman hapishanede cihadına devam etmiştir, Akevler ise Allah’ın ihsanıyla dışarda cihada devam etmiştir.

  1. Buradaki عِبَادِ kelimesi kimleri kastediyor?

عِبَادِ kelimesiyle bütün insanları ve toplulukları kastetmiş olabilir. Ama özellikle Kur’an düzenine göre yaşayarak Kur’an düzenine hizmet edenlere işaret olabilir. Yani bu durum, takdir ve bast periyodik işleminin İslami kuruluşun özelliği olduğu anlamındadır.

50 yıllık denemelerimizde görülmüştür ki, bir işe giriştiğiniz zaman önce bir kolaylık olur, işleriniz iyi gitmeye başlar. Ama sizin başarıya gittiğinizi algılayan çevre devletler, Sermaye ve rakip girişimciler birden işbirliği yaparak üzerinize çullanırlar ve siz gerilemeye başlarsınız, zarar etmeye başlarsınız. Eğer bırakırsanız sorun biter ama ısrarla direnirseniz biraz sonra yeniden gelişmeye başlarsınız. Bazen bu ikinci gelişmeden sonra da yeniden krize girersiniz. Eğer bunu da atlatırsanız, o zaman ortaklarınız fevç fevç gelirler.

Bu durum bütün peygamberler için de söz konusudur. Kur’an bunu anlatıyor.

Böyle olmasının sebebini şöyle beyan ediyor.

Birincisi, inanmadan size katılanlar elensin, gerçek inanmışlar bu görevi yürütenler kalsın diye bu krizler oluşmaktadır.

İkincisi ise bu oluşum sizin teşebbüsleriniz değil bizim irademizle olduğunu gösterelim diye böyle yapıyoruz şeklindedir.

Eğer Akevler bizim heveslerimizden ibaretse geleceği yoktur demektir.

Ama Allah’ın takdiri ise bu krizleri atlatır ve Allah’ın iradesiyle varlığı devam eder.

İşte, takdir ile bastın sebebi budur.

  1. Neden bu kaydı koydu?

Bu özellik hak işletmelerinin özelliği olduğu için hak yolunda çalışan insanların bu imtihanları geçmesi gerektiğini ifade etmek içindir.

Veysel İpekçi’nin bugünkü durumu budur, imtihan geçiriyor.

Hüseyin Kayahan’ın durumu da budur.

Yenibosna’daki evliliklerle ilgili sıkıntılar da buradan gelmektedir.

Gerçekten ortaklık düzenine inananlarla inanmayanlar bu yolla eleneceklerdir.

  1. Periyodik krizler ekonominin gereği midir?

Allah bu dünyayı geçici olarak var etmiştir. Her şeye bir ömür biçmiştir. En uzun ömür kâinata biçilmiştir. Diğer olayların ise ömürleri daha kısadır. Ekonomik oluşlar ve işletmeler de bu kurallara tabidir. Doğarlar, gelişirler, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Vücudumuzun bütün hücreleri böyledir. Genellikle bütün hücrelerin ömürleri insan ömrünün birkaçta biridir. Çok kısa ömürlü olan hücreler olduğu gibi hemen hemen insan ömrüne yakın hücreler de vardır. Krizlerin olması canlının doğal kanunudur ve bir varlığın canlı olup olmadığı bununla bilinir. İşletmelerin canlı gibi doğup ölmesi onun biyolojik varlığını ispatlar.

  1. Minnet etmek ne demektir?

Türkçede her iki manasıyla kullanılmaktadır.

“Minnet” kelimesi Türkçede memnun olmak veya memnun etmek anlamında kullanıldığı gibi minnet etmek başa kakmak manasında da kullanılmaktadır.

Kur’an’da da aynı iki manada geçmektedir. “İyilik ettiğinizi minnet etmeyin” diyor. “Çoğalmaktan memnun olma” diyor. Bu şekildeki çift manaya müşterek diyoruz. Müşterekin mecazdan farkı, mecazda hakiki manaya mani karine varsa gidilir, yoksa hakiki mana verilir. Karine manası olduktan sonra karineyi daiye ile yeni manası bulunur. Müşterek kelimelerde ise tercih edilir manası yoktur, her iki manayı da eşit şekilde taşırlar. Dolayısıyla mani karinenin olmasına gerek kalmaksızın dai karineyle yeni mana verilir. Minnetin iki manası müşterektir, hangisi uygunsa o manayı veririz. Hem mecazda hem müşterekte temel kural vardır, iki mana birden kastedilemez. Süleyman Akdemir’le Süleyman Karagülle’nin adları müşterektir. Bir cümlede ikisi birden tek Süleyman kelimesiyle ifade edilemez.

Bundan dolayıdır ki Kur’an’daki “her mescidde ziynetlerinizi alın”ın manası altın ve gümüşü getiren demek değil, elbiselerinizi giyin manasındadır. İkisi birden kastedilemez.

  1. Bugün Sermaye’nin peşinde koşanların gelecekteki sosyal tufanda helak olmayacağına dair bir işaret yok mudur?

Karun batmıştır ama onun yerinde olmak isteyenler hayatta kalmışlardır. O halde bugünkü Sermaye batacaktır yani Rothschild ve Rockefeller batacaktır. Bunların batmaması için değişmeleri ve ortaklık düzenine geçmeleri gerekmektedir. Kendileri helak olmasalar bile sistemleri, faizli düzen, işçilik düzeni ortadan kalkacaktır. Ancak bugün onun yerinde olmak isteyen ve en büyük değil de büyük ve orta işletmeler ise Koç ve Sabancılar ise batmayıp bugünkü kapitalist olma çabalarından vazgeçerek yeni düzende yerlerini almaya devam edeceklerdir demektir. Bu da insanlığa büyük bir müjdedir.  

  1. Kimler helak olmayacaklar?

Helak olmamak için olaylardan ders alıp tövbe edenler olacaktır. İsrail oğulları bunu yapmışlardır. Karun’un yerinde olmadıklarına şükretmişlerdir. Bugün de faizli işçilik sistemini savunan kimseler bugünün Karun’u battığında tövbe ederlerse varlıklarını koruyacaklardır. Bunları ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor. Tabi ben yanlış anlamış olabilirim.

  1. “Felah” ne demektir?

فلح: “Felah, Felh” toprağın yarılmışı demek, çatlak toprak demektir. Tarlayı sürme anlamında “felah” kullanılmıştır. Tarlayı sürmek demek onu ekin ekilecek hale getirmek demektir. “Felah bulmak” da olgunlaşıp işe yarar hale gelmek demektir.

Kur’an’da 40 defa geçmektedir.

Bugünün en büyük sorunu tarım krizidir. Daha yüksek hayat sağladığı için halk köyleri bırakıp kentlere taşınmıştır. Kentlerde faizle sanayi işletmelerini kurabilmiştir. İlk baktığımızda yararlı iş olmuştur. İnsanlar uygarlaşmış ve köyde iş bulamayanlar şehirlerde iş bulma imkânı buldukları için oraya taşınmışlardır. Sanayi o kadar gelişmiştir ki bugün insanlar Mars’a gidebiliyor, ne kadar iyi.

Ama diğer taraftan köyler boşaldığı için tarımda çökme olmuş, sanayi üretim şekilleriyle üretilen tarım ürünleri vasfını kaybederek hormonlu besinler ile beslenmek zorunda kalmışızdır. Bir Avrupalı bilim adamı, biz Avrupa’da onlara Adil Düzen’i anlatırken demişti ki; “bugünkü kirlilik devam ederse 100 sene sonra insan zaten olmayacak ama diğer canlılar da yaşayamaz hale gelecekler.” Şimdi işçilik sisteminde çökmüş olan tarım bir daha geriye dönmez. Ancak kredileşmeli ortaklık sistemi ile aile işletmelerine dayanan tarım semtleri kurulursa insanlık kendisini bu hormonlu dünyadan kurtarabilir.

  1. Kâfirler kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimlerdir bunlar?

Kurallı çoğul olarak kastedilen kâfirler, faizli işçilik sisteminde direnen kapitalist, sosyalist ve karmacı olanlardır. Bunların sorunu çözemeyeceklerini yeniden tarım işletmelerini canlandıramayacaklarını bize haber vermektedir. Bu seminerleri okuyanlar bu ayetlerin içinde Yalova’daki tarım işletmesi teşebbüsünün ne demek olduğunu kavrayacaklar ve neden Akevler’in Rockefeller veya Rothshild karşısında oluşan tek kuruluş olduğunu anlayacaklar ve sözlerimi ciddiye alacaklar.

  1. İflah olmayacaklarının izahını yapınız.

İflah olmayacaklarının izahı yukarıda anlatılanlarda yapılmıştır. Bir köylü sabah kalktığı zaman kar, fırtına, soğuk, dolu gibi anormal şartlara bakmaksızın hayvanlarını ahırdan alıp suya götürmek zorundadır. Hayvanlarını dışarıya çıkaramıyorsa, karların içinde karayemiş yapraklarını sırtına yükleyip hayvanlarını ahırda beslemek zorundadır.

Yalova’daki çalışanlar bugün yağmur yağıyor diye dışarıda zaten iş yapmıyorlar, atölyedeki işi de tatil ediyorlar. Bugün pazardır diye çalışmıyorlar. Bugün pazara gidiyoruz diye çalışmıyorlar, okula çocuğu götürdük diye çalışmıyorlar, misafirim geldi diye çalışmıyorlar, başım ağrıdı diye çalışmıyorlar. Bunların babaları hem köyden gelmiş İslamiyet’e inanan kimseler hem de Adil Düzen çalışanları yani onların en iyisi, daha doğrusu iyisi olanları.

İşte bu hal bir gecede değişecek. Karun dârı ile toprağa girdiği zaman insanlar uyanacak, tekrar köylere dönecek ve o kar ve fırtına içinde çalışma sıkıntısına katlanacaklardır.

Ben köyde büyüdüm, çocukluğum bu sıkıntılar içinde geçti ama o sıkıntılar büyük bir zevk vermektedir. Buradaki ayet bu işlerin faizli işçilik sisteminde çözülemeyeceğini bildiriyor.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. PSF-ÖBX /صبح-خسف

Husufların sabaha doğru gerçekleştiği ifade edilmektedir.

Savaşlarda da taarruzlar sabaha doğru yapılır. Çünkü sabaha doğru insanların en çok derin uykuya daldıkları zaman olur. Düşmanı gafil avlamak için saldıranlar böyle yaparlar.

Allah da helak etmek istediklerini aynı taktikle helak eder.

  1. FLX-ŞYE /شيء-فلح

“Meşiet” planlamadır. İnsan kendi hayatını planlar, kurallar koyar ve ona göre hareket etmeye başlar. Karşılaştığı zorluklara direnir. Her zaman başarıya ulaşmaz. Ama o içtihatlarıyla hareket etmekle yükümlüdür. Bir yerde başarısızlık olabilir ama toplamda daima başarıya ulaşılır. “Felah” için meşiet şarttır. Sonuçlar her zaman meşiete uymayabilir.

  1. QVL-KFR /كفر-قول

“Kâfir olmak” demek beyinde olan bir işlem değildir. Şeytan kâfir olmuştur ama şeytan Allah’ın birliğini ve varlığını melekler kadar biliyordu. Dolayısıyla kâfir olmak demek Allah’ın varlığından, ahiretteki dirilmeden şüphe etmek demek değildir. Şüphe insanın iradesiyle oluşmamaktadır. Kendi müdahalesi dışında olan bir olaydır.

Dolayısıyla kimse sorumlu değildir.

İnsan sözlerinden ve yaptıklarından sorumludur. Hatta yaptıklarından da sorumlu değildir, içtihatlarından sorumludur. İçtihat ise “kavil” yoluyla topluluğa söylenenlerdir.

O halde insan verdiği sözlerden sorumludur. Verdiği sözleri yapmaya çalışmalıdır. Yapamazsa da sorumlu değildir.

“Küfür” ile “kavl” arasında çok büyük ilişki vardır.

  1. RZQ-EMS /ءمس-رزق

Diğer canlılar bugün ürettiklerini bugün tüketirler. Çok az canlılar birikim yaparlar ama bu birikim bir yıldan fazlası için olmaz. Hâlbuki insanlar ürettikleri gün tüketmezler. Ürettiklerini kendileri tüketmezler. Onları gelecek nesillere ve bütün insanlığa bırakırlar. Kendileri ise kendilerinden önce üretim yapanların ürünlerini harcayarak yaşarlar.

İşte, rızkın geçmişe dayandığını ifade etmek için bu iki kelime karşılaştırılmıştır.  

  1. elLaÜıYNa-MaN / الَّذِينَ- مَن

الَّذِينَ topluluğu ifade eder. مَن de kişiyi ifade eder.

Tüm şeriatın konusu kişiyle topluluk arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Kişiler olmadan topluluk olmaz, topluluk olmadan da kişiler yaşayamaz. Kişilerin özgürlüğüne dokunulmaksızın topluluğu oluşturma şeriatın ana gayesidir.

  1. Bi-Min /مِنْ-بِ

بِ ve مِنْ başlangıcı ifade eder. بِ de sebep ilişkisi vardır, مِنْ de yoktur.

  1.  EaN-La /- أَنْ لَ

“En” mastar harfidir. Kendisinden sonra gelen cümleyi isme çevirir. İsim ile fiil arasındaki fark, ismin bütün zamanlara delalet etmesidir. “Ahmet” kelimesinin gösterdiği kişi yok olsa da kelimenin delaleti devam eder. Fiilde ise durum böyle değildir. Ya geçmişte olmuştur ya gelecekte olmaktadır veya şimdilerde olmaktadır. “En” kelimesi fiili isme çevirmekte yani anlamını genişletmektedir. “L” harfi de bunu teyit etmektedir.

  1. LaV-Li / لَوْ-لِ

لَوْ geçmişteki olaylar için şart edatıdır. Ama bir fiili işlenmiş olsun olmasın etki etmiyorsa, o zamanda لَوْ harfini kullanırız. “Lehü elfün velem ye’ti / Gelmese de onun bin lira hakkıdır” diyorsun. Yani gelsin gelmesin fark etmez, bin lira istihkak etmiş demektir.

لِ de temliki ifade eder yani لِ nin etkisine لَوْ mani değildir demektir.

Usulü fıkıh ilmi bu konuları incelemektedir ve biz bu kültüre sahip olmadığımız için zor anlıyoruz. Gelecekte seminerlere devam edip Kur’an’ın ayetlerinin manasını kavradıkça usulcülerin cümlelerini de daha kolay anlamış olacağız.

Önümüzde aşacağımız sıra sıra dağlar vardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve dün onun yerinde olmayı isteyenler demek ki Allah yiyeceğini kullarından istediğine yayar da daraltır da. Allah’ın üzerimize onu kollaması olmasaydı bizi de kapatırdı. Demek ki kapatanlar kendilerine gelemezler diyerek ertelediler.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve bi’l-ems mekânını temenni eden kimseler vay demek ki Allah ibadından meşiet ettiği kimselerin rızıklarını bast ediyor ve kadr ediyor. Allah üzerimize minnet etmeseydi bizi de toprağa husuf ederdi. Vay demek ki kâfirler iflah olmazmışı kavl eder olarak isbah ettiler.”

 

وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82)

 

***

 

GENEL YORUM

Karun’un kıssası burada bitti, son ayet arkada bıraktıklarının söylediklerini beyan etmektedir. Allah onlara açıklatmaktadır.

Adil Düzen geldiği zaman kimler neyi anlayacaklar?

Bu ayetler bize günümüz hakkında çok büyük bir müjde vermektedir. 3. binyıla geçerken -ister kanlı ister kansız geçilsin- sonunda dünya 3. binyıla bugünkü varlığı ile geçecektir. Şimdi bize karşı olup Sermaye’nin peşinde koşanlar yarın şeriatın yanında olacaklar demektir. Bütün sorun Sermaye’nin batması sorunudur.

Sermaye’yi biz batırmayacağız, Allah batıracak. Varlıkları ile kendileri batıp gidecekler. Ama bugün ezilen halk hayatta kalacak ve tövbe ederek Adil Düzen’e geleceklerdir, Şeriat düzenine geleceklerdir. Biz ona göre davranmalıyız.

1960’tan sonra biz siyasette iktidar olduk, dinde iktidar olduk, ekonomide iktidar olduk, ilimde iktidar olduk ama kendimiz iktidarda olamadık. Tahtta biz oturduk ama onların dediklerini yapıyoruz. Birinci 50 yılımız böyle geçti.

Şimdi ikinci 50 yılımızın başındayız. Tahtta yine biz oturuyoruz ama onların istediklerini yapmaya devam ediyoruz. Bu Akevler için de doğrudur. Yeni 50 yılımıza girerken işe sıfırdan başlamalıyız ve geçmiş yıllarda yapmış olduğumuz hataları tekrar etmemeliyiz.

 

Sermaye nasıl toprağa gömülecek, bu husus üzerinde tahminlerde bulunabiliriz, nedir bunlar?

Sermaye kendi sistemi içinde mağlup edilemez. Sadece oyuncuları değişebilir. Onun da kimseye yararı olmaz. Sermaye’nin Karun gibi toprağa girmesi ancak Musa’nın gelip şeriatı yeniden ihya etmesi ile mümkündür.

Kredileşmeli ortaklık sistemi kurulduğunda faizli işçilik sistemi kendiliğinden ortadan kalkar. Siz birisine faizsiz kredi verirseniz o başkasından faizli kredi alır mı?

O halde faizli düzeni yenmek istiyorsanız faizsiz krediyi vaat edin ve verin. Faizsiz krediyi bulduğunda hiç kimse faizli krediyi almaz. Bunu yapabilmeniz için de Kur’an’a kulak vermeniz yeterlidir. Akevler 50 yıldır bunun denemesini yapıyor.

Bilgisiz olması, katılanların inanmaması, devletin ve Sermaye’nin baskıları sonucu bu kadar başarılmıştır. Bugünkü durumumuz 60’lardaki durumumuzun en az 10 katı daha iyidir.

Demek ki, eğer siz çalışmaya devam ederseniz, 50 sene sonra da en az bugünkü durumun 10 misli kadar daha iyi bir durumda olacaksınız demektir.

Kur’an seminerleri bitecek, ondan sonra yeniden seminerlere başlayacaksınız.

O zaman da göreceksiniz ki bugün anladıklarınızın belki 10 katı daha iyi anlayacaksınız. Allah kolaylık versin...

 

İstanbul, Yenibosna; 17 NİSAN 2021

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:

AYŞE AYDIN

Yazar REŞAT NURİ EROL

 

***

 

 

 






Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3187 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1955 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2288 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2065 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1939 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1951 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2336 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2251 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1812 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2154 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2073 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2183 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2167 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2033 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2223 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2430 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2827 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2740 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2519 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2704 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2801 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2750 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3099 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5116 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3200 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3499 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3332 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3576 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3525 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3828 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4281 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2780 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2841 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3655 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3539 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2713 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3670 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7090 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5172 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3887 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00


© 2024 - Akevler